(Milli Gazete)
“Kuşbakışı bakmak güzeldir; Kuş gibi bakmamak şartıyla.” Prof. Dr. Burhanettin Can
Giriş
11 Eylül 2001 tarihinde ABD’nin “21. Asır Amerikan Yüzyılı olacak” Projesi(PNAC) kapsamında Amerikan derin devleti, “İkiz Kulelere” saldırı düzenleyerek(Provokasyon) ve suçu, İslam coğrafyasının değişik yörelerindeki isimlerden oluştuğunu ileri sürdüğü Usame Bin Ladin liderliğindeki El Kaide’nin üzerine yıkarak Afganistan ve Irak’ı fiilin işgal etmiştir. PNAC’ın ana amacı, Sovyet sonrasında ABD’nin liderliğinde tek kutuplu bir dünyanın kurulması ve yöneltilmesi(Siyonizm’in Gizli Dünya Devleti Projesi) için gelecekte ABD’nin karşısına askeri, ekonomik ve kültürel olarak rakip olabilecek tüm güçlerin önünün kesilmesidir. Bu amaçla tüm enerji üretim havzalarının ve enerji ulaşım yollarının kontrol altına alınması hedeflenmiştir. Amerikan yaşam tarzının tek yaşam tarzı, Batı medeniyetinin de tek ve nihai medeniyet olduğuna ilişkin psikolojik harekât başlatılmıştır. Böylelikle, güç olmaya veya baş kaldırmaya hevesli tüm güçlerin, enerji ile terbiye edilerek kontrol altına alınması temel bir strateji olarak belirlenmiştir. PNAC’ın bir alt projesi olan “Büyük Ortadoğu Projesi”/”Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”(BOP/GOP) çerçevesinde, 2030’lu yıllarda dünya enerji ihtiyacının %75’ini karşılayacağı öngörülen Hazar-Ortadoğu Enerji havzası, Afganistan ve Irak işgal edilerek kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Ayrıca bu proje kapsamında, bu coğrafyadaki 22 ülkenin parçalanması öngörülmüş, gerek Afganistan’ın gerekse Irak’ın işgalinde, bu istikamette politikalar uygulayıp bölünmeyi hayata geçirmeye çalışmışlardır. Bu gün İslam coğrafyasında vuku bulan tüm kanlı hadiselerin sebebi, bu temel strateji olup dökülen kanların ana sorumlusu Siyonizm, ABD ve onun dış ve iç işbirlikçileridir.
Burada, son zamanlarda anı bir hamle ile IŞİD’in(Irak Şam İslam Devleti) Suriye üzerinden Irak’a yönelmesi ve Suriye-Irak düzleminde önemli petrol ve rafineri bölgelerini ele geçirmesi ve Türkiye’nin Konsolosluğunu işgal ederek tüm personeli rehine olarak alması ve ABD-İngiltere-Siyonizm’in bölgeyi parçalara bölerek 100 yıl sürecek savaşın daha zehirli tohumlarını ekmek amacıyla bölgeye yeniden dönmesi meselesi ele alınıp değerlendirilecektir.
Karmaşık Irak Denklemi
Tunus- Irak hattında olanları ve olabilecekleri daha iyi anlayabilmek için bu ülkelerin sahip olduğu jeostratejik, jeoekonomik, jeopolitik ve jeokültürel konumlarını, bunların küresel ve bölgesel güçlerin mücadelesinde ki etkilerini göz önüne almak gerekmektedir. Bu coğrafyada her bir ülkeye etki eden dinamiklerin, farklılık göstermekle beraber; ortak paydaları oldukça fazladır. Bu nedenle Suriye-Irak bölgesinde vuku bulan olayları, tek başına, yalnızca bu iki ülkenin iç dinamiklerinin sonucuna bağlayarak açıklayamaz ve izah edemeyiz. Irak’taki olaylar, 1-İç Dinamikler, 2-Bölgesel Dinamikler ve 3-Küresel Dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Bu üç eksenin ortak payda oluşturması durumunda da, Irak-Suriye olayları, bir şekilde, olumlu ya da olumsuz bir denge durumuna kavuşacaktır. O nedenle büyük fotoğraf, iyi görülmeli ve anlaşılmalıdır.
