1 Eylül 2022 Perşembe

Boğaziçi Kadife Darbe Süreci - 6: MAYINLARI TEMİZLEMEDEN BETON DUVAR İNŞASINA, ŞER İTTİFAKININ GÖÇ ÖRÜMCEK AĞI TUZAKLARI-OPERASYONLARI

 (Umran Dergisi Eylül 2022 Yazısıdır)


Suriye İşrakat Derneği Başkanı Meysa Said “İltica eden (mülteci) ne demektir? Vatansızlık demektir. Yeni bir hayata başlamak demektir. Kime ait olduğunu bilmemek demektir. Geleceğin belirsizliği demektir. Ayrımcılıktan yana dertli demektir. Yaşadığı ülkede kendini ikinci sınıf insan olarak hissetmektir. Sosyal hayatı olmayan demektir. Kendini ispatlamak için iki kat çaba göstermek demektir.”[1] diyordu. Geçen yazıda, Türkiye’nin göç ile ilgili politikasındaki birbirini olumsuz anlamda besleyen iki kırılma ekseninin oluşturduğu Akrep Kıskacı (“Açık Kapı Politikası”, “AB Geri Kabul Antlaşması”) operasyonu ele alınıp değerlendirilmişti. Bu yazıda Şer İttifakının (Siyonizm, ABD, İngiltere, İsrail) göçmenler üzerinden kurduğu örümcek ağları operasyonu konusu analiz edilecektir.

Akrep Kıskacı ya da Örümcek Ağı Bariyeri

Akrepler, düşmanları ile karşılaştıklarında kıskaçları ile onları şaşırtmaya, oyalamaya, dengelerini bozmaya ve fırsatı yakalayınca iğnesini saplayarak zehirlemeye çalışır.  Örümceklerde ise oyun çoktur ve oyun kurmakta da son derece mahirdirler. Genelde ağdan bariyerler, perdeler oluştururlar. Bariyerlere hızlıca ulaşabilecekleri tüneller yaparlar. Ağlardan inşa edilen erken uyarı sistemleri ile etrafı donatırlar. Ağlarına yemler takarak hedef canlıları tuzağa doğru çekerler. Tuzağa takılan kurbanları iplikleri ile paketler ve zehir enjekte ederek uyuşturur, dondurur daha sonra yemek üzere ambara kaldırırlar, bazen de hemen öldürüp yemeye başlarlar.

Vücuda enjekte edilen zehir, hızlıca kana karışmakta ve ulaştığı tüm hücreleri genelde parçalamakta, ayrıştırmakta, iyonize ederek fonksiyonunu icra edemez hâle sokmaktadır. Zehrin dozajına ve yayılmasına bağlı olarak canlı vücudunun dengesi bozulmakta, bütünselliği kaybolmakta ya felç olmakta veya ölmektedir.

Büyük Ortadoğu, “Arap Baharı”  gibi projelerin dışa yansıyan açık amaçları son derece cazip olup muhatabı kendisine doğru çekmektedir. Tıpkı örümceğin ağlarına yerleştirdiği yiyeceklerin bazı canlıları kendisine çekmesi gibi… Genelde “Arap Baharı” adı verilen, özelde de Suriye İç Savaşı kapsamında meydana gelen göç olgusu, bir taraftan akrep kıskacı diğer taraftan da örümcek ağları operasyonlarına benzer süreçleri bünyesinde taşımaktadır.

Geçen yazının başlığının, “Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı: Açık Kapı Politikası-AB Geri Kabul Antlaşması” olmasının sebebi buydu.[2] Bu yazıda da küreselcilerin/Şer İttifakının, göç olayına bakışı ve göçmenleri hibrit savaş malzemesi olarak kullanma politikaları/stratejileri, örümcek ağları bağlamında ele alınıp değerlendirilecektir.

Şer İttifakının/Küreselcilerin/Siyonistlerin Küreselleşme Stratejilerinde Göç Örümcek Ağı

Şer İttifakı diye isimlendirdiğimiz ittifakın, kendilerinin hâkim olup yönettiği, “tek dünya devleti”, “tek dünya hükümeti”, “tek dünya güvenlik örgütü”, “tek dünya dini”, “tek dünya eğitim sistemi”, “tek dünya hukuk sistemi” ve “tek merkezi dünya ekonomisi” şeklinde bir dünya tasavvurları var ve bunun için de mücadele etmektedirler. Bir dolar üzerindeki “piramitteki” yapılanış ve “yeni dünya düzeni” ifadesi bunun göstergesidir.

Şer İttifakı bu hedefe varabilmek için hiçbir kutsal gözetmeden “her şey meşru” yaklaşımıyla hareket etmekte; dünyadaki göçleri teşvik, tahrik etmekte ve göçün meydana gelebilmesi için, iç savaşlar, bölgesel savaşlar ve ekonomik krizler çıkarmaktadır. Bu şekilde başaramazlarsa ve zaferle çıkacaklarına inanırlarsa küresel savaş çıkarmaktan da geri durmayacaklardır.[3]

Bu sebeple Türkiye açısından Suriye göç olgusu, iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alınıp değerlendirilmelidir. Bu üç dinamiği göz önüne almadan yapılacak bütün tahliller, analizler eksik olacak ve gerçeği görmemize mâni olacaktır. Geçen yazıda göçü hibrit savaşlar açısından ele almamızın sebebi buydu.

Sovyetler çöktükten sonra, 21. yüzyıla girerken özellikle 2001 ABD’deki İkiz Kuleler provokasyonundan sonra, Şer İttifakı “21. asır ABD yüzyılı olacak” projesini yürürlüğe   geçirerek önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı işgal etmiştir.[4] Bu harekât, aynı zamanda “Büyük Ortadoğu Projesi”, “Büyük İsrail Projesi”, “İslâm’ın İslâm’la Savaşması Projesi”, “Yaratıcı Yıkım Savaşı Projesi”, “Kaostan Düzen Yaratmak” gibi projelerin de devreye sokulmasının önünü açmıştır.

Şer İttifakının dünyanın değişik yörelerinde özellikle Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında iç savaşlar çıkardığı tüm ülkelerde hem iç göç hem de dış göç meydana gelmiştir. İç göçle birlikte, hem “kaynak ülkenin” (göç veren) hem de “hedef ülkenin” (göç alan) toplumsal yapısı etnik, dinî ve mezhebî bazda coğrafi bölgelere ayrılmıştır. Bunun en canlı örneği, ABD’nin tüm uluslararası ilkelere, kurallara ve ülkelere rağmen Irak’ta başlattığı operasyonun geldiği nokta ve ulaştığı sonuçlardır. 

ABD, ilk operasyonda Saddam Hüseyin’i devirme imkânı varken devirmemiş, yaklaşık 10 yıl boyunca ülkede iç savaş çıkararak iç göçü teşvik, tahrik ve organize eden bir rol ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu süreçte hem Irak içinde hem de dışında yürütülen psikolojik savaşla insanların zihnine bir sloganı yerleştirilmiştir: “Kuzeyde Kürtler, ortada Sünniler, güneyde Şiiler.” Bu kapsamda Irak’ta şiddet kullanılarak hem iç hem de dış göç meydana getirilmiştir. İç savaşın 20. yılında Irak, hukuken değil fakat fiilen üçe bölünmüştür. Bugün sözde bir Irak devleti vardır.

Irak’ta uygulanan bu strateji, “Arap Baharı” sürecinde Suriye-Tunus hattında fiilen uygulamaya sokulmuştur. Suriye ve Libya bugün çok yoğun bir iç savaş yaşamaktadır. Her iki ülkede de hem iç göç hem de dış göç meydana gelmektedir. Dolayısıyla göçle beraber hem göç veren (“kaynak ülke”) hem de göç alan ülkenin (“hedef ülke”) demografik yapısı değişmekte; toplumsal yapılarında büyük sarsıntılar meydana gelmektedir. Demografik yapının değişmesi, seküler küreselleşmecilerin savundukları, istedikleri bir durumdur.

Küreselleşmenin en önemli sonuçlarından biri, yeni şizofren kimliklerin, bölünmüş kişiliklerin ortaya çıkması, “aile yapısının insanlık için bir tehdit oluşturduğu”[5] olgusunu inşa ederek aileyi parçalamak, nikâha dayalı evlilikler yerine, seks merkezli birlikte yaşamın öne çekilmesidir. Küreselleşmede, kimliksiz “küresel vatandaşlık” denilen ruhsuz, köksüz, nereye ait olduğunu bilmeyen, bilemeyen bir insan unsuru olan, “global yurttaşlar”, inşa etmek amaçtır: “Tek kutuplu’ dünyasında, kimi düşünürlerce ‘yeni evrensel imparatorluk’ta (M. Hardt/A. Negri) sınır ve toprak bağlarını aşarak, kendilerince özgür ve bağımsız toplulukları oluşturan yeni ‘global yurttaşlar’ küresel politikaların en dinamik öğeleri olarak sahneye çıkmaktadırlar.”[6]

