1 Şubat 2020 Cumartesi

BİLİM SANAT VAKFI’NA GEÇİCİ YÖNETİM ATANMASI VE SOSYOLOJİK SAVAŞ

      

(Umran Dergisi Şubat 2020 Yazısıdır)

“Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.  Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfâl, 46)

Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile başlayan Taksim Kadife Darbe Sürecinin gerçek amacı, sadece bir siyası iktidarı devirmek değil[1], Türkiye’yi sosyolojik olarak ayrıştıracak, bölecek, parçalayacak bir sosyolojik savaşı başlatıp derinleştirmek ve nihayetinde Türkiye’yi Suriyeleştirmek, Libyalaştırmak, Iraklaştırmaktır (1).

15 Temmuz 2016 İhanet Hareketi, Gülen Hareketini bir Truva atı olarak kullanan Şer İttifakı’nın Türkiye’ye karşı başlattığı sosyolojik savaş amaçlı askeri bir darbe girişimi olup sürecin devamıdır (1). Bir gün içerisinde askeri boyutu tasfiye edilen darbe girişiminin, sosyolojik boyutu gerektiği gibi göz önüne alınmadığı için darbe, her geçen gün yeni fay hatları inşa ederek veya var olan fay hatlarına enerji yükleyerek sosyolojik olarak devam etmekte, öngördüğü hedeflere adım adım yürümektedir. Süreç, önde olmayan, görülmek istemeyen, “gizli bir el ve gizli bir güç” tarafından yöneltilmektedir (1, 2).

Taksim Kadife Darbe Sürecini, Sosyolojik Savaş amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketi’ni ve İran’daki Musaddık Darbesini göz önüne aldığımızda süreç, gayrimemnun üretme, güvensizlik tohumları ekerek toplumsal dayanışmayı yıkma amaçlı olarak gizli bir merkez tarafından yönetilmekte olduğunu söyleyebiliriz.

Medyaya yansıyan boyutu ile Şehir Üniversitesi vakası/operasyonu/ provokasyonu ile başlatılan yeni süreç, Bilim ve Sanat Vakfı’na geçici yönetim (geçici kayyum(!)) atanması ile devam etmektedir.

Burada, medyaya yansıyan verilere, tarafların yaptığı basın açıklamalarına ve var olan yasalara dayanılarak Bilim ve Sanat Vakfı’na “geçici yönetim” atanması ve bunun gelecekte neden olabileceği tehlikeler sosyolojik savaş kapsamında ele alınıp değerlendirilmektedir.

Tehlike 1: Şehir Üniversitesine “Bedelli”, “Bedelsiz” Tahsislerin/Devrin İptal Edilmesi Diğer Vakıf Üniversiteleri İçin Örnek Teşkil Edecek

     Olayların perde arkasını daha iyi anlayabilmek, geleceğe ilişkin bir öngörüde bulunabilmek için Dragos’taki tekel arazisinin İstanbul Şehir Üniversitesi’ne hem “tahsisinin” hem de “bedelsiz tahsisinin”/”devrinin” hukuki süreçlerini özet olarak analiz etmekte fayda vardır.

Türkiye’de vakıf üniversitelerine kampüs arazisi sağlamak amacıyla “bedelli tahsis”, “bedelsiz tahsis” ve “devir” yapılmaktadır. Tahsisi ya da devri yapılan arazilerin kullanımı, tapu şerhiyle kayıt altına alınmaktadır.

Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde 2009 yılında Dragos Kampüs arazisi Özelleştirme İdaresi tarafından önce Maliyeye/Millî Emlak’a/hazineye bedelsiz devredilmiş; sonra da Milli Emlak tarafından Üniversite’ye tahsis edilmiştir (3, 4, 5).

2013 yılındaki ek kararla yapılan bu tahsisin kapsamı ilave parsellerle genişletilmiştir. Gerek Erdoğan ve gerekse Davutoğlu’nun Başbakanlığı/Özelleştirme Yüksek Kurulu Başkanlığı döneminde Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından Şehir Üniversitesi’ne sekiz adet taşınmazın devri yapılmıştır (09.12.2013 tarih ve 2013/199 sayılı ve 24.11.2014 tarih ve 2014/116 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları) (3, 4). Özelleştirme Yüksek Kurulu, arazinin eğitim öğretim hizmetlerinde kamu yararı çerçevesinde kullanılmasına” ilişkin bir protokolün hazine ile üniversite arasında yapılmasını istemiştir (9.12.2013 tarih ve 2013/199 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı) (3, 4).

Bu tarihten itibaren tahsis kararının iptal edilmesi için Kartal Belediyesi, bazı sendikalar ve TMMOB tarafından davalar açılmıştır. Bu bağlamda Kartal Belediyesi açtığı davada, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 9.12.2013 tarih ve 2013/199 sayılı kararında söz konusu edilen arazının İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmek üzere Maliye hazinesine “bedelsiz olarak devredilmesinin” iptal edilmesini istemiştir. Açılan dava Danıştay 13. Dairesinde görüşülmüş, Danıştay 13. Dairesi, 7.5.2014 tarih ve 2014/104 sayılı kararı ile söz konusu arazinin hazineye bedelsiz olarak devredilmesine ilişkin yürütmenin (mahkeme sonuçlanıncaya kadar) durdurulması kararını vermiştir. Daha sonra da Danıştay 13. Dairesi, 10.12.2014 tarih ve 2010/2932 E.; 2014/4155 K. sayılı kararı ile tahsis kararını tamamen iptal etmiştir.

25.11.2010 tarihinde 6082 sayılı kanunun 16. Maddesiyle, 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu’nun 2. Maddesinin (i) bendinde aşağıdaki değişiklik yapılarak özelleştirme sürecine kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumları da dâhil edilmiştir:

“Madde 16-24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun 2.nci Maddesinin (i) bendinde yer alan “ile mahalli idareler” ibaresi “ile kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumları ve mahalli idarelere” şeklinde değiştirilmiştir."

Bu değişiklik, Özelleştirme İdaresi uhdesindeki taşınmazların, kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumlarına tahsisine, devrine imkân vermektedir.

Özelleştirme Yüksek Kurulu, İstanbul Şehir Üniversitesi ve Danıştay 13. Dairesi arasında sık sık atıfta bulunulan 4046 ve 5018 sayılı yasaların konumuzla ilgili maddelerinin hatırlanmasında fayda vardır.

“4046 sayılı Kanunun 2/i maddesi: “Özelleştirme uygulamalarında, millî güvenlik ve kamu yararının gerektirdiği durumlar hariç, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumları ve mahalli idarelere” devir yapılmaması ilkeleri esas alınır”. (4046, M.2/i).

