1 Aralık 2017 Cuma

BARZANİ’LERİN BAŞINA GELENLERDEN ALINACAK DERSLER

 (Umran Dergisi Aralık 2017 Yazısıdır)

“Bağımsız Kürdistan Referandumu” sonucunun kısa, orta ve uzun vadede, özelde bölgeye, genelde İslâm dünyasına ne getirip ne götüreceğinin, iç dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler açısından, derinlemesine, duygusallıktan uzak, objektif bir şekilde, tüm ayrıntıları ile analiz edilmesi gerekmektedir.

Barzani yönetimi (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi/IKBY) tarafından, 25 Eylül 2017 tarihinde “İhtilaflı bölgeleri” de kapsayan “Bağımsız Kürdistan Referandumu” yapılmış ve sonuç, “evet” çıkmıştır. Bu yeni durum, Ortadoğu coğrafyasını uzun yıllar meşgul edecek ve süreç iyi yönetilemezse, belki de kaosa götürebilecek bir olgudur. 

Bu referandum sonucunun kısa, orta ve uzun vadede, özelde bölgeye, genelde İslâm dünyasına ne getirip ne götüreceğinin, iç dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler açısından, derinlemesine, duygusallıktan uzak, objektif bir şekilde, tüm ayrıntıları ile analiz edilmesi gerekmektedir.

Referandum öncesinde herkese meydan okuyan Barzani kuvvetleri, Irak Ordusu ile karşılaşınca, ciddi hiçbir çatışmaya girmeden hemen hemen tüm ihtilaflı bölgeleri, Irak ordusuna terk etmiştir. Neden?

Barzani kuvvetlerinin takındığı bu tavır, IŞİD Irak topraklarına girdiğinde, Irak ordusunun tüm silahlarını ve bankalardaki paraları bırakarak geri çekilmesinde takındığı tavırla çok benzerdir, strateji benzerdir.

Dolayısıyla süreç, aynı karanlık merkez tarafından yönetilmektedir. Öyleyse bu karanlık merkezin orta ve uzun vadede hedefinin ne olduğu mutlaka tartışılmak zorundadır.

Bugün Mesut Barzani harcanmış gözükmektedir. Mesut Barzani’nin karşı karşıya kaldığı bu durum, geçmişte, Babası Molla Mustafa Barzani’nin karşı karşıya kaldığı durumla çok benzerdir. Bunu, Molla Mustafa Barzani’nin, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’a yazdığı mektuplarda görebilmekteyiz.

Mesut Barzani’ye Referandum öncesi destek verenler, Referandum sonrasında sessizliğe gömülmüşlerdir. Neden? Hedef “Büyük Kürdistan mı” yoksa “Büyük İsrail mi”? Hiç şüphe yok ki “Büyük İsrail”. Şer ittifakının(ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) bu bölgede çizdiği ana strateji, “Büyük İsrail Projesini” gerçekleştirmek üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Şer ittifakının yeni karşı hamlelerinin olacağı göz ardı edilmemelidir.

Bu yazıda, Molla Mustafa Barzani’nin, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’a yazdığı iki mektup, Henry Kissenger’in Molla Mustafa Barzani’ye yazdığı mektup ve Molla Mustafa Barzani’nin satılmasına” neden olan İran ile Irak arasında yapılan Cezayir anlaşması, Mesut Barzani’nin ve komutan Aziz Weysi’nin yaptığı açıklamalar ele alınıp değerlendirilecektir.

Allah’a ve Ahirete iman ettiğini söyleyen ve kendisini Müslüman kabul edenlerin, Baba ve Oğul Barzani’lerin başına gelenlerden çıkaracağı çok dersler olmalıdır.

Molla Mustafa Barzani’nin ABD Başkanı Jimmy Carter’a Yazdığı Mektuplar   

İran ile Irak arasında yapılan Cezayir Antlaşması’ndan sonra (6 Mart 1975), İran üzerinden Mustafa Barzani’ye gelen ABD yardımı kesilmiştir. Antlaşma sonrasında Mustafa Barzani Kuvvetleri silahları bırakarak İran’a sığınmış; Mustafa Barzani de ABD’ye gitmiştir. Molla Mustafa Barzani, Virginia’dan ABD başkanına iki mektup yazmış ve her ikisine de cevap alamamış, kendisi ile ABD’de iken görüşülmemiştir. Mustafa Barzani’nin ABD başkanına yazdığı iki mektup aşağıda verilmektedir.

          Birinci Mektup (9 Şubat 1977) 

“Başkanlık seçimini kazanmanızdan dolayı sizi yeniden kutlarım.

Başkanlık seçiminiz sırasında, dünyanın her yerindeki halkların temel insan haklarını açıkça destekleyeceğinizi defalarca belirtmeniz beni çok sevindirdi ve yüreklendirdi.

İşte bu umutladır ki size, Kürt halkının yenilgisine ve bunu izleyen dağılmasına yol açan sorun ve olayların nedenlerini kısaca belirtmek için yazıyorum.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle, Güney Kürdistan, “İki Nehir Arası Ülke” olarak bilinen yerle birleştirilerek Irak oluşturuldu ve İngiltere’nin yönetimine verildi. Müttefik Devletler, özerk bir Kürdistan’ın kurulmasını vaat etmişlerdi. Çünkü Kürtler, Araplar, Türkler ve Perslerden sonra dördüncü büyük etnik grubu oluşturuyorlardı.

1920’de yapılan Sevr Antlaşması geniş Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer halklarıyla eşit temeller üzerinde, Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkını içeriyorduAma uluslararası çıkarlar, antlaşmanın gerçekleşmesine olanak vermedi. Böylece Kürt halkının durumu bir çözüme ulaşmadan olduğu gibi kaldı. Ondan sonra Kürtler, kendilerini zorla asimile etmek isteyen işgalcilere karşı kendi ülkelerinde asgari düzeyde eşitlik ve adalete kavuşmak için, sık sık kendilerini savunmaya zorlandılar.

