(Umran Dergisi Eylül 2022 Yazısıdır)
Suriye İşrakat Derneği Başkanı Meysa Said “İltica eden (mülteci) ne demektir? Vatansızlık demektir. Yeni bir hayata başlamak demektir. Kime ait olduğunu bilmemek demektir. Geleceğin belirsizliği demektir. Ayrımcılıktan yana dertli demektir. Yaşadığı ülkede kendini ikinci sınıf insan olarak hissetmektir. Sosyal hayatı olmayan demektir. Kendini ispatlamak için iki kat çaba göstermek demektir.”[1] diyordu. Geçen yazıda, Türkiye’nin göç ile ilgili politikasındaki birbirini olumsuz anlamda besleyen iki kırılma ekseninin oluşturduğu Akrep Kıskacı (“Açık Kapı Politikası”, “AB Geri Kabul Antlaşması”) operasyonu ele alınıp değerlendirilmişti. Bu yazıda Şer İttifakının (Siyonizm, ABD, İngiltere, İsrail) göçmenler üzerinden kurduğu örümcek ağları operasyonu konusu analiz edilecektir.
Akrep Kıskacı ya da Örümcek Ağı Bariyeri
Akrepler, düşmanları ile karşılaştıklarında
kıskaçları ile onları şaşırtmaya, oyalamaya, dengelerini bozmaya ve fırsatı
yakalayınca iğnesini saplayarak zehirlemeye çalışır. Örümceklerde ise oyun çoktur ve oyun kurmakta
da son derece mahirdirler. Genelde ağdan bariyerler, perdeler oluştururlar. Bariyerlere
hızlıca ulaşabilecekleri tüneller yaparlar. Ağlardan inşa edilen erken uyarı
sistemleri ile etrafı donatırlar. Ağlarına yemler takarak hedef canlıları
tuzağa doğru çekerler. Tuzağa takılan kurbanları iplikleri ile paketler ve
zehir enjekte ederek uyuşturur, dondurur daha sonra yemek üzere ambara
kaldırırlar, bazen de hemen öldürüp yemeye başlarlar.
Vücuda enjekte edilen zehir, hızlıca kana karışmakta
ve ulaştığı tüm hücreleri genelde parçalamakta, ayrıştırmakta, iyonize ederek
fonksiyonunu icra edemez hâle sokmaktadır. Zehrin dozajına ve yayılmasına bağlı
olarak canlı vücudunun dengesi bozulmakta, bütünselliği kaybolmakta ya felç
olmakta veya ölmektedir.
Büyük Ortadoğu, “Arap Baharı” gibi projelerin dışa yansıyan açık amaçları
son derece cazip olup muhatabı kendisine doğru çekmektedir. Tıpkı örümceğin
ağlarına yerleştirdiği yiyeceklerin bazı canlıları kendisine çekmesi gibi… Genelde
“Arap Baharı” adı verilen, özelde de Suriye İç Savaşı kapsamında meydana gelen
göç olgusu, bir taraftan akrep kıskacı diğer taraftan da örümcek ağları operasyonlarına
benzer süreçleri bünyesinde taşımaktadır.
Geçen yazının başlığının, “Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı: Açık Kapı Politikası-AB Geri Kabul Antlaşması” olmasının sebebi buydu.[2] Bu yazıda da küreselcilerin/Şer İttifakının, göç olayına bakışı ve göçmenleri hibrit savaş malzemesi olarak kullanma politikaları/stratejileri, örümcek ağları bağlamında ele alınıp değerlendirilecektir.
Şer İttifakının/Küreselcilerin/Siyonistlerin Küreselleşme Stratejilerinde Göç Örümcek Ağı
Şer İttifakı diye isimlendirdiğimiz ittifakın,
kendilerinin hâkim olup yönettiği, “tek dünya devleti”, “tek dünya hükümeti”,
“tek dünya güvenlik örgütü”, “tek dünya dini”, “tek dünya eğitim sistemi”, “tek
dünya hukuk sistemi” ve “tek merkezi dünya ekonomisi” şeklinde bir dünya
tasavvurları var ve bunun için de mücadele etmektedirler. Bir dolar üzerindeki
“piramitteki” yapılanış ve “yeni dünya düzeni” ifadesi bunun göstergesidir.
Şer İttifakı bu hedefe varabilmek için hiçbir kutsal
gözetmeden “her şey meşru” yaklaşımıyla hareket etmekte; dünyadaki göçleri
teşvik, tahrik etmekte ve göçün meydana gelebilmesi için, iç savaşlar, bölgesel
savaşlar ve ekonomik krizler çıkarmaktadır. Bu şekilde başaramazlarsa ve
zaferle çıkacaklarına inanırlarsa küresel savaş çıkarmaktan da geri durmayacaklardır.[3]
Bu sebeple Türkiye açısından Suriye göç olgusu, iç,
bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alınıp
değerlendirilmelidir. Bu üç dinamiği göz önüne almadan yapılacak bütün
tahliller, analizler eksik olacak ve gerçeği görmemize mâni olacaktır. Geçen
yazıda göçü hibrit savaşlar açısından ele almamızın sebebi buydu.
Sovyetler çöktükten sonra, 21. yüzyıla girerken
özellikle 2001 ABD’deki İkiz Kuleler provokasyonundan sonra, Şer İttifakı “21. asır
ABD yüzyılı olacak” projesini yürürlüğe geçirerek önce Afganistan’ı sonra da Irak’ı
işgal etmiştir.[4]
Bu harekât, aynı zamanda “Büyük
Ortadoğu Projesi”, “Büyük İsrail Projesi”, “İslâm’ın İslâm’la Savaşması
Projesi”, “Yaratıcı Yıkım Savaşı Projesi”, “Kaostan Düzen Yaratmak” gibi
projelerin de devreye sokulmasının önünü açmıştır.
Şer İttifakının dünyanın değişik yörelerinde
özellikle Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında iç savaşlar çıkardığı tüm ülkelerde
hem iç göç hem de dış göç meydana gelmiştir. İç göçle birlikte, hem “kaynak
ülkenin” (göç veren) hem de “hedef
ülkenin” (göç alan) toplumsal yapısı
etnik, dinî ve mezhebî bazda coğrafi bölgelere ayrılmıştır. Bunun en canlı
örneği, ABD’nin tüm uluslararası ilkelere, kurallara ve ülkelere rağmen Irak’ta
başlattığı operasyonun geldiği nokta ve ulaştığı sonuçlardır.
ABD, ilk operasyonda Saddam Hüseyin’i devirme imkânı
varken devirmemiş, yaklaşık 10 yıl boyunca ülkede iç savaş çıkararak iç göçü
teşvik, tahrik ve organize eden bir rol ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu süreçte
hem Irak içinde hem de dışında yürütülen psikolojik savaşla insanların zihnine
bir sloganı yerleştirilmiştir: “Kuzeyde
Kürtler, ortada Sünniler, güneyde Şiiler.” Bu kapsamda Irak’ta şiddet
kullanılarak hem iç hem de dış göç meydana getirilmiştir. İç savaşın 20. yılında Irak, hukuken değil
fakat fiilen üçe bölünmüştür. Bugün sözde bir Irak devleti
vardır.
Irak’ta uygulanan bu strateji, “Arap Baharı” sürecinde
Suriye-Tunus hattında fiilen uygulamaya sokulmuştur. Suriye ve Libya bugün
çok yoğun bir iç savaş yaşamaktadır. Her iki ülkede de hem iç göç hem de dış
göç meydana gelmektedir. Dolayısıyla göçle beraber hem göç veren (“kaynak ülke”)
hem de göç alan ülkenin (“hedef ülke”) demografik yapısı değişmekte; toplumsal
yapılarında büyük sarsıntılar meydana gelmektedir. Demografik yapının değişmesi,
seküler küreselleşmecilerin savundukları, istedikleri bir durumdur.
Küreselleşmenin en önemli sonuçlarından biri, yeni şizofren
kimliklerin, bölünmüş kişiliklerin ortaya çıkması, “aile yapısının insanlık
için bir tehdit oluşturduğu”[5]
olgusunu inşa ederek aileyi parçalamak, nikâha dayalı evlilikler yerine, seks
merkezli birlikte yaşamın öne çekilmesidir. Küreselleşmede, kimliksiz “küresel
vatandaşlık” denilen ruhsuz, köksüz, nereye ait olduğunu bilmeyen, bilemeyen
bir insan unsuru olan, “global yurttaşlar”, inşa etmek amaçtır: “Tek kutuplu’ dünyasında, kimi düşünürlerce ‘yeni
evrensel imparatorluk’ta (M. Hardt/A. Negri) sınır ve toprak bağlarını aşarak,
kendilerince özgür ve bağımsız toplulukları oluşturan yeni ‘global yurttaşlar’ küresel
politikaların en dinamik öğeleri olarak sahneye çıkmaktadırlar.”[6]
Şer İttifakının organize ettiği göç hareketleri,
küresel denklemde güç dengelerini etkileyebilecek bir unsur hâline getirilmektedir.
