1 Ağustos 2006 Salı

TÜM İNSANLIĞA KARŞI AÇILMIŞ BİR SAVAŞ -I: SİYONİZMİN TEMEL VARSAYIMLARI

 (Umran Dergisi)

“Ne var ki siyasî Siyonizm İsrail’in Allah’ı yerine İsrail devletini koymuştur.” R. Garaudy


İsrail, deniz kenarında piknik yapan Filistinli bir aileyi tümden katlediyor. Filistin’in bağımsızlığı için mücadele eden teşkilatlardan biri, bu katliama cevap olarak, bir İsrail askerini kaçırıyor ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklulara karşılık İsrailli askerin bırakılacağını açıklıyor. İsrail ise Hamas yönetimini suçlayarak Gazze’ye giriyor, karadan ve havadan sivil halkı bombalıyor. Filistinli bakan ve milletvekillerini esir alıp İsrail hapishanelerine götürüyor. İsrail’in bu çılgınlığına cevap olarak Hizbullah, Hamas’a sahip çıkıyor; İsrail’in bir tankını havaya uçurup 6 askerini öldürüyor ve iki askerini de kaçırıyor.

Ardarda askerlerinin kaçırılması ile İsrail ordusunun büyüsü bozuluyor. Çılgına dönen İsrail yönetimi, Lübnan’ı, bir işgale hazırlık olarak, karadan, havadan ve denizden bombalamaya başlıyor ve de günlerce bombardıman devam ediyor. Bombalama, Lübnan’ın alt yapısına ve sivil hedeflere dönük. Şimdilik 500 civarında sivilin öldüğü, binlercesinin yaralandığı ve bir çok kentin hayalet şehir haline döndüğü ifade ediliyor.

Uluslararası tüm hukuk kuralları ihlal edilmiş olmasına rağmen İslam alemi susuyor, dünya susuyor ve uluslararası tüm kuruluşlar susuyor. Ve dünyanın zenginleri G-8’ler, ‘İsrail’in kendini savunma hakkı’ olduğunu söyleme duygusuzluğunu ve yüzsüzlüğünü gösterebiliyor.

Gerçekten de bu, uluslararası hukuka göre meşru bir savunma hakkı mı?

İsrail operasyonlarının başladığı bir dönemde Türkiye’de, PKK terörü eş zamanlı olarak hortluyor. Bir hafta içerisinde 20 civarında insanımız öldürülüyor. İsrail gibi sınır ötesi operasyon gündeme geldiğinde ABD, ‘hayır’ diyor.

İsrail için meşru müdafaa hakkı olan Türkiye için neden olmuyor?

Bütün bunların sorgulanması, dost, düşman ve müttefik tanımının yeniden yapılması gerekmiyor mu?

Gerçekte olup biten nedir?

Ortadoğu’da bugün yaşananlar, bugünle sınırlı olmayıp bugünde de kalacak değildir. Bugün yaşananlar, ‘Büyük İsrail’ için yıllardır uygulanan bir stratejinin kilometre taşlarıdır. 11 Eylül ABD provokasyonundan sonra buna Büyük Ortadoğu Projesi eklenmiştir. İki proje birbiri ile senkron bir şekilde yürütülmeye çalışılmaktadır. Büyük Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan ve de bulacak olaylara, bu iki proje çerçevesinden bakılmadıkça olayları ne algılamak ne de anlamak mümkündür.

Bu çalışmanın amacı, son olayların arkasındaki ana niyetin ne olduğunu ve ne ile karşı karşıya kaldığımızı, kime, niçin karşı olmamız gerektiğini ana hatları ile, Siyonizm çerçevesinde, ortaya koymaktır.

Sürgünden Devlete

İsrailoğulları, yaşadıkları bölgelerde yaptıkları işlerden dolayı iki kez yurtlarından sürülmüşlerdir. Bu sürgün, cezalandırılma gerekçelerine ağırlık verilerek Kur’ân’da, İsra sÛresinde, özet olarak verilmektedir:

“Tevrat’ta Yahudiler hakkında ‘Yeryüzünde iki kez kargaşa çıkaracaksınız ve bu arada parlak bir yükseliş dönemi yaşayacaksınız’ diye hüküm verdik.

Birinci kargaşaya ilişkin ilahi cezanın vadesi gelince üzerinize son derece atılgan ve acımasız kullarımızı saldık. Bunlar evlerinizin köşe bucaklarını arayarak sizi yakalamaya giriştiler. Bu, Allah’ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir sözü idi.

Sonra onlara karşı size tekrar ‘güç ve kuvvet verdik’, size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak da sizi sayıca çok kıldık.

Eğer iyilik ederseniz kendi nefsinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz o da (kendinizin) aleyhindedir. Sonuncu vaat geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi ‘kötü duruma soksunlar’, birincisinde ona girdikleri gibi mescide(Kudüs) girsinler ve ele geçirdiklerini ‘darmadağın edip mahvetsinler’(17/4-7)

Tevrat’ta ise bu konu,Tesniye 28/15-68 ve Leviller 26/14-39 bölümlerinde oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Cezalandırılma nedenleri ve cezalandırılma şekilleri açıklanır. Öngörülen cezalar, insanın tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile. Ancak bunların tümüne burada yer vermemiz mümkün değil. Sürgün edilme nedenleri ve sürgünü içeren ayetleri aşağıya almaktayız.

Lev.26: 14 “Ama beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız.