5018 sayılı Kanunun 45/3 Maddesi“Kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınırları ile görmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinde kullanılacağına ve amacına uygun kullanılmaması hâlinde geri alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulması kaydıyla taşınmazlarını diğer kamu idarelerine bedelsiz olarak devredebilir. (5018, M.45/3).

Bu kanun maddelerinde, “devir”, “bedelsiz devir” kavramlarına ve “millî güvenlik ve kamu yararının gerektirdiği durumlarda”, “kamu hizmetlerinde kullanılma şartı” ifadelerine yer verilmektedir. Dolayısıyla  “millî güvenlik ve kamu yararının gerektirdiği durumlarda” “kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumları ile mahalli idarelere” özelleştirme kapsamında “devir”, “bedelsiz devir” yapılabilir. Anayasanın 130. Maddesine göre Vakıf Üniversiteleri, “kamu tüzel kişiliğine sahip kurumlardır.” Dolayısıyla onlara da özelleştirme kapsamında tahsisidevir, bedelsiz devir/tahsis yapılabilmesinde yasal bir sakınca yoktur.

Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta, Başbakan Erdoğan tarafından Şehir Üniversitesi’ne yapılan tahsisin, Danıştay 13. Dairesi’nce iptal edilme gerekçesidir. 13. Daire’ye göre 4046 sayılı yasaya göre özelleştirme yapılabilmesi için 1- “Ekonomide verimlilik artışı”, 2- “Kamu giderlerinde azalma sağlanması” şartlarının gerçekleşmesi gerekir. Danıştay 13. Dairesi, bu iki faktörü göz önüne alarak Şehir Üniversitesi’ne ilişkin yapılan tahsis ile ilgili, “Milli Güvenlik ve kamu yararı açısından eğitim kurumlarına devrini zorunlu kılan sebeplerin somut bir şekilde ortaya konulmasına” ilişkin bir rapor sunulmadığı görüşünden hareketle yapılan tahsis işleminde “hukuka uygunluk” görmemiştir:

“Dosya içeriğinden, uyuşmazlık konusu taşınmazların İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmek üzere Maliye Hazinesine devredilmesini zorunlu kılan sebeplerin somut bir şekilde ortaya konulmadığı görüldüğünden, taşınmazların 4046 sayılı kanunun 2. fıkrasının (i) bendi gereğince İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmek üzere Maliye Hazinesine bedelsiz olarak devredilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir.” (Danıştay 13. Dairesi’nin 7/5/2014 tarih ve 2014/104 sayılı kararı) 

Danıştay 13. Dairesi önce yürütmenin durdurulmasına sonra da tahsisin iptal edilmesine karar vermiştir.

Söz konusu arazının bedelli tahsis işleminin iptal edilmesi üzerine Özelleştirme Yüksek Kurulu, 29.05.2015 tarih ve 2015/32 sayılı kararı ile söz konusu araziyi, tapuya “Eğitim öğretim hizmetlerinde kamu yararı çerçevesinde kullanılması” şartını koyarak İstanbul Şehir Üniversitesi’ne “bedelsiz olarak devretmiştir.”

Dragos kampüs arazisinin Üniversite’ye bedelsiz devrinin üzerinden 18 ay geçtikten sonra ve “30 günlük dava açma süresi çoktan geçmiş olmasına rağmen” 06.12.2016 tarihinde TMMOB tarafından, 5. İdare mahkemesine devir işleminin iptali için yeni bir dava açılmıştır. Açılan dava, 31/03/2017 tarihinde 5. İdare Mahkemesi tarafından red edilmiştir. Bunun üzerine TMMOB, Bölge İdare Mahkemesine başvurmuş ancak mahkeme 30/05/2017 tarihinde davayı red etmiştir (1, 6).

Bu red kararı üzerine TMMOB davayı devir işleminden yaklaşık otuz ay sonra 01.02.2018’de Danıştay’a taşımış ve Danıştay 13. Dairesi, Özelleştirme İdaresi’nin 237 parsel numaralı taşınmaza ilişkin devir işlemi ile ilgili önce yürütmenin durdurulmasına daha sonra da devir işleminin iptaline karar vermiştir (4,6).

Yapılan yargılama sonucunda Danıştay 13. Dairesi Üniversite’nin itirazlarını kabul etmeyerek devir işlemini ikiye karşı üç oyla iptal etmiştir. Üniversite, kararı, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu nezdinde temyiz etmiş; Kurul da yine bir oy farkla Üniversite’nin temyiz talebini reddetmiştir. Böylece karar kesinleşmiştir (5,6).

     Danıştay 13. Dairesi’nin verdiği kararda;

“…Davalı Özelleştirme İdaresi başkanlığınca, dava konusu devir işleminin salt takdir yetkisine dayanarak tesis edildiği, bu işleme ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği, taşınmazın devredilmesini zorunlu kılan sebeplerin somut bir şekilde ortaya konulmadığı, devre ilişkin kararın tesisinden önce bu hususa ilişkin herhangi bir çalışma veya değerlendirme raporunun da sunulmadığı görüldüğünden anılan taşınmazın bedelsiz olarak devredilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır.

Nitekim, 14/12/1983 tarih ve 18251 sayılı Mükerer Resmi Gazete’de yayımlanan mülga 178 Nolu Maliye Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13. Maddesinde, Milli Emlak Genel Müdürlüğü’nün, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden kamu hizmeti için kullanılması gerekli olanların; genel, katma ve özel bütçeli idarelere tahsis etme yetkisini haiz olduğu belirtilerek, Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan bir taşınmazın dahi kamu idarelerine doğrudan devrine ilişkin bir yöntemin öngörülmediği, ancak ve ancak tahsis suretiyle kamu idarelerince kullanımının mümkün olabileceği kurala bağlanmıştır.

Bu itibarla, davaya konu taşınmazın İstanbul Şehir Üniversitesi’ne bedelsiz devredilmesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı, uygulanması hâlinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacağı sonucuna ulaşılmıştır.”

         Danıştay 13. Dairesi, iptal gerekçesini şu esaslar üzerine bina etmiştir:

1.                     Şehir Üniversitesi’nin 5018 sayılı kanun çerçevesinde, “bir kamu idaresi” değildir.

2.                     “Devrin hangi yöntemle yapılacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir.”

3.                     Bedelsiz tahsis işlemi için gerekçeli bir rapor hazırlanmamıştır.

4.                     Hukuka uygunluk yoktur.

5.                     “Uygulanması hâlinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacaktır.”

6.                     Özelleştirme İdaresi “salt takdir yetkisi” kullanmıştır.

Danıştay’ın iki üyesi, “İdarenin takdir yetkisinin olduğu” ve “yapılan işlemde kamu yararının da bulunduğunu” ayrıntılı bir gerekçe yazarak alınan karara muhalefet şerhi düşmüşlerdir.