Şer İttifakının ana stratejisi, niyetleri, amaçları, güçleri yeterse, seküler
küreselleşme sayesinde toplumlarda, millî, dinî, kültürel değerleri zayıflatmak,
zamanla yok etmek, onun yerine kozmopolit, ne olduğu belli olmayan, zamana ve
zemine göre değişen bir inanç, kültür ve düşünce sistemi hâkim kılmaktır. Ulus devletleri,
etnik, mezhebî, dinî, kültürel, ideolojik bağlamda parçalamak, birbiri ile
savaşan düşmanlar hâline getirmek, ekonomik olarak küresel merkezi ekonomik
sisteme bağımlı “şehir devletleri” sistemini hayata geçirmektir: “Ancak Küreselleşmenin hız kazanması ve ulus
devletlerinin yaptırım gücü ile ekonomilerine yön verebilme kapasitesinin
azaldığı olgusu fark edilince tartışma farklı bir zemine kaydı. Alman
toplumbilimci Ulrich Beck Küreselleşme Nedir? kitabında ‘benzerlikler
yüzyılında’ ‘ülkeler ve kültürlerin özgünlüğü giderek kaybolacak, buna karşın
aktif yurttaşlar küresel bir ağ içinde birbirleriyle temas hâline geleceklerdir’,
demektedir. (…) Jürgen Habermas (…) ‘ulusçuluk sonrası’ bir evreden söz
etmektedir. ‘Kozmopolit küresel toplum’ kavramını uzun boylu irdelemiştir.”[7]
Küresel sermayenin ülkelerde kamu sektörlerine karşı
çıkarak özelleştirmeyi savunmalarının ve bunda da ısrar etmelerinin sebebi,
hedef ülkelerde özelleştirme sonucu ortaya çıkan şirketleri ya batırmak ya da
satın alarak kendine bağlamaktır. Böylece istedikleri zaman, genellikle de kriz
dönemlerinde, hedefe koydukları ülkelerin, bağımsız ekonomik altyapıları
zayıflatıldığı ya da yok edildiği için ülke yönetimine ekonomi üzerinden
istediklerini yaptırma fırsatı elde etmektedirler. Göç bu aşamada devlet ve
toplumsal yapının zayıflatılmasına, zayıflamasına hizmet etmekte katkıda
bulunmaktadır: “Göçün ilk etkisi ekonomik
alanda fark edilmekle beraber, zaman içinde toplumsal ilişkiler, kültür, ulusal
politikalar ve uluslararası ilişkiler alanlarında da kendini duyurmaktadır.
Göçün en önemli etkisi,
ulus devletin yapısında görülmektedir. Ulus-devletin manevra alanı daralmakta,
küreselleşmenin getirdiği liberal piyasa ekonomisi nedeni ile ulusal kamu
yönetimlerinin sunabilecekleri sosyal destek hizmetleri azalmakta veya ortadan
kalkmaktadır. Demografik hareketlilik, ulus devletin sınırları içinde daha
yüksek bir etnokültürel farklılaşma yaratmakta, böylece kimlik ve geleneksel
sınırlar alanındaki hatların birbirine karışmasına yol açmaktadır.”[8]
Küreselleşmeyi savunan Şer İttifakı açısından göçün
gizli amacı, toplumun farklı kesimleri arasında çatışmanın tohumlarının ekmek,
etnik, dinî ve mezhebî gettoların oluşmasını imkân vermektir: “Etnik grupların dışlanması ve marjinal bir
konuma itilmeleri, bize açıkça gösteriyor ki kültürel farklılık, göçmen kabul
eden bir kısım ülkeler için bir dışlama gerekçesi iken azınlıklar için de
direniş mekanizması olabilmektedir. Yaygınlaşan ve küreselleşen kültür ise
ananevi kültürel değerleri yapay bir şekilde yaşatmamaktadır.”[9]
Ulus ötesi bir toplumsal yapının oluşmasında,
küreselcilerin kontrolündeki internet ağlarının, sosyal medya ağlarının çok
büyük katkısı ve rolü bulunmaktadır. İlişkiler ağı, göç uzayında iki eksen
arasında ciddi bir çatışma ortamının oluşmasına sebebiyet vermektedir: “İnternet yardımıyla, Thomas Faist’in
belirttiği üzere durmadan yeni, ‘ulus ötesi toplumsal mekânlar’ oluşmaktadır:
Bunlar Avrupa’yı kucakladığı gibi ABD, Avustralya, Hindistan ve Rusya’ya kadar
uzanmaktadır… Durmadan genişlemeye çalışan ulus ötesi toplumsal mekânlar sınır
tanımıyorlar.”[10]
Küreselleşmeye giden yolda millî ne varsa yol boyu
tasfiye edilmek istenmektedir. O nedenle ulus devletler, yol boyu yapılan antlaşmalar
ile küresel sermayeye hizmet eder konuma sokulmaktadır. Türkiye gerçeğinde
olduğu gibi “hedef ülkeler”, işin farkına vardıklarında da iş işten geçmiş
olmaktadır: “Artık devlet de gitgide ‘küreselleşmekte’
veya ‘uluslararasılaşmakta’; yani devletin politika yönelişi kendi
topraklarından dışarıya kaymakta ve devlet ulus-aşırı bölgesel ve küresel
piyasa güçlerinin yararına bir araç olarak çok-uluslu şirketlerin, bankaların
ve gittikçe artan derecede para tacirlerinin istekleri doğrultusunda hareket
etmektedir.” [11]
Şer İttifakının küreselleşme stratejisinde şu an “Çokuluslu
şirketler tarafından belirlenen “Yeni Ekonomik Düzen”,
“ulus-ötesi hareketler” (transnational) ve “Hegemonik güçleri kullanmaya
kararlı devletlerden oluşan bir üçgen” inşa edilmeye çalışılmaktadır. Bu üçgenin her geçen gün etkisinin
artması ve yaygınlaşması için hem iç hem de dış göçlerin, yaygınlaşması,
büyümesi ve genişlemesi gerekmektedir. Böylece “yurttaşlık anlayışında, ulus devletin yaptırım yetkisinde, kimlik
oluşumunda önceden kestirilemeyen yeni toplumsal ve ekonomik olguları ortaya
çıkmaktadır.”[12]
Göç araştırmaları uzmanı Stephen Castles’e göre göç
süreçlerinde 8 önemli ana çelişki vardır: 1- Kapsama ve dışlama arasındaki çelişki, 2-
Piyasa ve devlet arasındaki çelişki, 3-Artan zenginlik ve yoksullaşma
arasındaki çelişki, 4- İlişkiler ağı (network) ve “ben”
arasındaki çelişki, 5- Küresel ve yerel arasındaki çelişki, 6- Ekonomi
ile çevre arasındaki çelişki, 7- Modernizm
ve Postmodernizm arasındaki çelişki, 8- Ulusal vatandaş ile küresel
yurttaş arasındaki çelişkidir.[13]
Bu sekiz tezada ilişkin ortaya konan ana fikirlerin
bir kısmı aşağıda verilmektedir:
·
Küresel piyasanın aradığı
şartları yerine getiremeyen, birey ve gruplar, çalışma ve beslenme gibi en
temel haklardan yoksun bırakılarak, bu düzenin dışına atılmaktadır.
·
Dış göç hareketleri sonucu
göç alan ülkelerde yeni etnik gruplar ortaya çıkmaktadır.
·
Gerek göç veren ülkeler
gerekse göç alan ülkeler, derin ve sürekli değişimlere uğramaktadır.
·
Dış göçün olduğu
ülkelerde göçmenler, dışlandıkları kanaatinde oldukları için toplumsal gerilim
ve çatışmalar ortaya çıkmaktadır.
·
Göç alan ülkelerde şehirlerin
yapısı değişmekte; değer sistemleri sorgulanmaktadır.
·
Dünya Bankası ile Uluslararası
Para Fonu gibi güçlü ulus üstü kurumlar, seksen küsur ülkeyi piyasa ekonomisinin
şartlarına uymaya zorlamaktadır.
·
Küresel sermayenin inşa
etmeye çalıştığı toplumsal yapıya ayak uydurup katılanlarla, diğerler/dışlanmışlar
arasında bir gerilim ve bölünme vardır
·
“İki vitesli toplum” oluşmuştur.
Bir tarafta toplumsal çoğunluk diğer tarafta giderek büyüyen bir azınlık
vardır. Bu azınlık topum tarafından dışlanmaktadır. İki vitesli azınlık gruplar
içinde kadınlar, ırka dayalı azınlıklar yer almaktadır. Bu azınlıkların
oluşumunda ise göç olgusu başlıca rolü oynamaktadır.
·
Son elli yıldır göçmen
kabul eden tüm ülkelerde, vatandaşlık kazanmış olsalar bile etnik kimlik veya
din nedeni ile dışlanmış, marjinalleşmiş, yoksullaşmış yeni azınlık gruplar
ortaya çıkmaktadır. Bunlar ise yeni çatışmaların taşıyıcısıdırlar.
·
Yeni iletişim teknolojileri
servet, iktidar ve görüntüden oluşan küresel ağlar yaratmaktadır. Bu ağlar
diledikleri biçimde bireyleri, grupları, bölgeleri, hatta ülkeleri, görünür ya da
görünmez kılabilmektedir.
·
“İlişkiler ağı” ile “ben”
arasındaki çatışma, göçle ilgili olarak iki düzlemde öne çıkmaktadır. Birincisi
ırkçı bir karakter taşıyan göç aleyhtarı hareketlerdir. …İkinci tür tepki ise
doğrudan doğruya göçmen topluluğundan kaynaklanmaktadır. Piyasa güçleri çevre yozlaşmasına sebep
olmaktadır.
·
Bazı bölgelerde çevre
yozlaşması doğrudan doğruya göç akımlarına yol açmaktadır. Toprağın çöle
dönüşmesi, ormanların eksilmesi, toprağın verimliliğini yitirmesi, kuraklık ve
seller gibi doğal afetler insanları yer değiştirmeye itmektedir.
·
Postmodernizm politikaların,
kültürlerin ve kimliklerin parçalanmasını öngörmektedir; görelik ve kötümserlik
egemendir.
·
Küreselleşme, bütünleşmiş
modern bir ekonomi, fakat postmodern parçalanmış siyasal bir alan oluşturmaktadır.
Bu çelişki özellikle göç bağlamında çok açık bir biçimde göze çarpmaktadır.
·
Ücretler açısında göç, ülke
içi ve ülkeler arası yeni eşitsizliklere yol açmaktadır.
· Bugün aranan statü, bir yere bağlı olmanın sonucu olarak verilen haklar yerine insan olma sıfatı ile hak sahibi olunan ‘küresel’ bir yurttaşlıktır.