Şer İttifakının organize ettiği göç hareketleri, küresel denklemde güç dengelerini etkileyebilecek bir unsur hâline getirilmektedir. Şer İttifakının ana stratejisi, niyetleri, amaçları, güçleri yeterse, seküler küreselleşme sayesinde toplumlarda, millî, dinî, kültürel değerleri zayıflatmak, zamanla yok etmek, onun yerine kozmopolit, ne olduğu belli olmayan, zamana ve zemine göre değişen bir inanç, kültür ve düşünce sistemi hâkim kılmaktır. Ulus devletleri, etnik, mezhebî, dinî, kültürel, ideolojik bağlamda parçalamak, birbiri ile savaşan düşmanlar hâline getirmek, ekonomik olarak küresel merkezi ekonomik sisteme bağımlı “şehir devletleri” sistemini hayata geçirmektir: “Ancak Küreselleşmenin hız kazanması ve ulus devletlerinin yaptırım gücü ile ekonomilerine yön verebilme kapasitesinin azaldığı olgusu fark edilince tartışma farklı bir zemine kaydı. Alman toplumbilimci Ulrich Beck Küreselleşme Nedir? kitabında ‘benzerlikler yüzyılında’ ‘ülkeler ve kültürlerin özgünlüğü giderek kaybolacak, buna karşın aktif yurttaşlar küresel bir ağ içinde birbirleriyle temas hâline geleceklerdir’, demektedir. (…) Jürgen Habermas (…) ‘ulusçuluk sonrası’ bir evreden söz etmektedir. ‘Kozmopolit küresel toplum’ kavramını uzun boylu irdelemiştir.”[7]

Küresel sermayenin ülkelerde kamu sektörlerine karşı çıkarak özelleştirmeyi savunmalarının ve bunda da ısrar etmelerinin sebebi, hedef ülkelerde özelleştirme sonucu ortaya çıkan şirketleri ya batırmak ya da satın alarak kendine bağlamaktır. Böylece istedikleri zaman, genellikle de kriz dönemlerinde, hedefe koydukları ülkelerin, bağımsız ekonomik altyapıları zayıflatıldığı ya da yok edildiği için ülke yönetimine ekonomi üzerinden istediklerini yaptırma fırsatı elde etmektedirler. Göç bu aşamada devlet ve toplumsal yapının zayıflatılmasına, zayıflamasına hizmet etmekte katkıda bulunmaktadır: “Göçün ilk etkisi ekonomik alanda fark edilmekle beraber, zaman içinde toplumsal ilişkiler, kültür, ulusal politikalar ve uluslararası ilişkiler alanlarında da kendini duyurmaktadır.

Göçün en önemli etkisi, ulus devletin yapısında görülmektedir. Ulus-devletin manevra alanı daralmakta, küreselleşmenin getirdiği liberal piyasa ekonomisi nedeni ile ulusal kamu yönetimlerinin sunabilecekleri sosyal destek hizmetleri azalmakta veya ortadan kalkmaktadır. Demografik hareketlilik, ulus devletin sınırları içinde daha yüksek bir etnokültürel farklılaşma yaratmakta, böylece kimlik ve geleneksel sınırlar alanındaki hatların birbirine karışmasına yol açmaktadır.”[8]

Küreselleşmeyi savunan Şer İttifakı açısından göçün gizli amacı, toplumun farklı kesimleri arasında çatışmanın tohumlarının ekmek, etnik, dinî ve mezhebî gettoların oluşmasını imkân vermektir: “Etnik grupların dışlanması ve marjinal bir konuma itilmeleri, bize açıkça gösteriyor ki kültürel farklılık, göçmen kabul eden bir kısım ülkeler için bir dışlama gerekçesi iken azınlıklar için de direniş mekanizması olabilmektedir. Yaygınlaşan ve küreselleşen kültür ise ananevi kültürel değerleri yapay bir şekilde yaşatmamaktadır.”[9]

Ulus ötesi bir toplumsal yapının oluşmasında, küreselcilerin kontrolündeki internet ağlarının, sosyal medya ağlarının çok büyük katkısı ve rolü bulunmaktadır. İlişkiler ağı, göç uzayında iki eksen arasında ciddi bir çatışma ortamının oluşmasına sebebiyet vermektedir:İnternet yardımıyla, Thomas Faist’in belirttiği üzere durmadan yeni, ‘ulus ötesi toplumsal mekânlar’ oluşmaktadır: Bunlar Avrupa’yı kucakladığı gibi ABD, Avustralya, Hindistan ve Rusya’ya kadar uzanmaktadır… Durmadan genişlemeye çalışan ulus ötesi toplumsal mekânlar sınır tanımıyorlar.”[10]

Küreselleşmeye giden yolda millî ne varsa yol boyu tasfiye edilmek istenmektedir. O nedenle ulus devletler, yol boyu yapılan antlaşmalar ile küresel sermayeye hizmet eder konuma sokulmaktadır. Türkiye gerçeğinde olduğu gibi “hedef ülkeler”, işin farkına vardıklarında da iş işten geçmiş olmaktadır: “Artık devlet de gitgide ‘küreselleşmekte’ veya ‘uluslararasılaşmakta’; yani devletin politika yönelişi kendi topraklarından dışarıya kaymakta ve devlet ulus-aşırı bölgesel ve küresel piyasa güçlerinin yararına bir araç olarak çok-uluslu şirketlerin, bankaların ve gittikçe artan derecede para tacirlerinin istekleri doğrultusunda hareket etmektedir.” [11] 

Şer İttifakının küreselleşme stratejisinde şu an Çokuluslu şirketler tarafından belirlenen “Yeni Ekonomik Düzen”, “ulus-ötesi hareketler” (transnational) ve “Hegemonik güçleri kullanmaya kararlı devletlerden oluşan bir üçgen” inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu üçgenin her geçen gün etkisinin artması ve yaygınlaşması için hem iç hem de dış göçlerin, yaygınlaşması, büyümesi ve genişlemesi gerekmektedir. Böylece “yurttaşlık anlayışında, ulus devletin yaptırım yetkisinde, kimlik oluşumunda önceden kestirilemeyen yeni toplumsal ve ekonomik olguları ortaya çıkmaktadır.”[12]

Göç araştırmaları uzmanı Stephen Castles’e göre göç süreçlerinde 8 önemli ana çelişki vardır: 1- Kapsama ve dışlama arasındaki çelişki, 2- Piyasa ve devlet arasındaki çelişki, 3-Artan zenginlik ve yoksullaşma arasındaki çelişki, 4- İlişkiler ağı (network) ve “ben” arasındaki çelişki, 5- Küresel ve yerel arasındaki çelişki, 6- Ekonomi ile çevre arasındaki çelişki,  7- Modernizm ve Postmodernizm arasındaki çelişki, 8- Ulusal vatandaş ile küresel yurttaş arasındaki çelişkidir.[13]

Bu sekiz tezada ilişkin ortaya konan ana fikirlerin bir kısmı aşağıda verilmektedir:


·   Küresel piyasanın aradığı şartları yerine getiremeyen, birey ve gruplar, çalışma ve beslenme gibi en temel haklardan yoksun bırakılarak, bu düzenin dışına atılmaktadır.

·   Dış göç hareketleri sonucu göç alan ülkelerde yeni etnik gruplar ortaya çıkmaktadır.

·   Gerek göç veren ülkeler gerekse göç alan ülkeler, derin ve sürekli değişimlere uğramaktadır.

·   Dış göçün olduğu ülkelerde göçmenler, dışlandıkları kanaatinde oldukları için toplumsal gerilim ve çatışmalar ortaya çıkmaktadır.

·   Göç alan ülkelerde şehirlerin yapısı değişmekte; değer sistemleri sorgulanmaktadır.

·   Dünya Bankası ile Uluslararası Para Fonu gibi güçlü ulus üstü kurumlar, seksen küsur ülkeyi piyasa ekonomisinin şartlarına uymaya zorlamaktadır.

·   Küresel sermayenin inşa etmeye çalıştığı toplumsal yapıya ayak uydurup katılanlarla, diğerler/dışlanmışlar arasında bir gerilim ve bölünme vardır

·   “İki vitesli toplum” oluşmuştur. Bir tarafta toplumsal çoğunluk diğer tarafta giderek büyüyen bir azınlık vardır. Bu azınlık topum tarafından dışlanmaktadır. İki vitesli azınlık gruplar içinde kadınlar, ırka dayalı azınlıklar yer almaktadır. Bu azınlıkların oluşumunda ise göç olgusu başlıca rolü oynamaktadır.

·   Son elli yıldır göçmen kabul eden tüm ülkelerde, vatandaşlık kazanmış olsalar bile etnik kimlik veya din nedeni ile dışlanmış, marjinalleşmiş, yoksullaşmış yeni azınlık gruplar ortaya çıkmaktadır. Bunlar ise yeni çatışmaların taşıyıcısıdırlar.

·   Yeni iletişim teknolojileri servet, iktidar ve görüntüden oluşan küresel ağlar yaratmaktadır. Bu ağlar diledikleri biçimde bireyleri, grupları, bölgeleri, hatta ülkeleri, görünür ya da görünmez kılabilmektedir.

·   “İlişkiler ağı” ile “ben” arasındaki çatışma, göçle ilgili olarak iki düzlemde öne çıkmaktadır. Birincisi ırkçı bir karakter taşıyan göç aleyhtarı hareketlerdir. …İkinci tür tepki ise doğrudan doğruya göçmen topluluğundan kaynaklanmaktadır.  Piyasa güçleri çevre yozlaşmasına sebep olmaktadır.

·   Bazı bölgelerde çevre yozlaşması doğrudan doğruya göç akımlarına yol açmaktadır. Toprağın çöle dönüşmesi, ormanların eksilmesi, toprağın verimliliğini yitirmesi, kuraklık ve seller gibi doğal afetler insanları yer değiştirmeye itmektedir.

·   Postmodernizm politikaların, kültürlerin ve kimliklerin parçalanmasını öngörmektedir; görelik ve kötümserlik egemendir.

·   Küreselleşme, bütünleşmiş modern bir ekonomi, fakat postmodern parçalanmış siyasal bir alan oluşturmaktadır. Bu çelişki özellikle göç bağlamında çok açık bir biçimde göze çarpmaktadır.