Irak’ta monarşik sisteme son veren ve General Kasım liderliğinde bir askeri yönetim oluşturan 1958 darbesinden sonra Kürt halkının ulusal haklarının tanınacağı vaat edildiYeni rejim Sovyet etkisi altına girer girmez, komünistlerin Irak’ta yarattıkları kargaşa içinde vaatler unutuldu.

Demokrasi ve özgürlük konusunda Kürtlere düşen sorumluluk nedeniyle, Irak komünistlerinin yaptıkları kitle halindeki katliamlara karşı seyirci kalamazdım. Ancak General Kasım ve diğer yüksek rütbeli subaylara durumun ciddiyetini anlatınca, onların öfkelerine maruz kaldım. Yerel komünistlerin desteği ve Sovyetler Birliği’nin cesaret vermesi ile Irak Hükümeti 1961 yılında silahlı kuvvetlerini, silahsız Kürt halkına karşı hücuma geçirdi. Kürt halkının kendisini kurtarmak için başlattığı devrim, o zamandan beri devam ediyor.

Bu süre içinde Irak’ta 9 hükümet ve 5 rejim değişti. Bu zulümlerin her aşamasında, ilişkileri yeniden düzeltmek için, çok mütevazı bir dille ricada bulunduk. Ancak bizim tekrarlanan ricalarımıza yalnızca tekrarlanan hakaretlerle karşılık verildi.

Bizim acılarımız, sayın başkan, sizin dedelerinizin acılarından farklı değildir. Ki, onları değerli Amerikalı Thomas Jefferson, en iyi şekilde dile getirmiş, belgelendirmişti.

Son olarak 1968 yılında, bugünkü BAAS rejimi iktidara gelir gelmez, bize savaş ilan etti. Fakat amacına savaş yoluyla ulaşamayacağını anlayınca 1970’te barış görüşmelerine başvurmak zorunda kaldı ve bu görüşmeler aynı yıl 11 Mart Antlaşması’yla sonuçlandı.

Antlaşma, Irak halkının iki asli milliyetten, Araplar ve Kürtlerden oluştuğunu kabul ediyordu. Antlaşma aynı zamanda Kürt milliyetinin haklarını sayıyordu ki bunlar arasında en önemlisi, dört yıl içerisinde Irak Cumhuriyeti çerçevesi içinde bir özerk Kürdistan oluşturulmasıydı.

Antlaşmayı imzalamaya istekli oluşumuz, yalnızca, onun şartlarının bizi derinden tatmin ettiği için değildi, fakat aynı zamanda Irak’ta barışın sağlanmasını istiyor ve Kürtlerin hükümete katılmasının, BAAS’ın Irak halkına ve komşu ülkelere karşı sert ve uzlaşmaz politikasını değiştirebileceğini umuyorduk.

 Fakat çok geçmeden, bu antlaşmanın, BAAS’ın zaman kazanmak için başvurduğu bir taktik olduğunu fark ettik. Onların iç barışa ihtiyaçları vardı ve Irak’ın komşularına karşı giriştikleri yeni harekelerde, Kürtlerin desteğini almayı umuyorlardı. İran, Kuveyt, Suudi Arabistan ve Suriye ile yaratılan sürtüşmelerde bizi savaşa sürüklemek istiyorlardı.

Biz bir araç olmayı reddedince, bu kez Kürt bölgesini özellikle zengin petrol sahalarını- ki bu sahalar Irak petrol üretiminin yüzde 65’ini, petrol rezervlerinin yüzde 70’ini kapsamaktadır- Araplaştırma politikasını başlattılar. Aynı zamanda barışı, ülke içindeki politik düşmanlarını tasfiye için kullandılar. Demokratik partiler kapatıldı ve onların yüzlerce üyesi kitle halinde katledildi ya da işkence ile öldürüldü. Arkasından dört yıllık sürenin bitiminde antlaşma tüm hükümleri ile uygulanacağına, bize karşı yeni bir savaşın hazırlığına geçildi. Bağdat’la Moskova’nın bağları, 1972 başlarında imzalanan 20 yıllık Dostluk Antlaşması’yla daha da güçlendirildi. Büyük miktarda, geliştirilmiş Sovyet silahları, askeri uzmanlar ve teknisyenlerle birlikte Irak’a ulaşmaya başladı. Buna paralel olarak Irak’taki Sovyet nüfuzu da arttı. BAAS rejimi hemen Moskova yanlısı Irak Komünist Partisi ile Birleşik Cephe oluşturmak için çağrıda bulundu. Bizim Kürdistan Demokrat Partisinin de katılması istendi. Liberal milli partilerin cephe dışında bırakıldıklarını göz önüne alarak, en iyimser bir yargıyla bile katılmayı reddettik. Bu da BAAS liderlerinin husumetini arttırdı. Siyasal cinayetler düzenlemeye ve Kürt halkını zorla yerinden sürmeye başladılar. Bana karşı iki kez suikast teşebbüsü yapıldı. BAAS rejimi ile bir arada barış içinde yaşamamız imkânsız hale geldi. Böylece biz de Amerikalı ve İranlı dostlarımıza döndük. Onlara durumu ve BAAS’ın politikası böyle devam ederse, yalnız bizim açımızdan değil, bölgedeki diğer uluslar için de, doğacak sonuçların ciddiyetini izah ettik. Aynı zamanda Sovyetler Birliği tarafından desteklenen bir rejime karşı tek başımıza duramayacağımızı belirttik. Onlar düşüncelerimizi tümüyle haklı buldular.

Bize Kürt devriminin, hem Birleşik Devletler’den hem de İran’dan destek göreceği söylendi, o şekilde ki, Kürtler için gerçek bir özerkliği ve Irak için demokratik bir cumhuriyeti gerçekleştirmek için mücadele eden Kürtlerin, Irak rejimi karşısında dayanabilmeleri mümkün olsun.

Bunu ilgili taraflar arasında heyetlerin gidiş gelişi izledi ve bizimle dostlarımız arasında koordinasyon sağlandı.

Asgari Kürt ulusal haklarını tanımayan özerklik yasası, 1974 Mart’ında Irak Hükümeti tarafından kasıtlı bir biçimde ilan edildiği zaman, dostlarımızın bize vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddettik.