Lev.26: 15 Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı bozarsanız,

Lev.26: 16 sizi şöyle cezalandıracağım:..

 Lev.26: 17 Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız.

Lev.26: 33 Sizi öteki ulusların arasına dağıtacak, kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak, kentleriniz harabeye dönecek.

Lev.26: 36 “Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın yüreğine öyle bir korku düşüreceğim ki, rüzgarın sürüklediği yaprakların sesinden bile kaçacaklar. Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde kovalayan olmadığı halde düşecekler.

Lev.26: 37 Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına birbirlerinin üzerine yıkılacaklar. Düşmanlarınızın karşısında ayakta duramayacaksınız.

Lev.26: 38 Öteki ulusların arasında yok olacaksınız. Düşman ülkeler sizi yutacak.

Lev.26: 39 Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip gidecekler.

Yas.28: 36 “RAB sizi ve başınıza atayacağınız kralı sizin de atalarınızın da bilmediği bir ulusa sürecek. Orada ağaçtan, taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.

Yas.28: 37 RAB’bin sizi süreceği bütün uluslar başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak, sizinle eğlenecekler.”

Yas.28: 41 Oğullarınız, kızlarınız olacak, ama sizinle kalmayacaklar, sürgüne gönderilecekler.

Yas.28: 48 “RAB’bin üzerinize göndereceği düşmanlara kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim duyacaksınız. RAB sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.

Yas.28: 49-50 RAB uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu -dilini bilmediğiniz bir ulusu, yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu- birden çullanan bir kartal gibi başınıza getirecek.

Yas.28: 64 RAB sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. Orada sizin de atalarınızın da tanımadığı,ağaçtan ve taştan yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.

Yas.28: 65 Bu uluslar arasında ne esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada RAB size titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek.

Son sürgünden sonra İsrail oğulları dünyanın dört bir yanına dağılmışlar, farklı cemaat yapıları veya örgüt çatıları altında vatanları olmadan kimliklerini korumaya çalışmışlardır.

19. asırdan itibaren bir çok ideolojik hareketin içerisinde yer almışlar ve pek çok yer altı örgütü kurmuşlar veya içerisinde bulunmuşlardır. Dünyanın her yanına dağılan Yahudiler, genelde ticaretle uğraştıklarından sermaye gücünü ellerinde bulundurmuşlardır. Gene Yahudiler, gittikleri her ülkede medya gücünü elde etmeyi amaçlamışlardır. Medya ve sermaye gücü ile daima yönetimlerin üzerinde baskı gücü oluşturmuş, ülkelerin kaderlerinde söz sahibi olmuşlardır. Bu durum Yahudilere karşı var olan antipatinin daha da artmasına sebebiyet vermiştir.

Yahudilerin bir vatanı olması, bir özlem/ideal olarak kafalarda var olsa bile bir hareketin ortak paydası haline gelememiştir. Yahudilerin bir vatanı olması ve bu vatanın da Filistin’de olması gerektiğini ilk defa derli-toplu bir proje haline getiren Teoder Herzl olmuştur. Politik Siyonizm’in kökleri eskiye dayansa bile onu projelendiren ve güçlü bir akım haline getiren Herzl’dir. Sadece bir vatana değil aynı zamanda da bir devlete sahip olma, Politik Siyonizm’in ana hedefi olmuştur.

1897 Basel Birinci Siyonist Kongresinde Siyonist hareket için bir hedef ve bir program ortaya konmuştur: “Siyonizm’in hedefi, Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir vatan yaratmaktır”.

Bu fikri gerçekleştirmek için öngörülen program ise şudur: “1-Filistin’de Yahudi kolonisinin tesisi. 2-Yahudilerin yaşadığı her bir ülkedeki kurumlar vasıtasıyla dünya Yahudilerini birleştirme amacına matuf bir örgütün kurulması. 3-Yahudi ulusal fikrinin güçlendirilmesi. 4- Siyonizm’in hedefinin ifası için, yönetimin onayının sağlanması”1

Kararlara dikkat edilirse, tüm Yahudilerin gelecekle ilgili aynı fikri paylaşmadıkları görülür. O nedenle bir devlet fikrine, dünyaya dağılmış Yahudilerin ikna edilmesi politika olarak benimsenmiştir. Bugün bile Siyonist olan Yahudilerle Siyonist olmayan Yahudiler mevcuttur ve aralarında ciddi fikir ve metot farklılıkları vardır. Bu nedenle bu iki zümrenin düşünce ve davranış farklılıklarını gözönüne alarak konuşmak ve yazmak gerekmektedir. Bu iki zümreyi aynı kategoriye koymak yanlıştır. O nedenle Yahudi/Yahudilik genellemesi yerine Siyonist/Siyonizm kavramlarını kullanmak daha doğru, daha tutarlı bir davranıştır.

