(Umran Dergisi)
“Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilemezsiniz.”(Bakara 216)
ABD-İngiltere-İsrail Şeytanî ittifakının 11 Eylül
sonrasında dünyayı işgal etme planları, yeni bir Roma İmparatorluğu oluşturma
hayalleri, İslâm dünyasında girişilen saldırı ve işgallerle yeni bir boyut
kazanmıştır. Önce Afganistan, sonra Irak’ın işgali, şimdi de İran ve Suriye’ye
karşı girişilen hareketler, yapılan baskılar ve Ortadoğu için bahsedilen yol
haritası İslâm ümmetinin sahip olduğu coğrafyanın ne tür bir tehlike ile karşı
karşıya kaldığını göstermektedir. İslâm dünyasının askerî ve teknolojik
bakımdan zayıf olması, Şeytanî ittifakın iştihâsını kabartmış ve hiçbir
hukûkîlik aramadan, insanlık tarihinin bugüne kadar oluşturduğu kurumları ve
kazanımları hiçe sayarak yeni işgaller zincirini başlatmışlardır. Afganistan ve
Irak, bu işgaller zincirinin sadece ilk halkalarını oluşturmaktadır. Niyetleri
yeni bir haçlı sendromu oluşturup
kendi gizli niyetlerine, başta tüm Hıristiyan âlemi olmak üzere tüm dünyayı
alet etmektir.
Uluslararası sermayenin oluşturduğu Siyonist ilkelere dayalı gizli dünya devletinin nihai hedefi, dünyanın değişik coğrafyalarında hissedildiğinden Şeytan ittifakı ümit ettiği desteği bulamamıştır. Ayrıca işgallerde de beklediği başarıyı elde edememiş ve çok güçlü bir direnişle karşı karşıya kalmıştır. Üstelik de kendi işbirlikçilerini tasfiye ederek ve Müslüman bir halkı uyandırarak ve sömürüye karşı verilen mücadelenin bayrağının Müslüman öncülerin eline geçmesini, istemese de sağlayarak, İslâm’a ve Müslümanlara çok büyük bir hizmet etmiştir. Şeytanî ittifaka karşı başlatılan bu direniş hareketi, çok zorluklarla, engellerle ve tuzaklarla karşı karşıya kalacaktır. Bu yazıda bu tuzaklarda birine dikkat çekmek istemekteyiz.
Müslümanların Öncülüğü
Son 200 yıllık tarihi süreçte, bazı istisnaları devre
dışı tutarsak, sömürü ve işgallere karşı ilk defa Müslümanlar, tüm İslâm
dünyasını kapsayacak tarzda baş kaldırıp
direniyorlar. Ve ilk defa direnişin öncülüğü yapıyorlar. Böylelikle daha önce
Marksizm ve kapitalizme kaptırdığı evlatlarını, özgürlük ve bağımsızlık meşalesinin altında yeniden kazanmaya başlıyorlar. Müslümanların
öncülüğünde başlatılan bu direniş hareketi, İslâm dünyasının çehresini değiştirecektir.
Girilen bu süreç, çok önemli bir dönüm noktasıdır. Müslüman’ın gerçek kimliğini
ortaya koyabileceği, Allah’ın kendilerine yüklediği müstaz’afları kurtarma
görevini ifa edebilecekleri bir psikolojik ortam meydana gelmiştir. Kur’ân’ın
öngördüğü insan ve toplumu tekrar inşa
edebilmek için gerekli olan ortam, Şeytanî ittifak tarafından farkına varılmadan hazırlanmış, Müslüman
dünya zorla ve baskı ile uyandırılmıştır.
Görünürde Afganistan ve Irak’ı işgal etmişlerdir; fakat güçlü bir direnişle karşılaşmışlardır. Kurtarıcı olarak karşılanmayı beklerken işgalci muamelesi görmüşlerdir. Daha da önemli olan, İslâm coğrafyasındaki işbirlikçilerin bizzat efendileri tarafından tasfiye edilmiş olmalarıdır. Müslümanların önündeki en ciddi engel, örgütlü, zalim ve diktatör olan böyle bir işbirlikçi cephenin çökmüş olmasıdır. Bugüne kadar sömürgecilerin direktif ve talimatları ile halklarına zulmeden, halklarını param parça yapan ve halklarını saptıran böyle bir cephenin çökmüş olması, çok önemli bir gelişmedir.
