27 Aralık 2013 Cuma

Taksim kadife darbesinin 3. Aşaması - 1: Giriş

 (Milli Gazete)

İlk Kadife darbe dalgası, Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. Bu darbelerin ortak özelliğinden dolayı bunları Birinci Nesil Kadife Darbeler olarak nitelendirebiliriz. Arap Baharı olarak nitelendirilen Tunus ve Mısır da İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı bunlara da İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz.

Türkiye de Reyhanlı operasyonu ile başlayan süreç, Taksim Gezi Parkı operasyonu ile farklı bir boyuta gelmiştir. Türkiye de Taksim hadiseleri ile başlatılan Kadife darbeyi (Taksim Kadife Darbe), öncekilerinden farklı olan bazı özelliklerinden dolayı, 3. Nesil Kadife Darbe olarak isimlendirmekteyiz (Taksim Kadife darbesi ile ilgili yazılar, hem Milli Gazete den hem de Umran dergisinden elde edilebilir). Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci aşamasını tamamlamış, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasına geçmiştir. Son aşama, seçimler sonrası ile ilgilidir. 3. Aşama ile son aşama arasında muhtemelen bir ya da iki aşama daha olabilir. Türkiye nin bunu göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Polis-Yargı tarafından başlatılan, deprem etkisi yapan derin dalga, Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu , Taksim Kadife darbe sürecinin 3. Evresi olup iç içe geçmiş farklı amaçları ve mesajları bünyesinde barındırmaktadır. Burada, bu konu ele alınıp incelenecektir.

Taksim Kadife Darbesinin Stratejik Hedefleri

Türkiye nin bölgesel hatta Küresel güç olma, Yeni Osmanlı misyonunu inşa etme, Suriye de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara karşı politika oluşturma, İsrail le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye meselelerini ABD/Batının istediği şekilde çözmeme, İslam coğrafyasındaki halkların diktatör yönetimlere başkaldırmasında halkların yanında yer alma ve Diyarbakır da Türk- Kürt Kardeşliği temelli yeni bir eksen oluşturma gibi nedenlerle ABD nin Büyük Ortadoğu Projesi , İsrail in/Siyonizmin Büyük İsrail Projesi , AB nin 2. Sevr projesi , Rusya nın Sıcak denizlere Açılma Projesi , İran ın Şia Güvenlik Hattı Projesi ve İşbirlikçi diktatör Arap yönetimleri ile çatışmaktadır. Bu sebeple Türkiye karşısında, şartlara bağlı olarak katılımcıları değişen bir cephe meydana gelmiştir. Bu cephe, kendi menfaatine uygun olarak Türkiye deki kadife darbe sürecine yeri ve zamanı geldiğinde destek vermektedir. Bu nokta önemli olup bu cepheyi bütün halinde tutacak, bir araya getirecek söylem ve politikalarda dikkatli davranılması gerekmektedir. Bu cephenin bölünmesi, dağıtılması öncelenmelidir. Her cephede savaşmak, başarılı bir siyaset değildir.

Kadife darbelerin hazırlık aşamaları da göz önüne alındığında, yaklaşık beş yıllık bir zaman dilimini kapsamakta ve mevcut siyasi iktidarlara, genelde, seçim dönemlerinde asıl darbe, vurulmak istenmektedir. Taksim Kadife Darbesi, Küresel tefeci sermaye ile işbirliği içerisinde, İstanbul dukalığının öncülüğünde başlatılmıştır. Taksim Kadife Darbesinin çelik çekirdek kadrosu, ilk halka olup ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB den oluşan küresel operasyonları yöneten kadrodur. İkinci halkası İstanbul Dukalığı/Baronlar diye anılan ve Taksime çıkıp çapulcu olduklarını açıklayan kadrodur. Bunlar işin strateji boyutu ile meşgul iken stratejinin ve stratejinin öngördüğü taktiklerin uygulayıcısı operasyonel güç, yapı üçüncü halkada yer almaktadır. Gülen hareketi, Üçüncü halkaya dershaneler savaşı ile eklemlenmiş ya da eklemlenmek zorunda bırakılmıştır. Ya da Gülen Hareketi maskesi takmış, mahiyetini henüz keşfedemediğimiz/bilemediğimiz bir yapı, Gülen Hareketinin asli kadrolarına rağmen operasyon yürütmektedir. Siyası iktidarın ve diğer İslami hareketlerin bu noktada çok dikkatlı bir dil kullanması gerekmektedir. Gülen Hareketinin asli kadroları bu kumpastan kurtulmalı ve net bir tavır sergilemelidirler.

Bize göre önümüzdeki üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve bir yol haritası söz konusudur. Bu stratejinin öncelikli hedeflerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Güçlenen, bölgeye ve dünyaya açılan istikrar içindeki Türkiye yi istikrarsızlığa sokarak kendi içine kapatmak.

Türkiye nin Rusya, Çin, Iran, Pakistan ve Afrika ülkeleri ile kurduğu ilişkileri bozmak; ABD, AB, İsrail, İngiltere, İMF ve Dünya bankasına muhtaç hale getirmek.

Türkiye nin ekonomik dengesini bozmak

Türkiye nin sanayileşmesini, özellikle savunma sanayisine sahip olmasını engellemek.

Türkiye nin Enerji Üretim Bölgesini ve Enerji nakil hattını kontrol eder duruma gelmesini engellemek

Türkiye nin bütünleşmesini ve kaynaşmasını sağlayacak Çözüm Sürecini engellemek. Türk-Kürt Kardeşliği projesini engellemek

Erdoğan ın Cumhurbaşkanlığını engellenmek

Yeni Anayasa yapımını engellemek

Şer ekseninin İslam ın İslam la Savaşması Projesi çerçevesinde Türkiye deki tüm İslami camiaları birbirine düşman etmek ve aralarında derin fay hatları oluşturmak

Başbakan Erdoğan ın siyasetten tasfiye edilmesi ve AK Parti nin el değiştirmesini sağlamak. Bu başarılamaz ise AK Parti yi parçalamak, hatta kapatmak

Çizilen bu stratejiye uygun olarak taktik hamleler gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla yapılan hamleler, birbirinden bağımsız, birbirinden kopuk olmayıp birbirinin devamı, tamamlayıcısı hatta bir ileri aşaması olarak tasarlanmış taktiklerdir. Burada söylenmek istenen, bu eylemlerin her biri, ana stratejinin ara hedeflerini elde etmeye dönük birer taktik eylemlerdir. Bu taktiklerin başarısı veya başarısızlığı, ana stratejiye katkısına bağlı olarak ölçülmeli ve değerlendirilmelidir. Düşülecek en büyük hata, ana stratejiyi göz önüne almadan sadece taktik hamlelere, taktik hamlelerle cevap verme, karşı koyma ve başarısız kılma gayreti içerisinde olmadır. O nedenle aşağıda Taksim Kadife Darbesinin üç aşamasına ilişkin amaçları kısaca özetleyeceğiz.

Taksim Kadife Darbesinin Farklı Evrelerindeki Amaçlar

Kadife darbeler, gayrı memnunların ittifakı ile gerçekleştirilen, şiddete bulaşmayan, sokak hâkimiyetine dayanan ve siyasi iktidarın hatalarını iyi değerlendiren bir darbe türüdür. Yapılan eylemlerin, genel olarak, biri görünür diğerleri gizli olan, açıkça söylenmeyen iki ana amacı vardır. Görünür amaç, icra edilen eylemin herkese açık olarak beyan edildiği, kamuoyu ile paylaşıldığı amaç iken; gizli amaçlar (açıkça ifade edilmeyen), siyasi iktidarın karşısında gayrı memnunlar ittifakı oluşturmak ve yaygınlaştırmak, siyasi iktidarı zayıflatmak, taviz vermeye zorlamak, bazı politikalardan vazgeçmesini sağlamak veya iktidardan düşürmekle ilgilidir.

Taksim Kadife Darbe sürecinin Başlangıç Aşaması: Gezi Parkı Olayları

Taksim Kadife darbe sürecinin başlangıç aşaması olan Gezi parkı olaylarında görünür amaç, çevre ve ağaçları korumadır. Medya ve sosyal medyadan çevre bilinci kullanılarak başlatılan başarılı bir kampanya, meyvesini vermiş ve siyasi iktidara karşı gönlünde bir nebze öfke olanların Taksim de toplanması sağlanmış ve Taksim gezi parkına AVM yapılması engellenmiştir. Gizli amaçları ise aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Çok güçlü gözüken siyasi iktidara yara aldırmak, korku duvarını aşmak, eşik seviyeyi geçmek, karşı çıkılabilir olduğu kanaatini yerleştirmek ve gelecek eylemler için kitleyi hazırlamak.

Siyasi iktidarın dengesini bozmak, partide şok dalgalar oluşturmak

İç ve dış Kamuoyu oluşturmak

İç ve dış medya desteği sağlamak

İç savaş görüntüsü vererek dış güçlerin dikkatini çekmek ve desteğini almak

Çevrecilik üzerinden gayrı memnunların ittifakını sağlamak

Ekonomiye zarar vermek

Eylemcilerin çok güçlü olduğunu göstermek için etrafa korku salmak ve halkı sindirmek

Belli renkleri, giysileri ve sloganları sembolleştirmek

Eylemlere süreklilik kazandırmak

Çekirdek bir eylemci kadro ortaya çıkarmak

Taksim Kadife Darbesinin Gezi parkı aşaması, yukarıda öngörülen hedeflerin hemen hemen hepsini elde etmesi açısından başarılı olmuştur. Siyasi iktidarın özellikle Başbakanın milyonluk mitingler karşı hamlesi, eylemlerin sürekliliğini engellemiş, AK Parti seçmeni ve AKP kadroları üzerinde oluşan yenilgi psikolojisini kısa zamanda ortadan kaldırmıştır. Başbakanın gerilim stratejisi ile AKP seçmeninin kenetlenmesi sağlanarak oy kaybının önüne geçilmiştir.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin İkinci Aşaması: Dershaneler Savaşı

Taksim Kadife darbe sürecinin ikinci evresi Dershaneler Savaşıdır. Siyasi iktidarın 9. Kalkınma planında ve Milli Eğitim Bakanlığı Stratejik Planı nda, 2014 yılının sonuna kadar özel dershanelerin %70 nin özel okullara dönüştürülmesi öngörülmüştür. Kadife darbe organizatörleri, buna göre hazırlık yapmış ve mevzilenmiştir. Başbakanın Kızılcahamam toplantısında yaptığı konuşma, medyaya servis edilerek dershaneler üzerinden bir savaş başlatılmıştır.

Dershaneler savaşının açık amacı, 5580 sayılı yasaya uygun olarak kurulmuş olan dershanelerin, özel okullara dönüştürülmesinin engellenmesidir. Gizli amaçlarını ise aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

Taksim Kadife darbesinin meydana getirdiği gayrı memnunlar ittifakını genişleterek daha büyük gayrı memnun kitle oluşturmak

Siyasi iktidar ile Dershanelerin %20 sine sahip olan Gülen Hareketini karşı karşıya getirmek

Kadife Darbenin Gezi parkı aşamasında oluşmayan öncü teşkilat konumuna (Üçüncü halka), Gülen Hareketini yerleştirmek ve mücadeleyi Gülen Hareketi üzerinden yürütmek.

Siyasi İktidarın dengesini bozmak, imajını yıpratmak

Siyasi iktidarın içinde ihtilaflar meydana getirmek.

AKP yi oy kaybına uğratmak. Özellikle AKP ye rey veren Gülen hareketi mensup ve sempatizanları ile liberal seçmeni partiden koparmak

Başbakan Erdoğan ı tahrik ederek hata yapmasına sebebiyet vermek ve hem parti içinde hem de kamuoyunda yıpratmak.