Irak ordusunun 8 tümeni, yüzlerce tankı ve yüzden fazla modern savaş uçağıyla karşılaşınca -bunlardan bir kısmı Rus ve Hintli pilotlar tarafından yönetilmekteydi- böylesine iyi donanmış bir orduya karşı etkin biçimde savaşabilmek için, dostlarımızın bize yaptığı yardımın hem miktar, hem de kalite bakımından düşük olduğunu çok geç de olsa fark ettik. Üstelik, yardımlar daima ‘çok az ve çok geç’ti.”

Bütün bu güçlüklere rağmen halkımız kahramanca savaştı. Birçok zafer kazandı ve Irak silahlı kuvvetlerine ve donatımına büyük kayıplar verdirdi; Sovyetlerden anında gelen yardımlar olmasaydı, bu kayıplar Irak tarafından doldurulamaz cinstendi.

1975 kışına halkımız, dondurucu soğuk ve kara rağmen, düşmana bir karşı taarruz başlatınca, Irak rejimi çok umutsuz bir duruma düştü. Moskova’nın öğüdü üzerine, bir kez daha hile ve ikiyüzlülük yöntemine başvurdu.

Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen vasıtasıyla İran Şahıyla temas kurulmuştu. Ayrıca, Kürt sorunu sona erdiği takdirde, BAAS’ın komşularına karşı politikasını değiştirmeye ve Moskova ile olan ilişkilerini kısmaya hazırlıklı olduğu, dolaylı yollardan Amerika’ya duyuruldu.

6 Mart 1975’te İran Şahı ile Devrim Komite Konseyi Başkanı Saddam Hüseyin Tikriti arasında Cezayir İhanet Antlaşması imzalandı. Antlaşma, yiğitçe savaşmış ve böylece bu görüşmeleri mümkün kılmış olan İran’ın Kürt müttefikleri yararına hiçbir şey içermiyordu. 

Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi ilişkiler kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz pahasına mı olmalı? Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana karşı koyduk ve onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik nerede?

İran mülteci kamplarında mı? Kürt halkının kitle halinde Güney Irak’a sürülmesinde mi? Batılı ülkelere doğru dağılmada mı? Ailelerin, kadın, çocuk ve yaşlıların bölünmesinde mi? İşkence altında ölümde mi? Kürt mültecilerinin İran makamlarınca ansızın sürülme ve geri gönderilme korkusunda mı?

Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve demokrasinin temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu gibi büyük bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız kalabilir mi? 

Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki mislini istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat edilen özerkliğin verilmesini istiyoruz.

Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek bir savaşa girdik; fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk; Amerikan ve İran yardımından yoksun, arkamızda kapalı bir İran sınırı ve karşımızda durmadan akan son model Sovyet silahlarıyla donanmış modern bir ordu.

Kötüleşen ekonomik koşullar, ihanete uğrama duygusunun yarattığı düşük moral ve bunların yanı sıra, İran’da mülteci olarak 250 bin kadın çocuk ve yaşlının bulunuşu yüzünden, istemeyerek ve acı içinde İran’a çekilmekten ve yurdumuzu BAAS’a terk etmekten başka çaremiz yoktu.

Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış değildik. Dostlarımız tarafından yıkılmıştık.

Sayın başkan, Kürt halkının son perdesi henüz yeni başlıyor. O, ya bir trajedi ile bitecek veya onun sonu, yeni bir başlangıç olacak. Bu size bağlı.

Kürt halkının bir düşü var, belki sizin Thomas Jefferson’unki kadar büyük değil; ama bir özerklik düşü bu. Onlar, onun için savaştılar, onun için öldüler ve daima onun özlemini duydular. Onlar, inançlarını ve yüreklerini ona bağladılar ve inandılar ki Amerika’nın verdiği söz, ister yazılı, ister sözlü olsun, demir bir zırh gibi sağlamdır. Onlar söz verilen mükâfatın verilmesini benden bekliyorlar. Ben de sayın başkan, sizden bekliyorum.

Sayın başkan, halkımın uğradığı felaketin nedeni, onların demokrasiye olan inançları, batı ile olan dostlukları, Amerika’nın prensiplerine olan güvenleri, bu prensiplerin, zayıf ulusların korunması ve onların temel insan haklarına kovuşmaları için destek sağlanmasını öngördüğüne dair kanılarıdır.

Biz hiçbir zaman başka ülkeleri işgal etmeyi veya başka halklara baskı yapmayı düşünmedik. Biz, yalnızca, kendi ülkemizde barış içerisinde ve özgür olarak yaşadığımız halklar gibi adil ve eşit biçimde davranılmasını istiyoruz. Biz Irak’ın yeni sakinleri ya da göçmeni değiliz. Atalarımız binlerce yıldan beri bu ülkede yaşamışlar.

Sayın başkan, eğer Amerika’nın verdiği söze tam olarak inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu, BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın komşularına da zarar verirdi. Ancak üst dereceli Amerikan yetkililerinin teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, ABD ve İran’la işbirliğini tercih ettim. Böylece biz kendi hedefimizi-özerkliği- ve Irak halkının hedefini-demokrasiyi- gerçekleştirmiş olacaktık ki, bu da tüm bölgenin çıkarına olacaktı.

Sizin de seçim kampanyanızda birçok kereler belirttiğiniz gibi, sizden önceki Amerikan yönetiminin dost ve müttefik uluslara karşı izlediği politika, hem bu uluslara, hem de Amerika’ya zarar verici cinstendi. Bu politika, dostlarının Amerika’ya güvenlerini yitirmelerine, bunun sonucu olarak Amerika’nın etkisinin azalmasına neden oldu; böylece Amerika’nın saygınlığını dünya ölçüsünde tehlikeye sokucu nitelikteydi.

Sayın başkan, Amerikan halkı güvenini size belirtti; çünkü onlar, sizin bu güvensizlik havasını değiştireceğinize ve Amerika’nın geleneksel insani prensiplerini gerçekleştirmek için çalışacağınıza derinden inanmaktadırlar.