Yeni İşbirlikçiler
Ancak bu sorunun çözüldüğü, her şeyin daha kolay
olacağı anlamına gelmez, gelmemelidir. Unutulmaması gerekir ki Şeytanî ittifak,
İslâm dünyasına karşı topyekün bir savaş başlatmıştır. Bütün mücadele
şekillerini bir arada kullanacaktır. ABD’ nin kalkınamamış ülkelerde giriştiği
sömürgecilik hareketinde yürüttüğü özel savaş, kirli bir savaştı ve insan havsalasının alamayacağı kadar da
pisti. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde yürüttüğü bu kirli savaşı, şimdi de
İslâm coğrafyasında başlatmıştır. Bu kirli savaşta hiçbir ilke yoktur ve her
şey mubahtır. Şeytanî ittifakın bu çirkin yüzü ile İslâm dünyası yeni
tanışmaktadır. O nedenle 11 Eylül sonrasında başlatılmak istenen süreç, iyi
okunmalıdır. Ona göre de konum belirlenmelidir.
Şeytanî ittifak, giriştiği işgal hareketinde direnişle karşılaştıkça ve zayiat verdikçe kirli savaşın her şeklini ve vasıtasını deneyecektir. Onun için öncelikle yeni işbirlikçiler arayacak ve İslâm düşünce sisteminde sapma hareketleri oluşturup kuvvetlendirmek isteyecektir. İslâm dünyası için asıl tehlike, giriştiği veya girişeceği katliamlar değildir; asıl tehlike, yeni işbirlikçiler bulabilmesi ve saptırma hareketlerini teşvik, tahrik ve organize edebilmesidir.
İslâm, Şeytanî Değerlerin Küreselleşmesine Karşı Çıkmaktadır
İslâm doğası gereği yeni bir hayat tarzını, yeni bir
insan ve yeni bir toplum tipini insanlığa önermekte ve insanlar arası ilişkiyi
yeniden tanzim etmektedir. Şeytani ittifak ‘bunlar
bizim yaşam tarzımıza karşılar’ derken, İslâm’ın bu devrimci özüne dikkat
çekmek istemiştir. Tüm hayatın yeni normlara, yeni değerlere uygun olarak
yeniden tanzimi, ABD’nin Globalleşme
adı altında insanlığa sunmağa çalıştığı nizama topyekün karşı çıkış anlamına
gelmektedir. Dünyanın her yerinde ve her
kesiminde İslâm’ın yaygınlaşması, ABD
rüyasının sonuna işaret etmektedir. Batı toplumlarının birer bunalım toplumu haline dönüşmesi,
İslâm’ın daha da hızlı yayılmasını sağlamaktadır ve de sağlayacaktır. Şeytanî
ittifakın asıl korkusu da budur. Girişilen saldırıların arkasındaki petrol, su,
yer altı zenginlikleri ve ulaşım yollarının ele geçirilmesi ikinci derece
sebepler olarak görülmelidir. Öncelikli sebep, İslâm’ın sunduğu bu yeni hayat tarzı ve anlayışıdır. O
nedenle bugün iki farklı değer sistemi karşı karşıya gelmiştir.
Değerler mücadelesindeki karşılaşma ve hesaplaşma, tarih boyu bir
kanuniyet olarak hep var olmuştur, bundan sonra da var
olacaktır. Müslüman dünya, bu gerçeği kabullendiği ve buna göre konum aldığı
sürece bir sorun olmayacak ve nihai zaferi mutlaka kazanacaktır. Bu noktanın çok
iyi anlaşılması gerekir. O nedenle mevcut hayat tarzını ve tasavvurunu
değiştirmek isteyen tüm peygamberlerin ve onların yolundan giden Hak ve hidayet
yolunun yolcularının, adalet savaşçılarının,
karşı karşıya kaldığı tepkileri kısaca gözden geçirmekte ve hatırlamakta
fayda vardır.