Ekonomiye zarar vermek

Dershaneler savaşının açık amacı olan Özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesinin engellenmesi, en azından 2015 yılına ertelenmesi ile başarılı olunmuştur. Kadife darbelerin başarı gücü, ittifak kurabildiği gayrı memnunların gücüne ve siyasi iktidarın yalnızlaştırılıp itibarsızlaştırılmasına bağlıdır. O nedenle dershaneler üzerinden başlatılan savaş, Taksim kadife darbesine yeni gayrı memnunları (Dershaneciler) dâhil etmesi, yeni fay hattı meydana getirmesi açısından başarılıdır.

Kadife darbenin ikinci evresindeki en büyük başarı, AK Parti ile Gülen hareketini karşı karşıya getirme, savaştırma taktiğinin tutmuş olmasıdır. Türkiye deki Kadife darbe sürecinin en ciddi zaafı, öncü rolü oynayacak, bilinen, etkili ve sürükleyici bir teşkilatın olmamış olmasıydı. Dershaneler savaşı aşaması, Kadife darbenin birinci ve ikinci merkez kadrosunun yanına teşkilatlı güç olarak Gülen hareketini yerleştirmiştir. Taksim Kadife Darbesinin bundan sonraki süreci, Gülen Hareketi ile AK parti kavgası (Kardeş Kavgası) olarak şekillendirilmeye çalışılacaktır. Bu süreçte AK Parti den iki milletvekilinin istifa etmesi sağlanmıştır. Aynı dünya görüşünün mensupları arasında tabana yayılacak bir kavga, sadece her iki tarafa zarar vermeyecek, tüm camiaya, ülkeye ve İslam coğrafyasına zarar verecektir.

Erdoğan, Gülen hareketi üzerinden yürütülecek savaşın boyutunu iyi tahmin ederek (Ergenekon Operasyonları tecrübesi) dershaneler savaşını bilerek ve isteyerek tırmandırmış ve derinleştirmiştir. Böylelikle kendi kamuoyunu, bu kesimden gelecek her türlü hamlelere karşı (Kaset- bel ge savaşı) hazırlamıştır. Bu açıdan çok başarılı bir operasyon yönetmiştir.

Taksim Kadife Darbe sürecinin Üçüncü Aşaması: Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile İtibarsızlaştırma

Polis-Yargı tarafından başlatılan, deprem etkisi yapan derin dalga Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu , Taksim Kadife darbe sürecinin 3. evresidir. Muhtemelen, iç içe geçmiş ve birbirinin devamı olan birçok alt evrenin başlangıç aşamasıdır. Bu evre öncekilerden farklı amaçlar ve mesajlar içermektedir. Verilmek istenen mesajlar genel kitle tarafından anlaşılamamış olabilir; ancak taraflar, olayın muhatapları, verilen açık ve gizli mesajları almakta ona göre karşı tepki ve mesajlar vermektedirler.

Başbakanın bu hamlesini gören Küresel Kadife darbe stratejistleri/organizatörleri, Taksim Kadife Darbe Sürecinin üçüncü aşamasını öne çekerek Rüşvet-Yolsuzluk üzerinden taktik bir saldırı gerçekleştirmişlerdir. Bu operasyonun açık amacı, rüşvet ve yolsuzluk olaylarının üzerine giderek milleti ve devleti soyanları cezalandırmaktır. Bu aşamanın gizli amaçlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Üç bakanın oğlunun ve birçok bürokrat ve iş adamının karıştığı iddia edilen bir rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile tamamen rüşvet ve yolsuzluklara batmış bir siyasi iktidarın var olduğu kanaatini yaygınlaştırmak. Bu yolla siyasi iktidarı itibarsızlaştırmak.

Bakan çocuklarının tutuklanması üzerinden Başbakan Erdoğan a çocuklarının hedefte olduğu mesajını vermek

Siyasi iktidarın oy kaybına uğramasını sağlamak.

Siyasi iktidarın, AKP nin ve tabanın üzerinde şok dalgaları oluşturarak iradelerini çözmek, daha büyük hata yapmalarını sağlamak

Rüşvet ve yolsuzluk gibi pis, çirkin kabul edilen ve toplum tarafından lanetlenen bir eylem konusunda AKP nin ve tabanın kararsız kalmasını sağlayarak parti içi ihtilafları körüklemek

Milletvekillerinin iradesini çözerek istifa etmelerini sağlamak

Kaset ve dosyası olan milletvekillerine mesaj vererek istifalarını temin etmek

Üç bakanın oğlu üzerinden yürütülen bu psikolojik savaşla AKP nin tüm üst düzey kadrolarına özel bir mesaj vererek siyasi iktidardan istediklerini alarak uzlaşmak

Ergenekon Soruşturmasını açan ve yürüten savcı polis denkleminde operasyonu gerçekleştirerek operasyonun, Gülen Hareketi tarafından yapıldığı intibaını kuvvetlendirerek iki camia arasındaki fay hattını daha da derinleştirmek, enerji ile yüklemek ve kavgayı şiddetlendirmek.

Kadife Darbe sürecinin merkezine geri dönüşü olamayacak bir tarzda Gülen Hareketini daha da sağlam bir şekilde konumlandırmak.

Rüşvet ve yolsuzluklara karşı olan kesimleri, kadife darbenin ilk aşamasında oluşmuş gayrı memnunlar cephesine dâhil ederek gayrı memnunlar cephesini daha da genişletmek

Türkiye-İran, Türkiye - Irak ve İran Hindistan arasında yapılan ticaret için kullanılan Halk Bankası nı, zor durumda bırakarak batırmak. Bütün bu sirkülasyonun, ABD bankaları üzerinden yapılmasını sağlayarak ekonomik kâr sağlamak ve Türkiye yi zarar sokmak.

Türkiye ekonomisini zarara uğratmak

Taksim Kadife darbesinin üçüncü aşaması olan Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile itibarsızlaştırmanın açık ve gizli amaçlarının birçoğu gerçekleşmiş durumdadır. Siyasi iktidar dört bakanla ilgili iddialardan dolayı ciddi imaj kaybına uğramıştır. Üç bakanın istifası, geç kalınmış olmakla beraber, yararlı olmuştur. Kabinede yapılan revizyon önemli bir karşı hamledir. İdris Naim Şahin ve Erdoğan Bayraktar ın bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifası ve şekli, AK partiyi yıpratacak değişik spekülasyonların yapılmasına sebebiyet verecektir. Bu süreç yol boyu bir kısım milletvekillerinin istifasına neden olabilecektir. Türkiye ekonomisi bu süreç içerisinde 20 milyar dolar zarara uğramış ve sadece dolardaki oynamadan dolayı enerji maliyetinde 4 milyar dolarlık bir artış olmuştur.

Sonuç: Ana Stratejiyi Bozmak

Bu operasyonu yapan küresel kadife darbeciler, Erdoğan ın mizacını iyi bildikleri için yapacağı karşı hamleleri tahmin ederek ellerinde 3-4 rüşvet ve yolsuzluk dosyası malzeme (doğru ya da yanlış) toplamışlardır. Kadife darbe sürecinin üçüncü aşamasının bundan sonraki gelişimi, Ergenekon operasyonuna benzer bir şekilde dalga dalga olabilir. Siyasi iktidarın bu stratejik planlamayı göz önüne alması gerekmektedir. Bu nedenle Siyasi iktidar, öncelikle partiye sızmış ve yolsuzluğa bulaşmış olanları temizlemelidir. Rüşvet ve yolsuzluklar, bir ülkeyi ve bir milleti batıran, çürüten hastalıklar olup bunlarla kelle koltukta savaşılması gerekmektedir. Hırsız hırsızdır. Hırsızlar arasında sizin hırsız ve bizim hırsız daha iyidir tarzında bir ayırım yapılamaz.

Başbakanın sözünü ettiği küresel operasyon ve onun yerli işbirlikçileri, deşifre edilmelidir. Bu küresel operasyona karşı bir birleşik cephe hareketi oluşturulmalıdır.

Gülen Hareketinin aslı, samimi kadroları alındıkları kumpastan kurtarılmalıdır. Gülen Hareketi maskesi takmış güç, deşifre edilirken Cemaatin ihlâslı mensupları rencide edilmemelidir. Gülen Hareketi de kendi içerisinde bir öz eleştiri ve değerlendirme yapmak zorundadır. 28 Şubat taki hataya tekrar düşmemelidir.

 

19 Aralık 2013 Perşembe

Taksim kadife darbe sürecinin ikinci evresinde yeni bir fay hattı: “Gülen cemaati” üzerinden dershaneler ittifakı

 (Milli Gazete)

Dershaneler üzerinden başlatılan tartışma, tartışma boyutunu aşarak, psikolojik savaşa, oradan da iktidar savaşına dönüşmüştür. Mücadelenin AK Parti ile dershanelerin %20’sine sahip olan Gülen cemaati arasında şekillenmesi, hem üzücü, hem düşündürücü hem de tedirgin edicidir. Çünkü Taksim (Gezi Parkı) kadife darbesi ile Küresel tefeci sermayenin koruması altında İstanbul dukalığının (İşbirlikçi Sermaye Grupları) öncülüğünde kurulup başlatılan oyun, bugün Gülen cemaati ile AK parti arasında vuku bulan mücadele ile yeni bir boyut kazanmaktadır. Kadife darbeler, mevcut siyasi iktidara karşı tüm gayrı memnunların ittifakı üzerine geliştirilen, çeşitli taktiklerle iktidarı itibarsızlaştıran, yalnızlaştıran ve şiddet içermeyen sokak hareketleri ile siyasi iktidarı düşürmeyi hedefleyen, yeni bir darbe türüdür. Kadife darbelerin başarı gücü, ittifak kurabildiği gayrı memnunların gücüne ve siyasi iktidarın yalnızlaştırılıp itibarsızlaştırılmasına bağlıdır. O nedenle dershaneler üzerinden başlatılan savaş, Taksim kadife darbesine yeni gayrı memnunları (Dershaneciler) dâhil etmesi, yeni fay hattı meydana getirmesi açısından önemlidir. Daha da önemli ve rahatsız edici boyut, dershanecilerin sözcülüğünü Gülen cemaatinin üstlenip (ya da Cemaat adına üstlendiğini söyleyenlerin) tüm imkânları ile bir cephe savaşı vermesidir. Aynı dünya görüşünün mensupları arasında tabana yayılacak bir kavga, sadece her iki tarafa zarar vermeyecek, tüm camiaya, ülkeye ve İslam coğrafyasına zarar verecektir.

Dershaneler Savaşının İki Boyutu

Gelinen noktada, özel dershaneler üzerinden yürütülen mücadelenin, eğitim ve siyasi olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. Taraflar, yeri geldiğinde eğitim, yeri geldiğinde siyasi boyutu öne çekmelerine rağmen gelinen noktada olay, siyasi boyuta kilitlenmiştir. Taraflar, her iki boyutu iç içe geçecek şekilde onu da, işlerine geldiği şekliyle kullanmaktadırlar. Her iki tarafın haklı ve haksız olduğu yerler vardır. Öncelikle bunun bilinmesinde fayda vardır.

