31 Aralık 2015 Perşembe

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI GÖRMEZ İ LİNÇ ETME GİRİŞİMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ-1: Diyanet İşleri Başkanı Ne Dedi?

 (Milli Gazete)

Giriş

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, ABD Başkanı Barack Obama nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyeti kabul ettiğinde yaptığı konuşma (1), bazı akademisyenler tarafından şiddetle eleştirilmiş ve sosyal medyada Diyanet İşleri Başkanı Görmez, hakaret uğrayıp linç edilmek istenmiştir (2).

Milli Gazete deki son yazımın seri özelliğinde olmuş olmasından dolayı, Görmez olayını zamanında değerlendirmek mümkün olamamıştır. Geç kalmaktan dolayı özür dilerim. Diyanet işleri Başkanı Görmez in hikmet ve felsefi derinlikli yaptığı genel bir değerlendirmeden bazı çevrelerin bu kadar rahatsızlık duyması, bir şuur altının dışa vurması olayıdır. Laiklik ve sekülerlik üzerinden yürütülen psikolojik saldırı ile yol boyu, Müslüman camia tehdit edilmiş ve hakarete uğramıştır. Yürütülen psikolojik harekâtın sonucunda, Müslüman camia içerisinde bu kavramları, özellikle laikliği benimseyen bir insan unsuru ortaya çıkmıştır. Din ve Laiklik kavramlarının anlam alanlarının çarpıtılarak kullanılması, sosyal bir şizofreniye sebebiyet vermiştir. Bu nedenle Din, sekülerlik ve laiklik kavramlarının tartışılmasında fayda vardır.

Bu yazı dizisinde önce Görmez in yaptığı konuşma sonra ona bazı akademisyenlerin verdiği cevaplar değerlendirilecek son olarak da Din, dünyevileşme, sekülerleşme ve laikleşme kavramlarının anlam alanları incelenecektir.

Diyanet İşleri Başkanı Görmez in Konuşması

Diyanet İşleri Başkanı Görmez in ABD Başkanı Barack Obama nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyete yaptığı konuşmada, içinde yaşadığımız coğrafyanın sorunlarının belli bir dinin sorunu olmadığına; bütün insanlığın sorunu olduğuna ve insanların hırs ve öfkelerinin kontrolsüzlüğü ve sınır tanımazlığının ana sorun olduğuna vurgu yaparak meselelere geniş bir pencereden bakılması gerektiğine dikkat çekmiştir (1): Coğrafyamız, bölgemiz çok zor bir süreçten geçiyor. Yaşanan sorunların belirli bir dinin meselesi değil, bütün insanlığın meselesi ve sorunu olarak okunması gerekir. Dünya kuruldu kurulalı bütün insanları yaşatacak zenginlikte olduğu halde maalesef insanlar kendi hırs ve öfkeleriyle dünyayı birbirlerine dar ediyorlar .

Görmez in konuşmasında dikkat çektiği ikinci konu, İnsanın hırs ve ihtirasını kontrol altına alabilecek olanın, dinler olduğu ve yol boyu dinlerin bu amaçla gönderildiğidir. İlahi dinlerin merhamet ve adaleti egemen kılmak için geldiği, fakat insanların dinleri şiddetin ve vahşetin aracı haline getirdikleridir: İlahi dinler, insanoğluna dünyayı daha güzel yönetmesi, barış içerisinde birlikte yaşasınlar, rahmeti, şefkati, adaleti egemen kılsınlar diye geldi. Ama insanlar dinleri de kendilerine dönüştürebiliyorlar. Mahza rahmeti yeryüzüne getiren dinler, şiddetin, vahşetin aracı haline getirilebiliyorlar. Burada dikkat çekilen önemli bir nokta, bu amaçla gelmiş olan dinleri, bir kısım insanların istismar etmesidir Görmez in, üzerinde durduğu üçüncü konu, üç dinin bazı mensuplarının dinlerini ideoloji haline getirip saptırmaya çalışması ile insanlığı savaş ortamına sürüklemiş olmalarıdır: Hz. İsa nın getirdiği rahmet mesajlarından tarihte onlarca defa Haçlı Seferleri çıkarılabildi ve savaşların en büyük motivasyonu haline getirilmesi yine insanların eliyle gerçekleşti. Hz. Musa nın mesajlarının bu coğrafyada Siyonizm eliyle nasıl bir ideolojiye dönüştürüldüğünü hâlâ acı acı görüyoruz.

Son yıllarda DAİŞ, Boko Haram, El-Kâide gibi bir takım örgütler marifetiyle İslam ın rahmet mesajlarının nasıl çarpıtıldığını ve ilahi kitabın, Peygamberin mesajlarını nasıl insanların kendi ideolojilerine alet edebildiğine hep birlikte şahit oluyoruz. Görmez in üzerinde durduğu dördüncü konu, Hıristiyanlığa bir tepki olarak doğan ve tüm dinleri hayattan dışlayan laik ve seküler düşünceyle ilgili olmuştur. Görmez e göre Sekülerlik, dinlere tepki olarak doğmuş olmasına rağmen çok daha büyük kargaşaya ve savaşlara neden olmuştur: Fransız ihtilâliyle birlikte insanlık başka bir arayış içine girdi. Dinlerin dışında daha seküler bir dünya kurmayı tasarladı. Fakat sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekûn bir savaşın içine soktu. İnsanlar da bilimsel keşiflerle atom bombasını düşünebildi. Kimyasal silahları üretti ve tarihteki savaşlarda ölen bütün insanların birkaç katını modern zamanlardaki savaşlarda kaybettik. İki büyük dünya savaşı yaşandı ve şimdi üçüncü dünya savaşından söz ediliyor ve sayın Papa nın ağzından bile böyle bir cümle dökülebiliyor.

Görmez in konuşmasına belli çevrelerin aşırı tepki vermesine neden olan kısım bu kısımdır. Sekülerliğin neden olduğu tahribatı gündeme getirmiş olması, Görmez in sosyal medya üzerinden linç edilmesi şeklinde bir girişimin başlatılmasına sebebiyet vermiştir. Görmez in üzerinde durduğu beşinci konu, İslam coğrafyasında ortaya çıkan terör örgütlerinin (!), sebep değil sonuç olduğudur. Bu örgütlerin ortaya çıkmasının ana nedeni, Küresel Güçlerin   İslam coğrafyasında çatışmaları başlatmaları ve İslam coğrafyasını bir kaosa sürüklemiş olmalarıdır. Bugün Asya-Avrupa-Afrika Üçgeninde yaşananlar, küresel güçlerin iktidar mücadelelerinin sonucudur: Amerika gibi bir ülkede seçimden önce adaylar Müslümanları Amerika ya alacağız, almayacağız tartışması yapabiliyor. Burada hiç bir milletin, din mensubunun suçu birbirine atması doğru değildir. Bu coğrafyada biz çok büyük acılar çekiyoruz. Ama biz bu acıları sadece DAİŞ gibi yahut sonradan ortaya çıkan terör örgütlerinin yaptıklarından çekmiyoruz. Bunların her birisi birer sonuçtur, sebep değildir. Bilhassa coğrafyanın küresel güçlerin çatışma alanı haline gelmesi bütün bunların birinci sebebi olmuştur. Önce Afganistan sonra Irak sonra bütün bu dünyada Bosna, Çeçenistan gibi bölgelerde yapılan savaşların sonunda eğitimden yoksun, şiddetin ve vahşetin gölgesinde yetişen çok sayıda nesiller ortaya çıktı. Yaralı bilinçler ve ölümcül kimlikler çoğaldı.

Görmez in üzerinde durduğu altıncı konu, İslam coğrafyasından Batıya göç eden Müslümanların karşı karşıya kaldıkları muamele ve ötekileştirilme durumudur: Bir taraftan da büyük göçler başladı. Bu göçmenler gittikleri ülkelerde o ülkelere entegre olamadılar ve oralarda kendi gettolarını kurdular. Ötekileştirildiler. Dinlerini öğrenecek imkân bulamadılar. Hatta yanlış yorumlara saptılar. Görmez in üzerinde durduğu yedinci konu, Batıya göç eden ötekileştirilmiş nesillerin çocukları ile İslam coğrafyasında baskı, şiddet, zulüm ve sömürü altında yaşayan gençlerin içinde bulundukları şartlardan dolayı aralarında özel bir bağın meydana gelmesi, bunun da her iki kesimde dışarıya şiddet olarak yansımasıdır:

Göçmen nesillerin dini yanlış öğrenen çocuklarıyla, coğrafyada şiddetin gölgesinde yetişen gençler arasında bir yakınlık oluştu. Dolayısıyla bu nesiller dine bir ideoloji olarak sarılmayı tercih ettiler. Görmez in üzerinde durduğu sekizinci konu, bu iki genç neslin içinde yaşadıkları şartlardan dolayı sahip oldukları psikoloji ve bunun neden olduğu bunalımla dini kurumlar ve bilim müesseselerinin ilgilenmemiş olmasının yanlışlığıdır:

Uzun süre dini kurumlar ve bilim müesseseleri soruna ciddi olarak el atma imkânını bulamadılar. Şimdi topyekûn insanlık olarak bütün bu yaşadığımız sorunların acılarını çekiyoruz. Ben çok umutsuz değilim hep birlikte konuşarak ve değerlendirerek yeni bir dünyayı kurabiliriz. Görmez konuşmasında üzerinde durduğu fakat fazla açmadığı bir konuda Papanın üçüncü dünya savaşından bahsetmiş olmasıdır.

