(Umran Dergisi)
“Gök
kubbenin sahibi, demir kubbenin sahibinden daha kudretlidir!”
Ebu
Ubeyde
Birleşmiş Milletler (BM) tarafından 1948 yılında
kendi öz vatanlarında kurulması öngörülen Filistin devleti bugüne kadar
kurdurulmamış ve her geçen gün kendi öz toprakları Siyonist
İsrail tarafından işgal edilmiştir ve edilmektedir. İsrail, kurbağa
haşlama stratejisi ile Filistinlilere uyguladığı zulmü dünyadan
gizlemiştir. Dünyanın Filistinlilere uygulanan zulmü görmemesi, işitmemesi ve
konuşmaması için en pis psikolojik savaş teknikleri kullanılmakta ve kamuoyu
yanıltılmaktadır.
Aksa Tufanı harekâtı HAMAS’ın savunma stratejisi
içerisinde taktik bir saldırı olarak bu pis psikolojik savaşı
çökertme ve dünya kamuoyunun dikkatini Filistin’de olanlara çekebilme
amaçlıdır. Harekât olmasaydı Filistin halkının
çektikleri, İsrail’in yaptıkları hiç gündeme gelmeyecek; İslâm dünyası, Yüzyıl
Antlaşması ve İbrahim Antlaşması ile narkozlanarak uyutulurken; Filistin
halkı ‘haşlanmış kurbağa’ gibi ölüme terk edilecekti. Aksa Tufanı
harekâtı, unutturulmak istenen bir davanın öne çekilmesi, dünyanın gündemine
sokulması harekâtıdır. Geçen yazıda bu konu ele alınmıştı. Bu
yazıda, yeni Ortadoğu projesi kapsamında katil Benyamin
Netanyahu’nun 22 Eylül 2023’te BM’de yaptığı konuşma, Batı Şeria’yı ilhak
planı ve İbrahim Antlaşması gerek İslâm dünyasının gerekse dünyanın
nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğu olgusu ele alınıp değerlendirilecek,
analiz edilecektir.
“Yeni Ortadoğu”
22 Eylül 2023 tarihinde İsrail Başbakanı Netanyahu 78.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Filistin’i yok sayan, yeni
Ortadoğu merkezli bir konuşma yapmıştır. Netanyahu, BM’de Suudi Arabistan,
Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Mısır, Sudan ve Ürdün’ün yeşil renkte
gösterildiği yeni Ortadoğu haritası göstermiş ve İsrail’in
öngördüğü “Yeni Ortadoğu Planı” haritasına göre Ortadoğu’nun
şekillendirileceğini ifade etmiştir. (Şekil 1) Netanyahu’nun Yeni
Ortadoğu haritasında Filistin diye bir devlet yoktur.
Şekil 1: Netanyahu’ya Göre “Yeni Ortadoğu Haritası”[1]
Netanyahu’nun BM’deki konuşması ana hatları ile aşağıdaki
gibi özetlenebilir: “Hindistan’dan Avrupa’ya uzanacak olan ve İsrail’den
geçmesi planlanan yeni ekonomik koridor oluşturulacak.” “Riyad ile
normalleşme antlaşması imzalanabilecek.” “İsrail ile Suudi Arabistan
arasındaki barışın tarihî bir eşikte olduğuna inanıyorum.” “İsrail ve Suudi
Arabistan arasındaki barış yeni bir Ortadoğu oluşturacak.” “İsrail’in
2020’de Arap ülkeleriyle imzaladığı antlaşmalarla normalleşme sürecine
girilmiştir. İsrail’in daha fazla Arap ülkesiyle normalleşme
antlaşması imzalaması sayesinde Filistinlilerle barış sağlanabilecektir.”
“Yeni bir barış çağının başlangıcını müjdeliyorum.” “Filistinliler bu harekete
karşı çıkmamaları gerekir.” “Böyle bir barış, Arap-İsrail çatışmalarının
bitmesine katkı sağlayacaktır.” “Diğer Arap devletlerini de, İsrail ile
ilişkilerini normalleştirmeye teşvik edecektir.” “Filistin lideri Mahmut
Abbas’ın dünkü BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, ‘Ortadoğu’da Filistin
devleti olmadan barış olamayacağı’ yönündeki ısrarlı ifadesini
reddediyorum.” “Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas, Yahudi Soykırımı’nı inkâr
etmekte ve ‘antisemitik’ söylemde bulunmaktadır.” “Ben uzun zamandan
beri Filistinlilerle bir barış antlaşmasını arzu ettim. Filistinlilere,
İsrail’in Arap ülkeleriyle yeni barış antlaşmalarına karşı veto hakkı
verilmemeli. Filistinliler bu süreci veto etmeden barışın
genişletilmesinden yararlanabilir.” “Hiçbir şey aynı olmayacak.” “Eski
ABD Başkanı Donald Trump döneminde Arap ülkeleriyle İsrail normalleşme
antlaşmaları imzalamıştır.” “ABD Başkanı Joe Biden’ın liderliğinde de Suudi
Arabistan ile normalleşme antlaşması imzalayabileceklerdir.” “Uluslararası
toplum, İran’ın saldırılarına karşı kayıtsız kalmıştır.” “İran’ın nükleer
emellerini sürdürmesine rağmen yaptırımlar gevşetilmiştir.” “İran’ın
nükleer emellerine karşı ikna edici bir tehdit sunulmalı. Ben
İsrail Başbakanı olduğum müddetçe, İran’ın nükleer silah elde etmemesi
için elimden geleni yapacağım.”[2]
Sorulması gereken temel soru şudur: Netanyahu BM’de
“Yeni Ortadoğu” başlıklı bir konuşma yapma cesaretini kimden, nasıl almıştır? “Yeni
Ortadoğu” kavramı, ABD eski Başkanı Trump tarafından Yüzyıl Antlaşması ile
başlatılan ve İbrahim Antlaşması ile devam ettirilen süreçte sıkça kullanılan
bir kavram olmuştur. 15 Eylül 2020 tarihinde İbrahim Antlaşması’nın
imzalanması töreninde ABD’de, Beyaz Saray’da, balkon konuşmasında “Yeni
bir Ortadoğu’nun şafağındayız!” ifadesini kullanarak Ortadoğu’ya yeni
bir şekil verileceğine vurgu yapmıştır: “Bölgedeki tüm
ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım.” “On yıllardır
devam eden bölünme ve çatışmanın ardından yeni bir Ortadoğu’nun
şafağındayız. Bugün tarihin gidişatını değiştirmek için buradayız.” “Yeni
bir Ortadoğu kurulmaktadır.” “25 yıldır ilk kez böyle bir antlaşma
yapılıyor.”[3]
ABD eski Başkanı Trump’ın konuşmasına, Yüzyıl Antlaşması’na,
İbrahim Antlaşması’na ve “bazı Arap ülkeleri ile yaptığı girişimlere” güvenerek
Netanyahu, BM’de “yeni Ortadoğu planı” sunmuştur. Bu tutum densizliğin, kibrin,
saldırganlığın zirveye tırmandığının, aynı zamanda yakın gelecekte yapacakları
sessiz, pis operasyonların bir göstergesi idi.
Mevcut Ortadoğu’yu kastederek “Hiçbir şey aynı
olmayacak!” tarzındaki tehdidini göz önüne aldığımızda Suriye-Lübnan-Irak-Türkiye
hattında bazı provokasyonların ve operasyonların yapılabileceğini, buna doğru
bir gidiş olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’nin SİHA’sının ABD tarafından düşürülmesi, Suriye’de
bazı bölgelere yapılan saldırılar, Batı Şeria’da “yerleşimci” adı altındaki
işgaller, “yeni Ortadoğu haritası” çizme girişimlerinin birer parçası şeklinde
değerlendirilmelidir. Özellikle bu son zamanlarda olanlar, “Büyük Ortadoğu”,
“Büyük İsrail”, “Kaos”, “Şehir Devletleri”, “Tek Dünya Devleti” ve “3. Dünya
Savaşı” projelerinin yürürlüğe sokulmaya çalışılmasının tezahürleri olarak da
ayrıca analiz edilmelidir.
Netanyahu’nun hem “Filistin lideri Mahmut
Abbas’ın ‘Ortadoğu’da Filistin devleti olmadan barış
olamayacağı’ yönündeki ısrarlı ifadesini reddediyorum.” demesi hem de “Filistinlilere,
İsrail’in Arap ülkeleriyle yeni barış antlaşmalarına karşı veto hakkı
verilmemeli.” demesinin tek bir anlamı vardır. Bu yaklaşımı ile
Netanyahu hem Filistin devletini hem de Filistinlilerin varlığını inkâr
etmektedir.
Filistin Devlet Başkanlığı Sözcüsü Nebil Ebu
Rudeyne, Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’nda yaptığı bu fütursuz, ahlaksız
konuşmasında planlanan pis oyundaki bazı ihtimalleri öne çekerek ciddi bir
tepki göstermiştir: “Filistin halkının rızası olmadan, uluslararası kararlar
ve Arap Barış Girişimi doğrultusundaki talepleri gerçekleşmeden bölgede barış
ve istikrar olmayacak. Barış Filistin’le başlar. İstikrar, Filistin halkının
meşru ulusal haklarını elde etmesi ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız
Filistin devletini kurmasıyla sağlanır. O olmadan bölgede barış, güvenlik ve
istikrar olmaz.”[4]
Bu durumda Aksa Tufanı harekâtı, bu pis oyunu ve tezgâhı
bozma, tüm İslâm dünyasını uyandırma operasyonu şeklinde
değerlendirilmelidir. Aksa Tufanı harekâtı, 7 Ekim
2023 tarihinde gerçekleşmiştir. Bu tarih, İsrail için geleneksel olarak
özel kutlamaların yapıldığı bir gündür. HAMAS böyle bir günü seçerek Aksa
Tufanı harekâtıyla, İsrail’e çok önemli bir mesaj vermiştir. Kanaatimizce asıl
mesaj, 22 Eylül 2023 tarihinde Netanyahu’nun 78. Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu’nda Filistin’i yok sayan “yeni Ortadoğu” konuşması
ile ilgilidir.
