31 Temmuz 2014 Perşembe

İsrail'in "Kudurmuş Köpek" Stratejisinin Temelleri

 (Milli Gazete)

Giriş

İsrail, Gazze ye 2008-2009 yılında Dökme Kurşun , 2012 de, Bulut Sütunu ve Temmuz 2014 de Koruyucu Hat isimli saldırıları ile uluslararası savaş hukukunda suç sayılan kitle imha silahlarını (Seyreltilmiş Uranyumlu Bomba, Fosfor Bombası, Misket Bombası ...) kullanarak tam bir soy kırım girişiminde bulunmuştur/bulunmaktadır. Buna karşılık BM, NATO, ABD, AB, İngiltere, Almanya, Fransa ve özgür olduğu söylenip duran uluslararası medya, İsrail in saldırılarını onaylamakta ve destek vermektedir. 

Türkiye, İran, Katar, Sudan gibi birkaç Müslüman ülke yönetimleri, tepki vermektedir. Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri susmakla kalmayıp İsrail i desteklemektedir. Mısır, Refah Kapısını kapatarak Gazze ye ambargo uygulamakta, İsrail in katliamlarına ortak olmaktadır. Büyük Ortadoğu denilen coğrafyada ve dünyada vuku bulan olayları, gerçek anlamda anlayabilmek, sonra da uygun alternatif çözüm ve politikalar geliştirebilmek, Siyonizm in yapısını, zihniyetini, hedeflerini, plan, proje, taktik ve stratejilerini, duygusallıktan uzak bir şekilde çok iyi bilmekle, anlamakla mümkündür. Burada, İsrail in esas aldığı kudurmuş köpek stratejisinin ana iskeleti ele alınıp incelenecektir.

Kudurmuş Köpek Stratejisi

Tarihi süreç içerisinde Siyonist önderlerin ana amacı, Yahudilerin birinci sınıf geri kalanların ikinci sınıf ve Yahudi nin kölesi olduğu bir dünyayı kurmak olmuştur. Asırlar boyu Siyonist önderler, bu amaca uygun bir stratejiyi uygulayıp gelmişlerdir. Yol boyu görünürde tezat teşkil eden ve fakat stratejik olarak kendi içerisinde tutarlı olan politikalar uygulamışlardır. Dünya hâkimiyeti için her ülkede faaliyet gösterirlerken öncelikli hedefleri, Filistin de bir İsrail devletinin kurulabilmesi ve de korunabilmesi olmuştur. 

Siyonizm in amentüsünde yer alan `Vaad edilmiş toprakları ele geçirmek için zamana yayılan ve kademeli bir geçişi esas alan bir Strateji belirlenmiştir. 1897 Basel Kongresi nde çizilen programa yol boyu hep sadık kalınmıştır. Bu programın uygulanabilmesi için öngörülen stratejinin temeli, korku, şiddet ve dehşet salma üzerine bina edilmiştir. Siyonist stratejide, Moşe Dayan ın, İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli. (1) ifadesi, ana ilke olarak benimsenmiştir. Bu Kudurmuş Köpek psikolojisini, Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman, 2009 yılı Ocak ayında, Gazze olayları için kullandığı ifadelerde de görebilmekteyiz: İsrail Hamas la mücadelesinde ABD nin İkinci Dünya Savaşı nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır. (2) Yanı Filistin halkının üzerine Atom bombası atılarak imha edilmelidir. 

İsrail eski genelkurmay başkanı Rafael Eytan ın konuşmalarında, `Kudurmuş Köpek Stratejisinin dayandığı vahşet boyutunu daha açık okumak mümkündür: Siz iyi yürekli, yumuşak huylu insanlar, şunu iyi bilin ki Adolf Hitler in gaz odaları bile birer cennet sarayıdır Topraklara yerleşmeyi tamamladığımızda, bütün Arapların yapabilecekleri tek şey, şişenin içindeki ilaç yemiş hamam böcekleri gibi panik halinde bir oraya bir buraya koşturmak olacaktır. (3) Şubat 2010 da aşırı sağcı Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve hükümetine sunduğu Politik bir duvar yaratmak başlıklı özel raporda öngörülen taktikler, kullanılan ifadeler, `kudurmuş Köpek gibi olmanın ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Rapor İsrail in düşmanlarını iki ana sınıfa ayırmaktadır:

1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, Hamas...

2. Gayrimeşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler. (4)

Raporda ikinci gruptaki düşmanların (ki tümü sivillerden oluşmaktadır) askeri ve istihbarat yöntemleri ile susturulmaları öngörülmektedir:

Barışçı insan hakları savunucularına karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı. (4) İsrail in, Gazze ye 2008-2009 yılında `Dökme Kurşun , 2012 de, Bulut Sütünü ve Temmuz 2014 de Koruyucu Hat isimli saldırıları ile uluslararası savaş hukukunda suç sayılan kitle imha silahlarını kullanmasının ve Uluslararası sularda Mavi Marmara Yardım Gemisine saldırıp vahşice sivilleri öldürmesinin sebebi, `Kudurmuş köpek gibi olmaktır.

Kudurmuş Köpek Stratejisinin Temelleri             

Siyonizm in amentüsünü esas alan `Kudurmuş Köpek Stratejisinin dayandığı esasları, genel olarak aşağıda ki gibi özetleyebiliriz: Irkçı ve dini temellere dayalı bir iç politika Devamlı korku ve tehdit altında olmaya dayalı iç politika İki Yönlü Göç Ettirme Politikası: Yahudilerin İsrail e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi, Büyük İsrail in gerçekleşmesine yönelik sürekli genişlemeyi esas alan bir dış politika, Savaşı ve devlet terörizmini esas alan bir politika Yalan ve aldatmaya dayalı bir Psikolojik Savaş Her ülkede legal ve illegal örgütlenme ve lobicilik ile yönetimler üzerinde baskı oluşturmak ve yönlendirmek Antisemitiz üzerinden yürütülen bir politika, Makyavelist Yaklaşım: Hedefe varmada her şey mubah, Kolektif cezalandırma: Sivil asker, suçlu suçsuz ayırımı yapmama, Şantaj ve menfaat ile satın alarak işbirlikçi ihdas etmek veya yok etmek, Zamana yayma, alıştırma ve unutturma politikası, Bölge Ülkelerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye dönük Kaos Politikası. 

Siyonistler, tam bir Makyavelisttirler; politikalarına, stratejilerine uygun gelen neyse o olur ve onu savunurlar. Onlar, yeri geldiğinde komünist, yeri geldiğinde kapitalist ve yeri geldiğinde faşisttirler. Bu açıdan hiçbir ahlaki ölçüleri yoktur. Bu anlayışı, ilk olarak formüle eden Siyonizm in kurucusu olan Herzl dir: Bizler, düştüğümüz zaman, ihtilalcı partinin maiyet memurları olan `ihtilalcı Proleterya oluruz; yükseldiğimiz zaman ise, kesemizin korkunç kudreti de artar. (5) Henry Ford ise Herzl in düşüncesini daha açık bir şekilde ifade eder: Yahudi, Yahudi olmayanın her şeyine düşmandır. O, içgüdülerine uyduğu zaman kraliyete karşı cumhuriyetçi; cumhuriyete karşı sosyalist ve sosyalizme karşı Bolşevik kesilir. (5) Siyonistlerin gerek Mussolini ve gerekse Hitler eliyle anti semitizmi canlı tutarak Yahudilerin Filistin e göçünü hızlandırmış olmaları, böyle bir mantığın ürünüdür. Herzl, aynı mantıkla; Antisemitler bizim en emin dostlarımız, antisemit ülkeler müttefiklerimiz haline gelecekler (6) demiştir.

Siyonizm in Böl, Parçala, Yönet veya Yok et Politikası

Siyonist yöneticiler, Nil den Fırat a kadar olan toprakların, `Vaad edilmiş Topraklar (!), ele geçirilebilmesi için bu coğrafyadaki ülkelerin kaosa çekilerek bölünmesini ve yerlerine birbirleri ile kavgalı, İsrail e muhtaç küçük devletlerin kurulmasını, stratejilerinin çok önemli bir ilkesi olarak olarak benimsemişlerdir. Siyon önderlerinin Protokollerinden (Beşinci Protokol ve Onuncu Protokol) bunun bir metot olarak benimsendiği anlaşılmaktadır: Kamuoyunun fikrini kontrol altına almak için birbirine zıt birçok fikri ortaya atarak zihinleri karma karışık etmek lazımdır. Bu ilk sırdır. İkinci sır şudur ki, halkı adetlerinde, hırslarında, yaşama tarzlarında o derece karışık ve değişen bir hale sokmalıyız ki, halk bu keşmekeş içerisinde kendisini toparlayamazsın ve netice olarak müşterek anlayış kaybolsun. Partiler arasında anlaşmazlık çıkarmakta da, bu metod bize yardımcı olacaktır Aynı zamanda, bize teslim olmaya elan karşı koyan birleşmiş kuvvetleri de parçalayacaktır. İnsanları; tefrika, düşmanlık, kan davaları, kıtlık, hastalık, darlık ile yıpratıp o hale getirmeliyiz ki; kurtuluş için bizim para kuvvetimize başvurmaktan başka çareleri kalmasın. (7) 

Siyonistler başlangıçta tedrici bir yaklaşımı öngörmüşlerdir. Bazı ülkeleri para ve ticaret yoluyla, bazı ülkeleri de silah yoluyla almayı zamanın şartlarına bırakmışlardır. Birincil öncelikli hedef Filistin di, Filistin de tutunulması gerekmekteydi. Weizmann a göre Ürdün ikinci planda bir hedef olmalıydı. Weizmann 1926 yılında Kudüs teki bir konuşmasında; Bizi Ürdün e geçirecek olan Allenby Köprüsüne giden yolu askerler değil, Yahudi emeği ve Yahudi sabanı açacaktır (8) demekteydi. Ben Gurion a göre ise zincirin en zayıf halkası, Lübnan dır ve ilk hedef o olmalıdır: (21 Mayıs 1941 de Ben Gurion Günlüğü ne göre, Arap koalisyonundaki Aşil in topuğu Lübnan dı. Bu ülkedeki Müslüman üstünlüğü sunidir ve kolayca altüst edilebilir; bu ülkede Hıristiyan bir devletin kurulması gerekir. Onun güneydeki sınırı Litani ırmağı olacaktır. (9) Lübnan ın parçalanması ve İsrail in topraklarını Lübnan da genişletebilmesinin yolu, General Moşe Dayan a göre provokasyondur: Bize topu topu bir subay bulmak kalıyor, basit bir yüzbaşı bile yeter. Onu davamıza kazanmalı, Maruni halkın kurtarıcısı olduğunu ilân etmesi için kendisini satın almalıyız. O zaman, İsrail ordusu Lübnan a girecek, işgal ettiği topraklarda İsrail in müttefiki bir Hıristiyan rejimi kuracak ve bundan sonra her şey kendiliğinden olup bitecektir. Lübnan ın güneyindeki topraklar bütünüyle İsrail e ilhak edilecektir. (9) 

İsrail in her büyük operasyonundan önce, bilinmeyen birileri tarafından İsrail e füze atılması ya da birkaç İsraillinin öldürülmesi, tesadüf olmayıp yukarıda öngörülen taktiğe uygun olarak bizzat Siyonistler tarafından uygulanan bir provokasyonun sonucudur. Kendileri açısından kutsal kabul ettikleri bir dava için kendi vatandaşlarını, kendi elleri ile öldürüp düşman kabul ettiklerinin üzerine atmaları, Siyonist mantığın ürünüdür. Bu mantık anlaşılmadan Ortadoğu da hatta dünyada olup biten birçok olayı anlamak, aydınlatmak ve tedbir almak mümkün değildir. Nil den Fırat a kadar toprakların ele geçirilebilmesi için Sudan, Lübnan, Libya, Mısır, Suriye, Irak, İran ve Türkiye nin parçalanması, buralarda birbirine düşman kukla devletlerin kurulması, Siyonizm in değişmeyen stratejik hedefidir. Siyon Önderlerinin Yedinci protokolünde İsrail e düşman komşu devletlerin çatıştırılması öngörülmektedir: Bize muhalefet eden devletlere, komşuları tarafından harp açtırabilecek durumda olmalıyız. Eğer bu komşu devletlerde bize karşı birleşirlerse, bir dünya savaşı çıkarmalıyız. (7) 

Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs te yayınlanan Kivunim (Yönelişler) dergisinde 80 li yıllar için İsrail in stratejik plânları adlı bir makalede, bu strateji özetlenmektedir. (Aydoğan Vatandaş ın Armagedon Kitabında İsrail Genel Kurmayının Belgesi olarak geçmektedir.): Merkezde yer alan gövde olması bakımından Mısır, özellikle Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki giderek sertleşen çatışmalar gözüne alınırsa, şimdilik bir kadavradır. Bu ülkenin ayrı coğrafî eyaletlere bölünmesi, bizim Batı cephesi üzerinde, 1990 lı yıllar için siyasî hedefimiz olmalıdır. Böylece Mısır bir kere parçalandıktan ve merkezî iktidardan yoksun bırakıldıktan sonra, Libya, Sudan ve diğer uzak ülkeler aynı çözülmenin içine gireceklerdir. Yukarı Mısır da bir Kıptî devletinin kurulması ve daha az öneme sahip bölgesel kimliklerin oluşturulması, barış anlaşması yüzünden şimdilik geciktirilmiş, fakat uzun vadede kaçınılmaz olan bir gelişmenin anahtarıdır. 