4046 sayılı Kanunun 2/i maddesi ile 5018 sayılı Kanunun 45/3 maddesinde devir işleminin yapılabilmesi için en temel kriter, ölçüt, “kamu yararının bulunup

bulunmaması” olgusudur.

Danıştay 13. Dairesi, 5018 sayılı yasaya atıfta bulunularak, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun söz konusu taşınmazı, İstanbul Şehir Üniversitesi’ne hem bedelli (Başbakan Erdoğan,10.12.2014 tarih ve 2010/2932 E.; 2014/4155 K. sayılı Kararı) hem de bedelsiz olarak (Başbakan Davutoğlu, 27/09/2018 tarih 2018/361 sayılı Kararı) yaptığı tahsisleri iptal etmekle, dolaylı olarak, “Vakıf yükseköğretim kurumlarının kamu tüzel kişiliği özelliğine haiz olmadığına” işaret etmiştir.

Bu, “yeni bir içtihat olup” Anayasa’nın 130. Maddesine göre kurulan ve devletten taşınmaz tahsisini bedelli veya bedelsiz alan tüm vakıf yükseköğretim kurumlarını ilgilendirmektedir.

Diğer taraftan Danıştay 13. Dairesi’nin, yasal müracaat süresinden yaklaşık olarak 30-35 ay geçtikten sonra dava açması, yargı sisteminde zaman aşımı mefhumunun unutulması gerektiği anlamına gelmektedir. 

Gelinen bu aşama, Türkiye’de gelecekte çok sıkıntılı süreçlerin başlatılmasına, yeni gerilimlerin doğmasına imkân verebilecektir. Devletten tahsis almış tüm vakıf üniversitelerinin gelinen bu süreci, kendi içlerinde yeniden değerlendirmelerinde fayda vardır. Yakın bir zamanda, bazı vakıf üniversiteleri için yeni bir tartışma ve yeni bir yargı süreci başlatılabilir. Türkiye buna hazır olmalıdır.

Davaya ilişkin dokümanlar incelendiğinde dikkat çeken bir başka nokta da TMMOB’un dava açma gerekçeleri ile Danıştay’ın yürütmeyi durdurma ve iptal gerekçeleri arasında bir “illiyet bağının bulunmamasıdır” (27/09/2018 tarih 2018/361 sayılı Karar) (4, 6). Bu da gelecekte çok tartışılacaktır.

Tehlike 2: “Tapu İptal Davası Açılmaması”

Dikkat çeken önemli bir nokta da, “Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilen

taşınmazlardan sadece bir adet taşınmazın (237 parsel) tahsisi, Danıştay

tarafından iptal edilmiştir. Diğer parsellerle ilgili dava açılmadığından ve açma

süresi geçtiğinden Üniversite’nin mülkiyet hakkı diğer yedi parsel üzerinde otomatik olarak kesinleşmiştir.”(7). Dolayısıyla Dragos kampüs arazisinin tapuları hâlen İstanbul Şehir Üniversitesi’nin elindedir. 7 Parsel için Tapu iptal davası açılmadığına göre İstanbul Şehir Üniversitesi’nin uhdesinde bulunan söz konusu yedi parsel, Halk Bankası’nda teminat olarak vardır ve de geçerli olması gerekir. Kaldı ki “Şehir Üniversitesi kullanmış olduğu kredinin 6 katına denk gelecek şekilde toplamda 11 adet taşınmazını teminat olarak göstermiştir.” (7).

Yargıya başvurmadan bürokratik yollarla tapular iptal edildi ise bu da gelecekte çok tartışılacaktır.

Burada sorgulanması gereken en temel nokta, devlet tarafından Vakıf üniversitesine tahsis edilen bir mülk, “kredi karşılığında ipotek edilerek teminat” olarak gösterilebilir mi, gösterilemez mi?

 Halk Bankası bu konuda gereken hassasiyeti zamanında göstererek gerekli sorgulamayı yapmıştır. Halk Bankası, İstanbul Defterdarlığı’na bu durumu sormuş (18/08/2016 tarih ve 1589 sayılı yazı) ve “uygundur” görüşünü almıştır (05/09/2016 Tarih, 58691112-300-[34180103655]-[0788] sayılı; ipotek konulu). Bunun üzerine Halk Bankası, Şubat 2017’de kredinin ilk dilimini Üniversite’ye kullandırtmıştır (4).

Bütün bunlara rağmen Danıştay 13. Dairesi tarafından Özelleştirme İdaresi’nin söz konusu devir işleminin sadece bir parsel üzerinde yürütmesinin durdurulması yönünde almış olduğu ara karar üzerine, Halk Bankası yönetimi, yatırım kredisinin teminatının riske girdiğini iddia ederek Mart 2019 tarihi itibariyle kredi limitlerini kullandırmama kararı almıştır. Şehir Üniversitesi’nin basın açıklamasına göre “Halk Bankası, on yıl vadeli olarak alınan ve 2027 tarihine kadar ödenmesi gereken kredi borcunu, 03 Nisan 2019’da kat işlemine (geri çağırma) tabi tutmuş ve kredinin tamamının bir gün içinde ödenmesini talep etmiştir.” (4). Halk Bankası bu açıklamayı yalanlamamıştır.

Yapılan görüşmeler sonucunda, “kurucu vakıf tarafından Üniversite’ye bağışlanan 115 dönümlük Tuzla’daki arazi, iyi niyet çerçevesinde bankaya ek teminat olarak verilmiştir.” Üniversite’nin 2019 yılında gelirlerinin, giderlerinden % 20 daha fazla gerçekleştiği belirtilerek Halk Bankası yöneticileri ile yaptıkları özel toplantı da (9.10.2019) Şehir Üniversitesi yöneticileri, Halk Bankası yönetiminden ödemeleri yeniden düzenlemelerini istemiş ve bu konuda da mutabakata varmışlardır (3). Bu mutabakat toplantısından 2 gün sonra, 11.10.2019, Halk Bankası yönetimi, “İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne başvurarak Üniversite’nin diğer bankalardaki tüm hesaplarına ihtiyati haciz kararı çıkarmıştır.” (3,4,7,8).

Üniversite yönetimi, özellikle, “bu süreçte borçlarını ödemeyeceğini” veya “kamu tarafından bu borçların üstlenilmesi gerektiğini” “hiçbir zaman talep hatta ima bile etmediklerini” beyan etmişlerdir. Üniversite’nin Halk Bankası’ndan olan talebi şu olmuştur:

“…7186 sayılı Kanun ile sağlanan haklar çerçevesinde borçlarının yeniden yapılandırılmasından ibarettir. Üniversite kendisine bir ayrıcalık tanınmasını değil, yasal bir haktan yararlanmayı talep etmiştir. Yeniden yapılandırma kararı verildiğinde teminat ve ödeme planları konusunda Üniversite hazırlıklarını yapmıştır.”(4). 