Aksa Tufanı, her türlü tehlikeyi ve sonucu göz önüne alarak Filistin’i
satan Batı Şeria’yı ilhak projesini, İbrahim Antlaşması’nı ve Yüzyıl
Antlaşması’nı parçalama, yürürlüğe girmesini engelleme, tüm dünyayı, özellikle
de İslâm dünyasını uyandırma operasyonudur. Bu mesaj, tüm dünya
insanlığına ulaşmış ki küresel bir intifada ile İsrail karşı karşıya
gelmiştir. Aksa Tufanı, Filistinleri tamamen yok varsayan,
topraklarından koparıp silecek olan antlaşmaların yaşayamayacağını,
Filistinlerin hakkı verilmeden, Filistinsiz yeni bir Ortadoğu’nun olamayacağını
gözler önüne serme operasyonudur. Ortadoğu’da Filistin yoksa barış da yoktur;
İsrail de olamayacaktır.
Batı gözlerini, kulaklarını kapasa da, dilini bağlasa da
sonuç değişmeyecektir. Aksa Tufanı harekâtının amacını ve
stratejisini daha iyi anlayabilmek için öncelikle İbrahim Antlaşması’nın
ve antlaşma ile çizilen şeytani ittifakın “kurbağa haşlama stratejisinin” çok
iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
İbrahim Antlaşması
ABD eski Başkanı Trump, ABD’deki gelecek seçimleri
kazanabilmek için ülkesindeki Siyonist mekanizmanın desteğini almak istiyordu.
Bu amaçla dikkatini Ortadoğu coğrafyasına çevirerek mevcut sorunları burada en
büyük sorun olan İsrail’i, İsrail’in lehine olacak tarzda çözmeyi ve
Ortadoğu’da yeni bir yapılanmayı gerçekleştirmek istemiştir. Öncelikle Kudüs’ü İsrail’in
başkenti ilan etmiş, ABD Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e
taşımıştır. Trump, damadı ve başdanışmanı Yahudi Jared
Kushner’i görevlendirerek İsrail ile Ortadoğu’daki ülkeler arasında barış
antlaşmaları yapılması için bir strateji geliştirilmesini istemiştir. Yüzyıl
Antlaşması ile başlatılan süreç, İbrahim Antlaşması ile devam ettirilmiştir.
Trump’ın damadı, Ortadoğu’da önce Birleşik Arap Emirlikleri
(BAE) ve ardından da Bahreyn ile bir seri görüşme yaparak bir altyapı
hazırlamıştır. Gelinen noktada İsrail, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve
Bahreyn arasında, ABD’nin arabuluculuğunda adına İbrahim
Antlaşması dedikleri bir antlaşma, 15 Eylül 2020 tarihinde ABD’de Beyaz
Saray’da yapılan bir törenle, antlaşmanın İngilizce, İbranice ve Arapça
nüshaları imzalanarak hayata geçirilmiştir. ABD Başkanı Trump’ın
nezaretinde İsrail adına Başbakan Benyamin Netanyahu, BAE
adına Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed el-Nahyan ve Bahreyn adına
Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zayani antlaşmayı imzalamıştır.
Dikkat çeken bir husus ise antlaşmanın imzalanmasında İsrail’in başbakan
seviyesinde, BAE ve Bahreyn’in ise dışişleri bakanları seviyesinde temsil
edilmesidir. Medyada yer aldığı şekliyle İsrail’in bu iki ülke ile ilgili
yaptığı antlaşmalarda bazı farklı ifadelerin kullanılması dikkat çekmiştir. BAE
ile ilgili metinde “Barış, diplomatik ilişkiler ve tam normalleşme”,
Bahreyn ile ilgili olan metinde ise “tam diplomatik ilişki” ifadelerine
yer verilmiştir. Bu, ülkelerin aralarındaki ilişki ve samimiyetin bir
göstergesi şeklinde değerlendirilmelidir.
İbrahim Antlaşması ile ilgili gerek Beyaz Saray’da ve
gerekse antlaşmanın öncesi ve sonrasında değişik yer ve zamanda yöneticilerin
yaptıkları konuşmalar, İbrahim Antlaşması’nın amaçlarını, hedeflerini ve
muhtevasını kısmen de olsa ortaya koymaktadır. Antlaşmanın muhtevası bütün
boyutları ile açıklanmış değildir. Gizli maddelerin olup olmadığı
bilinmemektedir. O nedenle antlaşmanın değerlendirilmesi, değişik zamanlardaki
konuşmalar ve tartışmalar üzerinden yapılabilecektir. Bu konuşmalar ana hatları
ile aşağıda verilmektedir.
Dönemin ABD Başkanı Trump şunları söylüyor: “Bölgedeki
tüm ülkelerin barış ve refah içinde yaşaması için tarihi adım…” “On yıllardır
devam eden bölünme ve çatışmanın ardından yeni bir Ortadoğu’nun
şafağındayız. Bugün tarihin gidişatını değiştirmek için
buradayız.” “25 yıldır ilk kez böyle bir antlaşma yapılıyor. Daha önce iki
ülke (Mısır ve Ürdün) imzalamıştı. Sadece bir ayda 2 ülke daha
ekledik.” “İsrail’in artık izole olmadığını düşünüyorum.” “5-6 ülkenin
daha İsrail’le ilişkileri normalleştirme antlaşmalarına katılabileceğini
düşünüyorum…” 5-6 ülkenin daha çok süratle katılmasını sağlayacağız,
hâlihazırda onlarla görüşüyoruz.”
“Tez zamanda başka ülkeler de katılacak.” “Bu
antlaşmaların, bölgenin tamamı için kapsamlı Ortadoğu barış antlaşmasının
temelini oluşturmasını umuyorum.” “Bu antlaşma, daha barışçıl ve müreffeh
bir Ortadoğu için önemli bir adım. Şimdi buzlar çözüldü. Daha
fazla Arap ve Müslüman ülkenin BAE’yi takip etmesini bekliyorum.”
“İsrail ve BAE arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesi için antlaşmaya
varıldı.” “Yahudilerle Arapların düşman olduğu ve Mescid-i
Aksa’nın saldırı altında olduğu yalanlarının nesilden nesile aktarılması,
bölgede ve tüm dünyada terör ve şiddetin yayılmasına yol açtı.”
“Varılan bu antlaşmalar, bölgedeki halkların geçmişin
başarısız yaklaşımlarından kurtulmalarını sağladı.” “İsrail, BAE ve
Bahreyn karşılıklı büyükelçiler atayacaklar, turizmden ticarete, sağlıktan
güvenliğe kadar geniş yelpazedeki sektörlerde güçlü iş birlikleri ve
ortaklıklar kurmaya başlayacaklar... Onlar dostlar... Dubai ve Tel Aviv
arasında uçuşlar açılacak.” “İbrahim Antlaşması, tüm dünyadaki
Müslümanlara İsrail’deki kutsal mekânları ziyaret etme ve Mescid-i Aksa’da
barış içinde ibadet etmenin de kapılarını açtı.” “Başkanlık görevine
geldikten sonra ilk yurt dışı ziyaretim kapsamında, 54 Arap ve Müslüman ülkenin
liderleriyle Suudi Arabistan’da bir araya gelmiş, oradaki konuşmamda söz konusu
ülkelere birlik olma çağrısı yapmıştım...”
“Bugünün dünyasında Ortadoğu ülkeleri iş birliğini,
çatışmaya tercih ediyor. Bu ülkeler Araplar, İsrailliler, Müslümanlar,
Yahudiler ve Hristiyanların uyum ve barış içinde birlikte yaşayabileceği,
ibadet edebileceği, yan yana hayal kurabileceği bir geleceği seçiyor.” “Seçimi
kazanırsak İran’la harika bir antlaşma yapacağımızı sanıyorum.” “İran
çok mutlu olacak.” “3-4 antlaşma daha yapabiliriz. Sadece
halletmemize bakar.” “Suudi Arabistan Kralı ile konuştum ve harika
bir sohbet ettik ve orada da olumlu şeyler olacağını düşünüyorum.”
İsrail Başbakanı Netanyahu şunları söylüyor: “Hepimizin
karşı karşıya olduğu çok sayıda meydan okuma ve zorluğa karşın, tüm bunlara
rağmen, bir an durup bu kayda değer günü takdir edelim.” “Tarihî
dönüm noktasındayız, barış için yeni bir şafaktayız.” “Bu tarihî bir
gün!” “Yahudi halkı binlerce yıl barış için dua etti, Yahudi devleti de
onlarca yıldır barış için dua ediyordu.” “Ortadoğu’daki İsrail dostlarına
Esselamualeyküm…” “Başkanı (Trump) duydunuz, daha pek çok ülke barış için
sıraya giriyor.” “Bu birkaç yıl önce hayal edilemezdi. Ancak
kararlılık ve barışın nasıl yapılabileceğine yönelik yeni bir bakış açısıyla bu
başarıldı.” “Bölgeye yeni bir çehre getirdik, bunu başardınız.
Teşekkürler Sayın Başkan.”
“Bu antlaşmanın diğer Arap ülkelerine de yayılacağını ve
nihayetinde Arap-İsrail çatışmasını kalıcı olarak bitireceğini
umuyorum.” “Antlaşmanın faydaları tüm ülkelerin yurttaşlarına ulaşacak, bu
halklar arasında bir barıştır.” “İsrail’i güçlü yapmak için
çalıştım. Tarih bize gücün güvenlik getirdiğini, gücün müttefikler
getirdiğini ve Sayın Başkan sizin de her zaman dediğiniz
gibi nihayetinde gücün barış getirdiğini öğretti.”
BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed
el-Nahyan şunları söylüyor: “Barışı seçtiği ve Filistin
topraklarının ilhakını durdurduğu için Netanyahu’ya teşekkür…” “Bugün
Ortadoğu için daha iyi bir yol yaratacak yeni bir eğilime tanıklık
ediyoruz. Yansımaları bölgenin tamamında yankılanacak. Herkes daha
müreffeh ve güvenli bir gelecek için can atıyor.” “Barış bizim kılavuz
ilkemiz. Barıştan başka her yol, yıkım ve fakirlik olacaktır.” “Bu
antlaşma Filistin halkının yanında durmaya devam etmemizi
sağlayacak, istikrarlı ve huzurlu bir bölgede bağımsız bir devlet kurma
umutlarını gerçekleştirmelerini sağlayacaktır.” “Bu
antlaşma, daha önce Arap ülkelerinin İsrail ile imzaladığı
antlaşmalarla uyumlu. Ortadoğu’nun tamamına yayılmasını ve
bölgeye barış getirmesini bekliyoruz.”
Bahreyn Dışişleri Bakanı Abdullatif bin Raşid ez-Zayani şunları
söylüyor: “Bahreyn, Netanyahu ile hükûmetinin barışa yönelik
adımlarını memnuniyetle karşılıyor.” “Ortadoğu çok uzun zamandır çatışma
ve karşılıklı güvensizlik yüzünden geri kaldı. Artık bunu değiştirme fırsatı
elde ettiğimize ikna oldum.” “Bugün Washington’da imzalanan antlaşma,
Ortadoğu için bir umuttur. İsrail-Filistin çatışmasına adil, kapsamlı ve
iki devletli bir çözüm kalıcı bir barışın temeli olabilir. Bugün böyle bir
yolun mümkün olabileceğini ve gerçekçi olduğunu gösterdik.[5]
Konuya ilişkin sorumluların konuşmalarını ana hatları ile
yukarıya almamızın sebebi, okuyucuya meseleye farklı açılardan bakabilme
imkânını sunabilmektir. Yukarıdaki konuşmaların her birini ele alıp yorumlama
ve değerlendirme imkânımız ve yerimiz yoktur. Genel bir değerlendirme
yapacağız.
Yukarıdaki konuşmalarda satır aralarında zikredilen ve fakat
tehlikeli olan bazı noktaları öne çekerek Aksa Tufanı harekâtının ana amacını
ortaya koymaya çalışacağız.
Yapılan antlaşmaya İbrahim Antlaşması denmesinin özel bir
anlamı ve mesajı vardır. İbrahim Antlaşması, Filistin meselesini
unutturma ve Filistin’i ilhak ederek işgal etme ve Filistin devletini yok etme
operasyonunun kilometre taşıdır. “Yeni Ortadoğu”da Kudüs ve Mescid-i Aksa
İsrail’indir. Arap Birliği kendi içinde parçalanmış, bir ve bütün hareket
edememektedir. İsrail’le imzalanan antlaşmaların ana hedeflerinden biri,
Türkiye ve İran’a karşı bir cephe oluşturmaktır. Antlaşmaların ana hedefi
“Yeni Ortadoğu”da “Arap-İsrail-NATO Projesini” hayata geçirerek Büyük Ortadoğu
Projesine (BOP) ve Büyük İsrail Projesine (BİP) altyapı
hazırlamaktır. İbrahim Antlaşması silah sektörünün ekmeğine yağ
sürmüştür.
Antlaşmada üç semavi dinde ortak payda olarak yer alan Hz. İbrahim
peygamberin isminin kullanılması, kurbağa haşlama stratejisinin önemli bir
boyutudur. Bu psikolojik savaş taktiği ile, antlaşmaya karşı çıkmak isteyen
Müslümanların ve Hristiyanların önü kesilmek istenmiştir. İbrahim peygambere
Yahudi inancında yüklenen anlam ile Kur’ân’da yüklenen anlam birbirinden
farklıdır. Bu konunun Yeşaya Kehanetleri de göz önüne alınarak ayrıca
incelenmesi gerekmektedir.
İbrahim Antlaşması, Filistin meselesini unutturma,
Filistin’i ilhak ederek işgal etme ve Filistin devletini yok etme operasyonunun
kilometre taşıdır. Yüzyıl Antlaşması ve ardından gelen İbrahim
Antlaşması ile ilgili sürece, yapılan konuşmalara ve girişimlere bakıldığı
zaman bu antlaşmaların bir diğer boyutu da Filistin meselesini unutturup
kurbağa haşlama stratejisine uygun olarak zamanla Filistin devletini ve halkını
tasfiye etmek, başta Filistin toprakları olmak üzere “Nil’den Fırat’a kadar
olan coğrafyayı” işgal etmektir.
İbrahim Antlaşması ile ilgili Trump’ın damadı Jared Kushner
ile yaptıkları görüşmelerde Netanyahu, Batı Şeria’daki İsrail
yerleşimlerini ve Ürdün Vadisini 1 Temmuz 2020’ye kadar ilhak etmek
istediğini açık bir şekilde söylemiştir. Böylece “İsrail yerleşimlerinin
olduğu Batı Şeria’nın yaklaşık 3’te 1’lik bölümünü İsrail ilhak edecekti.”
Madrid Konferansı’nda (1991) Mısır’ın/Ürdün’ün
İsrail’le yapacağı antlaşmada “barış olabilmesi için İsrail’in işgal
ettiği topraklardan çekilmesi gerekir” fikri, nirengi noktası olmuştu. Bu
yaklaşım tarihe, “barış karşılığı toprak” ilkesi diye
geçmiştir. Bu ilkeye göre, “İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan
çekilmesi, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti kurulması
öngörülmüştü.”[6]
Madrid Konferansı’ndaki “barış karşılığı
toprak” ilkesini göz önüne alan Kushner, ilhak olayına Mısır,
Ürdün ve Körfez ülkelerinin karşı çıkacağını, bunun da BAE ve Bahreyn gibi Arap
ülkelerini olumsuz etkileyeceğini ifade ederek karşı çıkmış ve Trump’ı devreye
sokarak Netanyahu’nun ilhak isteğini erteletmiştir.[7] Netanyahu İbrahim Antlaşması’nın imzalanabilmesi
için ilhak isteğinden vaz geçmemiş ve fakat ilhak isteğini belirsiz
bir zamana ertelemiştir. Yol boyu bunu söylemekten de geri kalmamıştır.[8] İlginç olan BAE ve Bahreyn’in İbrahim Antlaşması’nı
imzalamalarının temel nedenlerinden birinin, “İsrail’in daha önce ilan ettiği
Batı Şeria’daki İsrail yerleşimlerini ve Ürdün vadisini ilhaktan
vazgeçirmek” olduğudur. BAE hükûmetinin yaptığı açıklamada, “İsrail
Batı Şeria’da bazı bölgeleri ilhak planından derhal vazgeçecek (immediately
stops)” ifadesi kullanılırken; İsrail tarafının yaptığı açıklamada “ilhak
geçici olarak durdurulacak (suspend)” tabiri kullanılmıştır.[9]
Netanyahu, “Batı Şeria
topraklarına yönelik ilhak planında bir değişiklik
olmamış; sadece Trump’ın ricası üzerine bazı bölgelerin ilhakını
geçici olarak askıya aldığını, dondurduğunu” açıklamıştır.[10] Netanyahu daha da ileri
giderek, bölgedeki çözüm sürecinin temel aldığı “barış karşılığında
toprak” ilkesinin Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile imzalanan normalleşme
antlaşmasıyla ortadan kalktığını; Batı Şeria’daki bazı toprakların ilhak
edilmesi planından vazgeçmediğini açık bir şekilde
söylemekten de çekinmemiştir: “İlhak meselesinin plana (ABD’nin
Yüzyılın Antlaşması Planı) dâhil edilmesi konusunda ısrar eden benim. Bu planda
da hiçbir değişiklik olmadı. Başkan Donald Trump da bu plana bağlı. Ben de
müzakerelerin bu temelde olması konusunda kararlıyım.” “Barışın
topraklardan çekilmeyle (barış karşılığı toprak) tesis edilebileceği inancı
artık yok, öldü. Bu inanç, gerçek barış, barış karşılığı barış, güçten
doğan barış inancıyla değiştirildi. Artık bunu geçerli kabul ediyoruz.”[11]
ABD Başkanı Donald Trump, Netanyahu’nun yaptığı bu
açıklamanın ardından yaptığı açıklamada, “İlhak planının ertelendiğini ancak
planda bir değişiklik olmadığını” belirtmiştir.[12]
Netanyahu, “Bugünün atılımları yarının standartları olacak
ve diğer ülkelerin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmelerinin yolunu
açacak.” “Filistinlileri beklemek zorunda kalsaydık, sonsuza kadar
beklerdik.”[13] tarzında yaptığı konuşma ile tavrında, düşüncesinde bir
değişiklik olmadığına ısrarla vurgu yapmıştır.
İlginç olan, bütün bu tartışmalar yapılırken taraflardan
hiçbirinin, İbrahim Antlaşması’nda konuya ilişkin herhangi bir maddenin olup
olmadığını resmen açıklamamasıdır. Ancak medyadaki bilgilere göre İbrahim
Antlaşması’nın herhangi bir yerinde “İsrail’in, Batı Şeria’yı hukuken ilhak
etmeyi iptal ettiğine, hatta ertelediğine ilişkin hiçbir hüküm
bulunmamaktadır.” Dahası İbrahim Antlaşması’nda, “İsraillilerin
Filistinlilerin durumunu iyileştirmek için yapması gerekenlerle” ilgili
hiçbir hüküm de mevcut değildir.[14] “İsrail’in daha önce ilan ettiği Batı Şeria’daki İsrail
yerleşimlerini ve Ürdün Vadisini ilhak” etmekten Netanyahu vazgeçmiş
değildir. Ertelenmesinin de İbrahim Antlaşması ile ilgisi yoktur.
