30 Ekim 2015 Cuma

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Tekrar Seçim Aşaması: TÜRKİYE’Yİ SURİYELEŞTİRMEK - 3

 (Milli Gazete)

7 HAZİRAN Genel seçimleri ile 1 Kasım Genel seçimleri arasında PKK’nın kır gerillası stratejisinden “Kıra Dayalı Şehir Gerillası” stratejisine geçmesinin çok önemli bir stratejik amacı olmalıdır. Bu nedir

Burada, bu strateji değişikliğinin bölgedeki değişimlerle ve Kadife darbecilerin Stratejik hedefleri ile bir ilişkisi olup olmadığı sorgulanacaktır.

“Kır Gerillasından” “Kıra Dayalı Şehir Gerillasına”

Kır ve şehir gerilla mücadelelerinin strateji, metot ve teknikleri bir birinden farklıdır. Bu farklılıklar, yapılanışa ve mücadelenin seyrine derinden tesir eder. Şehir gerillasında şehrin içinde kalarak, sade vatandaş gibi davranarak bir gerilla mücadelesi verilirken bölgeye hâkim olmak hedeflenmektedir. Kır gerillasında dışarıdan gelmek, vurmak ve kaçmak yerine; şehir gerillasında şehrin içinde vurmak, sokak sokak savaşmak ve hakimiyet kurmak esastır. Kır gerillasında lojistik destek dışarıda, mühimmat depoları dışarıda ve gerilla dışarıda iken şehir gerillasında her şey şehrin içerisindedir. Kır gerillasında, kırlardan şehirler kuşatılmaya çalışılırken; şehir gerillasında merkezden çevreye açılmak önemlidir. Şehir gerillasında önemli hususlardan birisi, halkı korkutarak hakimiyet alma yerine halkın kalbini, gönlünü kazanarak bir dayanak kitle inşa etmek stratejik hedeftir. Halkı korkutma, geçici lojistik destek imkanı sağlarken halkın gönlünü kazanmak, sürekli maddi ve manevi lojistik destek imkanı sağlar. Şehir gerillasına karşı mücadelede en zor nokta, sade vatandaşla gerillayı birbirinden ayırabilmektir. Gerilla yerine sade vatandaşa verilen zarar, gerillanın ekmeğine yağ sürmek, ona yeni insan unsuru kazandırmaktır.

PKK’nın özerk bölgeler ilan ettiği ilçe ve kasabalarda, barikatlar kurması, yer altından evleri tünellerle bir birine bağlaması, şehrin değişik yerlerine mayınlar döşemesi ve bölgeye gelen güvenlik güçlerine karşı şehrin içinde kalarak bir savaş vermesi, şehri terk etmemesi, PKK’nın şehir gerillası taktiklerini uyguladığının örnekleridir. Eskiden dağdan gelip karakolları basıp bölgeyi terk ederken şimdi, şehrin içerisinde sade vatandaş görüntüsünde silahlı bir mücadele vermekte ev ev, sokak sokak savaşmaktadır. Bununla beraber PKK, kır gerillasını tamamen terk edip şehir gerillası mücadelesi vermektedir demek yanlıştır. PKK şu an kır ve şehir gerillasını birlikte yürütmektedir. Bu yeni stratejisini “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı” olarak nitelendirmek mümkündür (1).

PKK, Türkiye’nin gücünü bilmesine, her geçen gün çok büyük zayiatlar vermesine rağmen bölgeyi terk etmemekte, direnmekte ve zaman kazanmaya çalışmaktadır. Bu tavır, bir taraftan Türkiye’deki 1 Kasım seçimleri sonrası ile diğer taraftan da Irak-Suriye hattında olanlarla ilgilidir. O nedenle mesele iki eksende ele alınıp değerlendirilmelidir. Bunun için PKK’nin kır gerillasından “Kıra Dayalı Şehir Gerillasına” geçmesinin nedenlerine bakılmalıdır. Haziran 2015 seçimlerinden önce Nisan 2015’de PKK’nın yayın organı Serxwebun Dergisi’nde yayınlanan, “Dördüncü stratejik mücadele dönemi - 4 Devrimci Halk Savaşı’nın hedefleri” başlıklı yazıda, “KCK’nin tümünün ekonomik, sosyal, hukuki, siyasi, diplomatik, kültürel ve askeri boyutta” harekete geçirileceği ifade edilmektedir(1). Bu yeni bir stratejinin Kabul edildiği anlamına gelmektedir.

“PKK Kır Gerillasında Mağlup Olmuştur”

Böyle bir strateji değişikliğine gidilmesinin sebebi, aynı makalede, “Kır Gerillasına dayalı” bir mücadelenin devlet tarafından karşı strateji geliştirilerek çökertilip başarısızlığa uğratıldığı şeklinde izah edilmektedir:

“Düşman bu durumu ‘93-94-95 sürecinde değiştirip köylülüğü ortadan kaldırdı. Düşman, suyu kurutarak balığı yakalama taktiğine başvurdu. Gerillanın içinde hareket ettiği halkı yok ederek, gerillayı açığa çıkartıp avlamak istedi. Bu kadar köy yakma, yıkma, köyleri boşaltma durumu bunun için gerçekleşti.

1998 yılında gerçekleşen ateşkes ile birlikte dağlık alanlara çekildik. Bu, 1999 yılında daha çok somutluk kazandı. Haziran 2004 yılından itibaren savaşa başladığımızda, gerillanın mevzilenmesi, örgütlenişi buna göreydi. Savaşı da buna göre yaptı, bunu aşamadı…

Çünkü ortada köy kalmamıştı, aslında tasfiye edilmişti. Geriye kalan köyler de, düşman tarafından örgütlendirilmiş köylerdi. Birer tuzaktılar. Halk desteği sürdürüyoruz diye, düşmanın tuzağına düştük ve avlandık. Hepsi pusuydu ve bizi ciddi biçimde zorladı…” (1)

Yazıdan anlaşıldığı kadarıyla PKK içerisinde salt kır gerillasına dayalı bir stratejinin başarılı olamadığına ilişkin ciddi tartışmalar yaşanmış ve başarısızlık nedenleri sorgulanmıştır. Bu tartışmaların ve sorgulamaların yapıldığı bir dönemde Abdullah Öcalan şu “üç tür savaş tarzının” örgüt tarafından değerlendirilmesini istemiştir:

“Bunlardan birincisi, geçmişte olduğu gibi dağa dayalı, dağda yoğunlaşan savaş tarzının sürdürülmesi, savaş türünün devam ettirilmesidir. İkincisi, şehirlerde Sovyetik genel bir halk ayaklanmasının yapılmasıdır. Üçüncüsü ise kıra ve şehre dayalı, birlikte, dengeli ve ortak bir savaşın geliştirilmesidir.” (1)

“Özerk/Kantonal Yapı” İçin “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığı”

Tartışmanın özünde kır gerillasına dayalı bir mücadele ile “Bağımsız bir Kürt devletinin” kurulmasına gidecek yolun kilometre taşı olarak “Özerk ya da Kantonal bir bölge yönetimi” oluşturmanın mümkün olup olamayacağıdır:

“Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştiremedik… Demokratik Özerklik, yani devletle Demokratik Konfederalizmin yönetim paylaşımı ve ilişkisinin düzenlenmesini ifade eden, hukuki bir sisteme yol açamadık. O, Demokratik Özerklik çözümü olacaktı. Bu gerçekleşmedi ve bu biçimde de artık gerçekleşmeyeceği kanıtlanmış oluyor. Bu durumda yeni bir eylemi, stratejik değişikliği, Devrimci Halk Savaşı’nı gündeme getiriyoruz. Çünkü aynı durumla bunu yapamayız.”(1)

PKK, bu stratejik hedefe salt kır gerillasını kullanarak ulaşamayacağına karar vermiş ve “Kıra Dayalı Şehir Gerillası” stratejisini benimseyerek kendine yeni bir yol haritası çizmiştir:

“… Kırda ve şehirde dengeli bir biçimde yürütülecek bir savaştır. Bu, daha makul ve sonuç alıcı görünüyor. Şimdiye kadar yürüttüğümüz savaş, sadece kıra dayalı yürütülen savaştı. …Ama kesin zafere ulaşmamızı da engelledi. Ama kırda ve şehirde dengeli bir savaş yürüterek, kendimizi örgütleme, Demokratik Konfederalizmi örgütleme ve sömürgeci soykırım rejimini parça parça darbeleyip zayıflatma, geriletme ve sınırlandırma daha çok gerçekleştirme imkanına sahiptir. Bu bakımdan da biz, Devrimci Halk Savaşı’nın zemini olarak bunu esas alıyoruz. Onun için geçen yıldan beri dağda, ovada, şehirde bütünlüklü bir savaştan, savaş güçlerinin her yerde mevzilenmesi, örgütlenmesi gerektiğinden söz ettik. Buna göre yeni bir yaklaşım içine girdik. Bu anlamda savaş zeminimiz değişmektedir. Bütün planlamalarımızı bu değişikliğe göre yapmalıyız” (1).