·   Ücretler açısında göç, ülke içi ve ülkeler arası yeni eşitsizliklere yol açmaktadır.

·   Bugün aranan statü, bir yere bağlı olmanın sonucu olarak verilen haklar yerine insan olma sıfatı ile hak sahibi olunan ‘küresel’ bir yurttaşlıktır.

Yukarıda göçle ilgili yapılan özetlemenin ortaya çıkardığı gerçek, küreselleşmeyi savunan bir merkez tarafından göçün desteklendiği, teşvik edildiği; böylece hedef ülkelerde patlamaya hazır fay hatları inşa edildiği veya mevcut fay hatlarına enerji yüklendiği, yeri ve zamanı geldiğinde de harekete geçirilip, “ülkelerin bölünerek”[14]  yeni devletler inşa edileceği olgusudur.

Saha araştırmaları aksini ortaya koymasına rağmen[15] Türkiye’deki ekonomik sıkıntıların ana sebebi, hep Suriyeli göçmenler gösterilmektedir. Bu sebeple de Türkiye’de göçmenler üzerinden bir gerilim yaşanmaktadır. Stephen Castles’e göre sebep göçmenler değildir. Gerilimin ana sebebi, “küreselleşmenin neden olduğu toplumsal değişikliklerin algılanamamasıdır, göçmenler değildir: “İlişkiler Ağı” ile “ben” arasındaki çatışma, göçle ilgili iki düzlemde öne çıkmaktadır. Birincisi ırkçı bir karakter taşıyan göç aleyhtarı hareketlerdir. Bunlar daha çok türdeş toplumlarda göze çarpmaktadır. Küreselleşmenin yarattığı yapısal değişiklikleri algılayamayan kişiler, bu değişikliğin onu görünür hâle getiren göçmenlerden ileri geldiğini sanmaktadır. İkinci tür tepki ise doğrudan doğruya göçmen topluluğundan kaynaklanmaktadır. Bu durumu değiştirmek isteyen marjinal gruplar, ayrımcılık yapmakta veya köktenci görüşler edinmekte veya kimliği netleşmiş bir kültürel grup olarak demokratik seferberlik yolu ile hak ve tanınma uğruna mücadeleye girişmektedir.”[16]

Uluslararası göç olgusu değerlendirilirken süreci başlatan ana etkene göre “iradi göç”, “zorunlu göç” olmak üzere iki göç türü vardır.[17] İradi göç, göçmenin “daha iyi bir hayat arayışının” sonucunda ortaya çıkmaktadır. Onu kabul eden devlet/toplum için önemi, ülkeye “göçmenin getireceği katkılardır.” Son yüzyılda yaşlanma ve doğum oranlarındaki azalmaya bağlı olarak sanayileşmiş batı ülkeleri “nitelikli göçmen almak” için birbirleriyle rekabet hâlindedirler. Ancak zorunlu göç durumunda, kaliteli göçmenler hariç, “ihtiyaçları temelinde göçmen almak için yarışan zengin ülkeler”, bu insanları, aynı etnik ve dinsel gruptan olsalar bile almamakta ve başka ülkelere göndermek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.[18] Almanya, işin başında Suriye’den gelen kaliteli, eğitimli, göçmenlerin önemli bir kısmını alıp götürmüştür.[19] AB, Türkiye ile Geri Kabul Antlaşması imzalayarak kaliteli olmayan göçmenlere tüm kapılarını kapatmıştır.

Göçler Üzerinden Yeni Bir “Ulus Yaratmak” İçin Kaos Örümcek Ağı

Şer ittifakı göç olgusunun neden olduğu fay hatlarını melez savaşlarda yeni bir ulus inşa etmenin aracı olarak kullanmak istemektedir. Geçmişte Afganistan’ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenmiş olan Richard Haass’e göre kaos, ulus inşasının bir aracıdır: “…Tek başına güç kullanımı, politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik için en etkili yol, değişik şekillerde karışıklık yaratmaktır. ‘Ulus inşa etmek’ bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın.”[20]

Bu politika, önce Irak ve Afganistan’da, sonra “Arap Baharı”yla başlayan 2. Nesil Kadife Darbe süreciyle birlikte Ortadoğu’daki ülkelerde uygulamaya sokulmuştur. Bunun en canlı örneği Suriye ve Libya’da hem iç göç hem de dış göç şeklinde yaşanmaktadır. Oluşan kaos ortamında “İslâm’ın İslâm’la Savaşı Projesi” kapsamında çatışan Müslümanlardır. 2003 yılında ABD düşünce kuruluşlarından RAND Corporation tarafından hazırlanan ‘Sivil Demokratik İslâm: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’ adlı raporda, Büyük Ortadoğu coğrafyasında “yeni ulus inşasının” yanı sıra “yeni dinler”, “yeni mezhepler” inşa edilmek istendiği çok açık bir şekilde görülebilir.[21]

Bugün, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin hudutlarını değiştirebilmek için Afganistan-Pakistan, Irak-Suriye-Filistin-Lübnan, Katar-Yemen-Somali-Sudan ve Libya-Mali-Orta Afrika hatlarında yaşananlar, hibrit savaşın önemli bir aktörü olarak göçün kullanıldığını göstermektedir. 

Hibrit savaşta göçmenler, hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmak için kullanılmaktadır.[22] Hedefe konan ülkelere düzenli ve düzensiz göçlerle, sığınmacılar, mülteciler yönlendirilmektedir. Hedef ülke göç açısından “tampon ülke” hâline dönüştürülerek göçmenlerin ülkede yoğunlaşması, sayılarının artması, “gettolar” oluşturacak şekilde yerleşmesi ile yerli halkta gerilim ve huzursuzluk meydana getirilmek istenmektedir. Amaç, göçmenlerin/sığınmacıların sorunlarını çözmek değildir. Onları hibrit savaşın aktörleri hâline getirip kullanmaktır.

Genelde din, dil, inanç, mezhep, kültür- medeniyet, örf, âdet, gelenek, görenek, ekonomik farklılaşma gibi özellikler, insanlar arasında farklı etkileşimlere, gerilimlere sebebiyet verebilmektedir. Psikolojik açıdan gerilimlerin derinleşmesi, sosyal fay hatlarının ortaya çıkmasına imkân sağlamaktadır. Hatta aralarındaki gerilimler, bazen fiilî çatışmaya dönüşebilmektedir. 

Bu nedenle hibrit savaş bağlamında göçmenler, hedefe konan ülkede yeni fay hatları oluşturmak maksadıyla çalışılmaktadır. Göçmenlerin “gettolar oluşturması” ya da yerli halka arasına mesafe koyması, yerli halkın sosyo-kültürel yapısına, inanç yapısına, örf, âdet, gelenek göreneklerine, ekonomik yapısına, aile yapısına ters düşecek davranışlar sergilemesi, hibrit savaşın beyin takımı tarafından özel olarak değerlendirilmekte, bu farklılaşmanın tezada dönüşüp çatışmaya sebebiyet verebilmesi için çalışılmaktadır. Süreç iyi takip edilip, gerekli çatışma ortamı oluşabilmesi için özel strateji ve taktikler geliştirilmekte, göçmenler içerisine yerleştirdikleri özel aktörler/ajanlar devreye sokulmaktadır.

Bu yaklaşımla ülkede meydana gelen, ekonomik ve sosyal sorunların kaynağı göçmenler gösterilmekte, yerli halk tahrik edilmektedir. Hatta göçmenler adına göçmenlerle hiç ilgisi alakası olmayan ajan provokatörler ya da parayla satın alınmış suçlular aracılığıyla ya da göç sürecinde göçmen kimliğiyle aralara yerleştirilmiş profesyonel ajanları aracılığıyla yerli halka saldırılmakta, dükkânları, işyerleri, tahrip edilmekte, çocukları, kadınları, kızları taciz edilmektedir.  Hibrit savaşın ana mekanizması bir taraftan bunları yaptırırken diğer taraftan elindeki medya ve sosyal medya aracılığıyla her türlü kötülüğün kaynağı olarak göçmenleri ve onları ülkelerine geri göndermeyen siyasi iktidarları göstermektedir.

Siyasi iktidarlar gerekli basireti, dirayeti gösteremediği, şeffaflığı, berraklığı ortaya koyamadığı, kendi içerisinde tezatlar sergilediği, kendi hatalarını görmeyip hep başkalarını suçladığı zaman, göçmenler üzerinden başlatılan kampanyanın sonucunda oy kaybına uğramaktadırlar. 

Suriye Göç Olgusu ile İlgili Temel Sorunlar

Genelde göç, özelde de savaşlardan/iç savaşlardan kaynaklanan göç olgusu, bireysel, toplumsal, bölgesel ve küresel bir sorundur. Göçü fiilen yaşayan nesil ve onların çocuklarının psikolojisi çok farklı ve üzücüdür. Göçler sadece fiziki sınırların aşılması olgusu olmayıp, sosyokültürel ve psikolojik sınırların da aşılması olgusudur. Bu olgu yol boyu unutulmamalıdır. Ev sahiplerinin bu psikolojiyi görmesi, bilmesi ve ona göre bir tutum ve tavır sergilemesi gerekmektedir. Öncelikle de ev sahibi devlet yerinde, zamanında yapılması gerekeni yapmalıdır.