Küresel Dinamikler
Soğuk Savaş sonrası dönemde, 21. Asrın başlangıcında dünya hâkimiyet mücadelesinde, ana hatları ile 6 ağırlık merkezinin var olduğunu söyleyebiliriz:
· ABD-AB
· Siyonizm
· Küresel
Sermaye
· Vatikan
· İslam
· Çin
Bunlardan İslam, küresel düzlemde herhangi bir devlet
yapısına sahip olmamasına, güçlü askeri ve ekonomik destekten mahrum olmasına
karşılık insan fıtratının ifadesi olan çok üstün değerler sistemi(“yumuşak
gücü”) nedeniyle Batı Kültür ve medeniyeti karşısında tüm insanlığa ayrı bir
hayat tarzı sunarak huzura ve mutluluğa ulaşmanın yollarını göstermektedir. Bu
sebepten dolayı da Huntington’un medeniyetler çatışması tezinde, Batı
medeniyeti için askeri ekonomik açıdan Çin düşman olarak gösterilirken; hayat tarzı
ve değerler sistemi açısından İslam düşman olarak gösterilmiştir. 2001
tarihinde İkiz Kulelerin ABD derin devleti tarafından provokatif bir şekilde
vurulmasından sonra, Başkan Bush’un “100 yıl sürecek haçlı savaşları
başlatılmıştır.” dedikten sonra; “Müslümanlar bizim yaşam tarzımıza karşılar”
ifadesini kullanması, sadece askeri ve ekonomik bir savaşı başlatmayacakları,
aynı zamanda da kültürel bir savaşı başlatacakları anlamına gelmektedir.
Dönemin CIA Başkanı; “Dördüncü Dünya Savaşı Başlatılmıştır.” derken eski soğuk
savaşa benzer, yeni bir soğuk savaşın başlatıldığını, bunun da yaşam tarzı ve
değerler üzerinden yumuşak güç kullanılarak icra edileceğini ifade etmiş
olmaktadır.
Bugün için dünya, ABD-AB-İngiltere-Siyonizm-Küresel Sermaye
ile Rusya-Iran-Çin eksenli yeni bir kutuplaşmaya doğru sürüklenmektedir. ABD’de
Neocon - Siyonist ittifakı ile Amerikan Milliyetçileri(WASP’çılar) arasında
ciddi bir kavga vardır. Bu kavga dünyanın her tarafına yansımaktadır. Irak ve
Suriye’deki son olaylarda, bu çatışmanın izlerini bulmak mümkündür. Güçlerini,
Asya Pasifiğe kaydırmak üzere bölgeden çeken bir ABD’nin, bölge yeniden geri
dönmek üzere hazırlık yapması, bu çatışmadaki kuvvetler dengesinin değişiminin
sonucu olabilir. Obama’nin ikinci döneminde Neocon-Siyonist İttifakının güç
kazandığını göz önüne alırsak mevcut durum şaşırtıcı olmamalıdır.
Bugun dünyada var olan her türlü bloklaşma ve ittifakın,
kendi iç tezatları bulunmaktadır. Ayrıca her türlü kamplaşma, şu an için
geçerli olup her türlü yeni değişim, saflaşma ve paylaşım olabilme ihtimali
mevcuttur. O nedenle süreç, dinamik olarak değerlendirilmelidir.
Bölgesel Dinamikler
Irak’ın sahip olduğu jeostratejik, jeoekonomik, jeopolitik jeokültürel konumu, Irak’ı hem küresel hem de bölgesel güçlerin ilgi odağı yapmakta, aralarındaki hakimiyet mücadelesinin merkezine yerleştirmektedir. Irak, İslam coğrafyasının stratejik ülkelerinden biridir. Etnik, mezhepsel yapısı ve enerji potansiyeli nedeniyle Irak, bölgesel güç olan ya da olma iddiasında olan Rusya, Türkiye, Iran, Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail’in ilgi odağı olup bu ülkeler, Irak’la çok yakından ilgilenme durumundadır.