Taraflar açısından Dershaneler Savaşının Eğitim Boyutu

Geçen haftaki yazıda, dershaneleri doğuran şartları, dershanelerin meydana getirdiği olumlu ya da olumsuz yan etkileri incelemiş ve dershanelerin, Türkiye’nin bozuk eğitim sisteminin bir sonucu olduğunu ifade etmiştik. Özel dershaneler, 5580 sayılı yasa çerçevesinde; “Öğrencileri; bir üst okulun veya yüksek öğretime giriş sınavlarına hazırlamak, istedikleri derslerde yetiştirmek ve bilgi düzeylerini yükseltmek amacıyla faaliyet gösteren özel öğretim kurumları” (madde 2 f bendi) olarak mevcut eğitim sistemine destek veren yasal kuruluşlardır. Dershanelerin açılması, yönetilmesi, denetlenmesi ve müfredatı, tamamen 5580 sayılı yasa ile belirlenmiştir. Açılan tüm dershaneler, devletin ilgisi, bilgisi ve onayı ile 5580 sayılı yasa ve bu yasaya dayandırılarak çıkarılmış olan tüzük, yönetmelik ve yönergeler çerçevesinde faaliyete başlamaktadır. Bu nedenle “merdiven altı dershanecilik”, “apartman dershaneciliği”, “kayıt dışı ekonomik faaliyet”, “kaçak yollarla çalıştırılma”, “ülkeye karşı olan mali görev ve sorumluluklarını yerine getirmeme, “stajyer öğrencileri ve iş bulamayan öğretmenleri, düşük ücretle çalıştırarak sömürme” tarzında siyasi iktidar tarafından yönetilen tenkitler, suçlamalar uygun değildir, adil de değildir. Bu noktada, gerekli şartları sağlamadığı halde kendilerine izin veren, kurulanları denetlemeyen devlet kurumları eleştirilmeli ve kınanmalıdır. Siyasi iktidarın “üniversite giriş sınav soruları dershane müfredatına göre hazırlanıyor” tarzındaki tenkidinin muhatabı, dershaneler olmayıp giriş sınav sorularını hazırlayan ÖSYM’dır. ÖSYM’nin hazırladığı sorular nedeniyle dershaneleri suçlamak, adil değildir. 

Siyasi iktidarın özel dershanelerin özel müfredat uyguladıkları tarzındaki iddia ve suçlaması, gerçekten böyle bir durum varsa haklıdır. Ancak 5580 sayılı yasa çerçevesinde MEB tarafından belirlenmiş olan müfredata uygun olarak dershaneler faaliyet göstermiyorlarsa, bunları denetlemek zorunda olan devlet kurumları, görevlerini yapmadıkları için suçlu değiller midir

Bu kargaşa içerisinde gözden kaçan temel nokta, okullara destek, yardımcı olmak amacıyla kurulmuş olan dershanelerin, devletin okullarını gölgede bırakması, hatta anlamsızlaştırmasıdır. Bunun sorumluluğu, sadece dershanelere ait olmayıp giriş sınav sistemlerinin şeklini ve muhtevasını belirleyen YÖK, ÖSYM ve MEB’e de aittir.

Öğrencilerin, Okul-Özel Dershane-İmtihan kıskacında analiz- sentez yeteneğinin körelmesi, yarış atına dönmesi, çocukluğunu yaşayamaması, depresyon geçirme eğiliminin artması, ailelerin dershane parası bulmak için ek işlere yönelmesi ile ailece birlikte olamama gibi ciddi sorunların ortaya çıkması, bir nesil meselesi olarak görülmelidir. Bu kıskaç içerisinde bir neslin zihin dünyasının, düşünme ve tefekkür etme yeteneğinin körelmesi, depresyon eğiliminin artması, sosyal ilişkilerinin bozulması, yalnızlaşması görmemezlikten gelinerek dershaneciliğin, serbest piyasa ekonomisi, özel teşebbüs, özelleştirme gibi kavramlar çerçevesinde ele alınıp savunulması uygun bir yaklaşım değildir. Bu noktada meseleyi, Anayasanın 48. Maddesi kapsamına sıkıştırarak savunmak da yanlıştır. Ayrıca, siyasi iktidarın yasal çerçevede kurulmuş, gerekli yatırımları yapmış ve yasal çerçeveye uygun faaliyet gösteren özel dershaneleri onlarla görüşmeden, onlarla bir yol haritası belirlemeden kapatmaya kalkması da yanlıştır.

Bu noktada dikkat çekici olan nokta, giriş sınav sisteminin ve dershanelerin bu sınav sistemine uygun bir teknik uygulamasının öğrenciler açısından mahsurlu olduğu, konunun muhatabı tüm taraflar tarafından kabul edilmiş olmasıdır. Bununla birlikte özel dershane sahipleri, bunun suçunun kendilerine ait olmadığını ileri sürerek sorumluluktan kaçınmaktadırlar. Oysa dershaneler, pozitif geribesleme (olumsuzlukların olumsuzlukları besleyerek artırması) meydana getirerek hastalığı artırmakta ve derinleştirmektedir. Siyasi iktidarın bu noktada duyarlı davranması, sorumluluk alanının bir gereğidir. Özel dershane mensuplarının da, bu gerçeği görmesi ve sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle özel dershane sahipleri de dâhil tüm ilgililerin birlikte çözüm araması, şarttır, elzemdir ve zorunludur.

Taraflar açısından Dershaneler Savaşının Siyasi Boyutu

Siyasi iktidarın olaya yaklaşım şekli, dershanelerin kapatılmasında kimse mağdur edilmeyecek, her türlü zarar karşılanacak, tüm personel istihdam edilecek ve özel dershaneler, özel okullara dönüştürülüp gerekli destek verilecek şeklinde iken; Gülen Cemaati adına konuşanların(!) bazı noktaları kasıtlı olarak örtmesi, bazı gerçekleri ters yüz etmesi, saldırgan ve suçlayıcı bir dil kullanması dikkat çekmektedir. “İşte gerçekler”, “İşte iddialar ve gerçekler” isimleri ile 22.11.2013 tarihli Zaman gazetesinde yayınlanan açıklamalarda bu tavrı görmek mümkündür.

Özel dershaneler meselesi, sürekli tartışılmış ve gündeme getirilmiş olmasına rağmen sanki Özal hükümetinden bu yana hiç konuşulmamış, tartışılmamış ve son 2-3 ay içerisinde ortaya çıkmış bir olay olarak sunulmaktadır. 2005 yılında yapılan “Uluslararası Yüksek Öğretim Konferansında” ve 2007 yılında YÖK tarafından hazırlanan “Türkiye’nin Yüksek Öğretim Stratejik Planında”,  üniversite giriş sınav sistemi ile özel dershaneler çok ağır bir şekilde eleştirilmekte, bu işleyişin ve gidişatın durdurulması istenmektedir. Özel dershaneler konusu, “1Temmuz 2006 Cumartesi - Mükerrer Resmî Gazete Sayı: 26215, TBMM Kararı, Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007 – 2013)’de” yer almakta ve DPT tarafından üniversite giriş sınavlarının yeni bir şekle kavuşturulmaları ile özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmeleri teklif edilmektedir:

“598. Eğitim sisteminin etkinliğinin artırılması, eğitime ayrılan kaynakların daha verimli kullanılması, öğrenciler ve aileleri üzerindeki mali, sosyal ve psikolojik yüklerin hafifletilmesi amacıyla eğitim sistemi, sınav odaklı yapıdan kurtarılacaktır.

Yükseköğretime giriş sistemi; öğrencileri programlar hakkında yeterli düzeyde bilgilendiren, ilgi ve yeteneklerini ortaöğretim boyunca çok yönlü bir süreçle değerlendiren, okul başarısına dayalı ve müfredat programlarıyla daha uyumlu bir yapıya kavuşturulacaktır.

599. Ortaöğretim ve yükseköğretime hazırlık dershanelerinin özel okullara dönüştürülmesine yönelik teşvikler sağlanacaktır.”

Tam yedi yıl önce 2006’da hazırlanan 2007-2013 yıllarını kapsayan DPT stratejik planında özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi öngörülmüş ve bu da resmi belge olarak yayınlanmıştır. Bu belgeye rağmen Gülen Cemaati adına sözcülük yapanların(!) bunu görmemesi, bilmemesi nasıl yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir Bildikleri halde yanlış beyanlarda bulunuyorlarsa burada ki amaç ne olabilir

Diğer taraftan 2009 yılında hazırlanan “MEB 2010-2014 Stratejik Planında”, özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi Stratejik Hedef olarak belirlenmiştir:

“Stratejik Hedef 5.3: Ortaöğretim ve yükseköğretime hazırlık dershanelerinden özel okula dönüştürülebileceklerin tespit edilerek 2014 yılı sonuna kadar % 70’inin özel okula dönüştürülmesinin teşvikini sağlamak.

PG 5.3.1. Okula dönüştürülen dershanelerin, okul standartlarına sahip olduğu tespit edilen dershanelere oranı

PG 5.3.2. Teşvik almak için başvuran dershane sayısı

PG 5.3.3. Özel okula dönüşen dershanelerin teşvikten yararlanma oranı dünyadaki özel örgün eğitime yönelişteki artış ve devletin, dershaneleri özel okula dönüştürmeye yönelik politikalarından yararlanarak diğer kamu kuruluşlarıyla iş birliği içerisinde Dershanelerin okula dönüşümüyle ilgili teşvikleri (arsa tahsisi, vergi muafiyeti vb.) içeren yeni mevzuat geliştirilecektir.

Bakanlığın, dershanelerle ilgili ayrıntılı veriye ulaşma gücü kullanılarak, bağımsız binada faaliyet gösteren dershanelerin okula dönüştürülmesine yönelik çalışmalar yapılacaktır.  Mevzuat düzenlemesiyle okullara yönelik mevcut ve yeni teşviklerin dönüşüm tercihini yapacak dershaneler tarafından da kullanılmasına imkân sağlanacaktır.

Mevcut mevzuatın dershanelerin okula dönüştürülmesine imkân sağlayacak biçimde geliştirilerek dershane personelinin dönüşümden olumsuz etkilenmemesi sağlanacaktır.”

Bundan dört yıl önce 2009 yılında yayınlanmış MEB stratejik planında 2014 yılının sonuna kadar Özel dershanelerin %70’inin özel okullara dönüştürülmesi, her türlü teşvikin sağlanması, dershane personelinin mağdur edilmemesi öngörülmüştür. Bu belgeye rağmen bulanık propaganda teknikleri kullanılarak, dershanelerin özel okula dönüştürülmesinin aniden ortaya çıkmış gibi gösterilmesi, büyük bir kampanya başlatılması ve bir savaş dilinin kullanılması yanlış olmuştur ve de yanlış olmaktadır.

Sonuç: Neden Mahalli Seçimler Öncesinde Neden Şimdi

Gerek DPT’nin 9. Kalkınma Planı’nda ve gerekse MEB’in Stratejik Planı’nda özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi için öngörülen zaman, 2013-2014 dönemidir. Siyasi iktidar, bu dönemin bir seçim dönemi olduğunu bilmektedir. Bu konu gündeme geldiğinde de dershanecilerin tepki koyacağı, gayrı memnun bir kitlenin oluşacağı ve medyada konunun tartışılarak kamuoyu oluşturulacağı / oluşturulabileceği bilinmektedir. En çok saha araştırması yaptıran bir siyasi iktidarın bunu bilmemesi, tahmin edememesi pek mümkün görünmemektedir. Aksı durum siyasi basiretsizlik olur.

Oslo görüşmelerinin medyaya servis edilmesi, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadesinin alınmaya kalkılması, Başbakan Erdoğan’ın müdahale etmesi, olağanüstü yetkilerle donatılmış mahkemelerin statüsünün değiştirilmesi gibi olaylar yüzünden Gülen cemaati ile siyasi iktidar arasında başlayan gerilim, değişik vesilelerle tırmanmıştır. Oslo görüşmelerinin medyaya servis edilmesinden bu yana Siyasi iktidara en güçlü muhalefet, Gülen cemaatine ait olduğu söylenen Medya tarafından yapılmaktadır. Diğer taraftan Özel dershanelerin %20’sine sahip olan Gülen Cemaatinin, özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesine muhalefet etmeyeceğinin siyasi iktidar tarafından beklenmemesi, tahmin edilmemesi hem saflık olur hem de siyasi basiretsizlik olur.

