12 Haziran 2014 Perşembe

Kadife Darbe Sürecinde Çankaya Savaşları

(Milli Gazete)

İçinde bulunduğumuz coğrafya, tarih boyu dünya hâkimiyet mücadelesinin ağırlık merkezini oluşturmuştur. Sahip olduğu jeo stratejik, jeo politik, jeo ekonomik ve jeo kültürel imkânlar, bu coğrafyanın bir kavga atmosferinde olması sonucunu doğurmaktadır. Her dönemde bu coğrafyanın hamuru, kavgayla yoğrulmuştur ve bundan sonrada böyle olacaktır. Gerek Türkiye yi yönetenler ve gerekse Cemaat/Hareket/STK lar, bu gerçeği göz önüne almalı ve de asla unutmamalıdır. Bu coğrafyadaki her önemli olayda, iç, bölgesel ve küresel olmak üzere üç ana dinamik çatışmakta ve sonuç, bu üç an dinamiğin bileşke kuvvetine göre tecelli etmektedir. İç dinamiklerle, bölgesel ve küresel dinamiklerin örtüşmemesi, bir ortak payda oluşturmaması durumunda, bu ülkede kavga sertleşmektedir. 

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken, Batı kültür ve medeniyet tercihi ile inşa edilen ayrışma/nifak, Osmanlı dan miras alınan çok değişik insan unsuru alt yapısı (İttihat terakkiciler, masonlar, sabatayistler, Siyonistler ve kripto Ermeniler) ve Cumhuriyet döneminin inşa ettiği küskünler zümresi (Dindarlar, Kürtler, Aleviler), iç dinamiklerin bütünleşmesine, güçlü bir iç bileşke kuvvet oluşmasına mani olmaktadır. Bu parçalanmışlık, halkın seçip iktidar yaptıklarının gerçek iktidar olmasına mani olmakta; seçilmişlerle atanmışların kavgası, şiddeti değişmekle beraber cumhuriyet tarihi boyunca hep devam ede gelmektedir. Sivil ve askeri bürokrasi, şiddeti zamanla değişmekle beraber, genellikle, siyasi iktidarların karşısında yer almaktadır. İç dinamiklerde ciddi bir ayrışma, parçalanma söz konusu olduğunda iktidarda olan güce karşı, yeni bir iç- dış ittifak hattı oluşmaktadır/oluşabilmektedir. Eğer iktidarda olan güç, bu ittifaktan iç dinamikleri ayıracak bir politika ortaya koymaz/koyamaz veya deşifre etmez/edemez veya halkla karşı karşıya getirmez/getiremez veya söylem ve tavırları ile ittifakı kuvvetlendirirse, ülkede çok daha vahim ve kötü şeyler olmaktadır. 

Sonuçta kaybeden bu ülke, bu ülke insanı olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye cumhuriyetinin başlangıcından beri hep sıkıntılı, sancılı ve kavgalı olmuştur. Devleti temsil eden bir makam olarak çok popüler olmamasına rağmen iç ve dış güç odakları, Cumhurbaşkanlığının kendi politikalarına çok ters biri olmamasını hep arzu etmişler ve bunun için çalışmışlardır. Mustafa Kemal den Abdullah Gül e kadar tüm Cumhurbaşkanlığı seçimleri dozu, şiddeti, süreci, zamana ve mekâna bağlı olarak değişmekle beraber hep gerilimli, bunalımlı, hatta kavgalı olmuştur. Taksim Kadife darbe sürecini yaşayan bir Türkiye nin önünde yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimi vardır. Bu dönemde Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçiminden dolayı bir gerilim yaşayacak; bir de kadife darbecilerin, darbe için gerekli şartları oluşturabilmek için bir bunalım oluşturma gayretleri nedeniyle bir gerilim yaşanacaktır. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle birbirini besleyen ve destekleyen iki boyutlu gerilim yaşanması ihtimali mevcuttur. 

Bugün Türkiye nin her tarafında meydana gelen şiddet olaylarına, maden kazalarına, Musul un İŞİD tarafından ele geçirilmesine, Konsolosluğun işgal edilmesine, Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Başkanlık sistemi ve çözüm süreci açısından bakmakta ve değerlendirmekte fayda vardır. Ülkenin bu gerilimden en az zararla çıkması gerekmektedir. Burada bu çerçevede Cumhurbaşkanlığı konusu ele alınacaktır.