Irak, Basra körfezine açılan çok ciddi bir petrol bölgesi
olup üç petrol ülkesi olan Iran, Suudi Arabistan ve Kuveyt’le komşudur. Irak
petrolleri, bir taraftan Basra körfezine akarken diğer taraftan Türkiye
üzerinden İskenderun’a ve Suriye üzerinden Lazkiye’ye akabilmektedir. Irak
petrollerinin Türkiye üzerinden Rus Enerji hatlarına alternatif olarak AB
ülkelerine aktarılması ihtimali, hem AB’nin hem de Rusya’nın bölge ile yakından
ilgilenmesine sebebiyet vermektedir. Ayrıca Akdeniz’de tek lojistik destek
aldığı ülke olan Suriye’nin geleceği, Irakla bağlantılı olduğundan Rusya,
Suriye dolayısıyla Irak’la ilgilenmek zorundadır. Çin ve Japonya, enerji
ihtiyaçlarının önemli bir kısmını Basra Körfezinden karşılamaktadırlar. Sünni
bir Petrol ülkesi olan, Krallıkla yönetilen ve ülkesinde çok ciddi bir Şii
nüfus olan Suudi Arabistan, Irak’taki Şii hâkimiyetini içine sindirememekte,
Şia hareketinin gelecekte kendi ülkesinde ciddi bir problem oluşturacağını
düşünmektedir. Şii Hilali diye adlandırılan, Ürdün, Lübnan Suudi Arabistan’ın
petrol bölgesi, Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve
Yemen’de ciddi bir Şii nüfus bulunmaktadır. Bahreyn’deki Şia hareketinden Suudi
Arabistan rahatsız olup Bahreyn’deki olaylara müdahale etmektedir. Körfez
ülkeleri, İran’ın yayılmasında Irak’ın bir üs olarak kullanıldığı düşüncesinden
hareketle Irak’ta bir Şii hâkimiyeti olmasını istememektedirler.
Iran, Lübnan’ı kendi güvenlik alanı olarak görüp Lübnan Hizbullah’ını kurdurmuş, Irak ve Suriye üzerinden bir Şia savunma hattı meydana getirmiştir. Bu savunma hattı İsrail’i tehdit etmekte olduğundan İsrail, Hizbullah’ı yok edebilmek için onun tüm lojistik destek yollarını kesmeye çalışmaktadır. Ayrıca İran’ın, geçmişte, Irak ve Suriye üzerinden Filistin’e, Hamas’a yardım etmiş olması, İsrail’i rahatsız etmektedir. Bu lojistik desteğin kesilmesi için İsrail uğraşmaktadır. O nedenle Suriye ve Irak’ın bölünmesi ya da iç savaş içerisinde olması, İsrail’i rahatlatmaktadır.
Sünni özelliği etkin olan Mısır, Şia’nın genel olarak Afrika’ya özel olarak Kuzey Afrika’ya yayılma hattının önünde en ciddi engeldir. Mısır, Şia’nin etkili olmasını istememektedir.
Bölgede Çatışan Projeler
Bölgenin dünya hâkimiyetinde anahtar rol oynamış olması nedeniyle değişik güçler tarafından ortaya konan ve gerçekleştirilmeye çalışılan birçok proje mevcuttur. Gerek bölgesel ve gerekse küresel güçler, bu projeler üzerinden birbirleri ile bazen doğrudan, bazen de taşeronlar üzerinden hesaplaşmaktadırlar. Bölgeyi ilgilendiren bu projeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
· Büyük Ortadoğu Projesi(BOP;
ABD-İsrail –İngiltere-Küresel Sermaye)
· Büyük İsrail Projesi(BİP;
İsrail-Siyonizm, ABD destekli)
· 2. Sevr Projesi(AB)
· Büyük Ortadoğu’nun
Hıristiyanlaştırılması(‘Dinler Arası Diyalog’) Projesi(Vatikan)
· ‘NATO’nun Evrenselleşmesi Ve
İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’
· “Serbest Piyasa”-“Özelleştirme
projesi”(ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)
· Etnik-Mezhepsel Fay Hatları
oluşturma Projesi- Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm): Vekalet Savaşları
· Sıcak Denizlere İnme- Eski
Müttefikleri Kazanma Projesi(Rusya)
· Düşmanla/Rakiple Güvenlik
Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi(ABD/Çin/Rusya): Vekâlet savaşları
· İslamın İslamla
Savaştırılması Projesi(Siyonizm-ABD-İngiltere-AB)
· Türkiye-İran-Irak-Suriye
Savaşı Projesi(Siyonizm-ABD-İngiltere-AB)
· Yeni Osmanlı
Projesi-Bölgesel Güç Olma Projesi(Türkiye)
· Türkiye ile birlikte Büyük
Ortadoğuyu Değiştirme Projesi-Türkiye’nin Patronluğu(Şimdilik rafa
kaldırılmıştır.)