Sonuç: Görmez Bulunduğu Makamın Sorumluluğunu Yerine Getirmiştir

Diyanet işleri Başkanı Görmez in yukarıda yaptığı değerlendirmeler ve yorumlar, genel bir yaklaşım olarak oldukça gerçekçidir. Sadece sonuçlar üzerinde durmamış, mümkün olduğu kadar diploması dilini kullanarak, sorunun ana kaynağına dikkat çekmeye çalışmıştır. Her üç dine atıfta bulunarak istismar edilmelerini dile getirmesi tarafsız bir yaklaşımdır. Siyonizm in ve Sekülerizm in tahribatına yapılan vurgu, belgelerle hem tarihte hem de günümüzde vuku bulan olaylarla teyit edilmektedir. 20. asırda, Mussolini, Hitler Komünizmin en kan dökücü liderleridir. Birinci ve ikinci dünya savaşları Laik-Seküler, Kapitalist dünyanın hâkimiyet mücadelesinin sonucudur.

Laik seküler ABD başkanı Bush un 11 Eylül Provokasyonunun arkasından 21. Asır Haçlı Seferleri Başlatılmıştır tarzında yaptığı ilk açıklama, seküler zihnin dışa yansımasından başka bir şey değildir. Haçlı Seferleri kavramını kullanmış olması, İslam dünyasına açtığı savaşta Hıristiyanlık ile ortak payda oluşturarak birlikte hareket edebilmek içindir. Yanı istismardır.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda ve bunu, Görmez in Papa bile Üçüncü dünya savaşından bahsedebiliyor deyişi ile birleştirdiğimizde, Görmez in çok kibar bir dil kullanarak gerçekleri dile getirdiğini söyleyebiliriz.

ABD nin Afganistan ve Irak işgallerine atıfta bulunarak bu işgalleri, İslam coğrafyasındaki gençlerin zihin dünyalarındaki savrulmanın ve teröre bulaşmanın ana sebepleri arasında zikretmesi, doğru bir yaklaşımdır. İslam coğrafyasındaki diktatörleri koruyan, besleyen başta ABD olmak üzere Batıdır. Türkiye özelinde meseleye baktığımızda siyasi iktidarlara karşı yapılan tüm darbelerin arkasında ABD vardır.

Görmez, bu konuşmasını Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama nın Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve beraberindeki heyete yapmış olmasını dikkate aldığımızda konuşmanın, özel anlamının olduğu ve ABD Başkanına özel bir mesaj göndermek istediği şeklinde de değerlendirilebilir. Çünkü konuşmasında terörün ana kaynaklarından birinin, Afganistan ve Irak işgalleri olduğunu söylemektedir. Oysa Afganistan ve Irak, terör bahane edilerek NATO tarafından işgal edilmişti. Muhtemelen Görmez, muhataplarına kibarca bunu hatırlatmakta, İslam coğrafyasındaki fitne ve fesadın sebepleri arasında genel olarak seküler dünyayı, özel olarak da ABD yi göstermektedir

Diyanet İşleri başkanı Görmez, çok yerinde, doğru ve cesurca bir tavır ortaya koymuş olup Diyanet İşleri Başkanı olarak 3 Al-ı Imran 104. ayetin gereğini yerine getirmiştir. Fitne ve fesadın kol gezdiği bir dünyada fazilet sahibi bir insan olarak 11 Hud 116. Ayetin kendisine yüklediği sorumluluğu gereğini yapmıştır. Bir ilim adamı olarak da 5 Maide 63. Ayetinde kendilerine yüklenen sorumluluğun gereğini yapmışlardır:

Bilgin-yöneticileri (Rabbaniyyun) ve yüksek bilginleri (Ahbar), onları, günah söylemelerinden ve haram yiyiciliklerinden sakındırmalı değil miydi (5 Maide 63)

Allah Razı Olsun

Kaynaklar

1-http://www.diyanet.gov.tr/tr/icerik/diyanet-isleri-baskani-gormez-obama%E2%80%99nin-ozel-temsilcisi-zafer%E2%80%99i-kabul-etti%E2%80%A6/29361 getEnglish=

2- www.sozcu.com.tr/.../diyanet-isleri-baskani-mehmet-gormezin-sozlerine-...İlber Ortaylı dan tepki geldi. abcgazetesi.com/kafa-kesenler-laik-mi-dunyayi-savasa-sekulerizm-sokm... www.gozlemgazetesi.com/.../laik-bir-ulkede-bu-yorum-olur-mu.html

 

25 Aralık 2015 Cuma

FABRİKA AYARLARINA DÖNMEK DEMEK BÜYÜK ORTADOĞUYU İŞGAL ETMEK İSTEYEN NATO YA ÜSLERİ AÇMAK DEMEK MİDİR - 2

 (Milli Gazete)

 Giriş

Sovyetler birliğinin çöküşünden sonra, NATO’nun devam edip etmemesi, düşman ortadan kalktığı için, üye ülkeler tarafından tartışmaya açılmıştır. NATO’nun varlığının devam edebilmesi için 1995 yılında, dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes, “Batı ve NATO için en ciddi tehlikenin”, ‘İslamcı terörizm’ olduğunu ifade ederek Sovyet sonrası dönem için yeni bir düşman bulmuş ve üye ülkeler tarafından kabul edilmesi sağlanmıştır (1). Bu düşman değişikliğinden sonra NATO’nun çalışma alanı, Büyük Ortadoğu olarak belirlenmiştir.

Burada, NATO’nun Büyük Ortadoğu coğrafyasına gelip yerleşebilmesi için belirlediği strateji ve bu stratejinin, AKP yöneticilerinin 2002’deki “fabrika ayarlarına dönmesi” ile ilgisi tartışılacaktır.

“Yeni NATO Konsepti” ve “Büyük Ortadoğu Coğrafyası”

NATO zirvelerinde NATO’nun kuruluş konsepti yol boyu değiştirilerek son derece esnek bir şekle sokulmuştur (1-6).  Yeni NATO stratejik Konseptinde NATO ülkelerine yönelen tehditler, Avrupa-Atlantik çevresindeki istikrarsızlıklar, ekonomik, sosyal, etnik, mezhebi gerilim ve çatışmalar, yetersiz veya başarısız ihtilallar, insan hakları ihlalleri, devletlerin dağılması, kitle imha silahlarının yayılması, terörizm ve sabotaj gibi tehlikelerdir. 

 24 Ekim 2003’de, Prag’da gerçekleştirilen ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konferansta, NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas Burns’ün yaptığı ‘Yeni NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konuşmasında, NATO’nun yeni görev alanının “Büyük Ortadoğu Coğrafyası” olduğunu açıklamıştır: 

“…Hem kavramsal yönelimimizle hem de askeri gücümüzle doğuya ve güneye konuşlanmak zorundayız. NATO’nun geleceğinin doğuda ve güneyde olduğuna inanıyoruz. Bu da Büyük Ortadoğu’dur.” (5)

ABD, Sovyet sonrası dünya hâkimiyeti için öngördüğü “21. Yüzyıl Amerikan Yüzyılı Projesinin (PNAC)” bir alt projesi olan “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında, “22 ülkenin sınırlarının değiştirilebilmesi” için NATO’yu bir araç olarak kullanmak istemektedir. Bu amaçla her fırsatta Büyük Ortadoğu coğrafyasını tehdit unsuru olarak göstermektedir:

“Burns: Krizlere verilecek karşılık ya bir savaş görevi veya bir rehine kurtarma operasyonu ya da Fransa, İspanya, Çek Cumhuriyeti ve Birleşik Devletlere yönelecek tehdidin kaynağı olabilecek Orta ve Güney Asya, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde gerçekleştirilecek barış gücü operasyonları şeklinde olacaktır. Söz konusu küresel tehdit Amerikan halkını ve aynı zamanda, NATO içinde yer alan bir süre sonra sayısı yirmi altıya çıkacak olan- on dokuz ülke halkının tamamını da etkileyen en büyük tehdittir. Bu, temel bir değişim işaretidir.” (5)

ABD, Büyük Ortadoğu Projesini en az zayiatla uygulayabilmesi için pek çok ülkeyi, projeye taşeron olarak dâhil etmeye çalışmaktadır. ‘Akdeniz Diyaloğu’ bunlardan biridir:

“Söz konusu Büyük Ortadoğu’daki bu stratejiyle ilgili bir başka boyut ise şudur: NATO 1995 yılından bu yana, İsrail’in yanı sıra Mısır ve Ürdün’le birlikte Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerinin yer aldığı toplam altı Arap ülkesinin bulunduğu, “Akdeniz Diyaloğu” adıyla anılan bir program geliştirmiştir… (5)”

ABD’nin Mısır’da İsrail karşıtı Müslüman Kardeşler Hareketine karşı, tüm demokrasi, özgürlük ve insan hakları söylemlerinin tersine, Sisi darbesini desteklemesinin sebebi, Mısır’ın “Akdeniz Diyaloğu” içerisinde yer almış olmasıdır.

