1 Ağustos 2003 Cuma

Ümmetin Uzun Yürüyüşü ve Tuzaklar: İdare-i Maslahatçılık

 (Umran Dergisi)

“Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilemezsiniz.”(Bakara 216)


ABD-İngiltere-İsrail Şeytanî ittifakının 11 Eylül sonrasında dünyayı işgal etme planları, yeni bir Roma İmparatorluğu oluşturma hayalleri, İslâm dünyasında girişilen saldırı ve işgallerle yeni bir boyut kazanmıştır. Önce Afganistan, sonra Irak’ın işgali, şimdi de İran ve Suriye’ye karşı girişilen hareketler, yapılan baskılar ve Ortadoğu için bahsedilen yol haritası İslâm ümmetinin sahip olduğu coğrafyanın ne tür bir tehlike ile karşı karşıya kaldığını göstermektedir. İslâm dünyasının askerî ve teknolojik bakımdan zayıf olması, Şeytanî ittifakın iştihâsını kabartmış ve hiçbir hukûkîlik aramadan, insanlık tarihinin bugüne kadar oluşturduğu kurumları ve kazanımları hiçe sayarak yeni işgaller zincirini başlatmışlardır. Afganistan ve Irak, bu işgaller zincirinin sadece ilk halkalarını oluşturmaktadır. Niyetleri yeni bir haçlı sendromu oluşturup kendi gizli niyetlerine, başta tüm Hıristiyan âlemi olmak üzere tüm dünyayı alet etmektir.

 Uluslararası sermayenin oluşturduğu  Siyonist ilkelere dayalı gizli dünya devletinin nihai hedefi, dünyanın değişik coğrafyalarında hissedildiğinden Şeytan ittifakı ümit ettiği desteği bulamamıştır.  Ayrıca işgallerde de  beklediği başarıyı elde edememiş ve çok güçlü bir direnişle karşı karşıya kalmıştır. Üstelik de kendi işbirlikçilerini tasfiye ederek ve Müslüman bir halkı uyandırarak ve sömürüye karşı verilen mücadelenin bayrağının Müslüman öncülerin eline geçmesini, istemese de sağlayarak, İslâm’a ve Müslümanlara çok büyük bir hizmet etmiştir. Şeytanî ittifaka karşı başlatılan bu direniş hareketi, çok zorluklarla, engellerle  ve tuzaklarla karşı karşıya kalacaktır. Bu yazıda bu tuzaklarda birine dikkat çekmek istemekteyiz.

Müslümanların Öncülüğü

Son 200 yıllık tarihi süreçte, bazı istisnaları devre dışı tutarsak, sömürü ve işgallere karşı ilk defa Müslümanlar, tüm İslâm dünyasını kapsayacak tarzda  baş kaldırıp direniyorlar. Ve ilk defa direnişin öncülüğü yapıyorlar. Böylelikle daha önce Marksizm ve kapitalizme kaptırdığı evlatlarını, özgürlük  ve bağımsızlık meşalesinin altında  yeniden kazanmaya başlıyorlar. Müslümanların öncülüğünde başlatılan bu direniş hareketi, İslâm dünyasının çehresini değiştirecektir. Girilen bu süreç, çok önemli bir dönüm noktasıdır. Müslüman’ın gerçek kimliğini ortaya koyabileceği, Allah’ın kendilerine yüklediği müstaz’afları kurtarma görevini ifa edebilecekleri bir psikolojik ortam meydana gelmiştir. Kur’ân’ın öngördüğü insan ve toplumu  tekrar inşa edebilmek için gerekli olan ortam, Şeytanî ittifak tarafından  farkına varılmadan hazırlanmış, Müslüman dünya zorla ve baskı ile uyandırılmıştır.

 Görünürde Afganistan ve Irak’ı işgal etmişlerdir; fakat güçlü bir direnişle karşılaşmışlardır. Kurtarıcı olarak karşılanmayı beklerken işgalci muamelesi görmüşlerdir. Daha da önemli olan, İslâm coğrafyasındaki işbirlikçilerin bizzat efendileri tarafından tasfiye edilmiş olmalarıdır. Müslümanların önündeki en ciddi engel, örgütlü, zalim ve diktatör olan böyle bir işbirlikçi cephenin çökmüş olmasıdır.  Bugüne kadar sömürgecilerin direktif ve talimatları ile halklarına zulmeden, halklarını param parça yapan ve halklarını saptıran böyle bir cephenin çökmüş olması, çok önemli bir gelişmedir.