Dış görünüşüne rağmen, Batı cephesi Doğu cephesinden daha az problem çıkarıyor. Lübnan ın beş eyalete bölünmesi... Arap dünyasının bütününde meydana geleceklerin müjdesini veriyor. Suriye ve Irak ın etnik veya dinî kıstaslar bazında belli bölgelere ayrılması, uzun vadede, İsrail için öncelikli gaye olmalıdır. Bunun birinci safhası ise, söz konusu devletlerin askerî güçlerinin imha edilmesidir. Suriye nin etnik yapıları, kendisini parçalanmaya hazır hâle getiriyor: Suriye nin deniz sahili boyunca bir Şiî devleti, Halep te ve Şam da birer Sünnî devleti kurulabilir. Her halükârda Huran la birlikte Ürdün ün kuzeyinde -belki de bizim Golan ımız üzerinde- kendi devletini oluşturmayı ümid eden bir Dürzi kimliği de ortaya çıkabilecektir... Böyle bir devlet, uzun vadede, bölge için bir barış ve emniyet garantisi olacaktır. Bu bizim rahatça gerçekleştirebileceğimiz bir hedeftir. Petrolce zengin ve iç mücadelelerin pençesindeki Irak, İsrail in nişan çizgisindedir. Onun dağılması bizim için Suriye ninkinden daha önemlidir, zira Irak, yakın vadede İsrail için en ciddî tehlikeyi temsil etmektedir. (10) Yukarıdaki belge, Ortadoğu nun sınırlarının değiştirilmesinin bir Siyonist politika olduğunu göstermektedir. 

Eski ABD Dışişleri Bakanı Rice in `Genişletilmiş Orta Doğu Projesi nde 22 ülkenin sınırlarının değiştirilmesi zamanının geldiğinden bahsetmesi ile bu belge arasındaki uyuma dikkat edilmelidir. `Büyük Ortadoğu Projesi , 2. Sevr Projesi ve `Büyük İsrail Projesi , içi içe ve birlikte uygulanmaktadır. Bugün Irak ta Kuzeyde Kürtlerin, Ortada Sunilerin Güneyde de Şiilerin hâkim olduğu birer devletin kurulmasına çalışılmaktadır. IŞİD üzerinden yürütülen savaşta, enerji ve su havzası bakımından zengin Suriye-Irak orta bölgesinde, Sünni bir devlet(!) kurularak hem Irak hem de Suriye parçalanma noktasına getirilmiştir. Sudan fiilen ikiye bölünmüştür. `Arap Baharı diye tanımlanan süreçte, Libya, kaos stratejisi uygulanarak bölünmeye çalışılmaktadır. Eğer gelişmeler iyi okunamazsa yarın İran, öbür gün Türkiye nin sınırları yeniden çizilmek istenecektir.

Sonuç: Filistin Bir Turnusol Kağıdıdır

BM nin İsrail le ilgili aldığı 100 civarındaki kararın hiç birini İsrail uygulamamaktadır. İsrail i ciddi sıkıntıya sokacak kararlar, ABD, İngiltere tarafından veto edilmektedir. İsrail, Ortadoğu coğrafyasında nükleer, kimyasal, biyolojik silahlara sahip olan ve bu konuda sürekli çalışma içerisinde bulunan tek ülkedir. İsrail in kitle imha silahlarına sahip olması, bugüne kadar dünyanın gündemine girememiştir. Filistin meselesi, sadece bir İsrail i sorgulama olayı olmayıp aynı zamanda Batı dünyasını, uluslararası camia denen kuruluşları ve halkı Müslüman olan ülkelerin yönetimlerini de, sorgulama meselesidir. Filistin, herkesin ve her ülkenin samimiyetinin, değerlerinin, medeniyetinin ölçüldüğü bir turnusol kâğıdı ve bir mihenk taşıdır. Mevcut dünya düzeni, sorgulanmak ve yeni bir dünya düzeni kurulmak zorundadır. Yeni bir dünya, adil bir dünya kurulana kadar sadece Filistin ya da Ortadoğu halkları ya da dünyanın mazlum milletleri değil; başta müstekbirler, sömürgeciler dâhil olmak üzere tüm dünya, huzur yüzü göremeyecektir. Bu savaş müstekbirlerin dünyasına/coğrafyasına bir gün mutlaka girecektir. 

Unutmayın Adalet yoksa barış da olmayacaktır.

KAYNAKLAR

1- Aydın E., İsrail in Türk kanıyla ulaşmak istediği nedir Dünya Bülteni, 31.05.2010

2- Kıvanç T., Yeni Şafak 01.06.2010

3- Bayramoğlu E., Yahudilik ve Siyonizm tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2006, S: 62-67.

4- Talu U., Habertürk, 01.06.2010

5- Ford H., Beynelmilel Yahudi, Otağ Yayınları, İstanbul, 1974, S: 72-75

6- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996: 50-86

7- Yaman K., İhanet Planları, Belgeler, Otağ Yayınları, İstanbul, 1971

8-Taylor A.R., İsrail in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, S: S:53-65

9- Garudy R., Siyonizm dosyası, Pınar yayınları,İstanbul S: 257-258.

10- Garaudy R., Age. S: 205-208.

 

24 Temmuz 2014 Perşembe

'Kudurmuş Köpek' İsrail ve Eli Kanlı Katiller

 (Milli Gazete)

Giriş

Kurulduğu 1948 yılından beri İsrail, Filistin halkı üzerinde soykırım uygulayıp bir taraftan sınırlarını genişletirken diğer taraftan da Filistin halkını göçe zorlamaktadır. Hem öldürerek hem de göç ettirerek Filistin topraklarındaki Filistinli nüfusunu azaltmaya çalışmaktadır. İsrail, Gazze ye 2008-2009 yılında Dökme Kurşun , 2012 de, Bulut Sütunu ve Temmuz 2014 de Koruyucu Hat isimli saldırıları ile uluslararası savaş hukukunda suç sayılan kitle imha silahlarını (Seyreltilmiş Uranyumlu Bomba, Fosfor Bombası, Misket Bombası) kullanarak tam bir soykırım girişiminde bulunmuştur. İsrail, uluslararası hukuka göre yasak olan silahları, sivil halk üzerinde denemektedir. 

Buna karşılık BM den, NATO dan, İnsan Hakları Örgütlerinden, ABD den, AB den ve özgür olduğu söylenip duran uluslararası medyadan hiç ses çıkmamaktadır. BM, NATO, ABD, İngiltere, AB, Almanya, Fransa gibi sanayileşmiş Batı ülkeleri, İsrail saldırılarını onaylamakta ve destek vermektedir. Bunlar, İsrail in katliamlarına iştirak etmiş olduklarından dolayı katil unvanına hak kazanmışlardır. Bunun yanı sıra Türkiye, Iran, Katar, Sudan gibi birkaç Müslüman ülke yönetimleri, tepki vermekte ve fakat halkı Müslüman olan İslam coğrafyasındaki diğer yönetimler susmaktadır. Mısır, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap emirlikleri susmakla kalmayıp İsrail e destek vermektedirler. Bu tutumlarından dolayı Batı ile mukayese edildiğinde bunlar iki kez katildirler. Mısır Refah Kapısını kapatarak ambargo uyguladığı için üç kez katildir. Gazze de şehit olan her çocuğun mübarek kanında, bu kanlı katillerin pis elleri vardır. Bunlar, ellerinden Müslüman kanı damlayan vampirlerdir. Ve bir gün bu hesap, Allah ın izniyle mutlaka sorulacaktır. 

BM nin İsrail le ilgili aldığı 100 civarındaki kararın hiç birinin uygulanmaması ya da İsrail i ciddi sıkıntıya sokacak kararların ABD, İngiltere tarafından veto edilmesi ne anlama gelmektedir İsrail, Ortadoğu coğrafyasında nükleer, kimyasal, biyolojik silahlara sahip olan ve bu konuda sürekli çalışma içerisinde bulunan tek ülkedir. İsrail in kitle imha silahlarına sahip olması, bugüne kadar dünyanın gündemine girmemiştir. Buna karşılık İran nükleer zenginleştirme tesisleri kurdu diye Batı ayağa kalkmakta ve İran a yaptırım uygulamakta ve İsrail, İran ı tehdit edip vuracağını söylemektedir. Dünyanın zalimleri, `İsrail in kendini savunma hakkı olduğunu söyleme duygusuzluğunu ve yüzsüzlüğünü gösterebilmektedir. 

BM nin Mavi Marmara gemisi baskını ile ilgili Palmer raporunda, İsrail in Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda saldırıp 9 kişiyi öldürmesi, İsrail in güvenliği açısından nasıl meşru kabul edilebilmektedir Bunu Türkiye ya da herhangi bir İslam ülkesi yapmış olsaydı rapor nasıl olurdu Gerçekten de bunlar, uluslararası hukuka göre meşru bir savunma hakkı mı İsrail için meşru müdafaa hakkı olan başkaları için niçin olmuyor/olamıyor Batı dünyasının ve uluslararası kuruluşların İsrail i kayıtsız şartsız desteklemesinin sebebi hikmeti nedir Türkiye ye yerleştirilen Füze Kalkanı, Kürecik Üssü, bu çerçevede kimi, kime karşı koruyacaktır/korumaktadır Kürecik Üssü, İsrail in operasyonlarında kullanılıp kullanılmadığı, destek verip vermediği kim tarafından kontrol edilmektedir Türkiye tarafından kontrol edilebilmekte midir? 

Mayınlı arazinin temizlenmesi karşılığında İsrail e kiralanmasına, Güneydoğu sınırları boyunca erken uyarı sisteminin İsrail tarafından kurulmasına ilişkin ihaleler, Deniz Baykal ın başvurusu ile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmeseydi, bugün Güneydoğu da neler olabileceğini düşünebiliyor musunuz Mossad İstihbaratına güvenilmesi, İnsansız Hava Araçları İhalesi nin İsrail e verilmesi ve istenen sonuçların alınamaması, Konya da İsrail ile askeri tatbikat yapılması, askeri ihalelerin çoğunun İsrail e verilmesi, Kuzey Irak petrollerinin İsrail e satılması, Türkiye nin çok ciddi bir zaafı değil miydi/değil midir Bu bir basiretsizlik değil midir O günlerde bunlara karşı çıkanları, Yahudi düşmanlığı ile suçlamak ya da gençlik döneminin takıntıları olarak isimlendirip hor görmek, bir basiretsizlik ve ferasetsizlik değil miydi/değil midir 28 Şubat Postmodern darbesi, Sabatayist bir darbe değil midir? 

Bütün bunların sorgulanması, dost, düşman ve müttefik tanımının yeniden yapılması gerekmiyor mu?