Yukarıda göçle ilgili yapılan özetlemenin ortaya
çıkardığı gerçek, küreselleşmeyi savunan bir merkez tarafından göçün desteklendiği,
teşvik edildiği; böylece hedef ülkelerde patlamaya hazır fay hatları inşa
edildiği veya mevcut fay hatlarına enerji yüklendiği, yeri ve zamanı geldiğinde
de harekete geçirilip, “ülkelerin bölünerek”[14] yeni devletler inşa edileceği olgusudur.
Saha araştırmaları aksini ortaya koymasına rağmen[15]
Türkiye’deki ekonomik sıkıntıların ana sebebi, hep Suriyeli göçmenler
gösterilmektedir. Bu sebeple de Türkiye’de göçmenler üzerinden bir gerilim
yaşanmaktadır. Stephen Castles’e göre sebep göçmenler değildir. Gerilimin ana
sebebi, “küreselleşmenin neden olduğu toplumsal değişikliklerin algılanamamasıdır,
göçmenler değildir: “İlişkiler Ağı”
ile “ben” arasındaki çatışma, göçle ilgili iki düzlemde öne çıkmaktadır. Birincisi
ırkçı bir karakter taşıyan göç aleyhtarı hareketlerdir. Bunlar daha çok türdeş
toplumlarda göze çarpmaktadır. Küreselleşmenin yarattığı yapısal değişiklikleri
algılayamayan kişiler, bu değişikliğin onu görünür hâle getiren göçmenlerden
ileri geldiğini sanmaktadır. İkinci tür tepki ise doğrudan doğruya göçmen
topluluğundan kaynaklanmaktadır. Bu durumu değiştirmek isteyen marjinal gruplar,
ayrımcılık yapmakta veya köktenci görüşler edinmekte veya kimliği netleşmiş bir
kültürel grup olarak demokratik seferberlik yolu ile hak ve tanınma uğruna
mücadeleye girişmektedir.”[16]
Uluslararası göç olgusu değerlendirilirken süreci başlatan ana etkene göre “iradi göç”, “zorunlu göç” olmak üzere iki göç türü vardır.[17] İradi göç, göçmenin “daha iyi bir hayat arayışının” sonucunda ortaya çıkmaktadır. Onu kabul eden devlet/toplum için önemi, ülkeye “göçmenin getireceği katkılardır.” Son yüzyılda yaşlanma ve doğum oranlarındaki azalmaya bağlı olarak sanayileşmiş batı ülkeleri “nitelikli göçmen almak” için birbirleriyle rekabet hâlindedirler. Ancak zorunlu göç durumunda, kaliteli göçmenler hariç, “ihtiyaçları temelinde göçmen almak için yarışan zengin ülkeler”, bu insanları, aynı etnik ve dinsel gruptan olsalar bile almamakta ve başka ülkelere göndermek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.[18] Almanya, işin başında Suriye’den gelen kaliteli, eğitimli, göçmenlerin önemli bir kısmını alıp götürmüştür.[19] AB, Türkiye ile Geri Kabul Antlaşması imzalayarak kaliteli olmayan göçmenlere tüm kapılarını kapatmıştır.
Göçler Üzerinden Yeni Bir “Ulus Yaratmak” İçin Kaos Örümcek Ağı
Şer ittifakı göç olgusunun neden olduğu fay
hatlarını melez savaşlarda yeni bir ulus inşa etmenin aracı olarak kullanmak
istemektedir. Geçmişte Afganistan’ın
geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenmiş olan Richard
Haass’e göre kaos, ulus inşasının bir aracıdır: “…Tek başına güç
kullanımı, politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik
için en etkili yol, değişik şekillerde karışıklık yaratmaktır. ‘Ulus inşa
etmek’ bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha
sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın.”[20]
Bu politika, önce Irak ve Afganistan’da, sonra “Arap
Baharı”yla başlayan 2. Nesil Kadife Darbe süreciyle birlikte Ortadoğu’daki
ülkelerde uygulamaya sokulmuştur. Bunun en canlı örneği Suriye ve Libya’da hem
iç göç hem de dış göç şeklinde yaşanmaktadır. Oluşan kaos ortamında “İslâm’ın İslâm’la
Savaşı Projesi” kapsamında çatışan Müslümanlardır. 2003 yılında ABD düşünce
kuruluşlarından RAND Corporation tarafından hazırlanan ‘Sivil Demokratik İslâm:
Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’ adlı raporda, Büyük Ortadoğu coğrafyasında
“yeni ulus inşasının” yanı sıra
“yeni dinler”, “yeni mezhepler” inşa
edilmek istendiği çok açık bir şekilde görülebilir.[21]
Bugün, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin hudutlarını değiştirebilmek için Afganistan-Pakistan, Irak-Suriye-Filistin-Lübnan, Katar-Yemen-Somali-Sudan ve Libya-Mali-Orta Afrika hatlarında yaşananlar, hibrit savaşın önemli bir aktörü olarak göçün kullanıldığını göstermektedir.
Hibrit savaşta göçmenler, hedef ülkeleri istikrarsızlaştırmak için kullanılmaktadır.[22] Hedefe konan ülkelere düzenli ve düzensiz göçlerle, sığınmacılar, mülteciler yönlendirilmektedir. Hedef ülke göç açısından “tampon ülke” hâline dönüştürülerek göçmenlerin ülkede yoğunlaşması, sayılarının artması, “gettolar” oluşturacak şekilde yerleşmesi ile yerli halkta gerilim ve huzursuzluk meydana getirilmek istenmektedir. Amaç, göçmenlerin/sığınmacıların sorunlarını çözmek değildir. Onları hibrit savaşın aktörleri hâline getirip kullanmaktır.
Genelde din, dil, inanç, mezhep, kültür- medeniyet,
örf, âdet, gelenek, görenek, ekonomik farklılaşma gibi özellikler, insanlar
arasında farklı etkileşimlere, gerilimlere sebebiyet verebilmektedir.
Psikolojik açıdan gerilimlerin derinleşmesi, sosyal fay hatlarının ortaya
çıkmasına imkân sağlamaktadır. Hatta aralarındaki gerilimler, bazen fiilî
çatışmaya dönüşebilmektedir.
Bu nedenle hibrit savaş bağlamında göçmenler, hedefe
konan ülkede yeni fay hatları
oluşturmak maksadıyla çalışılmaktadır. Göçmenlerin “gettolar oluşturması” ya da
yerli halka arasına mesafe koyması, yerli halkın sosyo-kültürel yapısına, inanç
yapısına, örf, âdet, gelenek göreneklerine, ekonomik yapısına, aile yapısına
ters düşecek davranışlar sergilemesi, hibrit savaşın beyin takımı tarafından
özel olarak değerlendirilmekte, bu farklılaşmanın tezada dönüşüp çatışmaya
sebebiyet verebilmesi için çalışılmaktadır. Süreç iyi takip edilip, gerekli
çatışma ortamı oluşabilmesi için özel strateji ve taktikler geliştirilmekte, göçmenler
içerisine yerleştirdikleri özel aktörler/ajanlar devreye sokulmaktadır.
Bu yaklaşımla ülkede meydana gelen, ekonomik ve
sosyal sorunların kaynağı göçmenler gösterilmekte, yerli halk tahrik
edilmektedir. Hatta göçmenler adına göçmenlerle hiç ilgisi alakası olmayan ajan
provokatörler ya da parayla satın alınmış suçlular aracılığıyla ya da göç
sürecinde göçmen kimliğiyle aralara yerleştirilmiş profesyonel ajanları
aracılığıyla yerli halka saldırılmakta, dükkânları, işyerleri, tahrip
edilmekte, çocukları, kadınları, kızları taciz edilmektedir. Hibrit
savaşın ana mekanizması bir taraftan bunları yaptırırken diğer taraftan
elindeki medya ve sosyal medya aracılığıyla her türlü kötülüğün kaynağı olarak
göçmenleri ve onları ülkelerine geri göndermeyen siyasi iktidarları
göstermektedir.
Siyasi iktidarlar gerekli basireti, dirayeti gösteremediği, şeffaflığı, berraklığı ortaya koyamadığı, kendi içerisinde tezatlar sergilediği, kendi hatalarını görmeyip hep başkalarını suçladığı zaman, göçmenler üzerinden başlatılan kampanyanın sonucunda oy kaybına uğramaktadırlar.
Suriye Göç Olgusu ile İlgili Temel Sorunlar
Genelde göç, özelde de savaşlardan/iç savaşlardan
kaynaklanan göç olgusu, bireysel, toplumsal, bölgesel ve küresel bir sorundur.
Göçü fiilen yaşayan nesil ve onların çocuklarının psikolojisi çok farklı ve
üzücüdür. Göçler sadece fiziki sınırların aşılması olgusu olmayıp,
sosyokültürel ve psikolojik sınırların da aşılması olgusudur. Bu olgu yol boyu
unutulmamalıdır. Ev sahiplerinin bu psikolojiyi görmesi, bilmesi ve ona
göre bir tutum ve tavır sergilemesi gerekmektedir. Öncelikle de ev sahibi
devlet yerinde, zamanında yapılması gerekeni yapmalıdır.