Herzl, Filistin’e Yahudilerin yerleştirilmesi için önce,1898 yılında, Alman imparatoru Wilhelm II ile; 1901 yılında da Sultan Abdülhamit ile görüşmüştür. Her ikisi de Herzl’in fikrini reddetmişlerdir. Abdülhamit’in Herzl’in teklifini reddetmesi üzerine Abdülhamit’e karşı büyük bir karalama kampanyası başlatarak onu yıpratmaya ve iktidardan düşürmeye çalışmışlardır. Gerçekten de Sultan Abdülhamit yüzyıl sonrasını düşünmüş, gelecekte olabilecekleri görmüş ve teklifi reddetmiştir. Ne yazık ki Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve Emir Faysal, tehlikeyi görememiş Weizmann ile 1918’de bir Arap-Yahudi Dostluk Anlaşması imzalayarak Yahudilerin Filistin’e göç etmelerine destek vermişlerdir.2

Almanya ve Osmanlıdan sonra Herzl, dikkatini İngiltere üzerinde yoğunlaştırmıştır. Herzl’in ölümünden(1904) sonra yerine Rusyalı Yahudi kimyager Chaim Weizmann geçmiştir. Bunun zamanında Siyonistler, pek çok kongre düzenleyip İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve ABD yönetimleri nezdinde yoğun temaslarda bulunmuşlardır. Balfour Deklarasyonu, Churchill Beyaz Bildirisi ve Kraliyet Komisyonu Raporları ile çok önemli başarılar kazanmışlar, hedefe adım adım ilerlemişlerdir.

Siyonistlerin ısrarlı, metotlu, planlı ve stratejili çalışılması ile II.Dünya Savaşı sonunda, Basel Kongresinden 51 yıl sonra 1948 yılında bir İsrail Devleti kurulmuştur.

Siyonizm Nedir?

Bu soruya farklı cevaplar verilebilir. Garaudy Siyonizm’i, “Dini” ve “Siyasi” Siyonizm olmak üzere iki ana kategoriye ayırmanın daha gerçekçi olduğunu ifade eder. Bu ayırımı ve Siyonizm’in değişik veçhelerini Siyonizm Dosyası adlı eserinde ayrıntısı ile inceler.3 Siyasî Siyonizm’in tanımlarını daha özet bir şekilde, İsrail Mitler ve Terör adlı eserinde verir. Orada Siyonist kaynaklara dayanarak Siyonizm’i siyasi, milli ve sömürgeci bir doktrin olarak tanımlar:

1-Siyasî bir doktrindir: “1896’dan itibaren, Siyonizm Théodore Herzl tarafından kurulmuş olan siyasî hareketin adıdır.”4

2-Milliyetçi bir doktrindir: “Yahudi meselesi benim için ne sosyal, ne de dinî bir meseledir..., sadece millî bir meseledir.” der Herzl .4

3-Sömürgeci bir doktrindir: Herzl, Kendi sözleşmeli şirketinden bir Güney Afrika (Rhodezya) yapmasını bilmiş olan Cecil Rodes’e 11 Ocak 1902’de yazdığı mektupta Siyonizm’in sömürgeci bir doktrin olduğunu ifade etmektedir:

“Programımı incelemiş olduğunuzu ve kabul ettiğinizi belirten bir yazı göndermenizi istirham ediyorum. Mösyö Rhodes, niçin size müracaat ettiğimi merak ediyorsunuzdur. Çünkü benim programım da bir sömürge programıdır.”4

Dolayısıyla Siyonizm, Herzl’in tanımlamalarından hareketle, politik, milli ve sömürgeci bir doktrin olarak tanımlanabilir.

Herzl’in bu tanımlamaları birçok Yahudi tarafından eleştirilse de Weizmann, Ben Gurion, Jabotinsky’nin çok sistematik, planlı ve örgütlü çalışmaları, karşı fikirlerin etkisiz kalmasını sağlamış ve Siyonizm’i doktriner temelleri olan bir ideoloji haline getirmiştir

Bu çalışmada Siyonizm derken sadece Siyasî Siyonizm’i kastetmekteyiz.

SİYONİZMİN TEMEL VARSAYIMLARI

Siyonizm’in temel varsayımlarını, olmazsa olmazlarını, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

1-         ‘Vaad edilmiş topraklar’,

2-         ‘Seçilmiş halk’,

3-         ‘Etnik safIık’ ya da ‘Arı ırk’,

4-         ‘Etnik temizlik ya da soykırım’,

5-         ‘Dünya Yahudileri için bir tek devlet vardır’: İsrail,

6-         ‘Dünya hakimiyeti’.

‘Vaad Edilmiş Topraklar’

Siyonistler, dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete geçirebilmek için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir:

“Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)

Bu, yapılan seçime yani mümin olmaya bağlı, şartlı bir vaattir. Bu, Hz. İbrahim’i takip eden müminlere yapılan bir vaattir. Ancak Siyonist önderler bunu, İsrailoğullarının inançları ne olursa olsun Allah tarafından yalnızca İsrailoğullarına, yanı bir ırka, yapılmış bir vaat olarak kabul etmekte ve İsraillilere benimsetmeye çalışmaktadırlar.

 İsrail hükümetinin istatistiklerine göre İsraillilerin %15’i inanç sahibidir. %85’lık bir kesim ne ‘dini ibadeti kabul etmekte’ ne de ‘dini inancı’ benimsemektedir. İsrail’deki dini partilerin oy potansiyeli son derece düşüktür. Bütün bunlara karşın İsraillilerin %90’ı, ‘Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların’ kendilerine, inanmadıkları bir Allah tarafından vaad edildiğine iman etmişlerdir.5 Böyle bir sonuç, dindarlıktan kaynaklanmayıp Siyonist yöneticilerin uzun vadeli, planlı beyin yıkamaya dayalı çalışmalarının bir sonucu olmaktadır.

Bundan dolayı Siyonist önderlerin Yahudi devletinin sınırları konusunda kafalarında hep bir gizli gündem var olmuştur. Ancak pratikte bunu zamana yayarak Weizmann’ın ‘ihtiyatlı manipulasyon politikasıyla’ gizleyebilmişlerdir.