Kendisini daima Amerika için güvenilir bir dost saymış olan Kürt halkı, yüklü çalışma programınıza rağmen, onların geleceği üzerinde düşünmeye zaman bulacağınız ve sorunlarının çözümü için çaba göstereceğiniz umudundadır.

Sayın başkan, Kürt sorunu, Ortadoğu’nun diğer önemli sorunlarıyla yakından ilişkilidir ve sizin ihtimamla ilgilenmenize değerdir. Ümit ediyoruz ki, bu sorun, sizin Ortadoğu’ya yönelik ve giderek önem kazanan dış politika müzakerelerinizde özel bir yer tutacaktır.

Yine derinden ümit ediyoruz ki, Irak Hükümetinin temel insan haklarına saygı göstermesi, Kürtlere karşı gayri insani politikasını değiştirmesi, Güneye sürülmüş Kürtleri yeniden kuzeydeki anayurtlarına döndürmesi ve 11 Mart 1970 Antlaşması’na tam olarak uyması hususlarında ikna edilmesi için Amerikan Hükümeti, bölgedeki dost ulusları etkinliklerini kullanmaya zorlayacaktır.

Kürt sorunu sükût etmemiştir ve Kürt devrimi yok edilmemiştir. Bunu Irak Hükümeti iyi bilir. Her türden saldırgana karşı yüzyıllar boyu direnmiş olan Kürt ulusu, öyle kolayca yok edilemez. Acı olayların üstünden daha bir yıl bile geçmeden halkımız ve partimiz yeniden örgütlenmiş ve öncesine oranla daha dar bir alanda da olsa devrim yeniden başlamıştır. Bu durum Iraklı yöneticilere çok uykusuz geceler yaşatacaktır.

Bu arada, ümit ediyoruz ki, İran’daki Kürt mültecilerinin Amerika’ya gelmelerine müsaade edilecek ve onlara makul bir maddi yardım tahsis edilecektir; daha önceleri başka ülkelerden gelen mültecilere tahsis edildiği gibi.

Sayın başkan, dilerim ki, halkımın yaralarına deva bulmak için çaba göstereceksiniz ve onların yurtlarına dönmesi ve temel insan haklarına kavuşmalarını sağlayan kahraman siz olacaksınız. Bir zamanlar onların da sizin için kahramanlık yaptıkları gibi.

Yarım asırdan fazla bir zamandır halkım bütün güvenini, umudunu bana bağladı. Şimdi ben bu umudu size devrediyorum.

İçten dilekler ve derin kişisel saygılarımla.”[1]

         İkinci Mektup (3 Mart 1977)

Molla Mustafa Barzani’nin ABD Başkanı Jimmy Carter’a yazdığı, 9 Şubat 1977 Tarihli Mektup, ABD başkanı tarafından cevaplandırılmamıştır. Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani, 3 Mart 1977’de yeni bir mektup yazarak, “ABD Başkanının sessizliğini eleştirmiş ve kendisiyle görüşme dileğini belirtmiştir”:

“Sayın başkan dolaysız ya da dolaylı sizce bir karşılık verilmemiş olan 9 Şubat tarihli mektubuma ilaveten, Birleşik Devletler’in her taraftaki insanlar için özgürlüğün destekleyicisi olma tarihsel imajını yeniden tesis etme çabalarınıza karşı olan hayranlığımı bir kez daha ifade etmek isterim.

Önceki yönetim döneminde insan haklarının Birleşik Devletler dış politikasında hiç yeri yoktu. Dışişleri Bakanlığı aslında, Kongre önüne çoğu kez diktatörleri kötüye kullanmanın savunucusu olarak çıkıyordu.

Haklarını almaya çalışan Kürtler gibi sadık ve dost insanlar, belirsiz Amerikan ulusal çıkarları nedeniyle feda edildi. Birleşik Devletler yetkililerince verilmiş gizli teminatlar reddedilmiş ve daha sonra da  ‘dış ilişkilere gizli kapaklı çalışma karıştırılmamalıdır’ gerekçesiyle haklı gösterilmiştir.

Bay başkan, Kürtler alt düzeydeki CIA memurlarıyla gizli olarak iş yapmıyordu. Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in ilişikteki mesajının da kanıtladığı gibi, bizim ilişkilerimiz en yüksek düzeyde U.S. yetkilileri ile olmuştur.

Bay başkan, Amerikan değerlerini gerçekten geliştiren, dış politikada meşru bir hedefe yöneliyorsunuz. Birleşik Devletlerin insan hakları üzerindeki pozisyonunu, Sovyet Bloğu dışındaki ülkelere hâlihazırda yapmış olduğunuz ve Irak’ın Kürtlere karşı tutumu temel insan haklarının büyük bir ihlali olduğu için, bu yayılmanın şu sıralarda Irak’ı da içine almasının uygun olduğuna inanıyorum.

Sizin ve Başkan yardımcısı Mondale’nin, Vladimir Burkovsky ile yapmış olduğu son görüşmeler, sizin baskı altındaki insanlar için duyduğunuz büyük ilgiyi ve ‘kişilerin özgürlüğü ve görüşlerini açıklamak haklarını’ geliştirmeye yardımcı olmak konusundaki samimi arzunuzu açıkça göstermiştir. Bu hiç şüphesiz tüm Sovyet muhaliflerinin moralini güçlendirdi.

6 Mart 1975 Cezayir ihanet Antlaşması’nın öncesi ve sonrası olaylarıyla maneviyatı kırılmış lrak’taki 3 milyon Kürt insanı, sizin ilgi ve dikkatinize herkesten daha çok  layıktır. Sizinle ve Başkan Yardımcısı Mondale ile yapılacak bir görüşme, onların moralini güçlendirmede büyük ölçüde katkıda bulunacak ve Kürt tarihindeki, bu en karanlık saatlerde, onların koşullarını tanımanıza da yardımcı olacaktır.

Sizinle görüşmeyi büyük umut ve memnunlukla bekliyorum.”[2]

Molla Mustafa Barzani, ABD başkanına yazdığı bu iki mektubu, Virginia’dan yazmış ve her ikisine de cevap alamamış, kendisi ile görüşülmemiştir.