Gerçekte olup biten nedir

Büyük Ortadoğu denilen coğrafyada ve dünyada vuku bulan olayları, gerçek anlamda anlayabilmek, sonra da uygun alternatif çözüm ve politikalar geliştirebilmek, öncelikle Siyonizm in yapısını, zihniyetini, hedeflerini, plan, proje, taktik ve stratejilerini çok iyi bilmekle mümkündür. Bunun yanı sıra Kutsal kitaplarda İsrail oğulları/Yahudiler ile ilgili anlatılanlardan İsrail oğullarının/Yahudilerin karakteristik özelliklerini, gerçekçi ve adil bir şekilde tespit etmek gerekmektedir. Bu yazı serisinin amacı, duygusal bir tepki ortaya koymak değildir. Yıllardır duygusal, günübirlik tepki verip kaybeden bir coğrafyanın mensuplarıyız. Amacımız, duygusallıktan kurtulup içinde bulunduğumuz durumu, objektif olarak ortaya koyabilmek ve kendimizi aldatmamaktır. 

Amacımız, bir başkasının satranç tahtasında piyon olarak kullanılmak yerine oyun kurmak, oyun kurucu olmaktır. O nedenle gerçekçi olmak, büyük davanın öncü ve önder kadroları için vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir ilke, düsturdur. Bu yazı serisinde öncelikle İsrail in son saldırılardaki amacını, hedefini ortaya koyacağız. Daha sonra Türkiye de büyük bir kesim tarafından ciddiye alınmayan, anlaşılamayan ya da anlaşılmak istenmeyen Siyonizm in temel varsayımlarını, (Amentüsü), mantığını, strateji ve taktiklerini ana hatları ile inceleyeceğiz. Daha sonra Siyonizm e karşı verilmesi gereken mücadelenin temel karakteristiklerini ortaya koyan bir yol haritası çizeceğiz. Türkiye de, parlamento içi siyasette, Siyonizm i bir tehlike olarak ilk kez gündeme getiren Rahmetli Erbakan Hoca olup ömrünü buna adamıştır. Ne yazık ki ne bugünkü siyasi iktidar tarafından ve ne de Türkiye tarafından gereği gibi anlaşılamamıştır. Irak Suriye hattında vuku bulan olayları inceleyen yazı serisi, Filistin meselesinden dolayı şimdilik kesintiye uğramıştır. Özür dileriz.

İsrail in Koruyucu Hat Operasyonu

İsrail, Siyonizm in temel felsefesine, mantığına ve stratejisine uygun olarak Ortadoğu da bir politika izlemektedir. Bu politikanın özünde, Makyavelist yaklaşım var olup hiçbir kural, kaide, ahit ve kutsal tanımamaktadır. Her şey mubah ve meşrudur; menfaatine ne geliyorsa onu yapmak esastır. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry nin Temmuz 2013 de başlattığı İsrail-Filistin barış görüşmelerini, gelinen nokta işine gelmediği için İsrail in çıkmaza sokması, bu yaklaşımın sonucudur. Yapılan anlaşmaya göre İsrail, Filistinli mahkûmları serbest bırakması ve yerleşim faaliyetlerini durdurması gerekmekteydi. İsrail bu iki şartı yerine getirmeyerek yapılan görüşmeleri kilitlemiştir. 

Ardından Hamas ve FKÖ birlikte Filistin de bir uzlaşı/birlik hükümeti kurulmasına karar verince, İsrail, Kerry nin başlattığı barış görüşmelerini tek yanlı olarak askıya almıştır. Bunun üzerine Kerry, gelinen süreçten İsrail in ağırlıklı olarak sorumlu olduğunu ortaya koyan açıklamalar yapmıştır. Kerry nin açıklamaları, İsrail yönetimini rahatsız etmiştir. Ancak İsrail i asıl rahatsız eden Filistin in bütünleşmesine ve Hamasi n etkisinin artmasına sebebiyet veren Uzlaşma hükümetinin kurulmasının öngörülmesidir. Bütünleşmiş bir Filistin, Filistin direnişine güç katması yanı sıra İslam coğrafyasındaki yönetimlerin önce aranızda barışın, anlaşın sonra destek isteyin tarzındaki gerekçelerini veya mazeretlerini geçersiz kılması açısından da önemli bir durumdur. 

Kerry nin suçlamalarını ve Filistin in bütünleşmesinin oluşturduğu olumsuz havayı kırmak için İsrail, Siyonizm in temel taktiklerinden olan provokasyon taktiğine baş vurmuştur. Bunlar, son operasyonun sebeplerinden görünenleridir. Ancak asıl sebep bunlar değildir. Libya dan Irak a kadar olan coğrafyada kendisine kafa tutabilecek hiçbir yönetimin olmaması, hepsinin kendi derdine düşmesi, Hamas a yardım yapacak güçte olmamaları ve başta Mısır, Suud olmak üzere birçok Arap yönetiminin Müslüman kardeşlere karşı İsrail in yanında yer almış olması ve Türkiye nin kendi iç işleri ile meşgul olmasından dolayı oluşan ortamda İsrail, Hamas ı yok etmek ve Gazze yi İsrail toprağı yapmak için şartların çok uygun olduğunu düşünmektedir. Bu hedef gerçekleştirilemez ise, Gazze nin sahip olduğu gaz yataklarını ele geçirmek ikinci derecede bir hedef olarak öngörülmektedir. Bu iki büyük hedef, İsrail in provokasyon yaparak harekete geçmesi için yeterli olmuştur. İsrail, 27 Haziran da Gazze de bir mülteci kampına saldırı düzenleyerek iki Filistinliyi öldürmüştür. 

Bu saldırının ardından Batı Şeria da 12 Haziran da kaybolan 3 Yahudi yerleşimcinin 18 gün sonra ölü bulunmasının ardından Kudüs te 16 yaşındaki Filistinli genç Muhammed Ebu Hudayr, 2 Temmuz da Yahudi yerleşimciler tarafından kaçırılmış ve diri diri yakılarak öldürülmüştür. Art arda gelen bu olaylar, ortamı gerginleştirmiş, her iki kesimi patlamaya hazır hale getirmiştir. Burada ilginç olan nokta, Hamas, Batı Şeria da kaçırılıp öldürülen 3 Yahudi gençle ilgisinin olmadığını ısrarla dile getirmiş, iddiaları ret etmiş olmasına rağmen, İsrail in Hamas ı sorumlu tutmasıdır. Tek yanlı yapılan suçlamaların devamında İsrail, toplu cezalandırmalara girişmiş ve kitlesel tutuklamalar yapmıştır.

 Bunun üzerine Gazze den İsrail e yönelik sivil ya da asker kaybına neden olmayan füze saldırıları gerçekleşmiştir. Füze saldırılarını bahane eden İsrail, 7 Temmuz günü, Koruyucu Hat adını verdiği askeri harekâtı, Hava, Kara ve Deniz kuvvetlerinin katılımı ile başlatmıştır (1). Burada dikkat edilmesi gereken nokta, İsrail in bundan önce Filistin e yaptığı tüm saldırılarda da benzer gerekçeleri kullanmış olmasıdır. Son 6 yılda Gazze ye yaptığı 3 büyük saldırıda da benzer gerekçelerle hareket etmiştir. Bu Siyonizm in Kudurmuş Köpek stratejisinin bir taktiğinden ibarettir. Bunun için geçmişe kısa bir seyahat yapmakta fayda vardır.

Sürekli Tehlike, Sürekli Korku ve Sürekli Provokasyon

Siyonist stratejide provokasyon en önemli silahtır. Vurup vuruldum diye yaygara koparmak, Siyonistlerin her zaman başvurduğu bir yoldur. Uluslararası sermaye ve medya gücünü kullanarak kamuoyunu aldatmak asıldır. Bu yöntem, hiç değişmezdir. Sabra ve Şatila katliamları münasebetiyle Le Monde ki yazısında yazar Tahar Bin Cellun (Tahar Ben Jelloun) bu taktiğin sürekli kullanıldığına dikkat çekmektedir: Hep aynı ana rastlamış olan olaylar vardır, bunların sık sık tekrar etmesi, sonunda ister istemez insana son derece önemli bir ipucu verir. 

Şu an artık Avrupa da Yahudi düşmanı bir suikastın neye hizmet ettiği ve bu cinayetten kimin yarar sağladığı çok iyi biliniyor: Böyle bir suikast, Filistinli ve Lübnanlı sivil halkın kasıtlı bir katliamı için kullanılıyor. Bu tür suikastların Beyrut u kan deryasına çevirmenin ya öncesinde, ya hemen peşinde veya aynı zamanda meydana geldikleri rahatça gözlenebilir. Bu terörist eylemler, öyle plânlanmakta ve öyle mükemmel bir şekilde icra edilmektedir ki, şimdiye kadar bunların hepsi de güdülen siyasî hedefe dolaylı veya dolaysız isabet etmiştir. Bu hedef, Filistin meselesinin biraz anlayış kazanır, hatta biraz sempati toplar gibi olduğu her seferinde dikkatleri saptırmaktır. Kurbanları, cellâtlar ve teröristler yapmak için sistemli olarak durumun tersine çevrilmesi söz konusu değil midir Filistinliler i terörist yaparken, onlar tarihten ve dolayısıyla da hak ve hukuktan kovulup atılmaktadır. 9 Ağustos taki Rosiers Sokağı katliamı, Beyrut üzerine boşalan her türlü bomba tufanından birkaç saat önce meydana gelmedi mi Beşir Gemayel in katlini, iki saat sonra, İsrail ordusunun Batı Beyrut a girişi takip etmedi mi (bu durum aynı zamanda Yaser Arafat ın Papa ile tarihî görüşmesini de dikkatlerden kaçırmadı mı) Cardinet Sokağı nda bomba konulmuş arabanın havaya uçurulması ve ertesi gün Bruxelles sinagogu önünde silâhla tarama, Sabra ve Şatila kamplarında benzeri görülmemiş katliamla aynı zamana rastlatılmadı mı (2) 

1982 de Londra da bir İsrail diplomatına karşı yapılan suikast için Siyonistler, Filistin Kurtuluş Örgütü nü suçlayarak Lübnan ı işgal edip 20 bin kişiyi öldürürler. Oysa FKÖ nün olayla hiçbir ilgisi yoktur. İngiltere başbakanı Thatcher, Avam Kamarasında bu cinayetin F.K.Ö. nün azılı düşmanı biri tarafından işlenmiş olduğunun delilini ortaya koyarak İsrailli Yöneticileri açık bir şekilde suçlamıştır: Suikastı düzenleyenlerin üzerlerinde bulunan öldürülecek kişilerin listesinde, F.K.Ö. nün Londra sorumlusunun ismi de yer alıyordu... 

Bu da İsrail in iddialarının aksine, saldırganların F.K.Ö. den destek almadıklarını ispatlamaktadır... İsrail in Lübnan a saldırısının bu suikastla bağlantılı bir misilleme hareketi olduğunu sanmıyorum: İsrailliler düşmanlıkları tazelemek için söz konusu suikastta bir bahane bulmuşlardır. (3) Achille Lauro gemisi cinayetinde de aynı taktikle Tunus vurulmuştur. Dökme Kurşun Operasyonunda Güney Lübnan ın bombalanarak tahrip edilmesi, bir İsrail askerinin kaçırılmasına dayandırılmıştır. Oysa ondan önce deniz kenarında piknik yapan 11 kişilik bir Filistinli aile, İsrail tarafından katledilmiş, Hamas ve ardından Hizbullah buna misilleme yapmışlardır. Ama ne yazık ki kamuoyunun dikkatinden bu nokta kaçırılmıştır. Siyonistler vurmuşlar ve vuruldum diye yaygara koparmışlardır. Lübnan dan binlerce insan göçe ettirilmiş, evleri yerle bir edilmiştir. Eğer Hizbullah direnişi olmasaydı Siyonistler geçmişte yaptıkları gibi o günde toprak işgalleri yapacaklardı. İki adım ileri bir adım geri politikasıyla yeni toprakları ilhak edeceklerdi. 