Hareketin başlatıcı önderi Herzl’in kafasında ‘Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar’ gizli bir gündem maddesi olarak vardı. 1902’de Herzl yazdığı Altneuland adındaki romanında “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat nehrine, Güney Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu.6 demektedir. Yahudi devleti kitabında ise “Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur...tek başına bu isim halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır”4 der.

Kraliyet Komisyonunun taksim planında Negev’in Arap bölgesinde kalması durumunda ortaya konan tepkilere Weizmann’ın cevabının, ‘O elden kaçmayacaktır’ tarzında olması,6 Siyonist liderlerin kafasında görünürden farklı bir İsrail tasavvuru olduğunu göstermektedir. Nitekim Herzl’i takip eden bütün Siyonist önderler, buna önemle vurgu yapmışlardır:

Madam Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur.

Menahem Beghin: Bu toprak bize vaad edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır” ... “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.”5

Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.”

 Moşe Dayan:Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.”

“Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi’ne bakın. Orada hiçbir toprak sınırı zikredilmiyor. Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz.”5

İsrail savaşçıları adlı grup, 4 Kasım 1995’de “vaad edilmiş toprakları” Araplara bırakacak her kişiyi “Allah’ın emri üzerine” katledeceklerini söyleyerek İzak Rabin’i öldürürlerken7 böyle bir beyin yıkamanın etkisi altında idiler.

‘Seçilmiş Halk/Kavim’ ya da ‘Üstün Irk’

Siyonistler tarafından çarpıtılarak kullanılan diğer bir konu, Yahudilerin Allah tarafından seçilmiş bir kavim, ‘Seçilmiş Halk’ olduğu fikridir. Bu, Siyonistler için ikinci ana varsayım olup Tevrat’a dayandırılmaktadır:

“Şöyle seslenir Rab: Benim ilk doğan oğlum İsrail’dir.” (Çıkış, 4/22)

“Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti. RAB’bin sizi sevmesinin ve seçmesinin nedeni öbür halklardan daha kalabalık olduğunuzdan değil. Siz sayıca öbür halklardan azdınız.” (Tesniye 7/6-7)

Bu, Siyonist önderler tarafından çarpıtılarak geliştirilmiştir. Bu kabulle dünyada insanları seçkin olanlar ve olmayanlar diye iki sınıfa ayırmışlardır. Haham Cohen’in Talmud adlı eserinde bu çarpıtma açık bir şekilde görülmektedir :

 Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel dogmadır (kabul, varsayım).” 8

Bu, ‘Vaad Edilmiş Topraklar’ varsayımında olduğu gibi Tevrat’ın bütünlüğünün gözden kaçırılması ve sathî okunmasının doğal bir sonucudur. Allah’ın tüm vaatleri “iman etme” şartına bağlıdır. Bunun için sadece Tesniye 28. ve Leviller 26. bölümlerinde ‘seçilmiş bir halka’(!) reva görülen cezaların sebeplerine bakmak yeterli olur kanaatindeyiz.

‘Etnik Saflık’ ya da ‘Arı Irk’ 

İsrailliler seçilmiş üstün bir kavim olunca onun kanı, diğer ikinci sınıf insanların kanları ile karışıp pislenmemelidir. ikinci sınıf Yahudi olmayanlarla evlenmek etnik saflığı bozar. Yabancılarla evlenme yasağı, Tevrat’ın değişik bölümlerine atıfta bulunularak dile getirilmektedir:

Kızlarını oğullarınıza alırsınız. Kızlar başka ilahlara gönül verirken oğullarınızı da artlarından sürükler.” (Çıkış 34: 16)

“Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız. “

“Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek.” (Tesniye 7/3-4)

“Bütün bunlardan sonra, önderler yanıma gelerek şöyle dediler: “İsrail halkı, kâhinlerle Levililer dahil, çevredeki halkların -Kenanlılar’ın, Hititler’in*, Perizliler’in,Yevuslular’ın, Ammonlular’ın, Moavlılar’ın, Mısırlılar’ın,Amorlular’ın- iğrenç alışkanlıklarından kendilerini ayrı tutmadı.

Kendilerine ve oğullarına bu halklardan kız aldılar. Böylece kutsal soy çevredeki halklarla karıştı. Önderlerle görevliler bu hainlikte öncülük etti.” (Ezra, 9/1-2)

 “Kâhin Ezra kalkıp, “Siz Tanrı’ya ihanet ettiniz” dedi,”Yabancı kadınlarla evlendiniz. İsrail’in suçuna suç kattınız.

Şimdi atalarınızın Tanrısı RAB’be suçunuzu açıklayın. O’nun istediğini yapın. Çevredeki halklardan ve yabancı karılardan ayrılın. (Ezra10/10-11)

 “Çocuklarının yarısı Aşdot dilini ya da öbür halkların dilini konuşuyor, Yahudi dilini bilmiyorlardı.