Diğer taraftan Küresel tefeci (Siyonist) sermaye tarafından Taksim gezi parkı ile başlatılmış olan kadife darbe, hazırlık dönemi ile birlikte yaklaşık beş yıllık bir sürece sahiptir. Muhataplara asıl darbe seçim zemininde vurulmak istenmektedir. Kadife darbeler, gayrı memnunların ittifakı üzerine kuruludur. Seçim sathına girildiği bir dönemde dershaneler üzerinden yeni bir gayrı memnunlar kitlesinin ortaya çıkmasına sebebiyet verilmesinin sebebi nedir Siyasi iktidar, Taksim’de olan olayları ve Taksim’de taraf olanları görmemiş midir Taksim olayları nedeni ile Başbakanın olayların planlayıcılarının Faiz lobisi olduğunu ifade etmesi ve ardından milyonluk mitingler organize etmiş olması süreci çok iyi anladığını göstermektedir. Öyleyse başbakan, siyasi iktidar, Özel dershaneler meselesini erteleme imkân ve gücüne sahipken niçin ertelememiş ve gündemde tutmuştur

Bütün bunların sebepleri, aşağıdaki gibi özetlenebilir:

Seçim zeminine girildiğinde siyasi iktidara karşı başlatılacağı tahmin edilen dosyalar savaşını bloke etmek, engellemek.

Dosyalar savaşının neden olabileceği her türlü olumsuzluğa karşı kendi tabanını kenetlemek ve karşı propagandanın etkisini en aza indirmek.

Gerilim ortamını diri tutarak tabandaki kaymaları engellemek.

CHP korkusunu diri tutarak sağ seçmenden oy almak ve kararsızları kazanmak.

Gülen cemaatinin de safını açık olarak ortaya koymasını sağlamak.

İki yıllık bir hazırlık dönemi olduğu belirtilen bakanların çocuklarının, belediye başkanı ve iş adamlarının da dâhil edildiği yolsuzluk operasyonunun seçim arifesinde ve dershaneler savaşı devam ederken başlatılması, siyasi iktidarın bunu beklediğini göstermektedir.

Burada önemli olan ve tüm Müslümanları ilgilendiren asıl konu, Gülen cemaatinin Taksim kadife darbesiyle başlayan süreçte hangi safta yer alacağıdır. Kadife darbecilerin safında yer aldığında, Küresel Siyonist tefeci sermaye ve onların yerli işbirlikçileri ile yan yana gelmiş olacak bu da, Gülen cemaatini çok ciddi bir şekilde yıpratacaktır, yaralayacaktır.

O nedenle Gülen Cemaati, 28 Şubat sürecinde Erbakan Hocaya karşı takındığı tavrı takınmamalı, o gün 28 Şubatçıların safında yer aldığı gibi bu gün de Küresel tefeci sermayenin yanında yer almamalıdır.

Gülen cemaati, “Başörtüsü fürüattandır” diyerek başörtüsü direnişinin kırılmasına sebebiyet verdiği gibi bu gün de benzer bir hataya düşmemelidir.

Gülen cemaati, Mavi Marmara olayı sebebiyle İsrail’in Siyonist politikalarına karşı oluşmuş büyük kamuoyunu, “Otoriteden izin alınmalıydı” denerek bölmesi gibi bugün de kadife darbecilerin saflarında yer alma gibi bir hataya düşmemelidir.

Unutmayın!

“Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8).

12 Aralık 2013 Perşembe

Taksim kadife darbe sürecinin ikinci evresi: Dershaneler bozuk eğitim sisteminin ürünüdür

(Milli Gazete)

Giriş

Geçen yazıda şeytanı ittifakın Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma stratejisi ve böyle bir kardeş kavgası ortamında müminlerin takınması gereken tavrın ne olması gerektiği konusu üzerinde durulmuştur. Burada, Türkiye’nin Dershane gerçeği ve bunun eğitim sistemi ile etkileşimi ele alınacaktır.

Dershanelerin Tarihçesi

Özel dershaneler, amaçları, gerekçeleri ve fonksiyonları farklı olmakla birlikte Osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkmışlardır. Cumhuriyet döneminde ise amaçları, fonksiyonları ve sayıları değişmekle beraber 1930 yılından itibaren özel dershanelerin var olduğu bilinmektedir. Ancak bugünkü manada özel dershanecilik, yaklaşık 1965 yılından sonra ortaya çıkmış ve yaygınlaşmaya başlamıştır. Özel dershanelerin yaygınlaşmasın¬da en önemli etken, yükseköğretime olan talebin her geçen gün artması ve üniversitelere girişin merkezi sınav sistemine bağlanması olmuştur. Daha sonraki dönemlerde orta öğretim düzeyinde okulların çeşitlenmesi, kalite farklılığı, milli eğitim sistemindeki kalite düşüklüğü gibi nedenlerle sınava hazırlık, dershanecilikte talep patlamasına sebebiyet vermiştir(1).

Bu şekildeki bir gelişme, karşı tepkinin oluşmasına sebebiyet vermiş ve gençlik hadiselerinin çok yoğun olduğu 1970 sonrasında özel dershanelerin varlığı tartışılmaya başlanmıştır. 1980 ihtilal hükümetinin programında, özel dershanelerin fırsat eşitsizliği meydana getirdiği, denetlenemediği gerekçesiyle belli bir hazırlık döneminden sonra kapatılmaları öngörülmüştür. Bu amaçla Milli Eğitim Bakanlığı, özel dershanelerin o dönemde tabi olduğu 1965 tarih ve 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’na ek yeni düzenlemeler yapmıştır. Milli Güvenlik Konseyi, 16 Haziran 1983 tarih ve 2843 sayılı yasayla, yeni özel dershane açılmasını yasaklamış ve mevcutlarının ise 1 Ağustos 1984 tarihine kadar kapatılmasına karar vermiştir (2). Özal Hükümeti, 11 Temmuz 1984 tarihinde, 3035 sayılı yasayı çıkararak hem 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Yasası’nın bazı maddeleri değiştirmiş hem de 2843 sayılı yasa lağvederek özel dershane açılması serbest bırakılmıştır(3). 1980 sonrasında yaşanan süreç özel dershane sahipleri ÖZDEBİR, GÜVENDER, TÖDER gibi şemsiye kuruluşlar kurarak özel baskı grubu olmuşlardır. Bu yapılanış, yol boyu, bir taraftan bürokrasi üzerinde lobi faaliyeti yaparak ciddi bir baskı oluştururken diğer taraftan kamuoyunda özel dershaneciliğin gerekliliği, faydaları, başarıları ve mevcut eğitim sisteminin kalitesizliği konusunda ciddi bir zihinsel alt yapı meydana getirmiştir. Böylelikle başarılı olmanın yolunun ancak özel dershanelerden geçtiği şeklinde bir psikolojik hava oluşması sağlanmıştır. Bu psikolojik harekât ile hem veliler hem de çocuklar büyük bir baskı altına alınmışlardır. Bu psikolojik ortam, özellikle 1995 yılından itibaren, özel dershanelere olan talebin artmasına imkan sağlamıştır(Tablo 1).

Özel Dershanelere Duyulan Talebin Nedenleri

Türkiye’de özel dershanelere olan talebin nedenlerini, tek bir sebebe indirgemek mümkün değildir. Çok karmaşık etkileşimlerin sonucu talepte artış meydana gelmektedir. Bu etkenleri üç ana grupta sınıflandırılabilir(1):

Giriş Sınavları,

Eğitim Sistemindeki Aksaklıklar

Psikolojik Faktörler.

Giriş Sınavları

Özel dershanelerin sayısındaki artışın sebeplerinden biri de, Se¬viye Belirleme Sınavı (SBS), Açık öğretim sınavı, Akademik Personel ve Lisansüs¬tü Eğitime Giriş Sınavı (ALES), Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS), Üniversitelerarası Kurul Yabancı Dil Sınavı (ÜDS), Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) ve Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) gibi farklı sınav sistemlerinin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu sınavları etkili, önemli kılan sebepleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz(1-5):

Yükseköğretimdeki arz talep dengesizliği: Üniversite kontenjanları ile üniversiteye girmek isteyen öğrenci sayısı arasındaki dengesizlik, öğrenciler arasındaki rekabeti artırmak dolayısıyla özel dershaneler olan talebi de artırmaktadır

Üniversitelerin ve bölümlerin farklı kalitede olması, kaliteli bölümlere olan talebi artırmakta, bölümle ilgili arz ve talep dengesizliği meydana getirmektedir.

“Bazı meslek gruplarının istihdam edilebilirliğinin, sosyal sta¬tüsünün ve gelirinin yüksek olması” talebi artırarak o meslek dallarında arz talep dengesizliği meydana getirmektedir(1).

Sınavların içeriği ve biçimi özel dershanelere olan talebi artırmaktadır. Okulların imtihan stili ve muhtevası ile lise ve üniversitelerin giriş imtihanının sitil ve muhtevasının birbirini tutmaması, özel dershanelerin sürece hızlıca adapte olması, özel dershanelerin etkisini artırmıştır. Bir dönem giriş sınavlarında sorulan soruların lise son sınıf müfredatından çıkmaması, lise son sınıflara olan ilgiyi azaltmış, öğrenci lise sona geldiğinde okul anlamsızlaşmaya başlamış, raporlarla okula gitmeme modası yaygınlaşmıştır. Hatta giriş imtihanları ayında okul yönetimleri, öğrenciyi serbest bırakarak test sınavlarına hazırlanmalarına imkân vermiş, bu da, özel dershanelerin etkisini daha da artırmıştır.

Üniversite giriş sınavlarında öğrencinin ortaöğretim başarı puanının okulun genel başarı puanına bağlı olarak hesaplanması, ortaöğretim okullarını önemli hale getirerek orta öğretim düzeyinde ferdi başarıyı nispeten etkisizleştirmiştir. Ortaöğretim düzeyinde kaliteli okullarda okuyabilmek için bu kez rekabet, ilköğretim düzeyine kaymış, bu da, özel dershaneleri daha da etkin hale getirmiştir. Böylelikle Fen Liselerine, Sosyal Bilimler Liselerine ve Anadolu Liselerine olan ilgi artmış ve rekabet daha da keskinleşmiştir(4).

Eğitim Sistemindeki Aksaklıklar

Eğitim sisteminde öğ¬retmen kalitesinin düşüklüğü, öğretmen sayısının azlığı, sınıf mevcudunun fazlalığı, fiziksel altyapı yetersizliği ve bunların illere ve bölgelere göre farklılık göstermesi, hem öğrencileri hem de velileri olumsuz etkileyip mevcut eğitim sistemine olan güveni ciddi bir şekilde sarsmıştır(1). Öğretmen azlığı, kalitesi buna karşılık sınıf mevcudunun kalabalık olması, derslerin iyi bir şekilde yapılmasına ve müfredatın tamamlanmasına imkân vermemekte ve bundan dolayı da öğrencinin kalitesi düşmektedir. Veliler çocuklarında oluşan bu eksikliği gidermek için özel dershanelere başvurmak zorunda kalmaktadır. Devletin kırsal kesimle şehir merkezleri, hatta şehir merkezlerindeki okullar arasında dahi adil bir kalite tutturamaması, fırsat eşitliği meydana getirememesi, veliler üzerinde özel dershaneye çocuğunu gönderme baskısını daha da artırmaktadır.

Psikolojik Faktörler

Gerek lise ve gerekse üniversite giriş sınavlarının test tekniğine göre yapılıyor olması, buna göre yapılanmış olan özel dershanelere psikolojik bir avantaj, üstünlük sağlamaktadır. Özel dershanelere giden öğrenciler, gitmeyenlere göre test tekniğine daha fazla vakıf olduklarından belli bir avantajı daha sınava girerken elde etmiş olmaktadırlar. Bu ister istemez sınav sonuçlarına yansımakta ve özel dershaneye gitmek, başarılı olmanın bir yolu olarak görülmektedir. Bu psikoloji, dershaneye gitmeyen, gidemeyen öğrenci velilerini etki altına almakta ve ne pahasına olursa olsun dershaneye gitmek gibi bir kanatın hâkim olmasına neden olmaktadır.

Ayrıca çocuğunu özel dershaneye gönderen velilerin, bunu propaganda yapması, göndermeyen ya da gönderemeyen velileri çocuğunu düşünmeyen bencil veli olarak görmesi ve bunu da karşıdakine hissettirmesi, dershaneye gitme/ dershaneye gönderme noktasında ciddi bir baskı oluşturmaktadır.