Sebepleri çok daha farklıdır.[15]
İbrahim Antlaşması, İsrail’in Filistinlilere karşı tavizde
bulunmama kabiliyetini daha da güçlendirmiş, hatta zulüm yapmada elini
kuvvetlendirmiştir. Bu dönemde İsrail’in zulüm mekanizması, kurbağa haşlama
stratejisine uygun şekilde hayata geçirilmiştir. İsrail yönetimi
zulmüne; “yerleşimci” adı altında getirdiği göçmenleri
silahlandırarak Filistinlilerin mallarına, mülklerine el koyarak, onları göç
ettirerek, İsrailli göçmenlere yeni yerleşim bölgeleri inşa ederek Batı
Şeria’yı paramparça ederek; işgal altındaki ve mülteci kamplarındaki
Filistinlileri vatandaşlık haklarından, özgürlüklerinden mahrum bırakarak
ilhaka gayri resmî bir şekilde devam etmiştir. Aksa Tufanı
adaletsizliğe, zulme dur deme ve arka planda yapılan zulmü ve bu zulmün
işbirlikçilerini ifşa etme ve çökertme harekâtıdır.
“Yeni Ortadoğu”da Küdüs ve Mescid-i Aksa İsrail’in Olacak
Trump ve ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü
Geraldine Griffith’in konuya ilişkin yaptığı açıklamaları değerlendirmek
gerekmektedir. Trump şöyle diyor: “Barışçıl Müslümanlar, Kudüs’teki
Mescid-i Aksa dâhil olmak üzere İsrail’deki tarihî mekânları ziyaret
edebilecek.” ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith ise “Bu
antlaşmayla birlikte radikallerin artık mazereti kalmadı. Çünkü antlaşma, Dubai
ve Abu Dabi’deki Müslümanların gelmesine, İsrail’i barış içinde ziyaret
etmesine ve aynı şekilde Mescid-i Aksa’da namaz kılmasına izin verecek.” diyor.
Bu ifadeler Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın İsrail’e ait
olduğunun çok açık beyanı olup İbrahim Antlaşması’nı imzalayanların yüzüne baka
baka söylenmiştir. Onlar da bunu kabul etmişlerdir.
Her ikisinin ifadelerinde, Filistinlilerin isminin geçmemesi
dikkat çekicidir. Şu an Filistinli Müslümanlar, Mescid-i Aksa’ya izin verildiği
sürece gidebilmekte, ezan okuyabilmekte ve namaz kılabilmektedirler. Fiilen
Kudüs ve Mescid-i Aksa İsrail işgali altındadır. Trump ABD Büyükelçiliğini Tel
Aviv’den Kudüs’e taşımakla işgal hareketini onaylamış ve desteklemiştir. Bunu
yapan Trump, İbrahim Antlaşması için “Bölgedeki tüm ülkelerin barış ve
refah içinde yaşaması için tarihî adım” derken yüzü hiç kızarmamış ve
utanmamıştır. Başta Suriye, Yemen ve Libya olmak üzere tüm
Ortadoğu’da dökülen kanların müsebbibi bizzat kendileridir. Nitekim bundan
dolayıdır ki bu coğrafyada işlenen cinayetlerden, dökülen kanlardan hiç
bahsetmemekte, durmasını da istememektedir.
Yüzyıl ve İbrahim Antlaşmalarına Göre Filistinli
Mülteciler Vatanlarına Dönemeyecek
“13 Eylül 1993’te, ABD Başkanı Bill Clinton’ın
arabuluculuğunda dönemin İsrail Başbakanı İzhak Rabin ve Filistin Kurtuluş
Örgütü müzakerecisi Mahmut Abbas arasında Oslo Mutabakatı imzalanmıştır.”[16] Filistin Yönetimi, Oslo Antlaşması’nı imzalayarak hem
İsrail’i tanımış, ona meşruiyet kazandırmış hem de İsrail’in Filistin
toprağının yüzde 78’i üzerindeki hâkimiyetini kabul edip kendisine Filistin
topraklarının %22’sini yeterli görmüştür.[17] Bugün İsrail “yerleşimci projesi” adı altında
bir işgal hareketini başlatmış, Batı Şeria’da 15 yerleşim bölgesi kurarak
fiilen işgal etmiş; Filistin’e ait %22 olan toprakların bir kısmını böylece
kendine mal etmiştir. Ayrıca 20 civarında yeni yerleşim bölgeleri inşa etme
projesini yürürlüğe sokmuştur. Oslo Antlaşması’nın kabul ettiği 2
devletli çözüm bugüne kadar gerçek anlamda hayata geçirilememiştir. İsrail,
Arap Birliği’nin 2002’de ortaya koyduğu “Barış İnisiyatifi”ni de kabul
etmemiştir.
Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları kapsamında yabancı ülkelerde
yaşayan mültecilerin kendi vatanlarına dönmesi engellenmektedir. Bu
konuda Trump’ın planı, sığınmacıların, bulundukları ülkelerde
yerleştirilmesi şeklindedir. Söz konusu ülkelerin bunu kabul etmesi durumunda
kendilerine parasal destek verilecektir. Bu bağlamda “Ürdün’e 6 milyar,
Mısır’a 7 milyar, Lübnan’a da 3,5 milyar dolar” yardım öngörülmektedir.[18]
BAE ve Bahreyn’in İsrail ile İlişkileri
BAE ve Bahreyn İbrahim Antlaşması’nı İsrail’in Filistin
topraklarını ilhak etmesini engellemek için imzaladıklarını yol boyu
seslendirmişler ve ilhakı engellediklerini hep iddia etmişlerdir. İsrail’in
ilhak projesinin iptal edildiği olgusunun doğru olmadığı yukarıda ele
alınmıştır. Bu olgu tamamen yanlıştır. İptal ile ertelemeyi aynı bağlamda değerlendirerek
kendilerini savunmuşlardır.
Asıl sorun, bu ülkelerin İsrail ile ilişkileri gerçekten de
İbrahim Antlaşması sürecinde mi başlayıp devam etmiştir yoksa bir arka planı
var mıdır? 1991’de Madrid’de yapılan Arap-İsrail görüşmelerinin
başlangıcında bazı Körfez ülkeleri bulunmuşlardır. İsrail ile Filistin Kurtuluş
Örgütü (FKÖ) arasındaki Oslo sürecinde masada yer almışlardır. “1990’lı
yıllardan bu yana İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri, çoğunluğu gizli olmakla
beraber pek çok çalışma yapmışlardır.” 2011 “Arap Baharı” sürecinde ortak
hareket etmişlerdir. İsrail BAE’yi, Bahreyn Mısır’daki 2013 darbesini
desteklemişlerdir. BAE, yaklaşık on yıldır doğrudan İsrail’den,
“askerî malzeme” satın almaktadır. Özellikle bölgede etkin olabilmek
için “en son teknolojilere sahip casusluk teçhizatları” almak için
çalışmalar yapmaktadır.
Netanyahu’nun Likud Partisi’nden en az üç İsrailli
bakan 2014 yılında kamuoyunun gözü önünde BAE’ye resmî ziyarette
bulunmuştur. İsrail, 2015’te BAE’nin başkenti Abu Dabi’de
Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’na bağlı bir diplomatik büro açmıştır.[19] BAE ve İsrail, 2016 yılında ortak askerî tatbikatlar
düzenlemişlerdir.[20] İsrail Körfez ülkeleri ile ekonomik ve kültürel
ilişkileri geliştirmeyi 2018 yılında başlatmıştır.[21] İlk defa İsrail’i tanımayan bir Arap ülkesine, BAE’ye
İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, İsrail Judo Millî Takımı ile
gitmiştir. Abu Dabi’yi ve Şeyh Zayed Cami-i Kebir’ini gezmiştir. İsrailli
sporcunun birinci gelmesinden dolayı, daha önce yasaklanmış olan, “İsrail Millî
Marşı HaTikva okunmuş ve İsrail bayrağı spor salonunda sergilenmiştir.”[22]
Dolayısıyla, İbrahim Antlaşması böyle bir sürecin
sonucudur. Antlaşma kapsamında, “Karşılıklı olarak büyükelçiliklerin
açılması, ekonomik, bilimsel ve kültürel alanlarda iş birliği
yapılması” öngörülmektedir. İsrail, İbrahim Antlaşması’nı Ortadoğu’daki
başka ülkelere de girebilmenin sıçrama tahtası yapmak istemiştir. Zamanlaması
ABD ve İsrail’deki seçimlerle ilgili olabilir. Gerçekte bir “uyutma,
uyuşturma ve haşlama” harekâtıdır. Aksa Tufanı ise, böyle bir
ihanet hareketinin ifşa edilmesi ve çökertilmesi harekâtıdır.
İbrahim Antlaşması, Arap Birliği’nin Parçalanması
Girişimidir
BAE ve Bahreyn’in İsrail ile imzaladıkları İbrahim
Antlaşması ile başta Arap dünyası olmak üzere İslâm dünyası antlaşmayı
uygun bulanlar ile ihanet sayanlar olmak üzere iki ayrı bloka
ayrılmıştır. Trump’ın yukarıda verdiğimiz açıklamalarına göre “5-6
ülke daha İsrail’le ilişkileri normalleştirme antlaşmalarına
katılabilecektir.” Antlaşmanın imzalandığı günlerde bu ülkelerin içinde Umman,
Sudan, Suudi Arabistan’ın olabileceği sıkça seslendirilmiştir.