Siyonistlerin bu taktiklerinin, biri içeriye diğeri dışarıya dönük iki amacı vardır. İçeriye dönük olanı Yahudilerin devamlı tehdit altında olduğuna Yahudileri inandırmak; böylece uyguladıkları politikaların doğru ve geçerli olduğunu kabul ettirmek. Yahudilerin tehdit altında olması psikolojisinden yararlanarak dünya Yahudi organizasyonlarından gerekli yardımı sağlamak. Dışarıya dönük amaçta ise devamlı şiddet ve devlet terörünü kullanmayı meşru hale getirmek. Böylece Araplar üzerine dehşet saçarak onları göç ettirmek.

Sonuç: Yorumsuz; Eli Kanlı Katillere, Duyarsızlara, Nemelazımcılara İthaf: Tükürün

Ey, bu toprakta birer na ş-ı perîşân bırakıp,

Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza!

Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza!

Tükürün cebhe-i lakaydına Şark ın, tükürün!

Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün!

Tükürün milleti(Ümmeti) alçakça vuran darbelere!

Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere!

Tükürün Ehl-i Salib in o hayâsız yüzüne!

Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!

Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün:

Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün!

Hele i lanı zamanında şu mel un harbin,

«Bize efkâr-ı umûmiyyesi lâzım Garb ın;

O da Allah ı bırakmakla olur» herzesini,

Halka îman gibi telkin ile, dînin sesini

Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!...

Mehmet Akif Ersoy, 30 Ocak 1913.

Kaynaklar

1-Karabat, A., İsrail in amacı ne Al Jazeera, 18.07.2014.

2- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996: S: 217-230

3- Garaudy R., Age. S: 257-258

 

17 Temmuz 2014 Perşembe

Irak Denklemine Stratejik Açıdan Bakabilmek - 4: Dünya Hâkimiyeti İçin Kaos Meydana Getirenler

 (Milli Gazete)

Giriş

El Kaide türü yapıları tek, homojen bir yapı olarak görmekten ziyade inşa edilen/olunan bir marka olarak görmek, arka planda, gerçek samimi örgüt mensuplarından farklı istihbaratlara kadar uzanabilen, farklı alt grupların var olduğunu kabullenmek gerekmektedir. Son zamanlarda IŞİD hareketinin Suriye-Irak hattında art arda yaptığı hamlelerle, kısa zamanda Kürt bölgesi ile Şii bölgesi arasında geniş bir bölgede alan hâkimiyeti kurarak devlet ve halifelik kurduğunu ilan etmesi, Irak ordusunun çatışmadan IŞİD kuvvetlerinin önünü boşaltması, hem silahlarını hem de bankadaki 450 milyon doları almadan bölgeyi terk etmesi, Türkiye nin Musul Konsolosluğunu işgal edip konsolosluktakileri rehin alması, vahşet görüntülerinin servis edilmesi, kafalarda soruların oluşmasına sebebiyet vermektedir. O nedenle IŞİD kimdir Tek bir yapımıdır Yoksa markalaştırılmak istenen yeni bir yapı mıdır Sorularının cevapları önemli olmaktadır. 

IŞİD in yol boyu ilişki kurduğu ya da ittifak yaptığı bölgesel ya da küresel güçlerin kimler olduğunu ortaya çıkarabilmek için, bir taraftan Kaostan Düzene politikasının mahiyetini; diğer taraftan, Irak-Suriye hattında çatışan projelerin (Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Büyük İsrail Projesi (BİP), 2. Sevr Projesi, Büyük Ortadoğu nun Hıristiyanlaştırılması ( Dinler Arası Diyalog ) Projesi, NATO nun Evrenselleşmesi Ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi , Serbest Piyasa - Özelleştirme projesi , Etnik-Mezhepsel Fay Hatları oluşturma Projesi- Kaos Projesi (Vekalet Savaşları), Sıcak Denizlere İnme- Eski Müttefikleri Kazanma Projesi, Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi, İslam ın İslam la Savaştırılması Projesi, Türkiye-İran-Irak-Suriye Savaşı Projesi, Yeni Osmanlı Projesi-Bölgesel Güç Olma Projesi, Türkiye ile birlikte Büyük Ortadoğu yu Değiştirme Projesi-Türkiye nin Patronluğu (Şimdilik rafa kaldırılmıştır.), Şia Savunma Hattı Projesi, Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi, İran ı Küresel sistemi Entegrasyon Projesi, İran da Kadife Devrim Şartlarını Hazırlama Projesi, Çok Kutuplu Ortadoğu Projesi (Ayrı Dengeli Güç Odakları Oluşturma) birbiri ile etkileşimlerini göz önüne almak gerekmektedir. Burada, dünya hâkimiyeti için Kaos üzerinden Yeni Düzen kurmak isteyenler ve çıkaranlar konusu, ele alınıp incelenecektir.

Dünya Hâkimiyeti: Tek Dünya Devleti, Tek Dünya Hükümeti, Tek Dünya Güvenlik Örgütü , Tek Dünya Dini Ve Tek Merkezi Dünya Ekonomisi           

Dünya hâkimiyeti için ABD, İngiltere, Vatikan, Uluslararası Sermaye, Siyonizm ve Çin bazen birlikte bazen birbirine karşı mücadele etmektedir. Şu anda ABD de Amerikan Milliyetçileri (WASP çılar) ile Necon-Siyonist İttifakı arasında çok ciddi bir kavga vardır ve bu, dünyanın her tarafına yansımaktadır. Onun için Küresel Satranç tahtasında çok değişken bir zeminin var olduğunu göz önüne almamız gerekmektedir. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı, son derece karmaşık, karanlık ilişkiler zincirinin ortaya çıktığı, dost ve düşman tanımlamalarının anlık olarak değişebildiği/değişebileceği göz ardı edilmemelidir. 

Bir konuda dost/müttefik olanlar, bir başka konuda birbirine düşman olabilmekte/müttefik olmamaktadır. Dünya hâkimiyet mücadelesi veren güçlerin (Siyonizm, ABD, Vatikan, Küresel Sermaye, Çin) ana hedefleri, dünyanın kendi kontrollerinde, tek bir merkezden yönetilmesidir. Tek bir dünya devleti , tek bir dünya hükümeti ve tek bir dünya güvenlik örgütü , Tek bir dünya dini ve tek merkezi Dünya ekonomisi oluşturma gayretindeler (1). Böyle bir sonuca ulaşabilmek için asırlardan beri yapılan bir çalışma, yaygınlaştırılan bir örgütlenme ve geliştirilen bir stratejinin varlığı bilinmektedir. Dünyada olup biten birçok olayın arkasında, her renge bürünen böyle bir yapılanma (Siyonizm) vardır: Bu komplocular, bukalemunlar gibi; Marksist, Sosyalist, Komünist, Siyonist, Mason ve Enternasyonalist benzeri değişik isimler altında saklanırlar. Londra, Berlin, Roma ve New York gibi yerlerde yaşarlar. 

Birleşmiş Milletleri, Wall Street i ve Washington DC yi idare ederler. Silah sanayine maddi kaynak sağlarlar Üyelik nesilden nesile, İngiltere ve Avrupa nın soylu ailelerinden, uluslararası finans piyasalarını yöneten saraylardan ve Dünya Yahudiliği ile Roma Katolikliği hiyerarşisinden geçerler . (2) 27. 1. 1965 yılında Latin Kilisesi Cizvit Tarikatı Papazı Peder Pedro Arrupe, kilisenin kurultayında, bu örgütlenmenin izlediği tehlikeli stratejiye dikkat çekerek şunları söylemiştir: Bu Tanrısız cemiyet (komplo şebekesi) cemiyetin üst kademelerinde fevkalade etkili bir şekilde işlerini yürütmektedir. Bu cemiyet, elinde olan ilmi, sosyal ve ekonomik araçların hepsini kullanmaktadır. Bu cemiyet, ince dokunmuş bir strateji takip etmektedir. Bu cemiyet, uluslararası teşkilatlar, finans çevreleri üzerinde ve kitle iletişim sahasında (basın, sinema, radyo ve televizyon) neredeyse tam bir hâkimiyete sahipler. (3)

Dünya Hâkimiyeti ve Kaostan Düzene

Bu yapılanışın stratejisinin temel özelliği, Kaos Teorisine dayanmış olmasıdır. Bu teoride, her şey çatışmaya dayandırılmaktadır. İnsanların can, mal, namus güvenliği olmayacak tarzda meydana getirilecek bir çatışma ortamı, istenen kargaşayı sağlayacaktır. Komşuların, kabilelerin, aşiretlerin, etnik yapıların ve farklı inanç gruplarının birbirine düşman olduğu, çatıştığı, kimsenin önünü, çevresini, geleceğini göremediği ve iradesinin felç edilip direncinin kırıldığı ve çaresizlik içerisinde kıvrandığı bir kaos ortamı, bu şeytanı mekanizmanın ana ilkesidir. Buna `Ordo Ab Chao (`Kaostan Kaynaklanan Düzen ) adını vermektedirler: Başka bir deyişle, kaos kasıtlı olarak yaratılıyor, bu suretle düzen ve kontrol sağlanabiliyordu. Kaosun korkunç yüzüyle karşılaşan halk, bir kurtarıcıya-Parlak zırhlı Şövalye- kaosu sona erdirmesi ve yeniden düzen sağlaması için, sadece yetki vermekten çok daha fazlasını yapmaya istekli oluyordu. Devrimci Kaosun ardından İlluminatı nın planını uygulayabilmek için fırsat doğmuş oluyordu (4) 

Irak ta Maliki nin IŞİD in ilerlemesi karşısında ABD den askeri müdahale yapmasını istemesine bu açıdan bakılmalıdır. Kaos, zıtların çatışmasına dayandırılmıştır: `Tez, Anti Tez, Çatışma ve Sentez dörtgeninde meydana getirilen bir kaos, dün işçi ve işveren çatışması üzerine kurulu iken; bugün dinler, mezhepler ve etnik yapılar üzerine oturtulmuştur. Büyük Ortadoğu coğrafyasında yaygınlaştırılmaya çalışılan etnik ve mezhepsel çatışmaların kökeninde, Kaostan Düzene Geçiş yaklaşımı yatmaktadır. Kaosun müsebbibi olarak din, mezhep ve milliyetler gösterilerek bütün din, mezhep ve milliyetlerin kaldırılması istenmektedir: 

Müstebit kralımızın tanınması, anayasanın ortadan kaldırılmasından evvel de olabilir. Bu tanıma anı gelince, idarecilerinin bizim tertip ettiğimiz düzensizlik ve becerisizliklerden tamamen bıkmış olan halk gürültü ile bağıracaklar ki, `onları yok edin ve bize bütün dünya üzerinde bizi birleştirecek ve anlaşmazlık sebeplerini- hudutlar, milliyetler, dinler, devlet borçları ortadan kaldıracak, bize idarecilerimizin ve mümessillerimizin idareleri altında bulamadığımız sulh ve sükûnu verecek bir kral verin Fakat siz mükemmelen ve çok iyi bilirsiniz ki bütün milletler tarafından böyle isteklerin ifade edilmesi imkanını hâsıl etmek için; her memlekette halkın hükümetleri ile münasebetlerinde tamamen beşeriyeti tüketecek derecede çekişmeler, kin, mücadele, haset ile hatta işkence kullanarak, şiddetli açlık ile hastalık aşılayarak ve yokluk ile karışıklıklar meydana getirmek zaruridir. Şöyle ki Yahudi olmayanlar paraca ve her konuda bizim tam hâkimiyetimiz içinde sığınak bulmaktan başka kendilerine açık bir yol olmadığını görsünler. Fakat eğer biz dünya milletlerine nefes alacak bir mahal bırakırsak özlediğimiz an belki de hiç gelmeyecektir. (5) 