NATO yukarıda hedeflediği alana girebilmek için gerekli alt yapı çalışmalarını yapmakta bu coğrafyada krizler çıkarmakta, kaos meydana getirmekte; sonra da bunu müdahale gerekçesi yapmaktadır. Dün El Kaideyi icat edip Afganistan ve Irak’ı işgal eden ABD, bugün DAEŞ(İŞİD)’i icad edip Irak, Suriye ve Türkiye’yi bölmek istemektedir. Türkiye ile İŞİD arasında ilişki kurulmasının(!), MİT Tırlarının iki de bir gündeme getirilmesinin, İŞİD’e karşı mücadelenin Esed’e karşı mücadeleden öne çekilmesinin ve bu mücadelenin 10 yıl süreceğinin söylenmesinin, PYD’nin stratejik ortak seçilmesinin sebebi, ana hedefin Türkiye olmuş olmasından dolayıdır. Büyüyen bir Türkiye, Bölgesel bir güç olmak isteyen Türkiye istenmemektedir. Hele Türkiye’nin eksen değiştirmesine hiç tahammülleri yoktur.

2006 yılında ABD’nin düşünce üretim merkezi CSIS’de (Center for Strategic and International Studies) ‘Tarafsız Akıllı Güç Komisyonu’ (Comission on Smart Power) kurulmuş ve bu komisyon ‘Daha Akıllı, Daha Güvenli Amerika’ (A Smarter More Secure America) adlı bir rapor hazırlamıştır. Raporda, ABD’nin küresel imparatorluğu için alınması gereken önlemlere ve izlenmesi gereken politikalara ve Stratejilere yer verilmektedir (7, 8, 9). ABD, 2006 yılından itibaren “akıllı güç” dediği, “sert güçle” “yumuşak gücü” birlikte kullanmayı benimsemiştir. Yeri geldiğinde yumuşak güç, yeri geldiğinde sert güç kullanmaktadır. ABD, ‘Yumuşak güç’, kullanarak kendi menfaatine olanı, müttefiklerin menfaatine imiş gibi sunup kabul ettirmeye çalışmaktadır. Kabul etmeyenlere de, sert gücünü göstermektedir. Bu şekilde liderliğini sürdürmek, rakiplerini tasfiye etmek istemektedir (7, 10). Eğer bunun için “Hükümetlerle dayanışma içerisine girilemez ise halklar hedef alınıp halkların desteği sağlanmaktadır” (11).

Taksim Kadife Darbe sürecine, 1 Kasım sonrası AKP yöneticilerinin söylemlerindeki 180 derecelik dönüşüme ve Rus uçağının düşürülmesine bu açıdan bakılmalıdır. 

 “Fabrika Ayarlarına Dönmek”

Başbakan Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde Kanal 24’teki bir programda, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin’e, ‘Alın bizi Şangay Beşlisine, AB’yi unutalım’ şeklinde bir teklifte bulunduğunu beyan etmiştir. Bu, Türkiye’nin yeni bir eksende konumlanması manasına gelmektedir. Taksim Kadife Darbe Sürecinin, bu ve benzeri açıklamalardan sonra başlatıldığını göz önüne aldığımızda; HDP operasyonu ile AKP’nin, 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidar olması engellenmiştir. NATO operasyonu ile Rus uçağı düşürülerek Türkiye ile Rusya karşı karşıya getirilerek ŞİO’nun NATO’ya alternatif olması ortadan kaldırılmıştır. 

 Şubat 2011’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘’NATO Libya’ya müdahale etmeli midir? Böyle bir saçmalık olur mu yahu? NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edilebilir? Bakın Türkiye olarak biz bunun karşısındayız, böyle bir şey konuşulamaz, böyle bir şey düşünülemez’’ (12) derken, gerçeği görmüş ve gerçeği söylemiştir. Ancak “konuşulamayacağı” söylenilen harekâta Türkiye, hangi kapsamda olursa olsun katılmış; NATO’nun Libya’ya müdahalesini meşrulaştırmış, böylelikle “yeni konsepte” uygun olarak NATO, Libya üzerinden Büyük Ortadoğu coğrafyasına girmeyi başarmıştır.

Dün NATO’nun ne işe var Libya’da diye sorgulama yaparken; bugün, ABD’nin, NATO’nun, Rusya’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İngiltere’nin, ne işi var Suriye’de? Diye sorgulama yapmamız gerekmez mi?

Dün, haklı olarak “NATO’nun Libya’da ne işi var” denirken; bugün, Suriye’ye davet edilmesi ve bunun için tüm üslerin ve hava alanlarının açılması, AKP yönetiminin 2002 fabrika ayarlarına dönmesi manasına gelmektedir. Çünkü:

‘’Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 25.06.2004, Bugün sadece Avrupa demokrasilerini korumuş, savunmayı müşterek bir çaba haline getirmiş bir ittifaktan bahsetmiyoruz. Aynı zamanda Avrupa bütünleşmesinin yolunu açmış, Balkanlara istikrar getirmiş, farklı bir kıtadaki Afganistan’ın istikrar ve güvenliğine destek olan bir NATO’dan söz etmekteyiz. Bugün Kuzey Afrika’dan Avrasya’ya kadar geniş bir ortaklık ağına sahip, tüm ortakları meyanında Akdenizli ortaklarıyla kurduğu diyaloğu güçlendirmek isteyen, Ortadoğu ülkelerine işbirliği elini uzatan, Rusya ve Ukrayna ile özel ilişkiler geliştiren bir ittifaktan bahsetmekteyiz. Diğer bir deyişle, hür Avrupa’yı topyekûn bir askeri saldırıya karşı savunmak amacıyla kurulan ittifakımız, stratejik bakışını temelde Avrasya ve Ortadoğu’nun tümüne genişleten bir ortak güvenlik örgütü haline gelmektedir. NATO artık kendini yenilemiş bir örgüttür. Bu haliyle NATO, transatlantik camianın 21. yüzyılın getirdiği yenilik ve fırsatların karşısına birlikte çıkma iradesini de ortaya koymaktadır. Eğer önceki kuşağın değerleri tarihteki bu en başarılı ittifakı kurmamış olsalardı, hepimizin yakın tarihi farklı bir şekilde yazılırdı. Bugün elimizde bir NATO ittifakı olmasaydı, şimdi bunu kurmak öncelikli bir iştigal alanımız olurdu.’’ (13).

Sonuç: NATO Üslerinin Kapatılması için Gönüllü Kuruluşlar Harekete Geçmelidir

Türkiye devleti başta ABD olmak üzere Şer ittifakının yoğun baskısı altındadır. AKP yöneticileri, bu yoğun baskının altında “2002 fabrika ayarlarına dönmek” zorunda kalmışlardır. Türkiye’yi bu baskıdan ve bu baskının neden olabileceği zararlardan kurtaracak olan, zararları minimize edecek olan toplumsal muhalefet, toplumsal direniş hareketidir. Tüm yabancı işgalci güçler, bu coğrafyadan def olup gidene kadar, sivil bir mücadele, sivil bir direniş başlatmak zorundadır, gönüllü kuruluşlar.

Henüz Vakit Varken!

Kaynaklar

1-  Yaman, D.,  Nato’nun Yeni Görevi: ‘Terörizmle Mücadele’ ve Bu Eksende

Atılan Adımlar, Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 2, No: 7 ss.41-53, 2006.

2- Erol Bilbilik, NATO Zirvesi ve İstanbul Zirvesi ve Genişletilmiş Ortadoğu Stratejisi, İstanbul, Otopsi Yayınları 2004, s: 30-35.

3- Peksarı, D. G., NARO’NUN Değişen Konsepti, Yüskek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Kırıkkale, 2006 S: 40-60.