Ramallah’taki Filistin Ulusal Yönetimi ve Gazze merkezli
HAMAS yönetimi, yaptıkları açıklamalarla İbrahim Antlaşması’nı “Filistin
davasına ihanet” görmüşlerdir. Filistin Dışişleri
Bakanlığı şöyle demiştir: “ABD, İsrail ve BAE’den yapılan İsrail-BAE
normalleşme açıklamasının ardından Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın talimatları
doğrultusunda, Filistin’in Abu Dabi Büyükelçisi derhal
geri çekildi.” Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi şunları
diyor: “İsrail, eğer antlaşmayı, işgalin sona erdirilmesi ve Filistin
halkının özgürlük ve 1967 sınırlarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız
devletini kurma hakkının iadesinde teşvik edici bir unsur olarak görürse
bölge adil barışa doğru ilerleyecektir. Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma
daha da derinleşecek ve bütün bölgeyi tehdit eder hâle gelecektir.”[23] Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen es-Safedi’nin yukarıda
verilen konuşmasında, “Ancak İsrail bunu yapmazsa çatışma daha da derinleşecek
ve bütün bölgeyi tehdit eder hâle gelecektir.” ifadesi bugünlerin öngörüsü
şeklinde değerlendirilmelidir.
Geçmiş yıllarda Arap ülkeleri arasında Filistin
sorunu çözülmeden veya bu konuda ciddi adımlar atılmadan İsrail ile ilişkiler
kurulmayacağına ilişkin bir mutabakat vardı. Bunun sonucu olarak Mısır
İsrail’le, 1979 yılında barış antlaşması imzaladığı için “Arap
Birliği’nden atılmış ve Kahire’de bulunan bu uluslararası örgütün merkezi
Tunus’a taşınmıştır.”[24] Çok sonraları Mısır tekrar Arap Birliği’ne
alınmıştır.
İsrail, kurulduğu 1948 yılından itibaren, bir taraftan Şer
İttifakı’nın (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm-AB) desteği ile Filistin topraklarını
işgal ederken diğer taraftan çevresindeki Arap ülkelerini savaşın içine
çekmiştir. Arap devletleri ile yaklaşık en az altı savaş yapmıştır.[25] Filistin’de yapılan intifadalara karşı da tam bir
katliam gerçekleştirmiştir. Bu nedenle İsrail savaşların sebebi ve suçlusudur;
İsrail bir işgalcidir.
İbrahim Antlaşması’nı savunanlar, 1978 (Camp David
Antlaşması) ve 1979 yılında Mısır, 1994 yılında da Ürdün ile yapılan
antlaşmalara atıfta bulunarak kendilerini savunmaya çalışmışlardır. Mısır ve
Ürdün geçmişte İsrail ile savaşmışlar ve yenilmişlerdir. Bu yenilginin
uzantısında İsrail’in, işgal ettiği toprakları geri vermesi
şartıyla “barış için toprak” ilkesi kapsamında birer antlaşma
yapmışlardır.[26] Ancak aralarındaki soğuk savaş devam etmiş, sivil toplum
kuruluşları ve halk düzleminde İsrail ile ilişki kurulamamıştır. Bu açıdan
İbrahim Antlaşması’nı imzalayanların geçmişte İsrail’in Mısır ve Ürdün ile
yaptıkları antlaşmalara atıfta bulunup onları örnek saymaları yanlıştır.
İbrahim Antlaşması’nı imzalayanların hiçbiri, Birleşik Arap
Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn İsrail ile hiçbir zaman savaşmamışlardır.[27] Mısır, Ürdün ve Lübnan’ın İsrail ile sınır anlaşmazlığı
vardır. Oysa BAE ve Bahreyn gibi ülkelerin İsrail’le herhangi bir sınır
anlaşmazlığı veya başka bir ihtilafı yoktur. Herhangi bir sınır anlaşmazlığı
olması mümkün de değildir. Çünkü Kudüs ile BAE’nin başkenti arasında 2030
kilometre, Bahreyn’in başkenti ile arasında 1610 kilometre mesafe var.[28]
Ayrıca İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında imzalanan
sadece bir “saldırmazlık” antlaşmasıdır. Oysa BAE ve Bahreyn
ile imzalanan antlaşma saldırmazlık antlaşması olmayıp kültürel, ekonomik,
hukuki, siyasi ve teknolojik iş birliği merkezlidir. “Finans ve yatırım; sivil
havacılık; vize ve konsolosluk servisleri; inovasyon, ticaret ve ekonomik
ilişkiler; sağlık; bilim, teknoloji ve uzayın barışçıl amaçlarla kullanımı;
turizm, kültür ve spor; enerji; çevre; eğitim; deniz alanları düzenlemeleri;
telekomünikasyon ve posta; ziraat ve gıda güvenliği; su ve hukuk alanında işbirliği.”[29]
BAE’nin İbrahim Antlaşması’nı kabul etmekteki amaçlarından
birisi, ABD ile daha yakın ilişki kurarak uzun zamandır istediği ve fakat
alamadığı gelişmiş silahları ABD’den satın alma imkânına sahip olmaktır.
BAE’nin istediği “Gelişmiş silahlar arasında F-35 savaş uçakları, reaper
dronelar ve EA-18G Growler adı verilen düşman ülkenin hava savunma sisteminin
sinyalini bozarak gizli saldırı imkânı veren elektronik savaş uçağı” da
bulunmaktadır.[30]
Aksa Tufanı harekâtına kadar, kurbağa haşlama stratejisi çok
başarılı bir şekilde yürütülmüştür. Bu kapsamda 1979 yılında İsrail ile yaptığı
antlaşmadan dolayı Arap dünyasından Mısır’a konulan tavır,
onu Arap Birliği’nden çıkarmak gibi son derece ağır bir tepkiydi.
Oysa bugün ise İbrahim Antlaşması’nı İsrail ile imzalayarak İsrail’i meşrulaştırdıklarından
dolayı BAE ve Bahreyn’e ciddi hiçbir bir tavır konmamıştır.
BAE ve İsrail iş birliği içerisinde, Arap Birliği’nin üyesi
olan en az on ülkenin (Yemen, Libya, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin,
Sudan, Tunus, Bahreyn ve muhtemelen de Katar) topraklarına askerî saldırılar
düzenlemişler, darbeleri desteklemişlerdir.[31] O nedenle BAE’nin İbrahim Antlaşması’nı imzalaması bir
sürpriz değildir. Bu antlaşma BAE ve Bahreyn’in iddia ettiğinin aksine Filistin
davasına hiçbir katkı sağlamamıştır. Batı Şeria’daki işgalleri de durdurmamış,
durdurmak için de hiçbir atılım, girişim yapmamıştır. Bunlar Arap dünyasının
parçalanmışlığının bir göstergesidir. Dolayısıyla İbrahim Antlaşması’nı
imzalayanlar, Şer İttifakı ile tam bir iş birliği içerisine girerek İsrail
karşısında bir güç olan Arap Birliği’ni parçalayarak İsrail’in önünü
açmışlardır.
İbrahim Antlaşması, İslâm Birliği’nin Parçalanması
Girişimidir
Tehlikeyi gören Türkiye ve İran İbrahim Antlaşması’na
gerekli tepkiyi zamanında vermişlerdir. BAE ve Bahreyn’i, ABD ve Siyonizm ile
iş birliği içerisinde, özelde Kudüs, Filistin ve Arap dünyasına, genelde İslâm
dünyasına ihanet etmekle suçlamışlardır. Türkiye Dışişleri Bakanlığı “Zaten
ölü doğan ve hiçbir geçerliliği olmayan ABD planı üzerinden gizli hesaplar
yapmaya çalışan BAE, bu şekilde Filistin’in iradesini de yok saymaktadır. BAE
liderliğinin, Filistin halkının ve yönetiminin rızası hilafına Filistin
adına İsrail ile müzakereler yürütme ve Filistin açısından hayati önem taşıyan
konularda taviz verme yetkisi hiçbir şekilde yoktur. Kendi dar çıkarları
uğruna Filistin davasına ihanet ederken, bunu âdeta Filistin
için yapılan bir özveri gibi takdim etmeye çalışan BAE’nin bu riyakâr
davranışını tarih de bölge halklarının vicdanı da unutmayacak ve asla
affetmeyecektir. Bahreyn’in Birleşik Arap Emirlikleri’nin peşine takılarak
Arap Barış Girişimi ve İslâm İşbirliği Teşkilatı çerçevesindeki taahhütlerin
hilafına İsrail’le diplomatik ilişki tesis etme kararı almasını endişeyle
karşılıyor ve kınıyoruz.”[32] açıklamasını yapmıştır.
Hamaney “Birleşik Arap Emirlikleri hem İslâm dünyasına hem Arap
ve bölge ülkelerine hem de Filistin’e ihanet etti. Elbette bu ihanet uzun
sürmeyecek ancak bu utanç lekesi onların üzerinde
kalacaktır. Siyonistlerin bölgeye girişine izin verdiler. Bir ülkenin
gasp edilmesi meselesi olan Filistin meselesini unuttular ve normalleştirdiler. Filistin
halkı her yönden şiddetli baskılara maruz kalıyorken onlar, İsrailliler
ve (ABD Başkanı Donald) Trump’ın ailesindeki Yahudi (Trump’ın damadı ve
danışmanı Jared Kushner) Amerikalılarla birlikte İslâm dünyasının
çıkarları aleyhinde iş yapıyor ve İslâm dünyasına zulmediyorlar. Umarım
yakında uyanır ve yaptıklarını telafi ederler.” demiştir.
İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf’ın Uluslararası
İlişkilerden Sorumlu Özel Yardımcısı Hüseyin Emir
Abdullahiyan ise “BAE’nin, sahte ve suçlu İsrail rejimiyle ilişkileri
normalleştirme adına yeni yaklaşımı barış ve güvenliği sağlamaz,
yalnızca Siyonistlerin suçlarının devam etmesine hizmet eder. BAE
yönetimi, Filistin ve Kudüs davasına sırtını dönmüştür ve bu tutumunun
hiçbir gerekçesi yoktur. BAE, bu stratejik hata ile Siyonizm ateşine
yakalanacaktır.” demiştir.