Bu açıklamalar, bugüne kadar hiç kimse ve hiçbir kurum tarafından yalanlanmamıştır.

11 Ekim 2019 tarihinde Halk Bankası Şehir Üniversitesi’nin bankalardaki tüm varlıklarına ihtiyati haciz kararı uygulanmaya başlayınca Üniversite, başta maaş ve burs ödemeleri olmak üzere en temel harcamalarını bile yapamaz hâle düşürülmüştür. Böylece sistem kilitlenmiş kayyum atanmasına hazır hâle getirilmiştir.

Tehlike 3: Şehir Üniversitesi, Bilim ve Sanat Vakfı Operasyonunu Sosyolojik Savaş Kapsamında Değerlendirememek

Sosyolojik savaş, “sosyoloji teorilerinin savaş fenomenine uygulanarak, hedef toplumun işleyişine yöneltilen sosyolojik müdahaleleri ifade eden bir kavramdır.” (1, 2, 9)

Sosyolojik savaşta hedef alınan, toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini zayıflatma, ortadan kaldırma, tahrif etme-dönüştürme amaçlanır. Toplumdaki farklı sosyal güçler, karşı karşıya getirilir ve farklı kesimler aktif hâlde kitlesel çatışmaya sokularak toplum bir kaosa sürüklenir. Ardından hedef topluma müdahale edilerek toplum yeni ortak paydalar etrafında şekillendirilip yapılandırılır (1,2,9).

1- Bireyleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 2- Cemaatleri/Hareketleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 3- Mezhepleri Ayrıştırma-Çatıştırma, 4- Kavimleri Ayrıştırma-Çatıştırma, 5-Sınıfları Ayrıştırma-Çatıştırma, 6- Halkları Ayrıştırma-Çatıştırma, 7- İdeolojileri Ayrıştırma-Çatıştırma, 8- Dinleri Ayrıştırma-Çatıştırma sosyolojik savaş stratejisinde esastır.

Bize göre 15 Temmuz İhanet Hareketi, askeri boyuttan ziyade sosyolojik savaş boyutu önemli olan çok özel bir darbe şeklidir (1). 15 Temmuz İhanet Hareketi, sosyolojik savaş amaçlı bir askeri darbe girişimi olduğu için darbeci şer ittifakı, darbe sonrası süreci, Türkiye’de yeni fay hatları inşa etmek ve var olan fay hatlarını enerji ile doldurup harekete geçirmek üzerine bir strateji izlemektedir. Dolaylı harp stratejisine uygun olarak çok ciddi kirli bilgi yayarak zihinsel bir kaos oluşturup insanların birbirlerine olan güvenini yıkmak ve bireyselleştirmek istemektedir. En tehlikeli insan unsurundan biri olan kifayetsiz muhterisler, bu süreçte yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.

Şehir Üniversitesi üzerinden yürütülen operasyona bu açıdan bakmakta fayda vardır. Çatışma, bazı siyasi isimler üzerine inşa ediliyor gözükmüş olabilir. Bu yolla taraftarların daha kolay çatışmaya sokulması öngörülüp planlanmakta, yeni fay hatları inşa edilerek camia birbirine düşürülmekte ve de vuruşturulmaktadır. Bu süreç tehlikeli bir süreçtir.

Tehlike 4: Geleceğe Bir Mesaj; Şehir Üniversitesi’ne Kayyum, Bilim ve Sanat Vakfı’na Geçici Yönetim Atanması

YÖK’ün 19.12.2019 tarihli basın açıklamasına göre Türkiye Halk Bankası A.Ş., 24.07.2019 tarihli ve 1887 sayılı yazısıyla YÖK’e başvurmuştur. Yazıda, Banka’nın herhangi bir zarara uğramaması için alacaklarının tahsili amacıyla “gerekli işlemleri başlattığından dolayı eğitim öğretim faaliyetinin aksamaması, olası öğrenci mağduriyetlerinin önüne geçilmesi için durumun mevzuattan kaynaklanan yetki çerçevesinde değerlendirilmesini” YÖK’ten talep etmiştir. (10).

Bu talep üzerine YÖK, 07.08.2019 tarihinde İstanbul Şehir Üniversitesi’ne gönderdiği yazıyla “Üniversitedeki eğitim öğretimin aksatılmaması için yapılan planlamaların Başkanlığa bildirilmesini talep etmiştir.”

Halk Bankası’nın 24.07.2019 tarihli ve 1887 sayılı YÖK’e başvurma yazısından yaklaşık üç ay sonra İstanbul Şehir Üniversitesi’nin banka hesaplarına 11.10.2019 tarihinde İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2019/1384 sayılı Kararıyla haciz koydurmuştur. (3, 4).

Bu gelişmeler üzerine YÖK, 02.12.2019 tarihinde İstanbul Şehir Üniversitesi’ne gönderdiği yazıyla “Eğitim öğretimin yaşanan mali sıkıntı dolayısıyla aksatılmaması için yapılan planlamaların Yükseköğretim Kurulu’na bildirilmesini yeniden talep etmiştir”. Bu yazıdan 9 gün sonra YÖK, 11.12.2019 tarihinde yeni bir yazı göndererek aşağıdaki soruların Şehir Üniversitesi yönetimi tarafından cevaplandırılmasını istemiştir.(10):

“1. Üniversite’de görev yapmakta olan akademik ve idari personelin özlük haklarının ödenip ödenmediği,

2. Öğrencilere ödenen burslar ve/veya uluslararası değişim programları kapsamında yapılması gereken ödeme yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediği,

3. Üniversite’nin eğitim öğretim faaliyetleri açısından gerekli olan alt yapı (internet, elektrik, su, doğalgaz gibi) imkânlarına ilişkin ödemelerde aksama olup olmadığı hususlarında açıklama talebinde bulunulmuştur.”