Gerek iç göç gerekse dış göçlerin gerek iradi ve
gerekse zorunlu göçlerin kendine özgü, has sorunları olduğu gibi, ortak, genel
sorunları da vardır. Burada bu ayırıma girmeyeceğiz. Türkiye’deki Suriye göçü
ile ilgili sorunları, yapılan araştırmalardan yararlanarak aşağıdaki gibi
özetleyebiliriz:[23]
·
Çatışan küresel
projelerin dikkate alınmaması
·
Arap Baharı sürecinin
anlaşılamaması,
·
Mayınlı arazilerin
temizlenmesi,
·
Suriye olaylarındaki Şer
İttifakının uzun vadeli stratejisinin görülemeyip sürecin kısa sürede
biteceğine inanılması ve göç olayından ziyade Esed’e odaklanılması,
·
Irak’ta Baas yönetiminin
ve Esed ailesinin, Beşşar Esed üzerindeki etkisinin göz önüne alınmaması sonucu
bütün reformların aynı anda yapılmasının istenmesi hatta dayatılması,
·
Şer İttifakının nihai
hedeflerinin ne olduğu olgusunun tartışılmaması, ABD Başkanı Obama’ya ve AB’ye güvenilmesi,
·
Rusya, İran faktörlerinin
göz önüne alınmaması,
·
Zamanında kapsayıcı bir
göç yasasının olmaması,
·
Göç Bakanlığı’nın
olmaması, çok farklı yapıların süreçte etkili olması, gerekli koordinasyonun
zamanında yapılmaması,
·
Türkiye’nin dışında
Suriye sınır bölgesinde 30-40 kilometrelik bir güvenli bölge oluşturup
göçmenlerin oralarda ikamet ettirilmemesi,
·
Açık kapı politikasının, açık,
serbest geçiş ve yerleşim politikasına dönüştürülmesi,
·
AB ile Geri Kabul Antlaşması’nın imzalanması ile
Türkiye’nin ellerinin bağlanması,
·
Göç olgusunun bir bütün
halinde kontrol altına alınmasının düşünülmemesi,
·
Zamanında göçmenlerle
ilgili sağlam kayıtlar tutulmaması, veri bankası oluşturulmaması,
·
Zamanında Suriyeli
göçmenlerin nitelikli, eğitimli insan unsurlarının ve sermaye gruplarının
Türkiye’de tutulmaması, birçoklarının AB’ye gitmesi,
·
Göçmenlerin Türkiye
ortalaması göz önüne alınarak değişik yörelere yerleştirilmesi yerine serbest
bırakılmaları, birçok yerlerde “gettolaşmanın” meydana gelmesi,
·
Göçle ilgili veriler ve
yapılananlar ilgili bir “şeffaflığın olmaması”, toplumun süreç içerisinde
bilgilendirilmemesi, “kara propagandaya” imkân verilmesi, bilgi isteyenlerin
suçlanması ve hakarete uğraması
·
Göçün siyasallaştırılması,
iç siyaset malzemesi yapılması,
·
Göçmenlerin her şeyin
sorumlusu olarak gösterilmesi. Buna tatmin edici, doyurucu cevap verme yerine
suçlama ve hakaret etme yaklaşımının benimsenmesi,
·
Uzun vadeli bir uyum veya
entegrasyon stratejisinin olmaması,
·
Suriyeli göçmenlerin ve
ev sahibi Türklerin gerektiği gibi rehabilite edilmemesi ve bunun önemsenmemesi,
·
Türklerle Araplar
arasında son 200 yılda oluşmuş, tarihsel şuuraltının (“Araplar bize ihanet etti!”,
“Tükler bizi sömürdü!”) göz önüne alınmaması,
· Suriyeli göçmenlerin Türkiye’de yaşadığı sorunların zamanında görülmemesi ve istismar edilmesine mâni olunmaması.
Suriye göçü konusunda bir kısmı başlangıçta bir kısmı da yol boyu yapılan bu hataların hepsinin üzerinde bu makalede durma şansımız yoktur.
Mayınlı Arazilerden Beton Duvarlara Döşenen Örümcek Ağları
Türkiye’de tarihî süreçte beklenmedik bazı
fikirlerin gündemi belirlediğine ve ülkemizi kilitlediğine nesil olarak
şahidiz. Göç olgusunu ilgilendirmesi açısından bu olağanüstü sürpriz
gündemlerden birisi, Suriye-Irak hattındaki mayınlı arazilerin temizlenmesi ve
temizlenen arazide organik tarım
yapılması olgusudur. Türkiye’nin en önemli gündemlerinden biri hâline gelen
mayınları temizleme işinin ne yazık ki Türkiye tarafından yapılmayacağı açıklandı.
Mayınlara ilişkin haritaların devlet arşivlerinden bulunamadığı dedikodusu
etrafa yayıldı. Muhtemelen bu sebeple mayınları temizleme işi ve temizlenen
araziler ile buna komşu organik tarıma müsait arazilerde organik tarım yapma
işi, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile bir İsrail firmasına verildi. Bu,
Şer İttifakı örümceğinin ilk ağıydı. Meclis ağa takılmıştı.
“1 Mart Tezkeresine” karşı çıkan CHP Lideri Deniz
Baykal, buna da itiraz ediyor ve konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürüyordu.
Anayasa Mahkemesi de acil bir şekilde, bu ihaleyi iptal ederek örümceğin ağını
parçalıyordu. Mayınlı arazilerin temizlenmesi işi ile hemen hemen eş zamanlı
bir başka konu Türkiye’nin gündemine gelmişti. Irak-Suriye hattına, “Elektronik Erken Uyarı Sistemi” kurulması
istenmekteydi. Böyle bir sistemin kurulması ilginç bir şekilde gene TBMM
tarafından bir İsrail firmasına veriliyordu. Bu, Şer İttifakı örümceğinin
ikinci ağıydı. Meclis gene ağa takılmıştı.
Deniz Baykal bunu da Anayasa Mahkemesi’ne götürerek
bu ihalenin de iptal edilmesini sağlıyordu. Bu iki ihale olayından sonra daha
önce örüldüğü anlaşılan eski bir örümcek ağına takılmış olan Baykal’ın paketlenip
bir tarafta saklanan “kaset” kamuoyuna servis edilerek Baykal’ın CHP genel
başkanlığından istifa etmesi sağlanıyordu. Mayınları temizlemenin görünür
amacı, “Kardeş Suriye” ile daha çok yakınlaşmak, halkın karşılıklı sınırdan
kolayca geçebilmesini sağlamaktı. Çünkü Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ile
kardeş olmuştuk. Çok stratejik iki projenin meclis kararı ile İsrail firmasına
verilmek istenmesi, hâlâ daha gizemini korumaktadır.
13 Ekim 2009’da Türkiye ve Suriyeli bakanların
katılımı ile Halep ve Gaziantep’te, “ortak kader, ortak tarih ve ortak gelecek”
sloganını benimseyen Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi 1. Bakanlar
Kurulu toplantısı ve 22-23 Aralık 2009’da, Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği
Konseyi’nin başbakanlar düzeyinde birinci konsey toplantısı yapılmıştır. Daha
sonra iki ülke arasında vizeler karşılıklı olarak kaldırılmıştır. Şubat 2011’de
Asi Nehri üzerinde inşa edilecek barajın temel atma töreninde, Başbakan
Erdoğan, Beşşar Esed’e “Kardeşim!” diyerek başladığı konuşmasında, Suriye
halkına “Bizler tarihin bizi birbirimize kardeş kıldığı ve eylediği
milletleriz. Tarih boyunca bizim kaderimiz hep ortak oldu, hep birlikte
yüreğimiz attı.” demiştir.[24]
Şer İttifakı örümceğinin kurduğu üçüncü ağ “Arap
Baharı” idi. Tunus-Suriye hattında kimin tarafından organize edildiği
görülmeyen ve de araştırılmayan çok ciddi halk hareketleri meydana gelmeye
başlamıştı. Bu kapsamda Mart 2011’de Suriye Dera’da başlayıp daha sonra Şam,
Hama, Humus, Lazkiye ve Banyas’a sıçrayan çok yoğun halk hareketleri meydana
gelmiştir. Bu hareketlere karşı Beşşar Esed yönetiminin tutumu, silahlı
müdahalesi, iki ülke arasındaki ilişkilerde kırılmanın hem başlangıcı hem de
devam ettiricisi olmuştur.
“Arap Baharı” diye tanımlanan 2. Nesil Kadife Darbe
diye nitelendirdiğimiz eylemler zinciri Tunus, Libya, Mısır, Bahreyn ve Suriye’de
çok ciddi halk hareketlerine sebebiyet vermiştir. Bu olgu, Türkiye’nin dış
politikasını derinden etkilemiştir. Libya olaylarına NATO’nun müdahale etmeye
kalkması üzerine Başbakan Erdoğan, başlangıçta, “NATO’nun ne işi var Libya’da.
Bu akıl işi değildir.” derken; arka planda ne olduysa NATO ile Libya’ya
müdahale etmek mecburiyetinde kalmıştır veya bırakılmıştır. “Arap halk
hareketlerinin” coğrafyayı kasıp kavurması karşısında Erdoğan, politika
değişikliği yaparak iş başındaki tüm diktatörlere “çekil git” çağrısında
bulunarak meşruiyetlerini kaybettiklerini ilan etmiştir.
Tunus, Libya ve Mısır’da meydana gelen yönetim
değişikliklerini, sistem değişikliği değil, göz önüne alan hükümet, Suriye
yönetimi üzerinde -reform yapması konusunda- gittikçe artan bir baskı
uygulamaya başlamıştır. Esed yönetiminin, Erdoğan’ın istediği zamanda değil de Suriye
iç dinamiklerine bağlı olarak kendisinin belirleyeceği bir zamanda reformları
yapacağını açıklaması gerilimin daha da artmasına sebebiyet vermiştir.[25]
6 Haziran’da Cisr eş-Şuğur kasabasında 120 Suriye güvenlik görevlisinin
öldürülmesi üzerine, Esed yönetiminin şiddeti ve baskıyı artırması, Hatay’a
doğru bir Suriye göçünün başlamasına sebebiyet vermiştir. Irak benzeri bir göç
dalgasının olabileceğinden endişe duyan Erdoğan, 9 Haziran’da 2011’de Esed
yönetimine karşı “Biz Suriye’deki olaylara daha fazla seyirci kalamayız. İyi
ilişkiler ilelebet süremez.”[26]
şeklinde çok sert bir açıklama yapmıştır. Esed yönetimi, 20 Haziran 2011’de bir
reform paketini kamuoyuna sunarak, genel seçimlerin yapılacağını ve bir genel
affın çıkarılacağını açıklamış olması karşısında, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
bunun yetmeyeceğini, bütün reformların birlikte yapılması gerektiğini
belirterek kısmi reformlara karşı çıkmıştır.[27] 9
Ağustos 2011’de Erdoğan’ın, “Suriye konusunu bir dış mesele olarak, bir dış
sorun olarak görmüyoruz. Suriye
meselesi bizim bir iç meselemizdir. Suriye konusunda sabrın son
sınırlarına geldik.”[28]
şeklinde bir açıklama yaparak Suriye’yi Türkiye’nin bir bölgesi gibi göstermiştir.