Çözüm Sürecinde “Kıra Dayalı Şehir Gerillacılığının” Alt Yapısı İnşa Edilmiştir.

Bu bilgiler ışığında PKK’nın Türkiye’de izlediği politikasına ve Oslo görüşmelerinde dönemin MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş, Başbakan Müsteşar yardımcısı Hakan Fidan ile PKK yöneticileri Sabri Ok ve Mustafa Karasu arasında geçen konuşmalara ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Başbakan Davutoğlu’nun ve bazı AKP yöneticilerinin yaptıkları açıklamalara baktığımızda, yaklaşık 2009 yılından bu yana PKK’nın, “Kıra Dayalı Şehir Savaşı” stratejisini benimsediği, buna ilişkin bir alt yapı çalışması yaptığı ve “çözüm sürecindeki” çatışmazlık ortamında şehirlerde mevzilenerek şehir gerillasına hazırlandığı anlaşılmaktadır (2, 3). Diğer taraftan bu süreçte Suriye’de kazanılan şehir gerillası deneyimleri, Türkiye’ye aktarılmış, kadrolar buna göre eğitilip konumlandırılmıştır.

Çözüm sürecinde PKK Türkiye’de iki eksen boyunca mevzilenmiş ve gerekli alt yapı çalışmaları yapmıştır: Birinci Eksen, Irak-Suriye sınır boyu; İkinci Eksen, Ağrı-Iğdır-Kars-Ardahan-Erzurum hattıdır. Birinci eksende Irak-Suriye’den ikinci eksende de Ermenistan’dan lojistik destek sağlanmıştır. Ermenistan, ikinci Kandıl olarak görülmekte ve nitelendirilmektedir. Cemil Bayık’ın bu amaçla en yakın adamlarından olan Yusuf Şek’i eyalet sorumlusu olarak bölgeye gönderdiği bilinmektedir (4).

Sonuç: HDP İle PKK’yi Özdeşleştirme Hatasına Düşmemek

Türkiye, 7 Haziran seçimlerinin hemen sonrasında Kadife Darbeci Şer ittifakı (ABD-İsrail-İngiltere-AB) tarafından PKK üzerinden Ermenistan-Irak-Suriye üçgeninde bir kıskaca alınmak istenmiştir. Bu kıskaç operasyonu, 1 Kasım sonrasında daha da kesifleşebilir ve PKK, Güneydoğu’nun tümünü kapsayacak tarzda özerklik ilan edip Türkiye’nin her tarafında çok yoğun eylemler zincirini başlatmak isteyebilir. Bugünden başlatılan “Özerklik ilanlarına” ve “İç savaş” çığırtkanlıklarına bu açıdan bakılmalıdır. Bu noktada KCK, PKK, DHKP-C, PYD, İŞİD, TİKKO ve TKPML gibi terörist örgütler arasında tam bir ittifak kurulduğu, birlikte hareket ettikleri göz önüne alınmalıdır. Ayrıca Kadife Darbeci şer ittifakının Mason-Sabatayist-Boğazın Baronları ve bunların gizli ortaklarından oluşan bir iç şer ittifakının olduğu unutulmamalıdır.

Türkiye, Suriye meselesinden uzaklaştırılıp hem kendi içine kapatılmak hem Suriyeleştirilmek ve hem de, öncelikli olarak/ilk adım olarak, zihnen bölünmek istenmektedir. Herkesin bunu görmesi ve sorumlu davranması gerekmektedir.

Bu şeytanı ittifaka karşı, toplumun genelini kuşatacak, seviyeli, istikrarlı bir ittifak grubu çıkarılmalıdır. Bunun için dışlayıcı, suçlayıcı ve kamplaştırıcı bir dil kullanılmamalıdır.

HDP ile PKK’ı özdeşleştirici ve birbirine kenetleyici bir dil yerine ayrıştırıcı bir dil, tutum ve tavır ortaya konmalıdır. Aksi taktirde HDP üzerinden PKK ve yaptıkları, HDP’ye rey vermiş seçmenler indinde meşrulaştırılmış olabilir ve PKK çok ciddi bir halk desteği sağlayabilir. Bu ülkede “Dinimden dönerim de Partimden dönmem”(!) anlayışının hala daha etkin olduğu, göz ardı edilmemelidir. Bütün siyasi partilerin ve gönüllü kuruluşların bu gerçeği görmesinde fayda vardır. Buna karşılık HDP de, PKK ile arasına ciddi bir mesafe koymalı “Özerklik ilanı” ve “İç savaş” çığırtkanlığı yapan HDP mensuplarını uyarmalı gerekirse partiden tasfiye etmelidir. MHP de, HDP’ye karşı kullandığı dili ve takındığı tavrı değiştirmelidir.

Milli Görüş kadroları, meseleye bu açıdan yaklaşmalı, ülkeyi birleştirici, bütünleştirici ve kaynaştırıcı bir politika ortaya koymalı, bir dil ve söylem kullanmalıdırlar.

Kaynaklar

1- Çiçek, N., PKK’NIN Yeni Stratejisi: ‘Şehir Gerillacılığı’, Timetürk 08.09.2015

2- Çakmaklı Ş., Şehirlere Bomba Yerleştirilirken Kimlerin İzlediğini Açıklıyoruz,

Odatv.Com, 08.09.2015.

3- Zaman 08.09.2015.

4-Takan, A., PKK’nın ilk Kantonu; Ağrı-Iğdır-Kars-Ardahan Hattı, Yeniçağ, 23.07.2015.

23 Ekim 2015 Cuma

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Tekrar Seçim Aşaması: TÜRKİYE’Yİ SURİYELEŞTİRMEK-2

 (Milli Gazete)

Giriş

Geçen yazıda Türkiye’nin 10 ciddi olayla birlikte Taksim Kadife Darbe sürecinin 12. Aşamasına sokulduğunu ifade ederek şu soruların cevaplarının aranması gerektiğini belirtmiştik:

• Yaklaşık üç yıllık çözüm süreci içerisinde alt yapı çalışmalarını yaygınlaştıran ve derinleştiren PKK, kendi alt yapı çalışmalarını daha da yaygınlaştırma imkânına sahipken, HDP, 80 milletvekili ile Meclis’e girmişken ve kimse kendilerine dokunmaz iken, yaptıkları tüm faaliyetlere çözüm süreci aşkına göz yumulurken, beklemeyip 7 Haziran seçimlerinden sonra niçin terör eylemlerine başvurmuş, silahlı mücadeleyi başlatmıştır

• PKK’nın terör eylemlerine başlaması ile Kadife Darbeci ekibin stratejisi arasında bir ilişki var mıdır

• Türkiye’deki gelişmelerin bölgedeki, özellikle, Suriye’deki son gelişmelerle bir ilgisi var mıdır

• Kaç PKK vardır Şu an eylemleri yürüten PKK hangi PKK’dır

• PKK’ya yeni bir isim ve şekil verilerek meşrulaştırılmak mı istenmektedir Yoksa PKK, taşeron bir örgüt olarak ömrünü tamamlamış olup tasfiye mi edilmek ya da El Kaide konumuna mı getirilmek istenmektedir

Geçen yazının sonuç bölümünde niçin Sorusu sorulduktan sonra, “7 Haziran seçimlerinin hemen arkasında bu denli yoğun bir değişim yaşanması, 1 Kasım seçimlerine doğru çok daha farklı ve kanlı olayların planlandığı ve yürürlüğe sokulmak istendiği anlamına gelmektedir… Uzun zamandır intihar saldırısı gerçekleştirmeyen örgüt, yeniden intihar saldırıları düzenlemeye başlamıştır… Dikkat edilmesi gereken nokta, dikkatler hep Güneydoğu bölgesine yoğunlaşmışken Batı bölgelerinde şok yapacak olay/olayların başlatılma ihtimalinin var olmasıdır. Üniversitelerin yangın yerine çevrilmesi hedeflenmiş olabilir. Kadife Darbelerde “dolaylı harp stratejisi” uygulandığı göz ardı edilmemelidir.” Şeklinde yapılan bir değerlendirmeyle Türkiye’yi yönetenlerin ve Parlamento dışında siyaset yapanların dikkatini bir tehlikeye çekmek istemiştik.