Yeni İşbirlikçiler

Ancak bu sorunun çözüldüğü, her şeyin daha kolay olacağı anlamına gelmez, gelmemelidir. Unutulmaması gerekir ki Şeytanî ittifak, İslâm dünyasına karşı topyekün bir savaş başlatmıştır. Bütün mücadele şekillerini bir arada kullanacaktır. ABD’ nin kalkınamamış ülkelerde giriştiği sömürgecilik hareketinde yürüttüğü özel savaş, kirli bir savaştı ve  insan havsalasının alamayacağı kadar da pisti. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde yürüttüğü bu kirli savaşı, şimdi de İslâm coğrafyasında başlatmıştır. Bu kirli savaşta hiçbir ilke yoktur ve her şey mubahtır. Şeytanî ittifakın bu çirkin yüzü ile İslâm dünyası yeni tanışmaktadır. O nedenle 11 Eylül sonrasında başlatılmak istenen süreç, iyi okunmalıdır. Ona göre de konum belirlenmelidir.

Şeytanî ittifak, giriştiği işgal hareketinde direnişle karşılaştıkça ve zayiat verdikçe kirli savaşın her şeklini ve vasıtasını deneyecektir. Onun için öncelikle yeni işbirlikçiler arayacak ve İslâm düşünce sisteminde sapma hareketleri oluşturup kuvvetlendirmek isteyecektir. İslâm dünyası için asıl tehlike, giriştiği veya girişeceği katliamlar değildir; asıl tehlike, yeni işbirlikçiler bulabilmesi ve saptırma hareketlerini teşvik, tahrik ve organize edebilmesidir.

İslâm, Şeytanî Değerlerin Küreselleşmesine Karşı Çıkmaktadır

İslâm doğası gereği yeni bir hayat tarzını, yeni bir insan ve yeni bir toplum tipini insanlığa önermekte ve insanlar arası ilişkiyi yeniden tanzim etmektedir. Şeytani ittifak ‘bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar’ derken, İslâm’ın bu devrimci özüne dikkat çekmek istemiştir. Tüm hayatın yeni normlara, yeni değerlere uygun olarak yeniden tanzimi, ABD’nin Globalleşme adı altında insanlığa sunmağa çalıştığı nizama topyekün karşı çıkış anlamına gelmektedir. Dünyanın her yerinde  ve her kesiminde İslâm’ın  yaygınlaşması, ABD rüyasının sonuna işaret etmektedir. Batı toplumlarının birer bunalım toplumu haline dönüşmesi, İslâm’ın daha da hızlı yayılmasını sağlamaktadır ve de sağlayacaktır. Şeytanî ittifakın asıl korkusu da budur. Girişilen saldırıların arkasındaki petrol, su, yer altı zenginlikleri ve ulaşım yollarının ele geçirilmesi ikinci derece sebepler olarak görülmelidir. Öncelikli sebep, İslâm’ın sunduğu bu yeni hayat tarzı ve anlayışıdır. O nedenle bugün iki farklı değer sistemi karşı karşıya gelmiştir.

Değerler mücadelesindeki  karşılaşma ve hesaplaşma, tarih boyu bir kanuniyet  olarak  hep var olmuştur, bundan sonra da var olacaktır. Müslüman dünya, bu gerçeği kabullendiği ve buna göre konum aldığı sürece bir sorun olmayacak ve  nihai  zaferi mutlaka kazanacaktır. Bu noktanın çok iyi anlaşılması gerekir. O nedenle mevcut hayat tarzını ve tasavvurunu değiştirmek isteyen tüm peygamberlerin ve onların yolundan giden Hak ve hidayet yolunun yolcularının, adalet savaşçılarının,   karşı karşıya kaldığı tepkileri kısaca gözden geçirmekte ve hatırlamakta fayda vardır.