Suriye yönetimi, bunu iç işlerine karışmak şeklinde değerlendirerek çok sert
tepki vermiştir.[29]
Davutoğlu’nun Suriye’de Beşşar Esed ile
altı saatlik görüşmesinin sonucunda Hama’yı kuşatan tanklar geri çekilmesine
rağmen ne halk hareketleri ne de halk gösterilerine yapılan kanlı müdahaleler
durmuştur.
Mısır’a 14 Eylül 2011 tarihindeki seyahati esnasında Erdoğan, Esed’i reform sözü verip yerine getirmemekle suçlayarak “Artık Esed’e inanmıyorum!” açıklamasında bulunmuştur.[30] 21 Eylül 2011 de New York’ta Obama ile görüşen Erdoğan; “Suriye yönetimi ile ilişkilerimizi kesmiş durumdayız. Bu noktaya gelmek istemezdik ama Suriye yönetimi bizi böyle bir karar alma noktasına getirdi. Suriye yönetimine artık güvenimiz kalmamıştır.”[31] diyerek “ABD ile birlikte Suriye’ye ortak yaptırım uygulayacaklarını” açıklamıştır.
İlk yaptırım olarak, Türkiye, Suriye’ye askerî malzeme taşıyan uçaklara hava sahasını kapatmıştır. [32] Erdoğan 26 Eylül’de ABD’deki konuşmasında, Esed’in meşruiyetini yitirdiğini ve yönetimi bırakması gerektiğini bir kez daha tekrarlamıştır.[33] 5 Ekim 2011’deki Güney Afrika seyahati esnasında Esed’i katliamlar konusunda “babasının yolundan gitmekle” suçlamıştır.
Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den
itibaren, Suriyeli muhaliflerle ilişki kurulmuş, ardından muhaliflere gittikçe
artan oranda lojistik, siyasî, ekonomik ve askerî destek verilmiştir.[34]
Türkiye, 1-2 Haziran 2011’de Suriyeli muhalifleri, Antalya’da buluşturarak
kapılarını açmıştır. 16-17 Temmuz 2011’de “Suriye için İstanbul buluşmasına” ev
sahipliği yapmıştır.[35]
Ağustos 2011’de rejim karşıtlarını bir araya getirerek ‘Suriye Ulusal Konseyi’ni
Burhan Gaylun’un başkanlığında kurmuştur.[36] ‘Hür Suriye Ordusu’ lideri Riyad el-Esed’i
Türkiye’ye kabul edip koruma altına almıştır.[37] 18
Ekim 2011’de Suriye Ulusal Konseyi ile ilk resmî temas gerçekleştirilmiştir.
İlk resmî temasın Türkiye tarafından gerçekleştirilmiş olması ile yapıya
meşruiyet kazandırılmış ve Suriye ile geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir.
4 Ekim 2011’de Suriye, Türkiye’nin Suriye’ye kaçak
yollarla muhaliflere silah sevki yaptığı noktasında Türkiye’yi uyarmıştır.[38]
Ayrıca 8 Ekim 2011’de Beşşar Esed,
Türkiye’yi içinde bulunduğu durumdan yararlanmama konusunda, “Türkiye’nin
Suriye ile aynı siyasi, ekonomik ve mezhepsel yapıyı paylaştığını” söyleyerek,
“Türkiye’nin benzer durumla karşı karşıya kalabileceğini” ifade etmiştir.
10 Ekim 2011 de Malezya’da Esed’in danışmanı Buseyna Şaban’ın “Türkiye’nin,
olayları kışkırtması ve körüklemesi yerine Suriye’deki çok partili sistemi ve
demokrasiyi desteklemesini bekliyorduk.” demesi taraflar arasındaki ortak
paydaların kaybolduğunun bir göstergesiydi.[39]
Erdoğan, “…İnşallah
biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle
kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında
Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin,
İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu
İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz.” diyerek Suriye
sorunun çok kısa zamanda sonlanacağını ima etmiş; Davutoğlu ise, “Biz
Suriye halkına yönelik baskıların artık kabul edilemez aşamaya geldiğini
düşünüyoruz.” diyerek[40]
kesin bir saflaşmanın ortaya çıktığına vurgu yapmıştır. Artık eski kardeşlerden
birinin ak dediğine diğerinin kara dediği bir fay hattı meydana gelmiştir. Örümceğin ağlarına takılan eski “kardeşler”
artık düşman olmuş ve farklı eksenlerle ittifak kurarak geri dönüşü zor
olan birer yola girmişlerdi.[41]
“Arap Baharı” örümcek ağlarına takılan bütün ülkeler
kaosa sürüklenmiş, Şer İttifakının rızası hilafına iktidara seçimle gelen tüm
yönetimler, darbe, postmodern darbelerle düşürülmüşlerdir. Mısır hariç ülkeler
hukuken olmasa bile fiilen bölünmüşlerdir. Mısır’da Mursi’nin şehit edilmesi,
Şer İttifakına göre “Demokrasinin
kurtarılması amaçlı başarılı bir harekettir.”, ‘darbe’ değildir. Şer İttifakının Suriye’yi dörde ya da beşe
bölme planı, Rusya ve İran’ın kendi stratejik menfaatleri açısından Esed’in
yanında yer alması ile süreç, Şer İttifakının öngördüğü bir şekilde gelişmemiştir.
Türkiye’nin ABD’de tarafından kısa zamanda sonlandırılacağı öngörülen Suriye operasyonu,
“Obama’nın bizi aldatması”[42]
sonucunda bugün on birinci yılına girmiş bulunmaktadır. Ne kadar süreceği de
belli değildir.
Hibrit Savaş teorisi kapsamında Suriye operasyonunda
hedef, sadece Suriye yönetimi olmayıp başta Türkiye olmak üzere tüm bölge
ülkeleridir. 2011’de nüfusu 22,5 milyon olan Suriye’de “Arap Baharı” operasyonunun
başlatılması ile birlikte, 2020 yılı verilerine göre 6,8 milyon Suriyeli ülke
dışında, 6,7 milyon ise ülke içinde olmak üzere toplam 13,5 milyon Suriyeli
zorla yerinden yurdundan edilerek göçmen olmuştur. 6.8 milyon Suriyeli
sığınmacı 126 farklı ülkede yaşamaktadır.[43]
29 Nisan 2011 tarihinde Suriye’den Türkiye’ye “özel olarak yönlendirilmiş ilk göç hareketi”[44] 252 kişilik bir gruptur. Bu tarihten sonra sayıları değişmekle beraber düzenli bir göç akışı devam etmiştir. 2022 yılında ise Suriyelilerin Türkiye’deki toplam nüfusu, 3 milyon 651 bin 428’dir. Suriyeli göçmen sayısı yaklaşık 5-6 yıl içerisinde bu boyuta ulaşmıştır. Suriye’den göç yoğunlaşınca, Türkiye mayınlardan temizlediği araziye beton duvarlar inşa etmeye başlamıştır. Gerek mayınlar temizlenirken gerekse beton duvarlar yapılırken ekonomiye ek bir yük getirilmiştir. Öyleyse mayınları niçin temizledik, beton duvarları niçin yaptık?
Obama Örümcek Ağı: “Esed Yönetimi Kısa Sürede Gidecek” Yemi
21 Eylül 2011 de New York’ta Obama ile görüşen
Erdoğan; “Suriye yönetimine güveninin kalmadığını” bu nedenle “ilişkileri kestiğini” ve “ABD ile Suriye’ye ortak
yaptırım uygulayacaklarını” açıklamıştır.[45] Türkiye bu kararından sonra Suriye yönetimine karşı yukarıda özetlediğimiz
girişimlerde bulunmuştur. Ancak yol boyu ABD’nin niyetinin başka olduğu Türkiye
tarafından anlaşılmış ve “Obama’nın bizi aldattığı” itirafı bizzat Erdoğan
tarafından yapılmıştır: “Sayın Obama döneminde bizim bir de zeytinlik harekâtı
vardı. Ne yazık ki orada Obama bizi aldattı. O harekât Münbiç’i teröristlerden
temizleme harekâtıydı. Sözünde durmadı. Biz sözümüzü tuttuk, onlar tutmadı.
Münbiç’i gerçek sahiplerine bırakacağız dediler. Münbiç yüzde 95 Arap’tır,
orada Kürt yoktur. Sözlerinde durmadılar. Hesap başkaydı. Orada hesap, terör
devleti kurma hesabıydı. Adını Kürt devleti koyuyorlar. Burada Kürt yok
ki. Bunları söyleyince beyler rahatsız oluyor. Biz doğruyu her yerde
söyleyeceğiz.”[46]
ABD, Türkiye’deki bütün darbelerin bizzat
organizatörü ve destekçisi olmuştur. Kıbrıs’ta karşı saflarda yer almıştır.
Türkiye’nin sanayileşmesini engellemiş, “ne onsun ne ölsün politikasını”
Türkiye’ye karşı hep uygulamıştır. ABD açısından yönetimde kimlerin olduğu
önemli değildir. Cumhuriyet tarihi
boyunca sürekli ABD’den ihanet gören bir Türkiye’nin, tarihsel hafızasının
olmaması ve ABD başkanlarına güvenmeleri gerçekten üzücüdür, şaşırtıcıdır!
