6 Aralık 2013 Cuma

Taksim kadife darbe sürecinin ikinci evresi: Dershane savaşları mı?

 (Milli Gazete)

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.” (16 Nahl 125)

Giriş

Sovyetlerin yıkılması ile başlayan Yeni Soğuk Savaşın en önemli ve etkin araçları, “yumuşak güç” ve Sivil Toplum Kuruluşlarıdır/örgütleridir (NGO/STK). ABD/Batı/Siyonizm sömürgeleştirmek istediği ülkelerde, STK’lar kurmakta veya var olanlara sızmakta, onları finanse etmekte, eğitmekte, yönlendirmekte ve onlar üzerinden menfaatlerini gerçekleştirecek operasyonlar yapmakta ve stratejiler uygulamaktadır. ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB (Şer Ekseni), hedef ülkelerde işbirlikçi STK’lar bulmayı ve bulunan yerli işbirlikçiler aracılığıyla söz konusu ülkelerde kendi politikalarını uygulamayı, iktidarları askeri devreye sokmadan devirmeyi, sistemi kilitlemeyi, iktidarda olanları yıpratmayı, bir strateji olarak belirlemiştir. STK’lar aracılığıyla siyasi iktidarın düşürülmesine, sert güç kullanılmadığından dolayı, “Kadife Darbe/Devrim” denmektedir.

İlk Kadife darbe Dalgası, Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. Bu darbelerin ortak özelliğinden dolayı bunları Birinci Nesil Kadife Darbeler olarak nitelendirebiliriz. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Tunus ve Mısır’da İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı buna da İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz.

Türkiye’nin bölgesel hatta Küresel güç olma, Yeni Osmanlı misyonunu inşa etme, Suriye’de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara karşı politika oluşturma ve İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye meselelerini ABD/Batının istediği şekilde çözmeme nedeniyle ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”, İsrail’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2. Sevr projesi”, Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi” ve İran’ın “Şia Güvenlik Hattı Projesi” ile çatışmaktadır. Reyhanlı operasyonu ile başlayan süreç, Taksim “Gezi Parkı” operasyonu ile farklı bir boyuta gelmiştir. Türkiye’de Taksim hadiseleri ile başlatılan Kadife darbeyi, öncekilerinden farklı bazı özelliklerinden dolayı, 3. Nesil Kadife Darbe” olarak isimlendirmekteyiz (Taksim Kadife darbesi ile ilgili yazılar, hem Milli Gazete’den hem de Umran dergisinden elde edilebilir). Kadife darbelerin hazırlık aşamaları da göz önüne alındığında, yaklaşık beş yıllık bir zaman dilimini kapsamakta ve mevcut siyasi iktidarlara, genelde, seçim dönemlerinde asıl darbe, vurulmak istenmektedir. Taksim Kadife darbesi, Küresel tefeci sermaye ile işbirliği içerisinde, İstanbul dukalığının öncülüğünde başlatılmıştır. Bize göre önümüzdeki üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve bir yol haritası söz konusudur.

Siyasi iktidarın dershanelerle ilgili kararı ve söylemi, Kadife darbe organizatörlerine istenen fırsatı vermiş ve şimdilik yeni müttefikler elde etmek için uğraşmaktadırlar. Bugün siyasi iktidar ve dershaneciler, ister farkına varsınlar ister varmasınlar, Kadife darbecilerin satranç tahtasında, kendilerine yeni bir rol biçilmek istenmektedir. Taksim hadiseleri nasıl dört ağaç bahane edilerek başlatılmış, dinlisi, dinsiz, başörtülüsü, mini eteklisi nasıl bir araya getirilmiş ise bugün de dershaneler üzerinden yeni bir ittifak kurulmaya çalışılmaktadır. Eğer bu yeni ittifak gerçekleşirse, süreç çok daha vahimleşecektir. Dershaneler savaşı, doğal bir süreç olmaktan çıkarılıp Taksim Kadife darbesinin çok önemli ikinci büyük evresini oluşturacaktır. Bu ikinci evrenin en önemli özelliği ve ciddi sıkıntısı, aynı dünyanın insanlarının karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Yeni süreç, Gülen Cemaati ile AK parti kavgası olarak şekillendirilmeye çalışılmaktadır/çalışılacaktır.