Bu yazıdan sonra, 10.10. 2015’de, HDP’nin Ankara’da düzenlediği “Barış mitinginde” iki canlı bombanın girişimi ile şimdilik 99 kişinin öldüğü 400 civarında insanın yaralandığı, kanlı, vahşi ve kahpe bir eylem gerçekleştirilmiştir.

Burada, bu olay ele alınıp değerlendirilecektir.

Suruç Provokasyonunda Taktik Amaçlar

Kürt olmayan 34 sosyalist gencin Kobani’ye gitmek üzere Suruç’a gitmesi ve orada basın toplantısı yaparlarken bomba patlatılarak öldürülmeleri, Taksim Kadife darbe sürecini yepyeni bir aşamaya (11. aşama) sokmuştur. Kadife darbeciler tarafından gerçekleştirilen 20.07.2015 Suruç provokasyonu, Türkiye’yi topyekûn yeni eylemler zincirine sokmanın başlangıç adımı idi. Ankara provokasyonunu ele almadan önce Suruç provokasyonunda Kadife Darbeci ekibin hedeflemiş olduğu taktik amaçları hatırlamamızda fayda vardır:

• Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Tekrar Seçim” İsteği ile AKP’den kopan seçmenin pişmanlık duyarak tekrar AKP’ye rey vermesinin engellenmesi,

• Türkiye’nin Suriye’nin Kuzeyinde Akdeniz’e ulaşacak bir koridoru, PYD’nin kontrol etmesine müsaade etmeyeceğini açıklamasından dolayı, Türkiye’nin Suriye ve bölge ile ilgilenmesini engelleyip içe kapanması.

• ABD’nin İncirlik Üssünü Operasyonlarda Kullanmak Üzere İstemesine Türkiye’nin izin vermesinin sağlanması,

• Türkiye’nin, Suriye’den gelen Göç Dalgasının Engellenmesi için Suriye’nin Kuzeyinde Bir Tampon Bölgenin Oluşturulmasını İstemesinin engellenmesi,

• Bölgenin Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail ve 2. Sevr Projeleri kapsamında Hukuki bir statüye kavuşturulması.

• PKK ve HDP yöneticilerinin “Özerklik istekleri” ve “bölgede çıkan petrolden pay istemelerine”, seçim sonrasında meşruiyet kazandırma anlamında bir psikolojik zemin hazırlamak ve seçim sonrasında Güneydoğu’da özerklik ilan edilmesini sağlamak.

Suruç provokasyonu ile birlikte genel olarak Kürt olmayan 34 gencin değişik illerdeki cenazelerinde, sendikalar, odalar başta olmak üzere değişik örgütler, çok farklı eylemler düzenleyerek Türkiye’yi yüksek bir gerilim ortamına sokarak, var olan fay hatlarını daha da yüksek enerji ile doldurarak bir kaos ortamına sürüklemek hedeflemekteydiler. Suruç provokasyonu ile Kadife Darbeci şer ittifakı (ABD-İsrail-İngiltere-AB), birbirleri ile tezat teşkil eden, karmaşık birçok eylemi gerçekleştirmeyi planlamışlardı.

Haziran seçimleri sonrasında AKP’ye rey vermeyen seçmenlerin, “büyük bir pişmanlık içerisinde olduğu”, “hata yaptıklarının farkına vardıkları”, “hatalarını düzeltmek istedikleri” şeklinde yoğun bir psikolojik kampanya medyanın belli bir kesiminde yer almış; bir erken seçim olduğu takdirde, AKP’nin reylerinin en az %3-4 puan daha artacağı noktasında bir kamuoyu oluşturulmuştur. Bu kampanya içerisinde “tekrar seçim” olduğunda, dini hassasiyeti yüksek olan Kürt seçmenin, HDP’den vazgeçip AKP’ye dönmesi için uygun bir psikolojik ortam meydana geldiği kanaati oluşmuş ya da oluşturulmuştur. Bu nedenle Kadife Darbeci Kadro, Kürt seçmenini, AKP’ye karşı daha da tepkili hale getirip HDP’de saflarını sıklaştırmak ve Kadife Darbe sürecini daha da olgunlaştırmak amacıyla 11 Mayıs 2013 Reyhanlı, Kobanı, 5 Haziran 2015 Diyarbakır Provokasyonuna benzer bir provokasyonu Suruç’ta devreye sokmuştur.

Suruç provokasyonu ile birlikte eş zamanlı olarak her yerde AKP, IŞİD ittifakının var olduğuna ve “AKP’nin IŞİD aracılığıyla Kürt Halkını ve ‘Türk Solunu’ susturmak istediğine” ilişkin bir kamuoyu oluşturmak üzere yoğun algı operasyonu yapılmıştır. Bu psikolojik harekât, bir erken/tekrar seçimde Kürt seçmenin tekrar AKP’ye geri dönmesini engellemek, AKP’de var olan Kürt olsun veya olmasın bazı seçmenlerin diğer partilere kaymasını sağlamak amaçlı idi.

Diğer taraftan Suruç Provokasyonu ile Türkiye’ye, Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail projelerini engellemeye kalkmaması mesajı verilmek istenmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Suruç Provokasyonu’nun amacının, sadece bir siyasi iktidarın iktidardan düşürülmesi değil; aynı zamanda Türkiye’yi bölünmeye götürecek, bir sürecin de önemli bir aşaması olduğudur.

Türkiye, 24 Temmuz 2015’de PKK-İŞİD eksenli güvenlik operasyonlarını, Türkiye-Irak-Suriye hattında yoğun bir şekilde başlatarak, Suruç Provokasyonu ile Türkiye’nin dört bir tarafında yapılması öngörülen cenaze eylemlerini engellemiş; harekât sürecinde bölge halkına zarar vermemiş, böylelikle Kadife Darbecilerin Suruç Provokasyonu ile ilgili bütün planlarını altüst etmiştir.

Ankara Provokasyonu

Türkiye, PKK-İŞİD-DHKPC operasyonlarını anında başlatarak ve kararlı bir şekilde yürüterek Kadife Darbeci Kadronun Suruç Provokasyonunda öngördükleri taktik hedeflere ulaşmalarını engellemiştir. Türkiye’nin, Güneydoğusunda PKK tarafından ilan edilen özerk bölgeleri, kaosa sebebiyet vermeyecek tarzda ortadan kaldırması, 1 Kasım seçimleri sonrasında ilan edilmesi düşünülen “Kürdistan özerk bölgesi” ilanı planını suya düşürmüştür. İç savaş çığırtkanlıklarına verdiği bu sert cevap, Suruç Provokasyonunda öngörülen taktik hedeflerin birçoğunun engellenmesini sağlamıştır. Ankara Provokasyonu, Suruç Provokasyonu ile hedeflenmiş olan fakat elde edilemeyen mevzilerin elde edilmesi amaçlı ileri bir operasyonudur. Kadife darbeci Kadronun hem siyasi iktidarı düşürmek hem de iç savaş çıkartarak Türkiye’yi Suriyeleştirme amaçlı bir girişimidir.

Ankara’nın göbeğinde iki canlı bombanın bir katliama sebebiyet vermesi, Türkiye’yi karıştırmış, Suruç Provokasyonunda öngörülen fakat gerçekleştirilemeyenler, Türkiye’nin her tarafında sol sendikalar, odalar ve bazı STK’lar aracığıyla gösteri ve sokak eylemleri yapılarak gerçekleştirilmiştir. Süreç devam etmektedir. Çözülmeye yüz tutmuş Sol-HDP ittifakı, Kadife Darbeci Kadronun Ankara Provokasyonu ile birliktelik sağlamlaştırılmıştır. Bu ittifakla eylemler üniversitelere sıçratılmıştır.