Yüzyıl ve İbrahim antlaşmalarının arka planındaki dolaylı
hedef açıkça söylenmemesine rağmen, özelde Türkiye ve İran, genelde ise İslâm
İşbirliği’dir. Başta BAE ve Bahreyn olmak üzere Körfez ülkeleri, genelde
İran’ı, özelde de Türkiye’yi düşman görüyorlardı. Şer İttifakı da her
fırsatta bunu dile getirerek var olan fay hatlarına enerji yüklüyordu.
Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Geraldine Griffith, yapılan
antlaşmalarda önemli bir hedefin İran olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir: “İran’ın
saldırganlığı, Körfez’den İsrail’e kadar bütün bölge tarafından biliniyor. Aynı
zamanda Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nden (BMGK) İran’a yönelik silah ambargosunun uzatılmasını
istediğini biliyoruz. Ortadoğu ülkeleri şu an tek bir ağızdan konuşuyor ve
talepleri aynı, o da silahların İran için yasaklanmasıdır.”[33]
Washington Enstitüsü’nün Ortadoğu uzmanlarından David
Makovsky, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasındaki antlaşmayı İran ve
Türkiye’ye karşı yapılan “rakipsiz bir birleşim” şeklinde
değerlendirmiştir: “İran’ın bölgedeki nüfuzundan rahatsız olan İsrail ve
Birleşik Arap Emirlikleri gibi iki ülkenin bir araya gelmesi inanılmaz bir
birleşim. Birleşik Arap Emirlikleri elbette bunun İran’a karşı yapıldığını
söylemekten dikkatle kaçınacaktır. Ancak her iki ülke de İran’ın nüfuzundan
rahatsız ve her iki ülkenin de İran’la nükleer antlaşma konusundaki duruşları
son derece net. Her iki ülke, Türkiye’nin destek verdiği siyasal İslâm ve
Katar’ın finanse ettiği Müslüman Kardeşler’den rahatsız. Bu
antlaşma bölgedeki aşırıcıları dışlamak isteyen iki ülkenin ittifakıdır.”[34]
BAE, İran’ı gerekçe göstererek Amerika’dan F-35 savaş
uçakları ve İsrail’den de çok özel savunma ve siber saldırı sistemleri satın
almak için harekete geçmiştir. İran, Filistin ve Türkiye için yasak olan
silahlar İsrail için meşrudur. İran ve Türkiye atom bombasına sahip olamaz ve
fakat İsrail olabilir. Hatta “HAMAS’ı atom bombası atarak yok etmekle” tehdit
edebilir, o anlı şanlı uluslararası kuruluşlar (BM vb.) başta olmak üzere ABD,
İngiltere, AB bu tehdide hiç ses çıkarmaz, 3 maymunları oynar dururlar.
İbrahim Antlaşması’ndan sonra “Yerli Arap nüfusu ancak
bir milyon kadar olan BAE”[35], “Şer İttifakı tarafından Libya’dan Somali ve Yemen’e,
Mısır’dan Suriye ve Katar’a uzanan coğrafyada” tam bir Truva Atı
olarak kullanılmıştır. Suriye, Somali ve Libya’da Türkiye karşıtı bir cephede
saf tutmuş olması bunun en canlı göstergesidir. İbrahim Antlaşması’nın
imzalanmasından sonra hem BAE hem de Bahreyn kapılarını İsrail’e açmış, gelen
ilk uçağı yönetim temsilcileri karşılamışlardır. Buna Filistin ve HAMAS yönetimleri
ciddi bir tepki göstermişlerdir. Filistin Başbakanı Muhammed Iştiyye şöyle
diyor: “İsrail’e ait bir uçağın bugün BAE’ye inmesi bizi derinden üzmektedir.
Bu, Arap-İsrail çekişmesine ilişkin Arap tutumunun açık şekilde ihlal
edilmesidir.” HAMAS yönetimi ise şu açıklamayı yaptı: “İsrail’e ait
uçağın, Suudi Arabistan hava sahasını kullanarak BAE’de karşılanması Filistin
halkının sırtına saplanmış bir hançerdir. Bu durum Filistin mücadelesine ve
direnişine ihanettir. Abu Dabi yöneticileri, Siyonist oluşumla bir utanç
Antlaşması yaparak normalleşme suçunu sürdürmekte ısrarcı davranıyor.”[36]
İbrahim Antlaşması’nı imzalayanlar İran’ın Ortadoğu’da
bir güç merkezi hâline gelmesi ve kendilerini tehdit etmesi gerekçesine
dayanmaktaydılar. Bu anlayışın sonucunda “İran’a karşı birlik Filistin
davasından daha önemlidir.”[37] şeklindeki bir ilke benimsenmiştir. Bu yaklaşımın
sonucunda İsrail ile iş birliğine girerek Filistin davasına, Arap
Birliği’ne ve İslâm Birliği’ne ihanet etmişlerdir.
Türkiye ve İran’ın bölgede daha etkin olmaması için İbrahim
Antlaşması ile ABD-İsrail- BAE-Bahreyn eksenli bir fay hattı meydana
getirilerek Ortadoğu düzleminde jeopolitik bir depremin meydana gelmesi için
bir altyapı oluşturulmuştur. Bu jeopolitik depremde kaybedenler sınıfında İran
ve Türkiye’nin de var olduğu ifade edilmiştir. Thomas Friedman New
York Times gazetesinde şunu yazmıştır: “Jeopolitik
açıdan antlaşmanın en büyük kaybedenleri İran ve müttefikleri Hizbullah, Iraklı
milisler, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, Filistin’deki İslâmî direniş
grupları HAMAS hareketi ve İslâmî Cihad hareketi, Yemen’deki Husiler ile
Türkiye oldu.”[38] Ne yazık ki ne Arap Birliği ne de İslâm İşbirliği
Teşkilatı İsrail’e karşı güçlü bir cephe oluşturamamışlardır.
İbrahim Antlaşması’nın Stratejik Hedeflerinden
Biri Arap-İsrail NATO’su Kurmaktır
Rahmetli Erbakan’ın D-8’leri kurarken çok önemli
hedeflerinden biri de “İslâm Ordusu”/“İslâm NATO’su” kurmak, ortak
para birimi olarak da “İslâm Dinarı” kullanmaktı. Ömür boyu bu
düşüncelerini sürekli tekrarlamıştır. İslâm ülkeleri yönetimine bu fikrini
götürmüş ve kurulması için çok ısrarcı olmuştur. Şer İttifakı’nın durdurulup
yok edilebilmesi için “D-8’ler ile başlatılan süreci önce D-60 sonra da D-160’a
çıkartmak istemiştir.” 28 Şubat ile başlatılan süreç bu fikirlerin hayata
geçirilmesine mâni olmuştur.
Yıllar sonra Türkiye, Pakistan, Suudi Arabistan ve Katar ile
“İslâm Ordusu” adlı bir projeyi, hayata geçirmek için çalışmaya ve ilgili
ülkelerle görüşmelere başlamıştır. Bu projede İran’ın da yer alması
öngörülmekteydi. Böyle bir zamanda Trump Suudi Arabistan’da 54 Arap ülkesi
liderleri ile bir toplantı yapmış, ardından da Yüzyıl ve İbrahim
antlaşmalarını Arap ülkeleri ile imzalayarak hayata geçirmiştir. ABD
Başkanı Trump’ın, Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları çalışmalarını başlattığı
süreçte gündeme gelen, öne çekilen ve tartışılan bir konu da “Arap-İsrail
NATO’su”, “Bölgesel NATO’lardır.”[39] Trump, Mayıs 2017’de Suudi Arabistan’ı ziyaret ederek 54
Arap ve Müslüman ülkenin liderleriyle bir araya gelmiştir. Bu toplantı
sürecinde Trump Suudi Kralı Abdülaziz ile birlikte “Kılıç dansı”
gerçekleştirmiş ve dünya küresi etrafında ABD, Suudi Arabistan, Mısır, BAE,
Bahreyn liderleri ile birlikte resim çektirmiştir. Bu resim, literatüre “Küre
İttifakı” şeklinde girmiştir.[40] Küre İttifakı, bölgede ve de dünyada yeni bir
yapılanmanın işaretiydi.
Nitekim Suudi yönetimi Yemen’deki iç savaşta İran’ın bölge
için ciddi bir tehdit olduğunu ileri sürerek bir “Arap Ordusu/Arap NATO’su”
veya “İslam Ordusu/İslâm NATO’su” kurulması fikrini[41] dile getirmiş ve ilgili ülkelere çağrıda
bulunmuştur. Dolayısıyla böyle bir yapılanma ile İran ve İran’la ittifak
içerisinde olan ülkeler devre dışı bırakılmıştır. Bu yaklaşım ile “İslâm İç
Savaşı” projesi yürürlüğe sokulmak istenmiştir. Suudi Arabistan’ın bu hamlesi
ile Türkiye’nin tüm İslâm dünyasını kuşatacak olan İslâm Ordusu projesi
engellenmiştir.
Trump Yönetimi Suudi Arabistan üzerinden bu hamleyi yapmış
ve Türkiye’nin ve karşılarına çıkabilecek büyük bir stratejik gücün önünü
kesmiştir. Trump bu sonucu elde ettikten sonra muhtemeldir ki Suudi yönetiminin
önerdiği “Arap Ordusu/Arap NATO’su” yerine yeni bir bölgesel yapılanma olarak
“Arap-İsrail NATO’su” fikrini öne çekmiş ve Ortadoğu’da başta Suudi Arabistan
olmak üzere iş birliği içerisinde olduğu ülke yönetimlerine bu teklifi
götürmüştür. Bunu hayata geçirebilmek için İsrail’i merkeze koyarak,
Ortadoğu’daki değişik ülkelerle antlaşmalar yaparak bu fikrin alt yapısını
oluşturmak istemiştir ve oluşturmuştur.