4- Naumann K., NATO Yeni Karar Zamanı, NATO Review, Yaz 2002, S:1-6

5- Burns, R. N., Yeni NATO Ve Büyük Ortadoğu 24 Ekim, 2003

6- Özertem H.S., Rusya NATO ilişkileri, Analist dergisi Sayı 17, Temmuz 2012, S: 42-45

7- Köymen, F.,Yumuşak Güç ve AKP’nin İkilemi, NPQ, çilt 7, Sayı 1, 2005 S:28-29

8- Richard L. Armitage, Joseph S. Nye, Jr. et all, CSIS Commıssıon On Smart Power, A smarter, more secure America, 2007.

 9- Eslen,N., “ Küresel Üstünlük Kurmak için yeni Konsept: Akıllı Güç”, Radikal, 18.1.2009

10- Richard L. Armitage- Joseph S. Nye Jr. (The Washıngton Post) 11 Eylül Travmasından Çıkma Zamanı, Radikal 10.12.2007

11- Yıldızoğlu, E., Dikkat ‘Akıllı Güç’ Geliyor Cumhuriyet 19.01.2009

12- Erdoğan, R.T. , ‘NATO’nun Libya’da Ne İşi Var’,  NTV, 28.02.2011

13- Erdoğan,R.T.,: “Nato’nun Açık Kapı Politikası Devam Etmelidir. Bu, Tercihten Ziyade Zorunluluktur.” AK Parti 25.06.2004

http://www.akparti.org.tr/site/haberler/basbakan-erdogan-natonun-acik-kapi-politikasi-devam-etmelidir-bu-tercihten-/2814#1

 

18 Aralık 2015 Cuma

FABRİKA AYARLARINA DÖNMEK DEMEK NATO ÜSLERİNİ AÇMAK DEMEK MİDİR?-1

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, “Türkiye NATO toprağıdır” denerek(1) tüm NATO üslerinin açılması ve diğer hava alanlarının NATO kullanımına sunulmasının AKP’nin 2002’deki “fabrika ayarlarına dönmesi” ile ilgili olup olmadığı ele alınacaktır. Ancak öncelikle NATO’nun “yeni konseptinin” ve bunun “Büyük Ortadoğu Coğrafyası” ile ilişkisinin hatırlanmasında fayda vardır

“Yeni NATO Konsepti”

NATO, 1949 yılında kurulduğunda, ABD, üç temel amacı öngörmüştür: Birincisi, Sovyetlerin komünizmi yaymasına mani olmak; ikincisi, Amerika’nın Avrupa’da siyasi bir aktör olarak varlığını devam etmesini sağlamak ve üçüncüsü de Almanya’yı kontrol altında tutmak(2).

ABD, soğuk savaşı fırsat olarak kullanıp, kendi değerlerini üye ülkelere ve dünyaya yaymıştır. NATO’nun en büyük tahribatı, pakt içinde ki ülkelerin askeri personelini, zihinsel olarak ifsat edip kendi halkına yabancılaştırması olmuştur.

  1989 yılında, Soğuk Savaş sona ermiş; 1991 yılında da, Sovyetler Birliği dağılarak Batı için tehdit olmaktan çıkmıştır. Buna rağmen, ABD, ısrarla NATO’nun varlığını devam ettirmesini, hatta genişletilmesini istemiştir. 1990 yılında yapılan Londra Zirvesi’nde, NATO’nun varlığını sürdürmesi kararı alınmış ve bunun için 1949 yılında ortaya konmuş olan kuruluş amacı (diğer devletlerden gelecek saldırılar), genişletilerek değiştirilmiştir. NATO’nun “yeni güvenlik kavramı”, ‘uluslararası istikrarsızlık’, ‘göç dalgası tehlikesi’ ve ‘uyuşturucu ticaretine karşı önlemler’ alınması şeklinde belirlenmiştir(3). Londra Zirvesi’nde, ‘uluslararası güvenliği tehdit eden’, ‘uluslararası istikrarsızlığa’ neden olan unsurlar tabiri ile çok esnek bir tanımlama yapılarak NATO’ya hareket elastikiyeti kazandırılmıştır.

Sovyetler Birliği’nin dağılması ile NATO ülkelerine yönelebilecek tehditle ilgili ortaya çıkan belirsizlik, NATO’nun hem varlığını hem de genişlemesini anlamsız hale getirmiştir. Bu durumu aşmak için, 1995 yılında, dönemin NATO Genel Sekreteri Willy Claes, Batı ve NATO için en ciddi tehlikenin, ‘İslamcı terörizm’ olduğunu ifade ederek NATO için aranan düşmanı bulmuştur(4).

1999 Washington Zirvesi’nde NATO Stratejik Konsept’i; “İttifakın, ortak çıkarlarına yönelik olarak oluşabilecek yeni tehditlerin (bölgesel çatışmalar, kitle imha silahları ve terörizm gibi ulus ötesi tehditler) önlenebilmesi için yeni görevler üstlenebilmesi ve bu amaçla savunma kabiliyetlerini geliştirilmesinin gerekliliği”, olarak kabul edilmiştir(4). ABD, 2001 yılında, “11 Eylül” diye anılan, ABD derin devletinin derin provokasyonu olan saldırı ile birlikte terörizmin, ciddi bir ulusal ve uluslararası güvenlik sorunu ve tehdidi olduğunu üye ülkelere kabul ettirmiştir. Bunun sonucunda NATO müttefikleri, 3 Ekim 2001 tarihinde terörizmle mücadelede konusunda bir dizi karar almışlardır. 

“Kartal Yardımı Operasyonu” (9 Ekim 2001–16 Mayıs 2002) ile Afganistan işgal edilmiştir. “Aktif Çaba Operasyonu” ( 26 Ekim 2001) ile Akdeniz’deki denizcilik faaliyetleri kontrol edilmeye başlanmıştır. Bu operasyonun görev alanı, 10 Mart 2003’de Cebelitarık Boğazı’ndan geçişler ve Mart 2004’de Akdeniz’in tamamını kapsayacak şeklide genişletilmiştir(4).

Terörizm, 21-22 Kasım 2002 Prag Zirvesi’nde stratejik bir tehdit olarak üyeler tarafından kabul edilmiştir. Böylelikle yeni NATO’ya, sadece savunma temelli bir misyon yüklenmemiş, aynı zamanda, terörizmle mücadele gibi yeni tehditlere karşı, ihtiyaç duyulan her yerde görev alabilecek bir fonksiyon da yüklenmiştir. Prag Zirvesi ile birlikte başlatılan yeniden yapılanma sürecinde, terörle mücadeleye yönelik olarak müttefikler, “yeni tehditlerle mücadele edebilecek şekilde kabiliyetlerini geliştireceklerine dair siyası bir taahhütte (PYT) bulunmuşlardır”(4).

ABD’nin amacı, NATO’yu küresel bir güç haline getirerek yeni düzenlemelerle, müttefik güçleri daha aktif, daha hızlı hareket edebilen bir yapıya kavuşturup, onlara bazı külfetleri ve sorumlulukları yıkma ve onları birer Truva atı olarak kullanmaktır.  Bu sebeple 2002’de, NATO Askeri Komitesi Başkanı General Naumann, NATO’nun yeni döneme ilişkin fonksiyonunu, “küresel bir ittifak”  olarak tanımlamıştır(5). Nitekim,  Prag zirvesinde kabul edilen ‘Sivil Olağanüstü Hal Eylem Planı’ ile terörizmle mücadele edebilecek ‘acil müdahale kuvvetinin kurulması’, ilk kez seslendirilmiştir. Dönemin (2003) NATO Konseyi Daimi Üyesi Nicholas Burns’a göre “eski NATO ölmüştür yeni NATO, ‘şerif ve istekliler koalisyonundan’ oluşmalıdır”(6).

2004 Mart’ında, 7 Doğu Avrupa ülkesinin NATO’ya dâhil edilmesi ile birlikte, Baltık Denizi’nde NATO üssünün kurulması öngörülmüş, füze savunma sistemlerinin Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya yerleştirilmesi kararlaştırılmıştır. 27–28 Haziran 2004’de yapılan NATO İstanbul Zirvesi’nde, Kafkasya ülkeleriyle ilişkileri artırma (Yoğunlaştırılmış Diyalog) kararı alınmıştır. Bu zirvede, Gürcistan, Azerbaycan ve Özbekistan’ın NATO ittifakıyla “Bireysel Ortaklık Harekât Planı” geliştirme isteklerine de onay verilmiştir(7).