Hidayet yolunun yolcuları, İslâm davetçileri, mevcut sisteme, hayat tarzına ve tasavvuruna karşı çıkıp Hakk’ı anlatmaya başladıklarında, başlangıç itibariyle önemsenmemişlerdir. Kendileri “yalancı”, “deli”, “şair”, “büyücü”, “büyülenmiş”, “aklı yetersiz”, “şaşırmış”, “çarpılmış”, “bozguncu”, “uğursuz”, “makam peşinde” gibi ifadelerle alaya alınmışlardır.1 Mücadelenin gelişmesi, İslâmî davetin  yayılması durumunda, “geleneksel hikaye”, “hurafe”, “eskilerin uydurma masalları”, “Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi” şeklindeki eleştiri ve hakaretlerini bizzat İslâmî düşünceye yöneltmişlerdir.2 Mücadelenin gelişmesi ile halkın İslâm’a daha da ilgi göstermesi durumunda, yandaşlarını ilahlarına sahip çıkmaya çağırarak  toplum içinde büyük bir ajitasyon faaliyetine girişmişlerdir. Mallarını, imkanlarını seferber edip, davetçinin konuşmasını, dinlenmesini engellemişlerdir.3 Bu şekilde yükselişini durduramadıkları harekete karşı, ‘tehdit’, ‘işkence’, ‘ekonomik ambargo’, ‘hapis’, ‘sürgün’, ‘öldürme’ ve ‘imha etme’ gibi girişimlerde bulunmuşlardır.4

 Bütün bunlar, bazen kademeli olarak bazen da içiçe  kullanılmıştır. Bunların arasındaki ilişki girift olup topyekün mücadele esasına göre şekillenmektedir. O nedenle de bir sıralama yapmak mümkün değildir. Bunlar zamana, zemine, çatışan kuvvetlerin yapısına ve dünyadaki güç dengelerine bağlı olarak değişiklik göstermiştir.

Uzlaşma Oyunu

Bütün bu saldırılardan sonuç alamadıklarında ya da bu saldırılara paralel olarak, son derece sinsi ve şeytani bir oyunun senaryosu yazılıp sahneye konmuştur: İslâm’ın düşünce yapısını bozacak, Müslüman’ın kafasını ve zihniyetini karmakarışık edip gerçeklerden  sapmasını sağlayacak  uzlaşma çağrısı(Uzlaşma Oyunu).

Uzlaşma çağrısı; karşılıklı birbirinin hukukuna saygı göstermek amaçlı -teknik anlamda ittifak yaparak- birlikte yaşama çağrısı değildir. İslâmî düşünce ve tasavvuru batıl  ile karıştırıp yeni bir anlayış oluşturmak, onu İslâm diye kabullendirmek için halka sunmak ve zulme karşı verilen mücadelelerin gereksizliğini ileri sürüp pasifizmi savunmaktır.

Uzlaşma oyunu, genellikle teorik bir alt yapıya sahip olarak ve insanlara cazip gelecek tarzda sahnelenmiştir ve de sahnelenmek istenecektir. Bu nedenle de en tahripkâr ve en tehlikeli bir düşmanlık hareketidir. Temel hedefi, Müslümanın kafasını ve düşünce yapısını karma karışık yapıp bir zihniyet sapmasını sağlamaktır. Bunun için de kural tanımaz. Kirli özel savaşın en kirli özel bir halini oluşturur. Bir taraftan ‘muhafazakâr demokrat’, ‘milli muhafazakâr’, liberal Müslüman’, ‘ılımlı Müslüman’, ‘mütedeyyin Müslüman’ diyerek bilinç kirlenmesine çalışırken; diğer taraftan da 28 Şubat arafesinde görüldüğü gibi Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin tipi aktörlerle hem bilinç hem de davranış kirlenmesine sebep olacak bir oyunu sahneleyebilmektedir. O nedenle Uzlaşma oyununda tek bir kural ve şekil yoktur. O değişik ad ve görüntülerle ortaya çıkabilir ve değişik ambalajlarda sunulabilir. Bu sunumda rol yapmakta mahir olanlar seçilir ve rollerinin gereği olan eğitimi alırlar.