· Şia Savunma Hattı
Projesi(Iran-Irak-Suriye-Lübnan)
· Şia Eksenini Parçalama,
Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Birinci
Eksen: Suudi Arabistan/Katar/ Türkiye/Mısır; İkinci Eksen: Sünni Arap
Yönetimleri + İsrail).
· Iran-ABD-AB Yakınlaşması
Projesi: İranı Küresel sistemi Entegrasyon Projesi(Siyonizm-ABD-İngiltere-AB)
· İran’da Kadife Devrim
Şartlarını Hazırlama Projesi(Siyonizm-ABD-İngiltere)
· Çok Kutuplu Ortadoğu
Projesi: Bölge Güçlerinin(Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan)Birbirlerini
Dengelemesi Projesi– Ayrı Dengeli Güç Odakları
Oluşturma(ABD-İngiltere-Siyonizm)
Bütün bu projeler, Irak ve Suriye’de birbiri ile
savaşmaktadır. Yığınla taşeronun kullanıldığı, istihbarat örgütlerinin cirit
attığı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolayca anlaşılamadığı, çok kirli
ve pis bir savaş yapılmakta; doğru ile yanlışın harmanlanarak servis edildiği
bir psikolojik harekât yürütülmektedir.
IŞİD Türkiye’den Ne İstiyor
IŞİD, yukarıdaki birçok projenin arakesitinde tezahür eden,
iç dinamikler tarafından desteklenen ve beslenen bir hareket olarak ortaya
çıkmıştır. Bütün bu karmaşa içerisinde IŞİD’in kısa zaman içerisinde çok
stratejik petrol bölgelerini ve rafinelerini ele geçirmesi, Merkezi Hükümetin
askerlerinin savaşmadan silahları ve parayı bırakarak bölgeyi terk etmesi(!),
makul, kabul edilebilir bir durum olmayıp izahı da kolay değildir. Arkasında
çok güçlü bir stratejik akıl ve çok güçlü bir stratejik destek bulunmaktadır.
(IŞİD ayrıca değerlendirilecektir.)
IŞİD’in Türkiye konsolosluğunu işgal etmesi, Türkmenlere
saldırması ve fakat Kerkük’e girmemesi, Bağdat’a yürümemesi, önceden kendine
çizilmiş bir çerçevenin içinde kalması talimatıyla alakalı olmalıdır. O nedenle
IŞİD, basit bir terör örgütü olarak nitelendirilerek olayları açıklamak;
IŞİD’in ilişki ağı açıklığa kavuşmadan meseleyi aydınlatmak mümkün değildir.
IŞİD’ın hamlesi ile Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı
seçimlerinin eş zamanlı olması, belki bir tesadüf, bekli de değildir. Belki de
mevcut siyasi iktidar, IŞİD üzerinden yıpratılmak istenmekte; Cumhurbaşkanlığı
seçimleri şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Cumhurbaşkanlığı adayları belli
olduktan sonra Rehineler meselesinde, adaylardan birini kuvvetlendirecek
diğerlerini zayıflatacak tarzda hamleler beklenmelidir. Rehineler, adaylardan
birine teslim edilebilir ya da öldürülebilir. Bu iki ihtimal mevcuttur. Türkiye
şimdiden tedbirini almalı, politikasını belirlemelidir.