YÖK’ün basın açıklamasına göre, “İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörlüğü’nün 12.12.2019 tarih ve E.882 sayılı yazısında; Üniversitelerinde çalışmakta olan akademik ve idari personelin Ekim ve Kasım ayı maaşlarının ödenemediği, en düşük ücret alan personellerden başlanarak ancak cüzi bir ödeme yapılabildiği; burslu öğrencilerin Kasım ayı burslarının yatırılamadığı, Aralık ayında da burs ödemesi yapılamayacağı; Üniversitenin eğitim-öğretim faaliyetleri açısından gerekli olan alt yapı imkânlarına ilişkin ödemelerde aksamalar oluştuğu, bu bağlamda elektrik, su, doğalgaz ve internet faturalarının ödenemediği; ayrıca ödeme tarihleri geçen borçlar nedeniyle fiili haciz işlemlerinin başlatıldığı; mevcut durumun devamı hâlinde eğitim-öğretimin aksamasının kaçınılmaz olduğu bildirilmiştir.”(10)

Üniversite’nin 9.12.2019 tarihli basın açıklamasında, “11 Ekim 2019 tarihinde Halk Bankası tarafından bankalardaki tüm varlıklarına ihtiyati haciz kararı uygulanan Üniversitemizde başta maaş ve burs ödemeleri olmak üzere en temel harcamalar bile yapılamamaktadır.”(4) şeklindeki ifadelerin yer almış olması, YÖK’ün açıklamalarını teyit etmektedir.

Mütevelli Heyet Başkanı Ömer Dinçer’in; “Öğrencilerimizi, öğretim üyelerimizi hırpalamayın, üniversitemizin itibarıyla oynamayın. Bu haksızlığı bir an önce çözün. Daha fazla zulmetmeden gelip üniversiteyi alın” (11) çağrısı, Üniversite’nin Halk Bankası üzerinden sokulduğu ekonomik krizin, çok güzel, özlü ve acı bir ifadesi olup YÖK’ün basın açıklamalarındaki verileri de teyit etmektedir.

YÖK, “Üniversite Rektörlüğünden alınan bilgileri”, “Denetleme Kurulunun 17.12.2019 tarihli inceleme raporunu ve 18.12.2019 tarihli kararını göz önüne alarak” “Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 25/d-3 maddesi uyarınca İstanbul Şehir Üniversitesi’nin “Faaliyet İzninin Geçici Olarak Durdurulması”na ve idaresinin garantör üniversite olan Marmara Üniversitesine devrine karar vermiştir.” (10)

Gelinen aşamada YÖK, mevcut yasal mevzuata göre doğru olanı yapmıştır. Gelinen süreç, YÖK’ün ve İstanbul Şehir Üniversitesi’nin iradesi dışında yaşanan bir süreçtir. Asıl tartışılması ve konuşulması gereken Üniversite’nin bu sürece hangi amaçla ve nasıl getirildiğidir? Sadece sonuçlar üzerinden konuşmak, tartışmak fayda değil zarar vermektedir ve böyle giderse verecektir de.

Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi, yanlış kesimlerin hedefe konmaması için Vakıf Üniversitelerine hangi şartlarda kayyum atanmaktadır, yasal süreç nedir? sorusunun cevabının doğru verilmesi gerekir.

19 Kasım 2015 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25. Maddesinin d fıkrası, 26. Madde ve 2547 sayılı Yasanın EK11. Maddesinin 10. fıkrası konumuzla ilgilidir:

Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25. Maddesi:

d) Aşağıdaki hâllerde vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyeti bir yıl süre ile Yükseköğretim Kurulu tarafından geçici olarak durdurulur ve yükseköğretim kurumunun yönetimi garantör devlet üniversitesi veya Yükseköğretim Genel Kurulu tarafından kapasitesi dikkate alınarak belirlenecek aynı ildeki bir devlet üniversitesine verilir.

1) Vakıf yükseköğretim kurumu tarafından (c) bendinde yer alan öğrenci kontenjanı kısıtlanması veya öğrenci alımının durdurulması önlemine konu olan hususların belirlenen süre içerisinde düzeltilmemesi,

2) Vakıf yükseköğretim kurumlarının eğitim öğretim ile idarî, malî ve ekonomik faaliyetlerinin gözetim ve denetimi ile inceleme ve soruşturma faaliyetlerine kasten engel olunması,

3) Vakıf yükseköğretim kurumunun malî durumunun eğitim-öğretim faaliyetini sürdüremeyecek ölçüde malî ve ekonomik rasyolar açısından zayıf olduğunun Yükseköğretim Denetleme Kurulu raporları ile tespit edilmesi,

4) Vakıf yükseköğretim kurumunun kuruluş taahhütlerinde yer alan mal varlığının Yükseköğretim Kurulu’ndan izin alınmaksızın değiştirilmesi veya elden çıkarılması,

5) Tutulması gerekli defter ve kayıtların tahrif edilmesi, yok edilmesi veya gizlenmesi,

       6) Vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet üyelerinin üniversite ile ilgili işlemlerde malî yönetim ve kontrol sistemini kasıtlı olarak zaafa uğratması.”

2547 Sayılı Yükseköğretim Kurumu’nun Ek 11’inci Maddesi; Ek: 20/8/2016 - 6745/15 md.)Vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin geçici olarak durdurulması hâlinde durdurulma süresince, kurumun idaresi, eğitim ve öğretimi sürdürmek veya tamamlamak üzere Yükseköğretim Kurulunca garantör üniversiteye veya belirlenecek bir Devlet yükseköğretim kurumuna verilir. Bu vakıf yükseköğretim kurumunun kurucu vakfının yönetim organı başkan ve üyeleri ile vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet başkanı, üyeleri ve tüm yöneticilerinin görevleri, faaliyet izninin geçici olarak durdurulması kararı ile birlikte sona erer. Bu kurucu vakfa, Yükseköğretim Kurulu ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğünün talebi üzerine yetkili mahkeme tarafından kayyum atanır. (Ek cümle: 31/10/2016-KHK-678/23.md; Aynen kabul: 1/2/2018-7071/23 md.) Mahkeme tarafından kayyum atanıncaya kadar kurucu vakıf, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilir.”

YÖK’ün ve Şehir Üniversitesi’nin yaptığı basın açıklamaları göz önüne alındığında, İstanbul Şehir Üniversitesi yönetiminin ve Kurucu Vakıf yönetiminin herhangi bir suiistimali, kastı davranışı, hırsızlığı, yolsuzluğu, mal kaçırması, söz konusu değildir. Ana sponsorun ani bir kararla Vakıftan ayrılması ve Halk Bankası Yönetiminin geçen yazıda ayrıntıları ile üzerinde durduğumuz, yukarıda özetlediğimiz anlaşılamayan “ihtiyatı haciz kararı”, sistemi kilitlemiş ve sistemi işlemez hâle getirmiştir. Bunun sonucunda “Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25. maddesinin d fıkrasının 3. bendinde ifade edilen; “Vakıf yükseköğretim kurumunun mali durumunun eğitim-öğretim faaliyetini sürdüremeyecek ölçüde mali ve ekonomik rasyolar açısından zayıf olduğu” durumu gerçekleşmiştir.