Bu yazı serisinde bu konu ele alınıp incelenecektir. Burada bir ön hazırlık olarak şeytanı ittifakın, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma stratejisi ve böyle bir kardeş kavgası ortamında müminlerin takınması gereken tavrın ne olması gerektiği konusu üzerinde durulacaktır.

Henry Kissinger: “Bundan Böyle Asıl Çatışma İslam’ın Kendi İçinde Olacaktır.”

Bu coğrafyadaki herhangi bir ülkede, özellikle Türkiye’de, vuku bulan olayları, tek başına o ülkelerin yalnızca içi dinamiklerine bağlayarak izah etmek mümkün değildir. Türkiye’deki olaylar, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir.

Taksim Kadife darbe süreci, bu üç dinamiğin etkisi altında şekillenmektedir. Mısır’da Sisi işbirlikçi darbesi olmadan önce Katar’da darbe yapılmış, Türkiye’de de Taksim kadife darbe süreci başlatılmıştır. Böylelikle Türkiye kendi içine kapatılmış, Mısır’daki darbe ile gerektiği gibi ilgilenme ve darbecilerin üzerine baskı kurma imkânına sahip olamamıştır.

İlginç bir tesadüf, şimdi de, Ortadoğu’da iki ana eksen meydana getirilirken de Türkiye kendi içine kapatılmaya çalışılmaktadır. Birinci eksen, İran’ın AB üzerinden ABD ile yakınlaşması; İkinci eksen, İsrail öncülüğünde Sünni Arap yönetimlerinin bir araya gelmesi ve bir anti Şia cephesi oluşturulması ile ilgilidir.

Sünni Arap dünyasının önde gelen ülke yönetimlerinin İsrail Cumhurbaşkanı ile toplantı yapması ve Şimon Peres’in vaz-u nasihatinden sonra, Suud prensinin “En büyük tehlike İsrail değil İran’dır” açıklaması yapması (1), yeni eksenin amacı, tutumu konusunda önemli bir fikir vermektedir. Bu yeni şekillendirilmek istenen yapı, (Henry Kissinger’in tabiri ile) “Bundan böyle asıl çatışma İslam’ın kendi içinde olacaktır.” Stratejisinin uygulanmasına dönüktür. Bu stratejinin kökleri, 11 Eylül 2001 tarihine belki de daha eskiye uzanmaktadır. Böyle bir dönemde, Türkiye Dershane savaşları ile içine kapatılarak, her iki eksen oluşumunda etkisizleştirilmiş ve şimdilik devre dışı bırakılmıştır.

Müslümanlar arasındaki farklılıkları tezada dönüştürüp, çatışmanın olabilmesi için şeytanı ittifak, bu coğrafyadaki her bir ülke için ayrı masalar oluşturup gerekli bilgileri toplamakta, raporlar hazırlamakta ve yeni ittifaklar kurmaktadır.

Önemli raporlardan olan ABD’de RAND Corporation’ın hazırladığı “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı raporda, Müslümanlar, “fundamentalist, geleneksel, modernist ve laik” olmak üzere dört gruba ayrılmakta ve bu dört grubun çatıştırılması üzerine bir strateji geliştirilmektedir (2):

“Anti-emperyalist ve sosyalist düşüncelerinden dolayı laiklere güvenilmez. Fundamentalistlere ve geleneksel Müslümanlara da. Fundamentalist ve gelenekseller arasında oluşabilecek yakınlık engellenmeli. Birbirleriyle savaşmaları teşvik edilmeli. ABD ve Avrupa için güven telkin edilenler sadece, kitleleri yönlendirmede Kur’an’ı sınırlandıran modernist Müslümanlardır. Bu grup desteklenmelidir. Fundamentalistler zayıflatılmalı ve yok edilmelidir.”

Raporda bu stratejinin en kolay uygulanabileceği model ülke olarak Türkiye seçilmiştir. Gerekçe olarak da, Türkiye’deki laiklerin `çok agresif’ olmaları gösterilmektedir.