…Tanrı’nın adıyla onlara ant içirdim ve, ‘Yabancılara kız verip kız almayacaksınız’ dedim.” (Nehemya 13/24-25)

Halkı bütün yabancılardan arındırdım.” (Nehemya 13/30)

Bu bölümlerdeki Tevrat ayetleri bir bütün olarak gözönüne alındığında yabancılarla evlenme üzerinde hassasiyetle durulmasındaki hikmet, bir Irkın saflığının korunması değildir. Tam tersine inanç ve değerler sisteminin korunması asıl amaçtır. Bu evliliklerle Rabb olan Allah’ın yolundan sapma, başka ilahlar edinme tehlikesi esas alınmıştır. Tesniye 7/4, Ezra 9/1 ve Yeşu 23/16’da bu çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Bir başka gerekçe de Nehemya 13/24’de yer alan İsrail dilinin unutulması tehlikesidir. Ancak Siyonistler bu temel noktaları ve Tevrat’ın bütünlüğündeki amacı, hiç göz önüne almadan Yabancılarla evlenme yasağını seçkin halkın korunması olarak yorumlayıp kullanmışlardır. Yabancılarla evlenenleri dışlamışlar hatta kendi mezarlıklarına koydurmamışlardır. Konulanları, hem mezarlıklarından dışarı atmış hem de anti-semitizm için istismar etmişlerdir.

Bu anlamdaki istismar örneklerinden en önemlisi Fransa’daki, Carpentras (Karpantra) Mezarlığı hadisesidir. Mayıs 1990’da, Carpentras Yahudi mezarlığında, bazı kabirler açılmış, ölülerden birinin cesedinin kazığa oturtulduğu ve bir başka mezara nakledildiği iddia edilmiştir. Ceset (Mösyö Germon’un) kazığa oturtulmamış ve fakat Hıristiyan mezarlığına götürülmüştü. Ancak medyada kazığa oturtma hadisesi daha geniş yer almıştı. Fransız halkı sokağa dökülmüştü. ‘14 Mayıs 1990’da düzenlenen protestoda, polise göre seksen bin, düzenleyicilere göre ise 200 bin kişi Paris’te gösteri yapmıştı. Notre-Dame’ın büyük çanı onların şerefine çalmıştı.’

‘Kazığa Oturtmayı’ kim uydurmuştu ve kim, niçin kamuoyunda bir kin ve nefret oluşturmak için kullanmaktaydı? Bundan kim yarar, kim de zarar görmekteydi?

Gösteride konuşan Başhaham Sitruk’un bazı yerlere yaptığı gönderme bu provokasyonun amacını açıklıyordu. Anti Siyonistler tehdit ediliyordu:

 “Kimsenin ulu orta konuşmasına müsaade etmeyelim! ‘Revizyonist’ profesörlere, sorumsuz siyaset adamlarına derslerini verelim!” 9

Olayın ilk heyecanı geçtikten sonra Carpentras olayı sessizliğe gömülmüştü. Faillerin bulunması önemsiz hale gelmişti Bundan sonra olayın kamuoyunun gündeminden çıkarılması gerekiyordu. Şahitler susturulmuştu. Ölülerin tekrar kutsanmasını Hahamlar kurulunun istememesi üzerine de kimse durmamıştı. Çünkü kurcalandığında altından Çapanoğlu çıkacağı bazılarınca çok iyi bilinmekteydi. Olay yıllar sonra açıklığa kavuşmuştu.

Yahudi olan Mösyö Germon, Hıristiyan bir kadınla evlenmiş olduğundan dolayı ‘Seçilmiş hHalkı kirletmişti ve bundan dolayı suçluydu’. Onun için cesedi, bir Katolik erkekle evlenmiş olmaktan suçlu olan Yahudi Madam Emma Ullma’nın kabri üstüne götürülüp atılmıştı.9

Benzer bir olay, 2 Mart 1984’te Tel-Aviv yakınındaki Rişon Letzion İsrail mezarlığında meydana gelmişti. ‘Bir kadının cesedi mezardan çıkarılmış ve Yahudi mezarlığının dışına atılmıştı’. Çünkü o, ‘bir Yahudi’nin karısı olmakla beraber, Hıristiyan menşeli olan Madam Teresa Engelowicz’indi’.9

Bu boyutları ile baktığımızda Siyonist ırkçıların Nazi ırkçılardan hiçbir farkı yoktur. Naziler, ırkçı Nürnberg kanunlarını Yahudilerden esinlenerek hazırladıklarını söylemişlerdir. Nürnberg mahkemesinde Nazi ırk “teorisyeni” Julius Streicher’in bir soruya verdiği cevap dikkat çekicidir:

“Sanık Streicher: -Evet, şu anlamda katıldım ki ben senelerdir, Alman kanı ile Yahudi kanının her türlü karışımının önlenmesi gerektiğini yazıyordum. Bu yönde makaleler yazdım ve model olarak Yahudi ırkını veya Yahudi halkını almamız gerektiğini her zaman tekrarladım. Ben makalelerimde daima Yahudilerin diğer ırklar tarafından bir model olarak düşünülmeleri gerektiğini tekrarladım, zira onlar ırkçı bir kanuna, Hz. Musa’nın şöyle diyen kanununa sahip bulunuyorlar:

“Yabancı bir ülkeye giderseniz, yabancı kadınları almamalısınız.” İşte bu hüküm beyler, Nürnberg kanunlarını yargılamanız için son derecede önemlidir. Bu Yahudi kanunları model olarak alınmıştır. Yüzyıllar sonra, Yahudi yasa koyucu Ezra, bütün bunlara rağmen, birçok Yahudi’nin Yahudi olmayan kadınlarla evlenmiş olduklarını tespit ettiğinde, bu evlilikler bozulmuştur. Yahudiler’in menşei böyledir. Bu ırkçı kanunları sayesinde, asırlarca varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Oysa bütün diğer ırklar ve bütün diğer medeniyetler yok olup gitmişlerdir.”10