Hidayet yolunun yolcuları, İslâm davetçileri, mevcut
sisteme, hayat tarzına ve tasavvuruna karşı çıkıp Hakk’ı anlatmaya
başladıklarında, başlangıç itibariyle önemsenmemişlerdir. Kendileri “yalancı”, “deli”, “şair”, “büyücü”,
“büyülenmiş”, “aklı yetersiz”, “şaşırmış”, “çarpılmış”, “bozguncu”, “uğursuz”,
“makam peşinde” gibi ifadelerle alaya alınmışlardır.1 Mücadelenin
gelişmesi, İslâmî davetin yayılması
durumunda, “geleneksel hikaye”, “hurafe”,
“eskilerin uydurma masalları”, “Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi”
şeklindeki eleştiri ve hakaretlerini bizzat İslâmî düşünceye yöneltmişlerdir.2
Mücadelenin gelişmesi ile halkın İslâm’a daha da ilgi göstermesi durumunda,
yandaşlarını ilahlarına sahip çıkmaya çağırarak
toplum içinde büyük bir ajitasyon faaliyetine girişmişlerdir. Mallarını,
imkanlarını seferber edip, davetçinin konuşmasını, dinlenmesini
engellemişlerdir.3 Bu şekilde yükselişini durduramadıkları harekete karşı, ‘tehdit’,
‘işkence’, ‘ekonomik ambargo’, ‘hapis’, ‘sürgün’, ‘öldürme’ ve ‘imha etme’ gibi
girişimlerde bulunmuşlardır.4
Bütün bunlar, bazen kademeli olarak bazen da içiçe kullanılmıştır. Bunların arasındaki ilişki girift olup topyekün mücadele esasına göre şekillenmektedir. O nedenle de bir sıralama yapmak mümkün değildir. Bunlar zamana, zemine, çatışan kuvvetlerin yapısına ve dünyadaki güç dengelerine bağlı olarak değişiklik göstermiştir.
Uzlaşma Oyunu
Bütün bu saldırılardan sonuç alamadıklarında ya da bu
saldırılara paralel olarak, son derece sinsi ve şeytani bir oyunun senaryosu
yazılıp sahneye konmuştur: İslâm’ın düşünce yapısını bozacak, Müslüman’ın
kafasını ve zihniyetini karmakarışık edip gerçeklerden sapmasını sağlayacak uzlaşma çağrısı(Uzlaşma Oyunu).
Uzlaşma çağrısı; karşılıklı birbirinin hukukuna saygı
göstermek amaçlı -teknik anlamda ittifak yaparak- birlikte yaşama çağrısı
değildir. İslâmî düşünce ve tasavvuru batıl
ile karıştırıp yeni bir anlayış oluşturmak, onu İslâm diye kabullendirmek
için halka sunmak ve zulme karşı verilen mücadelelerin gereksizliğini ileri
sürüp pasifizmi savunmaktır.
Uzlaşma oyunu, genellikle teorik bir alt yapıya sahip
olarak ve insanlara cazip gelecek tarzda sahnelenmiştir ve de sahnelenmek
istenecektir. Bu nedenle de en tahripkâr ve en tehlikeli bir düşmanlık
hareketidir. Temel hedefi, Müslümanın kafasını ve düşünce yapısını karma
karışık yapıp bir zihniyet sapmasını sağlamaktır. Bunun için de kural tanımaz. Kirli
özel savaşın en kirli özel bir halini oluşturur. Bir taraftan ‘muhafazakâr demokrat’, ‘milli muhafazakâr’,
liberal Müslüman’, ‘ılımlı Müslüman’, ‘mütedeyyin Müslüman’ diyerek bilinç
kirlenmesine çalışırken; diğer taraftan da 28 Şubat arafesinde görüldüğü gibi
Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin tipi aktörlerle hem bilinç hem de
davranış kirlenmesine sebep olacak bir oyunu sahneleyebilmektedir. O nedenle
Uzlaşma oyununda tek bir kural ve şekil yoktur. O değişik ad ve görüntülerle
ortaya çıkabilir ve değişik ambalajlarda sunulabilir. Bu sunumda rol yapmakta
mahir olanlar seçilir ve rollerinin gereği olan eğitimi alırlar.