Şehir Üniversitesi ile hemen hemen eş zamanlı olarak kayyum atanan diğer bir Üniversite Haliç Üniversitesi’dir. Medyaya yansıyan boyutları ile gerek YÖK denetleme kurulu raporu gerekse Haliç Üniversitesi’nin garantörü İÜ Rektörü Mahmut Ak’ın yaptığı açıklamalar değerlendirildiğinde, Haliç Üniversitesi’ne kayyum atanma sebepleri ile Şehir Üniversitesi’ne kayyum atanma sebepleri arasında Madde 25-d/3 şartı hariç hiçbir benzerlik olmadığı görülmektedir. (12-14).

Metni yukarıda verilen Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliğine (2547 sayılı Yükseköğretim Kurumu’nun Ek 11’inci maddesi; Ek: 20/8/2016 - 6745/15 md.; Ek cümle: 31/10/2016-KHK-678/23.md; Aynen kabul: 1/2/2018-7071/23 md.) uygun olarak gerek Haliç Üniversitesi ve gerekse Şehir Üniversitesi YÖK tarafından garantör üniversiteye bağlanmış/kayyum atanmış; gerek Haliç Üniversitesi kurucusu Bizim Lösemili Çocuklar Vakfı’na ve gerekse Şehir Üniversitesi Kurucusu Bilim ve Sanat Vakfı’na, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından geçici birer yönetim atanmıştır. 

Süreci göz önüne aldığımızda gelinen aşamada, yukarıda ifade edilen YÖK’ün Şehir Üniversitesine kayyum atama gerekçelerini ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bilim Sanat Vakfı’na  geçici yönetim atama gerekçelerini göz önüne almadan, YÖK ve Vakıflar Genel Müdürlüğü yöneticilerinin söylemedikleri ve yazmadıkları şeyleri söylenmiş, yazılmış gibi göstererek ki bazı medya kaynaklarında bu yapılmaktadır, gerek Şehir Üniversitesi’nin yöneticilerini ve gerekse Bilim ve Sanat Vakfı’nın yöneticilerini, herhangi bir belge, delil ortaya koymadan, Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25. maddesinin d fıkrasının 3. bendinin haricindeki diğer bendlerde geçen ifadelerle suçlamak, hakaret etmek, itham etmek, adil değildir, vicdanı değildir ve de hukukî değildir.

Benzer şekilde mevcut yasaları göz önüne almadan, hiçbir belge ve delil ortaya koymadan, Vakıflar Genel Müdürlüğü yöneticilerini ve YÖK yöneticilerini kastı davranmakla, adaletsizlikle suçlamak, itham etmek, hakaret etmek de adil değildir, vicdani değildir ve hukukî değildir.

Süreçte herkesin/bütün kesimlerin daha dikkatli davranması gerekmektedir!

Şehir Üniversitesi ve Bilim ve Sanat Vakfı operasyonu/provokasyonu bağlamında Hz. Davud’un “İki Davalı Kardeş Kıssasını” hatırlamakta, hatırlatmakta fayda vardır (38 Sâd 18-29).

O nedenle, “Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Mâide 8).

Tehlike 5: Yasalara Kim, Hangi Amaçla Mayın Yerleştirmiştir?

Şehir Üniversitesi ve Bilim ve Sanat Vakfı üzerinden gerçekleştirilen operasyon, uzun vadeli, gayrimemnun üretmeye, yeni fay hatları inşa edip sosyal depremler meydana getirmeye dönük stratejinin bir aşaması, bir parçasıdır. Muhtemelen yasal düzenlemeler yapılırken yasalara bu amaçla mayınlar yerleştirilmiştir! Yeri ve zamanı geldiğinde mayın aktif hâle geçirilmekte ve patlatılmaktadır!

Konumuz bağlamında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 11’inci maddesine zamanla eklemlenen kısımlarına bakalım. 15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminin tasfiye edilmesi sürecinde ki olağanüstü ortamda 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 11’inci maddesi yol boyu şekillendirilmiştir (Ek: 20/8/2016-6745/15 md). 31/10/2016 tarihinde çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararname EK 11, dahil edilmiştir (31/10/2016-KHK-678/23.md). Olağanüstü şartların bir gereği olarak yasaya eklenen ifadeler, şartlar normale döndüğünde yasalardan çıkarılması gerekirken; tam tersi olmuş 1/2/2018 tarihinde EK 11’e kalıcı olarak eklemlenmiştir (1/2/2018-7071/23 md.).

Böyle bir madde normal şartları da kapsayacak şekilde yasaya, nasıl, kim tarafından ve hangi amaçla sokulmuştur? Yarın tüm üniversite vakıflarına, hatta diğer vakıflara da bu madde ve uygulama, delil olarak gösterilip yönetici atanabilir.

6284 sayılı yasa ve onun uygulama yönetmeliğinde yer alan ve hukuk mantığına yüzde yüz ters olan “Şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz!” (6284 sayılı Yasa, Madde 8-3; 6284 sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliği Madde 6-1, 12-1, 30-3) ifadesini kim ve nasıl yasaya yerleştirmiştir ve de hangi amaçla?

Bu örnekler ve sorular çoğaltılabilir. Ancak bunun yeri burası değildir.

Önemli olan, yöneticileri bu denli yanıltan, yanlış yönlendiren bu mekanizma kimdir? sorusunun cevabını gerçekçi bir şekilde adil olarak, kırmadan, dökmeden verebilmek ve gereğini yapabilmektir.

1963 yılında Başbakan İsmet İnönü, daha şahsiyetli bir dış politika izlenememesinin nedenini, Türkiye’nin kılcal damarlarına sızmış olan “yabancı insan unsurunun” var olması ile açıklamıştır (15). Eski bakan ve senatörlerden Kamuran İnan, 1995 yılında, Küresel Güçlere ‘Hayır Diyenlerin’ başlarına gelen olaylara” ve “Ülke içindeki gizli kuvvetlerin gücüne” (16) ısrarla dikkat çekmiştir. Keza eski Dışişleri Bakanı Sadettin Tantan“Bu ülkede nüfuz casusları var.” derken böyle bir gücün varlığına işaret etmiştir.

Kim bu “nüfuz casusları”?

Türkiye’de Ordu ile halkı en keskin bir şekilde karşı karşıya getiren ve halkın temel değerlerine doğrudan cephe alan bir darbe özelliğinde ki 28 Şubat Postmodern Darbesi, Atilla İlhan’a göre “Sabetayist-Masonik bir kadronun eseridir.” (17,18) Gülen şantaj ve terör hareketini Türkiye’de yükselten ve ardından dünyanın her tarafına yayan ve koruyan aynı mekanizmadır(1).

Sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin sosyolojik savaş boyutunu bu mekanizma yürütmektedir. Yasalara mayınları döşeyen de bu mekanizmadır?

Sonuç: “Beyaz Öküz Yendiği Gün”(!)