Gerek iç göç gerekse dış göçlerin gerek iradi ve gerekse zorunlu göçlerin kendine özgü, has sorunları olduğu gibi, ortak, genel sorunları da vardır. Burada bu ayırıma girmeyeceğiz. Türkiye’deki Suriye göçü ile ilgili sorunları, yapılan araştırmalardan yararlanarak aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:[23]


·                    Çatışan küresel projelerin dikkate alınmaması

·                    Arap Baharı sürecinin anlaşılamaması,

·                    Mayınlı arazilerin temizlenmesi,

·                    Suriye olaylarındaki Şer İttifakının uzun vadeli stratejisinin görülemeyip sürecin kısa sürede biteceğine inanılması ve göç olayından ziyade Esed’e odaklanılması,

·                    Irak’ta Baas yönetiminin ve Esed ailesinin, Beşşar Esed üzerindeki etkisinin göz önüne alınmaması sonucu bütün reformların aynı anda yapılmasının istenmesi hatta dayatılması,

·                    Şer İttifakının nihai hedeflerinin ne olduğu olgusunun tartışılmaması, ABD Başkanı Obama’ya ve AB’ye güvenilmesi,

·                    Rusya, İran faktörlerinin göz önüne alınmaması,

·                    Zamanında kapsayıcı bir göç yasasının olmaması,

·                    Göç Bakanlığı’nın olmaması, çok farklı yapıların süreçte etkili olması, gerekli koordinasyonun zamanında yapılmaması,

·                    Türkiye’nin dışında Suriye sınır bölgesinde 30-40 kilometrelik bir güvenli bölge oluşturup göçmenlerin oralarda ikamet ettirilmemesi,

·                    Açık kapı politikasının, açık, serbest geçiş ve yerleşim politikasına dönüştürülmesi,

·                    AB ile Geri Kabul Antlaşması’nın imzalanması ile Türkiye’nin ellerinin bağlanması,

·                    Göç olgusunun bir bütün halinde kontrol altına alınmasının düşünülmemesi,

·                    Zamanında göçmenlerle ilgili sağlam kayıtlar tutulmaması, veri bankası oluşturulmaması,

·                    Zamanında Suriyeli göçmenlerin nitelikli, eğitimli insan unsurlarının ve sermaye gruplarının Türkiye’de tutulmaması, birçoklarının AB’ye gitmesi,

·                    Göçmenlerin Türkiye ortalaması göz önüne alınarak değişik yörelere yerleştirilmesi yerine serbest bırakılmaları, birçok yerlerde “gettolaşmanın” meydana gelmesi,

·                    Göçle ilgili veriler ve yapılananlar ilgili bir “şeffaflığın olmaması”, toplumun süreç içerisinde bilgilendirilmemesi, “kara propagandaya” imkân verilmesi, bilgi isteyenlerin suçlanması ve hakarete uğraması

·                    Göçün siyasallaştırılması, iç siyaset malzemesi yapılması,

·                    Göçmenlerin her şeyin sorumlusu olarak gösterilmesi. Buna tatmin edici, doyurucu cevap verme yerine suçlama ve hakaret etme yaklaşımının benimsenmesi,

·                    Uzun vadeli bir uyum veya entegrasyon stratejisinin olmaması,

·                    Suriyeli göçmenlerin ve ev sahibi Türklerin gerektiği gibi rehabilite edilmemesi ve bunun önemsenmemesi,

·                    Türklerle Araplar arasında son 200 yılda oluşmuş, tarihsel şuuraltının (“Araplar bize ihanet etti!”, “Tükler bizi sömürdü!”) göz önüne alınmaması,

·                    Suriyeli göçmenlerin Türkiye’de yaşadığı sorunların zamanında görülmemesi ve istismar edilmesine mâni olunmaması.

Suriye göçü konusunda bir kısmı başlangıçta bir kısmı da yol boyu yapılan bu hataların hepsinin üzerinde bu makalede durma şansımız yoktur. 

Mayınlı Arazilerden Beton Duvarlara Döşenen Örümcek Ağları

Türkiye’de tarihî süreçte beklenmedik bazı fikirlerin gündemi belirlediğine ve ülkemizi kilitlediğine nesil olarak şahidiz. Göç olgusunu ilgilendirmesi açısından bu olağanüstü sürpriz gündemlerden birisi, Suriye-Irak hattındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi ve temizlenen arazide organik tarım yapılması olgusudur. Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri hâline gelen mayınları temizleme işinin ne yazık ki Türkiye tarafından yapılmayacağı açıklandı. Mayınlara ilişkin haritaların devlet arşivlerinden bulunamadığı dedikodusu etrafa yayıldı. Muhtemelen bu sebeple mayınları temizleme işi ve temizlenen araziler ile buna komşu organik tarıma müsait arazilerde organik tarım yapma işi, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile bir İsrail firmasına verildi. Bu, Şer İttifakı örümceğinin ilk ağıydı. Meclis ağa takılmıştı.

“1 Mart Tezkeresine” karşı çıkan CHP Lideri Deniz Baykal, buna da itiraz ediyor ve konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürüyordu. Anayasa Mahkemesi de acil bir şekilde, bu ihaleyi iptal ederek örümceğin ağını parçalıyordu. Mayınlı arazilerin temizlenmesi işi ile hemen hemen eş zamanlı bir başka konu Türkiye’nin gündemine gelmişti. Irak-Suriye hattına, “Elektronik Erken Uyarı Sistemi” kurulması istenmekteydi. Böyle bir sistemin kurulması ilginç bir şekilde gene TBMM tarafından bir İsrail firmasına veriliyordu. Bu, Şer İttifakı örümceğinin ikinci ağıydı. Meclis gene ağa takılmıştı.

Deniz Baykal bunu da Anayasa Mahkemesi’ne götürerek bu ihalenin de iptal edilmesini sağlıyordu. Bu iki ihale olayından sonra daha önce örüldüğü anlaşılan eski bir örümcek ağına takılmış olan Baykal’ın paketlenip bir tarafta saklanan “kaset” kamuoyuna servis edilerek Baykal’ın CHP genel başkanlığından istifa etmesi sağlanıyordu. Mayınları temizlemenin görünür amacı, “Kardeş Suriye” ile daha çok yakınlaşmak, halkın karşılıklı sınırdan kolayca geçebilmesini sağlamaktı. Çünkü Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile kardeş olmuştuk. Çok stratejik iki projenin meclis kararı ile İsrail firmasına verilmek istenmesi, hâlâ daha gizemini korumaktadır.

13 Ekim 2009’da Türkiye ve Suriyeli bakanların katılımı ile Halep ve Gaziantep’te, “ortak kader, ortak tarih ve ortak gelecek” sloganını benimseyen Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi 1. Bakanlar Kurulu toplantısı ve 22-23 Aralık 2009’da, Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi’nin başbakanlar düzeyinde birinci konsey toplantısı yapılmıştır. Daha sonra iki ülke arasında vizeler karşılıklı olarak kaldırılmıştır. Şubat 2011’de Asi Nehri üzerinde inşa edilecek barajın temel atma töreninde, Başbakan Erdoğan, Beşşar Esed’e “Kardeşim!” diyerek başladığı konuşmasında, Suriye halkına “Bizler tarihin bizi birbirimize kardeş kıldığı ve eylediği milletleriz. Tarih boyunca bizim kaderimiz hep ortak oldu, hep birlikte yüreğimiz attı.” demiştir.[24]

Şer İttifakı örümceğinin kurduğu üçüncü ağ “Arap Baharı” idi. Tunus-Suriye hattında kimin tarafından organize edildiği görülmeyen ve de araştırılmayan çok ciddi halk hareketleri meydana gelmeye başlamıştı. Bu kapsamda Mart 2011’de Suriye Dera’da başlayıp daha sonra Şam, Hama, Humus, Lazkiye ve Banyas’a sıçrayan çok yoğun halk hareketleri meydana gelmiştir. Bu hareketlere karşı Beşşar Esed yönetiminin tutumu, silahlı müdahalesi, iki ülke arasındaki ilişkilerde kırılmanın hem başlangıcı hem de devam ettiricisi olmuştur.

“Arap Baharı” diye tanımlanan 2. Nesil Kadife Darbe diye nitelendirdiğimiz eylemler zinciri Tunus, Libya, Mısır, Bahreyn ve Suriye’de çok ciddi halk hareketlerine sebebiyet vermiştir. Bu olgu, Türkiye’nin dış politikasını derinden etkilemiştir. Libya olaylarına NATO’nun müdahale etmeye kalkması üzerine Başbakan Erdoğan, başlangıçta, “NATO’nun ne işi var Libya’da. Bu akıl işi değildir.” derken; arka planda ne olduysa NATO ile Libya’ya müdahale etmek mecburiyetinde kalmıştır veya bırakılmıştır. “Arap halk hareketlerinin” coğrafyayı kasıp kavurması karşısında Erdoğan, politika değişikliği yaparak iş başındaki tüm diktatörlere “çekil git” çağrısında bulunarak meşruiyetlerini kaybettiklerini ilan etmiştir.