Uzlaşma oyunun alabileceği değişik görüntüleri, ana
hatları ile iki başlık altında toplayabiliriz:
1- İdare-i Maslahatçılık’ (Oportünizm)
2- Yeniden Gözden geçirmecilik ve yeniden
anlamlandırmacılık’ (Revizyonizm)
İslâm dünyası yakın bir gelecekte dün ve bugünkü saptırma hareketlerine nazaran çok daha büyük boyutlu bir saptırma hareketi ile karşı karşıya gelebilecek, hesaplaşmak zorunda kalabilecektir. Şeytanî ittifak, tarih boyu bu metodu kullanmıştır, şimdi de kullanacaktır. Hidayet yolu yolcularının karşı karşıya kalabilecekleri asıl tehlike budur. Bundan böyle bu konu, Müslümanın temel gündem maddelerinden biri olmalıdır. Bu nedenle yukarıdaki iki konuyu ayrı ayrı incelemenin daha yararlı olduğunu düşünüyoruz. Bu yazıda yalnızca idare-i maslahatçılık ele alınacaktır.
İdare-i Maslahatçılık (Oportünizm)
Zor anlarda asıl amaçlarının gerçekleşmesini geleceğe
erteleyerek mevcut duruma ve mevcut
sisteme uygun olarak davranmak diye tanımlanan idare-i maslahatçılık, gerçekte güçsüzlüğü bahane edip gerçekleri
bilerek yanlış yorumlama eğiliminde olan çıkarcı bir hareket ve davranış
şeklidir. Mevcut düzenleri çok güçlü görerek ve göstererek hiçbir şey
yapmamayı, her şeyi geleceğe bırakmayı; bu nedenle de gücün karşısında eğilerek
mücadele etmenin gereksizliğini savunur. Kendi çıkarları, davanın çıkarlarından
önde gelir. Çıkar ilişkisi son derece önemlidir. Bu niyetle kendi konumlarını sağlamlaştırmak
için de Kur’ânî terminolojiyi genellikle
tevil ederek yumuşatır. Mücadele etmek yerine, taviz vererek uzlaşmanın daha
yararlı olduğunu ileri sürer.
Zalimlerle Adalet’i hakim kılmak isteyen hidayet
yolunun yolcuları arasındaki mücadele sertleştikçe, idare- i maslahatçılar
ortaya çıkar veya çıkartılır. Zalimlere karşı yürütülen mücadeleyi, bilerek
yada bilmeyerek, sabote etmek için uzlaşma teorileri üretilir. Burada önemli
olan; mevcut sistemin Müslümanlara hoşgörülü ve uzlaşmacı davranmasını istemekten
ziyade; Müslümanların kendi hak ve hukuklarından vazgeçerek, taviz vererek,
sistemle uyuşma ve uzlaşmalarını ve fedakârlık yapmalarını idare-i
maslahatçıların, Müslümanlardan istemiş olmalarıdır. İşte Kur’ân-ı Kerim tam da
bu noktada Müslümanlara bir kanuniyeti hatırlatmaktadır :
“Onlar, senin kendilerine
yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp,
uzlaşacaklardı.” (68 Kalem,
9)
Burada dikkat edilmesi gereken; uzlaşma hareketinin,
doğru ve haklı olandan doğru olamayan ve
haksız olana doğru bir istikamet belirlemiş olmasıdır:
“Baksana o kendilerine
Kitap’tan bir nasip verilenlere! Putlara, kâhinlere, şeytanlara, ne kadar batıl
varsa hepsine iman ediyorlar ve yetmezmiş gibi, bir de kalkıp kâfirler hakkında
“Onlar, Müslümanlardan daha doğru yoldadır” diyorlar!”( Nisa 51)
İdare-i maslahatçı hareketler, rahatlarının ve
çıkarlarının bozulmaması için hak ve
hakikati aramaktan vazgeçip; şimdilik
yapılabilecek bir şey yoktur tarzında
teslimiyetçi politikalar üretirler. Böylelikle ‘refahtan şımarıp azan
önde gelenler’ nezdinde itibar kazanmaya çalışırlar:
“Münâfıklara müjde ver ki
can yakıcı bir azap kendilerini beklemektedir.