Kaos yaklaşımının en önemli boyutu, son derece zıt fikirlerin ve bilgilerin kamuoyuna servis edilip karar vermesine mani olmak, kafa karışıklığı meydana getirip gerçekleri görmesini, arkada kurulan tezgâhları fark etmesini engellemektir: Kamuoyunu avucumuzun içine almak gayesiyle her taraftan birbirlerine zıt fikirleri netice çıkamayacak şekilde karşı karşıya getirerek, bu karışıklık içinde Yahudi olmayanların başlarının dönmesi ve her çeşit siyası mevzularda hiçbir fikir sahibi olmamanın en iyi hal olduğu kanaatine varmaları için, yeterli bir zaman boyunca çalışarak onları şaşkın hale getirmeliyiz. Halkın siyası konuları anlamaması gerekmektedir. Çünkü o mevzular yalnız halkı idare edenler tarafından anlaşılır. İşte bu birinci sırdır. (6) 

ABD/İngiltere/Siyonizm/İsrail, küresel imparatorluk için hedef aldığı ülkeleri, alt etnik ve mezhebi gruplara bölüp yeni uluslar oluşturmayı bir strateji olarak benimsemiştir. Geçmişte İngiltere nin öncülüğünde yapılanlar, bugün ABD nin öncülüğünde yapılmak istenmektedir. Arkada Siyonizm vardır. Geçmişte Afganistan ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Richard Haass, `Karışıklık adlı kitabında yeni bir ulus inşa etmeyi , işgal edilecek bölgelerde hâkimiyet kurabilmek için şart olarak görmektedir: Güç politik değişiklik olayı ise, fazla bir zekâ gerektirmeden ve biraz da iyi şansla işe yarayabilir. Aksi halde tek başına güç kullanımı politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik için en etkili yol, değişik şekillerde karışıklık yaratmaktır. `Ulus inşa etmek bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın. (7) 

Bu politika, Irak işgaliyle birlikte uygulamaya sokulmuş, Kuzeyde Kürtler, Ortada Sünniler ve Güneyde Şiiler şeklinde süren bir propaganda ile Irak öncelikle kafalarda bolünmüş; şimdi de IŞİD operasyonu ile gerçek hayatta fiilen bölünme noktasına getirilmiştir. 2003 yılında RAND Corperation tarafından hazırlanan `Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler adlı raporda, `Türk İslamı , `Alman İslamı , `Arap İslamı , `Mısır İslamı , `Köktendinciler , `Gelenekçiler , `Modernist Müslümanlar ve `IIımlı İslam gibi kavramlaştırmalara gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında yeni ulus inşasının yanı sıra yeni dinler, yeni mezhepler inşa edilmek istendiğini göstermektedir. (8) 

Raporda öngörülen Stratejinin Temel Noktaları, Modernist bir Liderlik Anlayışı Yarat , Fundamentalistlere Karşı Saldırgan Ol , Demokratik Batı Modernizminin Değerlerini Yücelt , Eğitime ve Gençlere Odaklan başlıklarında ortaya konulmaktadır. Stratejinin başarılı olabilmesi için aşağıdaki özel aktivitelerin yapılması öngörülmektedir: 

Öncelikle modernistleri ve ılımlı laikleri destekle:

Çalışmalarını yayımlat ve dağıt. Düşüncelerini İslam eğitim müfredatına sok. Onlar için bir konu platformu oluştur. Dini konulardaki yorumlarının geniş tabakalarca bilinmesini sağla, web siteleri, yayınevleri, okulları, kurumları ve pek çok yayın aracı olan gelenekçi ve fundamentalistlere karşı onlara yardım et. Modernizmi genç nesle alternatif kültür olarak tanımla. İslam öncesi tarih ve kültür hakkında medyada yayınlar yaptır. Laik, sivil ve kültürel kurum ve programları destekle.  

Fundamentalistlere karşı gelenekçileri destekle:

Gelenekçilerin fundamentalist vahşetine karşı yaptıkları eleştirileri yayınla , fundamentalist ve gelenekçiler arasındaki anlaşmazlıkları körükle. Gelenekçiler ve fundamantalistler arasındaki olası ittifakları boz. Reformcu gelenekçiler ve modernistler arasında olabilecek işbirliğini destekle, gelenekçi kurumlarda modernist simaların sayısını artır. Gelenekçiler arasındaki farklı gruplar arasında ayırımcılık yap. Modernizme yakın olan grupları destekle. Hanefi mezhebinin dini konulardaki fikirlerini populer hale getirerek gerici Vahhabi kurallarını zayıflat. Sufizmi güçlendir. 

Fundamentalistlere karşı mücadele et:

İslam yorumu konusundaki tezatlarını ortaya çıkar. Kanun dışı grup ve aktiviteler arasındaki ilişkileri su yüzüne çıkar. Vahşet içeren olayların sonuçlarını herkese göster. Bu mesajlar için özellikle gençleri, dindar gelenekçileri, Müslüman azınlıkları ve kadınları hedef seç. Fundamentalistlerin yapmış olduğu şiddet içeren terör faaliyetlerine sempati duyulmasını engelle, bu insanları kahraman olarak değil birer korkak olarak göster. Gazetecileri bu grupların yolsuzlukları ve ahlaksızlıklarını araştırmaları konusunda cesaretlendir.  

Laikleri seçici olarak destekle:

Fundamentalizmi ortak düşman olarak göster, laiklerin ABD karşıtı güçlerle solcu ideolojiler ve milliyetçilik tabanında yapacakları işbirliğini boz. İslam da din ve devletin ayrı olabileceği fikrini aşıla ve bunun imanı zedelemeyeceğini belirt. (8)

Dünya Hâkimiyeti ve Yeni Sömürgecilik

İslam coğrafyasındaki bütün ülkelere şer ittifakı tarafından özelleştirilme yapılmasının dayatılması ve bütün özelleştirmelerde yabancı ortak şartının istenmesi, yabancıların hisse edinmeleri ile ilgili limitlerin kaldırılması noktasında baskı yapılması ve halkın yönetimdeki etkisini kıracak tarzda üst kurullar denilen dokunulamaz mekanizmalar oluşturulması(9), yeni sömürgecilik anlayışının en temel karakteristiğidir: Sömürgecilik, doğrudan askeri ve politik gücün uygulanması olarak algılanır. Aslında bağımlı ülkelerin sosyal ve ekonomik kurumlarının metropolitan merkezlerin ihtiyaçlarına göre tekrar şekillendirilmesi gereklidir. Bir kez bu yeniden şekillendirme başarıya ulaşırsa, ekonomik güçler (uluslar arası fiyatlandırma, pazarlama ve finansal sistemler), devam etmek ve aslında ana ülke ve sömürü arasındaki hâkimiyet-sömürülme ilişkisini güçlendirmek için tek başlarına yeterlidirler. Bu koşullar altında sömürgeye esas olan hiçbir şey değiştirilmeden resmi politik bağımsızlığı verilecek ve sömürgeye gerçek işgal nedeni olan konularda ciddi bir biçimde karışılmayacaktır. (7) 

Kaos Yaklaşımı, bölge insanını aciz bırakarak teslim almak ve yeni sömürgecilik anlayışını kabullenmesini sağlamak amacıyla uygulanmaktadır. Bugün, Afganistan-Pakistan hattında, Irak-Suriye-Filistin-Lübnan hattında, Yemen-Somalı-Sudan hattında ve Libya-Mali-Orta Afrika hattında yaşananlar, kaosun şuurlu bir şekilde yaygınlaştırılmaya çalışılmasından başka bir şey değildir. Tüm bölge halklarının, özellikle Müslümanların, kendi bölgelerinde olanlara, bu açıdan bakmaları, çözüm bulabilmek açısından yararlı olacaktır. Çünkü Şeytanı İttifakın bu bölgede tutunamaması için öncelikle bizim olaylara bakışımızın berraklaşması, anlık, günlük yaklaşımlardan ve çözümlerden uzak durmamız gerekmektedir.

Sonuç: Yorumsuz

Rahmetli Erbakan Hoca bütün bu konularda haklıydı ve bir kez daha haklı çıktı.

Mekânı, Cennet Olsun.

Kaynaklar

1-Texe Mars, İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002,S:175.

2- Texe Mars, Age. S: 54.

3- Gary Allen Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, 1996 İstanbul, S: 8

4- Texe Mars, Age. S:100-120.

5- Varsden, V., Siyon Liderlerinin Protokolleri, Kum Saati Yayınları, İstanbul, S: 53

6- Victor Varsden, Age, S: 36

7- Foster J.B. `Emperyal Amerika ve Savaş , Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 39-45

8- Canoğlu, y., 21. Yüzyıl Haçlı Savaşlarında yeni Bir Tuzak: Ilımlı İslam Cumhuriyeti, Umran Dergisi, Sayı:117, 2004, S:15-25

9- Canoğlu, Y., `Sürekli Bürokratik Post Modern Darbeler Dönemi , Umran Dergisi, Sayı:102, S:31-43.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Irak Denklemine Stratejik Açıdan Bakabilmek - 3: IŞİD Vakası - 2

(Milli Gazete)

Giriş

El Kaide türü yapıları tek, homojen bir yapı olarak görmekten ziyade inşa edilen bir marka olarak görmek, arka planda gerçek samimi örgüt mensuplarından farklı istihbaratlara kadar uzanabilen, farklı alt grupların var olduğunu kabullenmek gerekmektedir.

Son zamanlarda IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) hareketinin Suriye-Irak hattında art arda yaptığı hamlelerle elde ettiği başarılar, IŞİD’i tüm dünyanın gündemine yerleştirmiş, şimdilik elde ettiği başarılar tartışılmaya ve konuşulmaya başlanmıştır. Bu durum ister istemez IŞİD kimdir Fikri yapısı mücadele anlayışı, strateji ve taktikleri nelerdir sorularının gündeme gelmesine sebebiyet vermiştir.

IŞİD’i incelerken El Kaide için ifade ettiğimiz tehlike, IŞİD için geçerli olabilir. Bir yapıyı değerlendirmek, elde edilen, elde var olan, medyaya servis edilen bilgilere dayanılarak yapılmaktadır. Bu bilgilerin sıhhat derecesi önemlidir. Çok farklı malzemeden sağlam bir analiz yaparak sonuca varmaya çalışmak, sonunda hatalara sebebiyet verebilir. Bu nedenle değerlendirmelerimizde her zaman bir hata payının var olduğunu söylemeliyiz. Olayların üzerinden belli bir zaman geçmeden gerçeği olduğu gibi öğrenmek, bazen mümkün olamayabilir. Bu gerçek daima göz önüne alınmalı, yanılgılardan ve hatalardan dolayı okuyucu kardeşlerimiz bizleri bağışlamalıdır.

IŞİD’in Temel Strateji ve Taktikleri

IŞİD, bugüne kadar Irak ve Suriye’de savaşan benzer örgütler içerisinde derin bir stratejik aklın öngörebileceği yüksek bir strateji uygulamaktadır. Silahlı mücadele deneyimi yüksek olan ve çok değişik ülkelerden gelen savaşçılardan oluşan ve esnek birleşik cephe mantığıyla çalışan, bugüne kadar alan hâkimiyetinden ziyade karşı olduğu güçlere ağır zarar vermeyi öngören, vur ve kaç mantığına uygun yapılanan bir örgütün; bu yüksek stratejiyi tek başına uygulama imkânı çok zayıf bir ihtimal olmakla beraber mümkündür. Ya da bu yüksek stratejik akıl, ortak düşmana karşı ortak menfaatleri var olan devletler, istihbarat örgütleri ile birlikte ortaya konuluyor olabilir. Bu da, mümkün hem de, en mümkün durum olabilir. Dolayısıyla IŞİD’ın uyguladığı stratejinin ortaya koyucuları, bizzat örgütün tek başına kendisi olabileceği gibi ortak düşmana karşı ittifak içerisinde olduğu devletler yada istihbarat örgütleri de olabilir.

Birinci durumda örgüt kendi öz iradesiyle inşa ettiği stratejisini uygulamaya soktuğunda farklı devlet ya da istihbaratların ayağına basma ihtimali çok yüksek olabileceğinden yol boyu ödeyebileceği bedel de yüksektir ve karşısında otomatik olarak bir cephe oluşur. İkinci durumda, ittifaka girdiğinde, önündeki mayınların bir kısmı müttefiklerinin gücüne bağlı olarak otomatik olarak temizlenir.