Bunu destekleyen diğer bir psikolojik faktör, dershanelerin yürüttükleri psikolojik harekâttır. Özel dershanelerdeki test tekniklerini öğrenmeden başarının imkânsızlığı üzerine inşa edilen propaganda ve reklam kampanyası, hem öğrencileri hem de velileri baskı altında tutmaktadır.

Dershaneler, hem reklam yapmak hem kendilerini daha başarılı göstermek hem de müşteri kazanmak için çok zeki çocuklardan oluşan özel sınıflar ihdas edip onlarla çok yoğun bir şekilde ilgilenmektedirler. Onların başarısı, o dershaneye devam eden tüm öğrencilerin başarısı olarak sunulmaktadır. Bu ayırımcılığa veliler itiraz etmekte, çifte standart uygulanmasına karşı çıkmaktadırlar.

Üniversite giriş sınav sonuçlarının öğrenci, okul ve iller bazında başarı sıralaması yapılarak açıklanması, liselerin reklamının yapılmasına sebebiyet vererek orta öğretim düzeyindeki rekabetin daha da kızışmasına sebebiyet vermektedir. Bunun oluşturduğu psikolojik baskı, lise giriş sınavlarında başarılı olmak için dershanelere olan yönelimi artırmaktadır.

Özel Dershanelerin  Olumsuz Etkileri

Özel dershanelerle ilgili yapılan tartışma ve şikâyetleri aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz(1,5):

Sosyal ve Psikolojik Boyut,

Eğitim Boyutu

Ekonomik Boyut

Sosyal ve Psikolojik Boyut

Öğrencilerin okul - özel dershane kıskacında ikili eğitim görmeleri, kendilerini yarış atına çevirmekte, bedenen ve ruhen yormakta, sosyalleşmelerinde ciddi sıkıntılar meydana getirmekte, beşeri ilişkileri zedelemektedir. Her ne kadar özel dershaneler, kendilerine yeni bir çevre sunmuş olsa bile yarışın oluşturduğu aşırı gerilim ortamı, sosyalleşmeyi gene de olumsuz etkilemektedir. Genel olarak psikolojilerinde yıpranmalar olmaktadır. Tikler ve olumsuz refleksler meydana gelmektedir. Çocukluğunu yaşayamamakta, yoğun bir ders çalışma temposu altında bunalmaktadır. Ailece birlikte olma imkânlarının kısıtlanması nedeniyle aile bağları da izafi olarak zedelenmektedir.

Eğitim Boyutu

Özel dershaneler, okula paralel olarak eğitim yaptıkları için okuldaki eğitimi destekleyen bir yönleri vardır. Zaten yasal mevzuatta da özel dershanelere bu konuda görev yüklenmektedir. Özel dershaneler arasında var olan rekabet, öğrenci ve ailesi ile daha yakın ilişki kurmalarını ve daha iyi rehberlik hizmeti sunmalarını sağlamaktadır. Ayrıca öğrenci para verdiği için öğretmenden olan memnuniyetsizliğini dile getirmekte, şikâyet yapmakta, dershane yönetimleri de bu şikâyetleri göz önüne almaktadır. Benzer durum, devlet okullarında yoktur. Devlet okullarında iyi bir rehberlik hizmeti sunulmaması ve ailelerle iyi diyalog geliştirilmemesi, dershaneleri daha cazip hale getirmektedir. Veliler çocuklarını dershaneye göndermekle kendi sorumluluklarını dershanelerin üzerine yıkmakta ve sorumluluktan kurtulduklarını varsaymaktadırlar.

Dershanelerin test tekniğini merkeze alarak eğitim yapmış olması, imtihanda çıkabilecek sorular ve konular konusunda tecrübeli olmaları, okuldaki eğitimin ikinci plana atılmasına ve öğrencilerin okullara aynı istek ve heyecanla gitmelerine engel olmaktadır. Dershanelerin küçük gruplarla ders yapmalarına karşılık okullardaki sınıfların çok kalabalık olması, okuldaki eğitimi olumsuz etkilerken dershanelerdeki eğitimi olumlu etkilemekte ve cazip hale getirmektedir.

Özel dershaneler olan talep ve dershaneler arasındaki rekabet, devlet okullarındaki başarılı öğretmenlerin yüksek ücretlerle özel dershanelere transfer edilmesini beraberinde getirmiştir. Bu da okullardaki kaliteyi olumsuz yönde etkilemiştir/etkilemektedir.

Özel dershaneler, giriş sınavlarına odaklı olarak konumlandıklarından, giriş sınavları da test tekniğine dayandığından, öğrenci belli bir zaman diliminde, belli sayıdaki soruları çözmek zorundadır. Bu nedenle dershanelerin genel stratejisi, bol tekrar, bol soru çözme ve ezberleme eksenlidir. Bu, öğrencilerin neden ve niçinini bilmeden birçok test çözüm tekniği ezberlemekte, analiz ve sentez yetenekleri körelmektedir. Bu, dershanelere yöneltilmiş en ciddi eleştirilerden biridir.

Özel dershaneler arası rekabet kızışınca, maddi kazanç, kar daha da etkili olmaya başlayınca, eğitim hizmeti, çok özel bir ya da birkaç gruba sunulmaya, geri kalan kısım, dolgu malzemesi olarak kullanılmaya başlamıştır. Özel sınıflar haricindekilere yapılan bu muamele, bugün dershaneler için en ciddi şikâyet konusu, aynı zamanda da dershanecilik açısından utanç konusudur. Özel sınıfların başarıları üzerinden yürütülen reklam ve propaganda, bu gerçeğin kamuoyu tarafından tartışılmasına imkân vermemektedir. 

Bir kısmının yasal mevzuatın açıklarından yararlanarak “merdiven altı dershanecilik” yapmış olmaları, bir kısmının da dershane ile hiç alakası olamayan, gazete, dergi aboneliği, deri toplama, kurban verme konularında öğrencilere ve velilere baskı yapmaları, hem velileri hem de öğrencileri rahatsız etmeye ve özel dershaneler konusundaki şikâyetlerin daha da yaygınlaşmasına sebebiyet vermektedir.

Ekonomik Etkileri

Yapılan araştırmalara göre özel dershanelere giden öğrencilerin yaklaşık %85’i, gelir düzeyi 750 TL ve altında olan ailelerin çocuklarıdır(Tablo 2). Dolayısıyla özel dershaneler, düşük ve orta gelirli aileler için ciddi bir mali yük getirmektedir. Çocuklarının geleceği için her türlü fedakârlığa katlanan aileler, çocuklarının dershane ücretini karşılayabilmek için daha çok çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Bu da, gerek maddi gerekse manevi olarak ailelerin yıpranmasına neden olmaktadır. Ayrıca bu gelir düzeyine sahip olan ailelerin çocuklarının gidebildikleri dershaneler, kalite olarak düşük seviyede olduğu için çocukların sınav başarısını etkilemektedir. Bu, aileler için ayrı bir yıpranma sebebi olmaktadır.

Bunun yanı sıra özel dershanelerle ilgili en ciddi iddialardan biri, sistemin açıklarından yararlanarak kayıt dışı ekonomik faaliyet göstermiş olmalarıdır. Ayrıca bazı dershaneler, kaçak yollar¬la çalıştırılmakta, ülkeye karşı olan mali görev ve sorumluluklarını yerine getirmemektedir. Ayrıca stajyer öğrencileri ve iş bulamayan öğretmenleri, düşük ücretle çalıştırarak sömürmektedir. Bu noktada da, gerekli denetimi yapmayan devlet kurumları eleştirilmeli ve kınanmalıdır.

Sonuç: Dershanelerin Oluşturduğu Pozitif Geribesleme (Olumsuzlukların Olumsuzlukları Beslemesi)

Özel dershanelerin ve özel okulların doğuşu, gelişimi, yaygınlaşması ve etkileri göz önüne alındığında dershanecilik, Türkiye’deki bozuk eğitim sisteminin bir sonucudur. Özel dershaneler ve özel okulların büyük bir kısmı, genel olarak, kendi milletine, kendi kültür ve medeniyet değerlerine, kendi tarihine, kendi inanç sistemine saldıran, karalayan, kötüleyen, materyalist, Makyavelist, Darwinist eğitim sistemine bir tepki olarak doğmuş, gelişmiş ve yaygınlaşmışlardır. Özel dershanelerin bir kısmı, gelinen noktada, sadece lise ya da üniversite giriş sınavlarına gençleri hazırlamamakta aynı zamanda da eğitim sisteminin bu olumsuz etkilerini gideren ya da etkisizleştiren bir rol üstlenmektedir. Ancak bunun, tüm dershanelere ve özel okullara has bir şeymiş gibi gösterilmesi ciddi bir yanıltmadır. Özel bir psikolojik harekâttır.

Başlangıçta dershaneler okulları destekleyen, takviye eden bir sistem iken gelişmelerine ve yaygınlaşmalarına bağlı olarak okullara zarar veren bir sisteme dönüşmüştür. Bu sistem, böyle devam ederse okullar, daha da anlamsızlaşacak eğitim-öğretim daha da kötüleşecektir.

Kaynaklar

1- Özoğlu, M., Özel Dershaneler: Gölge Eğitim Sistemiyle Yüzleşmek, SETAV, 2011

2- Akyüz, Y. Türk eğitim tarihi, İstanbul: İstanbul Kültür Üniver¬sitesi Yayınları, (1997).

3- ÖZDEBİR, Dünden bu güne özel dershaneler. (2009). http://www.ozdebir.org.tr/contents/ files/WEB2010/dundenbugunedershaneler02.09MY.pdf

4- Gür, B. S. ve Çelik, Z. Türkiye’de millî eğitim sistemi: Yapısal sorunlar ve öneriler. (Rapor No. 1). Ankara, Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı, (2009).

5- MEB, İç denetim Birimi Başkanlığı, 2010 yılı faaliyet raporu, 2011.

Tablo 1. Özel dershanelerin, öğrencilerinin ve öğretmenlerinin sayısal dağılımı, 1995-2010, (1)

YIL - DERSHANE SAYISI - ÖĞRENCİ SAYISI - ÖĞRETMEN SAYISI

1995-1996  1.496  379.463  12.430

1996-1997  1.664  432.714  13.722

1997-1998  1.710  433.847  14.395

1998-1999  1.727  484.229  15.030

1999-2000  1.808  500.464  17.073

2000-2001  1.864  523.244  18.175

2001-2002  2.002  588.637  20.112

2002-2003  2.122  606.522  19.881

2003-2004  2.568  668.673  23.730

2004-2005  2.984  784.565  30.537

2005-2006  3.570  925.299  41.031

2006-2007  3.986  1.071.827  47.621

2007-2008  4.031  1.122.861  48.855

2008-2009  4.262  1.178.943  51.916

2009-2010  4.193  1.174.860  50.432

6 Aralık 2013 Cuma

Taksim kadife darbe sürecinin ikinci evresi: Dershane savaşları mı?

 (Milli Gazete)

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.” (16 Nahl 125)

Giriş

Sovyetlerin yıkılması ile başlayan Yeni Soğuk Savaşın en önemli ve etkin araçları, “yumuşak güç” ve Sivil Toplum Kuruluşlarıdır/örgütleridir (NGO/STK). ABD/Batı/Siyonizm sömürgeleştirmek istediği ülkelerde, STK’lar kurmakta veya var olanlara sızmakta, onları finanse etmekte, eğitmekte, yönlendirmekte ve onlar üzerinden menfaatlerini gerçekleştirecek operasyonlar yapmakta ve stratejiler uygulamaktadır. ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB (Şer Ekseni), hedef ülkelerde işbirlikçi STK’lar bulmayı ve bulunan yerli işbirlikçiler aracılığıyla söz konusu ülkelerde kendi politikalarını uygulamayı, iktidarları askeri devreye sokmadan devirmeyi, sistemi kilitlemeyi, iktidarda olanları yıpratmayı, bir strateji olarak belirlemiştir. STK’lar aracılığıyla siyasi iktidarın düşürülmesine, sert güç kullanılmadığından dolayı, “Kadife Darbe/Devrim” denmektedir.