Onlar müminlerin dışında kâfirleri dost
edinirler. İzzet ve desteği onların yanında mı arıyorlar? Oysa bütün izzet ve
kuvvet Allah’ındır. !”( Nisa 138,139)
İdare-i maslahatçılar, bir müddet sonra, çürümüş
sistemin tüm değerlerini meşru görmeye, düşünce ve değerler sistemini
benimsemeye; ‘refahtan şımarıp azan önde gelenler’ gibi düşünüp onlar gibi
davranmaya başlarlar:
“Allah size Kitap’ta şunu da bildirmiştir: “Allah’ın ayetlerinin inkâr ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.” Böyle yaparsanız siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki Allah münâfıkları da kâfirleri de cehennemde bir araya getirecektir” (Nisa 140)
İdare-i Maslahatçıların
Göremediği
Her şeyi geleceğe erteleyen idare-i maslahatçıların
göremedikleri ve anlayamadıkları şey, çürümüş sistemin müntesiplerinin
gerçekleri aramayıp zulüm ve sömürü mekanizmalarını devam ettirmek
istemelerindeki kararlılıklarıdır. Çünkü mevcut sistemdeki menfaat akışından en
çok pay alanlar, ‘refahtan şımarıp azan önde gelen zümreler’dir. İslâm’ın
daveti karşısında tutunamayan bu zümreler, davete karşı direnebilmek için, o
zamana kadar hatırlamadıkları, görmezlikten geldikleri, örfleri, adetleri,
hukukları ve atalarını bir güvence olarak öne sürerler. Davetçilerin
getirdikleri, söyledikleri şeylerin doğruluk paylarının ne olduğunun araştırılmasını, üzerinde düşünülmesini
toptan reddedip engel olmaya kalkışırlar:
“Senden önce de bir
memlekete bir peygamber göndermiş olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp
da azan önde gelenleri, şöyle demişlerdir: “Gerçek şu ki, biz atalarımızı bir
ümmet (belirli bir din, geleneksel davranış ve hayat tarzı) üzerinde bulduk ve
doğrusu biz, onların izlerine uymuşlarız.”.
(Peygamber de) demiştir:
‘Ben size, atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş
olsamda mı?’ Onlar da demişlerdir ki: ‘Doğrusu
biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye karşı kafir olanlarız’.”(43 Zuhruf, 23,24)
İdare-i
maslahatçılar bu davranışları ile zalimlerin taktirlerini kazanabilir,
övgülerine mazhar olabilirler ve fakat sevgilerini asla kazanamazlar. İdare-i
maslahatçılar, değerler mücadelesinin bu
kanuniyetini idrak edememiş ve görememişlerdir. Onun için Kur’ân-ı Kerim ‘velî’
kelimesinin semantik alanına dikkat çekerek Müslümanları uyarmaktadır:
“Ey iman edenler,
kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermekte
kusur etmezler, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz ve
düşmanlıkları ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise
daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.. Sizler
işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitab’ın
tümüne inanırsınız, onlar, sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler, kendi
başlarına kaldıklarında ise, size karşı olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak
uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Kin ve öfkenizle geberin.’ Şüphesiz Allah,
sinelerin özünde saklı duranı bilendir.
Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir şeyle zarar veremez. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.” (3 Ali İmran 118-120)
İdare-i Maslahatçılar Uzlaştıkları Sistem Tarafından Tasfiye Edilirler
İdare-i maslahatçıların kaçınılmaz sonucu, ya tasfiye
edilmek ya da Allah’ın azabına dûçar kalıp helâk olmaktır.
İdare-i maslahatçılar, kararlı ve ısrarlı mücadeleler
sonucunda tasfiye edilip tarihin çöp sepetine atılırlar. Burada bu konu ele
alınmayacaktır. Burada; idare-i maslahatçıların savundukları, taviz vererek
uzlaşmaya çalıştıkları ve veli olarak kabul ettikleri mevcut çürümüş sistemin
refahtan şımarıp azan önde gelen kesimi tarafından tasfiye edilecekleri
kendilerine hatırlatılarak uyarılmaya çalışılacaktır.