22 Temmuz 2009 tarihli ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın onayıyla Washington’dan Türkiye’deki Büyükelçiliğe gönderilen, “Tarikatlar, Kürtler ve İslam ve Türkiye’de azınlık dinleri konusunda bilgi talebi” başlıklı telgrafta aşağıdaki bilgilerin acilen gönderilmesi istenmektedir:

“TARİKATLAR”

1) Bugün Türkiye’de üye sayıları ve siyasi kudretleri bakımından en güçlü İslamî cemaatler ya da tarikatlar hangileri

2) Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne Tarikatlar hangi işlevleri görüyor

3) Bu gruplara üyelik nasıl işliyor Dışarıdan birileri de bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet edilmeleri mi gerekir

İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı Tarikatlar birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar

4) Bir tarikatın bünyesinde, İslamî kuralların farklı geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl etkiler Tarikatların önde gelen üyeleri, hâmilik ilişkisi dışında da, özellikle gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler

KÜRTLER VE İSLAM

1) Türkiye’deki tarikatların üyelerinin ne kadarı Kürtlerden oluşuyor

2) Fethullah Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere, Nurcu Hareketi’ne Kürtlerin katılımı ne düzeyde Kürtler genel olarak Gülen’e nasıl bakıyorlar

3) Nakşibendi ve diğer geleneksel tasavvufî gruplar, özellikle Gülen Hareketi ile nasıl bir ilişki ve/veya rekabet içindeler

4) Tarikatlar/Nurcu örgütler dindar Türklerle dindar Kürtler arasında ne ölçüde köprü oluşturuyor

Öte yandan, tarikatlar/Nurcu örgütler, Diyanet’in geleneksel Hanefi dışlayıcılığına kızarak ve kısmen de Kürt kimlik bilincinin/etnik Kürt ayrılıkçılığının körüklemesiyle, ne ölçüde retçi, “ayrılıkçı” bir İslam’ın üretildiği yerler haline geldi.

Kongra-Gel (KGK) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) gibi laik örgütler bu eğilimlerin ne kadar farkında ve ne ölçüde bunları istismar etmeye ya da bunlara karşı harekete geçmeye çalışıyor

5) Hizbullah’ın çeşitli cephelerde yeniden ortaya çıkması, ne ölçüde Gülen’in ve/veya AKP hükümetinin “reformist” tacizlerine karşı bir İslamî Kürt reddedişi temsil ediyor ya da yansıtıyor

Hizbullah’ın “İlim” ve (geleneksel olarak şiddet uygulamayan) “Menzil” kollarının yükselişinin nedeni ne Kürtler, Ergenekon/Derin Devlet örgütlenmeleriyle mücadele çabaları kapsamında Hizbullah’ın ve çeşitli unsurlarının geri dönüşünü nasıl görüyor

DIŞ ETKİLER

1) Türk Müslümanlar dinî rehberlik için Türkiye dışına bakıyorlar mı ve hangi kaynaklara ya da kişilere bakıyorlar

2) Dışarıdaki dinî etkilerin Türkiye’ye nüfuz etmesine imkân veren ne gibi mekanizmalar mevcut İslam’ın Türk tipi olmayan biçimleri ve tezahürleri Türkiye’deki gelişmeleri ve dinî tartışmaları nasıl etkileyebilir Türk İslamî kanaat önderleri dış nüfuza ve tecrübelere ne ölçüde açık ve bu nüfuz nasıl sağlanıyor

3) Türk Müslümanları günümüzdeki Sünni/İslam ümmete ne kadar entegre? Türk Müslümanları, Müslüman dünyanın diğer yerlerindeki İslamî gelişmelerden (teolojik, sosyal ya da siyasi tartışmalardan) ne kadar haberdar ya da ne kadar dışlanmış bir halde..