İlk Kadife darbe Dalgası, Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. Bu darbelerin ortak özelliğinden dolayı bunları Birinci Nesil Kadife Darbeler olarak nitelendirebiliriz. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Tunus ve Mısır’da İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı buna da İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz.

Türkiye’nin bölgesel hatta Küresel güç olma, Yeni Osmanlı misyonunu inşa etme, Suriye’de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara karşı politika oluşturma ve İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye meselelerini ABD/Batının istediği şekilde çözmeme nedeniyle ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”, İsrail’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2. Sevr projesi”, Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi” ve İran’ın “Şia Güvenlik Hattı Projesi” ile çatışmaktadır. Reyhanlı operasyonu ile başlayan süreç, Taksim “Gezi Parkı” operasyonu ile farklı bir boyuta gelmiştir. Türkiye’de Taksim hadiseleri ile başlatılan Kadife darbeyi, öncekilerinden farklı bazı özelliklerinden dolayı, 3. Nesil Kadife Darbe” olarak isimlendirmekteyiz (Taksim Kadife darbesi ile ilgili yazılar, hem Milli Gazete’den hem de Umran dergisinden elde edilebilir). Kadife darbelerin hazırlık aşamaları da göz önüne alındığında, yaklaşık beş yıllık bir zaman dilimini kapsamakta ve mevcut siyasi iktidarlara, genelde, seçim dönemlerinde asıl darbe, vurulmak istenmektedir. Taksim Kadife darbesi, Küresel tefeci sermaye ile işbirliği içerisinde, İstanbul dukalığının öncülüğünde başlatılmıştır. Bize göre önümüzdeki üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve bir yol haritası söz konusudur.

Siyasi iktidarın dershanelerle ilgili kararı ve söylemi, Kadife darbe organizatörlerine istenen fırsatı vermiş ve şimdilik yeni müttefikler elde etmek için uğraşmaktadırlar. Bugün siyasi iktidar ve dershaneciler, ister farkına varsınlar ister varmasınlar, Kadife darbecilerin satranç tahtasında, kendilerine yeni bir rol biçilmek istenmektedir. Taksim hadiseleri nasıl dört ağaç bahane edilerek başlatılmış, dinlisi, dinsiz, başörtülüsü, mini eteklisi nasıl bir araya getirilmiş ise bugün de dershaneler üzerinden yeni bir ittifak kurulmaya çalışılmaktadır. Eğer bu yeni ittifak gerçekleşirse, süreç çok daha vahimleşecektir. Dershaneler savaşı, doğal bir süreç olmaktan çıkarılıp Taksim Kadife darbesinin çok önemli ikinci büyük evresini oluşturacaktır. Bu ikinci evrenin en önemli özelliği ve ciddi sıkıntısı, aynı dünyanın insanlarının karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Yeni süreç, Gülen Cemaati ile AK parti kavgası olarak şekillendirilmeye çalışılmaktadır/çalışılacaktır.

Bu yazı serisinde bu konu ele alınıp incelenecektir. Burada bir ön hazırlık olarak şeytanı ittifakın, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma stratejisi ve böyle bir kardeş kavgası ortamında müminlerin takınması gereken tavrın ne olması gerektiği konusu üzerinde durulacaktır.

Henry Kissinger: “Bundan Böyle Asıl Çatışma İslam’ın Kendi İçinde Olacaktır.”

Bu coğrafyadaki herhangi bir ülkede, özellikle Türkiye’de, vuku bulan olayları, tek başına o ülkelerin yalnızca içi dinamiklerine bağlayarak izah etmek mümkün değildir. Türkiye’deki olaylar, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir.

Taksim Kadife darbe süreci, bu üç dinamiğin etkisi altında şekillenmektedir. Mısır’da Sisi işbirlikçi darbesi olmadan önce Katar’da darbe yapılmış, Türkiye’de de Taksim kadife darbe süreci başlatılmıştır. Böylelikle Türkiye kendi içine kapatılmış, Mısır’daki darbe ile gerektiği gibi ilgilenme ve darbecilerin üzerine baskı kurma imkânına sahip olamamıştır.

İlginç bir tesadüf, şimdi de, Ortadoğu’da iki ana eksen meydana getirilirken de Türkiye kendi içine kapatılmaya çalışılmaktadır. Birinci eksen, İran’ın AB üzerinden ABD ile yakınlaşması; İkinci eksen, İsrail öncülüğünde Sünni Arap yönetimlerinin bir araya gelmesi ve bir anti Şia cephesi oluşturulması ile ilgilidir.

Sünni Arap dünyasının önde gelen ülke yönetimlerinin İsrail Cumhurbaşkanı ile toplantı yapması ve Şimon Peres’in vaz-u nasihatinden sonra, Suud prensinin “En büyük tehlike İsrail değil İran’dır” açıklaması yapması (1), yeni eksenin amacı, tutumu konusunda önemli bir fikir vermektedir. Bu yeni şekillendirilmek istenen yapı, (Henry Kissinger’in tabiri ile) “Bundan böyle asıl çatışma İslam’ın kendi içinde olacaktır.” Stratejisinin uygulanmasına dönüktür. Bu stratejinin kökleri, 11 Eylül 2001 tarihine belki de daha eskiye uzanmaktadır. Böyle bir dönemde, Türkiye Dershane savaşları ile içine kapatılarak, her iki eksen oluşumunda etkisizleştirilmiş ve şimdilik devre dışı bırakılmıştır.

Müslümanlar arasındaki farklılıkları tezada dönüştürüp, çatışmanın olabilmesi için şeytanı ittifak, bu coğrafyadaki her bir ülke için ayrı masalar oluşturup gerekli bilgileri toplamakta, raporlar hazırlamakta ve yeni ittifaklar kurmaktadır.

Önemli raporlardan olan ABD’de RAND Corporation’ın hazırladığı “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı raporda, Müslümanlar, “fundamentalist, geleneksel, modernist ve laik” olmak üzere dört gruba ayrılmakta ve bu dört grubun çatıştırılması üzerine bir strateji geliştirilmektedir (2):

“Anti-emperyalist ve sosyalist düşüncelerinden dolayı laiklere güvenilmez. Fundamentalistlere ve geleneksel Müslümanlara da. Fundamentalist ve gelenekseller arasında oluşabilecek yakınlık engellenmeli. Birbirleriyle savaşmaları teşvik edilmeli. ABD ve Avrupa için güven telkin edilenler sadece, kitleleri yönlendirmede Kur’an’ı sınırlandıran modernist Müslümanlardır. Bu grup desteklenmelidir. Fundamentalistler zayıflatılmalı ve yok edilmelidir.”

Raporda bu stratejinin en kolay uygulanabileceği model ülke olarak Türkiye seçilmiştir. Gerekçe olarak da, Türkiye’deki laiklerin `çok agresif’ olmaları gösterilmektedir.

22 Temmuz 2009 tarihli ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın onayıyla Washington’dan Türkiye’deki Büyükelçiliğe gönderilen, “Tarikatlar, Kürtler ve İslam ve Türkiye’de azınlık dinleri konusunda bilgi talebi” başlıklı telgrafta aşağıdaki bilgilerin acilen gönderilmesi istenmektedir:

“TARİKATLAR”

1) Bugün Türkiye’de üye sayıları ve siyasi kudretleri bakımından en güçlü İslamî cemaatler ya da tarikatlar hangileri

2) Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne Tarikatlar hangi işlevleri görüyor

3) Bu gruplara üyelik nasıl işliyor Dışarıdan birileri de bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet edilmeleri mi gerekir

İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı Tarikatlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar

4) Bir tarikatın bünyesinde, İslamî kuralların farklı geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl etkiler Tarikatların önde gelen üyeleri, hâmilik ilişkisi dışında da, özellikle gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler

KÜRTLER VE İSLAM

1) Türkiye’deki tarikatların üyelerinin ne kadarı Kürtlerden oluşuyor

2) Fethullah Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere, Nurcu Hareketi’ne Kürtlerin katılımı ne düzeyde Kürtler genel olarak Gülen’e nasıl bakıyorlar

3) Nakşibendi ve diğer geleneksel tasavvufî gruplar, özellikle Gülen Hareketi ile nasıl bir ilişki ve/veya rekabet içindeler

4) Tarikatlar/Nurcu örgütler dindar Türklerle dindar Kürtler arasında ne ölçüde köprü oluşturuyor

Öte yandan, tarikatlar/Nurcu örgütler, Diyanet’in geleneksel Hanefi dışlayıcılığına kızarak ve kısmen de Kürt kimlik bilincinin/etnik Kürt ayrılıkçılığının körüklemesiyle, ne ölçüde retçi, “ayrılıkçı” bir İslam’ın üretildiği yerler haline geldi.

Kongra-Gel (KGK) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) gibi laik örgütler bu eğilimlerin ne kadar farkında ve ne ölçüde bunları istismar etmeye ya da bunlara karşı harekete geçmeye çalışıyor

5) Hizbullah’ın çeşitli cephelerde yeniden ortaya çıkması, ne ölçüde Gülen’in ve/veya AKP hükümetinin “reformist” tacizlerine karşı bir İslamî Kürt reddedişi temsil ediyor ya da yansıtıyor

Hizbullah’ın “İlim” ve (geleneksel olarak şiddet uygulamayan) “Menzil” kollarının yükselişinin nedeni ne Kürtler, Ergenekon/Derin Devlet örgütlenmeleriyle mücadele çabaları kapsamında Hizbullah’ın ve çeşitli unsurlarının geri dönüşünü nasıl görüyor

DIŞ ETKİLER

1) Türk Müslümanlar dinî rehberlik için Türkiye dışına bakıyorlar mı ve hangi kaynaklara ya da kişilere bakıyorlar

2) Dışarıdaki dinî etkilerin Türkiye’ye nüfuz etmesine imkân veren ne gibi mekanizmalar mevcut İslam’ın Türk tipi olmayan biçimleri ve tezahürleri Türkiye’deki gelişmeleri ve dinî tartışmaları nasıl etkileyebilir Türk İslamî kanaat önderleri dış nüfuza ve tecrübelere ne ölçüde açık ve bu nüfuz nasıl sağlanıyor

3) Türk Müslümanları günümüzdeki Sünni/İslam ümmete ne kadar entegre? Türk Müslümanları, Müslüman dünyanın diğer yerlerindeki İslamî gelişmelerden (teolojik, sosyal ya da siyasi tartışmalardan) ne kadar haberdar ya da ne kadar dışlanmış bir halde..

AZINLIK DİNLERİ

1) Anti-Semitizm ve Hıristiyanlara karşı husumetin tabandaki ifadeleri, siyasetin ve medyanın önderlerince ne kadar cesaretlendiriliyor ya da caydırılıyor

2) Lütfen bu sorulara, konu satırına C-RE9-01283 yazarak cevap veriniz.” (3)

ABD başkanı Obama’nın Müslüman toplumlarla ilişkiler için, atadığı özel temsilci Farah Pandith’in atanma nedeni ile ilgili yapılan 17.09.2009 tarihli toplantıda, dönemin diş işleri bakanı, Hillary Clinton’ın yaptığı konuşmadan, İslam coğrafyasından toplanan bu bilgilerin, Müslümanları çatıştırma amaçlı olduğu anlaşılmaktadır:

“Pandith, şiddeti ve aşırılığı reddeden Müslümanların seslerini yükseltebilmek için, dinsel liderleri, sivil toplum gruplarını ve siyasetçileri biraraya getirme yolunda çalışacak.” (3)

Sadece bu üç belge, başta Türkiye olmak üzere tüm İslam coğrafyasında oynanan oyunun boyutunu bize göstermektedir. O nedenle bu ülkeyi seven herkes, özellikle de iman edenler, her zamankinden daha duyarlı olmak zorundadırlar.