Refahtan şımarıp azan zalimler grubu, idare-i
maslahatçılara ihtiyaç duymadıkları anda, onlarla her türlü irtibatı kesip
onları yok etmek için harekete geçerler:
“Ey iman edenler! Benim de
sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği reddettikleri
halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Resûlüllahı ve sizi, sırf Rabbiniz olan
Allah’a inandığınız için, vatanınızdan kovuyorlar. Siz Benim yolumda cihad
etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıkmışsanız, nasıl olur da onlara sevgi
gösterip sır verirsiniz? Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her
şeyi bilmekteyim. Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık dümdüz yoldan
sapmış olur.
Eğer size karşı ellerine bir
fırsat geçerse, size düşman kesilirler. Ellerini de, dillerini de size fenalık
etmek için uzatırlar ve sizin de kâfir olmanızı cân-u gönülden isterler.(Mümtahine
1-2)
Bu âyetin nüzûlü ile ilgili rivayet edilen olay; idare-i maslahatçı düşünce ve hareket
şekillerinin ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermektedir.
Özündeki çıkarcılığı ve şahsi menfaatleri öne çekme psikolojisini yansıtması
açısından da çok önemli bir olaydır:
Çok gizli tutulan Mekke’nin fetih hazırlıkları
Müslüman olan Hatıb b. Ebî Beltea tarafından nasılsa öğrenilmiş ve Mekke’ye
giden bir cariye vasıtasıyla Kureyşlilerin önde gelenlerine bir mektupla bilgi
gönderilmek istenmiştir. Allah’ın Hz. Peygamberi(s.) bu istihbarat konusunda
uyarması üzerine; Abdullah İbn Zübeyr ile Mikdad(r.a) görevlendirilmiş ve
“Medine’den 22 mil mesafede bulacakları kadından” mektubu almaları istenmişti.
Getirdikleri mektupta Mekke’ye sefer hazırlığı bildiriliyordu. Peygamberimiz
Hatıb’a sebebini sorunca o: “Ya Resûlallah, ben küfre sempati duyduğumdan
değil, ama ailem orada, Mekke’de onları koruyacak akrabalarım da yok. Bu
davranışımı göz önünde bulundurarak Kureyşliler aileme sıkıntı vermezler
ümidiyle bu işi yaptım” demiştir. Dikkat edilirse, küfre sempati beslememiş
olmasına rağmen çıkarcı bir anlayışla ve gönüllü olarak Mekkelilere hizmete
soyunmuştur. Gerçi buradaki olay bireysel bir olaydır. Bunun bir grup veya
cemaat tarafından yapıldığını düşündüğümüzde, yapılacak tahribatın büyüklüğünü
tahmin etmek zor olmasa gerekir.
Âyetlerde; davetçiler kendi inançlarını bırakıp kafir olmadıkça, uygun zaman ve zemini var olur olmaz her türlü kötülükle karşılaşacaklarının belirtilmiş olması, Müslümanlara idare-i maslahat konusunda yapılan ciddi bir uyarıdır. Ali İmran sûresi 118-120. ayetler ile birlikte konuya yaklaştığımızda, idare-i maslahatçı ve uzlaşmacıların nihayetinde refahtan şımarıp azan zalimlerce tasfiye edileceğini rahatlıkla görebilmekteyiz. İslâm tarihi ve özellikle yakın tarih bunun canlı örnekleri ile doludur.
İdare-i Maslahatçılar Allah’ın Gazabına Uğrayıp Helâk Olurlar
İdare-i maslahatçı davranışın ikinci olası sonucu,
Allah’ın gazabına uğrayarak helâk olmaktır. Bunu, Kur’ân’da mevcut topluma
ibret için hatırlatılması istenen ‘Cumartesi
balık avlanma yasağını çiğneyen’ kasaba halkının başına gelenlerde görmekteyiz:
“Bir de onlara o deniz
kıyısında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor. Hani onlar
sebt(cumartesi) gününün hükmüne saygısızlık edip Allah’ın koyduğu sınırı
çiğniyorlardı. Şöyle ki: Sebt gününün
hükmünü gözettiklerinde balıklar yanlarına akın akın geliyordu; sebt
yapmadıkları gün ise gelmiyordu. İşte fasıklıkları, yoldan çıkmaları sebebiyle
onları böyle imtihan ediyorduk.
Hani onlardan bir cemaat: ‘Allah’ın yerle bir
edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt
verip duruyorsunuz?’ demişti. O salih
kişiler de: ‘Rabbinize mazeret arz edebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur
ki Allah’a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz’ diye
cevap verdiler.