Uzlaşma oyunun alabileceği değişik görüntüleri, ana hatları ile iki başlık altında toplayabiliriz:

1- İdare-i Maslahatçılık’ (Oportünizm)

2- Yeniden Gözden geçirmecilik ve yeniden anlamlandırmacılık’ (Revizyonizm)

İslâm dünyası yakın bir gelecekte dün ve bugünkü saptırma hareketlerine nazaran çok daha büyük boyutlu bir saptırma hareketi ile karşı karşıya gelebilecek, hesaplaşmak zorunda kalabilecektir. Şeytanî ittifak, tarih boyu bu metodu kullanmıştır, şimdi de kullanacaktır. Hidayet yolu yolcularının karşı karşıya kalabilecekleri asıl tehlike budur. Bundan böyle bu konu, Müslümanın temel gündem maddelerinden biri olmalıdır. Bu nedenle yukarıdaki iki konuyu ayrı ayrı incelemenin daha yararlı olduğunu düşünüyoruz. Bu yazıda yalnızca idare-i maslahatçılık ele alınacaktır.

İdare-i Maslahatçılık (Oportünizm)

Zor anlarda asıl amaçlarının gerçekleşmesini geleceğe erteleyerek mevcut duruma  ve mevcut sisteme uygun olarak davranmak diye tanımlanan idare-i maslahatçılık, gerçekte güçsüzlüğü bahane edip gerçekleri bilerek yanlış yorumlama eğiliminde olan çıkarcı bir hareket ve davranış şeklidir. Mevcut düzenleri çok güçlü görerek ve göstererek hiçbir şey yapmamayı, her şeyi geleceğe bırakmayı; bu nedenle de gücün karşısında eğilerek mücadele etmenin gereksizliğini savunur. Kendi çıkarları, davanın çıkarlarından önde gelir. Çıkar ilişkisi son derece önemlidir. Bu niyetle kendi konumlarını sağlamlaştırmak için de  Kur’ânî terminolojiyi genellikle tevil ederek yumuşatır. Mücadele etmek yerine, taviz vererek uzlaşmanın daha yararlı olduğunu ileri sürer.

Zalimlerle Adalet’i hakim kılmak isteyen hidayet yolunun yolcuları arasındaki mücadele sertleştikçe, idare- i maslahatçılar ortaya çıkar veya çıkartılır. Zalimlere karşı yürütülen mücadeleyi, bilerek yada bilmeyerek, sabote etmek için uzlaşma teorileri üretilir. Burada önemli olan; mevcut sistemin Müslümanlara hoşgörülü ve uzlaşmacı davranmasını istemekten ziyade; Müslümanların kendi hak ve hukuklarından vazgeçerek, taviz vererek, sistemle uyuşma ve uzlaşmalarını ve fedakârlık yapmalarını idare-i maslahatçıların, Müslümanlardan istemiş olmalarıdır. İşte Kur’ân-ı Kerim tam da bu noktada Müslümanlara bir kanuniyeti hatırlatmaktadır :

“Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp, uzlaşacaklardı.” (68 Kalem, 9)

Burada dikkat edilmesi gereken; uzlaşma hareketinin, doğru ve haklı olandan  doğru olamayan ve haksız olana doğru bir istikamet belirlemiş olmasıdır:

“Baksana o kendilerine Kitap’tan bir nasip verilenlere! Putlara, kâhinlere, şeytanlara, ne kadar batıl varsa hepsine iman ediyorlar ve yetmezmiş gibi, bir de kalkıp kâfirler hakkında “Onlar, Müslümanlardan daha doğru yoldadır” diyorlar!”( Nisa 51)

İdare-i maslahatçı hareketler, rahatlarının ve çıkarlarının  bozulmaması için hak ve hakikati aramaktan vazgeçip; şimdilik yapılabilecek bir şey yoktur tarzında  teslimiyetçi politikalar üretirler. Böylelikle ‘refahtan şımarıp azan önde gelenler’ nezdinde itibar kazanmaya çalışırlar:

“Münâfıklara müjde ver ki can yakıcı bir azap kendilerini beklemektedir.