NATO’nun Bükreş Zirvesi’nde (Nisan 2008), Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya alınacağı açıklanmıştır. NATO Strazburg (Nisan 2009), Lizbon (Kasım 2010) ve Chicago zirvelerinde de Gürcistan’ın üye yapılacağı tekrarlanmıştır. 2010 yılında Portekiz’in başkenti Lizbon’da gerçekleştirilen zirvede, NATO’nun füze savunma sistemlerinin Türkiye’ye yerleştirilmesi kararı alınarak Türkiye ile Rusya karşı karşıya getirilmiştir.

Lizbon zirvesine kadar NATO’nun amacı, müttefiklerine yönelik tehditlere karşı bir koruma göreviydi. Ancak, Lizbon zirvesinde, NATO’nun dünyadaki kriz bölgelerine(!) müdahale etmesine karar verilerek hukuki bir altyapı meydana getirilmiştir. NATO “Stratejik Kavram’ının 20. Maddesi’nde, NATO’nun sınırlarının ötesinde ortaya çıkan/çıkabilecek risklerin, ittifak üyelerine doğrudan tehdit oluşturabileceğini ve NATO’nun bu nedenle muhtemel krizlere, çatışmalara ve çatışma sonrası istikrarın sağlanması bağlamındaki çabalara müdahil olacağı” belirtilmektedir(7). Bu zirvede siber saldırı konusunun da, NATO tarafından tehdit olarak algılanması kabul edilmiştir.

20-21 Mayıs 2012’de yapılan Chicago Zirvesi’nde Füze Savunma Sisteminin Malatya Kürecik’te kurulması kabul edilmiştir(2).

“Yeni NATO Ve Büyük Ortadoğu”

24 Ekim 2003’ Prag’da gerçekleştirilen ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konferansta, NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas Burns’ün yaptığı ‘Yeni NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konuşmasında, NATO’nun yeni görev alanının, “Büyük Ortadoğu Coğrafyası” olduğunu ve NATO ülkelerine asıl tehdidin bu coğrafyadan geleceğini ifade etmiştir(6). Bu yaklaşımla ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni en az zayiatla uygulayabilmek için pek çok ülkeyi projeye, “Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi” kapsamında, “taşeron olarak” dahil etmeye çalışmaktadır. ‘Akdeniz Diyalogu’ bunlardan biridir. Bunun yanı sıra Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin taşeron olarak NATO’ya hizmet etmeleri öngörülmektedir(6). Aralık 2015’de Karadağ NATO’nun 29. üyesi olmaya davet edilmiştir(8).

Sonuç: Gönüllü Kuruluşlar ve Türkiye’deki NATO Üsleri

İslam, 1995 yılında, NATO tarafından “düşman ve tehdit” olarak ilan edilmiştir. 2003 yılından itibaren her fırsatta NATO, Büyük Ortadoğu’da konuşlanmaya çalışmaktadır. NATO’da yapılan tüm değişikliklerle, ABD, NATO aracılığıyla İslam coğrafyasını parçalayıp işgal etmek istemektedir. Bu niyet, bütün çıplaklığı ile ortada dururken NATO’nun Irak-Suriye hattına müdahil olmasını istemek, üsleri ve hava alanlarını açmak, 21. asır seküler Haçlı Seferleri’ne yardımcı olmak demektir. Rahmetli Özal’ın Irak’taki göç dalgasını bahane ederek NATO’yu göreve çağırması ile Türkiye’ye gelip yerleşen Çekiç Güç, hem PKK’nın hem de Kuzey Irak’ın bugünkü şeklini almasının temellerini atmıştır. Aynı deneyimi tekrar yaşamak büyük bir hata olur.

PKK-PYD-İŞİD, ABD-AB-NATO-İsrail-İngiltere koruması altında büyümüş, bölgenin başına bela olmuşlardır. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kesin bir dille, Musul –Başika Kampı’na gönderilen askerlerimiz, “çekilmeyecek” dedikten sonra, ABD’nin müdahale etmesi ile askerimizin geri çekilmeye başlaması, ABD’nin Türkiye’ye ihanetinden başka bir şey değildir.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’in, “Türk askerleri, Irak topraklarına Bağdat’ın rızası alınmadan girdi. Türkiye ve Irak’ın diyalogu artırıp gerilimi düşürmesi, şu anda her zamankinden daha önemlidir. ABD, Irak’ın toprak bütünlüğüne saygı duyuyor. Türkiye’den de aynısını bekliyoruz” demesi, tam bir iki yüzlülüktür(10).

ABD dost değil düşmandır ve Türkiye ve İslam dünyasına ihanet içerisindedir.

NATO, Türkiye ile Suriye-İran ittifakını savaşa sokarak, savaşı da bir mezhep savaşına dönüştürerek, bölgede Sünni-Şii eksenli derin bir fay hattı oluşturmak istemektedir. Suud önderliğinde kurulan ve İran’ı dışta tutan “Teröre Karşı İslam İttifakı” kurulması, “İslam’ın İslam’la savaşından” başka bir sonuç doğurmayacak, bölgeyi mezhep eksenli bir savaşa hızla sürükleyecektir. NATO Genel Sekreteri, Stoltenberg’ın (08.12.2015) konuşması, bunu doğrulamaktadır:

“Suriye’deki çatışma, Batı ve İslam dünyası arasındaki bir savaş değil, radikalizm ve terörizme karşı savaştır. Bu savaşta Müslümanlar ön cephede.  Kurbanların çoğu Müslüman ve IŞİD’e karşı savaşanların çoğu da Müslüman. Bu mücadeleyi onlar için yürütemeyiz. Bu, koalisyonun ve NATO müttefiklerinin gündeminde yok. ABD’nin sınırlı sayıda özel kuvvetleri var.

Ön planda olan şey ise, yerel güçleri kuvvetlendirmek. Bu kolay değil ama tek seçenek bu”(9).

Türkiye vekâlet savaşlarının bir unsuru olmamalı; bölge ülkeleri ile onurlu bir barış ortamı sağlamalıdır. Türkiye’nin böyle bir gücü hâlâ daha vardır. Bu gücü harekete geçirecek olan mekanizma, gönüllü kuruluşlardır. Bu nedenle tüm gönüllü kuruluşların sorumluluk üstlenmesi, duygusal davranmaması, NATO, Fransa, Almanya, İngiltere, Rusya ve Çin’in bölgeyi terk etmesi için hem toplumsal şuuru hem de ümmet şuurunu harekete geçirmesi gerekmektedir. Türkiye, Suud, Mısır ve İran’ın uyguladıkları politikaları tekrar gözden geçirmeleri için gönüllü kuruluşlar sorumluluk üstlenmelidir.

NATO üsleri kapansın.

Yabancılar bölgeyi terk etsin.

Kaynaklar

1- Anadolu Ajansı 22.11.2012; http://aa.com.tr/tr/politika/tsk-karar-verecek/306568

2-Özertem H.S., Rusya NATO ilişkileri, Analist dergisi Sayı 17, Temmuz 2012, S: 42-45

3-Akalın, C., ‘NATO (Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü) Yayıldıkça Krize mi Sürükleniyor?’, Jeopolitik, Yıl: 3,     Sayı: 11, Yaz 2004, s. 88

4-  YAMAN, D.,  Nato’nun Yeni Görevi: ‘Terörizmle Mücadele’ ve Bu Eksende

Atılan Adımlar, Uluslararası Hukuk ve Politika Cilt 2, No: 7 ss.41-53, 2006

5- Naumann K., NATO Yeni Karar Zamanı, NATO Review, Yaz 2002, S:1-6

6- Burns, R. N., Yeni NATO Ve Büyük Ortadoğu 24 Ekim, 2003

7- Güner, Ö., Gürcistan’ın NATO Bilmecesi ve Rusya,  Analist dergisi,  Sayı 17, Temmuz 2012, s: 46-47.

8-http://www.ihlassondakika.com/dunya/nato-genel-sekrateri-stoltenberg-bu-islam-bati-savasi-degil-716558

9-Milliyet 08.12.2015 http://www.milliyet.com.tr/nato-hiristiyanlar-kulubu-mu-oldu-/dunya/detay/2159978/default.htm

10- http://www.sozcu.com.tr/2015/dunya/joe-bidenden-turkiye-cekilsin-cagrisi-1010637/ 

 

10 Aralık 2015 Perşembe

Fabrika ayarlarına dönmek demek Avrupa halkı olmak ve Model Ortak olmak demek midir?

(Milli Gazete)

"Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…

Hani, tauna da züldür bu rezil istila!

….

Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz

Medeniyet denilen kahpe, hakikat yüzsüz.”

Mehmet Akif Ersoy

Giriş

AKP yöneticileri, kendileri tarafından Taksim Kadife Darbesine destek verdikleri için “Faiz Lobisi”, “üst akıl” diyerek suçladıkları ABD, AB, İngiltere, Fransa, Almanya ve NATO yöneticileri değilmiş ve bu süreçte aramızda hiçbir şey olmamış gibi bir havaya bürünmüşlerdir, Neden?