Ankara Provokasyonunda tıpkı Suruç Provokasyonunda da olduğu gibi dikkatler hep piyonlara çekilerek organizasyonun beyni gizlenmektedir. Olay, bu coğrafyada piyon olarak kullanılan örgütlerden olan İŞİD ile irtibatlandırılmakta ve AKP- İŞİD ilişkisinin var olduğu iddia edilmektedir. Çünkü Kürt Halkının tüm renklerinin İŞİD’e özel bir düşmanlığı vardır. Dolayısıyla bu psikolojik harekâtın ana hedeflerinden birisi, AKP, İŞİD ilişkisi kurularak bir taraftan AKP’ye rey verecek olan pişman olmuş Kürt seçmenin geri dönüşünü engellemek; diğer taraftan 7 Haziran seçimlerinde AKP’ye rey vermiş olan Kürt seçmenleri AKP’den koparmaktır. Bu, özellikle Güneydoğu Anadolu bölgesinde gerçekleştirilmek istenmektedir.

Sonuç: Türkiye’de Sosyolojik Bir Savaş: Türkiye’yi Zihnen Bölmek

Bütün bu operasyonların beyni, Kadife Darbeci Şer İttifak (ABD-İsrail-İngiltere-AB) olmakla beraber olayın sonuçlarından yararlanmak isteyen hatta katkıda bulunmak isteyen/bulunan Rusya- İran- Çin- Suriye İttifakı olabilir. Hem birinci hem de ikinci ittifaka Türkiye içinden destek veren/verecek olan güç odakları mevcuttur. Türkiye’nin 1980 öncesine götürülmek istendiği görülmelidir. O nedenle hem Türkiye’yi yönetenler hem de Parlamento dışında siyaset yapan Gönüllü kuruluşlar/Cemaatler/Hareketler, bu ittifakların Türkiye’ye karşı birlikte hareket etmesine mani olucu politikalar geliştirmelidir. Unutulmasın ki siyaset çare bulma ilmidir ve herkese savaş açmak, iyi bir siyaset değildir.

Güneydoğu Anadolu bölgesinde reylerin kahir ekseriyetinin, mümkünse tamamının HDP’ye gitmesi, Kadife Darbeci ekip tarafından arzulanmakta ve planlanmaktadır. Böyle bir durum meydana geldiğinde Türkiye, zihnen bölünmüş olacaktır. Ankara Provokasyonunun ana hedeflerinden birisi de budur. Bu, görülmelidir.

Güneydoğu Anadolu bölgesinde Kürt seçmenden HDP, AKP ve Saadet Partisi rey alabilmektedir. Saadet Partisi, Güneydoğu Anadolu’daki Kürt seçmenden rey alabilecek önemli partilerden biridir. AKP’ye kırgın dini hassasiyeti yüksek Kürt seçmenin, Saadet Partisi’ne rey vermesinin sağlanması gerekmektedir. Bunu başarmak, Milli Görüş kadrolarının tarihi sorumluluğudur. Bununla beraber AKP kadroları da, Güneydoğu’da AKP’ye rey vermeyecek seçmeni, Saadet Partisi’ne yönlendirmelidir. Bu da, AKP kadrolarının tarihi sorumluluğudur. Unutmamak gerekir ki Türkiye, bir sosyolojik savaşla karşı karşıya olup şimdilik zihnen bölünmesi istenmektedir.

O nedenle Milli Görüş kadroları, RP’nin 1993 yılındaki kongresinde Erbakan Hocanın yaptığı konuşmayı ve Kürt meselesi ile ilgili daha başka konuşmalarını kitaplaştırıp Güneydoğu Anadolu’da dağıtmak, kafası karma karışık edilmiş Kürt seçmenin kalbini ve gönlünü fethetmek zorundadır.

Henüz Vakit Varken!

Yarın çok geç olabilir!

 

16 Ekim 2015 Cuma

TAKSİM KADİFE DARBE SÜRECİNİN TEKRAR SEÇİM AŞAMASI: Türkiye’yi Suriyeleştirmek - 1

 (Milli Gazete)

Giriş

Bugün Türkiye, aşağıdaki eylemler ile Taksim Kadife Darbe sürecinin 12. Aşamasına sokulmuştur. Bu yeni aşamada, şimdilik, aşağıdaki eylem türleri belirgin bir şekilde öne çıkmaktadır:

1- Güneydoğu’da PKK merkezli terör eylemleri yoğunlaşmış ve yaygınlaşmıştır.

2- Güneydoğu’nun değişik ilçelerinde PKK-HDP “özerklik ilan etmekte” ve  “iç savaştan” bahsetmektedir.

3-  HDP yöneticileri bölgeden çıkan “petrolden pay istemektedir”.

4- 1. ve 2. Maddeler kapsamında vuku bulan olaylarla ilgili olarak Türkiye, Suriye- Irak hattı başta olmak üzere PKK’nin tüm mevzilerine karşı topyekûn bir savaş başlatmıştır. İlgili tüm yerlerde sokağa çıkma yasağı getirilmekte, bölge tecrit edilmekte ve halka zarar vermeyecek tarzda şehir gerilla taktikleri göz önüne alınarak PKK ve işbirlikçileri tasfiye edilmektedir.

5- Dünya kamuoyuna Taksim Gezi parkı hadiselerinde olduğu gibi “Türkiye’de İç savaş görüntüsü” verilmeye çalışılmakta, bu kapsamda HDP yöneticileri, değişik açıklamalar yapmakta ve bir psikolojik harekât yürütmektedirler.

6- Basın hürriyeti kapsamında istenmeyen olaylar vuku bulmaktadır: Hürriyet gazetesine baskın yapılması, Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanı’na mektuplar yazması, Ahmet hakan’ın dövülmesi.

7- Basın hürriyeti kapsamında yabancı basın, uluslararası kuruluşlar ve bölgesel ve küresel güçler, Türkiye’yi farklı dozajlarda kınayan açıklamalar yapmaktadırlar.

8- Seçim sandıklarının daha güvenli yerlere alınması ile ilgili yoğun bir tartışma yapılmış ve akabinde YSK sandıkların başka yere taşınmamasına karar vermiştir. Güvenlik gerekçeleri ile yapılmak istenen değişiklik, YSK’nın hangi gerekçesiyle yok sayılmıştır Bu Kadife Darbeci ekibin bir operasyonu mudur Yoksa siyasi iktidarın keyfi davranışı mıdır

9- Çözüm sürecinde Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki kamu görevlilerinin görevlerini ihmal ettiğine dair tartışmalar yapılmaktadır.

10- Rusya ve Çin Suriye’de yeniden konumlanmaktadır. Rus uçakları angajman kurallarını ihlal etmekte ve Türk uçaklarına artarda tacizde bulunmaktadır. Türkiye’deki Taksim Kadife Darbe sürecinin önemli aşamalarının hep Irak-Suriye Hattı üzerinden şekillendirildiğini göz önüne aldığımızda; Rus uçaklarının tacizlerinin, Türkiye’deki kadife darbe süreci ve PKK eylemleri ile ilişkisi olup olmadığı üzerinde düşünülmelidir.

Bu olayları göz önüne aldığımızda, doğru bir analiz yapabilmek için şu soruların cevapları, gerçekçi bir şekilde, duygusallıktan arınmış olarak verilmelidir:

• Yaklaşık üç yıllık çözüm süreci içerisinde alt yapı çalışmalarını yaygınlaştıran ve derinleştiren PKK, kendi alt yapı çalışmalarını daha da yaygınlaştırma imkânına sahipken 7 Haziran seçimlerinden sonra niçin terör eylemlerine başvurmuştur

• PKK’nın terör eylemlerine başlaması ile Kadife Darbeci Ekibin stratejisi arasında bir ilişki var mıdır

• Kaç PKK vardır Şu an eylemleri yürüten PKK hangi PKK’dır

• PKK’ya yeni bir isim ve şekil mi verilmek istenmektedir Yoksa PKK, bir taşeron örgüt olarak ömrünü tamamlamış olup tasfiyemi edilmek ya da El Kaide konumuna mı getirilmek istenmektedir

• Türkiye’deki gelişmelerin Suriye’deki son gelişmelerle bir ilgisi var mıdır

Kadife Darbelerin Genel Özelliği

Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrı memnunlar ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak ve genellikle yumuşak güç (Hard Power) kullanarak (zaman zaman, özel amaçla sert güç kullanılmaktadır), siyasi iktidarları düşürmeyi, ülkeleri bölmeyi hedefleyen yeni darbe türüdür.

Taksim “Gezi Parkı” olayları ile Türkiye’de fiilen Kadife Darbe süreci başlatılmıştır. Kadife darbelerin seçim odaklı olmasını göz önüne aldığımızda Reyhanlı olaylarının başladığı zaman itibarıyla Türkiye’nin önünde mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimleri olmak üzere üç seçim dönemi vardı. Taksim Gezi Parkı eylemleri ile birlikte başlatılan Kadife Darbe sürecinin ana stratejisi, en azından bu üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmişti. AKP’ye vurulacak öldürücü darbe, genel seçimler olarak planlanmış, strateji ve taktikler, buna göre uygulanmıştır.