 Onlar müminlerin dışında kâfirleri dost edinirler. İzzet ve desteği onların yanında mı arıyorlar? Oysa bütün izzet ve kuvvet Allah’ındır. !”( Nisa 138,139)

İdare-i maslahatçılar, bir müddet sonra, çürümüş sistemin tüm değerlerini meşru görmeye, düşünce ve değerler sistemini benimsemeye; ‘refahtan şımarıp azan önde gelenler’ gibi düşünüp onlar gibi davranmaya başlarlar:

“Allah size Kitap’ta şunu da bildirmiştir: “Allah’ın ayetlerinin inkâr ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, bunu yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.” Böyle yaparsanız siz de onlar gibi olursunuz. Şüphe yok ki Allah münâfıkları da kâfirleri de cehennemde bir araya getirecektir” (Nisa 140)

İdare-i Maslahatçıların Göremediği

Her şeyi geleceğe erteleyen idare-i maslahatçıların göremedikleri ve anlayamadıkları şey, çürümüş sistemin müntesiplerinin gerçekleri aramayıp zulüm ve sömürü mekanizmalarını devam ettirmek istemelerindeki kararlılıklarıdır. Çünkü mevcut sistemdeki menfaat akışından en çok pay alanlar, ‘refahtan şımarıp azan önde gelen zümreler’dir. İslâm’ın daveti karşısında tutunamayan bu zümreler, davete karşı direnebilmek için, o zamana kadar hatırlamadıkları, görmezlikten geldikleri, örfleri, adetleri, hukukları ve atalarını bir güvence olarak öne sürerler.  Davetçilerin  getirdikleri, söyledikleri şeylerin doğruluk paylarının ne olduğunun  araştırılmasını, üzerinde düşünülmesini toptan reddedip engel olmaya kalkışırlar:

“Senden önce de bir memlekete bir peygamber göndermiş olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp da azan önde gelenleri, şöyle demişlerdir: “Gerçek şu ki, biz atalarımızı bir ümmet (belirli bir din, geleneksel davranış ve hayat tarzı) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine uymuşlarız.”.

(Peygamber de) demiştir: ‘Ben size, atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsamda  mı?’ Onlar da demişlerdir ki: ‘Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye karşı kafir olanlarız’.”(43 Zuhruf, 23,24)           

İdare-i maslahatçılar bu davranışları ile zalimlerin taktirlerini kazanabilir, övgülerine mazhar olabilirler ve fakat sevgilerini asla kazanamazlar. İdare-i maslahatçılar, değerler mücadelesinin  bu kanuniyetini idrak edememiş ve görememişlerdir. Onun için Kur’ân-ı Kerim ‘velî’ kelimesinin semantik alanına dikkat çekerek Müslümanları uyarmaktadır:

“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermekte kusur etmezler, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz ve düşmanlıkları ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.. Sizler işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitab’ın tümüne inanırsınız, onlar, sizinle karşılaştıklarında ‘inandık’ derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size karşı olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: ‘Kin ve öfkenizle geberin.’ Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir.

Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların ‘hileli düzenleri’ size hiçbir şeyle zarar veremez. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.” (3 Ali İmran 118-120)

İdare-i Maslahatçılar Uzlaştıkları Sistem Tarafından Tasfiye Edilirler

İdare-i maslahatçıların kaçınılmaz sonucu, ya tasfiye edilmek ya da Allah’ın azabına dûçar kalıp helâk olmaktır.

İdare-i maslahatçılar, kararlı ve ısrarlı mücadeleler sonucunda tasfiye edilip tarihin çöp sepetine atılırlar. Burada bu konu ele alınmayacaktır. Burada; idare-i maslahatçıların savundukları, taviz vererek uzlaşmaya çalıştıkları ve veli olarak kabul ettikleri mevcut çürümüş sistemin refahtan şımarıp azan önde gelen kesimi tarafından tasfiye edilecekleri kendilerine hatırlatılarak uyarılmaya çalışılacaktır.

Refahtan şımarıp azan zalimler grubu, idare-i maslahatçılara ihtiyaç duymadıkları anda, onlarla her türlü irtibatı kesip onları yok etmek için harekete geçerler:

“Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Resûlüllahı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah’a inandığınız için, vatanınızdan kovuyorlar. Siz Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıkmışsanız, nasıl olur da onlara sevgi gösterip sır verirsiniz? Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilmekteyim. Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık dümdüz yoldan sapmış olur.