Rus uçağı düşürülmeden önce ABD’ye NATO üsleri açılıyor ve 2 yıldır sürüncemede bırakılan Çin Füze ihalesi anı bir kararla iptal edilip Türkiye’nin milli bir füze yapacağı topluma servis ediliyor, ardından İtalya-Fransa’dan Füze alımı için girişimlerde bulunuluyor, Neden?

G-20 toplantısında, 2009 yılından 2015 yılına kadar her aşamada Türkiye’ye ihanet etmiş olmasına rağmen “ABD ile Model ortak olduğumuz” ilan ediliyor, Neden?

Ardından “can ciğer kuzu sarması” olduğumuz Rusya’nın uçağı, angajman kuralları ihlali gerekçesiyle düşürülüyor. Türkiye, Rusya’nın işgaline maruz kalacak havası oluşturularak ABD’ye, NATO’ya Türkiye’deki bütün NATO üsleri ve diğer hava alanları açılıyor, Neden?

Birden bire ABD, AB, NATO en büyük dost, müttefik, stratejik ortak ve model ortak olmuş ve Bizim de “Avrupa halkı” ve “Avrupa Ailesinden” olduğumuz söylenmeye başlanmış, Neden? 7 Haziran 2015 seçim sonuçları, AKP yönetici kadrolarının kullandığı dil ve söylemlerde çok ciddi değişiklikler meydana getirmiştir.

Burada, bu değişimin AKP’nin 2002’deki “fabrika ayarlarına dönmesi” ile ilgili olup olmadığı ele alınıp değerlendirilecektir.

“Fabrika Ayarlarına Dönmek” Demek ABD ile Model Ortak Olmak Demek midir?

Antalya’da yapılan (15.11.2015)  G-20 toplantısında, ABD başkanı Obama ile birlikte yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Koalisyon güçleri noktasında bundan sonraki süreçte atacağımız adımları değerlendirme fırsatı bulduk. Model ortaklar olarak, stratejik ortak olarak bundan sonraki süreçte de dayanışmamızı dünya barışına bir katkıda bulunmak için kararlılıkla devam ettireceğiz” (1) demiştir. (Model Ortaklık için 2 ve 3 nolu kaynaklara bakınız)

ABD’nin 2009 yılında Türkiye’ye dikte ettiği Model Ortaklık belgesinde zikredilen ana unsurlarla ilgili 2009 yılından bugüne Türkiye ile ABD ortak her hangi bir yolu kat etmiş değillerdir. “Güçlü azınlık haklarının tanınması ve imkânlardan toplumun bütününün yararlanması,” “Heybeli ada Ruhban Okulunun açılması”, “Kürt Sorununun Çözülmesi”, “PKK ve daha başka teröre karşı birlikte mücadele”, “Hukuk devletine sürekli bağlılığın sağlanması” konularında çözümsüzlüğü öngörmüş, Model ortak olarak çözüm sürecini PKK’nin “Kıra Dayalı Şehir Gerillasına” geçmesini sağlamış, Oslo görüşmelerini yayınlayarak MİT müsteşarı ile Başbakanı suçlu konuma sokup tutuklatmak istemiştir. PKK’yi silahlandırmış, Kandil’e yapılacak tüm operasyonları (İncirlik Üssü ABD’ye verildikten sonraki süreç hariç) engellemiştir.

“Irak’ın, Afganistan ve Pakistan’ın uzun zaman diliminde istikrara kavuşturulması ve geliştirilmesi”, “Rusya, Ermenistan ve Yunanistan’la ilişkiler”, “Hazar enerji kaynakları için Güney koridor yollarının geliştirilmesi”, “İsrail-Filistin barışının tesis edilmesi”, “Kafkasya ve Kıbrıs’ta dondurulmuş olan ihtilaflar”, “Rusya’nın Karadeniz ve Kafkaslarla ilgili iddiaları”, konularında Türkiye’nin menfaatine olan hiçbir çalışmada bulunmamıştır.

Tam tersine Türkiye’nin aleyhine olacak tarzda Libya-Mısır-Suriye-Irak-Yemen-Somali düzleminde istikrarsızlığı artıracak çalışmalar yaparak Türkiye’yi Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasından tecrit etmek ve yalnızlaştırmak istemiştir. İsrail’in yaptığı katliamlarda, İsrail’in yanında yer almış, Türkiye’nin tezlerine karşı çıkmıştır. Kıbrıs ve Ermenistan meselelerinde Türkiye’ye destek vermemiş tam tersine aleyhine çalışmıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin sınırlarının değiştirileceğine, bu ülkelerdeki enerji ve maden kaynaklarına el konacağına ve İsrail’in güvenliğinin ne pahasına olursa olsun korunacağına ilişkin gizli maddeler, Türkiye’den gizlenerek Türkiye aldatılmıştır. Büyük İsrail Projesi kapsamında Irak, Suriye, Mısır, Libya ve Ürdün’ün bölünmesi öngörülmüş, Türkiye’nin Model ortağı ABD, bu kapsamda Irak, Suriye, Libya, Yemen, Sudan’ın fiilen bölünmesine yardımcı olmuş; Mısır’da ise Türkiye’ye rağmen Sisi Darbesinin yanında yer almıştır. Irak ve Suriye’de Türkiye’nin bütün tezlerine karşı çıkarak Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır.

Türkiye’nin bir terör örgütü kabul ettiği PKK, PYD, YPG’ye destek vermiş ve Suriye’de PYD’yi stratejik ortak olarak ilan edip silah yardımında bulunmuştur. Ayrıca Suriye’de Türkiye’nin tezlerinden ziyade Rusya’nın tezlerini desteklemiştir. PKK, PYD, İŞİD ve Esed yönetimiyle işbirliği içerisindedir. Şimdilik Esed’in gitmesini istememektedir. Suriye’den Türkiye’ye gelen göç dalgası ile ilgili hiçbir sorumluluk üstlenmemekte ve de Türkiye’ye yardım etmemektedir. İslam coğrafyasında “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “İslam’ın İslam’la Savaştırılması” projelerini fiilen uygulama sahasına sokarak Türkiye’yi yalnızlaştırmıştır.

Model Ortak olarak ABD, Taksim Kadife Darbe sürecini fiilen başlatmış ve yönetmiştir. Seçimle iş başına gelen bir başbakanı diktatör olarak ilan etmiştir. Ergenekon ve Balyoz operasyonları ile hem Türkiye’ye hem de siyasi iktidara tuzak kurmuştur. Gülen Hareketi içerisine sızarak hareketi yanlış yönlendirmiş, saptırmış, Gülen hareketinin şahsında tüm cemaatleri ve birçok temel kavramı töhmet altına bırakmıştır. Bu şekilde yaklaşık iki yıllık bir dönemde Türkiye’yi kendi içine kapatmıştır. Türkiye’ye karşı sosyolojik savaş yürütmektedir.

Türkiye’nin füze ihalesini yaklaşık iki yıldan beri engellemiş sonunda da Çin ile yapılan ihalenin iptalini sağlamıştır. Füze kalkanı meselesinde Türkiye’ye ihanet etmiş; Patriotların alıp götürülmesine ses çıkarmamıştır. ABD, Türkiye’ye çektiği operasyonlar sonucu, gelip Türkiye’deki NATO üstlerine yeniden yerleşmiştir. ABD’nin Türkiye’deki NATO üstlerine yoğun bir şekilde yerleşmesi, Rusya ve Çin’in Suriye’ye gelip yerleşmesine imkân vermiştir. Şer ittifakı (ABD, Fransa-İsrail-İngiltere) ve Rusya, birlikte Müslüman bir halkı fiilen katletmektedir.

Angajman kurallarını ihlal eden Rus Savaş uçağının düşürülmesi karşısında ABD’nin verdiği tepkiler, suya sabuna dokunmama anlamındadır.

Bütün bunlara rağmen 7 Haziran -1 Kasım 2015 sürecinde ne oldu da ABD tekrar “Model ortak” oldu. ABD’yi Model Ortak kabul etmek demek, 2002 “fabrika ayarlarına dönmek” demek midir?

“Fabrika Ayarlarına Dönmek” Demek “Avrupa Halkı”, Avrupa Ailesi”, Olmak Demek midir?