Tunus, Libya ve Mısır’da meydana gelen yönetim değişikliklerini, sistem değişikliği değil, göz önüne alan hükümet, Suriye yönetimi üzerinde -reform yapması konusunda- gittikçe artan bir baskı uygulamaya başlamıştır. Esed yönetiminin, Erdoğan’ın istediği zamanda değil de Suriye iç dinamiklerine bağlı olarak kendisinin belirleyeceği bir zamanda reformları yapacağını açıklaması gerilimin daha da artmasına sebebiyet vermiştir.[25] 6 Haziran’da Cisr eş-Şuğur kasabasında 120 Suriye güvenlik görevlisinin öldürülmesi üzerine, Esed yönetiminin şiddeti ve baskıyı artırması, Hatay’a doğru bir Suriye göçünün başlamasına sebebiyet vermiştir. Irak benzeri bir göç dalgasının olabileceğinden endişe duyan Erdoğan, 9 Haziran’da 2011’de Esed yönetimine karşı “Biz Suriye’deki olaylara daha fazla seyirci kalamayız. İyi ilişkiler ilelebet süremez.”[26] şeklinde çok sert bir açıklama yapmıştır. Esed yönetimi, 20 Haziran 2011’de bir reform paketini kamuoyuna sunarak, genel seçimlerin yapılacağını ve bir genel affın çıkarılacağını açıklamış olması karşısında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bunun yetmeyeceğini, bütün reformların birlikte yapılması gerektiğini belirterek kısmi reformlara karşı çıkmıştır.[27] 9 Ağustos 2011’de Erdoğan’ın, “Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Suriye konusunda sabrın son sınırlarına geldik.”[28] şeklinde bir açıklama yaparak Suriye’yi Türkiye’nin bir bölgesi gibi göstermiştir. Suriye yönetimi, bunu iç işlerine karışmak şeklinde değerlendirerek çok sert tepki vermiştir.[29]  Davutoğlu’nun Suriye’de Beşşar Esed ile altı saatlik görüşmesinin sonucunda Hama’yı kuşatan tanklar geri çekilmesine rağmen ne halk hareketleri ne de halk gösterilerine yapılan kanlı müdahaleler durmuştur.

Mısır’a 14 Eylül 2011 tarihindeki seyahati esnasında Erdoğan, Esed’i reform sözü verip yerine getirmemekle suçlayarak “Artık Esed’e inanmıyorum!” açıklamasında bulunmuştur.[30] 21 Eylül 2011 de New York’ta Obama ile görüşen Erdoğan; “Suriye yönetimi ile ilişkilerimizi kesmiş durumdayız. Bu noktaya gelmek istemezdik ama Suriye yönetimi bizi böyle bir karar alma noktasına getirdi. Suriye yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır.”[31] diyerek “ABD ile birlikte Suriye’ye ortak yaptırım uygulayacaklarını” açıklamıştır.

İlk yaptırım olarak, Türkiye, Suriye’ye askerî malzeme taşıyan uçaklara hava sahasını kapatmıştır. [32] Erdoğan 26 Eylül’de ABD’deki konuşmasında, Esed’in meşruiyetini yitirdiğini ve yönetimi bırakması gerektiğini bir kez daha tekrarlamıştır.[33] 5 Ekim 2011’deki Güney Afrika seyahati esnasında Esed’i katliamlar konusunda “babasının yolundan gitmekle” suçlamıştır.

Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den itibaren, Suriyeli muhaliflerle ilişki kurulmuş, ardından muhaliflere gittikçe artan oranda lojistik, siyasî, ekonomik ve askerî destek verilmiştir.[34] Türkiye, 1-2 Haziran 2011’de Suriyeli muhalifleri, Antalya’da buluşturarak kapılarını açmıştır. 16-17 Temmuz 2011’de “Suriye için İstanbul buluşmasına” ev sahipliği yapmıştır.[35] Ağustos 2011’de rejim karşıtlarını bir araya getirerek ‘Suriye Ulusal Konseyi’ni Burhan Gaylun’un başkanlığında kurmuştur.[36]  ‘Hür Suriye Ordusu’ lideri Riyad el-Esed’i Türkiye’ye kabul edip koruma altına almıştır.[37] 18 Ekim 2011’de Suriye Ulusal Konseyi ile ilk resmî temas gerçekleştirilmiştir. İlk resmî temasın Türkiye tarafından gerçekleştirilmiş olması ile yapıya meşruiyet kazandırılmış ve Suriye ile geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir.

4 Ekim 2011’de Suriye, Türkiye’nin Suriye’ye kaçak yollarla muhaliflere silah sevki yaptığı noktasında Türkiye’yi uyarmıştır.[38]  Ayrıca 8 Ekim 2011’de Beşşar Esed, Türkiye’yi içinde bulunduğu durumdan yararlanmama konusunda, “Türkiye’nin Suriye ile aynı siyasi, ekonomik ve mezhepsel yapıyı paylaştığını” söyleyerek, “Türkiye’nin benzer durumla karşı karşıya kalabileceğini” ifade etmiştir. 10 Ekim 2011 de Malezya’da Esed’in danışmanı Buseyna Şaban’ın “Türkiye’nin, olayları kışkırtması ve körüklemesi yerine Suriye’deki çok partili sistemi ve demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk.” demesi taraflar arasındaki ortak paydaların kaybolduğunun bir göstergesiydi.[39]

Erdoğan, “…İnşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz.” diyerek Suriye sorunun çok kısa zamanda sonlanacağını ima etmiş; Davutoğlu ise, “Biz Suriye halkına yönelik baskıların artık kabul edilemez aşamaya geldiğini düşünüyoruz.” diyerek[40] kesin bir saflaşmanın ortaya çıktığına vurgu yapmıştır. Artık eski kardeşlerden birinin ak dediğine diğerinin kara dediği bir fay hattı meydana gelmiştir. Örümceğin ağlarına takılan eski “kardeşler” artık düşman olmuş ve farklı eksenlerle ittifak kurarak geri dönüşü zor olan birer yola girmişlerdi.[41]

“Arap Baharı” örümcek ağlarına takılan bütün ülkeler kaosa sürüklenmiş, Şer İttifakının rızası hilafına iktidara seçimle gelen tüm yönetimler, darbe, postmodern darbelerle düşürülmüşlerdir. Mısır hariç ülkeler hukuken olmasa bile fiilen bölünmüşlerdir. Mısır’da Mursi’nin şehit edilmesi, Şer İttifakına göre “Demokrasinin kurtarılması amaçlı başarılı bir harekettir.”, ‘darbe’ değildir.  Şer İttifakının Suriye’yi dörde ya da beşe bölme planı, Rusya ve İran’ın kendi stratejik menfaatleri açısından Esed’in yanında yer alması ile süreç, Şer İttifakının öngördüğü bir şekilde gelişmemiştir. Türkiye’nin ABD’de tarafından kısa zamanda sonlandırılacağı öngörülen Suriye operasyonu, “Obama’nın bizi aldatması”[42] sonucunda bugün on birinci yılına girmiş bulunmaktadır. Ne kadar süreceği de belli değildir.

Hibrit Savaş teorisi kapsamında Suriye operasyonunda hedef, sadece Suriye yönetimi olmayıp başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkeleridir. 2011’de nüfusu 22,5 milyon olan Suriye’de “Arap Baharı” operasyonunun başlatılması ile birlikte, 2020 yılı verilerine göre 6,8 milyon Suriyeli ülke dışında, 6,7 milyon ise ülke içinde olmak üzere toplam 13,5 milyon Suriyeli zorla yerinden yurdundan edilerek göçmen olmuştur. 6.8 milyon Suriyeli sığınmacı 126 farklı ülkede yaşamaktadır.[43]

29 Nisan 2011 tarihinde Suriye’den Türkiye’ye “özel olarak yönlendirilmiş ilk göç hareketi”[44] 252 kişilik bir gruptur. Bu tarihten sonra sayıları değişmekle beraber düzenli bir göç akışı devam etmiştir. 2022 yılında ise Suriyelilerin Türkiye’deki toplam nüfusu, 3 milyon 651 bin 428’dir. Suriyeli göçmen sayısı yaklaşık 5-6 yıl içerisinde bu boyuta ulaşmıştır.  Suriye’den göç yoğunlaşınca, Türkiye mayınlardan temizlediği araziye beton duvarlar inşa etmeye başlamıştır. Gerek mayınlar temizlenirken gerekse beton duvarlar yapılırken ekonomiye ek bir yük getirilmiştir.  Öyleyse mayınları niçin temizledik, beton duvarları niçin yaptık?

Obama Örümcek Ağı: “Esed Yönetimi Kısa Sürede Gidecek” Yemi

21 Eylül 2011 de New York’ta Obama ile görüşen Erdoğan; “Suriye yönetimine güveninin kalmadığını” bu nedenle “ilişkileri kestiğini” ve “ABD ile Suriye’ye ortak yaptırım uygulayacaklarını” açıklamıştır.[45] Türkiye bu kararından sonra Suriye yönetimine karşı yukarıda özetlediğimiz girişimlerde bulunmuştur. Ancak yol boyu ABD’nin niyetinin başka olduğu Türkiye tarafından anlaşılmış ve “Obama’nın bizi aldattığı” itirafı bizzat Erdoğan tarafından yapılmıştır: “Sayın Obama döneminde bizim bir de zeytinlik harekâtı vardı. Ne yazık ki orada Obama bizi aldattı. O harekât Münbiç’i teröristlerden temizleme harekâtıydı. Sözünde durmadı. Biz sözümüzü tuttuk, onlar tutmadı. Münbiç’i gerçek sahiplerine bırakacağız dediler. Münbiç yüzde 95 Arap’tır, orada Kürt yoktur. Sözlerinde durmadılar. Hesap başkaydı. Orada hesap, terör devleti kurma hesabıydı. Adını Kürt devleti koyuyorlar. Burada Kürt yok ki. Bunları söyleyince beyler rahatsız oluyor. Biz doğruyu her yerde söyleyeceğiz.”[46]

ABD, Türkiye’deki bütün darbelerin bizzat organizatörü ve destekçisi olmuştur. Kıbrıs’ta karşı saflarda yer almıştır. Türkiye’nin sanayileşmesini engellemiş, “ne onsun ne ölsün politikasını” Türkiye’ye karşı hep uygulamıştır. ABD açısından yönetimde kimlerin olduğu önemli değildir. Cumhuriyet tarihi boyunca sürekli ABD’den ihanet gören bir Türkiye’nin, tarihsel hafızasının olmaması ve ABD başkanlarına güvenmeleri gerçekten üzücüdür, şaşırtıcıdır!