Genel olarak dini hassasiyeti yüksek olan camia, özel olarak da AKP yönetici kadroları, Taksim Gezi Parkı olayları ile fiilen başlatılan kadife darbe sürecini ve bu sürece ilişkin ana stratejiyi görememiştir. Kendilerinin “Üst Akıl” olarak nitelendirdikleri küresel gücün stratejisinin, mahalli seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile bozulduğu, başarısızlığa uğratıldığı, dolayısıyla tehlikenin bertaraf edildiği zehabına kapılmışlardır. O nedenle de 7 Haziran 2015 genel seçim stratejisini, yanlış temeller üzerine inşa etmiş ve tek başına iktidar olamama gibi bir sonuçla karşılaşmışlardır. Kadife Darbeciler, siyası iktidara istedikleri öldürücü darbeyi belki vuramamışlardır. Ancak mutlak hâkim konumundan onu uzaklaştırmışlar ve otoritesini ciddi bir şekilde sarsmışlardır.

Tekrar seçim sürecinde Kadife darbeciler, siyasi iktidara daha da öldürücü bir darbe vurmayı, gücünü daha da aşağıya çekmeyi öngördüklerini, bunun için de, yeni taktikler geliştirdiklerini söylemek bir abartı olarak görülmemelidir.

Kadife Darbelerin en temel özellikleri, diktatör inşa edip tüm gayrı memnunları diktatöre karşı eylem birliğine sokmak, asker ve polis gücünü tarafsız hale getirmek ya da üstü kapalı desteklerini almak ve yargının, siyasi iktidarın elini kolunu bağlayıcı kararlar almasını sağlamaktır. Diktatöre karşı mücadelede özgürlükler ve özellikle basının özgürlüğü çok önemli bir husustur. Özgürlük kampanyası üzerinden dış basının ve uluslararası kuruluşların ve güçlerin desteğini almak hedeflenmektedir.

Diğer taraftan eylemlerin sürekli hale getirilmesi ile siyası iktidarın yıpratılması sağlanarak siyasi iktidarla bürokrasi arasındaki ilişkilerin bozulması ve bürokrasinin işleri savsaklaması ya da geciktirmesi sağlanmaya çalışılır. Ya da güç, siyasi iktidardan asker, polis ve yargıya geçer. Böylelikle siyasi iktidar etrafında oluşan ittifakın yavaş yavaş çözülmesi sağlanır. Eğer siyasi iktidar, bu gerçeği göremez, kendi ittifak zincirini sağlamlaştıramaz, kendi dışındaki siyası parti ve gönüllü kuruluşları dışlar ve suçlar, bürokrasiyi emir eri olarak görmeye devam eder ve hatta suçlarsa, Kadife darbecilere yardımcı olmuş olur.

Bugün Taksim Kadife Darbe sürecinin 12. aşaması diyebileceğimiz bir aşamada, Güneydoğu’da Terör eylemlerinin yoğunlaşması, basın hürriyeti kapsamında vuku bulan olaylara (Hürriyet gazetesine baskın yapılması, Aydın Doğan’ın Cumhurbaşkanına mektuplar yazması, Ahmet Hakan’ın dövülmesi…) ve seçim sandıklarının daha güvenli yerlere alınması ile ilgili yapılan tartışmalara ve YSK’nin verdiği karara bu açıdan bakılmasında fayda vardır. Ayrıca Çözüm sürecinde PKK’nin eylemlerine karşı vali-polis-jandarma düzleminde kamu görevlilerinin görevlerini yapmadıklarına ilişkin yapılan tartışmalar, suçlamalar, siyaset- bürokrasi ilişkisini zedelemekte ve bir güven bunalımı ortaya çıkarmaktadır.

PKK Terör Eylemleri

Yaklaşık üç yıllık çözüm süreci içerisinde alt yapı çalışmalarını yaygınlaştıran ve derinleştiren PKK, kendi alt yapı çalışmalarını daha da yaygınlaştırma imkânına sahipken, niçin 7 Haziran seçimlerinden sonra çok yaygın bir şekilde terör eylemlerine başvurmuştur. Evet niçin

PKK, 7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nden bir ay sonra, 07.07-10.08.2015 tarihleri arasında 36 gün içerisinde çok sistematik bir şekilde, gittikçe artan dozda ve farklı bölgelerde eş zamanlı eylemler yapmıştır ve bugün yapmaya da devam etmektedir. Medyaya yansıdığı kadarıyla 36 gün içerisinde yaklaşık 194 terör eylemi gerçekleştirmiştir (1).

PKK, yol kesmek, barikat kurmak, yola hendek açmak, güvenlik birimlerine pusu kurmak, mayın ve patlayıcı madde döşemek ve uzaktan kumanda ile patlatmak, roketatar ve uzun namlulu silahlarla ateş açmak, suikast düzenlemek, gasp etmek, kimlik sormak, mahkeme kurmak, göçe zorlamak, haraç almak, dağa insan kaçırmak, karakolları basmak, helikopterlere ateş açmak, demiryollarına sabotaj yapmak, şantiyeleri basmak ve makinelerini yakmak, Şehirlerin giriş ve çıkışlarını tutmak, bölge kontrolü yapmak, kurtarılmış bölgeler ilan etmek, şehirlerarası geçiş güzergâhlarını, demiryollarını kontrol altına almak, enerji hatlarına, enerji kaynaklarına sabotaj yapmak gibi dozajı gittikçe artan eylemler yapmıştır. Kurtarılmış bölge kabul ettiği yerlerde özel barınaklar, silah depoları ve özel tüneller yapmış, özel istihbarat ağı kurmuştur.

Diğer taraftan PKK eylemlerinde; roketatar, anti tank roket, uzun namlulu silah, ağır makineli tüfek, AK-47 kalaşnikof, havan topu, doçka, el bombası, el yapımı patlayıcı, TNT, C4 ile TNT ve C4 karışımı A4 tipi plastik patlayıcı türü silahlar kullanmaktadır. Yapılan eylemlerde güçlü istihbarat ağı ve bilgisinin olduğu anlaşılmaktadır. Kırsal kadro şehirlerarası yollarda eylem yaparken, örgütün gençlik yapılanması Yurtsever Demokratik Gençlik Hareketi (YDGH) tarafından il ve ilçe merkezlerindeki yollar kapatılmaktadır (1). Kır gerillası ile şehir gerillası birleştirilmeye çalışılmaktadır. Eylemlerde genellikle pusu kurulmakta ardından mayınlı, bombalı düzenekler ile silahlı saldırılar yapılmaktadır. Uzun zamandır intihar saldırısı gerçekleştirmeyen örgüt, yeniden intihar saldırıları düzenlemeye başlamıştır. Diğer taraftan PKK, TKPM-L ve TİKKO gibi örgütlerle işbirliği içerisinde eylemler yapmaktadır.

Sonuç: Niçin

Bu denli örgütlenmiş bir yapı, HDP, 80 milletvekili ile meclise girmişken ve kimse kendilerine dokunmaz iken, yaptıkları tüm faaliyetlere çözüm süreci aşkına göz yumulurken, niçin beklemeyip silahlı mücadeleyi başlatmıştır

7 Haziran seçimlerinin hemen arkasında bu denli yoğun bir değişim yaşanması, 1 Kasım seçimlerine doğru çok daha farklı ve kanlı olayların planlandığı ve yürürlüğe sokulmak istendiği anlamına gelmektedir. Dikkat edilmesi gereken nokta, dikkatler hep Güneydoğu bölgesine yoğunlaşmışken Batı bölgelerinde şok yapacak olay/olayların başlatılma ihtimalinin var olmasıdır. Üniversitelerin yangın yerine çevrilmesi hedeflenmiş olabilir.

Kadife Darbelerde dolaylı harp stratejisi uygulandığı göz ardı edilmemelidir.

Kaynaklar

1- Önenli Güven, M.,  PKK: 31.07-10.08.2015 Dönemi Eylem Analizi, 21.YY. Enstitüsü 12.08.2015.