Mustafa Kemal in Cumhurbaşkanı Seçimiyle Başlayan/Başlatılan Süreç

Milli Mücadele, Anadolu halkının varıyla yoğuyla kurtuluş savaşına iştirak edip düşmanı topraklarından kovma destanıdır. Ancak Anadolu halkı tarafından, düşman kovulduktan sonra ne olacaktır sorusunun cevabı verilmemiş ve aranmamıştır. 1920-1923 yılları arasında faaliyet yürüten Birinci Meclis in Lozan ı kabul etmemesi nedeniyle Bizans entrikalarına eşdeğer bir entrika ile tasfiye edilmesi, birbirinden haberli ve kader birliği etmiş bir ekibin varlığı ve bu dar ekibin kafasında halkın arzuladığının dışında bir sistem, bir devlet ve bir toplum inşa edilmek istendiği zamanında görülememiştir. Birinci Mecliste Padişahçı olmakla suçlanan ikinci grubun mensupları, gerçekten padişahçı olmayıp kişi otoritesine ve egemenliğine dayanan bir sistemin varlığına karşıydılar; hiç kimsenin, padişah yetkileri ile donatılmasını istememekteydiler. Bu nedenle Mustafa Kemal in şahsında, Meclis başkanlığı, Başbakanlık ve Başkumandanlık görevlerinin toplanmasına karşı çıkmakta; diktatörlük eğilimlerine karşı direnmekteydiler (1). 

Birinci Meclis Lozan ı imzalamayınca bir operasyonla tasfiye edilmiş ve İkinci Meclisin 287 üyesi, bizzat Mustafa Kemal in başkanlığındaki bir seçim komitesi tarafından emre amade olacak bir ekip olacağı düşüncesiyle özenle seçilmiştir (1). 11 Ağustos 1923 günü göreve başlayan İkinci meclisin birçok üyesi de, birinci meclisin 2. Grubu gibi, daha sonraları tek şahıs hâkimiyetine , aceleci uygulamalara , sofra kararlarına , sofradan ülkenin yönetilmesine karşı çıkacak, Padişahçı eğilimlere karşı direneceklerdir. Ancak bu mücadeleyi verenler, padişahçı , mürteci , gerici olarak suçlanıp tasfiye edilmeye çalışılacaktır (1). İkinci Meclis oluşur oluşmaz, Birinci meclisin onaylamadığı, Lozan anlaşmasını imzalar, Ankara nın başkent olmasını kararlaştırır ve sofrada kararlaştırılmış olan Cumhuriyetin ilanı sürecini başlatır. Halk Fırkası Divanı, 4 Ekim tarihinde devletin adının Türkiye Cumhuriyeti olmasını kararlaştırır ve bu karar Mustafa Kemal in başkanlığında toplanan Özel Mütehassıslar Encümeni tarafından tekrar ele alınır ve Teşkilat-ı Esasiye Kanununda yapılacak değişiklikler görüşülür. Ardından medya üzerinden Cumhuriyetin yakında ilan edileceğine ve Cumhurbaşkanının kimler olabileceğine ilişkin ciddi bir kampanya başlatılarak Meclis baskı altına alınmaya ve kamuoyu oluşturulmaya çalışılır (2). 

Mütehassıslar Encümeni, 21 Ekim de toplanarak, Bakanlar kurulunun yetkilerini görüşerek yeni sistemin temel niteliklerini belirleyip sisteme, o günün şartlarında kâğıt üzerinde son şekli verilir. Ancak bunun olduğu gibi hayata geçirilebilmesi için Meclis ten geçmesi ve bir tadilata uğramaması gerekmektedir. Ali Fethi Bey, hem hükümet başkanı (Başbakan) hem de İçişleri bakanlığı görevini yürütmekteydi. Ali Fethi beyin içişleri bakanlığından, Meclis ikinci başkanı olan Ali Fuat Paşa nın da Meclis ikinci başkanlığından istifa etmesi, Ali Fuat Paşa nın ordu müfettişliğine atanması; Hükümet Başkanı olarak Ali Fethi beyin, içişleri bakanlığına Ferit Tek beyin ve Meclis İkinci Başkanlığı na da Yusuf Kemal Tengirşek beyin atanması için teklif etmesi kararlaştırılmış ve bu teklif Meclis e götürülmüştür. Ancak Meclis teki Halk Fırkası grubu, 25 Ekim de toplanarak bu isimlere karşı çıkmış, uysal olmadığını göstermiş, Meclis ikinci başkanlığı için İstanbul milletvekili Rauf Orbay beyi ve İçişleri bakanlığı için Erzincan Milletvekili Sabit Sağıroğlu beyi aday olarak belirlemiştir (3).