2. Nesil Kadife Darbeler zinciri, Avrasya, Ortadoğu
ve Afrika coğrafyasındaki “22 ülkenin sınırlarını değiştirmek” isteyen Büyük
Ortadoğu Projesi, Şehir Devletleri Projesi için bir altyapı inşa etme
operasyonudur. Siyasi iktidar, siyasi
muhalefet, devlet, gönüllü kuruluşlar ve her Allah’ın günü televizyon
ekranlarında konuşan gazeteciler, akademisyen ve stratejistler, ne yazık ki bu
gerçeği o gün göremedikleri gibi bugün de görememektedirler. Ne yazık ki Türkiye, hoşlarına
gitmeyen her türlü stratejik analize “komplo” diyen bir yaklaşımın esiridir.
ABD tarafından Irak’ta fiilen yürütülen bir savaş,
Suriye olayları başladığında, 10 yılını doldurmuştu. Irak iç savaşını bitirmek istemeyen Şer İttifakı, Suriye iç savaşını niçin
kısa bir zamanda bitirmek istesin ki? Suriye’de
başlatılan “Arap Baharı” harekâtının
kısa sürede amacına varacağına, Esed yönetiminin çok kısa sürede tasfiye
edileceğine inanmakla Türkiye ciddi hata yapmıştır. Suriye göçünün,
kısa süreli, geçici bir göç olarak görülüp dillendirilmesi ilgili bürokrasiyi
çok etkilemiş, onlar da Suriye göçünü geçici algılayıp önemsememişler ve
zamanında ciddi tedbirler almamışlardır. Göç İdaresi Genel Müdürü Abdullah Ayaz şöyle diyor: “Ülkelerine gönüllü geri dönüş işlemlerini,
zayıf da olsa 2018 yılında daha fazla hayal ediyordum ama şu ana kadarki
göstergeler çok beklediğimiz gibi olmayacak şeklinde. Ve uyum;
belki de çok uzun süre rakamlar belli bir seviyeye ulaşana kadar veya belki
Suriye’deki manzara farklı bir duruma evrilene kadar çok çalışmak istemediğimiz
bir alandı ama özellikle 2015 yılından sonra uyumla ilgili faaliyetler hem
genel müdürlüğümüz tarafından hem de ilgili paydaşlar tarafından yoğun olarak
yürütülmektedir.”[47]
Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı Uluslararası İşgücü Genel Müdürü Saadettin Akyıl ise şunları
dile getiriyor: “Burada da belirtildiği gibi 2015 yılına kadar bu insanların
evlerine döneceği beklentisi vardı. Ancak savaşın derinleşmesi ve yayılmasıyla
beraber bu beklenti ortadan kalktı. Bizler de kurum olarak çalışmalarımızı
göçmenlerin burada kalacağına göre yeniden revize ettik.”[48]
Sağlık Bakanlığı Temsilcisi Dr. Esin Yılmaz Arslan ise “Başlangıç döneminde
Suriye’deki savaşın kısa vadede sonuçlanacağına, aynı milli eğitim bakanlığı ve
Göç idaresinden gelen yetkililerin de dediği gibi biz de 2011-2015 yılına kadar
öngörülerle idare ettik.” ifadelerini kullanıyor.[49]
Göç açısından, “kaynak”, “hedef” ve “transit ülke” olan Türkiye’nin zamanında, Suriye göçünden önce, bir Göç Bakanlığı’nın olmamasının, göçle ilgili ulusal ve uluslararası düzeyde bir göç yasal mevzuatının bulunmamasının, göç ve göçmenlerle ilgili uzun vadeli bir stratejisinin geliştirilememesinin, “kervan yolda düzülür” mantığıyla hareket edilmesinin Türkiye’ye ödettiği bedel ağır olmuştur. [50]
Örümceğin Tehlikeli Ağı: “Tarihsel Türk- Arap Şuuraltını” Harekete Geçirmek
Türkiye’ye gelen Suriyeli göçmenlerle aynı din ve
aynı mezhep mensupları bile olsak, farklı kültür, örf, âdet, gelenek, görenek
ve törelerin şekillendirdiği davranışlar ister istemez muhatapları karşılıklı
olarak etkileyecektir. Buna, olumsuz bağlamda tarihsel şuuraltında var olanlar
eklendiğinde daha tehlikeli bir durum ortaya çıkabilmektedir.
Toplumların hayatında farklı dönemlerde değişik
gerekçelerle, kamplaşmalar olmakta, çatışmalar meydana gelmektedir. Ortaya
çıkan bu düşmanlık durumunun devamında fayda umanlar, kifayetsiz muhterisler,
hasta ruhlular, ajan provokatörler her iki kesime ilişkin hiçbir temeli bulunmayan
iftiralarda bulunmaktadırlar. Bu durum zamanla her iki kesimin şuuraltına
yerleşmektedir. Yeri ve zamanı geldiğinde, şartlar olgunlaştığında bu şuuraltı ya
kendiliğinden ya da tahrikle dışa vurmakta, harekete geçmekte, ilgili kesimlerin
çatışmasına sebep olabilmektedir.
Türkiye’de bunun en ciddi örneği, Alevilerle
Sünniler arasında oluşan karşıt şuuraltıdır. Bu konuda objektif dayanağı ve
delili olmayan, iftiraya dayalı, saçma sapan düşüncelerin inşa ettiği bir
şuuraltı vardır. Benzer bir şuuraltı tarihte, Araplarla Türkler arasında da oluşmuştur.
Araplarda “Osmanlılar bizi sömürdü!”;
Türklerde ise “Araplar bize ihanet
etti!” düşüncesi, yaklaşımı her iki kesimin şuur altına yerleştirilmiştir.[51]
Taraflar birbirlerini rahatsız edecek herhangi bir davranışta bulunduğunda, bu
şuuraltı öne çıkabilmektedir. Suriyeli göçmenlerle ilgili tarafların iyi
rehabilite edilmemesi taraflar içerisinde bulunan bazı insan unsurlarının
yanlış tutum ve davranışları bu tarihî şuuraltını harekete geçirebilmektedir.
Araplar ve Türkler arasındaki bazı kifayetsiz muhterislerin, menfaatçilerin
bazı tutum ve davranışları ne yazık ki Türklerle Araplar arasındaki bu tarihsel
şuuraltının harekete geçmesine vesile olmuştur. Bu noktada daha tehlikeli ve
tahripkâr bir başka unsur, yabancı istihbaratlardır. Suriyeli göçmenler
içerisine, el-Muhaberat, MOSSAD, CIA, MI6, BND, KGB ve diğer istihbarat
ajanları uyku modunda yerleşmişlerdir. Bunlar tarihî şuuraltının harekete
geçirilebilmesi için belli bir strateji ve programa göre hareket etmektedirler.
Yer, zaman ve şartlar müsait hâle gelince, taraflarda bu şuuraltını harekete
geçirmek için devreye girmektedirler. Suriye göç olayında göçmen sayısı artmaya
ve taraflar arasında doğal seyir içerisinde bazı sıkıntılar ortaya çıkmaya başlayınca
bütün bu ajanlar devreye girmektedir.
Türkiye’de göçmenlerle ilgili yapılan hatalar, göçmenlerin istismar edilmesinin önlenememesi, göçmen sayısının fazlalığı, yerleşim bölgelerinin geniş bir coğrafyada olması, gettolaşmaları, örf, âdet, gelenek, görenek farklılıkları, Türklerle Araplar arasında gerilimin artmasına ve her iki kesimde de ırkçılığa kayan milliyetçilik duygularının gelişmeye başlamasına sebep olmuştur. Türkiye’deki “saha araştırmalarına” göre bu konuda Türkler, daha çok hata yapmışlardır, yapmaktadırlar da: “(…) Yaklaşık iki yüz yıla yakın bir zamandır uygulanan modernleşme politikaları ile yaklaşık yüzyıldır süregelen bir ulus devlet inşa sürecinde titizlikle uygulanan kültür politikaları Türk toplumsal yapısının çok büyük bir değişim ve dönüşüm yaşamasına sebep olmuştur. Bu süreç içinde ‘Arap’ kavramının Türk kolektif belleğinde “öteki” olarak kodlandığı bilinen bir husustur. (…) Ortaokul ve liselerde ‘Sosyal Bilgiler’ kapsamında (Tarih, İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ve Sosyal Bilgiler) son yüzyıllık süre içinde okutulan ders kitaplarında Arap kimliği ile ilgili verilen bilgiler utanç vericidir. Aynı şekilde resmî veya sivil genel kültür politikalarında Arap kimliği her zaman düşmanlaştırılmış hatta şeytanlaştırılmıştır. Bu ötekileştirme ve düşmanlaştırma öyle boyutlara ulaşmıştır ki, Suriyeliler artık korkunç bir savaşın düşmanı olarak değil, toplulukların barış ve huzurunu bozan ve Türk hükümetinden istifade eden insanlar olarak görülmektedir. Kısaca Müslüman Araplar Türk kolektif belleğinde bir arada yaşanması her zaman “tehlikeli” olan, ontolojik olarak “öteki” olan, her tür değişkenden bağımsız olarak etkileşime girilmesi sakıncalı olan bir nüfus grubudur.” [52]
Örümceğin Tehlikeli Ağı: Türkiye’de 3. Fay Hattı Olarak Türk-Arap Fay Hattı İnşası
Saha araştırmalarında tarihî şuuraltını harekete geçiren en önemli etkenlerden birinin, Türkiye içerisinde birtakım insan unsurunun Suriyelilerin sorunlarını çok açık bir şekilde istismar etmesi ve devletin bunu yerinde ve zamanın da göremeyip tedbir almaması olduğu ifade edilmektedir: “Arap kimliği altında Suriyelilerin ötekileştirilmiş olması, onları kabul sürecini güçleştiren temel bir neden iken, Türk toplumunun Suriyeli göçmenlere yönelik uyguladığı birtakım yanlış davranışlar da hem Suriyeli göçmen grubunda Türk toplumuna yönelik ötekileştirme algılarını başlatma hem de uyum sürecini güçleştirme riskini artıran yanlış davranışlardır.”[53] “Suriyeli gençlerin, hatta yetişkinlerin de Türkiye’den şikâyetleri artıyor. Suriyelileri o kadar ihmal ediyoruz ve son dönem o kadar anlamsız üzerlerine gidiliyor ki, hükümetin üzerine gidebilirsiniz ama Suriyelinin üzerine gitmenin anlamı yok. Bu, Suriyelilerde ötekisi Türkler olan bir milliyetçilik geliştiriyor. Bu milliyetçilik ırkçı temele dayanacak, bizdeki ırkçılığı da körükleyecek. Biz bunun farkında değiliz. Göçmen kültürü reaksiyon üzerine gider.” [54]
Suriye göç olgusunda Suriyeliler, “aile sorunları”, “barınma sorunları” ve
“ekonomik sorunlar” konusunda istismar edilmişlerdir.[55]
“Akraba yanında kalan yetim-öksüz çocuklar ile yalnız yaşayan kadınların
sorunlarının istismar edilmesi”; “resmî nikâha dayanmayan, dinî nikâha dayalı
birinci veya ikinci eş olarak Suriyeli kadınlarla evlenip sonra da hiçbir
güvence vermeden kadınların sokağa bırakılmaları”, Suriyeliler arasında
kavmiyetçilik duygularının tetiklenmesine vesile olmuştur.