AZINLIK DİNLERİ

1) Anti-Semitizm ve Hıristiyanlara karşı husumetin tabandaki ifadeleri, siyasetin ve medyanın önderlerince ne kadar cesaretlendiriliyor ya da caydırılıyor

2) Lütfen bu sorulara, konu satırına C-RE9-01283 yazarak cevap veriniz.” (3)

ABD başkanı Obama’nın Müslüman toplumlarla ilişkiler için, atadığı özel temsilci Farah Pandith’in atanma nedeni ile ilgili yapılan 17.09.2009 tarihli toplantıda, dönemin diş işleri bakanı, Hillary Clinton’ın yaptığı konuşmadan, İslam coğrafyasından toplanan bu bilgilerin, Müslümanları çatıştırma amaçlı olduğu anlaşılmaktadır:

“Pandith, şiddeti ve aşırılığı reddeden Müslümanların seslerini yükseltebilmek için, dinsel liderleri, sivil toplum gruplarını ve siyasetçileri biraraya getirme yolunda çalışacak.” (3)

Sadece bu üç belge, başta Türkiye olmak üzere tüm İslam coğrafyasında oynanan oyunun boyutunu bize göstermektedir. O nedenle bu ülkeyi seven herkes, özellikle de iman edenler, her zamankinden daha duyarlı olmak zorundadırlar.

Sonuç: Dershaneler Savaşında Takınılacak tavır

Konuyu ilişkin ana analizi bir sonraki yazıya bırakarak, mevcut kavga ortamında iman edenlerin, öncelikle takınması gereken tavır ne olmalıdır sorusunu sormamız gerekmektedir. İman eden iki topluluğun kıran kırana çatışması durumunda takınılacak tavırla ilgili farklı ihtimaller şunlar olabilir:

Sevinerek seyirci kalmak, bundan menfaat ummak: Akbaba siyaseti.

Üzülerek Tarafsız kalmak.

Futbol takımı tutar gibi, hak, hukuk ve adalet gözetmeden taraf olmak.

Adaletli bir arabuluculuk yapmak uymazlarsa tarafsız kalmak.

Adaletli bir arabuluculuk yapmak, sonuçları kabul etmeyip saldırgan tavrı sürdürene karşı tavır almak.

Emanetin ehline verilmesi ve insanlar arasında adaletle hükmedilmesi, çıkan ihtilafların da, Allah ve Resulü’nün hükümlerine göre çözülmesi, iman edenler için bir zorunluluktur(4 Nisa 58,59). Müminler arasında ki ihtilaflarda, kavgalarda hatta savaşlarda takınılacak tavır, Kuran ve Sünnet tarafından belirlenmiştir, bunda keyfilik yoktur:

“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın.

Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup-düzeltin.”(49 Hucurat 9-10)

Bu ayetlerde çarpışan iki mümin topluluk arasında adaletli bir arabuluculuk yapılması, adaletli hüküm verilmesi diğer müminlerden istenmektedir. Ayete göre, taraflardan biri arabuluculuğun sonunda verilen karar uymayıp çatışmayı devam ettirmesi durumunda, ona karşı kesin bir tavır konulmak mecburiyeti vardır. Çünkü müminler kardeştir, kardeşliği bozacak her türlü tutum, tavır ve düşünceye karşı çıkmak, diğer müminlerin için imanı bir görevdir. Bu, taraftardan birine karşı kin beslemiş olsak bile adaletle, hak, hukuk çerçevesinde yerine getirilmesi gereken bir görev ve sorumluluktur(5 Maide 8). Hatta ortaya çıkacak sonuçlar, kendi aleyhimize bile olsa adaletten, haktan ve hukuktan ayrılmamak zorundayız( 4 Nisa 135).

Unutmamak gerekir ki bugün “hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti uygulayan bir topluluğa/bir ümmete ihtiyaç vardır(7 Araf 181). Bugün yangına körükle değil su ile gitme zamanıdır. O nedenle taraflar, Allah’ın emrettiği şekilde en güzel bir dili kullanmalıdırlar: “Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”(17 İsra 53)

Unutmayın bir öte dünya vardır ve bu dünyada yapılanların orada hesabı verilecektir. Orada Şahit olarak da insanın elleri, ayakları, gözleri, kulakları ve deriler dinlenecektir(41 Fussilet 20-22).

Kaynaklar:

1- 3.12.2013, Yeni Şafak Gazetesi.

2- Rand Corporation, “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler”,2004.

3- “WikiLeaks Türkiye Belgeleri”, Taraf Gazetesi, 23.03.2011.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

21. Asırda Ümmet Şuurunun Yeniden İnşası-5: KAVMİYETÇİLİK HASTALIĞINDAN KURTULMAK

  Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Nisan 2025-368. Sayı     MHP lideri Devlet Bahçeli’nin başlattığı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın des...