          Henry Kissenger’in Molla Mustafa Barzani’ye Mektubu

Peşmergelerin silahlarını bırakmasından bir ay önce Molla Mustafa Barzani, Amerikan Dışişleri Bakanı H. Kissinger’e 22 Ocak 1975 tarihli bir mektup yazıp yardım istemiştir. Kissenger de, Molla Mustafa Barzani’ye aşağıdaki mektubu yazmıştır:

 “Sayın General,

 22 Ocak 1975 tarihli mektubunu almakla çok memnunum. Size, halkınıza ve yürüttüğünüz yiğitçe mücadeleye hayranlık duyduğumuzu bilmenizi isterim. Karşı karşıya bulunduğunuz güçlükler korkunçtur. Askeri ve politik durum hakkındaki değerlendirmenizi çok takdir ettim. Emin olmalısınız ki, mesajlarınıza verdiğimiz önem nedeniyle, Amerika Birleşik Devletleri Hükümetince üst düzeyde büyük bir dikkatle göz önüne alınıyor.

Eğer Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine durum hakkında daha fazla bilgi vermek için Washington’a bir kurye göndermek isterseniz, Onu memnuniyetle kabul edeceğiz. Şimdiye kadar yapmış olduğumuzu sürdürebilmek için gizliliğin büyük önem taşıdığı kanısındayım. Yalnız bu nedenle ve özellikle sizin kişisel güvenliğinizi düşündüğümüzden, sizinle burada şahsen görüşmeyi istemekte tereddütlüyüm.

Cevabınızı bekliyorum.

İçten dileklerimle ve derin saygılarımla.”[3]

İran ve Irak’ın aralarında yaptığı “Cezayir AnTlaşması’nın” sonucunda Molla Mustafa Barzani’ye İran üzerinden gönderilen Amerikan para ve silah yardımı kesilmiş ve Barzani kuvvetleri, Irak ordusu karşısında yalnızlığa terk edilmiştir. Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani kuvvetleri, silahları bırakarak büyük bir kesimi İran’a sığınırken Molla Mustafa Barzani de ABD’ye gitmek zorunda kalmıştır.

Kissenger’in övgülerine muhatap olan ve ABD’ye sığınmak zorunda kalan Mustafa Barzani’ye, Kissenger dâhil ABD yönetimi sahip çıkmamış ve kendisi ile ABD’de görüşmemişlerdir. Bir dönem el üstünde tuttukları Barzani, ABD’de yalnızlığa terk edilmiş ve orada ölmüştür. Molla Mustafa Barzani’nin sonu böylemi olmalıydı?  Molla Mustafa Barzani nerede hata yapmıştır? Molla Mustafa Barzani’nin başına gelenlerden alınabilecek dersler nelerdir?

Referandum Sonrasında Irak Kuvvetleri Karşısında Geri Çekilen Mesut Barzani’nin Yaptığı Açıklamalar

Mesut Barzani, 25 Eylül 2017 Referandumu sonrasında, Irak Ordusu karşısında aldığı acı mağlubiyetin sonucu, başta Kerkük olmak üzere “ihtilaflı bölgelerin” büyük bir kesimini kaybedince yaptığı açıklamalar, hem üzücü hem de ibret vericidir:

“Değerli Kürdistan halkı, kahraman Peşmergeler ve şehit aileleri.

…16 Ekim gecesi Kerkük'te meydana gelen büyük bir ihanetti. Kerkük teslim edildi ve zehirli bir hançer hem halkımız hem de peşmergenin sırtına vuruldu. Bu ihanetle referanduma 'evet' diyen 3 milyon insanın iradesi zor bir sürece sokuldu ve durum zorlaştı. Bu ihanet olmasaydı durum çok daha farklı olacaktı. Kerkük ve diğer bölgelerin korunması için daha önce çok iyi bir hazırlık yapmıştık çünkü saldırı planı masadaydı. Ancak bu ihanet hem Peşmerge hem de halkın moralini düşürdü ve istenilen savunma yapılamadı.

…Tuhaf olan şey, ABD'nin terörist ilan ettikleri kişilerin Abraham tanklarına binip Kürtlere saldırmalarına seyirci kalması.

…ABD'nin gözleri önünde onun silahlarını kullanarak Kürdistan'a saldırdılar. Bu bazı soruların sorulmasını zorunlu kıldı çünkü onun silahlarıyla bize saldırıldı ve Peşmergelerimiz şehit edildi.

Burada bir sorun var. 'Acaba ABD buna neden sessiz kaldı?”[4]

            Mesut Barzani, yaptığı bu açıklamalarla hem Kürt Yönetimi içinden hem de dışarıdan ABD/İsrail tarafından ihanete uğradığını açık bir şekilde dile getirmektedir.

Babası Molla Mustafa Barzani için yukarıda sorduğumuz soruları, Mesut Barzani için de sorabiliriz: Mesut Barzani’nin sonu böylemi olmalıydı? Mesut Barzani nerede hata yapmıştır? Mesut Barzani’nin başına gelenlerden alınabilecek dersler nelerdir?

General Aziz Weysi: “ABD Bize İhanet Etti”

Kürdistan Peşmerge Güçleri Zerevani Özel Birlikleri Komutanı General Aziz Weysi, Times'ta yayınlanan makalesinde, hem içerden hem de dışarıdan “ihanete uğradıklarını”, “Kürdistan'daki bazı siyasi ve askeri liderlerin, İran ve Irak'la anlaşma yaparak askeri güçlerini savaşmadan geri çektiklerini” ve “Batının Irak askeri güçlerinin ilerlemesi karşısında ses çıkarmadığını”, “Barzani’yi yalnız bıraktıklarını” ifade etmektedir:

“…İran Devrim Muhafızları’nın bu yeni duruma verdiği yanıt, M1 Abrams tankları da dâhil olmak üzere en son teknoloji ürünü Amerikan silahlarını kullanarak, kilit bir müttefike saldırmaktı. 'Taraf tutmayacağım' diyen Başkan Trumph’ın, silahların teröristlerin eline geçmesine izin vermesi ve onlara halkımıza soykırım yapılmasını sağlamak için özgür bir irade tanıması kesinlikle ironidir ve tarafsızlıktan uzaktı.