 

9 Ekim 2015 Cuma

ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA-6: Milli Görüş Hareketi Lideri Erbakan a Göre Kürt Sorununun Çözümü

 (Milli Gazete)

Giriş

Milli Görüş Hareketi Lideri Rahmetli Erbakan Hoca nın  Kürt sorununa yaklaşımını, teşhis ve tedavi şeklinde iki kademede ele almak  gerekmektedir. Geçen yazıda Erbakan Hoca nın soruna ilişkin teşhisini ele  almıştık. Burada, Erbakan Hoca nın Kürt sorununa ilişkin Türkiye ye önerdiği çözüm ele alınıp değerlendirilecektir.

Erbakan: Federasyon veya Ayrı Devlet Kurmak Çözüm Değil Çözümsüzlüktür, Kaostur

Rahmetli Erbakan Hoca, kavmi kimliklerin asimile  edilmesine karşı çıkarken meseleyi, sadece bir terör ya da Kürt sorunu olarak  görmemiştir. Erbakan a göre mesele, 1- Terör, 2- Kürt Meselesi, 3- Güneydoğu  Meselesi olmak üzere 3 boyutludur. Her bir boyuttaki olumlu ya da  olumsuzluklar, diğerlerini etkilemektedir. Bu nedenle her üç mesele birlikte  ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır (1). Meseleyi bu düzlemde ele alan Erbakan  Hoca, Kürt sorununun çözümü için birliği savunmakta, parçalanmaya neden  olabilecek ayrı bir devlet ve fedaratif yapıya karşı çıkmaktadır. Böyle bir  bölünme, ayrışma, sorunu kangren haline getirir, büyük bir iç göçe neden olur,  İslam birliğinin Türkiye öncülüğünde kurulmasını engeller ve sadece dış  güçlerin işine yarar:

Şüphesiz ki çözüm, yeni milli devletler kurmak, yeni  parçalar ihdas etmek değil, parçaları birleştirmek, yeni ve ırkçılığa  dayanmayan, büyük bir bütüne doğru yol almaktır. Bir bütün içinde hep beraber  saadet bulmaktır.  Nitekim çok açıktır ki Kürt meselesinin çözümünde ne  federasyon ve ne de ayrı devlet asla kimseye fayda getirmez, saadet  getirmez ve bir çözüm sağlamaz. Çünkü;

1.Güneydoğudan daha çok Kürt kardeşimiz Türkiye nin diğerbölgelerinde yaşamaktadır. Böyle bir ayırım göçe zorlar. Kimseye saadet getirmez.

2.Batılılar ve bütün ülkeler aralarındaki sınırları kaldırıp tek bir devlet ve topluluk olmak için adım atarken, dış güçler bizi sömürmek ve ezmek için bölmek istiyorlar. Onların bu emellerine alet olmak sadece felaket getirir.

3.Güneydoğudaki Kürt kardeşlerimizin Adana ya, Mersin e, İzmir e, İstanbul a pasaport ve vize ile gitmeleri gerekirse bundan kimin eline geçer.

4.Ateist ve komünist rejimlerin zulmü altında aç, işsiz, Bangladeş ten daha geri bir topluluğa dönüşmek kime ne saadet getirir.

5.Bugün yeryüzündeki bütün insanlığın saadeti Kuvveti değil, hakkı üstün tutan zihniyetin kuvvetlenmesi ve korunması ile mümkündür. Bu maksatla İslam birliğinin kurulması görevi, Türkiye nin öncülüğünü gerektirmektedir. Bu görevi yapacak bir Türkiye nin ise küçülmüş, bölünmüş değil, bütün, sağlam ve güçlü bir Türkiye olması gerekmektedir.

Dış güçlerin oyunlarına aldanıp, onların planlarına  hizmet ederek, Türkiye mizi bölmeye ve parçalamaya çalışmak, sadece Türkiye de  60 milyon (1993 yılında Türkiye nüfusu) insana değil, yeryüzünde ki bütün  Müslümanlara ve insanlığa en büyük kötülüğü yapmak demektir. (1)  Herhangi bir ayrışma, çok büyük bir iç göçe sebebiyet  verecek ve göç edenler, etkisi yıllarca sürecek büyük bir travma  yaşayacaklardır. Ayrıca, çok büyük bir kin ve nefret dalgası toplumun her  kesimini etkisi altına alacak, düşünce dumura uğrayacak, istenmeyen sonuçlar  ortaya çıkabilecektir. Osmanlı devletinde buna benzer çok olay yaşanmıştır.  Bugün Irak ve Suriye hattında çok daha vahşi, kanlı ve acı bir durum  yaşanmaktadır. Gözümüzün önünde sürüp giden olaylardan herkes ders almalıdır.  Bu nedenle emperyalistlerin/zalimlerin oyununa  gelinmemelidir.

En az bunun kadar önemli bir olgu da, Kürtlerle Türkler  arasında, tahmin edilen, 3 milyon civarında bir evliliğin var olmasıdır. Bu  evliliklerden oluşmuş bir ailenin ortalama 4 kişiden müteşekkil olduğunu  düşünürsek yaklaşık 12 milyon insan, iki farklı alt kimliğin ara kesitinde  bulunmaktadır. Herhangi bir ayrışmanın, bu aileler üzerinde yapacağı maddi ve  manevi tahribatın boyutu çok yüksek olacaktır. Her iki toplum kesimi büyük bir  travma yaşayacaktır.

Çözüm düşünülürken bu iki ana etken göz önüne alınmalı,  sloganların meydana getirdiği duygusallıkla hareket edilmemelidir.  Erbakan ın dikkat çektiği çok önemli diğer bir nokta da;  AB, ABD, Rusya, Çin, Vatikan ve Siyonizm kendi coğrafyalarında birliği,  bütünlüğü savunurken; İslam coğrafyasında ve hele Türkiye de ayrılığı,  bölünmeyi savunmaları ve körüklemeleridir. Hoca, bu aradaki tezada dikkat  çekmektedir. Dünya İslam birliği, ancak Türkiye nin öncülüğünde ve önderliğinde  kurulabilir. Dış güçler, Türkiye nin öncülüğünde İslam birliğinin kurulmasını  engelleyebilmek için Türkiye ye, etnisite ve mezhepler üzerinden tuzak  kurmaktadırlar. Kürt sorunu ile ilgili çözüm arayışında, bu konuya dikkat  edilmelidir.

Erbakan a Göre Türkiye nin Kimlik İnşasında Altı Ortak Payda

Erbakan Hoca, kavmi kimlikleri, 49 Hucurat 13. ayetinde,  farklı renk ve dilleri de 30 Rum 22. ayetinde ifade edildiği şekilde, Allah ın  ayetleri olarak görmektedir.  Bu nedenle  de kavimlerin birbirlerine karşı soy, renk ve dilden dolayı herhangi bir  üstünlüğe sahip olabileceklerini kabul etmemektedir. Ayrıca soy, renk, dil  asimilasyonunu, ırkçılık olarak kabul edip karşı çıkmaktadır:  Erbakan: Irkçılığın her türlüsüne karşıyız. Çünkü bu  milletin inancı, tarihi ve medeniyet değerleri içerisinde ırkçılık, herhangi  bir grubun ve /veya ırkın diğerine karşı tekebbürü asla yer bulmamıştır. (2)  Erbakan, Irkçılığa karşı çıkarken, Türkiye nin etnik  yapısı ve inanç fotoğrafını göz önüne alarak Millet olarak benimsenecek bir üst  kimlik için, altı ortak paydanın (İslam, ortak tarih, ortak coğrafya, ortak  kültür medeniyet, kader birliği ve akrabalık ilişkisi) göz önüne alınması  gerektiğini ifade etmektedir (2).

Erbakan, Müslüman halklar için en önemli birleştirici,  bütünleştirici ortak paydanın İslam olduğunu, her vesile ile dile getirmiştir  (3,4). Erbakan a göre, 1071 den beri Anadolu nun İslamlaşmasını Kürtler de  istemekte ve desteklemektedir. Nitekim bu amaçla Alpaslan Gaziye 10 bin kişilik  bir kuvvetle yardım etmişlerdir. Birinci Cihan savaşı yıllarında Kürt aşiret  liderleri, Halifenin yanında yer alarak İngilizlere karşı çıkmışlardır (1).  Asırlarca şerefli tarihimiz boyunca hep bir ve beraber olduk, bütün  savaşlarımızı el birliği ile tek kalp, tek bir vücut olarak hep beraber  yaptık. (1) diyen Erbakan, yaşanan tarihi gerçekleri göz önüne alarak 1994  yılında Bingöl de ki konuşmasında, Türkiye nin kimlik krizini tedavi edecek  ilacın, siyası hayatına mal olacağını bile bile İslam olduğunu seslendirmiştir  (5).