 Böylelikle kapalı kapılar ardında, sofrada belirlenen politika, Meclis in fırka grubu tarafından engellenerek birinci raundun kaybedilmesini sağlamıştır. Bunun için kapalı kapılar ardında bulunan çare, Hükümet Bunalımı meydana getirmek, yani bir saray darbesi yapmaktır (4,5). 

Bunun üzerine Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak hariç, Başbakan dâhil tüm hükümet üyelerinin istifa etmelerini ister. Hükümet, 26 Ekim gecesi istifa ederek hükümet bunalımı çıkarılarak yeni süreç başlatılır. 28 Ekim günü hükümet sorununu çözmek için meclis toplandığı saatlerde; Mustafa Kemal de, Çankaya da Hükümet üyeleri ve Fırka İdare heyeti üyeleri ile özel bir toplantı yapmakta, bunalımın daha da derinleştirilmesi için taktikler geliştirmekte ve bir yol haritası çizmektedir. Bunalımın derinleşmesi için yeni hükümetin mecliste oluşturulmaması/oluşturulamaması için her türlü operasyon/engellemenin yapılması ve sorunu, Mustafa Kemale havale ederek çözmesinin istenmesi; Meclis in yeni kuracağı hükümette de, istifa eden hükümet üyelerinden hiçbirinin görev almamaları kararlaştırılmıştır. İstifa eden hükümet üyeleri olmadan yeni bir hükümetin kurulmasının çok zor olduğu bilinmektedir. Amaç, Meclis i çalışamaz, çözüm üretemez hale getirip kilitlemek ve Mustafa Kemal e başvurulmasını sağlamaktır. Ali Fuat Cebesoy hatıratında, hükümet bunalımı çıkarılmasının nedenini şöyle açıklamaktadır: Mesele yeni hükümet kurmaktan ibaret olsaydı bilhassa İsmet paşa bunu yapar, fırka grubu da bunu memnunlukla kabul ederdi. Asıl mesele ise bu değil, buhranı devam ettirecek İcra vekillerinin seçimi hakkındaki kanunda değişiklik yapılmasıdır. (5)

 Mustafa Kemal, 28 Ekim akşamı, Kazım Özalp Paşa, Kemalettin Sami Paşa, İsmet İnönü Paşa, Fethi Okyar Bey, Fuat Bulca Bey, Ruşen Ünaydın Bey ve Halit Paşayı Çankaya köşküne sofraya davet etmiştir. Sofrada yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz der ve ertesi gün yapılacak işlerle ilgili planlamalar yapılır, kimin ne yapacağı planlanır. Grup dağıldıktan sonra, İnönü ile Mustafa Kemal, o gece, ertesi gün yapılacaklarla ilgili özel çalışma yaparlar, rejim değişikliğini sağlayacak kanun tasarısı üzerinde çalışırlar (1). 29 Ekim sabahı meclis hükümet sorununun çözmek için toplandığında, akşam sofra toplantısına katılan ekip, meclis çalışmalarını kilitleyerek bunalıma Meclis in çare bulmasını engeller. Çaresiz kalan Meclis e, sofrada kararlaştırılmış olan taktik devreye sokulur ve Kemalettin Sami Paşa tarafından, Mustafa Kemal e başvurulması ve onun çözümüne tabi olmanın tek çare olduğunun kabul edilmesi teklifi yapılır (6). Çaresiz hale sokulmuş Meclis e çare olarak Mustafa Kemal e teslim olmak sunulur ve Meclis, hazırlanmış olan bu tuzağa düşer. Meclise gelen Mustafa Kemal, sorunu çözmek için bir saatlik bir zaman talep ederek akşam kararlaştırılmış olan politikayı yürürlüğe koymak üzere bazı kişilerle, akşam İsmet İnönü ile hazırladıkları Teşkilat-ı Esasiye Kanunu nda değişiklikler öngören taslağı görüşür, sonra da meclis kürsüsüne çıkarak içinde Cumhuriyet kelimesinin geçmediği bir konuşma yapar. Yaşanan hükümet bunalımının sistemle alakalı olduğunu, sistem değişikliği yapılması gerektiğini ifade eder ve bunla ilgili hazırlamış olduğu metni okuması için Meclis kâtibine verir (1).