2. Nesil Kadife Darbeler zinciri, Avrasya, Ortadoğu ve Afrika coğrafyasındaki “22 ülkenin sınırlarını değiştirmek” isteyen Büyük Ortadoğu Projesi, Şehir Devletleri Projesi için bir altyapı inşa etme operasyonudur. Siyasi iktidar, siyasi muhalefet, devlet, gönüllü kuruluşlar ve her Allah’ın günü televizyon ekranlarında konuşan gazeteciler, akademisyen ve stratejistler, ne yazık ki bu gerçeği o gün göremedikleri gibi bugün de görememektedirler.  Ne yazık ki Türkiye, hoşlarına gitmeyen her türlü stratejik analize “komplo” diyen bir yaklaşımın esiridir.

ABD tarafından Irak’ta fiilen yürütülen bir savaş, Suriye olayları başladığında, 10 yılını doldurmuştu. Irak iç savaşını bitirmek istemeyen Şer İttifakı, Suriye iç savaşını niçin kısa bir zamanda bitirmek istesin ki?  Suriye’de başlatılan “Arap Baharı”  harekâtının kısa sürede amacına varacağına, Esed yönetiminin çok kısa sürede tasfiye edileceğine inanmakla Türkiye ciddi hata yapmıştır. Suriye göçünün, kısa süreli, geçici bir göç olarak görülüp dillendirilmesi ilgili bürokrasiyi çok etkilemiş, onlar da Suriye göçünü geçici algılayıp önemsememişler ve zamanında ciddi tedbirler almamışlardır. Göç İdaresi Genel Müdürü Abdullah Ayaz şöyle diyor:  “Ülkelerine gönüllü geri dönüş işlemlerini, zayıf da olsa 2018 yılında daha fazla hayal ediyordum ama şu ana kadarki göstergeler çok beklediğimiz gibi olmayacak şeklinde. Ve uyum; belki de çok uzun süre rakamlar belli bir seviyeye ulaşana kadar veya belki Suriye’deki manzara farklı bir duruma evrilene kadar çok çalışmak istemediğimiz bir alandı ama özellikle 2015 yılından sonra uyumla ilgili faaliyetler hem genel müdürlüğümüz tarafından hem de ilgili paydaşlar tarafından yoğun olarak yürütülmektedir.”[47]

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürü Saadettin Akyıl ise şunları dile getiriyor: “Burada da belirtildiği gibi 2015 yılına kadar bu insanların evlerine döneceği beklentisi vardı. Ancak savaşın derinleşmesi ve yayılmasıyla beraber bu beklenti ortadan kalktı. Bizler de kurum olarak çalışmalarımızı göçmenlerin burada kalacağına göre yeniden revize ettik.”[48] Sağlık Bakanlığı Temsilcisi Dr. Esin Yılmaz Arslan ise “Başlangıç döneminde Suriye’deki savaşın kısa vadede sonuçlanacağına, aynı milli eğitim bakanlığı ve Göç idaresinden gelen yetkililerin de dediği gibi biz de 2011-2015 yılına kadar öngörülerle idare ettik.” ifadelerini kullanıyor.[49]

Göç açısından, “kaynak”, “hedef” ve “transit ülke” olan Türkiye’nin zamanında, Suriye göçünden önce, bir Göç Bakanlığı’nın olmamasının, göçle ilgili ulusal ve uluslararası düzeyde bir göç yasal mevzuatının bulunmamasının, göç ve göçmenlerle ilgili uzun vadeli bir stratejisinin geliştirilememesinin, “kervan yolda düzülür” mantığıyla hareket edilmesinin Türkiye’ye ödettiği bedel ağır olmuştur. [50]

Örümceğin Tehlikeli Ağı: “Tarihsel Türk- Arap Şuuraltını” Harekete Geçirmek

Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerle aynı din ve aynı mezhep mensupları bile olsak, farklı kültür, örf, âdet, gelenek, görenek ve törelerin şekillendirdiği davranışlar ister istemez muhatapları karşılıklı olarak etkileyecektir. Buna, olumsuz bağlamda tarihsel şuuraltında var olanlar eklendiğinde daha tehlikeli bir durum ortaya çıkabilmektedir.

Toplumların hayatında farklı dönemlerde değişik gerekçelerle, kamplaşmalar olmakta, çatışmalar meydana gelmektedir. Ortaya çıkan bu düşmanlık durumunun devamında fayda umanlar, kifayetsiz muhterisler, hasta ruhlular, ajan provokatörler her iki kesime ilişkin hiçbir temeli bulunmayan iftiralarda bulunmaktadırlar. Bu durum zamanla her iki kesimin şuuraltına yerleşmektedir. Yeri ve zamanı geldiğinde, şartlar olgunlaştığında bu şuuraltı ya kendiliğinden ya da tahrikle dışa vurmakta, harekete geçmekte, ilgili kesimlerin çatışmasına sebep olabilmektedir.

Türkiye’de bunun en ciddi örneği, Alevilerle Sünniler arasında oluşan karşıt şuuraltıdır. Bu konuda objektif dayanağı ve delili olmayan, iftiraya dayalı, saçma sapan düşüncelerin inşa ettiği bir şuuraltı vardır. Benzer bir şuuraltı tarihte, Araplarla Türkler arasında da oluşmuştur. Araplarda “Osmanlılar bizi sömürdü!”; Türklerde ise “Araplar bize ihanet etti!” düşüncesi, yaklaşımı her iki kesimin şuur altına yerleştirilmiştir.[51] Taraflar birbirlerini rahatsız edecek herhangi bir davranışta bulunduğunda, bu şuuraltı öne çıkabilmektedir. Suriyeli göçmenlerle ilgili tarafların iyi rehabilite edilmemesi taraflar içerisinde bulunan bazı insan unsurlarının yanlış tutum ve davranışları bu tarihî şuuraltını harekete geçirebilmektedir. Araplar ve Türkler arasındaki bazı kifayetsiz muhterislerin, menfaatçilerin bazı tutum ve davranışları ne yazık ki Türklerle Araplar arasındaki bu tarihsel şuuraltının harekete geçmesine vesile olmuştur. Bu noktada daha tehlikeli ve tahripkâr bir başka unsur, yabancı istihbaratlardır. Suriyeli göçmenler içerisine, el-Muhaberat, MOSSAD, CIA, MI6, BND, KGB ve diğer istihbarat ajanları uyku modunda yerleşmişlerdir. Bunlar tarihî şuuraltının harekete geçirilebilmesi için belli bir strateji ve programa göre hareket etmektedirler. Yer, zaman ve şartlar müsait hâle gelince, taraflarda bu şuuraltını harekete geçirmek için devreye girmektedirler. Suriye göç olayında göçmen sayısı artmaya ve taraflar arasında doğal seyir içerisinde bazı sıkıntılar ortaya çıkmaya başlayınca bütün bu ajanlar devreye girmektedir.

Türkiye’de göçmenlerle ilgili yapılan hatalar, göçmenlerin istismar edilmesinin önlenememesi, göçmen sayısının fazlalığı, yerleşim bölgelerinin geniş bir coğrafyada olması, gettolaşmaları, örf, âdet, gelenek, görenek farklılıkları, Türklerle Araplar arasında gerilimin artmasına ve her iki kesimde de ırkçılığa kayan milliyetçilik duygularının gelişmeye başlamasına sebep olmuştur. Türkiye’deki “saha araştırmalarına” göre bu konuda Türkler, daha çok hata yapmışlardır, yapmaktadırlar da: “(…) Yaklaşık iki yüz yıla yakın bir zamandır uygulanan modernleşme politikaları ile yaklaşık yüzyıldır süregelen bir ulus devlet inşa sürecinde titizlikle uygulanan kültür politikaları Türk toplumsal yapısının çok büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamasına sebep olmuştur. Bu süreç içinde ‘Arap’ kavramının Türk kolektif belleğinde “öteki” olarak kodlandığı bilinen bir husustur. (…) Ortaokul ve liselerde ‘Sosyal Bilgiler’ kapsamında (Tarih, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ve Sosyal Bilgiler) son yüzyıllık süre içinde okutulan ders kitaplarında Arap kimliği ile ilgili verilen bilgiler utanç vericidir. Aynı şekilde resmî veya sivil genel kültür politikalarında Arap kimliği her zaman düşmanlaştırılmış hatta şeytanlaştırılmıştır. Bu ötekileştirme ve düşmanlaştırma öyle boyutlara ulaşmıştır ki, Suriyeliler artık korkunç bir savaşın düşmanı olarak değil, toplulukların barış ve huzurunu bozan ve Türk hükümetinden istifade eden insanlar olarak görülmektedir. Kısaca Müslüman Araplar Türk kolektif belleğinde bir arada yaşanması her zaman “tehlikeli” olan, ontolojik olarak “öteki” olan, her tür değişkenden bağımsız olarak etkileşime girilmesi sakıncalı olan bir nüfus grubudur.” [52]

Örümceğin Tehlikeli Ağı: Türkiye’de 3. Fay Hattı Olarak Türk-Arap Fay Hattı İnşası