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kasım 2015 AB-Türkiye Zirvesi’nin açılışında yaptığı konuşmada, “Avrupa halkı” ve “Avrupa ailesi” olduğumuzu ifade etmiştir:

“ Ankara’dan çok açık ve net bir mesaj vermek istiyorum, biz bir Avrupa halkıyız. kıtanın kaderi hepimizin kaderidir, hepimizin ortak konusudur. Türkiye bu konuda elinden gelen her şeyi yapmaya hazırdır… Bizler Avrupa ailesinin bir üyesi olmak istiyoruz. Bir aile mensubu olarak da sizleri temin ederim ki Türkiye aileye daima olumlu bir katkıda bulunacaktır… “ Bu bize şunu gösteriyor, sizler, hepiniz, bir aile olarak Türkiye’yi de ailenin bir mensubu olarak görüyorsunuz ve Türkiye’nin geleceğine dikkatle bakıyorsunuz… Bu aslında yeni bir başlangıç değil uzun süredir devam eden bir sürecin tekrar canlandırılması. Avrupa hepimizin ortak evidir.” (4)

Tarih boyu, İslam’a ve Müslümanlara savaş açmış, Batı Kültür ve medeniyeti halkları ile aynı halk olmak, aynı aileden olmak ve onların başarısı için çalışmak ve bu noktada onlara güvence vermek nasıl mümkün olmaktadır? Uzağa gitmeyelim 1. Cihan savaşından buyana İslam coğrafyasında dökülen her kanda parmağı olan AB ülkeleri değil midir? Cezayir’de, Fas’ta, Tunus’ta, Libya’da, Mali’de, Çad’da, Mısır’da, Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da kan dökenler, İslam coğrafyasının tüm zenginliklerini gasp edenlerle aynı halktan, aynı aileden olmak mümkün müdür? Bunu kendilerinin bilmemesi mümkün mü? Öyleyse Neden?

Sonuç: 7 Haziran -1 Kasım 2015 Sürecinde Ne Oldu?!!!

Dönemin Başbakanı Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde Kanal 24’teki bir programda, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin’e, ‘Alın bizi Şangay Beşlisine, AB’yi unutalım’ şeklinde bir teklifte bulunduğunu beyan etmişti. Şimdi ne oldu da, ŞİO’dan NATO’ya ve AB’ye çok keskin bir dönüş yapıldı?

7 Haziran -1 Kasım 2015 sürecinde ne oldu da ABD “Model ortak” ve AB ailemiz oldu?

2002 “fabrika ayarlarına dönmek” demek yeniden ABD, NATO ve AB çizgisine girmek demek midir?

Biz ne ŞİO, ne NATO, ne ABD ve ne de AB’yi benimsemeyecek; onlara karşı mücadelemize daha şiddetli bir şekilde devam edeceğiz.

 Ve biz, “Avrupa ailesinden” olmadık ve de olmayacağız. Çünkü Allah, Allah’a ve Resulu Babası Nuh’a isyan eden Nuh’un oğlunu aileden kabul etmemiştir:

 “Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: «Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve senin va’din de doğrusu haktır. Sen hâkimlerin hâkimisin.»

Dedi ki: «Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.»” (11 Hud 45-46).

Kaynaklar

1- ‘Uluslar arası Terörizm Çok Keskin Karşılık Bulacaktır’, Anadolu Ajansı 15.11.2015

http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/uluslararasi-terorizm-cok-keskin-karsilik-bulacaktir/473794.

2-Can, B., ABD’nin yığınla ihanetine rağmen hâlâ TÜRKİYE ile ABD “Model Ortak mı”?, Milli Gazete; 20.11.2015, 27.11.2015, 4.12.2015,

3-Can, B., ABD’nin yığınla ihanetine rağmen hâlâ TÜRKİYE ile ABD “Model Ortak mı”? Umran, Aralık 2015.

4-https://www.akparti.org.tr/mobil/haberler/biz-bir-avrupa-halkiyiz/80817;

http://www.ntv.com.tr/dunya/basbakan-davutoglubiz-bir-avrupa-halkiyiz, m2up7pyUq0ySRTkc9GTFXQ, NTV 29.11.2015.

 

 

4 Aralık 2015 Cuma

ABD'NİN YIĞINLA İHANETİNE RAĞMEN HÂLÂ TÜRKİYE İLE ABD MODEL ORTAK MI? - 3

(Milli Gazete)

Geçen iki yazıda 2009’dan bugüne kadar ABD ile Türkiye arasında kurulan Model Ortaklık’la ilgili, “Model Ortaklık Nedir?”, “Model Ortaklık Şizofren Bir Kimlik Dayatmasıdır”, “Model Ortaklık İç İşlerine Müdahale Hakkını İçermektedir”, “Model Ortaklık Müslümanlar Arası Çatışmayı Öngörmektedir”

“Model Ortaklığın İç Müttefikleri” konularını ele alıp inceledik.

Burada, Model Ortaklığın unsurları ve 2009 yılından buyana ABD’nin yapıp ettikleri ile ilgili bir sorgulama yapacağız.

“Model Ortaklığın Unsurları, Elemanları” ya da ABD’nin Türkiye’den Beklentileri

İddiaya göre iki ülke arasındaki model ortaklık, her iki ülke için cari olan ortak paydaların, ortak çıkarların hayata geçirilmesi için meydana getirilmektedir. Her iki ülkenin kurulan bu ortaklıktan beklentileri vardır. Ortaklığın vücut bulmasına neden olan bu beklentilere, ortaklığın unsurları ya da temel elemanları denmektedir.

Türkiye ile ABD arasında tesis edilmek istenen model ortaklık, Türkiye’nin iradesinden ziyade ABD’nin iradesi, isteği ya da dayatması olarak kamuoyuna yansımıştır. Model Ortaklığın fikri alt yapısı, Bush döneminde 2006 yılında ABD, Türkiye hükümetleri arasında yapılan  ‘Paylaşılan Vizyon ve Yapısal Diyalog’ (‘Shared Vision and Structured Dialogue’) adlı görüşmenin üzerine inşa edilmiş, Obama yönetimi tarafından ise daha da geliştirilmiştir(1).

Bush yönetimi zamanında Türkiye ile yapılan görüşmelerin mahiyeti bilinmemektedir. ABD devletinin, yeni politikalar uygulama konusunda bir karar değişikliğine gittiği ve bununla ilgili gerekli alt yapı çalışmalarını Bush döneminde başlattığı bilinmektedir. Obama döneminde ‘Paylaşılan Vizyon ve Yapısal Diyalog’ adı altında iki hükümet arasında yapılan görüşmeler ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin görüşleri, ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton’ın Mart 2009’da yaptığı ziyaretle yeniden teyit ettirilmiştir (1).

Obama’nın Türkiye’deki konuşmalarından sonra dönemin Dış İşleri Bakanı Davutoğlu’nun, Washington’da Amerikan-Türk Konseyi’nin (ATC) 28’inci yıllık konferansında, akşam yemeğinde yaptığı açıklamalar, hem süreci teyit etmekte hem de yapılan teklifin Türkiye tarafından benimsendiğini göstermektedir: 

“Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu: ‘’Benzersiz konumda ve birbirini tamamlayan iki ülke olarak Türk-Amerikan ilişkilerinin, ABD Başkanı Barack Obama’nın deyimiyle ‘’model ortaklık’’ oluşturmaktadır... ‘Biz sadece stratejik ortaklar değiliz, model ortaklarız… Model ortaklık bir tercih meselesi değil bir gerekliliktir… ABD Başkanı, bu ilişkinin benzersizliğinin altını çizmek istedi. Bu sıradan bir ilişki değil, bir prototip, benzersiz bir ilişki…  ABD’nin benzersizliği ve Türkiye’nin benzersizliği dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkileri benzersiz. Gerginlikleri azaltmak için birlikte çalışabiliriz… İnsanlık bu ilişkiye ihtiyaç duyuyor ve ABD ile Türkiye birlikte, insanlığa katkıda bulunabilir…

Bakan Clinton’a ve bana (kendi ülkelerinizin gündemindeki dış politika konularını sıralayın) denilse bunların büyük çoğunluğu aynı olur. Irak, Afganistan, Pakistan, Ortadoğu, Filistin-İsrail meselesi, Lübnan, Kafkaslar, Ermenistan ve Kıbrıs…  Evet, iki ülke de NATO üyesi ama ilişkiler sadece askeri ve güvenlik temeline dayalı değil. Buna kültürel, ekonomik ve sosyal boyut da gerekiyor...” (2)

Davutoğlu’nun açıklamalarından Model Ortaklığın, “kültürel, ekonomik ve sosyal boyutu” olduğu anlaşılmaktadır. Bu, bizim baştan beri üzerinde durduğumuz ve dikkat çektiğimiz tehlike durumudur.

Gerek Obama’nın konuşmalarından, gerek Davutoğlu’nun açıklamalarından ve gerekse ‘Akıllı Güç Stratejisinin’ hazırlandığı araştırma merkezinde Dr. Flanagan’in ‘ABD ve Türkiye: Model Ortaklık’ adlı konuşmasından, ABD ve Türkiye arasındaki model ortaklığın unsurlarını, temel bileşenlerini tespit etmemiz mümkündür.