Eğer size karşı ellerine bir fırsat geçerse, size düşman kesilirler. Ellerini de, dillerini de size fenalık etmek için uzatırlar ve sizin de kâfir olmanızı cân-u gönülden isterler.(Mümtahine 1-2)

Bu âyetin nüzûlü ile ilgili rivayet edilen olay;  idare-i maslahatçı düşünce ve hareket şekillerinin ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermektedir. Özündeki çıkarcılığı ve şahsi menfaatleri öne çekme psikolojisini yansıtması açısından da çok önemli bir olaydır:

Çok gizli tutulan Mekke’nin fetih hazırlıkları Müslüman olan Hatıb b. Ebî Beltea tarafından nasılsa öğrenilmiş ve Mekke’ye giden bir cariye vasıtasıyla Kureyşlilerin önde gelenlerine bir mektupla bilgi gönderilmek istenmiştir. Allah’ın Hz. Peygamberi(s.) bu istihbarat konusunda uyarması üzerine; Abdullah İbn Zübeyr ile Mikdad(r.a) görevlendirilmiş ve “Medine’den 22 mil mesafede bulacakları kadından” mektubu almaları istenmişti. Getirdikleri mektupta Mekke’ye sefer hazırlığı bildiriliyordu. Peygamberimiz Hatıb’a sebebini sorunca o: “Ya Resûlallah, ben küfre sempati duyduğumdan değil, ama ailem orada, Mekke’de onları koruyacak akrabalarım da yok. Bu davranışımı göz önünde bulundurarak Kureyşliler aileme sıkıntı vermezler ümidiyle bu işi yaptım” demiştir. Dikkat edilirse, küfre sempati beslememiş olmasına rağmen çıkarcı bir anlayışla ve gönüllü olarak Mekkelilere hizmete soyunmuştur. Gerçi buradaki olay bireysel bir olaydır. Bunun bir grup veya cemaat tarafından yapıldığını düşündüğümüzde, yapılacak tahribatın büyüklüğünü tahmin etmek zor olmasa gerekir.

Âyetlerde; davetçiler kendi inançlarını bırakıp kafir olmadıkça, uygun zaman ve zemini var olur olmaz her türlü kötülükle karşılaşacaklarının belirtilmiş olması, Müslümanlara  idare-i maslahat konusunda yapılan ciddi bir uyarıdır. Ali İmran sûresi 118-120. ayetler ile birlikte konuya yaklaştığımızda, idare-i maslahatçı ve uzlaşmacıların nihayetinde refahtan şımarıp azan zalimlerce tasfiye edileceğini rahatlıkla görebilmekteyiz. İslâm tarihi ve özellikle yakın tarih bunun canlı örnekleri ile doludur.

İdare-i Maslahatçılar Allah’ın Gazabına Uğrayıp Helâk Olurlar

İdare-i maslahatçı davranışın ikinci olası sonucu, Allah’ın gazabına uğrayarak helâk olmaktır. Bunu, Kur’ân’da mevcut topluma ibret için hatırlatılması istenen  ‘Cumartesi balık avlanma yasağını çiğneyen’ kasaba halkının başına gelenlerde görmekteyiz:

“Bir de onlara o deniz kıyısında bulunan şehir halkının başına gelenleri sor. Hani onlar sebt(cumartesi) gününün hükmüne saygısızlık edip Allah’ın koyduğu sınırı çiğniyorlardı.   Şöyle ki: Sebt gününün hükmünü gözettiklerinde balıklar yanlarına akın akın geliyordu; sebt yapmadıkları gün ise gelmiyordu. İşte fasıklıkları, yoldan çıkmaları sebebiyle onları böyle imtihan ediyorduk. 

 Hani onlardan bir cemaat: ‘Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?’ demişti.  O salih kişiler de: ‘Rabbinize mazeret arz edebilmek için! Bir de ne bilirsiniz, olur ki Allah’a karşı gelmekten nihayet sakınırlar ümidiyle öğüt veriyoruz’ diye cevap verdiler.

Kendilerine verilen öğütleri ve uyarıları kulak ardı edip onları bir tarafa bırakınca, içlerinden kötülükleri önlemeye çalışanları kurtarıp o zalimleri fasıklıkları yüzünden şiddetli bir azaba uğrattık. Şöyle ki: Onlar serkeşlik edip yasakları çiğnemekte ısrar edince onlara “hor ve hakir maymunlar haline gelin” diye emrettik. 