Sonuç: Dershaneler Savaşında Takınılacak tavır

Konuyu ilişkin ana analizi bir sonraki yazıya bırakarak, mevcut kavga ortamında iman edenlerin, öncelikle takınması gereken tavır ne olmalıdır sorusunu sormamız gerekmektedir. İman eden iki topluluğun kıran kırana çatışması durumunda takınılacak tavırla ilgili farklı ihtimaller şunlar olabilir:

Sevinerek seyirci kalmak, bundan menfaat ummak: Akbaba siyaseti.

Üzülerek Tarafsız kalmak.

Futbol takımı tutar gibi, hak, hukuk ve adalet gözetmeden taraf olmak.

Adaletli bir arabuluculuk yapmak uymazlarsa tarafsız kalmak.

Adaletli bir arabuluculuk yapmak, sonuçları kabul etmeyip saldırgan tavrı sürdürene karşı tavır almak.

Emanetin ehline verilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi, çıkan ihtilafların da, Allah ve Resulü’nün hükümlerine göre çözülmesi, iman edenler için bir zorunluluktur(4 Nisa 58,59). Müminler arasında ki ihtilaflarda, kavgalarda hatta savaşlarda takınılacak tavır, Kuran ve Sünnet tarafından belirlenmiştir, bunda keyfilik yoktur:

“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın.

Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin.”(49 Hucurat 9-10)

Bu ayetlerde çarpışan iki mümin topluluk arasında adaletli bir arabuluculuk yapılması, adaletli hüküm verilmesi diğer müminlerden istenmektedir. Ayete göre, taraflardan biri arabuluculuğun sonunda verilen karar uymayıp çatışmayı devam ettirmesi durumunda, ona karşı kesin bir tavır konulmak mecburiyeti vardır. Çünkü müminler kardeştir, kardeşliği bozacak her türlü tutum, tavır ve düşünceye karşı çıkmak, diğer müminlerin için imanı bir görevdir. Bu, taraftardan birine karşı kin beslemiş olsak bile adaletle, hak, hukuk çerçevesinde yerine getirilmesi gereken bir görev ve sorumluluktur(5 Maide 8). Hatta ortaya çıkacak sonuçlar, kendi aleyhimize bile olsa adaletten, haktan ve hukuktan ayrılmamak zorundayız( 4 Nisa 135).

Unutmamak gerekir ki bugün “hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti uygulayan bir topluluğa/bir ümmete ihtiyaç vardır(7 Araf 181). Bugün yangına körükle değil su ile gitme zamanıdır. O nedenle taraflar, Allah’ın emrettiği şekilde en güzel bir dili kullanmalıdırlar: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”(17 İsra 53)

Unutmayın bir öte dünya vardır ve bu dünyada yapılanların orada hesabı verilecektir. Orada Şahit olarak da insanın elleri, ayakları, gözleri, kulakları ve deriler dinlenecektir(41 Fussilet 20-22).

Kaynaklar:

1- 3.12.2013, Yeni Şafak Gazetesi.

2- Rand Corporation, “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler”,2004.

3- “WikiLeaks Türkiye Belgeleri”, Taraf Gazetesi, 23.03.2011.

 

29 Kasım 2013 Cuma

Üniversiteli gençlerin hayat tarzı ve aile değerleri

 (Milli Gazete)

Giriş

Üniversite öğrencilerinin çok farklı gerekçelerle kızlı erkekli aynı evlerde yaşamaları, üniversitelerin büyük şehirlerde olduğu dönemlerde bilinen, fakat gündeme gelmeyen, en azından siyasetin gündeminde yer almayan bir konuydu. Sosyal problem haline gelmediği için büyük şehrin yoğunluğu ve yorgunluğu içerisinde toplumun tepkisini çekmiyordu. Üniversite, sayısı artıp Anadolu’ya, özellikle, küçük şehirlere yayılmaya başlayınca, bu hayat tarzı dine, ahlaka ve geleneksel değerlere daha sıkı bağlı olan yöre halkını rahatsız etmeye başladı. Mahalle kültürünün bir kontrol mekanizması olarak görev icra ettiği bu şehirlerin mensupları, üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde yaşamalarına itiraz ederek seslerini yükselttiler. Konu, siyasetin gündemine düşünce, konunun tartışılması, hayat tarzına, özel hayata müdahale ekseninde şekillenmiştir. Bu noktada önemli olan, konunun sosyolojik durumunun ne olduğu ve bu ülkede böyle bir hayat tarzının neden yaygınlaşıp tehlike boyutuna ulaştığıdır.

Bu hayat tarzının meşruiyet kazanmaya başlamasında, gençlerin temel değerler konusunda bir kırılma yaşayıp yaşamadığı anlaşılmadan sorunun çözülmesi mümkün değildir. O nedenle geçen yazıda, değerlerin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, önemi ve değerleri koyma hakkının kime ait olduğu üzerinde durmuştuk. Burada, SEKAM’in Türkiye’deki gençlikle ilgili yaptığı saha araştırmasına ilişkin verilerden yararlanarak gençliğin aile değerlerine bakışını ele alıp inceleyeceğiz.

Aile Değerleri

Aile, toplumun devamını sağlayan; bireylerin kimlik ve kişiliklerinin oluşmasında, toplumsallaşıp topluma uygun üyeler haline gelmelerinde alternatifi olmayan özel örgütlü, çok önemli bir grup, bir birlik, bir topluluk, bir yapı ve bir kurumdur. Ferdin toplumla teması, doğuşuyla katıldığı ailesi aracılığıyla ve ailesinde başlamaktadır. Çocuk ile ailesi arasında başlayan etkileşim, çocuğun o topluma uygun bir üye oluşuna imkân sağladığı gibi, ferdin ailesi tarafından eğitilip-öğretilmesi de toplumun sürekliliğine katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla aile, ferdin kişiliğinin inşa olunduğu yer olup toplumun yapıtaşıdır. Toplumun temeli olan ve bir erkek ile bir kadının evlenme kararlarıyla/anlaşmalarıyla başlayan aile, toplumsal meşruiyete dayanan beraberlik üzerinde şekillenerek fonksiyonlarını yerine getirmeye başlar. Ailenin neslin devamını sağlama, nesli koruma, toplumsallaştırma, fizyolojik bazı ihtiyaçların karşılanması, cinsel davranışın düzenlenmesi, psikolojik tatmin, kültür aktarımı, ekonomik dayanışma, eğitim, sevgi ve arkadaşlık inşası, toplumsal statü sağlama, kişilik inşası, kimlik inşası gibi çok önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli olarak aynı evde yaşamaları, ailenin neslin devamını sağlama, nesli koruma ve cinsel davranışı düzenleme fonksiyonları ile doğrudan ilgilidir.

Her toplumun dinî, kültürü ve hukuk sistemi, o toplumdaki fertlerin cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmelerinin yol ve yöntemini belirlemiştir. Aile kurumu, bu bağlamda alternatifsiz bir konumda yer almaktadır. Nikâh, aileyi oluşturan ve cinsel hayatı düzenleyen bir anlaşma/sözleşme ve toplumsal bir beyan olarak devreye girmektedir. Nikâh, toplumun onayladığı bir birlik akdi ve ilanı demektir. Toplumdan topluma uygulanış şekli farklılaşsa bile nikâh her zaman var olmuş, aileyi başlatan, cinselliği düzenleyen bir kurum olarak varlığını koruya gelmiştir. O nedenle nikâhsız yaşama/birliktelik doğal aile yapısı olmayıp gayrı meşru bir hayat tarzıdır.

Üniversiteli kız ve erkeklerin aralarında hiçbir nikâh akdi olmadan, üstelik grup halinde aynı evde yaşamaları, doğrudan doğruya aile değerleri ile alakalı bir durumdur. Üniversite gençlerinin böyle bir hayat tarzını benimsemeleri, dini, ahlaki, geleneksel ve aile değerleri ile doğrudan bağlantılıdır. Üniversiteli gençlerin aileye, aile değerlerine, evlilik kurumuna, zinaya, çapkınlığa, cinsel ilişkiye yükledikleri anlam, anlaşılmadan kız ve erkek birlikte yaşamalarının nedenini anlamak mümkün olmayabilir. Üniversiteli Gençlerin Aile Değerlerine Bakışı 

SEKAM’in Gençlik araştırması kapsamında gençlere, aile kurumu, önemi, evliliğin anlamı, nikâh ve cinsellik ile ilgili birçok soru sorulmuş ve bu soruların, farklı değişkenlere ve farklı sorulara göre çapraz sorgulaması yapılarak gençliğin aile değerlerine bakışı ortaya konmaya çalışılmıştır (Tablo 1- Tablo12.)

Üniversiteli gençlerin uğrunda en çok mücadele etmeye değer şeyler arasında, aile/Çocuklar/gelecek nesiller (birinci tercih düzeyinde), %18’lık bir oranla ikinci sırada yer almaktadır (Tablo 1). Aile, ancak üçüncü tercih düzeyinde %20’lık bir oranla birinci sırada önemli olmaktadır. Gençler açısından Özgürlüğün birinci derecede önemli olması ile üniversiteli gençlerin kız ve erkek olarak aynı evde yaşamaları arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Üniversiteli olmayı, özgür olmak olarak anlayan yeni neslin, kısıtlayıcı şartlara ve ortamlara tepki vermesinin, özgürlüğe yüklenen anlamla yakın alakası vardır. Bununla beraber, Gençlerin %78’i evliliği önemli ve gerekli görmekte; %85’i ise evliliğe “modası geçmiş bir kurum” olarak bakmamaktadır(Tablo 2-Tablo 3). Bu iki soruya verilen cevaplardan hareketle gençlerin %15- %22 arasında değişen bir kesiminin aileyi önemsemediğini ve modası geçmiş bir kurum olarak gördüğünü söyleyebiliriz.

Tablo 1: Uğrunda En Çok Mücadele Etmeye Değer Şeyler

Değerler                              1.Tercih  2.Tercih 3.Tercih  Sayı % Sayı % Sayı %

Özgürlük/Barış/Eşitlik        2177 39,9 786 15,4 504 10,1

Adalet/Hak/Hakikat              820 15,0 1593 31,3 706 14,1

Meslek/Kariyer                     396 7,3 520 10,2 701 14,0

Aile/Çocuklar/Gelecek         988 18,1 1151 22,6 990 19,8

Para/Ekonomik İmkânlar      169 3,1 343 6,7 622 12,4

Din/Ahlâk                             752 13,8 544 10,7 927 18,5

Tuttuğum Spor Kulübü         30 0,5 30 0,6 120 2,4

Sevgilim                                124 2,3 125 2,5 440 8,8

Tablo 2: Evliliğin önemine ilişkin görüşler Evlilik Hakkındaki Görüşünüz Nedir

SAYI  %

Evlilik önemli ve gereklidir                         4028 77,9

Modası geçmiş bir kurumdur/Gereksiz 115 2,2

Esarettir                                                150 2,9

Olsa da olur, olmasa da                         877 17,0

Toplam                                                5170 100,0

Tablo 3: Evlilik Modası geçmiş bir kurum mudur

“Evlilik Modası Geçmiş Bir Kurumdur”

SAYI %

Kesinlikle katılıyorum 194 3,8

Katılıyorum                         269 5,3

Kararsızım                         305 6,0

Katılmıyorum                         1538 30,1

Kesinlikle katılmıyorum 2804 54,9

Toplam                         5110 100,0

Araştırma kapsamında evli gençlere yöneltilen Evlenirken hangi nikâhı kıydırdınız sorusuna gençlerin %95’inin hem resmi ve hem de dini nikah olmak üzere iki nikahı da birden kıydırmış olması gençlerin, nikaha verdikleri önemin ve yükledikleri dini boyutun bir göstergesidir. Gençler nikâhla ilgili bu tutumları ile nikâha kutsallık yüklemişlerdir.