Erbakan ın Sorunun Çözümü İçin Ortaya Koyduğu Yol Haritası

Bölünmeye götürecek her türlü çözüme karşı çıkan Erbakan, 1993 yılında, Refah Partisinin 4. Olağan Kongresinde, açış konuşmasında, Kürt sorunun çözümü için bir yol haritası ortaya koymuştur:

1.Teklif edilecek herhangi bir çözüm bölgenin tarihi ve  sosyal gerçeklerine uygun olmalıdır. Tarihen biliyoruz ki Kürtlerin de bir  parçası olduğu bölgemiz büyük devletler ve imparatorluklar tarafından idare  edilmiştir. Şüphesiz ki Kürtler de bu bölgenin, İslam coğrafyası ve İslam  dünyasının şerefli bir kavmidir. Elitlerinden bir bölümü, Avrupa, Amerika veya  başka bir güce eğilim gösterseler bile, Kürt halkının kalbi İslam dünyasında  atar. Bundan hareketle bölgesel her çözüm, İslam faktörünü göz önüne almadan  tasarlanamaz ve yaşama şansı bulamaz. Biz Kardeşler arasında tesis edilecek  hukuki eşitlik ve işbirliğinin Kürt meselesinde tatminkâr bir çözüm  getireceğini ve bunun bölgenin iktisadi, beşeri ve sosyal entegrasyonu yolunda  önemli bir adım teşkil edeceğini düşünüyoruz.

2.Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak, son 70 yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem yaratmış ve problemi ağırlaştırmıştır.

3- Öyleyse yapılacak iş; Ülkemizin 60 milyon insanını birbirinin, şerefli kardeşi sayan ve herkese insan hakkı, inandığı gibi yaşama hakkı, hatta inancına uygun hukuk sistemi seçme hakkı veren Adil Düzen i medeni insanlar olarak, kan dökmeden, barış yoluyla, elbirliği ile kurmak meselenin çözümünün ana unsurudur.

4-  Adil Düzen kurulduğunda bütün ülke fertlerinin, insan hakları ve saadetleri teminat altına alınmış olacak, Ezen ve ezilen düzeni ortadan kalkacak ülkedeki herkesin bu meyanda Müslümanların dini inançları ve inancına uygun yaşama hakları teessüs edecek. Böylece Müslümanların arasında ki şerefli kardeşlik ve içten gelen muhabbet bağı yeniden teessüs edecektir.

5- Ülkenin birliği kesinlikle teminat altına alındıktan sonra, ülke evlatları arasında ırk ayırımı yapılmadan muhabbet ve kardeşlik bağları teşkil edildikten sonra ve ülkede Adil Düzen kurulduktan sonra, herkesin dilediği dilde konuşması, dilediği dilde yayın yapması, eğitim yapması en tabii hakkıdır. Bu, ülkeye sadece kültür zenginliği getirir. (1)

Sonuç: Çok Hukuklu Adil Bir Düzen

Erbakan Hoca, çok kavimli, çok dinli, çok dilli ve çok hukuklu bir toplumsal yapıyı öngörmekte; çok kültürlülüğü zenginlik olarak kabul etmektedir. Medine sözleşmesinde(6) öngörülen kimlik inşası yaklaşımını, bir çözüm yolu olarak tam da zamanında Türkiye ye önermiştir. O gün (1993) bu teklifler kabul edilseydi, ülke bu kadar kan kaybetmeyecek, bedel ödemeyecek ve bu günleri (2015) hiç yaşamayacaktı. Ülke, sadece bölgesel güç değil küresel güç olmuş olabilecekti. 

KAYNAKLAR

1- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış

Konuşması, 1993.

2- Erbakan N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul,

1975 s: 260.

3- Erbakan N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul,

1975 s: 17-40

4- Erbakan N., Türkiye nin Temel Meseleleri, Rehber

Yayınları, Ankara, 1991, S: 81

5- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık,

İstanbul, 2000, S:105-122

6- Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan yayınları,

İstanbul, 1972, S: 149-153.

 

1 Ekim 2015 Perşembe

ÇÖZÜM SÜRECİ BUZDOLABINDA-6: Milli Görüş Hareketi Lideri Erbakan’a Göre Kürt Sorununun Kaynağı

 (Milli Gazete)

Giriş

Bugüne kadar Türkiye’de Parlamento içi siyasette, genelde kavmi kimlik özelde “Kürt kimliği” sorununa ilişkin en köklü ve kalıcı çözüm önerisini getiren, Rahmetli Erbakan Hoca’dır.  Erbakan Hoca’nın Kürt sorununa yaklaşımını, teşhis ve tedavi şeklinde iki kademede ele almak gerekmektedir.

Burada, öncelikle, Erbakan Hoca’nın Kürt sorununa koyduğu teşhis ele alınıp değerlendirilecektir.

Erbakan Soruyor: “Niçin Bu Kanlar Akıyor ”

Milli Görüş hareketi lideri Rahmetli Erbakan, 1993’da Refah Partisi 4. Büyük Kongresini açış konuşmasında, Kürt sorununa özel bir yer vermiş ve konuşmasının büyük bir kısmını, bu soruna ayırmıştır. Bunun sebebi, sorunun gittikçe tehlikeli bir hal alma eğilimine girmiş olması noktasında ki kanaatleridir.

Müslümanlığın, ortak tarihin, ortak coğrafyanın, ortak medeniyetin ve kader birliğinin Türklerle Kürtler arasında ortak payda olduğunu ifade eden Milli Görüş hareketi Lideri, sorunu, “Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya cıktı Niçin bu kanlar akıyor ” (1) şeklinde can alıcı bir soru sorarak kamuoyunun gündemine taşımak istemiştir.

Erbakan: “Sorun üç Boyutludur”

Erbakan Hocaya göre mesele, tek boyutlu olmayıp 3 boyutludur. Her bir boyuttaki olumlu ya da olumsuzluklar, diğerlerini etkilemektedir. Her üç mesele birlikte, bir bütün olarak ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır:

“Gerçekte mesele bir değil 3’tür: 1-Terör, 2- Kürt Meselesi, 3- Güneydoğu

Meselesi. Kürt meselesi ve Güneydoğu meselesinin çözülmemiş olması, terörün gelişmesine ortam hazırladığı gibi, terör de diğer iki meselenin çözülmesine zorluk çıkartıyor. Bu böyledir diye, 3 ayrı meselenin varlığını görmemezlikten gelip veya yok farz edip, meseleyi sadece terör meselesi olarak ele alarak çözmek mümkün değildir…(1).

Erbakan’a göre 3 boyutlu olan mesele, Cumhuriyetin başlangıcından bugüne kadar, hep terör meselesi olarak ele alınıp çözüm arandığı için bu kadar karmaşık bir hal almıştır. Bugün de, “Çözüm Sürecini Buzdolabına” koyarak meseleyi, tek boyuta, terör boyutuna, indirgemek yanlıştır ve çözümsüzlüğe sebebiyet verecektir. 

Erbakan: “Kürt Sorununun Kaynağı, Sömürü Düzeni, Taklitçi Zihniyet Ve Asimilasyoncu Politikalardır”

Kürt konusunu üç boyutlu olarak ele alan Erbakan’a göre, Kürt konusunun bir sosyal problem haline gelmesinin ana sebebi, “taklitçi zihniyetin”, “sömürü ve tahakküm düzeninin” uyguladığı “asimilasyoncu”, “materyalist” ve “Irkçı politikalardır”:

“Terörün gittikçe artma imkânı bulması ve Güneydoğudaki halkımızın bugünkü acıların içine düşmesinde hiç şüphesiz taklitçi zihniyetli ANAP, SHP ve DYP iktidarlarının yanlış politikalarının büyük payı vardır.

Bunlar yıllardan beri materyalist ve ırkçı bir politika uygulamışlardır… Görüldüğü gibi taklitçi zihniyetli İktidarlar terörü önleyememişler; Kürt meselesini ve Güneydoğu meselesini çözememişler, bunu gittikçe büyüyen bir mesele haline getirmişlerdir.