Hazırlıklı olmayan Meclis üyeleri, okunan metin karşısında şaşırırlar ve ne yapacaklarını bilemezler. Dahası Meclis te 287 vekilden sadece 158 tanesi bulunmaktadır. Akşam kararlaştırıldığı gibi Meclis psikolojik baskı altına alınır ve görüşmelere başlandığında okunan metnin lehine yapılan konuşmalarla istenen ortam sağlanarak oylamaya geçilir ve 158 milletvekilinin oyları ile metin kabul edilerek Cumhuriyet ilan olunur. Yarım saat içerisinde de Cumhurbaşkanı seçimine geçilerek Meclis te bulunan milletvekillerinin oylarıyla Mustafa Kemal, oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçilir. Bir saray darbesi kansız bir şekilde gerçekleştirilir. Mustafa Kemal in başkanlığındaki Mütehassıslar Encümeni tarafından özenle seçilmiş ve kesin itaat edeceği öngörülmüş olan ikinci meclisin milletvekillerinden muhalif grubun çıkması, önemlidir. Emir eri olmak istemeyen bu grup padişahçı, gerici ve mürteci olarak yaftalanmıştır. Gerçekten padişahçı ve gerici miydiler Ne istiyorlardır Onlar, emrivaki yapılmamasına, Meclis e saygı gösterilmemesine, sofradan ülkenin idare edilmesine, alt yapı oluşturulmadan isimsel değişikliklerle meselelere çözüm getirilmek istenmesine karşı çıkıyorlardı, bunun için mücadele ediyorlardı. 

Bunlar Cumhuriyet düşmanı değil tam tersine Cumhuriyetin savunucuları idi. Bunlar yapılan birçok işte, zamanlamayı yanlış bulmakta, acele ile işlerin çözülemeyeceğine inanmaktaydılar. Nitekim Muhaliflerin temsilcisi konumundaki Rauf Orbay ın, 1 Kasım 1923 te dönemin gazetelerinden Tevhid-i Efkar ile Vatan Gazetelerine verdiği beyanatta; Cumhuriyet in ilanı aceleye getirildi, Cumhuriyetin ilanından önce doğru dürüst bir anayasa yapılmalıydı demiş olması, bunu teyit etmektedir. Ayrıca kendi aleyhine hem parti içerisinde hem de medyada başlatılmış olan Cumhuriyet düşmanları kampanyası nedeniyle kendisine Ali Fuat Cebesoy paşa tarafından Siz de, hepimiz gibi Cumhuriyet in bir fırka içtimaından sonra alelacele hazırlanan bir iki maddelik bir kanun layihasıyla Meclis e bir iki saat içerisinde kabul ettirilmesi şekline muarız bulunuyorsunuz değil mi şeklinde yöneltilmiş bir soruya verdiği; Ben mutlakıyet aleyhinde, fakat milli hâkimiyeti iyice temsil eden bir cumhuriyet idaresinin tamamen taraftarıyım cevabını vermiş olması, politikaların uygulanma şekline, toplumsal ve yasal sağlam bir zemin inşa edilmeden oldubitti yapılmasına karşı olduğu anlamına gelmektedir (7). 