O yıllarda Trump, “küreselcilere karşı” BM ve NATO başta
olmak üzere küresel örgütlere karşı çıkmakta; bunun yerine yerel yapılanmaların
oluşturulması gerektiğini öne sürmekteydi. Suudi yönetiminin seslendirdiği
“Arap Ordusu/Arap NATO’su”, onun bu fikrini kolaylaştırmıştır. “Arap
Ordusu/Arap NATO’su” yerine “Arap-İsrail Ordusu”/“Arap-İsrail NATO’su”
kurulması fikri etkin hâle getirilmiştir.
Anlaşılan o ki, hem Trump’ın hem de Netanyahu’nun “Yeni
Ortadoğu” projesi, “Arap-İsrail Ordusu”/“Arap-İsrail NATO’su” merkeze alınarak
şekillendirilecekti. Şer ittifakı Türkiye ve İran karşıtlığı üzerine kurulu bir
“Arap-İsrail NATO’su” inşa ederek Ortadoğu’yu paramparça edecek bir savaşı
başlatmak istiyordu. Yüzyıl Antlaşması’nın ana hedefinin bu olduğu
unutulmamalıdır. Trump bunu başaramamıştır. O nedenle ABD, bu coğrafyadan
ayrılıp Asya Pasifik bölgesine gerekli ağırlığı verememektedir. Çin, çok başarılı
karşı bir hamle yaparak Suud-i Arabistan ve İran’ı masaya oturtup
barıştırmıştır. Böylelikle “Arap-İsrail Ordusu”/“Arap-İsrail NATO’su” fikri
tasfiye edilmiştir.
Sonuç: Aksa Tufanı Çifte Standart Kullanan Zalimlerin
Teşhiri Hareketidir
Ortadoğu, sahip olduğu enerji kaynakları, yer altı
zenginlikleri, tarım alanları, temiz su kaynakları, farklı din ve mezheplerin
varlığı, kritik geçiş yollarına sahip olması ve 3 kıtanın arakesitinde
bulunmasından dolayı son derece stratejik bir öneme sahiptir. Bölgesel güçler
Rusya, Türkiye, İran, İngiltere ve AB, küresel güçler olarak da ABD-Siyonizm ve
Çin bu coğrafyada etkin bir şekilde bulunmak ve hâkimiyet kurmak
istemektedirler. O nedenle birbiri ile çatışan yaklaşık 15 proje bu coğrafya
ile ilgilidir.
Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları ile ilgili eski ABD Başkanı
Trump, “Yeni Ortadoğu” kavramsallaştırması yapmış, Netanyahu
da 22 Eylül 2023 tarihinde BM’de yeni Ortadoğu
haritasını göstererek bir konuşma yapmıştır. “Yeni Ortadoğu” kavramsallaştırması,
Ortadoğu ile ilgili gizli bir projenin dışa yansıyan boyutudur. Bu yaklaşım,
21. yüzyılda Ortadoğu merkezli birçok olayın vuku bulacağının çok önemli bir
işaretidir. 3. Dünya Savaşı’nı tetikleyecek bölgesel savaşların
yaygınlaştırılması stratejisi bağlamında ayrıca değerlendirilmesi
gerekmektedir.
Şer İttifakı’nın (ABD, İsrail, Siyonizm, İngiltere,
AB) Filistin’de, Suriye’de, Libya’da ve Yemen’de uyguladığı bölme,
parçalama, işgal etme, yönetme, ilhak etme ve göç ettirme stratejisini, yeni
Ortadoğu projesi kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Bu nedenle yeni
Ortadoğu projesi, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ve Büyük İsrail Projesi (BİP)
kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir. Yeni Ortadoğu isimlendirmesi,
kurbağa haşlama stratejisi ile tamamen örtüşmektedir.
Türkiye’nin İslâm Ordusu, Suudi Arabistan’ın Arap Ordusu,
ABD ve İsrail’in “Arap-İsrail NATO’su” yaklaşımları, bu bölgenin öneminin
göstergeleridir. Hepsi bölgede etkin olma amaçlıdır. Aksa Tufanı vuku
bulduğunda Rusya’nın, ani bir kararla Karadeniz’de askerî tatbikat yapıp
füzelerinin menzilinin İsrail-Filistin topraklarına ulaşabilecek bir yetenekte
olduğunu söylemesi; Çin’in büyük bir donanmayla Umman Körfezi’ne gelip
yerleşmesi; ABD’nin iki uçak gemisi ve nükleer denizaltı ile birlikte birçok
savaş gemisi göndermesi; İngiltere, Fransa ve Almanya’nın savaş gemilerini
bölgeye göndermesi bölgenin sahip olduğu stratejik önemin tezahüründen başka
bir şey değildir.
Şer İttifakı’nın son yıllarda Yüzyıl, İbrahim antlaşmaları
ile uygulamaya soktuğu kurbağa haşlama stratejisi, HAMAS’ın Aksa Tufanı
operasyonu ile deşifre edilip işlevsiz hâle getirilmiştir. Aksa Tufanı
operasyonu, başta İsrail olmak üzere tüm dünyada şok etkisi meydana getirmiş,
tüm dünyanın dikkatini Gazze’ye yöneltmiştir.
Yenilmez, dokunulamaz kabul edilen İsrail Ordusu ve MOSSAD
istihbaratına Kassam Tugayları sadece dokunmamış, tüm dengelerini
bozarak Şer İttifakı’nı şoka sokmuştur. Aksa Tufanı’nın meydana
getirdiği etkiden dolayı Şer İttifakı, hiç olmadık bir biçimde Akdeniz’e
askeri güçlerini yığmak durumunda kalmışlardır. Bu durum kurbağa haşlama
stratejisinin deşifre edilip çöktüğü anlamına gelmektedir.
Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları ile Şer İttifakı’nın aldığı
mesafe, Aksa Tufanı harekâtıyla tarumar edilmiş; Arap ülkeleri İsrail’le
yaptıkları antlaşmaları askıya almak zorunda kalmışlardır. O nedenle Aksa
Tufanı harekâtı, gözlerden saklanan Filistin
topraklarını “yerleşimciler” adı altında gasp etme projesini, “Kudüs
ve Mescid-i Aksa İsrail’indir” projesini, Arap-İsrail NATO’su projesini, yeni
Ortadoğu haritası projesini ve Filistin halkını ve mültecilerini yok sayan tüm
yaklaşım ve projeleri, tarihin çöplüğüne atmıştır.
İsrail’in Gazze’de hiçbir hukuk tanımaz pervasızlığı, Batı
dünyası yönetimlerinin ve küresel organizasyonların katliamlar karşısında
sessiz kalışı, tüm dünyada tepki ile karşılanmıştır. Aksa Tufanı
harekâtı bir turnusol kâğıdı özelliği taşıyarak kimin ne olduğunu
ortaya çıkarıp teşhir etmiştir. Bugüne kadar kendi dışındakileri “İnsan
hakları, çocuk hakları, kadın hakları, hayvan hakları” diyerek suçlayanların,
yargılayanların günlerce sivil halkı bombalayan İsrail’e karşı tek söz
etmemeleri, nasıl bir çifte standart kullandıklarını göstererek yüzlerindeki
maskelerin düşmesine sebebiyet vermiştir. “Kadın hakları, çocuk hakları, hayvan
hakları” diyerek yeri göğü inletenlerin sesi soluğu kesilerek zalimlerin
işbirlikçisi oldukları ortaya çıkmıştır. BM, insan hakları örgütleri, DSÖ vb.
yapıların zalimlerin yanında durdukları çok daha iyi görülmüş ve anlaşılmıştır.
Filistin halkını “atom bombası” ile tehdit ederek,
Kur’ân’ın tabiriyle, “hayvandan da aşağı” olduklarını
ve Yüzyıl ve İbrahim antlaşmalarının “böl, parçala, yut, yok
et!” stratejisinin uygulama aşamalarından biri olduğunu gözler önüne
sermiştir. Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları, özünde Filistin davasını
zayıflatan, Filistin içerisindeki iç ihtilafları derinleştirmeye götüren bir
olgu olarak ortaya çıkmaya başlamıştır. Anlaşılan odur ki HAMAS hareketi
2020’den itibaren yaptığı çok özel çalışmalarla, sürecin değişik boyutlarını
çok iyi analiz etmiş; Aksa Tufanı harekâtı ile arkadaki karanlık dehlizlerde
yapılmış antlaşmaları ifşa edip dünya kamuoyuna duyurmak istemiştir. Başta
İsrail olmak üzere Şer İttifakı’nın iğrenç yüzünü, çifte standart
kullandıklarını tüm dünyaya göstermiştir.
Kassam Tugayları, Siyonist zalimlerin Aksa Tufanı harekâtına
ne derece canice, gaddarca, zalimce cevap vereceklerini bilerek
gerçekleştirmişlerdir. Aksa Tufanı harekâtı, Gazze’nin tamamen işgal edilmesi,
çok büyük kayıpların verilmesi, Gazze’den halkın sürgün edilmesi ve hatta
tamamının şehit edilmesi göze alınarak yapılmış büyük, fedakârca ve cesurca bir
operasyondur.
Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları Ortadoğu’da sorunların
çözümünü değil kangrenleşmesini, katmerleşmesini, derinleşmesini sağlamıştır.
Yeni kamplaşmanın tohumlarını atmıştır. İsrail ve İsrail’e destek veren Arap
ülkelerinin bu silahlanma yarışı, Filistin’de mücadele eden bazı hareketlerin
mücadele anlayış ve stratejilerini yeniden gözden geçirmelerini sağlamıştır.
Kendi başlarına ayakları üzerinde durabilme imkân ve şartlarını araştırmışlar
ve stratejilerini de bunun üzerine kurmuşlardır. HAMAS’ın Gazze’de yaptığı
tüneller, roket ve siber saldırı merkezli savunma sistemi bunun en canlı
örneğidir. Aksa Tufanı harekâtındaki başarı böyle bir yaklaşımın doğal sonucudur.