Yer altında olan savaşçı bir örgütün bilgi alma, toplama imkânları kısıtlı iken; istihbarat örgütlerinin, bilgi toplama imkânları çok daha geniştir. Genel olarak savaşçı örgütleri ittifaka zorlayan çok temel etken, bu durumdur. Kavşaktan ayrılma meydana geldiğinde, ortak payda, ortak menfaatlerde ayrışma olduğunda, savaşçı örgütlerin ödeyeceği bedel de çok yüksek olmaktadır. Ayrıca devletlerarası oyunda, pazarlık güç, imkân ve çeşitleri çok daha fazla olduğundan istihbaratların ya da ilgili devletlerin aralarında anlaşıp yeni ittifaklar kurarak, eski müttefikini satması, çok sık karşılaşılan bir durumdur. Ya da ittifak edilen devlet içerisinde güç değişimi, savaşçı örgütün satılması sonucunu doğurabilir. Irak özelinde Molla Mustafa’nın başına gelenler; Türkiye özelinde 12 Mart muhtırasında, 12 Eylül darbesinde gerek komünist hareketlerin, gerekse ülkücü hareketin ve hatta Abdullah Öcalan’ın başına gelenler, bu açıdan ibretle okunması ve ders alınması gereken tarihi vakalardır. Molla Mustafa Barzanı’nın ABD ve Iran tarafından Irak devletine satılmasının acı hikâyesi, Engin Tuşalp’in`Zehir Yüklü Bulutlar’ adlı kitabından okunmasında fayda vardır.

Bu ön hatırlatmadan sonra IŞID’in uyguladığı stratejinin temel özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

• Birleşik cephe Hareketi

• Esnek Teşkilatlanma Modeli: Yabancı savaşçılara açık, etnik açıdan çok uluslu, katı merkezi bağlılık istemeyen bir teşkilatlanma modeli

• Katı, Disiplinli Hücre Türü Teşkilatlanma Modeli

• Stratejik alan hâkimiyeti: Enerji üretim alanları, petrol rafinerileri ve su kaynakları…

• Devlet Refleksi Gösterme: Alan hâkimiyeti kurma. Halka sosyal yardımda bulunma, vergi toplama, halkı diğer örgütlere karşı koruma. Kendi hâkimiyet bölgesinde hiçbir örgüte hayat hakkı tanımama, kendi anlayışına uygun bir hukuk uygulama

• Kudurmuş Köpek Taktiği: Dokunma yanarsın mesajı verme: Rakipleri, muhalifleri acımasız bir şekilde imha etme ve bunu Sosyal medyada yayınlama. Vahşi İnfaz şekillerini (kafa kesme gibi) irade çözme amaçlı kullanma.

• Tekfirci, Tek Tipçi Yaklaşım

• Güçlü bir Sosyal Medya Ağı ve Kullanımı

• “Silahlı Propaganda”

• Ana Düşman Yaklaşımı: Şiileri ve İşgalci güçler

• Genel Düşman: IŞİD otoritesini kabul etmeyen herkes

• Ana Dayanak Kitle: Sünni halk tabanı

• Ses Getirici IŞİD Markalı Eylemler: Bombalı saldırılar ve Bomba yüklü kamyonlarla saldırı; İntihar eylemcileri

• Makyavelist yaklaşım: Sivil mekânlara bombalı saldırılar

• Güçlü Psikolojik Harekât

• Onur Kurtarma, İntikam Alma Operasyonları: Hapishane baskınları

• Ani ve Hızlı Hareket Etme Taktiği

• Dolaylı Harp Stratejisi ve Ters Köşe Taktikler

• Düşmanlarının ve Rakiplerinin Kutsallarına saygı Göstermeme: Kiliselere, Şii ve Alevilere ait ibadethanelere, camilere, mescitlere ve türbelere saldırmak, imha etmek

Devlet Refleksi Gösterme

IŞİD’i, Irak-Suriye cephesinde savaşan örgütlerden ayıran en temel özellik, kendisini devlet olarak görmesi, alan hâkimiyeti kurarak kendinin öngördüğü bir hukuku halka zorla uygulatmasıdır. Ana strateji, bu temel stratejik hedef üzerine oturtulmuştur. Her türlü eylem buna bağlı olarak şekillenmektedir. Buna karşılık diğer yapılar, Irak ve Suriye’de ki Siyasi iktidarları yıkmaya çalışmakta, mevcut yapı yıkıldıktan sonra devlet kurulmasını öngörmektedirler (1,2). IŞİD’in dışındaki diğer örgütler, Irak-Suriye’nin her bölgesinde intihar eylemleriyle sesini duyurmaya çalışırken; IŞİD stratejik bölgelerde yoğunlaşmakta ve açık savaş taktiği uygulayarak alan hâkimiyeti kurmakta, ele geçirdiği bölgeleri devletine (!) dâhil ederek devletinin (!) sınırlarını genişletmektedir.

Bu temel stratejik yaklaşım, IŞİD’in çok farklı kesimlerle işbirliği yapmasına imkân vermektedir. Suriye’de Esed’e karşı savaşmamakta; Esed’in boşalttığı alanlarda (Palmira Çölü’nün Kuzey doğusunda kalan Rakka, Deyr ez Zor ve Haseke vilayetlerinde) Esed’e karşı savaşan/savaşmış örgütlerle savaşarak alan hâkimiyeti kurmaya çalışmaktadır. Esed de, son Irak’taki IŞİD mevzilerini bombalaması hariç, IŞİD’e karşı savaşmamaktadır (2). Esed, kendisi açısından stratejik olmayan alanları IŞİD’e bırakmakta bir sakınca görmemekte; IŞİD’in diğer örgütlerle savaşması, kendi işine gelmektedir. Bu tutum, IŞİD’in Esed’le iş tuttuğu yorumlarının yapılmasına sebebiyet vermektedir. Diğer taraftan IŞİD’in devlet kurma gibi müşahhas bir hedef ortaya koyması, değişik savaşçıların ona katılmasını sağlamakta ve gücünün artırmasına imkân vermektedir.

“Dolaylı harp stratejisi” ile ters köşe taktikler uygulamakta, beklenmeyen yerlerde, anı saldırılarla hedefi ele geçirmektedir. Bu anı ve şok edici darbeler, hem meşhurluğunu, itibarını hem de gücünü artırmaktadır. Musul’u ele geçirip Kerkük’e yönelmekte ve fakat Kerkük’e girmeyip Bağdat’a yönelmektedir. Bir taraftan Süleyman Şah Türbesi’ni yok edeceğini söyleyip saldırmamakta; fakat diğer taraftan Türkiye’nin Musul Konsolosluğunu işgal edip 49 çalışan personeli rehine almaktadır. Belki de, devlet olarak görülüp Türkiye tarafından muhatap alınmasını istemektedir; belki de, Türkiye’deki seçimleri küresel bir stratejiye uygun olarak şekillendirmek istemektedir. Hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecektir. Ancak Türkiye’ye kafa tutacak bu cesareti, nereden bulmaktadır Sorusunun cevabı aranmalıdır.

Bütün bu uygulamalar, IŞİD’in içinde ya da arkasında çok güçlü bir stratejik aklın var olduğunu göstermektedir. Bu stratejik akıl keşfedilmeden bundan sonra olabilecekleri tahmin etmek çok zor olacaktır.

Birleşik Cephe Hareketi ve Esnek Teşkilatlanma Modeli

IŞİD’in hareket seyri, uyguladığı taktiklere bakıldığında başlangıçtan itibaren çok dikkat çekmeyen, katı teşkilatlanma modelinin (Hücre türü yapılanış) yanı sıra; esnek teşkilatlanma modeline uygun bir birleşik cephe oluşturma stratejisi izlediği ve buna karşı çıkanları, farklı gerekçeler göstererek ortadan kaldırdığı gerçeğidir. Yol boyu uygulanan strateji, taktik ve politikaları göz önüne aldığımızda IŞİD hareketi, salt bir savaşçı örgüt olmanın ötesinde daha büyük hedefleri olan bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçek anlaşılmadan bugün Suriye-Irak hattında olanları anlamak, yorumlamak, değerlendirmek mümkün değildir.

Daha hareketin başlangıç aşamasında Irak İşgalinden önce Zarkavi’nin Irak’a gelerek Kuzey Irak’ta İslami ve Kürt direniş örgütü olan Ansar al-Islam ile irtibat kurarak bir cephe hareketi oluşturduğu ve geniş bir ilişki ağı kurduğu bilinmektedir (1-3). ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra Cema’at el-Tevhid vel-Cihad al-Ansar ve Irak dışından cihad için gelen yabancı insan unsurlarını bünyesine alarak ilişki ağını daha da genişletmiştir. Mayıs 2004’te Cema’at el-Tevhid vel-Cihad bir başka bir İslami grup olan Salafiah al-Mujahidiah ile birleşerek gücünü ve etki alanını daha da artırmıştır. Ocak 2006’da, hareket, Irak’ta savaşmakta olan Sünni grupları (beş Sünni direniş grubu) bir çatı altında toplamak için “Mücahidin Şûra Konseyi” adı altında birleştirici bir teşkilat kurmuştur. Örgüt, Ekim 2006’ya kadar tüm eylemlerini, Mücahidin Şûra Konseyi’ne atfen yapmıştır (1). Irak El Kaidesi, bu atılımıyla bir taraftan teşkilatın yabancı unsurlardan oluştuğuna ilişkin kanaati değiştirmek istediği diğer taraftan da dayanak bir kitle olarak Sünni tabanı seçtiği anlaşılmaktadır. Yerel Sünni tabanın desteğini kazanabilmek için atılan diğer bir adım da, Nisan 2006’da liderliğe Iraklı bir ismi, Ebu Ömer el-Bağdadi’yi getirmiş olmasıdır. Ancak Mücahit Şûra Konseyi fazla uzun ömürlü olmamıştır. Ekim 2006’da “Irak İslam Devleti” (IİD) adında bir örgüt kurulmuştur.

“Irak İslam Devleti”, 2012 yılında Suriye cephesinde el-Kaide unsurları ortaya çıkmaya başlayınca “El Nusra’yı (Nusret Cephesi)” esnek teşkilatlanma modeline uygun olarak kurmuştur. Nusret cephesi, etkin olduğu tüm bölgelerde gerçekleştirdiği sosyal yardım faaliyetleri ile hem halktan destek bulmuş ve hem de savaşçı sayısını artırmıştır. Nusret cephesinin etkinliği ve meşhurluğu artınca “Irak İslam Devleti” (IİD) liderliği, Nusret cephesi ile ilgisini ve ilişkisini, esnek teşkilatlanma modelinden katı teşkilatlanma modeline geçirmek istemiştir. Nisan 2013’te Irak el- Kaidesi lideri Bağdadi, Nusret Cephesi’nin Suriye’de mücadele eden bir kolu olduğunu, internet üzerinden duyurarak Nusret Cephesi ile Irak İslam Devleti’nin “Irak Şam İslam Devleti” (IŞİD) adı altında birleştiğini duyurmuştur. Ancak Bağdadi tarafından yapılan bu birleşme ilanı, hem Nusra lideri Colani tarafından hem de el-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri tarafından kabul edilmemiştir. Bağdadi’nin açıklamalarından birkaç gün sonra da Nusra lideri Colani, Şeyh Eymen el-Zevahiri’ye biat etmiştir. El Kaide lideri Zevahiri, IŞİD’in iptal edildiğini Irak İslam Devleti’nin faaliyet alanının Irak, Nusret Cephesi’nin faaliyet alanının ise Suriye olduğunu duyurmuştur. Bağdadi, bu kararı tanımayarak El Kaide merkez yönetimine karşı çıkmış, hem el Kaide ile hem de Nusret cephesi ile yollarını ayırmış ve isim olarak da “Irak Şam İslam Devleti” ismini kullanacaklarını kamuoyuna duyurmuştur (1-4).

IŞİD’in, El Kaide merkez yönetimine karşı çıkması ve tüm bağları koparması, IŞİD’e ayrı bir gizem katarken; aynı zamanda da, dolaylı bir şekilde, El Kaideye alternatif bir yapı olduğunu, ayrı bir güç merkezi oluşturduğunu ve El Kaide’nin mazisinden sorumlu olmadığını ilan etmiştir.