Suriyelilere kiralanan evlerin kirasının; satılan
evlerin satış fiyatının çok yüksek olması iki eksende de olumsuz gelişmelere
sebep olmaktadır. Bu durum Türk tarafında, kiralar ve ev fiyatları Suriyelilerin
yüzünden yükselmektedir duygusunu kuvvetlendirirken; Suriyeliler tarafında da
Türkler bizi sömürüyor duygusunu kuvvetlendirmektedir. Böylece her iki taraf
birbirine karşı olumsuz duygusal bir etkileşimin içerisine girmektedir.
Suriyeli göçmenlerin ekonomik sorunlarının istismarı
benzer sonuçlar doğurmaktadır. “Suriyeli
küçük çocukların çalıştırılması”, “Suriyelilerin çok düşük ücretle
çalıştırılması”, “500-700 lira aralığında ücret ile 10 ve üzeri saatte
çalıştırılmaları”, “Bazı iş kollarında boğaz tokluğuna çalıştırılmaları”, “Sigorta,
izin ve dinlenme haklarının olmaması”, “Yerli nüfusun ilgi duymadığı alanlarda
düşük ücretlerle çalıştırılmaları”, “Medyada işsizliğin sebebi olarak
suçlanmaları, “Kadın nüfusun barınma ve çalışma noktasında istismar edilmesi,”
Suriyeliler arasında kavmiyetçiliğin ve Türk karşıtlığının kuvvetlenmesine
sebep olmaktadır.
Bu durum özellikle Suriyeli okul çağındaki çocukları
etkilemekte, onlar arasında milliyetçilik duygularının oluşup derinleşmesine ve
Türklerle Araplar arasındaki sosyal mesafenin daha da açılmasına sebep olmaktadır:
“Özellikle okul çağındaki
çocukların 300-400 TL karşılığında yoğun bir şekilde insani olmayan şartlarda
çalıştırılması bu çocukların şuur altında Türklere karşı bir düşmanlık
duygusunun oluşmasına, süreç devam ettikçe de derinleşmesine ve Suriyeli
gençler arasında milliyetçilik duygularının yaygınlaşmasına sebebiyet
vermiştir.”[56] Devlet Suriye göçü sürecinde bu
gelişmeleri zamanında görememiş ve gerekli tedbirleri zamanında almamıştır.[57]
Göç olgusu, küreselleşmeye giden yolda hibrit
savaşların kullandığı son derece önemli stratejik bir unsurdur. Bu nedenle Şer İttifakı göçler üzerinden örümcek ağları
örmektedir. Bu örümcek ağları hem
Suriye de hem de Türkiye’de hem Türkiye’yi hem de Suriye’yi, etnik, dinî ve
mezhebi açıdan bölmek amacıyla örülmüştür, döşenmiştir.
Türkiye’de Suriyeli göçmenler üzerinden “Arap-Türk düşmanlığını” merkeze alan yeni bir fay hattı inşa etmek üzere örümcek ağı döşenmektedir. Böylece Türkiye’deki “Alevi-Sünni” fay hattı, “Türk-Kürt” fay hattına ilaveten Türk-Arap fay hattı inşa edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye bu gerçeği görmeli, Suriye göçü ile ilgili acilen köklü, uzun vadeli, bugüne kadar yapılmış hatalardan azade yeni bir göç ve göçmen stratejisi belirlemelidir.
Sonuç: Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Bizim Esed’i Yenmek, Yenmemek Gibi Bir Derdimiz Yok.”
11 yıl sonra Suriye krizinin, Türkiye açısından
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun ve MHP Lideri
Bahçeli’nin yaptığı açıklamalara göre yeni bir evreye taşınmak istendiği
anlaşılmaktadır. Erdoğan’ın bugünkü sözleri, geçmiştekilerle çok ciddi bir
tezadı bünyesinde barındırmasına rağmen sevindiricidir, olumlu gelişmelerin
olacağı yeni bir dönemin başlayacağı anlamına gelmektedir. Şer İttifakının
lideri ABD için Suriye kapsamında Erdoğan’ın söyledikleri çok önemli ve dikkat
çekicidir: “(…) ABD şunu
söyleyemez, ‘Ben terörü beslemedim.’ diyemez. Terörü Suriye’de birinci derecede
besleyen ABD ve koalisyon güçleridir, bunu acımasız yapmışlardır ve hâlâ da
yapıyorlar. Oradan bıkmadılar, bir de Irak’ta aynı beslemeyi yaptılar. Kime?
Yine terör örgütlerine. Eğer bugün Irak’ta bir huzursuzluk varsa altında yine Amerika
yatıyor. Ve bu terör örgütlerinin ileri gelenleriyle Beyaz Saray’da görüşme
yapacak kadar ileri gidiyorlar. Biz bunların hepsini biliyoruz. Aynı şekilde
Rusya rejimle bir dayanışma içinde. (…) Rusya ile öyle bir dayanışma yapalım ki
Suriye’de, özellikle Suriye’nin kuzeyinde, doğusu batısı fark etmez, buralarda
terörle bir mücadele gerçekleştirelim.
Şimdi hep soruyoruz, bu
teröristler kaynağı nereden buluyor? İşte şu anda Kamışlı’daki kalitesiz
petrolü çıkartan teröristler. Peki, kim alıyor bunu? Rejim alıyor. Para kaynağı
rejimde. (…) Diğer taraftan da sürekli
olarak buralarda İran’ın hesapları var. Bu hesaplar da önümüzde. Biz
istiyoruzki buradaki süreci daha fazla uzatmayalım. Bizim Suriye’nin
topraklarında gözümüz yok, çünkü Suriye’nin halkı bizim kardeşlerimiz. Onların
topraklarının bütünlüğü bizim için önem arz ediyor. Rejim bunun idraki içinde
olmalı. (…) 4 milyon insanı biz
ülkemizde ağırlıyoruz. Bütün bunları ağırlarken rejimle sürekli savaş hâlinde olalım
diye mi bunu yapıyoruz? Hayır. Suriye halkıyla özellikle inanç değerleri
noktasındaki bağlarımız sebebiyle bunu yapıyoruz. Bundan sonraki süreç belki
çok daha hayırlı olacaktır.”[58]
Erdoğan’ın bu analizi, “Arap Baharı” ile başlayan
süreçte yapılsaydı çok daha yararlı olacak; Şer İttifakının başlattığı ihanet
hareketi o zaman durdurulacak, tasfiye edilecekti. Bununla beraber 11 yıl
toplumların hayatında çok uzun bir süre değildir. Dolayısıyla geçmişteki
hatalara takılıp kalınmamalı ancak yenileri de yapılmamalıdır. Suriye
göç olayına kalıcı çözüm bulabilmek, en az zararla içinden çıkabilmek için 4T
formülü (doğru tespit, doğru teşhis, doğru tedavi, doğru tedbir) mutlaka
uygulanmalıdır. Duygusal hareket edilmemeli, Şer İttifakına güvenilmemelidir.
Türkiye’nin Suriye’ye dair tespit ve teşhislerinde
hâlâ bir yanılgı olduğu görülmektedir. O da şudur: Irak, Suriye ve Libya’daki
olayların bir “terör olayı” şeklinde görülmesi, sunulması ve konuşulmasıdır.
Oysa bu coğrafyada Şer İttifakı, Erdoğan’ın tabiri ile “koalisyon güçleri”, “hibrit
savaş” kapsamında “vekâlet savaşları” yürütmektedir. Bizim için vekâlet
savaşlarında önemli olan kullanılan taşeronlardan ziyade, vekâlet savaşını
planlayan, stratejisini çizen ve yürüten beyin takımının, gücün kim olduğudur.
Bu noktada Türkiye, “açık kapı politikası” ve AB ile
imzalanan Geri Kabul Antlaşmasındaki hataya düşmemelidir. Türkiye’yi
yönetenler, lehte ve aleyhte her türlü fikri masaya yatırıp analiz etmesi ve
ona göre bir yol haritası ortaya koyması gerekmektedir. Farklı fikirlerden
yararlanmak, Türkiye’yi yönetenlerin hem görevi hem de sorumluluğudur. Farklı
fikir söyleyip yol göstermeye çalışanlara hakaret etmek, onları ihanetle
suçlamak hem doğru hem de adil değildir. Bu aşamada diğer
siyasi partiler, akademisyenler, düşünce kuruluşları ve STK’lar sürece dâhil
edilmelidir. Yoksa Türkiye’nin
ödeyeceği bedel çok ağır olabilir.
“Henüz Vakit Varken!”
[1] Meysa Said, “Bir Mülteci Gözüyle Mültecilik”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, 24-25
Şubat 2018, Deniz Feneri, FSMVÜ Deyam, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2021, s.
141-144.