Mustafa Kemal, 1930 yılında bir grup arkadaşı ile birlikte çıktığı bir Anadolu seyahatinde gördüğü manzara, kendisini ürkütmüş ve yanındaki arkadaşlarına; Bunalıyorum çocuk, büyük bir ıstırap içerisinde bunalıyorum! Görüyorsun ya, her gittiğimiz yerde mütemadiyen dert, şikâyet dinliyoruz. Her taraf derin bir yokluk, maddi ve manevi perişanlık içinde. şeklinde dert yanmıştır (8). Bundan daha önemli olanı ise aynı günlerde gördüğü manzaranın etkisi ile isimsel olarak meselelerin halledilemeyeceğinin itirafını, en yakın dostlarından olan Fethi Okyar a yapmıştır: Ben Cumhuriyeti tesis ettim. Fakat bugün idare şekli Cumhuriyet midir, diktatörlük müdür, şahsi hükümet midir, belli değil. (1, 2) Zaman Rauf Orbay ı haklı çıkarmış, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yaklaşımlarının yanlış olduğunu ortaya koymuştur.

Sonuç: Saray İçi darbeyle Başlatılan Gelenek

Gerek Cumhuriyetin ilanı ve gerekse Mustafa Kemal in Cumhurbaşkanı seçilmesi, kansız bir saray içi darbenin mahsulüdür. İttihatçı gelenek Mustafa Kemal le birlikte Cumhuriyetin genetik yapısına sokulmuş, bu genetik kodlama daha da derinleşerek Cumhuriyet döneminde yetişen nesillerin adeta karakteri haline gelmiştir. Gene bu devrin ürünü olan bir özellik olarak liderlerin, yöneticilerin fikirlerinin aksine kanaat beyan edenler, büyük kampanyalarla Cumhuriyet düşmanı , padişah taraftarı , gerici , yobaz hatta vatan haini olarak nitelendirilmişler, suçlanmışlar ve karalanmışlardır. Bu özellik de, cumhuriyet döneminde yetişen nesillerin genetik yapısına yerleşmiş bir özelliktir. 

Gerek son seçimlerde, gerekse önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yürütülen kampanyalarda kullanılan dil ve söylemler, Cumhuriyetin başlangıcındaki söylemlerden, üsluptan ve kullanılan dilden pek farklı değildir. Tarafların birbirlerine karşı tutum ve tavrı benzerdir. İlginç bir benzerlikte 1923 lerde Cumhuriyetin her derde deva görülmesi gibi bugün Başkanlık sistemi de her derde deva olarak görülmektedir. O gün Cumhuriyetin mana ve muhtevası ve zamanlamasının tartışılmaması gibi bugün de, Başkanlık sisteminin mana muhteva ve zamanlaması tartışılmamaktadır. Ogün, bu iş aceleye getirilmemeli, alt yapı hazırlanmalı, uygun bir anayasa yapılmalı diyenlerin suçlanıp karalanmaları ve dışlanmaları gibi bugün de, başkanlık sisteminin aceleye getirilmemesi, ne getirip ne götüreceğinin tartışılması, toplumsal mutabakat sağlanması, uygun bir anayasa yapılması diyenler, suçlanmakta, karalanmakta ve dışlanmaktadırlar. Ya Rabbi! Basiret ve ferasetimizi artır.

Kaynaklar

1- Ertunç, A.C., Çankaya Nöbeti, Pınar yayınları, İstanbul, 2007, s: 15-27.

2- Okyar, F., Üç Devirde bir Adam, Kervan Yayıncılık, İstanbul, İstanbul, 1980, S: 338, 443.

3- Tunçay, M., T.C. inde Tek parti Yönetiminin Kurulması, Cem yayınları, İstanbul, 1992, s: 57

4-Kabasakal,M., Türkiye de Siyasi Parti Örgütlenmesi, Tekin yayınları, İstanbul, 1991, S: 98

5- Cebesoy, A., F., Bilinmeyen Hatıralar, Temel yayınları, İstanbul, 2001, S: 270.

6- Zürcher E., J., Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Bağlam yayınları, İstanbul, 1992, S: 50

7- Cebesoy, A., F., Siyasi Hatıralar, İstanbul, c: II; 2002, S: 43.

8- Soyak, H.,R., Atatürk ten Hatıralar,Yapı Kredi bankası yayınları, İstanbul, 1973, C.:II, S: 405

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...