Üniversiteli gençlerin kızlı erkekli aynı evde yaşamalarını değerlendirebilmek için gençlerin, zinaya nasıl baktıkları, ne anlam yüklediklerini bilmek yararlı olacaktır. Gençlerin %85’i, zinayı nikâhsız cinsel ilişki olarak, %13’ü de zinayı, tecavüzle karıştırarak, nikâhsız zorla cinsel ilişki olarak tanımlamıştır (Tablo 4). Dolayısıyla gençler yaklaşımları ile rızaya dayalı nikâhsız cinsel ilişkiyi, zina olarak değerlendirmişlerdir. Bu, sıhhatli bir yaklaşımdır ve sevindiricidir.

Tablo 4: Zina Nedir

Zinanın Anlamı            Sayı %

Nikâhsız Cinsellik            4572 85,4

Eşler Arası Zorla İlişki      85 1,6

Nikâhsız Zorla İlişki         695 13,0

Toplam                              5352 100,0

Zinayı bu şekilde tanımlamış ve benimsemiş olan gençlerin, özü aynı, şekli farklı aşağıdaki sorulara/yargı cümlelerine verdiği cevaplarda, kafasının karışık olduğu anlaşılmaktadır:

Evlilik Öncesi Cinsel İlişki Konusunda Görüşünüz Nedir

Çapkınlık size göre ne ifade ediyor

Bekâr kişilerin cinsel ilişkileri konusunda ne düşünüyorsunuz

Bekârların cinsel ilişkileri yasalar açısından suç olmalı mı

Evli kişinin bir başkasıyla cinsel ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz

Evlenmeyi düşündüğünüz kişinin birisiyle cinsel beraberliği olduğunu öğrenirseniz ne yaparsınız

Erkeğin bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir.

Kadının bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir.

Gençlerin %65’i Evlilik öncesi cinsel ilişkiye karşı çıkmakta, %20’si erkekler için kabul edip kızlar için kabul etmemekte, %12’si her iki cins içinde normal kabul etmektedir (Tablo 5). Bu sonucu destekleyen bir başka bulgu, çapkınlığa olan bakıştır. Gençlerin %62’si, her iki cins için de çapkınlığa karşı çıkmakta, %24’ü erkekler için kabul edip kızlar için kabul etmemekte, %14’ü her iki cins için de normal kabul etmektedir (Tablo 6).

Gençlerin zina anlayışında, kişinin bekâr olup-olmamasının önemli bir kıstas olduğu, konu ile ilgili sorulan sorulara verilen cevaplardan ortaya çıkmaktadır. Gençlerin %43’ü, bekârların evlilik dışı cinsel ilişkilerinin yasalar açısından suç kabul edilmesini beyan ederken, %78’i de evlilerin evlilik dışı cinsel ilişkilerinin yasalar açısından suç kabul edilmesini beyan etmektedir (Tablo 7, Tablo 8). Bu sonuçlar, bir boyutu ile sevindirici bir boyutu ile de üzücüdür. Sevindiricidir çünkü gençlerin kahır ekseriyeti evlilik kurumunu önemsiyor; üzücüdür önemli bir kesiminin zinaya yükledikleri anlam, evli veya bekâra göre değişmekte ve çifte standart kullanılmaktadır.

Tablo 5: Evlilik öncesi cinsel ilişki

Evlilik Öncesi Cinsel İlişki Konusunda Görüşünüz Nedir %

SAYI %

Hem erkek hem de kız için kesinlikle kabul edilemez 3438 65,1

Erkek için kabul edilebilir ama kız için kabul edilemez 1074 20,3

Hem erkek hem de kız için normal karşılanmalı             637 12,1

Diğer                                                                                    134 2,5

Toplam                                                                        5283 100,0

Tablo 6: Çapkınlığın değerlendirilmesi

Çapkınlık size göre neyi ifade ediyor

SAYI  %

Erkek için normal-kadın için kabul edilemez 1302 24,1

Erkek ve kadın için normal                                    750 13,9

Her iki cins için de kabul edilemez                        3357 62,1

Toplam                                                           5409 100,0

Tablo 7: Bekârların cinsel ilişkileri yasalar açısından suç kabul edilmesi

Bekârların cinsel ilişkileri yasalar açısından suç olmalı mı

SAYI  %

Evet                 2297 42,8

Kararsızım     1184 22,1

Hayır                 1883 35,1

Toplam     5364 100,0

Tablo 8: Evli kişinin bir başkasıyla cinsel ilişkisinin yasalar açısından suç kabul edilmesi

Evli kişinin bir başkasıyla cinsel ilişkisi yasalar açısından suç olmalı mı

SAYI %

Evet                  4181 78,0

Kararsızım      574             10,7

Hayır                 602           11,2

Toplam     5357 100,0

Bekâret konusunda da benzer bir tavırla karşılaşılmaktadır. Bekâret konusunda gençlerin önemli bir kesimi, cinsiyete bağlı olarak düşünmekte ve çifte standartçı bir yaklaşım sergilemektedir. Erkeğin bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir görüşüne gençlerin %57’si destek verip, %30’u karşı çıkarken; Kadının bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir görüşüne gençlerin %23’ü destek verip, %64’u karşı çıkmaktadır. Aynı eylem türünün cinsiyete bağlı olarak bu denli değişmesi, kadının bekâretini önemseyen ama erkeğin bekâretini önemsemeyen ve erkeğin evlilik dışı ilişkisini çapkınlık adı altında bir şekilde onaylayan yanlış, çarpık bir yaklaşımın, gençler tarafından da paylaşıldığı anlamına gelmektedir. Daha da ilginç olanı kadın bekâretiyle ilgili bu soruya yaklaşımda, katılımcıların cinsiyetlerine göre önemli bir farklılık göstermemiş olmasıdır.

Tablo 9: Erkeğin bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir

SAYI  %

Kesinlikle katılıyorum 1495 29,1

Katılıyorum                         1426 27,8

Kararsızım                         697 13,6

Katılmıyorum                  659 12,8

Kesinlikle katılmıyorum  855 16,7

Toplam                          5132 100,0

Tablo 10: Kadının bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir

SAYI %

Kesinlikle katılıyorum         583 11,3

Katılıyorum                          621 12,0

Kararsızım                           667 12,9

Katılmıyorum                          1077 20,8

Kesinlikle katılmıyorum        2224 43,0

Toplam                                5172 100,0

Gençlerin bazı kesimlerinin, aile kurumunun amacı ve aile değerleri ile ilgili bu temel yaklaşımı, genelde gençlerin, özelde, üniversiteli gençlerin kızlı erkekli aynı evde yaşamalarında bir sakınca olmadığı gibi bir sonucun doğmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim konu çerçevesinde gençlere yönetilen “Genç bir kız ile erkek istedikleri şartlarda aynı evde yaşayabilirler” ve “Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evlerde yaşamaları kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez” şeklindeki iki soruya verdikleri cevaplar (Tablo 11, Tablo 12), bu düşüncemizi teyit etmektedir.

“Genç bir kız ile erkek istedikleri şartlarda aynı evde yaşayabilirler” sorusuna verilen cevaplar gözden geçirildiğinde (Tablo 11), toplamda %23’lük bir kesimin, genç bir kız ve erkeğin istedikleri şartlarda aynı evde yaşamalarını onaylamakta, %15’i de kararsız davranmaktadır. Tedbir alınmadığı takdirde kararsız olanların, gelecekte bu durumu onaylama ihtimali çok yüksektir. Bu durumda, yaklaşık %38 civarında bir kesim, evli olmayan genç kız ve erkeklerin aynı evi istedikleri gibi paylaşabileceklerini onaylayacaklardır. Bu da, gençlerin önemli bir kesiminde, geleneksel aile değerleri, namus anlayışı ve nikâhın önemiyle ilgili önemli bir değişimin meydana geldiğini/geleceğini göstermektedir.

Tablo 11: “Genç Bir Kız İle Erkek İstedikleri Şartlarda

Aynı Evde Yaşayabilirler” Görüşünü Değerlendirme

Katılım Düzeyi                   Sayı %

Kesinlikle Katılıyorum      389 7,5

Katılıyorum                        796 15,4

Kararsızım                          775 15,0

Katılmıyorum                      1455 28,2

Kesinlikle Katılmıyorum     1752 33,9

Toplam                               5167 100,0

“Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evlerde yaşamaları kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez” yargı cümlesini değerlendirme tarzları dikkate alındığında, gençlerin, %36’lık bir kesimi, farklı düzeylerde de olsa bu yargı cümlesine katılmakta; %13’luk bir kesiminin de kararsız kaldığı görülmektedir (Tablo 12). Olumlu bir zihniyet değişimi olmadığı takdirde, gelecekte, kararsızlar da kızlı erkekli üniversite öğrencilerinin aynı evde kalmalarını onaylayacakları gerçeğini göz önüne aldığımızda, bu oran %49’lara yükselecektir. Bu da, gençliğin yarısının, zinaya giden yolları ve zinayı meşru görmeye başlayacağı ve aile kurumunun buna bağlı olarak çökeceği anlamına gelecektir.

Tablo 11 ve Tablo 12 karşılaştırıldığında gençliğin önemli bir kesiminde meşruiyet kavramının muhataba, faile göre değiştiği görülmektedir. Genç bir kız ve erkek için gayrı meşru olan bir fiilin, üniversite öğrencileri söz konusu olduğunda meşruiyet kazanmış olmasıdır. Bu çifte standartçı yaklaşım, gençliğin önemli bir kesiminin genetik kodlarına sinmiş gibidir.

Tablo 12: Üniversite Öğrencilerinin Kızlı-Erkekli Aynı Evlerde Yaşamalarını Değerlendirme

“Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evlerde yaşamaları kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez”

Katılım Düzeyi                        Sayı %

Kesinlikle Katılıyorum            805 15,6

Katılıyorum                              1037 20,2

Kararsızım                                679 13,2

Katılmıyorum                            1147 22,3

Kesinlikle Katılmıyorum           1477 28,7

Toplam                                       5145 100,0

Sonuç: Kafası Karışık Bir Nesil

Yukarıdaki sorulara verdikleri cevaplar, gençlerin doğrudan ve dolaylı bir şekilde aile kurumundan ve zinadan ne anladığını ve zinanın mahiyetini nasıl algıladıklarını ortaya koymaktadır. Gençliğin önemli bir kısmının, aile değerleri konusunda ciddi bilgi eksikliğine sahip olduğu ya da aile değerlerine karşı duyarsızlaştığı söylenebilir. Gençlerin belli konulardaki düşünceleri muhataba, faile göre değişmekte, konunun mahiyeti, muhtevası göz önüne alınmamaktadır.

Bugün Türkiye’de tartışılan vaka, bir sonuçtur, sebep değildir. Ana sorun, Lozan’da, Türkiye’deki sistemin ve devlet yapısının, Hayım Nahum doktrinine göre Batı kültür ve medeniyet değerleri üzerine kurulması ile başlamıştır. O tarihten bu yana İslam kültür ve medeniyetine göre şekillenmiş bir milletle Batı kültür ve medeniyetine göre şekillenmiş sistemin kavgası vardır. Bu kavga, zaman içerisinde genç nesiller üzerinde şizofren etkisi yaparak, melez değerlerin ve melez bir kimliğin oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Tedbir alınmadığı takdirde, Aile değerleri konusundaki bu kafa karışıklığı veya duyarsızlık, gelecekte daha derinleşecek ve çok daha büyük sosyal, toplumsal sorunlara neden olabilecektir.

Not: SEKAM’ın Türkiye Gençlik Araştırması raporu, 30 Kasım 2013 Cumartesi günü, İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü yerleşkesinde Kamuoyuna sunulacaktır.

Kaynaklar

SEKAM, Türkiye’de Gençlik, Gençliğin Özellikleri, Sorunları, Kimlikleri ve Beklentileri, İstanbul, Eylül, 2013.

SEKAM, Üniversite Öğrencilerinin Hayat Tarzı ve Toplumsal Değerler, İstanbul, Kasım, 2013.

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...