…Irak’ın kaybedilmemesine yatırım yapma konusunda son derece iştahlı görünen Batı, güçlerimize asla kıyaslanabilir yatırım yapmadılar. Peşmergelerimiz için aldığımız sadece 22 milyon dolarlık direkt yardım, ABD'nin "30. Birlik" olarak bilinen başarısız bir birimde birkaç Suriyeli asiyi eğitmek için harcadığı 500 milyon dolarlık meblağla kıyaslandığında çok komik kalıyor.

…Müttefiklerimiz, kendisini uzun süre önce İran’a satan ve asla Batı’nın kollarına dönmeyecek olan Irak merkezi yönetimini kazanmak için Kürdistan'ı sattılar. Hiçbir ABD doları ya da yaşamı, Irak'ı uygar dünyaya birleşik, demokratik ve istikrarlı bir müttefik yapamaz; artık bu rüyadan vazgeçmenin ve değişim için bize şans vermenin zamanıdır.

Amerika ve Batı’nın özgürlüğün yanında durmak için, bizimle birlikte durmaktan başka çareleri yok. Bu sözlerden bazıları müttefiklerimiz için acı bir ilaçtır, ancak geçmişten ders alınmadan Irak'taki bir sonraki felaket hemen köşede bizi bekliyor.”[5]

Üç Dinamiğin Etkileşimi

Genel olarak beşeri olayları incelerken, iç ve dış dinamikleri göz önüne almamız gerekmektedir. Olaylar, bu iki ana dinamiğe bağlı olarak vuku bulmakta, şekillenmekte ve gelişmektedir. Dış dinamikleri de, bölgesel ve küresel dinamikler olarak ikiye ayırabiliriz. Bölgesel ve küresel dinamikler önemli ve etkili olmakla beraber, kalıcı bir sonuç alabilmeleri iç dinamiklere bağlıdır. Strateji ve taktikler, bu üç ana dinamiği göz önüne alarak kurulur, yürütülür, bu dinamiklere bağlı olarak değiştirilir ya da revize edilirler.         

İşbirlikçi İnsan Unsurları

Bölgesel ve küresel güçler, bir ülkenin bölünmesini, parçalanmasını, dağılmasını istiyorsa ona uygun iç ortaklar, işbirlikçiler ararlar; yok eğer o ülkenin parçalanmasından öte kalkınmasını, gelişmesini engellemek istiyorlarsa, ona uygun işbirlikçiler ararlar.

Konumuz bağlamında işbirlikçileri dört ana sınıfa ayırmamız mümkündür:

1- Gönüllü işbirlikçiler, şuurlu ve hain olanlar:

2- Bölgesel ve/veya küresel güçlerle karşılıklı menfaati olduğunu sanıp, kendine aşırı güven duyup iş tutanlar.

3- İşbirlikçilik çizgisine itilenler (zoraki işbirlikçiler=gönülsüz işbirlikçiler; “Denize düşüp yılana sarılanlar”),

4- İşbirlikçi olduğunun farkında olmayan saflar,

  Böyle bir ayırımı yapmamızın sebebi, olaylarda karşılaştığımız çok farklı insan unsurunun varlığından dolayıdır. Birinci ve ikinci gruptaki insan unsuru hariç, diğerleri genellikle içinde yaşadığı şartlardan etkilenen ve fakat şuuru, dirayeti, basireti stratejik aklı zayıf olanlardır. Bunların ortaya çıkmasının sebepleri, özel olarak analiz edilmeli, kendilerini bu duruma sürükleyen etkenler ve ortam, mutlaka göz önüne alınmalıdır.

  Eğer bir ülkenin içerisinde memnuniyetsizlik üreten bir bataklık varsa, doğal olarak sivrisinekler üreyecektir. Tek tek sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak en köklü çözümdür. Hak hukuk ve adalet tanımayan sistemler, bataklıktır ve sivrisineklerin üremesine elverişli ortamlardır. Öyleyse farklı inanç sistemlerine ve farklı etnik yapıya sahip halkların haklarını, ilahi yaratılış kanuniyetine uygun bir şeklide vermek, bataklığı kurutmak için gereklidir.

  Osmanlı ve Ortadoğu’nun tarihi, bu konuda çok zengindir. Şerif Hüseyin ve Oğulları, bu bağlamda güzel bir örnektir. Osmanlı’ya karşı İngilizler’le işbirliği yaparak Ortadoğu coğrafyasının İngiliz ve Fransız hegemonyasına girmesini sağlayan gönüllü ve şuurlu işbirlikçilerdir.

Mektupların Değerlendirilmesi: Barzani’lerin Başına Gelenlerden Alınacak Dersler

Yazılan mektupları ve yapılan açıklamaları, iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından incelememiz gerekmektedir.

İç Dinamikler

Molla Mustafa Barzani’nin yazdığı mektuplarda Kürt halkının içinde bulunduğu olumsuz şartları dile getirmekte ve bu olumsuz şartların düzelmesi için mücadeleye başladıklarını ifade etmektedir. Molla Mustafa Barzani’nin “Kürtler, kendilerini zorla asimile etmek isteyen işgalcilere karşı kendi ülkelerinde asgari düzeyde eşitlik ve adalete kavuşmak için, sık sık kendilerini savunmaya zorlandılar.”[6] ifadesinde “asimilasyon”, “eşitlik ve adalet” kavramlarına vurgu yapmış olmakla, Kürt halkının içinde yaşadığı Irak sisteminin olumsuz temel özelliklerinden bir kısmının varlığına dikkat çekmiş olmaktadır. Böyle bir sistem, gayrı memnun sayısını artırır ve barışı değil savaşı getirir.

1968 yılında Irak’ta iktidara gelen BAAS yönetimi, Barzani ile “11 Mart 1970 anlaşmasını” yaparak iç savaşı sonlandırmıştır. Bu anlaşmaya göre “Irak halkının iki asli milliyetten, Araplar ve Kürtlerden oluştuğu kabul edilmiş” ve “dört yıl içerisinde Irak Cumhuriyeti çerçevesi içinde bir özerk Kürdistan oluşturulması” öngörülmüştür.