Yaşanan tecrübeler bu meselelerin taklitçi zihniyetlerin tatbik ettiği, şiddet ya da zoraki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir. Taklitçi iktidarlar gelip gidiyor, fakat hepsinin müşterek olan bu yanlış politikaları değişmiyor.” (1)

İngiltere’nin İrlanda’da İspanya’nın Bask Bölgesinde sorunları çözebilmek için IRA ve ETA’yı muhatap almış olmalarını referans alan Türkiye, Kürt Meselesini çözebilmek için PKK’yi muhatap almıştır. Müslüman Kürt halkını İrlandalılarla, Basklılarla aynı kategoride mütalaa etmek, aynı isteklerde bulunduğunu kabul etmek demektir. Kürt halkının ne başlangıçta ne de bugünkü istekleri, ayrı bir devlet kurmak değildir. Cumhuriyet döneminde gasp edilen doğal haklarının iadesini isteyen Müslüman bir halk vardır. Bunun için de muhatap, halkın bizzat kendisi olup başka bir örgüte ihtiyaç yoktur.

Erbakan, 1994, Bingöl’de yaptığı o meşhur konuşmasında, ülkenin insanlarının birbirine yabancılaştırılması ve aralarına husumet sokulması, “okullardan besmelenin kaldırılması” yerine ‘Türküm doğruyum çalışkanım’ andının getirilmesi ile başladığını ifade etmektedir:

“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu, mektebe başlarken besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine ‘Türküm doğruyum çalışkanım’. E sen bunu söyleyince,  öbür taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evladı, ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı. Ve böylece, siz bu ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.” (2)

Bu yaklaşım, sistemin ana tezine, temel varsayımlarına doğrudan cephe almak, onlara savaş açmak demektir. Hem ulusal sistem, hem de küresel sistem, sorunun çözümünü istemediği için Erbakan’ı ciddi bir tehlike olarak görerek bertaraf etmeye karar vermiş ve siyaset yapmasına yasak getirmiştir.

Erbakan: “Kürt Sorunu Şiddet ve/veya Asimilasyonla Çözülemez”

Erbakan Hoca konuşmalarında, sadece şiddetle ve askeri operasyonlarla meselenin halledilemeyeceğine dikkat çekmeye çalışmıştır. Üzerinde durduğu nokta, sorunun çözümü için sorunun ana kaynağına ve sebeplerine inilmesi gerektiğidir:

“Bu sebeplerden dolayı, terörle mücadele sadece askeri bir hareket olarak düşünülmemeli. Bu konu, kaynağını ve sebeplerini ortadan kaldıracak çok unsurlu ve kapsamlı bir bütün olarak ele alınmalıdır.”

“Yaşadığımız tecrübe bu önemli problemin, şiddet ve terörle, ya da zoraki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir…” (1)

Erbakan’a göre “yabancılaştırma” ve “asimilasyon” politikaları, Osmanlı’da farklı kavimler arasında asırlar boyu oluşturulmuş olan ortak paydaların ortadan kalkmasına, meydana gelmiş olan kardeşliğin kırılmasına sebebiyet vermiştir. Erbakan daha 1970 yıllarda henüz Kürt meselesi diye bir sorun görünür bir şekilde ortada yokken, bu günlere gelineceğini görerek/sezerek “kuş dili”/kodlama/şifreleme ile konuşarak bu meseleye, “kardeşlik-bölücülük”, “Devlet-Millet bütünleşmesi” kapsamında dikkat çekmeye çalışmıştır:   

“Aynı milletin, aynı tarihin çocuklarının kardeşliği esastır. Gidilecek yol iç barış yoludur, kardeşlik yoludur. İthamcılık yolu değildir. Aynı milletin çocukları arasında görüş farklılıkları, fikir farklılıkları olabilir, fakat bu hiçbir zaman ithamcılığın, bölücülüğün sebebi olmamalıdır… Devlet millet kaynaşması kalkınmada temel şarttır.…” (3)

Kürt meselesinin özünde devlet ve milletin karşı karşıya geldiği bir zihniyet farklılaşmasının olduğunu, bunun milletin değişik kesimleri arasındaki birliği ve beraberliği, kardeşliği bozduğunu üstü kapalı olarak ifade eden Erbakan, “Kendi ön fikirlerimizle değil, davanın gereklerine tabiyet ile hizmet edebiliriz. Dava bunu gerektiriyor. Millet ile devlet iyice kaynaşacak başka çaresi yoktur.” (3) Diyerek meselenin dava boyutu ile ele alınması gerektiğini ifade etmektedir. Kültür ve medeniyet düzleminde devlette meydana gelen yabancılaşmanın, bir dava sorunu olarak ele alınmasını isteyen Erbakan Hoca, meselenin tabu olmaktan çıkarılması ve her çözüm şeklinin konuşulabilmesini savunmaktadır.

Sonuç: “Konu Tabu Olmaktan Çıkarılmalı Ve Her Çözüm Şekli Konuşulabilmelidir”

Erbakan Hoca, 1991 yılında, Türkiye’nin meselelerinin çözülebilmesi için milletin duygu ve düşüncelerinin, özgür bir ortam meydana getirilerek öğrenilmesinin ve her türlü alternatifin tartışılmasının şart olduğunu ifade etmiş ve muhatabın da, bizzat milletin kendisi olması gerektiğini belirtmiştir:

“Milletin ne arzu ettiğinin ortaya konması için alternatifler millete sunulmalı ve bu alternatifler millete eşit şartlar altında ve yeterince tanıtılmalıdır. Yoksa bir tek anayasa yaparak ve “Ya bunu kabul edersiniz veya askeri rejim devam eder” ve “Aleyhinde konuşmak yasaktır sadece lehinde konuşulacaktır.” Diyerek yapılan oylamalarla milletin arzusunu tespit etmek mümkün değildir.”(4)

Bundan 22 yıl önce, 1993 yılında, Refah partisinin 4. Büyük kongresinde Erbakan Hoca, “Kürt meselesi için her çözüm şekli konuşulabilir. Esasında meselenin bunca içinden çıkılamaz hale gelmesinin sebeplerinden biri, bu konunun bir tabu gibi her türlü tartışmanın dışında tutulmasıdır.” (1) diyerek özgür bir tartışma ortamında gerçek bir çözümün bulunabileceğini savunmuştur.

Rahmetli Erbakan Hoca, meseleyi ‘tabu olmaktan’ çıkarıp her yönüyle tartışmaya açılmasını istemesinin nedeni, meselenin görüntüsü ya da sonuçları ile uğraşmak yerine, meselenin ana kaynağına inilmesinin zaruret olduğuna inanmasından dolayıdır. O nedenle Erbakan hoca, mevcut olgu üzerinde durmaktan ziyade mevcut durumu meydana getiren şartları ve sistemi sorgulamıştır.

O, kardeşleri birbirine düşman eden, onları birbirine yabancılaştıran bir sistem sorgulaması yapmıştır. Daha açıkçası sivrisineklerden ziyade sivrisinekleri üreten bataklığa dikkat çekmeye çalışmıştır. Vermek istediği mesaj, bataklık var olduğu sürece sivrisinekler hep var olacak ve üremeye devam edeceklerdir.

Çözüm, sivrisinekleri öldürmekte değil bataklığı kurutmakta aranmalıdır. Erbakan’ın çağrısı, gelin, bataklığı yanı gayrı milli, gayrı İslami ve gayrı insanı olan, batı kültür ve medeniyet değerlerine göre Lozan’da Hayım Nahum doktrinine göre kurulmuş olan bu sistemi değiştirelim şeklinde anlaşılmalıdır.

Bugün yaşanan kimlik krizinin zorla, baskı ile şiddetle ya da korku ile tedavi edilmesi mümkün değildir. Bunun yolu, ortak değerlere olan güvenin neden dolayı yıkıldığının teşhis edilmesi, nedenlerin ortadan kaldırılarak bireylerin ikna edilmesi, kalp ve gönüllerinin fethedilmesidir. Dağa taşa ‘Ne mutlu Türküm Diyene’ yazmakla, ‘Türküm doğruyum, çalışkanım’ andını yaptırmakla bir Kürt, Türk olmamaktadır. 

Bu nedenle ne Türk kavmiyetçiliği ne de Kürt kavmiyetçiliği haklıdır. Bir mümin her ikisine eşit mesafede durmayı bilmelidir. Tavrımız berrak olmalı, ifratla tefrit arasında bocalamamalıyız.

Kaynaklar

1-  Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açılış Konuşması, 1993.

2-  Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2000, S:105-122

3-  Erbakan, N., Milli Görüş, Dergah yayınları, İstanbul, 1975, s: 30-31.

4- Erbakan, N., Türkiye’nin Meseleleri ve Çözümleri, Ankara, 1991, s: 46

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...