O vakit Rabbin, kıyamet gününe kadar onları kötü azaba uğratacak kimseler ortaya çıkaracağını bildirdi. Muhakkak ki Rabbin, dilediğinde cezayı çabucak veren, ama aslında Gafurdur, Rahimdir: Affı ve merhameti boldur.

Onları parça parça topluluklar halinde dünyanın her yerine dağıttık. Aralarında iyi kimseler de vardı, iyi olmayanlar da. Kötülüklerden dönüş yaparlar diye onları gâh nimetler, gâh musibetlerle imtihan ettik. (Araf 163-168)

Burada kötülükleri icra eden bir toplumun düzelmesi için kendilerine uygulanan bir imtihan sürecine dikkat çekilmektedir. Kötülüklerin icra edildiği toplumda 3 grup insan vardır: 1. Grup; kötülüğü icra edenler, 2. Grup; kötülüğe karşı çıkıp tavır alanlar, 3. Grup; ilk iki grup arasında olan mücadeleden rahatsız olanlardır. 3. grubun davranışı, idare-i maslahatçı ve çıkarcıdır. İdare-i maslahatçıların, çözümü başkalarına ve geleceğe bırakmaları gibi bu olayda geçen 3. grup da çözümü geleceğe bırakmakta ve kötülüğü icra edenlere karşı bir şey yapılmasını istememektedir. Hatta bu konuda Allah’ı görevlendirerek çözümü ertelemektedir. Bu amaçla kötülüğe karşı çıkanlara, “Allah’ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu gürûha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz?” diyerek kötülüğe karşı çıkanların mücadele azim ve kararlığını kıracak ve fakat kötülüğü icra edenleri şevklendirecek bir tutum ve tavır almaktadırlar.

Kendilerine yapılan uyarıları kabul etmeyen grupla ve kötülüklere karşı sessiz kalarak, hatta kötülüğü yapanlara karşı çıkanları engelleyerek tavır belirleyen grubun  akıbeti aynı olmuştur. Her iki grup Allah tarafından cezalandırmıştır.

Yukarıdaki âyetlerde (davet edenler hariç) kasaba halkına ‘azap edecek insanların musallat edileceğinin’ belirtilmesi, ‘paramparça edilip dünyanın her tarafına dağıtılmaları’, ‘dağıtılanlar içerisinde iyilerin de var’ olduğunun belirtilmesi; yukarıda ifade ettiğimiz  idare-i maslahatçıların sonlarına ilişkin genel bir kanuniyetin varlığına işaret etmektedir.

İdare-i Maslahatçılığın Doğal Sonucu Yeniden Gözden Geçirmecilik ve Yeniden Anlamlandırmacılıktır

Yukarıda ki ayetlerin devamında dikkatimizi çeken önemli bir husus da, idare-i maslahatçı politikaların insan zihninde yapacağı kirlenmenin doğal sonucu olarak daha da tahripkâr olan Yeniden Gözden Geçirmeci ve Yeniden Anlamlandırmacı (Revizyonist) bir hareketin ortaya çıkmış olabileceğidir:

“Onlardan sonra hayırsız bir nesil geldi ki, bunlar Kitab’a (Tevrat’a) varis oldular, ama âyetleri tahrif etme karşılığında şu değersiz dünya metaını alıp “Nasılsa affa nail oluruz!” düşüncesiyle hareket ettiler. Af umarken bile, öbür yandan yine gayr-ı meşrû bir meta, bir rüşvet zuhûr etse, onu da alırlar. Peki onlardan, Allah hakkında hak ve gerçek olandan başka bir şey söylemeyeceklerine dair Kitap’ta mevcut hükümler uyarınca söz alınmamış mıydı? Ve Kitab’ın içindekileri ders edinip okumamışlar mıydı? Halbuki ebedi ahiret yurdu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için elbette daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? (Araf 169)

Bu konu daha sonra ayrıntılı olarak incelenecektir. O nedenle burada  sadece bir hatırlatma yapılmaktadır.

Ne Yapmalı?