Türkiye’de, genel olarak, olgular, sebepler tartışılmıyor, sonuçlar tartışılıyor; o da çözüm bulmak, tedavi etmek ve tedbir almak için değil, karşıdakini suçlayarak, itham ederek, karalayarak yok etmek ve tatmin olmak için.

Oysa her işimizde, her sorun ve hastalıklarımızda 4T (Tespit, Teşhis, Tedavi, Tedbir) formülünü uygulamamız gerekmez mi?

İçinde yaşadığımız sistemi, onun felsefesini, onun sahip olduğu melez değerler sistemini ve melez değer sisteminin neden olduğu akışkan kimlikleri ve sosyal şizofreniyi öncelikle tartışmamız gerekmiyor mu?

O nedenle, 4 T formülünü birlikte, bir bütün olarak uygulamalıyız.

O nedenle, bir ve bütün olmalıyız.

O nedenle, hak, hukuk ve adaletle ilgili duygu ve düşüncelerimiz, iktidar ya da muhalefete göre şekillenmemelidir.

O nedenle, hak ve adalette Kur’ân ve Sünnet rehberimiz olmalıdır. (57 Hadid 25; 38 Sâd 26)

O nedenle, Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, nefsi davranmamalı, kin ve nefretle hareket etmemeli, adil davranmalıdırlar. (5 Mâide 8)

O nedenle, taraflardan birini dinleyip de diğerini dinlemeden suçlamak, itham etmek adil bir davranış değildir.

O nedenle, Allah tarafından Hz. Davud’a yapılan “İnsanlar arasında hak ile hükmet, hevaya sapma!”(38 Sâd 26) uyarısı, bizim için her zaman geçerli olmalıdır.

O nedenle, öncelikle yasalara mayınları şuurla koyanları, döşeyenleri eleştirmeli, dikkatleri bu ana hedefe yöneltmeliyiz. 

Bununla beraber, yasalar hazırlanırken nerede olduğumuzu, mayınları zamanında niçin görmediğimizi, göremediğimizi de dönüp sorgulamalıyız.

Bununla beraber, kırmadan dökmeden;

“Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2 Bakara 44), ayetinin gereğini yapmalıyız.

Bununla beraber, kifayetsiz muhterislerin, gizli, kirli, pis elin/gücün oyununa gelmekten kaçınmalıyız.

Bununla beraber, Üç Öküz ile Yaşlı Aslanın hikâyesini unutmamalıyız:

Yaşlı bir aslan vahşi ormanda yalnız başına dolaşırken birbiri ile çok samimi, dost olan üç öküz görür (Bembeyaz, Simsiyah, Sarı). Bunları yemeye karar verir. Ancak üçüne birden saldırdığında, üçü bir olup kendisini haklayacaklarını bilmektedir. Bu konuda çok tecrübelidir. Stratejisini yumuşak güç kullanma, onların dostluklarını kazanma üzerine kurar.

Bir gün kendilerine yavaşça, gülümseyerek yaklaşır. Öküzler saldırı konumuna geçerek vaziyet aldıklarında kendilerine, dost olduğunu, kendisinin yaşlı ve kimsesiz olduğunu, yalnızlıktan sıkıldığını, dertleşecek arkadaş aradığını, kendilerini gördüğünde aralarındaki samimiyetten dolayı çok memnun olduğunu söyler. Kendisini dost, kardeş, arkadaş, yoldaş olarak kabul ettikleri takdirde kendilerini, diğer vahşi yırtıcılardan hem de avcılardan koruyacağını belirtir. Öküzler bu teklifi red eder, yaklaştığı takdirde kendisini parçalayacaklarını beyan ederler. Aslan peki kardeşlerim der ve uzaklaşır. Çevrede kurt sürüsü gözüktüğü zaman, aslan öküzlere sahip çıkar kurtları kovalar. Avcılar avlanmaya geldiklerinde onları uyarır, ormanın daha güvenli yerlerine gitmelerini tavsiye eder. Belli aralıklarla onlara dostluk teklifini yeniler. Özellikle kurt ve çakal sürüsü saldırılarına karşı onları koruduğu ve davranışlarında herhangi bir düşmanlık sezmedikleri için gittikçe kalplerinde yaşlı aslana karşı bir sevgi ve saygı oluşur. İyice güvenlerini kazandığına inandığı bir gün yaşlı aslan dostluk, arkadaşlık teklifini yeniler. Öküzler kendi aralarında istişare ederler, yaşına ve kendileri için yaptıklarına bakarak yaşlı aslanın teklifini kabul ederler.

Bundan sonraki süreç yaşlı aslanla üç öküzün hazin dostluk(!), kardeşlik(!), arkadaşlık(!) serüvenidir! Aslan sabırlıdır ve sabırla stratejisini ve stratejisindeki taktikleri planlamakta, uygulama için uygun şartların oluşmasını beklemektedir. Av mevsimi gelmiş, etraftan silah ve köpek sesleri yükselmektedir. Seslerin çok yaklaştığı bir anda kendisi için şartların olgunlaştığını, her birinin ayrı ayrı dostluk ve güvenini kazandığını bilmektedir. Seçilecek hedef, önemlidir ve en dikkat çeken renktir. Yanı hedef beyaz öküzdür. Beyaz öküzün biraz uzakta olduğu bir anda, siyah ve sarı öküze yaklaşarak, kardeşlerim size bir tehlikeyi haber vermek istiyorum. Beyaz öküz sahip olduğu renkten dolayı bizim araziye uyumumuzu, kamuflajımızı bozmakta, bizi deşifre etmektedir. Sizlerin menfaati için bunun gruptan uzaklaşmasında fayda vardır. Özellikle av mevsimleri bizden uzak olsun diğer zamanlar tekrar gelsin, der. Siyah ve sarı öküz şaşırırlar ve şiddetli reaksiyon gösterirler: O bizim kardeşimiz derler, olur mu öyle şey. Peki, kardeşlerim der yaşlı aslan; ölürsek hep beraber ölelim, ben sizi terk etmeyeceğim, gücüm oranında sizi savunacağım. Silah ve köpek sesleri yaklaştıkça, tehlike büyüdükçe, beyaz öküzün uzakta olduğu anlarda yaşlı aslan teklifini tekrar ve tekrar yeniler. Ve bir gün siyah öküzle, sarı öküz böyle bir tehlikeyi kabul eder ve fakat kendilerinin bunu beyaz öküze söylemelerinin mümkün olmadığını beyan ederler. Yaşlı aslan gayet üzgün bir tavır takınarak, ne yapalım iş başa düştü, yalnız siz biraz uzaklaşıp gözden kaybolun, ben onunla rahat konuşayım der. Yalnız o sizi çağırdığı zaman sakın çağrısına cevap vermeyin. Avcılar ve köpekler var, yerimizi keşfederler. Onlar gözden kaybolunca, Beyaz öküze yaklaşır ve der ki: Kıymetli kardeşim sana bir kötü bir de iyi haberim var. Diğer iki kardeşimiz senin renginin çok dikkat çekici olduğunu, böylece düşmanlarımızı üzerimize çektiğini, senden uzaklaşmamız, ayrılmamız gerektiğini bana teklif ettiler. Hiç olmazsa av mevsimi bizden uzaklaşsın dediler. Ben de olur mu öyle şey, o bizim kardeşimiz, onu nasıl terk edebiliriz, dedim. Onlar da öyleyse biz gidiyoruz; av mevsimi bitince arzu ederseniz sizinle tekrar buluşuruz deyip bizi terk ettiler. Kendilerine av mevsiminden dolayı seslenmeni de istemiyorlar.