Irak İslam Devleti, Nusret cephesini kurmuş olmasına karşılık ortak bir isim kullanma durumunda, Irak ve Suriye’deki hareketleri birleştirerek ortak hareket etme noktasına gelince, yollarının ayrılmış olması ve ardından aralarında ölümüne bir savaşın başlaması, bu tür yapılanmaların en zayıf taraflarından biridir. Ayrıca bu esnek model, yabancı istihbaratların sızmasına ve bir kısım savaşçı üzerinde etkili olmasına imkân vermektedir. Hızlı yayılma ile sızma arasındaki bu ilişki, ne yazık ki pek dikkate alınmamaktadır. Hızlı yayılma ile meydana gelen şöhret şehveti, bu tür hareketlerin yumuşak karnıdır.

IŞİD’ı, Irak içerisinde meşhur kılan ve ona olan ilginin artmasına sebebiyet veren, katı Şii düşmanlığıdır. Maliki yönetiminin Şii eksenli politikalar uygulayıp Sünni bölgelere ve yönetimlere baskı uygulaması, Şiiliğe karşı çok katı mücadele veren IŞİD’i cazip hale getirmiş, birçok Sünni aşiret ve örgütle ile ittifak/işbirliği yapma imkânını ortaya çıkarmıştır (2). Medyada yer alan haberler doğruysa Ürdün’de yapılan bir toplantıya katılan birçok silahlı grup (Irak Aşiretleri Devrim Konseyi, Saddam Hüseyin’in Yardımcısı İzzet İbrahim liderliğindeki Nakşibendi ordusu, Mücahitler Ordusu, 19 20 Devrimi Tugayları, İslam Ordusu, Cihat Önderliği, el-Mansura grubu, Ensarı- Tevhit, Ensar-ı Sünne, el-Guraba, el-İhval, Ensaru’l İslam, el-Muhtar), IŞİD Lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’ye biat ederek Birleşik Cephe Hareketi içerisinde IŞİD’in önderliğinde yerlerini almışlardır. Ayrıca IŞİD’ın Irak içerisinde ilerlemesi, Bağdat’a yürümesi, Nusra üzerindeki etkisini artırmış, medyada alan haberlere göre “İki yıldır IŞİD’e karşı savaşan El Nusra, IŞİD’le birleştiğini” açıklamıştır (5-7).

ABD Irak’tan çekilmeden önce Sünni aşiretlerden oluşan ve el-Kaide’ye karşı savaşan Sünni Uyanış (Sahva) Hareketine mensup askerlerin sadakatinin devam etmesi için ABD, Maliki yönetimine bunların Irak Ordusu bünyesine alınmasını ve maaşlarının Irak tarafından ödenmesini istemiştir. Ancak, Maliki, sayısı yüz bin civarında olduğu tahmin edilen Sünni savaşçıların (Sahva) Irak ordusuna alınmasının Şii iktidarı için tehlikeli olduğunu düşünerek sadece yirmi bin kişiyi Irak ordusuna almıştır. Bu durum, Sünniler arasında hayal kırıklığına sebep olmuş ve Sahva mensubu pek çok savaşçının, “Irak İslam Devleti” safına geçmesine sebebiyet vermiştir.

IŞİD’in Kerkük’e saldırmaması, ya doğrudan ya da dolaylı bir şekilde Kuzey Irak Kürt yönetimi ile yapılmış bir ittifakın, anlaşmanın sonucu olabilir; olmayabilir de. Muhtemelen IŞİD, bu aşamada Sünni olan Barzani kuvvetleri ile savaşmayı stratejik amaçlarına uygun görmemiş, düşman cepheyi Şiilerin dışına genişletmek istememiştir.

Bağdadı’nin son olarak medyaya çıkıp Halifeliğini ilan etmesi, Psikolojik bir harekât olarak Irak-Suriye hattında savaşan örgütlere ve dışarıdan gelebilecek yabancı savaşçılara dönük bir birleşik cephe hareketını daha da genişletmek amacıyla yapılmış olabilir.

Kaynaklar

1- Gürler, R.T., Özdemir, Ö.B., El Kaide’den Post-Kaide’ye Dönüşüm: IŞİD, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları, Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, S:113-155, Mayıs 2014.

2- Irak’ta yaşanan IŞİD değil sistem sorunu, SABAH 19.06.2014

3- Takiye,H., Irak’ta üç senaryo, Al Jazeera 27.06.2014

4- Al Jazeera 28.06.2014

5- 13 örgüt saldırı öncesi IŞİD’le ittifak yaptı, YDH 19.06.2014

6- Halep’teki aşiret liderleri IŞİD saflarına geçti, İhlas Haber Ajansı 18.06.2014

7- Özer, V., Hürriyet 28.06.2014.

  

3 Temmuz 2014 Perşembe

Irak Denklemine Stratejik Açıdan Bakabilmek - 2: IŞİD Vakası - 1

 (Milli Gazete)

Giriş

11 Eylül 2001 tarihinde ABD nin 21. Asır Amerikan Yüzyılı olacak Projesi (PNAC) kapsamında Amerikan derin devleti, İkiz Kulelere saldırı düzenleyerek (Provokasyon) ve suçu, İslam coğrafyasının değişik yörelerindeki isimlerden oluştuğunu ileri sürdüğü Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide nin üzerine yıkarak Afganistan ve Irak ı fiilin işgal etmiştir. Dünyanın süper gücü, her alanda yüksek teknoloji sahibi ABD de, El Kaide mensupları, dört sivil uçağı ele geçirerek ikiz kulelere saldırmakta ve fakat ABD nin yüksek teknoloji sahibi istihbaratları bundan haberdar olmamakta/olamamaktadır(!). Ancak olaydan sonra, eylemi yapanların tüm soy ağacı, çeliği eriten yangının külleri arasından El Kaide mensuplarının kâğıttan olan kimlik kartları sağlam olarak bulunup tespit edilebilmiş ve medyaya servis edilebilmiştir(!). Bir hafta ABD başkanı Bush korkudan TV lerin karşısına çıkamamıştır(!). Bütün bunlar, dünya kamuoyuna servis edildiğinde, genelde, kamuoyu bunu sorgulamamış, verilen bilgilerin doğruluğundan hareketle Afganistan ın ABD tarafından işgalini alkışlamıştır. 

Kamuoyunun dikkat etmediği bir başka önemli nokta, Afganistan ve Irak yerle bir edildiği zaman sürecinde, ABD ve AB nin hiçbir yerinde, yüksek eylem gücüne sahip El Kaide ciddi bir eylem yapmamış, ABD ve Müttefiklerine öldürücü bir darbe vurmamıştır. 2001 İkiz kulelerin vurulmasına gitmemizin nedeni, yüksek strateji çizen ana gücü bilmeden, bulmadan vuku bulabilecek olayları anlamak, analiz etmek ve geleceğe dönük bir fotoğraf çekebilmek, bir projeksiyon ortaya koyabilmek gerçekten de zordur. Anlık duyguların tatmini, anlık sevinçler, kalıcı hüsrana ve psikolojik çöküntüye sebebiyet vermektedir. El Kaide türü yapıları tek, homojen bir yapı olarak görmekten ziyade inşa edilen bir marka olarak görmek, arka planda gerçek samimi örgüt mensuplarından farklı istihbaratlara kadar uzanabilen, farklı alt grupların var olduğunu kabullenmek gerekmektedir. 

1960-1980 Türkiye deki gençlik olaylarında komünist hareketlerin tümünün, Sovyetler/Çin/Arnavutluk tarafından idare edildiği, arkalarında bu ülkelerin olduğu, bizim dünyamızın insanları tarafından hep seslendirilmiş; asıl tehlike görülememiştir. 1980 sonrası yazılan hatıratlardan, açıklanan belgelerden bu örgütlerden bir kısmının başta CIA olmak üzere Batılı istihbaratlar tarafından yönetildiği, bir kısmının da Türkiye nin farklı derin devlet güçleri tarafından yönetildiği gerçeği ortaya çıkmıştır. Aynı şey PKK ve Hizbullah için geçerli olmuş, hangi PKK veya hangi Hizbullah kavramları hep kullanılmıştır. Son zamanlarda IŞİD (Irak Şam İslam Devleti) hareketinin Suriye-Irak hattında art arda yaptığı hamlelerle elde ettiği başarılar, IŞİD i tüm dünyanın gündemine yerleştirmiş, şimdilik elde ettiği başarılar tartışılmaya ve konuşulmaya başlanmıştır. Bu durum ister istemez IŞİD kimdir Fikri yapısı mücadele anlayışı, strateji ve taktikleri nelerdir sorularının gündeme gelmesine sebebiyet vermiştir. Bu sorgulamayı yapmak istememizin sebebi, Musul Konsolosluğunu işgal edip konsolosluktakileri rehin almakta amacın ne olduğunu ortaya koyabilmek içindir. Bu operasyon, örgütün salt kendi özgür iradesi ile yapılmış ise örgüt, Türkiye den ne istemektedir ve niçin Türkiye yi karşısına alacak bir strateji takip etmektedir sorularının cevaplarını aramamız gerekmektedir. Yok, eğer bu işgal, küresel bir ittifakın, küresel bir stratejinin uygulanması adına IŞİD e yaptırtılmış ise bu ittifakın amacı ve hedefi nedir bunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. 

Bir başka ihtimal de, Örgüt bunu kendi amaç ve stratejileri istikametinde gerçekleştirmiş ve fakat Küresel şer ittifakı, bundan yararlanmak için örgüte baskı yapmış ya da ikna etmiş olma durumudur. Diğer taraftan rehineler olayının, Türkiye deki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile ilgili olabilme ihtimalinin var olduğudur. Bu nedenle IŞİD vakası, biraz ayrıntılı bir şekilde ele alınıp incelenmelidir. IŞİD i incelerken El Kaide için ifade ettiğimiz tehlike, IŞİD için geçerli olabilir. Bir yapıyı değerlendirmek, elde edilen, elde var olan, medyaya servis edilen bilgilere dayanılarak yapılmaktadır. Bu bilgilerin sıhhat derecesi önemlidir. Çok farklı malzemeden sağlam bir analiz yaparak sonuca varmaya çalışmak, sonunda hatalara sebebiyet verebilir. Bu nedenle değerlendirmelerimizde her zaman bir hata payının var olduğunu söylemeliyiz

IŞİD in Kısa Tarihi

IŞİD hareketinin kökleri, Sovyetlerin Afganistan ı işgaliyle birlikte başlayan bir direniş gurubuna kadar uzanmaktadır. Ancak örgüt olarak ortaya çıkışı, ABD nin Afganistan işgal etmesi dönemindedir. Teşkilatın ilk kurucusu, 1966 Ürdün doğumlu Ebu Musab el-Zerkavi dir. Zerkavi, Afganistan ın Herat kampında çoğunluğu Avrupa da sürgün hayatı yaşayan Ürdün, Filistin ve Suriyeli Müslümanlardan oluşan Tevhid ve Cihad Örgütü nü (TCÖ) kurmuştur. 2001 yılında ABD nin Afganistan a saldırmasından sonra, Irak ın kuzeyine, Suriye ve Lübnan daki Filistinli mültecilerin bulunduğu bölgeye gelip yerleşmiştir. 

Bir taraftan Irak ın Sünni nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerinde faaliyet gösterirken diğer taraftan Irak ın kuzeyinde bulunan İslamcı Kürt hareketi Ensar el-İslam örgütü ile bağlantı kurmuştur (1-4). Burada dikkat çeken nokta, Sovyet işgaline karşı Afganistan da savaşan Zerkavi, ABD işgaline karşı niçin ABD ye karşı savaşmayıp Irak a geçmiştir. Bu konuda herhangi bir bilgi elimizde mevcut değildir. Zerkavi nin Irak a geçiş sebebinin, ABD nin Irak a saldıracağını önceden öngörmüş olması olarak ifade edilmektedir. Dikkat çekici olan bir diğer nokta ise ABD nin Irak a saldırması gerekçeleri arasında da, İkiz kulelerin vurulması ile bağlantılı olduğu ileri sürülen Zerkavi nin Irak ta bulunması ve etkin bir faaliyet yürütüyor olmasıdır(1). 