Kendilerine verilen öğütleri
ve uyarıları kulak ardı edip onları bir tarafa bırakınca, içlerinden
kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp o zalimleri fasıklıkları yüzünden
şiddetli bir azaba uğrattık. Şöyle ki: Onlar serkeşlik edip yasakları
çiğnemekte ısrar edince onlara “hor ve hakir maymunlar haline gelin” diye
emrettik.
O vakit Rabbin, kıyamet
gününe kadar onları kötü azaba uğratacak kimseler ortaya çıkaracağını bildirdi.
Muhakkak ki Rabbin, dilediğinde cezayı çabucak veren, ama aslında Gafurdur,
Rahimdir: Affı ve merhameti boldur.
Onları parça parça
topluluklar halinde dünyanın her yerine dağıttık. Aralarında iyi kimseler de
vardı, iyi olmayanlar da. Kötülüklerden dönüş yaparlar diye onları gâh
nimetler, gâh musibetlerle imtihan ettik. (Araf 163-168)
Burada kötülükleri icra eden bir toplumun düzelmesi
için kendilerine uygulanan bir imtihan sürecine dikkat çekilmektedir. Kötülüklerin
icra edildiği toplumda 3 grup insan vardır: 1. Grup; kötülüğü icra edenler, 2.
Grup; kötülüğe karşı çıkıp tavır alanlar, 3. Grup; ilk iki grup arasında olan
mücadeleden rahatsız olanlardır. 3. grubun davranışı, idare-i maslahatçı ve
çıkarcıdır. İdare-i maslahatçıların, çözümü başkalarına ve geleceğe bırakmaları
gibi bu olayda geçen 3. grup da çözümü geleceğe bırakmakta ve kötülüğü icra
edenlere karşı bir şey yapılmasını istememektedir. Hatta bu konuda Allah’ı
görevlendirerek çözümü ertelemektedir. Bu amaçla kötülüğe karşı çıkanlara, “Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli
bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?” diyerek
kötülüğe karşı çıkanların mücadele azim ve kararlığını kıracak ve fakat
kötülüğü icra edenleri şevklendirecek bir tutum ve tavır almaktadırlar.
Kendilerine yapılan uyarıları kabul etmeyen grupla ve
kötülüklere karşı sessiz kalarak, hatta kötülüğü yapanlara karşı çıkanları
engelleyerek tavır belirleyen grubun
akıbeti aynı olmuştur. Her iki grup Allah tarafından cezalandırmıştır.
Yukarıdaki âyetlerde (davet edenler hariç) kasaba halkına ‘azap edecek insanların musallat edileceğinin’ belirtilmesi, ‘paramparça edilip dünyanın her tarafına dağıtılmaları’, ‘dağıtılanlar içerisinde iyilerin de var’ olduğunun belirtilmesi; yukarıda ifade ettiğimiz idare-i maslahatçıların sonlarına ilişkin genel bir kanuniyetin varlığına işaret etmektedir.
İdare-i Maslahatçılığın Doğal Sonucu Yeniden Gözden Geçirmecilik ve Yeniden Anlamlandırmacılıktır
Yukarıda ki ayetlerin devamında dikkatimizi çeken
önemli bir husus da, idare-i maslahatçı politikaların insan zihninde yapacağı
kirlenmenin doğal sonucu olarak daha da tahripkâr olan Yeniden Gözden Geçirmeci
ve Yeniden Anlamlandırmacı (Revizyonist) bir hareketin ortaya çıkmış olabileceğidir:
“Onlardan sonra hayırsız bir
nesil geldi ki, bunlar Kitab’a (Tevrat’a) varis oldular, ama âyetleri tahrif
etme karşılığında şu değersiz dünya metaını alıp “Nasılsa affa nail oluruz!”
düşüncesiyle hareket ettiler. Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû
bir meta, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar. Peki onlardan, Allah hakkında
hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair Kitap’ta mevcut
hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı? Ve Kitab’ın içindekileri ders edinip
okumamışlar mıydı? Halbuki ebedi ahiret yurdu, Allah’a karşı gelmekten
sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak
mısınız? (Araf 169)
Bu konu daha sonra ayrıntılı olarak incelenecektir. O nedenle burada sadece bir hatırlatma yapılmaktadır.