Barzani’nin ifadesine göre “BAAS rejimi Moskova yanlısı Irak Komünist Partisi ile Birleşik Cephe oluşturmak için” çağrıda bulunmuş ve fakat “Kürdistan Demokrat Partisi birleşik cepheye katılmayı reddetmiştir”. Bu ret ediş, hem Kürt halkına hem de Kürt liderlere baskı uygulanmasına sebebiyet vermiştir.

Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani, kendi tabiri ile “Amerikalı ve İranlı dostlarına dönmüş”, Iran ve ABD ile iş tutmayı Kürt halkının geleceği için daha avantajlı görmüştür. “Barzani’nin Dostları”  Ona, “ Kürt devriminin, hem Birleşik Devletlerden hem de İran’dan destek göreceği”  vaadini yapmışlardır.

BAAS yönetimi, 11 Mart 1970 anlaşmasında yer alan “dört yıl sonra Kürtlere özerklik verilecektir” maddesini, Mart 1974’de  “özerklik yasası” olarak çıkarıp ilan etmiştir. Barzani ise, (Iran ve ABD’li dostları) “dostlarının vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddetmiştir”. 

Barzani, Irak yönetiminin kendilerine verdiği özerkliği kabul etmiyor ve fakat ABD ve İran’dan özerklik istiyor:

Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi ilişkiler kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz pahasına mı olmalı? Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana karşı koyduk ve onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik nerede?

…Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki mislini istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat edilen özerkliğin verilmesini istiyoruz.”[7]

Barzani’nin Kürt halkı için yürüttüğü hak, hukuk, adalet ve özerklik mücadelesi, bir noktadan sonra ana amaçtan saparak, İran ve ABD’nin Ortadoğu stratejisinde kullanılacak bir araç olma hüviyetine bürünmüştür. BAAS yönetiminin Kürtlerin özerkliğini kabul eden bir yasa çıkarıp ilan etmesi karşısında Barzani’nin bunu reddetmesi, kendi halkına karşı yapılmış bir haksızlıktır. Kendisi de bunu dolaylı bir şekilde itiraf etmektedir:

Sayın başkan, eğer amerika’nın verdiği söze tam olarak inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu, BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın komşularına da zarar verirdi. ANCAK üst dereceli Amerikan yetkililerinin teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, abd ve iran’la işbirliğini tercih ettim.[8]

Üzücü olan, Molla Mustafa Barzani’nin, ABD ve İranlı dostlarına güvenerek ret ettiği 11 Mart 1970 antlaşmasının, İran ile Irak arasında yapılan Cezayir antlaşmasından sonra Irak yönetimi tarafından tamamıyla uygulamaya sokulması için Irak yönetimine baskı yapılmasını ABD’den talep etmiş olmasıdır:

“Irak Hükümetinin temel insan haklarına saygı göstermesi, …11 Mart 1970 Antlaşmasına tam olarak uyması hususlarında ikna edilmesi için Amerikan Hükümeti, bölgedeki dost ulusları etkinliklerini kullanmaya zorlayacaktır.”[9]

Küresel Dinamikler

1970’li yıllarda iki Küresel güç olarak SSCB ile ABD arasında veya NATO ile Varşova Paktı arasında sert bir mücadele sürmekteydi. SSCB ile ilişki kurmak isteyen ülkelerin üzerine ABD gitmekte ve darbelerle hükümetleri iktidardan düşürmekteydi.

ABD, komünizmin yayılmasını engellemek, özellikle petrol üretim ve ulaşım yollarını kontrol etmek istemekteydi. Ortadoğu, hem ABD için hem de Sovyetler için hayati öneme haizdi. Irak hem enerji üretim hem de enerji nakil bölgesiydi. O nedenle Irak’ın Sovyetlerin etki alanına girmesi, Basra Körfezi’ni ve körfez ülkelerini tehlikeye sokardı. O nedenle ABD, Irak ile özel olarak ilgilenmekte BAAS rejiminin devrilmesini ya da Sovyetlerden uzaklaşmasını, Batı bloğuna kaymasını istemekteydi. 

1972’de Irak yönetimi, “SSCB ile dostluk ve işbirliği Antlaşması” imzalamıştır. Çok önemli bir enerji bölgesinin SSCB’nin etki alanına girmesini istemeyen ABD, İran Şahı üzerinden devreye girerek Molla Mustafa Barzani ile İran Şahı Rıza Pehlevi arasında bir anlaşmanın yapılmasını sağlamıştır. ABD, Barzani’ye Iran aracılığıyla para, silah yardımı yapmayı üstlenmiştir.[10]

Irak içindeki Kürt hareketi, Irak yönetimini zayıflatma, hatta iktidardan düşürme konusunda bir imkân, hatta bir araçtı. ABD’nin bu amacına hizmet ettiği sürece Barzani hareketinin ve Barzani’nin bir anlamı vardı. ABD’de yaşadığı dönemde kendisi ile konuşulmamış ve görüşülmemiş olmasının anlamı, ABD için Barzani ömrünü doldurmuş bir aktörden başka bir şey değildi. Mektubundaki sitemde bunu görebilmekteyiz:

Haklarını almaya çalışan Kürtler gibi sadık ve dost insanlar, belirsiz Amerikan ulusal çıkarları nedeniyle feda edildi. Birleşik Devletler yetkililerince verilmiş gizli teminatlar reddedilmiş ve daha sonra da  ‘dış ilişkilere gizli kapaklı çalışma karıştırılmamalıdır’ gerekçesiyle haklı gösterilmiştir.

Bay başkan, Kürtler alt düzeydeki CIA memurlarıyla gizli olarak iş yapmıyordu. Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in ilişikteki mesajının da kanıtladığı gibi, bizim ilişkilerimiz en yüksek düzeyde U.S. yetkilileri ile olmuştur.”[11]

ABD için asıl amaç Kürtlerin özerk olması, bağımsız bir devlet kurması değildi; Onların insan haklarına kavuşması, insanca yaşaması da değildi:

…Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek bir savaşa girdik; fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk; Amerikan ve İran yardımından yoksun…

Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış değildik. Dostlarımız tarafından yıkılmıştık.

…Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve demokrasinin temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu gibi büyük bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız kalabilir mi?”[12] 

Bölgesel Dinamikler: Cezayir Antlaşması (6 Mart 1975) ve “Molla Mustafa Barzani’nin Satılması”

İran Şahı, Bölgesel güç olmak ve İran ile Irak arasında körfezde var olan sınır ihtilafının (Irak’ın körfezdeki bir kaç küçük adası) İran’ın lehine çözülmesini istemekteydi. Bu nedenle Irak yönetiminin iç ihtilaflarla uğraşması, zayıf düşmesi onun işine gelmekteydi. Onun için ABD ile birlikte Barzani’ye para ve silah yardımı yapmayı kabul etmişti. Barzani hareketinin bağımsızlık ya da özerklik kazanması, İran’ın da işine gelmemekteydi. Çünkü kendi ülkesinde de belli bir nüfusa sahip Kürt halkı yaşamaktaydı.

İran’la Irak’ın kavgası, 1975 yılına kadar sürmüştür. Bağlantısız hareketinin liderlerinden Cezayir’in devreye girmesi ile 6 Mart 1975’de “Cezayir Anlaşması” yapılarak İran’la Irak arasında ki ihtilafları çözmüşlerdir.

Cezayir Antlaşması’na göre İran, Iraktaki Molla Mustafa Barzani hareketine her türlü yardımı kesecek, Amerikan yardımlarına aracılık yapmayacak; Irak da, Şattü’l-Arab sınır meselesinde sınırın, nehrin tam ortasından geçmesini kabul ederek üç küçük adayı İran’a verecektir. Ayrıca Irak yönetimi, Sovyetlerle arasına belli bir mesafe de koyacaktır. Molla Mustafa Barzani, birinci mektubunda bu noktaya özel olarak dikkat çekmiştir:

“Cezayir Devlet Başkanı Bumedyen vasıtasıyla İran Şahıyla temas kurulmuştu. Ayrıca, Kürt sorunu sona erdiği takdirde, BAAS’ın komşularına karşı politikasını değiştirmeye ve Moskova ile olan ilişkilerini kısmaya hazırlıklı olduğu, dolaylı yollardan Amerika’ya duyuruldu.”[13]

Sonuç: Şer İttifakının Sadece Menfaatleri Vardır, Dostları ve Değerleri Yoktur

Gerek ABD ve gerekse İran Şahı Rıza Pehlevi, Irak yönetiminden elde etikleri tavizlere karşılık, Barzani ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlar” ve “Molla Mustafa Barzani’yi satmışlardır”.

Gerek Mesut Barzani ve gerekse Peşmerge Komutanı General Aziz Weysi’nin açıklamalarından Şer ittifakının(ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm), Irak’ı, İran ve Rusya safına itmemek için Mesut Barzani’yi sattıkları anlaşılmaktadır.[14]

Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail) için gerçek dost yoktur. Menfaat ortaklığı vardır. “Adam satmak” onlar için sıradan işlerdendir. Tarihi süreçte Barzani’lerin başına gelenler, Şer ittifakının ihanetinin belgelendirilmesi ve Şer İttifakının kendi menfaatinden başka hiçbir menfaat düşünmediği gerçeğinin tezahüründen ibarettir.

Şer ittifakının ne kutsalı, ne de değerleri vardır. Sadece menfaatleri vardır. Demokrasiyi ilahlaştıran Batının Türkiye’deki tüm darbeleri planlamış ve desteklemiş olması, tesadüf değildir. İnsan hakları, özgürlükleri ve demokrasi sloganları ile başlattıkları ve “Arap Baharı” adını verdikleri ikinci nesil kadife darbe zincirinde, Mısır’da bekledikleri olmayınca, Sisi darbesini demokrasi zaferi olarak kutlayan ve destekleyen, ikiyüzlü Batıdan başkası değildi.

Analiz edilmesi gereken bir nokta da, İslam coğrafyasında bir kısım insanları, Şer İttifakının kucağına iten nedenler nelerdir?

Mevcut yönetimlerin ve Müslüman halkların bunda bir katkısı var mıdır?

Müslüman coğrafyada hiçbir halk, Batı ile işbirliği yapacak duruma düşmemeli ve de düşürülmemelidir!

O nedenle, “Selahattin Eyyubi’nin torunları bu duruma düşmemeli, düşürülmemeliydi”, diyoruz.

Kendi sorunlarımızı, kendi içimizde, en adil bir şekilde çözmenin usul ve yollarını bulmalıyız, bulmak zorundayız. Türkiye, öncelikle kendi içinde bütünleşmeli sonra da bölgenin bütünleşmesini sağlamalıdır. Bunu sağlayacak strateji ve politikalar üretmeli, buna uygun da bir dil ve üslup kullanmalıdır.

Henüz Vakit Varken!


[1] Tuşalp, E, Zehir Yüklü Bulutlar, Halepçe’den Hakkâri’ye, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, 1990, s. 44-55.

[2] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[3] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[4] A.A. 29.10.2017; http://aa.com.tr/tr/dunya/-ikby-parlamentosunda-gerginlik/951023  Başkan Barzani: ABD'nin gözleri önünde, onun silahlarıyla Kürdistan'a saldırdılar Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/900eb0c2-9249-4329-ae9a-0078adde6fc8

[5] Aziz Weysi: ABD bize ihanet etti, Şiiler topraklarımızı istila etti, Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/b0ef05ff-182d-4f24-a9e8-ad854301 48a1

[6] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[7] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[8] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[9] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[10] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[11] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[12] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[13] Tuşalp, E, a.g.e., s. 44-55.

[14] A.A. 29.10.2017; http://aa.com.tr/tr/dunya/-ikby-parlamentosunda-gerginlik/951023 Başkan Barzani: ABD'nin gözleri önünde, onun silahlarıyla Kürdistan'a saldırdılar Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/900eb0c2-9249-4329-ae9a-0078adde6fc8

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...