Bu noktada, Zerkavi ile ABD arasında bilinmeyen, gizli, özel bir ilişkinin olup olmadığı bilinmemektedir. Bilinen bir gerçek Sovyetlere, Komünizme karşı mücadelede CIA, ortak düşmana karşı İslam coğrafyasındaki birçok yapı ile ilişki kurmuş, ortak mücadele vermiştir. Taraflar, ortak düşman paydasından dolayı bu işbirliğini mahsurlu görmemişlerdir. ABD işgalinden önce başlayıp 2004 yılına kadar Tevhid ve Cihad Örgütü adı altında Zerkavi, mücadelesini yürütmüştür. Zerkavi nin yıldızı, ABD askeri güçleri ile Nisan 2004 te yapılan savaştan ( Birinci Felluce Savaşı ) sonra parlamıştır. Mayıs ayında ABD ordusunun tek taraflı ateşkes ilan edip Felluce den çekilmesi, Zevahiri yi liderliğe taşımış ve Felluce İslami Halifeliği nin emiri olarak biat almaya başlamıştır. 

Zerkavi ve onun hareketi, bu tarihten sonra Irak direniş hareketinde önemli bir aktör olarak ortaya çıkmış, bazen yükselmiş bazen de gerilemiştir. Belli bir güce ulaştığını düşünen Zerkavi, muhtemelen El Kaide isminden ve gücünden yararlanmak amacıyla Irak içerisinde tek temsilcisi olma hakkını elde etmek için 17 Ekim 2004 te internet üzerinden Usame bin Ladin e biat ettiğini ve teşkilatın adını, İki Nehir Topraklarındaki el-Kaide (Irak El Kaidesi) olarak değiştirdiğini ilan etmiştir(1). Bunun üzerine Usame bin Ladin, muhtemelen, Zerkavi nin meşhurluğundan yararlanarak Irak ta etkili bir el-Kaide grubunun var olmasını faydalı bulmuş olmalı ki, 27 Aralık 2004 te Iraklı mücahitlere Zerkavi ye biat ederek onun örgütü bünyesine girmelerini tavsiye etmiştir. Bu yakınlaşma ve işbirliğinin hangi stratejik amaçları olduğu henüz medyaya yansımış değildir. Zerkavi nin El Kaide adını kullanmak istemesi, bir güç arayışımı yoksa Irak hattındaki direnişi terörle gölgelemek ve ABD nin daha fazla müdahalesine imkân sağlamak amaçlımı olduğu bilinmemektedir. Bunun ortaya konması, birçok konunun aydınlatılmasını sağlayabilir.

Zerkavi, 7 Haziran 2006 da ABD'nin hava saldırısı sonucunda öldürülünce

12 Haziran da örgütün liderliğine Ebu Hamza el-Muhacir takma isimli Ebu Eyyub el-Mısri getirilmiştir. 1968 Mısır doğumlu olan el-Mısri, el-Kaide nin o dönemde ikinci adamı olan Eymen el-Zevahiri ile 1982 de Mısır da Zevahiri nin kurmuş olduğu İslami Cihad örgütünde birlikte çalışmışlardır (1,4). Ekim 2006 da Irak İslam Devleti (IİD) ilan edilmiş, IİD in liderliğine Ebu Ömer el-Bağdadi getirilmiş ve 2007 yılında 10 kişilik bakanlar kabinesi kurulmuştur. Bu tarihten itibaren örgüt, hâkimiyet kurduğu alanlarda devlet gibi davranmaya başlamıştır. Ancak bu tarihten itibaren de İşgal Güçleri, IİD e muhalif Sünni aşiretlerin ve yerel unsurların desteğini sağlayarak operasyonları yoğunlaştırarak Irak İslam Devleti örgütünün gücünü kırmıştır. 18 Nisan 2010 da Irak güvenlik güçleri ve ABD nin ortak operasyonu sonucunda el-Mısri ve el-Bağdadi, Selahaddin vilayetinde öldürülmüştür. Örgütün liderliğine Ebu Bekir el-Bağdadi getirilmiştir. 

2011 yılı Aralık ayında ABD askerlerinin Irak tan tamamen çekilmesi, Maliki nin Sünniler üzerindeki baskısını iyice artırması sonucu, bazı Sünnilerin el-Kaideye tekrar yakınlaşması ve Suriye de yaşanan olayların iç savaşa doğru yol alması nedeniyle oluşan güç boşluğundan faydalanan IİD gücünü artırarak eylemlerini yoğunlaştırmıştır. Elde ettiği avantajı kullanarak birleşik cephe taktiği uygulamaya başlamıştır. Örgütün lideri Ebu Bekir el-Bağdadi, Nisan 2013 te Suriye el-Kaidesi olan Nusra Cephesi ile birleşerek örgütün adının Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) olarak değiştirerek duyurmuş, ilgi ve etkinlik alanını Irak-Suriye olarak belirleyerek stratejisinde ciddi bir değişiklik yapmıştır (1-4). Örgütün bu hamlesi, hem Irak el-Kaide merkezi lideri Eymen el-Zevahiri, hem de El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad al-Jawlani tarafından Haziran 2013 te yaptıkları açıklamalarla kabul edilmemiştir. El Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammad al-Jawlani, birleşme ile ilgili her hangi bir görüşme yapmadıklarını, istişare etmediklerini, bu nedenle de tek yanlı alınmış bu kararı tanımadıklarını duyurmuştur. 

Aymen el Zevahiri, iki örgütün birleşmenin karşısında olduğunu belirtmiştir. Bu durum karşısında Ebu Bekr el-Bağdadi, Zevahiri nin emrine karşı çıkarak birleşmenin gerçekleşeceğini ilan etmiştir. Burada dikkat çeken nokta, Irak İslam Devleti hareketinin, Suriye de savaşan ve El Kaide tarafından kurulan Nusra Cephesi yönetimi ile ve kendilerinin bağlı olduğu Merkezi El Kaide yönetimi ile görüşmeden, istişare etmeden tek yanlı olarak bir birleşme kararı almış olmasıdır. Savaşçı grupların psikolojisinin bu tür emrivakilere karşı olduğu ve uluslararası düzlemde bilinirliği olan El Kaidenin bunu bir disiplin suçu sayacağı bilinmiş olmasına rağmen böyle bir kararın alınmış olması en dikkat çekici noktadır. Böyle bir kararı almanın stratejik nedeni anlaşılamadan, IŞİD olayının geldiği noktayı anlamak mümkün değildir. Bugün IŞİD olarak anılan hareket, başlangıçta Tevhid ve Cihad Örgütü , Ekim 2004 te Irak el Kaide si , Ocak 2006 da Mücahidin Şûra Konseyi , Ekim 2006 da Irak İslam Devleti , Nisan 2013 te Irak ve Şam İslam Devleti adını almış bir harekettir. İsim değişikliklerinin, hareketin gelişim seyrine ve çizilen stratejiye bağlı olarak değiştirildiği anlaşılmaktadır.

IŞİD in Temel Strateji ve Taktikleri: Birleşik Cephe ve Alan Hâkimiyeti

IŞİD in uyguladığı politikalar, gerçekleştirdiği eylemler, onun fikri yapısıyla bağlantılıdır. O nedenle IŞİD in fikri yapısını bilmek, uyguladığı politikaların, taktiklerin nedenlerini ortaya çıkarmak açısından yararlıdır. IŞİD, İslam ın Selefiyye kolunu benimsemiştir. Bu akımın mücadele anlayışı, sürekli cihat ve kâfirlerle uzlaşmamama üzerine kurulmuştur. Dünya İslam birliğini savunurken, Şiileri İslam dışı görmektedir. Bu nedenle Şii düşmanlığı, en temel unsurdur. Bu açıdan ortaya çıktığı andan itibaren, Sünniliği referans alarak Sünni bir taban ve savaşçı grup elde etmeye çalışmış, Şiilerle her türlü uzlaşmayı ret etmiş ve en büyük düşmanı olarak, İşgalci güçlerden sonra Şiileri kabul etmiştir. İşgal güçleri ile Şiileri düşmanlıkta eşit olarak görmekte ve Sünni çevrelerde Şii düşmanlığını sürekli körüklemişlerdir. Bunu yol boyu kurduğu ittifaklarda görebilmekteyiz. Bu politika ile çevre ve eleman kazanmayı temel bir ilke olarak benimsemişlerdir. 

Bu nokta, El Kaide nin merkez Kadroları ile Irak El Kaidesi/Irak İslam Devleti/IŞİD arasında önemli bir ihtilaf konusu olmuştur. Merkezden yapılan uyarıları hiç dikkate almamışlardır. El Kaide merkezinden kopmalarında bu önemli bir etken olabilir. Teşkilatın hareket seyri, uyguladığı taktiklere bakıldığında başlangıçtan itibaren çok dikkat çekmeyen, bir birleşik cephe oluşturma stratejisi izlediği ve buna karşı çıkanları, farklı gerekçeler göstererek ortadan kaldırdığı gerçeğidir. Kurulurken mi böyle bir stratejiyi benimsediği yoksa yol boyu içine dâhil olan insan unsurları tarafından mı belirlendiğini bilememekteyiz. Ancak yol boyu uygulanan strateji, taktik ve politikaları göz önüne aldığımızda IŞİD hareketi, salt bir terör örgütü olmanın ötesinde daha büyük hedefleri olan bir hareket olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu gerçek anlaşılmadan bugün Suriye-Irak hattında olanları anlamak yorumlamak değerlendirmek mümkün değildir. 

Daha hareketin başlangıç aşamasında Irak İşgalinden önce Zarkavi nin Irak a gelerek Kuzey Irak ta İslami ve Kürt direniş örgütü olan Ansar al-Islam ile irtibat kurarak bir cephe hareketi oluşturduğu ve geniş bir ilişki ağı kurduğu bilinmektedir. ABD nin Irak ı işgalinden sonra Cema at el-Tevhid vel-Cihad al-Ansar ve Irak dışından cihad için gelen yabancı insan unsurlarını bünyesine alarak ilişki ağını daha da genişletmiştir. Mayıs 2004 te Cema at el-Tevhid vel-Cihad bir başka bir İslam i grup olan Salafiah al-Mujahidiah ile birleşerek gücünü ve etki alanını daha da artırmıştır. Ocak 2006 da, hareket, Irak ta savaşmakta olan Sünni grupları (beş Sünni direniş grubu) bir çatı altında toplamak için Mücahidin Şura Konseyi adı altında birleştirici bir teşkilat kurmuştur. 

Örgüt, Ekim 2006 ya kadar tüm eylemlerini, Mücahidin Şura Konseyi ne atfen yapmıştır. Irak El Kaidesi, bu atılımıyla bir taraftan teşkilatın yabancı unsurlardan oluştuğuna ilişkin kanaati değiştirmek istediği diğer taraftan da dayanak bir kitle olarak Sünni tabanı seçtiği anlaşılmaktadır. Yerel Sünni tabanın desteğini kazanabilmek için atılan diğer bir adım da Nisan 2006 da liderliğe Iraklı bir ismi, Ebu Ömer el-Bağdadi yi getirmiş olmasıdır. Ancak Mücahit Şura Konseyi fazla uzun ömürlü olmamış ve onun yerine Ekim 2006 da Irak İslam Devleti (IİD) adında bir örgüt kurulmuştur. Yeni oluşumun liderliğinin Ebu Ömer el-Bağdadi tarafından yapılmış olması, hareketin yerel Sünni tabana verdiği önemden dolayıdır.

Kaynaklar

1-Gürler, R.T., Özdemir, Ö.B., El Kaide den Post-Kaide ye Dönüşüm: IŞİD, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları, Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, S:113-155, Mayıs 2014.

2- Irak İslam Devleti ile Nusra Cephesi birleşiyor , Yakın Doğu Haber, 09.04.2013.

3- Çubukçu,M., Irak ta Direniş: Düşman Bu Kez El-Kaide , Birikim, 20.12.2013

4-Gün, S., IŞİD Raporu, IŞİD meselesi ve güney hudutlarımızın güvenliği, 16 Haziran 2014

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...