Şeytanî ittifakın İslâm coğrafyasında giriştiği işgal hareketi, ümmetin yürüyüşünü engellemek, kendilerine karşı başlatılan direniş hareketini kırmak için yeni işbirlikçiler arayıp bulabilecek, yeni idare-i maslahatçı politikaları savunabilecek gruplar ortaya çıkarabilecektir. Şeytanî ittifakın  askeri ve teknolojik gücü karşısında yapılabilecek başka bir şey yok diyerek günü kurtarmak tarzındaki politikalar, idare-i maslahatçı politikalardır. İdare-i maslahatçı politikalar, İslâm dünyası yöneticilerinin  bugüne kadar hem kendi içerisinde, hem de uluslar arası arenada uygulaya geldiği politikalardır. Gelinen nokta malumdur. Bu politikaların sonucunda İslâm dünyası, işgalle karşı karşıya kalmıştır. Şeytanî ittifakı dost, sırdaş, veli olarak görenlerin  bu gün bu acı gerçekle karşı karşıya kalıp uyanmış olmalarını arzu ederiz. Ancak bazıları açısından iş işten geçmiş, bizzat Şeytanî ittifak tarafından fonksiyonlarını tamamladıkları için tasfiye edilmişlerdir.

Bu dönemde de ortaya çıkabilecek yeni işbirlikçi ve idare-i maslahatçıların da akıbeti farklı olamayacaktır.

İdare-i maslahatçı hareketin yapabileceği tahribata karşı, acil tedbir olarak  Müslümanlar, aşağıda belirtilen hususlarda hassas davranmalıdır:

Ümmetin yürüyüşünü sekteye uğratacak, engelleyecek her türlü saptırıcı hareket ve davranışlara karşı çıkmalı, idare-i maslahatçıları uyarmalı ve ikna etmeye çalışmalıdır.

‘Cahil, bozguncu, gaflete düşenlerin yoluna uymamalıdır’5

‘Hainleri savunmamalı ve nefsine ihanet edenlerden yana tavır almamalıdır’6

‘Suçlu günahkarları desteklememelidir’7

‘Zalimlere, kafirlere, müşriklere, münafıklara, dünya hayatından başkasını istemeyenlere ve yalancılara vekil olmamalı, hevalarına uymamalı, onları benimsememelidir’8; ‘Veli(dost ve sırdaş) olarak kabul etmemeli ve onlardan kopup uzaklaşmalıdır’9  

Tarihin omuzlarımıza yüklediği en acil görevler bugün için bunlardır. Bunu yaptığımız taktirde hiç şüphesiz kazanacak olanlar bizler olacağız:

“Dinlerini bir oyuncak ve eğlence haline getiren, kendilerini dünya hayatı aldatmış olan kimseleri kendi hallerine bırak. Sen yalnız Kur’ân ile va’z et ki, Allah’tan başka yardımcısı ve şefaatçisi bulunmayan hiçbir nefis, işlediği günahlar yüzünden helâke teslim edilmesin, sürüklenip atılmasın. O, her türlü fidyeyi denkleştirse bile, yine ondan alınıp kabul edilmez. İşledikleri günahları yüzünden helâke sürüklenenler, mahvolanlar, işte bunlardır. İnkârlarından dolayı onlara kaynar sudan bir içecek ve acı veren bir azap vardır.” (Enam 70) 

Kaynaklar

1. 6/ 66, 15/6, 37/ 36, 26/ 153, 7/ 66, 60, 127, 27/ 47, 10/ 78

2. 8/ 31, 26/137, 6/5, 11, 66

3. 34/ 43, 38/ 6, 71/ 71, 10/ 78, 23/24, 6/26, 7/ 76, 11/ 55.

4. 7/ 82, 86, 88, 90, 124, 127, 37/ 97, 14/24, 14, 26/116, 8/ 30, 11/ 91.

5. 7/199 , 7/142, /205 , 6/19, 35 , 25/52 38/26  42/15,18

6. 4/107-110, 105

7. 28/17, 86, 87   11/113, 59   12/108   4/107-110, 105

8. 25/43   96/19   68/7-15   76/24   11/59, 113   3/149  18/28   26/151-152   33/48 42/15    38/26   25/52  33/48  25/52

9.  2/144, 149, 15073/10-11 7/179-181 19/47- 49 10/105   60/4-6   4/138-140 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...