Öngörülen ilk hedeflere ulaşılmıştır. İsrail’in Arap ülkeleri ile yaptığı
Yüzyıl ve İbrahim antlaşmaları şimdilik askıya alınmıştır. İsrail’in yeni
Ortadoğu haritasının şimdilik hiçbir anlamı yoktur.
Hem Müslüman ülke halkları hem de dünya halkları ayağa
kalkmış, kendi yönetimlerinin baskılarına rağmen Gazze’deki kitlesel
katliamlara karşı tepkilerini ortaya koymuşlardır. Tüm dünyada vicdan sahibi
insanlar ayağa kalkarak zalimlerin zulmüne karşı eylemler yapmışlar ve eylem
yapmaya devam etmektedirler. Bu şiddete bulaşmayan başkaldırı harekâtını
“küresel intifada” diye adlandırabiliriz. Küresel intifada, zalime
karşı mazlumun yanında yer alma ve onu savunma harekâtıdır. İyi organize
edilebilirse (edilmeli) 21. asrı şekillendirebilen çok önemli bir olgu olabilir.
Türkiye, özellikle gönüllü kuruluşlar bu noktada çok ciddi bir sorumluluk
üstlenmelidir.
Ya Rabbi, Siyonist İsrail’e ‘Ebabil Kuşlarını’
göndererek mazlum Filistinlilere ve onlar için Cihad edenlere yardım et,
zalimleri “yenik ekin yaprağı gibi kıl!”: “Görmedin mi, Rabb’in
fil sâhiplerine ne yaptı? Onların ‘tasarladıkları planlarını’ boşa
çıkarmadı mı? Onların üzerine ebabil (sürü sürü) kuşlarını
gönderdi. Onlara ‘pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları’
atıyorlardı; Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.” (105
Fil 1-5)
Ya Rabbi, “görünmez ordularınla mücahitlere yardım
et!”: “Ey iman edenler; …Hani size ordular gelmişti; böylece biz
de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz
ordular göndermiştik.” (33 Ahzâb 9)
Ya Rabbi, zalimlerin üzerine “özel taşlarını
yağdır!”: “Emrimiz geldiği zaman, üstünü altına çevirdik
ve üzerlerine balçıktan pişirilmiş, istif edilmiş taşlar yağdırdık.” (11
Hûd 82) Ve “Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba
uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şu’arâ 227)
[1] https://www.yenimesaj.com.tr/iste-israilin-yeni-ortadogu-plani-haritasi-H1499350.htm;
[2] https://www.aydinlik.com.tr/haber/bmde-veto-hakki-vermemeliyiz-dedi-netenyahudan-filistinsiz-harita-420144 Orhan
Bursalı, “Filistin’i silen Netanyahu’dan Yeni Ortadoğu Haritası”, Cumhuriyet, 17
Ekim 2023. Filiz Katman, “Arz-ı Mev’ud”, Star, 16 Ekim
2023.
[3] Tom Brenner, Reuters “Beyaz Saray'da İsrail-BAE-Bahreyn
Normalleşme Antlaşmaları İmzalandı: Trump'a Göre 5-6 Ülke Daha Katılacak; ABD 16.09.2020. https://tr.sputniknews.com/abd/202009151042852930-beyaz-sarayda-israil-bae-bahreynden-tarihi-normallesme-anlasmalarina-imza-trumpa-gore-5-6-ulke-daha/ Umut
Uzer, “Yeni Bir Ortadoğu: Hz. İbrahim Antlaşması”, Şalom, 30 Eylül
2020. Daniel Levy, “İbrahim Antlaşması’nın Eksik Barışı” https://www.perspektif.online/ibrahim-anlasmasinin-eksik-barisi/
[4] https://www.aydinlik.com.tr/haber/filistinden-netanyahunun-bmdeki-konusmasina-tepki-420204
[5] Tom Brenner, agy. Umut Uzer, agy. Daniel
Levy, agy. https://www.birgun.net/haber/israil-birlesik-arap-emirlikleri-anlasmasi-neleri-kapsiyor-tepkiler-ne-oldu-311928 https://www.indyturk.com/node/244941/yazarlar/bae-bahreyn-ve-israil-tarihi- Ola
Karakurt, “İsrail'le Normalleşme Anlaşmaları Bölgeyi Yeniden Dizayn Etme
Çabası” https://www.trthaber.com/haber/dunya/israille-normallesme-anlasmalari-bolgeyi-yeniden-dizayn-etme-cabasi-517793.html Gordon
Lubold ve Felicia Schwartz, “ABD, İsrail, BAE, Bahreyn
Barış Antlaşması İmzaladı”, 15 Eylül 2020; https://www.wsj.com/articles/u-s-israel-u-a-e-bahrain-sign-peace-accord-11600191303Oren
Liebermann , “İki Körfez Ülkesi Beyaz Saray'da İsrail'i Tanıdı” https://edition.cnn.com/2020/09/15/politics/israel-uae-bahrain-white-house-analysis-intl/index.html Mustafa
el-Ensari, “İbrahim Antlaşması Neden Deprem Etkisi Yarattı?”, Şarku'l-Avsat, 16
Ağustos, 2020.
[6] https://tr.euronews.com/2020/08/16/bae-ile-anlasan-israil-basbakan-netanyahu-bar-s-kars-l-g-toprak-ilkesi-art-k-yok
[7] Özgür
Dikmen, “İsrail ve BAE Arasındaki Normalleşme: Neden Şimdi?” https://www.perspektif.online/israil-ve-bae-arasindaki-normallesme-neden-simdi/
[8] Thomas L. Friedman, “Jeopolitik Deprem Orta Doğu’yu
Vurdu” https://www.nytimes.com/2020/08/13/opinion/israel-uae.html David
M. Halbfinger, “Kudüs'ten ve Lübnan, Beyrut'tan Ben Hubbard'dan haber
yaptı” https://www.nytimes.com/2020/06/12/world/middleeast/west-bank-annexation-israel-uae.html
[9] Vehbi Baysan; “İbrahim Antlaşmaları, Körfez
Ülkeleri ile İsrail Arasındaki Gerçek Barış Antlaşması mıdır?” Kriter,
2020, sayı: 50.
[10] Kemal İnat , “Sözde
İbrahim Antlaşması ve Türkiye’nin Tavrı”, https://www.setav.org/sozde-ibrahim-anlasmasi-ve-turkiyenin-tavri/ Velid
Fares, “İbrahim Antlaşması ve gürleyen barış Anlaşmanın ilk kazananları Trump
ve yönetimi, ardından yeni bir gerçeklik yarattığı için BAE’dir”, Şarku'l-Avsat 18
Ağustos, 2020.
[11] https://tr.euronews.com/2020/08/16/bae-ile-anlasan-israil-basbakan-netanyahu-bar-s-kars-l-g-toprak-ilkesi-art-k-yok
[12] https://tr.euronews.com/2020/08/16/bae-ile-anlasan-israil-basbakan-netanyahu-bar-s-kars-l-g-toprak-ilkesi-art-k-yok
[13] https://tr.euronews.com/2020/08/30/israil-basbakan-netanyahu-cok-say-da-arap-ve-musluman-ulkeyle-gizli-gorusmemiz-var
[14] Daniel Levy, agy.
[15] Kürşad Zorlu, “İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri
Antlaşmasının Gerçek Yüzü” https://www.haberturk.com/yazarlar/prof-dr-kursad-zorlu/2772318-bize-dair-notlar
[16] Begüm Dönmez Ersöz, “Normalleşme
Antlaşmasının İkinci Hedefi Türkiye” https://www.amerikaninsesi.com/a/israil-bae-normallesmesinin-ikinci-hedefi-turkiye/5584621.html
[17] Ola Karakurt, agy.
[18] Ola Karakurt, agy.
[20] Daniel Levy, agy.
[21] Özgür Dikmen, agy. Gordon Lubold ve Felicia
Schwartz, agy.
[22] Umut Uzer, agy.
[23] https://www.birgun.net/haber/israil-birlesik-arap-emirlikleri-anlasmasi-neleri-kapsiyor-tepkiler-ne-oldu-311928
[24] Umut Uzer, agy.
[25] Daniel Levy, agy.
[26] Kemal İnat, agy.
[27] Begüm Dönmez Ersöz, agy.
[28]Daniel Levy, agy. Ola Karakurt, agy.
[29] Ceyda
Karan, “İbrahim/Abraham Antlaşması Mısır ve Ürdün ile
Saldırmazlık Antlaşmasından Farklı, Halkları Barıştırma Hedefli Eksen” https://tr.sputniknews.com/ceyda_karan_eksen/202009171042875828-ibrahimabraham-anlasmasi-misir-ve-urdun-ile-saldirmazlik-anlasmasindan-farkli-halklari-baristirma/ Vehbi
Baysan, agy.
[30] Begüm Dönmez Ersöz, agy.
[31] Daniel Levy, agy.
[32] https://tr.euronews.com/2020/09/01/iran-dini-lideri-hamaney-bae-siyonistlerin-bolgeye-girisine-izin-verdi- https://www.birgun.net/haber/israil-birlesik-arap-emirlikleri-anlasmasi-neleri-kapsiyor-tepkiler-ne-oldu-311928Begüm Dönmez Ersöz, agy.
[33] Mustafa el-Ensari, agy.
[34] Begüm Dönmez Ersöz, agy.
[35] Kemal İnat, agy.
[36] https://tr.euronews.com/2020/09/01/iran-dini-lideri-hamaney-bae-siyonistlerin-bolgeye-girisine-izin-verdi-
[37] Tom Brenner, agy.
[38] Mustafa el-Ensari, agy.
[39] Mehmet Seyfettin Erol, “İbrahim Antlaşması BOP'un
Türevi”, Aydınlık, 18 Eylül 2020.
[40] Mehmet Seyfettin Erol, ags.
[41] Mehmet Seyfettin Erol, ags.
Mutlaka sabırla okunması gereken bir yazı
YanıtlaSil