Görülebildiği kadarıyla Model Ortaklık, iki ana eksen üzerine oturtulmuştur. Birinci Eksen, Türkiye’nin İç işleyişi ile ilgili olup Türkiye’nin ev ödevlerini içermektedir. İkinci Eksen, Türkiye’nin dış politikada üstlenmesi gereken rolleri ihtiva emektedir.

Birinci eksenle ilgili olanları, medyaya yansıyan kısmıyla, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz (1):

• Demokrasinin tam yerleştirilmesi, bunun için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması,

•  Güçlü azınlık haklarının tanınması ve imkânlardan toplumun bütününün yararlanması,

•  Heybeliada Ruhban Okulunun açılması,

•  Kürt Sorununun Çözülmesi,

•  PKK ve daha başka teröre karşı birlikte mücadele,

•  Hukuk devletine sürekli bağlılığın sağlanması.

İkinci Eksen dış politika ile ilgili olup ilgili unsurlar, 3 ana sınıfta toplanabilir(1):

1. Grupta her iki ülkenin ortak çıkarlarının ve politikalarının örtüştüğü ya da birbirine çok yakın olduğu konular yer almaktadır. Bu grupta olanlar aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

•  Irak’ın, Afganistan ve Pakistan’ın uzun zaman diliminde istikrara kavuşturulması ve geliştirilmesi,

•  İki taraflı ticaret ve yatırımın genişletilmesi,

•  İki ülkenin askerleri arası işbirliği,

•  Türkiye’nin AB’ne kabulü.

2. Grupta birinci gruptakilere nazaran iki ülke menfaatleri açısından tam bir örtüşme olmamakla beraber geniş bir benzerlik olan konular yer almaktadır. Bununla beraber önemli politik farklılıklar, inatlaşmaya, gerilime sebebiyet vermektedir. Türkiye’deki zorlu iç politik çekişmeler, durumu daha da kötüleştirmektedir. Bu grupta olanlar, aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

•  Rusya, Ermenistan ve Yunanistan’la ilişkiler,

•  Hazar enerji kaynakları için güney koridor yollarının geliştirilmesi,

•  İsrail-Filistin barışının tesis edilmesi,

•  Kafkasya ve Kıbrıs’ta dondurulmuş olan ihtilaflar.

3. Grupta iki ülke arasında, önemli, temel politika farklılıkların olduğu konular yer almaktadır. Bu grupta olanlar, aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

•  Rusya’nın Karadeniz ve Kafkaslarla ilgili iddiaları,

•  İran’la enerji ve ticaret ilişkileri,

•  İran’ın nükleer programının durdurulması.

Bunlar, 2006 yılı itibarı ile iki ülke arasındaki Model Ortaklığın temel unsurları olarak öngörülüp medyaya yansıyanlardır. Kapalı kapılar arkasındakileri bilme şansımız yoktur. Bunları, her iki ülke kendi dış politika sorunları olarak kabul etmektedir. Bu noktada bir ortak payda, bir örtüşme olduğu söylenebilir. Ancak bu sorunların her iki ülke açısından sorun olma nedenleri ve çözüm şekilleri farklıdır. Burada iki ana mesele karşımıza çıkmaktadır: Birincisi sorunların mahiyeti, ikincisi sorunların çözüm şeklidir.

Model Ortaklık Kapsamında ABD’nin Türkiye’yi Truva Atı Olarak Kullanma İsteği

Türkiye açısından bütün bu sorunlar, Türkiye’nin bölgesinde, çevresinde meydana gelmekte olduğundan ilgi sahasına girmekte, güvenliğini, huzurunu ilgilendirmektedir. ABD açısından ise bu sorunlar, ABD’yi imparatorluğa götürecek olan yolun üzerinde yer aldığından ABD’yi ilgilendirmektedir. Bu açıdan meseleyi ele aldığımızda, ABD’nin Türkiye’ye dayattığı Model Ortaklık, ABD’nin süper güç olarak önündeki engellerin kaldırılmasına, yıkılan imajının tamir edilmesine, kaybedilen itibarın kazanılmasına imkân sağlamak için Türkiye’yi Truva atı olarak kullanmak amaçlıdır. 

Ne yazık ki dönemin Dişişleri Bakanlığı, bu tehlikeyi zamanında görememiş ve ABD’nin süper güç olabilmesi için Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu ve Türkiye’nin de verilecek rolü üstleneceğini 2009 yılında yapılan görüşmelerde belirtmekte bir sakınca görmemiştir (2):

“‘İnsanlık bu ilişkiye ihtiyaç duyuyor ve ABD ile Türkiye birlikte, insanlığa katkıda bulunabilir’’.

ABD’nin bir süper güç olma özelliğini sürdürebilmek için herkesi içine alan bir politika izlemesi ve çok taraflı yaklaşımlara yönelerek uluslararası kurumları kullanması gerekir. Bölgesel düzeni sağlayabilmek için ABD, bölgesel güçlerin yardımına ihtiyaç duymaktadır.

‘’ABD, Roma İmparatoru Cesar’a değil Marcus Aurelius’a ihtiyaç duyuyor. Obama’nın yaklaşımı da Cesar’ın değil Aurelius’un yaklaşımı. Güç kullanarak sadece bir yere kadar ilerleyebilirsiniz. Şimdi ABD’de çok taraflı yaklaşım kullanıyor’’ .

‘’…İşte bu yüzden komşularımızla sıfır problem yaklaşımı önemli. Başka türlü rahat edemeyiz. Ankara’da oturup krizlerin bize gelmesini bekleyemeyiz. Her yerde olmalıyız’’ .

‘’Küresel ve bölgesel barış için birbirimize ihtiyacımız var. Bu çerçevede uluslararası kurumları, organizasyonları daha etkili hale getirmenin yollarını bulmalıyız. Türkiye olarak biz, bölgesel bütün organizasyonlarda aktif olacağız’’.

Keza 18.10.2013 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile ortak bir basın toplantısı düzenleyen Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Türkiye ve ABD arasındaki model ortaklığın sonsuza kadar süreceğini ve sorunların çözümünde uluslararası toplumun en temel değerlerinden biri olacağını” söylemiş olması (3); Türkiye tarafından ya sürecin iyi anlaşılamadığı ya da yoğun baskı altında yapabileceği başka bir şeyi olmadığını göstermektedir.

Sonuç: 2009’dan 2015’e Kadarki Dönemde Model Ortaklığın Sorgulanması Gerekir

ABD’nin Türkiye’ye dikte ettiği Model Ortaklığın yukarıda zikredilen ana unsurlarına ilişkin 2009 yılından bugüne herhangi bir çözüm getirilebilmiş değildir. Belgeden alıntıladığımız birinci eksen ve ikinci eksenle ilgili Türkiye ile ABD ortak her hangi bir yol kat etmiş değildir. Ancak Türkiye, bölgesel tüm organizasyonlarda yer alarak ABD’nin projelerine katkıda bulunmuştur. Bunun karşılığında bölgede ne kazanmıştır? O nedenle Model Ortaklık yaklaşımının bu çerçevede sorgulanması gerekmektedir.

Bütün bunlar ortada dururken Antalya’da yapılan (15.11.2015)  G-20 toplantısında, ABD başkanı Obama ile birlikte yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Koalisyon güçleri noktasında bundan sonraki süreçte atacağımız adımları değerlendirme fırsatı bulduk. Model ortaklar olarak, stratejik ortak olarak bundan sonraki süreçte de dayanışmamızı dünya barışına bir katkıda bulunmak için kararlılıkla devam ettireceğiz” (4) demiş olması, üzücüdür ve de yanlış olmuştur.

Türkiye ABD ile Model Ortak olmalı mı?

KAYNAKLAR

1- Flanagan, S., The United States and Turkey: a Model Partnership, May 14, 2009. CSIS.

2-  “Model Ortaklık Tercih Değil Gereklilik”, Usak Gündem, 03.06.2009

3- Dışişleri Bakanı Davutoğlu “Türkiye Ve Abd Arasındaki Model Ortaklık Sonsuza Kadar Sürecek” Dışişleri Bakanlığı 18.10.2013

http://www.mfa.gov.tr/disisleri-bakani-davutoglu-_turkiye-ve-abd-arasindaki-model-ortaklik-sonsuza-kadar-surecek.tr.mfa.

4- ‘Uluslararası Terörizm Çok Keskin Karşılık Bulacaktır’, Anadolu Ajansı 15.11.2015

http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/uluslararasi-terorizm-cok-keskin-karsilik-bulacaktir/473794.

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...