Ne Yapmalı?
Şeytanî ittifakın İslâm coğrafyasında giriştiği işgal
hareketi, ümmetin yürüyüşünü engellemek, kendilerine karşı başlatılan direniş
hareketini kırmak için yeni işbirlikçiler arayıp bulabilecek, yeni idare-i
maslahatçı politikaları savunabilecek gruplar ortaya çıkarabilecektir. Şeytanî
ittifakın askeri ve teknolojik gücü
karşısında yapılabilecek başka bir şey yok diyerek günü kurtarmak tarzındaki
politikalar, idare-i maslahatçı politikalardır. İdare-i maslahatçı politikalar,
İslâm dünyası yöneticilerinin bugüne
kadar hem kendi içerisinde, hem de uluslar arası arenada uygulaya geldiği
politikalardır. Gelinen nokta malumdur. Bu politikaların sonucunda İslâm
dünyası, işgalle karşı karşıya kalmıştır. Şeytanî ittifakı dost, sırdaş, veli
olarak görenlerin bu gün bu acı gerçekle
karşı karşıya kalıp uyanmış olmalarını arzu ederiz. Ancak bazıları açısından iş
işten geçmiş, bizzat Şeytanî ittifak tarafından fonksiyonlarını tamamladıkları
için tasfiye edilmişlerdir.
Bu dönemde de ortaya çıkabilecek yeni işbirlikçi ve
idare-i maslahatçıların da akıbeti farklı olamayacaktır.
İdare-i
maslahatçı hareketin yapabileceği tahribata karşı, acil tedbir olarak Müslümanlar, aşağıda belirtilen hususlarda
hassas davranmalıdır:
Ümmetin yürüyüşünü sekteye uğratacak, engelleyecek her
türlü saptırıcı hareket ve davranışlara karşı çıkmalı, idare-i maslahatçıları
uyarmalı ve ikna etmeye çalışmalıdır.
‘Cahil, bozguncu, gaflete düşenlerin yoluna
uymamalıdır’5
‘Hainleri savunmamalı ve nefsine ihanet edenlerden
yana tavır almamalıdır’6
‘Suçlu günahkarları desteklememelidir’7
‘Zalimlere, kafirlere, müşriklere, münafıklara, dünya
hayatından başkasını istemeyenlere ve yalancılara vekil olmamalı, hevalarına
uymamalı, onları benimsememelidir’8; ‘Veli(dost ve sırdaş) olarak kabul
etmemeli ve onlardan kopup uzaklaşmalıdır’9
Tarihin omuzlarımıza yüklediği en acil görevler bugün
için bunlardır. Bunu yaptığımız taktirde hiç şüphesiz kazanacak olanlar bizler
olacağız:
“Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren, kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri kendi hallerine bırak. Sen yalnız Kur’ân ile va’z et ki, Allah’tan başka yardımcısı ve şefaatçisi bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden helâke teslim edilmesin, sürüklenip atılmasın. O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp kabul edilmez. İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler, mahvolanlar, işte bunlardır. İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır.” (Enam 70)
Kaynaklar
1. 6/ 66, 15/6, 37/ 36, 26/ 153, 7/ 66, 60, 127, 27/
47, 10/ 78
2. 8/ 31,
26/137, 6/5, 11, 66
3. 34/
43, 38/ 6, 71/ 71, 10/ 78, 23/24, 6/26, 7/ 76, 11/ 55.
4. 7/ 82,
86, 88, 90, 124, 127, 37/ 97, 14/24, 14, 26/116, 8/ 30, 11/ 91.
5. 7/199 , 7/142, /205 , 6/19, 35 , 25/52 38/26 42/15,18
6. 4/107-110, 105
7. 28/17, 86, 87
11/113, 59 12/108 4/107-110, 105
8. 25/43
96/19 68/7-15 76/24
11/59, 113 3/149 18/28
26/151-152 33/48 42/15 38/26
25/52 33/48 25/52
9. 2/144, 149,
15073/10-11 7/179-181 19/47- 49 10/105
60/4-6 4/138-140