Nitekim İsrail Anayasa Mahkemesi’nde hâkimlik yapmış olan Haim Cohen, Nazizm ile Siyonizm arasındaki bu ilişkiye dikkat çekerek Yahudileri uyarmaya çalışır:

“Talihin acı cilvesine bakın ki Naziler tarafından savunulan ve Nürnberg’in yüzkarası kanunlarına ilham kaynağı olan ırkçı ve biyolojik tezlerin aynıları, İsrail devletinin bağrında Yahudilik’in tarifinde temel vazifesi görüyorlar” 10

Siyonistlerin Ortadoğu’da yaptıklarından hareketle Birleşmiş Milletler, 10 Kasım 1975’te, ‘Siyonizm’in bir ırkçılık ve ırk ayırımcılığı şekli olduğunu’ kabul etmiştir. Ancak Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından Amerika Birleşik Devletlerinin baskısıyla bu karar, 16 Aralık 1991’de kaldırılmıştır.10

‘Etnik Temizlik’ ya da ‘Soykırım’

Siyonistler, insanları seçkin olanlar ve olmayanlar diye iki kategoriye ayırmakta, Yahudi olmayan tüm insanları ikinci sınıf ve de İsrailoğullarının kölesi ve hizmetkarları olarak kabul ettiklerinden, hizmette kusur edenlerin etnik temizliğe tabi tutulmalarını doğal bir hak olarak görmektedirler. Onlara göre gerek Hz. Musa ve gerekse onun yerine geçen Yeşu soykırım için Allah tarafından görevlendirilmişlerdir:

“(Medyenliler’in yenilmesi üzerine), “Rabb’in Musa’ya emretmiş olduğu gibi, bütün erkekleri öldürdüler”, “kadınları esir aldılar”, “bütün şehirleri yaktılar”. Hz. Musa’ya döndükleri zaman, “Musa kızdı. Onlara, bütün kadınları hayatta bıraktınız demek! dedi... Pekâlâ, şimdi, bütün erkek çocukları ve bir erkekle karı koca hayatı yaşamış bütün kadınları öldürün... Fakat bütün bakireleri... kendinize saklayın” (Sayılar 31/14-18).

 “Ve Yeşu o günde Makkeda’yı aldı ve onu ve kralını kılıçtan geçirdi. Onları ve onda olan bütün canlıları tamamen yok etti. Arta kalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail Makkeda’dan Libna’ya geçti ve Libna’ya karşı cenk etti. Ve kralı ile beraber bunu da Rab İsrail’in eline verdi. Onu ve onda olan bütün canlıları kılıçtan geçirdi. Onda arta kalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle birlikte bütün İsrail Libna’dan Lakiş’e geçti. Ve onun karşısına kondu ve onunla cenk etti. Ve Rab Lakiş’i İsrail’in eline verdi. Ve onu ikinci günde aldı. Ve Libna’ya yaptığı her şeye göre, onu ve onda olan bütün canlıları kılıçtan geçirdi.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail Lakiş’ten Eglon’a geçti. Ve onun karşısına kondular ve ona karşı cenk ettiler ve onu o günde aldılar ve onu kılıçtan geçirdiler. Ve Lakiş’e karşı yaptığı her şeye göre, onda olan bütün canlıları o günde tamamen yok etti.  (Yeşu, 10/28-36)

 “Ve Rab İsrail’in sesini işitti ve Kenânlıları ele verdi ve onları ve şehirlerini bütün bütün yok ettiler” (Sayılar, 21/3).

“(Amoriler ve kralları ile ilgili olarak) Ve onu ve oğullarını ve bütün kavmini, kendisinde bir kimse kalmayıncaya kadar vurdular ve onun memleketini aldılar (Sayılar, 21/35).

“Rab, senin Tanrın seni ülkeye soktuğu zaman... ve senin önünde sayısız milletleri kovduğu zaman... sen onların hepsini imha edeceksin” (Tesniye, 7/1-2) ve sen onları yok edeceksin” (Tesniye, 7/24).

Millî Yahudi Fonu” Müdürü Yossef Weitz, 1940’ta Filistin topraklarında iki halka yer olmadığını açıkça belirtiyordu:

“Bu ülkede iki halka yer olmadığını açıkça bilmemiz gerekir. Eğer Araplar terk eder giderlerse, burası bize yeter. Onların yerini değiştirmekten başka çare yoktur; tek bir köyün, tek bir kabilenin bırakılmaması lâzımdır... Roosevelt’e ve bütün dost devlet başkanlarına izah etmek gerekir ki, bütün Araplar çekip giderse ve sınırlar Litani ırmağı boyunca kuzeye doğru ve doğuya, Golan tepelerine doğru biraz ileri itilirse, İsrail toprağı fazla küçük sayılmaz.”5

Madam Golda Meir ise 15 Haziran 1969 tarihli Sunday Times’a verdiği demecinde Filistin halkını yok sayıyordu:

Bir Filistin halkı yoktur... Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir.”5

Bu psikoloji ile Siyonist önderler “Halkı olmayan topraklara, toprağı olmayan bir halkın yerleştirilmesi” gerektiğini söyleyip durmuşlardır. Bu etnik temizlik varsayımı doğrultusunda;

-“9 Nisan 1948’de Menahem Beghin, kendisine bağlı İrgun askerleriyle birlikte Deyr Yasin köyünün erkek, kadın ve çocuk 254 sâkinini katliama tabi tutmuştur”.10       

-Ben Gurion, Beghin’in ırkçı olmasından övgüyle bahsetmekte bir sakınca görmemektedir:

“Beghin su götürmez bir şekilde Hitler’in karakterini taşıyor. İsrail’in birliği rüyasını gerçekleştirmek için bütün Arapları imha etmeye ve bu kutsal gaye için bütün vasıtaları kullanmaya hazır bir ırkçıdır.”5

-İsrail’in büyük gazetesi Yediot Aharonoth’ta, 14 Temmuz 1972 tarihinde, Yoram Ben Portath, Filistin topraklarında bir etnik temizlik yapılması gerektiğini yazmıştır:

“Zamanın unutturduğu birtakım vakıaları kamuoyuna açıkça ve cesaretle izah etmeleri İsrail yöneticilerinin görevidir. Bunlardan birincisi, Araplar bertaraf edilip toprakları müsadere edilmedikçe, Siyonizmin, kolonileri yerleştirmenin, İsrail devletinin olmayacağı vakıasıdır.”5

-Batı Şeria’daki Kiryat Arba kolonisinden Doktor Baruch Goldstein, ‘atalarının mezarları başında dua eden Filistinlilerden yirmi beş kişiyi mitralyözle tarayarak öldürmüş ve elliden fazla kişiyi yaralamıştı.’5

-Keza Lübnan’ın istilâsına komuta eden General olan Ariel Şaron, Sabra ve Şatila adlı Filistin kamplarında Falanjistler’in kıyım yapmasını organize etmiştir.5

İlahi tecelli: şimdi o Şaron ölememekte, bitkisel bir hayat yaşamaktadır.

-Amerikalı Siyonistlerin Kızılderilileri kitle halinde imha etmesi aynı mantığın ürünüydü:. “Amerika’nın koyu dindar ilk sömürgecileri, topraklarını ellerinden almak için yaptıkları Kızılderili avı sırasında, hep Yeşu’yu ve onun Amoriler ile Filistîler’i “kutsal yok edişi”ni yâd ediyorlardı.”5

Bütün Siyonistler, aralarında farklılıklar olsa bile, hepsinin ortak özelliği, arı bir ırk için tüm yabancıların mallarına el koymak, onları sürüp çıkarmak ya da toptan imha ederek vaad edilmiş toprakların yegane hakimi olmaktır. Bu boyutu ile her biri birer Hitler’dir.

Dünyadaki Yahudiler İçin Tek Devlet Vardır: İsrail

Siyonist hareket, başlangıçtan beri dünyadaki tüm Yahudileri İsrail Devleti idealine bağlı kalmaya ve ona her ne olursa olsun hizmet etmeye zorlamıştır. Siyonistlerin faaliyet gösterdiği Siyonist Yahudi Büroları, daha II. Cihan Savaşı boyunca yaşadıkları ülkelerde gizli, ayrı, bağımsız bir hükümet gibi davranmaya başlamışlardır. Arthur Koestler’e göre bağlı oldukları ülkelerin menfaatleri hilafına henüz kurulmamış bir devletin alt yapısını oluşturmuşlardır:

“Yahudi Bürosu şartlar gereği bir gölge kabine, devlet içinde bir devlet haline gelmişti. Ülkenin Yahudi ekonomik sektörünü denetiminde tutuyor, kendi hastane ve sosyal hizmetlerini elinde bulunduruyor, kendi okullarını, gerçekte bütün Yahudi hükümet görevlilerinin gönüllü muhbir oldukları kendi istihbarat teşkilatını yönetiyor ve yarı askeri nitelikteki kendi örgütünü, yani müstakbel İsrail ordusunun çekirdeği olan ünlü Haganah’ı denetliyordu.”11

Başlangıçtan beri slogan şu olmuştur:

 “Bugün Yahudi olmak demek, İsrail’e bağlı olmaktır.”12

Dünya Siyonist Teşkilâtı’nın 23. Kongresi’nde Ben Gurion, yabancı ülkelerdeki Yahudilerin görevlerinin İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermek olduğunu açıklamıştır:

 “Çeşitli milletlerin bütün Siyonist örgütlerinin ortak görevi, Yahudi devletine, her halükârda, kayıtsız ve şartsız yardım etmektir. Hatta böyle bir davranış, içinde bulundukları milletlerin otoriteleriyle çelişse bile.”12

Gene Ben Gurion’a göre tüm Yahudiler için hükümetten kasıt, İsrail hükümeti olmalıdır: “Amerika veya Güney Afrika’da bir Yahudi, Yahudi arkadaşlarına “bizim” hükümet dediği zaman, İsrail hükümetini kasteder.”12

Bu anlayıştaki örgütlü bir çalışma, dünyadaki uluslararası Yahudi sermayesi ve medya gücü ile birleşince dünyanın pek çok ülkesinde güçlü Siyonist lobilerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu lobiler İsrail adına o ülkelerde faaliyet göstermektedirler. Bulundukları ülkelerin menfaatlerinden ziyade Siyonist İsrail devletinin menfaatlerini öncelemektedirler.