Beyaz öküz, yıllarca beraber oldukları kardeşlerinin kendisini terk etmelerine bir anlam veremez ve son derce üzülür. Kendisine sahip çıkan aslana sevgi ve saygı ile bakarak peki kardeşim der. Biz hayatımızın bundan sonraki kısmını seninle kardeşçe geçireceğiz der, beyaz öküz. Köpek ve silah sesleri çok yaklaşınca, yaşlı aslan beyaz öküze, tehlike çok yaklaştı, şöyle ormanın biraz daha derinliklerin doğru gidelim de, bizi fark etmesinler, der. Diğer öküzlerden iyice uzaklaştığına emin olduğu ve iyice de acıktığı bir anda, beyaz öküze saldırıp onu parçalar ve yer. Sonra da eski kardeşleri(!) olan siyah ve sarı öküzün yanına geri döner.

Sıra siyah öküzdedir ama onun için bir av mevsiminin gelmesini bekler.

Yeni av mevsiminde, beyaz öküz için söylediklerini, bu kez siyah öküz için sarı öküze söyler ve onu bir gün ikna eder. Sarı öküz teklifi kabul edince siyah öküze yaklaşır, daha önce beyaz öküze söylediklerini ona söyler, ikna eder ve ormanın derinliklerine götürüp yer, sonra sarı öküzün yanına geri döner.

Acıktığı bir gün, artık yeni bir av mevsimini beklemesine gerek kalmamıştır. Çünkü karşısında kendisine kafa tutacak bir güç yoktur. Gözlerinde vahşi bir parıltı ile sarı öküze yaklaşmaya başlar. Sarı öküz yaşlı aslanın hâlinden rahatsız olur. Geliş tarzından hoşlanmaz. Hâlinde, duruşunda ve bakışlarında bir tuhaflık var; ne oluyor kardeşim der. Anormal bir şey yok; ne evhamlısın, gel biraz oynaşalım, koklaşalım, seni özledim, sana daha yakın olmak istiyorum deyince, sarı öküz gerçeği görür ve anlar.

Olduğun yerde dur, der. Tüm dünyaya bir şey haykırmak istiyorum. Ondan sonra beni ye. Hay hay kardeşim(!) der yaşlı aslan.

Sarı öküz olanca gücüyle: “Ey dünya iyi bilin ki beyaz öküz yendiği gün ben yenmişim de farkında değilmişim. Benim sonum size ders olsun.”

Tarihimiz de üç öküzün stratejisi çokça uygulanmıştır.

Şimdi bu oyunu bozma zamanıdır.

Yönetici tüm kadroların, Türkiye’nin kılcal damarlarına sinmiş, yerleşmiş “kirli, pis, gizli el ve güç” tarafından yürütülen bu sinsi ve tehlikeli gidişi bir an önce görmeleri ve tedbir almaları gerekmektedir. Bu, tarihi bir sorumluluk olup bu ülkeye yapılabilecek en büyük iyiliktir. O nedenle, kardeş kavgasını körüklememeliyiz:

“Müminlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönersebu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (49 Hucurat 9)

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin.” (49 Hucurat 10)

Öyleyse;  “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz Onun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Âl-i İmrân 103)

   Henüz vakit varken, yarın çok geç olabilir!

KAYNAKLAR

1- Can, B., Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1: Siyasî İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” Ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?, Umran Dergisi, Temmuz, 2017.

2- Can B. “Şehir Üniversitesi Operasyonu Bağlamında 15 Temmuz İhanet Hareketinin Sosyolojik Savaş Boyutunu Bir Kez Daha Düşünmek”, Umran Dergisi, Kasım 2019.

 3- Şehir Üniversitesi’nin 15.10.2019 Tarihli Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/

https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#

4- İstanbul Şehir Üniversitesi Kamuoyu Açıklaması, 09.12.2019.

5-Bulut R., “İşte Şehir Üniversitesi Krizini Anlama Kılavuzu”, Odatv.com, 09.12.2019

6- Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Başkanlığı’na Sunulmak Üzere Danıştay 13. Daire Başkanlığı’na Gönderilmek Üzere İdare Mahkemesi Başkanlığı’na, Şehir Üniversitesi’nin Temyiz Dilekçesi.

7-Bulut, R., “Mahkeme Kararını Verdi” Odatv.com, 08.11.2019

8- Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın Toplantısı, kartal haber, 24 Ekim 2019.

https://www.sehir.edu.tr/tr/Documents/Istanbul_Sehir_Universitesinden_Halkbank_Aciklamasi.pdf.

9-Çağlayan, Y., Osmanlı’dan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, S: 43-45.

10- YÖK’ün Basın Açıklaması, 19.12.2019.

11- Çakır, E., Şehir Hatırası Fotoğrafından Geriye Kalan, ecakır@karar.com.

12-Haliç Üniversitesi’ne Kayyum Atandı! Sozcu.com.tr 13 Mayıs 2016.

13-http://www.hurriyet.com.tr/halic-universitesinin-yonetimi-gecici-olarak-devredilecek-40103259.

14-https://www.cnnturk.com/yerel-haberler/istanbul/merkez/halic-universitesinden-tahliye-iddialarina-yanit-1064943.

15- Eymür, M., Analiz, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1991, S: 120-121.

16- İnan K., Hayır Diyebilen Türkiye, Timaş, İst. (1995), s 28-35.

17- İlhan, A.,  28 Şubat’ta, Son Operasyonlarda Cumhuriyet'in Savunma Refleksi,  Yeni Şafak, 24.04.2001.

18- Coşkun, M, Çakmak, N., Attilâ İlhan'la Çeşitli Konulardan...,Röportaj, Milli Gazete  22-23-24.03.2003.


[1] Okuyucuların süreci daha iyi değerlendirebilmeleri için yukarıdaki 1, 2 numaralı kaynaklardaki makaleleri okumalarında fayda vardır.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...