Saha araştırmalarında tarihî şuuraltını harekete geçiren en önemli etkenlerden birinin, Türkiye içerisinde birtakım insan unsurunun Suriyelilerin sorunlarını çok açık bir şekilde istismar etmesi ve devletin bunu yerinde ve zamanın da göremeyip tedbir almaması olduğu ifade edilmektedir: “Arap kimliği altında Suriyelilerin ötekileştirilmiş olması, onları kabul sürecini güçleştiren temel bir neden iken, Türk toplumunun Suriyeli göçmenlere yönelik uyguladığı birtakım yanlış davranışlar da hem Suriyeli göçmen grubunda Türk toplumuna yönelik ötekileştirme algılarını başlatma hem de uyum sürecini güçleştirme riskini artıran yanlış davranışlardır.”[53] “Suriyeli gençlerin, hatta yetişkinlerin de Türkiye’den şikâyetleri artıyor. Suriyelileri o kadar ihmal ediyoruz ve son dönem o kadar anlamsız üzerlerine gidiliyor ki, hükümetin üzerine gidebilirsiniz ama Suriyelinin üzerine gitmenin anlamı yok.  Bu, Suriyelilerde ötekisi Türkler olan bir milliyetçilik geliştiriyor. Bu milliyetçilik ırkçı temele dayanacak, bizdeki ırkçılığı da körükleyecek. Biz bunun farkında değiliz. Göçmen kültürü reaksiyon üzerine gider.” [54]

Suriye göç olgusunda Suriyeliler, “aile sorunları”, “barınma sorunları” ve “ekonomik sorunlar” konusunda istismar edilmişlerdir.[55] “Akraba yanında kalan yetim-öksüz çocuklar ile yalnız yaşayan kadınların sorunlarının istismar edilmesi”; “resmî nikâha dayanmayan, dinî nikâha dayalı birinci veya ikinci eş olarak Suriyeli kadınlarla evlenip sonra da hiçbir güvence vermeden kadınların sokağa bırakılmaları”, Suriyeliler arasında kavmiyetçilik duygularının tetiklenmesine vesile olmuştur.   

Suriyelilere kiralanan evlerin kirasının; satılan evlerin satış fiyatının çok yüksek olması iki eksende de olumsuz gelişmelere sebep olmaktadır. Bu durum Türk tarafında, kiralar ve ev fiyatları Suriyelilerin yüzünden yükselmektedir duygusunu kuvvetlendirirken; Suriyeliler tarafında da Türkler bizi sömürüyor duygusunu kuvvetlendirmektedir. Böylece her iki taraf birbirine karşı olumsuz duygusal bir etkileşimin içerisine girmektedir.

Suriyeli göçmenlerin ekonomik sorunlarının istismarı benzer sonuçlar doğurmaktadır. “Suriyeli küçük çocukların çalıştırılması”, “Suriyelilerin çok düşük ücretle çalıştırılması”, “500-700 lira aralığında ücret ile 10 ve üzeri saatte çalıştırılmaları”, “Bazı iş kollarında boğaz tokluğuna çalıştırılmaları”, “Sigorta, izin ve dinlenme haklarının olmaması”, “Yerli nüfusun ilgi duymadığı alanlarda düşük ücretlerle çalıştırılmaları”, “Medyada işsizliğin sebebi olarak suçlanmaları, “Kadın nüfusun barınma ve çalışma noktasında istismar edilmesi,” Suriyeliler arasında kavmiyetçiliğin ve Türk karşıtlığının kuvvetlenmesine sebep olmaktadır.

Bu durum özellikle Suriyeli okul çağındaki çocukları etkilemekte, onlar arasında milliyetçilik duygularının oluşup derinleşmesine ve Türklerle Araplar arasındaki sosyal mesafenin daha da açılmasına sebep olmaktadır: “Özellikle okul çağındaki çocukların 300-400 TL karşılığında yoğun bir şekilde insani olmayan şartlarda çalıştırılması bu çocukların şuur altında Türklere karşı bir düşmanlık duygusunun oluşmasına, süreç devam ettikçe de derinleşmesine ve Suriyeli gençler arasında milliyetçilik duygularının yaygınlaşmasına sebebiyet vermiştir.”[56] Devlet Suriye göçü sürecinde bu gelişmeleri zamanında görememiş ve gerekli tedbirleri zamanında almamıştır.[57]

Göç olgusu, küreselleşmeye giden yolda hibrit savaşların kullandığı son derece önemli stratejik bir unsurdur. Bu nedenle Şer İttifakı göçler üzerinden örümcek ağları örmektedir.  Bu örümcek ağları hem Suriye de hem de Türkiye’de hem Türkiye’yi hem de Suriye’yi, etnik, dinî ve mezhebi açıdan bölmek amacıyla örülmüştür, döşenmiştir.

Türkiye’de Suriyeli göçmenler üzerinden “Arap-Türk düşmanlığını” merkeze alan yeni bir fay hattı inşa etmek üzere örümcek ağı döşenmektedir. Böylece Türkiye’deki “Alevi-Sünni” fay hattı, “Türk-Kürt” fay hattına ilaveten Türk-Arap fay hattı inşa edilmeye çalışılmaktadır.  Türkiye bu gerçeği görmeli, Suriye göçü ile ilgili acilen köklü, uzun vadeli, bugüne kadar yapılmış hatalardan azade yeni bir göç ve göçmen stratejisi belirlemelidir.

Sonuç: Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Bizim Esed’i Yenmek, Yenmemek Gibi Bir Derdimiz Yok.”

11 yıl sonra Suriye krizinin, Türkiye açısından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun ve MHP Lideri Bahçeli’nin yaptığı açıklamalara göre yeni bir evreye taşınmak istendiği anlaşılmaktadır. Erdoğan’ın bugünkü sözleri, geçmiştekilerle çok ciddi bir tezadı bünyesinde barındırmasına rağmen sevindiricidir, olumlu gelişmelerin olacağı yeni bir dönemin başlayacağı anlamına gelmektedir. Şer İttifakının lideri ABD için Suriye kapsamında Erdoğan’ın söyledikleri çok önemli ve dikkat çekicidir: “(…) ABD şunu söyleyemez, ‘Ben terörü beslemedim.’ diyemez. Terörü Suriye’de birinci derecede besleyen ABD ve koalisyon güçleridir, bunu acımasız yapmışlardır ve hâlâ da yapıyorlar. Oradan bıkmadılar, bir de Irak’ta aynı beslemeyi yaptılar. Kime? Yine terör örgütlerine. Eğer bugün Irak’ta bir huzursuzluk varsa altında yine Amerika yatıyor. Ve bu terör örgütlerinin ileri gelenleriyle Beyaz Saray’da görüşme yapacak kadar ileri gidiyorlar. Biz bunların hepsini biliyoruz. Aynı şekilde Rusya rejimle bir dayanışma içinde. (…) Rusya ile öyle bir dayanışma yapalım ki Suriye’de, özellikle Suriye’nin kuzeyinde, doğusu batısı fark etmez, buralarda terörle bir mücadele gerçekleştirelim.

Şimdi hep soruyoruz, bu teröristler kaynağı nereden buluyor? İşte şu anda Kamışlı’daki kalitesiz petrolü çıkartan teröristler. Peki, kim alıyor bunu? Rejim alıyor. Para kaynağı rejimde.  (…) Diğer taraftan da sürekli olarak buralarda İran’ın hesapları var. Bu hesaplar da önümüzde. Biz istiyoruzki buradaki süreci daha fazla uzatmayalım. Bizim Suriye’nin topraklarında gözümüz yok, çünkü Suriye’nin halkı bizim kardeşlerimiz. Onların topraklarının bütünlüğü bizim için önem arz ediyor. Rejim bunun idraki içinde olmalı. (…)  4 milyon insanı biz ülkemizde ağırlıyoruz. Bütün bunları ağırlarken rejimle sürekli savaş hâlinde olalım diye mi bunu yapıyoruz? Hayır. Suriye halkıyla özellikle inanç değerleri noktasındaki bağlarımız sebebiyle bunu yapıyoruz. Bundan sonraki süreç belki çok daha hayırlı olacaktır.”[58]

Erdoğan’ın bu analizi, “Arap Baharı” ile başlayan süreçte yapılsaydı çok daha yararlı olacak; Şer İttifakının başlattığı ihanet hareketi o zaman durdurulacak, tasfiye edilecekti. Bununla beraber 11 yıl toplumların hayatında çok uzun bir süre değildir. Dolayısıyla geçmişteki hatalara takılıp kalınmamalı ancak yenileri de yapılmamalıdır.  Suriye göç olayına kalıcı çözüm bulabilmek, en az zararla içinden çıkabilmek için 4T formülü (doğru tespit, doğru teşhis, doğru tedavi, doğru tedbir) mutlaka uygulanmalıdır. Duygusal hareket edilmemeli, Şer İttifakına güvenilmemelidir.

Türkiye’nin Suriye’ye dair tespit ve teşhislerinde hâlâ bir yanılgı olduğu görülmektedir. O da şudur: Irak, Suriye ve Libya’daki olayların bir “terör olayı” şeklinde görülmesi, sunulması ve konuşulmasıdır. Oysa bu coğrafyada Şer İttifakı, Erdoğan’ın tabiri ile “koalisyon güçleri”, “hibrit savaş” kapsamında “vekâlet savaşları” yürütmektedir. Bizim için vekâlet savaşlarında önemli olan kullanılan taşeronlardan ziyade, vekâlet savaşını planlayan, stratejisini çizen ve yürüten beyin takımının, gücün kim olduğudur.