Uluslar arası ticaretteki oyunun kurallarını bozarak,
ticaretin Londra-New York hattındaki bankalar üzerinden yapılmayıp doğrudan
doğruya Halk Bankası üzerinden yapılması ile Türkiye, Küresel sisteme çomak
sokmuştur. Bununla Rehineler Krizi arasında bir bağlantı olmuş olabilir. Bu
konuda rehineler pazarlık konusu olarak tutuluyor olabilir. Ayrıca Kuzey Irak
Petrollerinin merkezi hükümetten değil de yerel yönetimden satın alınması
engellenmek isteniyor olabilir.
Eğer tüm bu ihtimaller söz konusu ise o taktirde, IŞİD’in
arkasında uluslar arası, çok güçlü bir koalisyon mevcuttur. O zaman bu
koalisyonun ne istediği önemli olmaktadır. Belki de Türkiye, tahrik edilerek
bölgeye, kaosa çekilmek ve Iran-Irak-Suriye-Hizbullah hattı ile savaştırılmak
ve de böldürülmek istenmektedir.
Biz rehineler olayını, Dış politika üzerinden İç politikaya
darba vurma hamlesi olarak adlandırmakta; Taksim Kadife darbe sürecinin
Cumhurbaşkanlığı aşamasının bir alt evresi olarak görmekteyiz. Bu aşamada IŞİD,
ister farkına varsın ister varmasın, Taksim Kadife Darbe sürecinin bir taşeronu
olarak kullanılıyor olabilir.
Bu ihtimallerin doğru olup olmadığı zamanla anlaşılacaktır.
Sonuç: Aklı Selim Sahibi Olarak Hareket Etmek
Bölgede çatışan güçleri ve onların projelerini göz önüne
almadan, bu coğrafyada vuku bulup giden olayları, heyecanla, duygusallıkla,
öfke ile salt siyah salt beyaz mantığıyla değerlendirmeye kalkmak ve eyleme
geçmek yanlıştır. Bu coğrafyada, başkaları tarafından çizilmiş olan uzun vadeli
bir stratejinin satranç tahtasında piyon konumuna düşme; avcı iken av olmak
tehlikesi her zaman mevcuttur. Ne iç zalimlere, ne de onların efendisi olan dış
zalimlere hizmet etmemeliyiz.
Türkiye’nin meseleleri ile ilgili iktidar ya da muhalefet
partilerinden farklı görüş beyan etmek, genel olarak hainlik, işbirlikçilik
ekseninde değerlendirilmektedir. Siyası parti mensuplarından aydınlara, bilim
adamlarına STK’lara kadar hemen hemen her kesim, siyasi parti liderlerinin
penceresinden bakarak karşı tarafı suçlamakta, hakaret etmekte ve
ötekileştirmektedir. Kullanılan dil son derece ağırdır. İnsanların endişelerini
ya da gerekçelerini, uygun bir dille ortaya koyması, bu kadar ağır ithamlarla susturulmamalıdır.
Bölgenin sorunlarını çözmeye kalkan bir Türkiye, öncelikle
kendi sorunlarını çözmeli, iç bütünleşmesini sağlamalıdır. Türkiye’yi
yönetenler veya yönetmeye talip olanlar, öncelikle Türkiye’deki gerilimi
düşürmelidirler. Bunun da öncülüğünü yapması gereken ve öncelikle üslubunu
değiştirmesi gereken, iktidardır. Dış Politika, iç politikada malzeme olarak
kullanılmamalı ve iç politikaya kurban edilmemelidir.
Türkiye ortak bir stratejik akıl üretmek zorundadır.
Türkiye’de olan, bu ülkeyi, bu milleti ve bu ümmeti seven herkes, sağlıklı bir
şekilde düşünmeyi, tefekkür etmeyi ve aklını en güzel bir şeklide kullanmayı
tarihi bir görev olarak görmelidir. Aksi taktirde “O, akıl erdiremeyenlerin
üzerine iğrenç bir pislik kılar.”(10 Yunus 100) ayeti tecelli edecektir.
Ve;
“İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak
edecek misin ” (7Araf 155) Allah’ım.