[2] Burhanettin Can,
“Boğaziçi Kadife Darbe Süreci-5: Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı:
Açık Kapı Politikası – AB Geri Kabul Antlaşması”, Umran, 2022, sayı: 336, s. 10. Burhanettin
Can, “İslâm
Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül, 2017.
Burhanettin Can, ““İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Ekim, 2017. Osman Pamukoğlu, III. Dünya Savaşı, Ne Zaman Çıkacak ve Kimler Arasında Olacak, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2019, s.47-60.
[3] Burhanettin Can, “İslâm
Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül, 2017.
[4] Burhanettin Can, “İslâm
Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül, 2017. Burhanettin Can, ““İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Kaostan
Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran,
Ekim, 2017.
[5] Sevda Güner, Küresel Siyasette Psikolojik Savaş,
İşaret Yayınları, İstanbul, 2018, s. 30.
[6] Nermin Abadan-Unat, Bitmeyen Göç, Konuk İşçilikten Ulus – Ötesi Yurttaşlığa, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017, s. 4.
[7] Nermin Abadan-Unat, age., s.7.
[8] Nermin Abadan-Unat, age., s. 333.
[9] Nermin Abadan-Unat, age., s.11.
[10] Nermin Abadan-Unat, age., s. 300.
[11] Nermin Abadan-Unat, age., s. 299. Richard
Falk, Yırtıcı Küreselleşme, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s. 51-52’den
alıntı.
[12] Nermin Abadan-Unat, age., s. 300-301.
[13]
Nermin Abadan-Unat, age., s. 334-347.
[14] Sevda Güner, age., s. 32-33.
[15] Dr. Mahmut Karaman, “Suriye
Göçünün Sosyolojik Özelliği, Temel Sorunlar ve Muhtemel Risk Alanları”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s.
91-118.
Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Huzur ve
Güvenlik için Tek Çare Uyum Çalışması”, https://www.perspektif.online/huzur-ve-guvenlik-icin-tek-care-uyum-calismasi/
[16] Nermin Abadan-Unat, age., s. 336.
[17] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Açık Kapı
Politikasından Açık Sınır Politikasına Türkiye’deki Suriyeliler”
[18] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, agy.
[19] Dr. Mahmut Karaman, agy.,
s.91-118.
[20] Foster J.B.
“Emperyal Amerika ve Savaş”, Cosmo
Politik, 2003, sayı:6, s. 39-45
[21]Burhanettin Can, “21.
Yüzyıl Haçlı Savaşlarında Yeni Bir Tuzak: Ilımlı İslâm Cumhuriyeti”, Umran, sayı:117, 2004, s.125.
[22] Burhanettin Can, “Boğaziçi Kadife Darbe Süreci-5: Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı: Açık Kapı Politikası – AB Geri Kabul Antlaşması”, Umran Ağustos 2022; “Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan Stratejiler-2: Hibrit Savaşlar Dönemi”, Umran, Mayıs 2022; “Ukrayna Kazakistan Hattındaki Kriz Neyin Habercisidir? 3. Dünya Savaşının mı Yoksa 5. Dünya Soğuk Savaşının mı?” Umran, Mart 2022.
[23] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 91-118. Abdülkadir Şehirli, “Mülteciler Açısından Artılar ve Eksiler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 167-170. Dr. Faik Tanrıkulu, “Suriyeli Sığınmacıların Çalışma ve Ekonomik Hayata Etkisi”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 153-158. Abdullah Ayaz, “Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün Mültecilere Yönelik Çalışmaları ve Öneriler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 205-210. Saadettin Akyıl, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının Mültecilere Yönelik Çalışmaları Ve Öneriler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 219-223. Meysa Said “Bir Mülteci Gözüyle Mültecilik”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 141-144. Dr. Esin Yılmaz Arslan, “Sağlık Bakanlığının Mültecilere Yönelik Çalışmaları ve Öneriler”, Savaş Göç Yoksulluk Sempozyumu, s. 225-230. Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Suriyeliler Barometresi 2020 “Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi” Eğiten Kitap Yayıncılık, Ankara, 2021; “Açık Kapı Politikasından Açık Sınır Politikasına Türkiye’deki Suriyeliler”. Prof. Dr. Veysel Bozkurt, “Küreselleşme, Sınır Aşan Göçler ve Kamuoyu”, Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu Sınırı Aşan Göçler Raporu, AR- GE Yayınları 1, Ankara, 2018, s.33-55. Prof. Dr. Hayati Beşerli, “Sosyolojik Açıdan Sınır Aşan Göçler”, Sınırı Aşan Göçler Raporu, s. 55-70 Prof. Dr. Kutlu Kağan Sümer, “Sınır Aşan Göçlerin Demografik Boyutu”, Sınırı Aşan Göçler Raporu, s. 70-85.
[24] Burhanettin Can, “Suriye Meselesi: Barıştan
Savaşa Adım Adım”, Milli Gazete,
2012.
[26] “Erdoğan’dan
Esad Ailesine Sert Mesaj”, Hürriyet, 10 Haziran 2011.
[27] “Esad’dan
Oyalama Taktiği”, Sabah, 21 Haziran
2011.
[28] “Erdoğan’dan Suriye Açıklaması”, Hürriyet, 22 Eylül 2011.
[29] “Şam’dan
Erdoğan’a Sert Yanıt”, Milliyet, 7
Ağustos 2011.
[30] “Kimse Esad’a
İnanmıyor, Ben de İnanmıyorum”, Dünya
Bülteni, 14 Eylül 2011.
[31] “Esed’le
Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda”, 22 Eylül 2011, http://www.turkiyesuriye.com.
[32] “Türkiye, Hava
Sahasını Askerî Sevkiyata Kapattı”, Hürriyet,
22 Eylül 2011.
[33] “Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan” SETA, 26 Eylül 2011, http://www.setav.org/public/HaberDetay.
[34] V. Ayhan,
“Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik ve Askerî
Yaptırımlar”, ORSAM Dış Politika Analizi,
5 Ekim 2011,
[35] V. Ayhan ve O. Orhan,
“Suriye Muhalefeti’nin Antalya Toplantısı: Sonuçlar, Temel Sorunlara Bakış ve
Türkiye’den Beklentiler”, Ortadoğu Analiz,
cilt: 3, sayı: 31/32, 2011, s. 8-16.
[36] O. Orhan,
“Suriye’de Sonun Başlangıcı: Yaptırım Dönemi ve Suriye Ulusal Konseyi”, Ortadoğu Analiz, cilt: 3, sayı: 34,
2011, s. 46-50.
[37] V. Ayhan,
“Türkiye ve Suriye Muhalefeti: Şam’a Siyasi, Diplomatik, Ekonomik ve Askerî
Yaptırımlar”, ORSAM Dış Politika Analizi,
5 Ekim 2011,
[38] ‘‘Türkiye Sınırı
Yakınlarında Büyük Oranda Silah Ele Geçirildi,’’ SANA, 4 Ekim 2011.
[39] “Türkiye’nin
Kışkırtma Yerine Reformları Desteklemesini Temenni Ederdik”, SANA, 10 Ekim
2011.
[41]Süreci
daha iyi analiz edebilmek için daha fazla bilgi isteyenler, aşağıdaki
makaleleri okuyabilirler: Burhanettin Can, “Suriye Meselesi: Barıştan Savaşa
Adım Adım”, “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-1: Suriye İç
Dinamikleri”, Milli Gazete, 12 Ekim
2012: “Çatışan Güçler Açısından Suriye
Meselesi-2: Rusya”, “Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-3: İran Faktörü”,
“Çatışan Güçler Açısından Suriye Meselesi-4: Türkiye Faktörü”, “Çatışan Güçler
Açısından Suriye Meselesi-5: Vatikan Faktörü”, “Yeni NATO ve Suriye
Meselesi”, “Büyük İsrail Projesi’ Ve
Suriye Meselesi”, “Suriye Meselesi: Çatışan Eksenler Açısından”, “Reyhanlı
Psikolojik Harekâtı-1”, “Reyhanlı Psikolojik Harekâtı-2: Verilen Mesaj”,
“Reyhanlı Psikolojik Harekâtı-3: Krizi Tek Merkezden Yönetmek”, “Türkiye’nin,
Rf-4 Uçağının Düşmesi/Düşürülmesinden Alması Gereken Dersler”
[43] Prof. Dr. M.
Murat Erdoğan, “Suriyeliler Barometresi
2020 “Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi” Eğiten Kitap Yayıncılık,
2021, Ankara, s. 25.
[44] Fehmi Taştekin, Suriye, Yıkıl git, Diren Kal, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2016, s. 101-102.
[45] “Esed’le
Görüşmeler Kesildi Şam’a Yaptırımlar Yolda,’’ 22 Eylül 2011, http://www.turkiyesuriye.com
[47] Abdullah Ayaz, agy.,
s. 205-210.
[48] Saadettin Akyıl, agy., s.
219-223
[49] Dr. Esin Yılmaz Arslan, agy., s.
225-230
[50]Göç
hukuku ve göç ile ilgili yapılanış geçen yazıda tartışılmıştı. Burhanettin Can,
“Boğaziçi Kadife Darbe Süreci-5: Göçmenler Üzerinden Kurulan Akrep Kıskacı:
Açık Kapı Politikası – AB Geri Kabul Antlaşması”, Umran, 2022, sayı: 336.
[51] Ali Poyraz
Gürson, Büyük Güçlerin Suriye Planı,
Kripto Yayınları, Ankara, 2017, s. 23-35.
[52] Dr. Mahmut
Karaman, agy., s. 107-108.
[53] Dr. Mahmut
Karaman, agy., s. 91-118.
[54] Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Huzur ve Güvenlik için Tek Çare Uyum
Çalışması”.
[55] Dr. Mahmut
Karaman, agy., s. 91-118.
[56] Dr. Mahmut Karaman, agy., s. 91-118.
[57] Dr. Mahmut
Karaman, agy., s. 91-118. Prof. Dr. M. Murat Erdoğan, “Huzur ve Güvenlik için Tek Çare Uyum
Çalışması”,