Bu noktada Türkiye, “açık kapı politikası” ve AB ile imzalanan Geri Kabul Antlaşmasındaki hataya düşmemelidir.  Türkiye’yi yönetenler, lehte ve aleyhte her türlü fikri masaya yatırıp analiz etmesi ve ona göre bir yol haritası ortaya koyması gerekmektedir. Farklı fikirlerden yararlanmak, Türkiye’yi yönetenlerin hem görevi hem de sorumluluğudur. Farklı fikir söyleyip yol göstermeye çalışanlara hakaret etmek, onları ihanetle suçlamak hem doğru hem de adil değildir. Bu aşamada diğer siyasi partiler, akademisyenler, düşünce kuruluşları ve STK’lar sürece dâhil edilmelidir. Yoksa Türkiye’nin ödeyeceği bedel çok ağır olabilir.  

“Henüz Vakit Varken!”


[1] Meysa Said, “Bir Mülteci Gözüyle Mültecilik”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, 24-25 Şubat 2018, Deniz Feneri, FSMVÜ Deyam, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2021, s. 141-144.

[2] Burhanettin Can, “Boğaziçi Kadife Darbe Süreci-5: Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı: Açık Kapı Politikası – AB Geri Kabul Antlaşması”, Umran, 2022, sayı: 336, s. 10. Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül, 2017.

Burhanettin Can, ““İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Ekim, 2017. Osman Pamukoğlu, III. Dünya Savaşı, Ne Zaman Çıkacak ve Kimler Arasında Olacak, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2019, s.47-60.

[3] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül, 2017.

[4] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül, 2017. Burhanettin Can, ““İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Ekim, 2017.

[5] Sevda Güner, Küresel Siyasette Psikolojik Savaş, İşaret Yayınları, İstanbul, 2018, s. 30.

[6] Nermin Abadan-Unat,  Bitmeyen Göç, Konuk İşçilikten Ulus – Ötesi Yurttaşlığa, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017, s. 4.

[7] Nermin Abadan-Unat, age., s.7.

[8] Nermin Abadan-Unat, age., s. 333.

[9] Nermin Abadan-Unat, age., s.11.

[10] Nermin Abadan-Unat, age., s. 300.

[11] Nermin Abadan-Unat, age., s. 299. Richard Falk, Yırtıcı Küreselleşme, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 51-52’den alıntı.

[12] Nermin Abadan-Unat, age., s. 300-301.

[13] Nermin Abadan-Unat, age., s. 334-347.

[14] Sevda Güner, age., s. 32-33.

[16] Nermin Abadan-Unat, age., s. 336.

[17] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Açık Kapı Politikasından Açık Sınır Politikasına Türkiye’deki Suriyeliler”

https://www.uikpanorama.com/blog/2020/03/09/acik-kapi-politikasindan-acik-sinir-politikasina-turkiyedeki-suriyeliler-murat-erdogan/?print=print

[18] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, agy.

[19] Dr. Mahmut Karaman, agy., s.91-118.

[20] Foster J.B. “Emperyal Amerika ve Savaş”, Cosmo Politik, 2003,  sayı:6, s. 39-45

[21]Burhanettin Can, “21. Yüzyıl Haçlı Savaşlarında Yeni Bir Tuzak: Ilımlı İslâm Cumhuriyeti”, Umran, sayı:117, 2004, s.125.

[22] Burhanettin Can, “Boğaziçi Kadife Darbe Süreci-5: Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı: Açık Kapı Politikası – AB Geri Kabul Antlaşması”, Umran Ağustos 2022; “Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan Stratejiler-2: Hibrit Savaşlar Dönemi”, Umran, Mayıs 2022; “Ukrayna Kazakistan Hattındaki Kriz Neyin Habercisidir? 3. Dünya Savaşının mı Yoksa 5. Dünya Soğuk Savaşının mı?” Umran, Mart 2022

[23] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 91-118. Abdülkadir Şehirli, “Mülteciler Açısından Artılar ve Eksiler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 167-170. Dr. Faik Tanrıkulu, “Suriyeli Sığınmacıların Çalışma ve Ekonomik Hayata Etkisi”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 153-158. Abdullah Ayaz, “Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün Mültecilere Yönelik Çalışmaları ve Öneriler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 205-210. Saadettin Akyıl, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Mültecilere Yönelik Çalışmaları Ve Öneriler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu,  s. 219-223. Meysa Said “Bir Mülteci Gözüyle Mültecilik”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 141-144. Dr. Esin Yılmaz Arslan, “Sağlık Bakanlığının Mültecilere Yönelik Çalışmaları ve Öneriler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu,  s. 225-230. Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Suriyeliler Barometresi 2020 “Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi” Eğiten Kitap Yayıncılık, Ankara, 2021; “Açık Kapı Politikasından Açık Sınır Politikasına Türkiye’deki Suriyeliler”. Prof. Dr. Veysel Bozkurt, “Küreselleşme, Sınır Aşan Göçler ve Kamuoyu”, Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu Sınırı Aşan Göçler Raporu, AR- GE Yayınları 1, Ankara, 2018,  s.33-55. Prof. Dr. Hayati Beşerli, “Sosyolojik Açıdan Sınır Aşan Göçler”, Sınırı Aşan Göçler Raporu, s. 55-70 Prof. Dr. Kutlu Kağan Sümer, “Sınır Aşan Göçlerin Demografik Boyutu”, Sınırı Aşan Göçler Raporu,  s. 70-85.

[24] Burhanettin Can, “Suriye Meselesi: Barıştan Savaşa Adım Adım”, Milli Gazete, 2012.

[26] “Erdoğan’dan Esad Ailesine Sert Mesaj”,  Hürriyet, 10 Haziran 2011.

[27] “Esad’dan Oyalama Taktiği”, Sabah, 21 Haziran 2011.

[28]  “Erdoğan’dan Suriye Açıklaması”, Hürriyet, 22 Eylül 2011.

[29] “Şam’dan Erdoğan’a Sert Yanıt”, Milliyet, 7 Ağustos 2011.

[30] “Kimse Esad’a İnanmıyor, Ben de İnanmıyorum”, Dünya Bülteni, 14 Eylül 2011.

[31] “Esed’le Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda”, 22 Eylül 2011, http://www.turkiyesuriye.com

[32] “Türkiye, Hava Sahasını Askerî Sevkiyata Kapattı”, Hürriyet, 22 Eylül 2011.

[33] “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan” SETA, 26 Eylül 2011, http://www.setav.org/public/HaberDetay.  

[34] V. Ayhan, “Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik ve Askerî Yaptırımlar”, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011,

[35] V. Ayhan ve O. Orhan, “Suriye Muhalefeti’nin Antalya Toplantısı: Sonuçlar, Temel Sorunlara Bakış ve Türkiye’den Beklentiler”, Ortadoğu Analiz, cilt: 3, sayı: 31/32, 2011, s. 8-16.

[36] O. Orhan, “Suriye’de Sonun Başlangıcı: Yaptırım Dönemi ve Suriye Ulusal Konseyi”, Ortadoğu Analiz, cilt: 3, sayı: 34, 2011, s. 46-50.

[37] V. Ayhan, “Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik ve Askerî Yaptırımlar”, ORSAM Dış Politika Analizi, 5 Ekim 2011,

[38] ‘‘Türkiye Sınırı Yakınlarında Büyük Oranda Silah Ele Geçirildi,’’ SANA, 4 Ekim 2011.

[39] “Türkiye’nin Kışkırtma Yerine Reformları Desteklemesini Temenni Ederdik”, SANA, 10 Ekim 2011.

[41]Süreci daha iyi analiz edebilmek için daha fazla bilgi isteyenler, aşağıdaki makaleleri okuyabilirler: Burhanettin Can, “Suriye Meselesi: Barıştan Savaşa Adım Adım”, “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-1: Suriye İç Dinamikleri”, Milli Gazete, 12 Ekim 2012:  “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-2: Rusya”, “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-3: İran Faktörü”, “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-4: Türkiye Faktörü”, “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-5: Vatikan Faktörü”, “Yeni NATO ve Suriye Meselesi”,  “Büyük İsrail Projesi’ Ve Suriye Meselesi”, “Suriye Meselesi: Çatışan Eksenler Açısından”, “Reyhanlı Psikolojik Harekâtı-1”, “Reyhanlı Psikolojik Harekâtı-2: Verilen Mesaj”, “Reyhanlı Psikolojik Harekâtı-3: Krizi Tek Merkezden Yönetmek”, “Türkiye’nin, Rf-4 Uçağının Düşmesi/Düşürülmesinden Alması Gereken Dersler”

[43] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Suriyeliler Barometresi 2020 “Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi” Eğiten Kitap Yayıncılık, 2021, Ankara, s. 25.

[44] Fehmi Taştekin, Suriye, Yıkıl git, Diren Kal, İletişim Yayınları, İstanbul, 2016, s. 101-102.

[45] “Esed’le Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda,’’ 22 Eylül 2011, http://www.turkiyesuriye.com 

[47] Abdullah Ayaz, agy., s. 205-210.

[48] Saadettin Akyıl, agy., s.  219-223

[49] Dr. Esin Yılmaz Arslan, agy., s.  225-230

[50]Göç hukuku ve göç ile ilgili yapılanış geçen yazıda tartışılmıştı. Burhanettin Can, “Boğaziçi Kadife Darbe Süreci-5: Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı: Açık Kapı Politikası – AB Geri Kabul Antlaşması”, Umran, 2022, sayı: 336.

[51] Ali Poyraz Gürson, Büyük Güçlerin Suriye Planı, Kripto Yayınları, Ankara, 2017, s. 23-35.

[52] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 107-108.

[53] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 91-118.

[54] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Huzur ve Güvenlik için Tek Çare Uyum Çalışması”.

[55] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 91-118.

[56] Dr. Mahmut Karaman, agy., s.  91-118.

[57] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 91-118.  Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Huzur ve Güvenlik için Tek Çare Uyum Çalışması”,

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...