ABD’de güçlü bir Siyonist lobi vardır ve lobi, Amerikan menfaatlerine zıt, fakat İsrail politikası için yararlı bir tutum izlemektedir. (Bunun için Pınar yayınlarından çıkan ABD’deki İsrail Lobisi kitabının okunması yeterlidir). ABD başkanlarının İsrail’in uyguladığı politikalara kayıtsız şartsız destek vermelerinin nedeni bu güçlü lobidir:

Senato Dışişleri Komisyonu Başkanı Senatör Fullbright 1973: “İsrailliler Kongre’nin ve Senato’nun politikasını kontrol ediyorlar…Senato’daki meslektaşlarımızın yüzde 70’i, kararlarını hürriyet ve hukuk ilkeleri olarak tasavvur ettikleri kendi görüşlerine dayanmaktan ziyade bir lobinin baskısı altında veriyorlar.” (13)

Paul Findley: “İsrail politikasını tenkit eden kişi, üzücü ve sürekli misillemelere ve hatta İsrail “lobi”sinin baskıları yüzünden geçim vasıtalarını dahi kaybetmeye hazırlanmalıdır. Başkan onlardan korkuyor. Kongre onların bütün isteklerine boyun eğiyor. En itibarlı üniversiteler programlarında bu lobiye ters düşecek her şeyi bertaraf etmeye özen gösteriyorlar. Dev medya kuruluşları ve askerî komutanlar onun baskılarına teslim oluyorlar” .13

Paul Findley: “İsrail Başbakanı, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu ile ilgili dış politikasında, kendi ülkesinde sahip olduğundan çok daha fazla nüfuza sahiptir.”14

Benzer bir Siyonist lobinin Fransa’da etkili olduğunu ilk defa seslendiren General de Gaulle olmuştur:

 “Fransa’da, nüfuzunu özellikle basın yayın çevrelerinde gösteren, İsrail yanlısı güçlü bir lobi mevcuttur.” 15

Garaudy’e göre durum bugün de değişmemiştir: Bu iddia o zamanlar skandal etkisi yarattı. Oysa bu beyan, hâlâ güncelliğini koruyan bir hakikat payı içermektedir. O zamandan beri, hangi partiden olursa olsun, Michel Rocard’dan Jacques Chirac’a ve Mitterand’a varıncaya kadar, Fransa Cumhurbaşkanlığı’na aday olan hiçbir kimse yoktur ki, medya beratını almak için İsrail’e gitmemiş olsun.15

Siyonistlerin Filistin ve Lübnan’da işledikleri cinayetler karşısında G-8’lere ‘İsrail, kendi savunma hakkını kullanıyor’ dedirten bu Siyonist lobidir.

Burada sorulması gereken en önemli soru, Siyonizm’in bu anlayışına karşı çıkanlara yönelik uyguladıkları politikanın ne olduğudur? Başhaham Sitruk’un

 “Kimsenin ulu orta konuşmasına müsaade etmeyelim! ‘Revizyonist’ profesörlere, sorumsuz siyaset adamlarına derslerini verelim!” dediği gibi onlara dersleri verilmekte midir?

Sonuç

Siyonizm’e karşı, Yahudiliğe karşı değil, verilecek bir mücadele bütün bu gerçekleri bilmek zorundadır. Mücadelede hayalciliğe yer yoktur.

 Yukarıda özetlenen Siyonizm’in temel varsayımları Siyonist hareketin hem gücü hem de en büyük zaafıdır. Siyonizm tüm insanlığa karşı gizli bir savaştır. Bu Siyonizmle “İnsanlık” arasındaki en ciddi, birincil tezattır. Siyonizm’e karşı mücadele bu tezadı derinleştirme ekseninde yapılmalıdır.

Siyonizm’e karşı mücadele Siyonistleri de kurtarmayı amaçlayacak bir genişlik ve elastikiyette olmalıdır.

Kitabı Mukaddes’in bütünlüğünün gözden kaçırılarak, zahiri ve parçalanmış okunması Siyonistleri böylesi yanlış ve tehlikeli bir noktaya sürüklemiştir. Kutsal metinleri tahrif ederek yorumlayan ve de anlatan bir zihniyete tabi olmuş, Garaudy’nin tabiriyle entegrist, bir Yahudi(Siyonist), tam bir Nazidir. İşte bu tezatlı duruş tüm Yahudilere iyi anlatılmalıdır.

Aksi taktirde Allah bugün icra ettikleri zulüm ve fesat yüzünden geçmişteki gibi kendilerini gene cezalandıracaktır:

“Ama beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız.

 Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı bozarsanız, sizi şöyle cezalandıracağım:

Üzerinize dehşet salacağım… Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız…

 “‘Bütün bunlara karşın beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. Gücünüz tükenecek...”(Leviller 26/13-30)

Çünkü Allah zulmü sevmez, zalimi affetmez ve cezalandırır :

“Onlar sırf, “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokça anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette Kavî, Azîz’dir.” (Kur’ân, 22/40)

Ve

 “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (Kur’ân, 26/227)

Ve bu büyük inkılap için meyve olgunlaşmaktadır.

(Devam Edecek)

Notlar

1-Taylor A.R., İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, S:19

2- Taylor A.R., Age. S:53-60

3-Garudy R., Siyonizm dosyası, Pınar yayınları, İstanbul S:15)

4- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996: 16-26

5- Garaudy R. Age. S: 171-190

6- Taylor A.R., Age. S:148-150

7- Garaudy R. Age. S: 32

8- Garaudy R. Age. S: 44

9- Garaudy R. Age. S: 230-234

10- Garaudy R. Age. S: 52-64

11- Taylor A.R., Age. S:107

12- Garaudy R. Age. S: 198-200

13- Findley P., ABD’de İsrail Lobisi, Pınar Yayınları, İstanbul,1994 S:300-315

14- Findley P., Age. S:92-100

15- Garaudy R. İsrail Mitler ve Terör, S: 217

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...