(Milli Gazete)
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla
en güzel bir biçimde mücadele et.” (16 Nahl 125)
Giriş
Sovyetlerin yıkılması ile başlayan Yeni Soğuk Savaşın en
önemli ve etkin araçları, “yumuşak güç” ve Sivil Toplum
Kuruluşlarıdır/örgütleridir (NGO/STK). ABD/Batı/Siyonizm sömürgeleştirmek
istediği ülkelerde, STK’lar kurmakta veya var olanlara sızmakta, onları finanse
etmekte, eğitmekte, yönlendirmekte ve onlar üzerinden menfaatlerini
gerçekleştirecek operasyonlar yapmakta ve stratejiler uygulamaktadır.
ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB (Şer Ekseni), hedef ülkelerde
işbirlikçi STK’lar bulmayı ve bulunan yerli işbirlikçiler aracılığıyla söz
konusu ülkelerde kendi politikalarını uygulamayı, iktidarları askeri devreye
sokmadan devirmeyi, sistemi kilitlemeyi, iktidarda olanları yıpratmayı, bir
strateji olarak belirlemiştir. STK’lar aracılığıyla siyasi iktidarın
düşürülmesine, sert güç kullanılmadığından dolayı, “Kadife Darbe/Devrim”
denmektedir.
İlk Kadife darbe Dalgası, Sırbistan, Moldavya, Belarus,
Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. Bu
darbelerin ortak özelliğinden dolayı bunları Birinci Nesil Kadife Darbeler
olarak nitelendirebiliriz. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Tunus ve
Mısır’da İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden
farklı özellikler taşıdığından dolayı buna da İkinci Nesil Kadife Darbeler
adını vermekteyiz.
Türkiye’nin bölgesel hatta Küresel güç olma, Yeni Osmanlı
misyonunu inşa etme, Suriye’de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara
karşı politika oluşturma ve İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye
meselelerini ABD/Batının istediği şekilde çözmeme nedeniyle ABD’nin “Büyük
Ortadoğu Projesi”, İsrail’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2. Sevr projesi”,
Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi” ve İran’ın “Şia Güvenlik Hattı
Projesi” ile çatışmaktadır. Reyhanlı operasyonu ile başlayan süreç, Taksim
“Gezi Parkı” operasyonu ile farklı bir boyuta gelmiştir. Türkiye’de Taksim
hadiseleri ile başlatılan Kadife darbeyi, öncekilerinden farklı bazı
özelliklerinden dolayı, 3. Nesil Kadife Darbe” olarak isimlendirmekteyiz (Taksim
Kadife darbesi ile ilgili yazılar, hem Milli Gazete’den hem de Umran
dergisinden elde edilebilir). Kadife darbelerin hazırlık aşamaları da göz önüne
alındığında, yaklaşık beş yıllık bir zaman dilimini kapsamakta ve mevcut siyasi
iktidarlara, genelde, seçim dönemlerinde asıl darbe, vurulmak istenmektedir.
Taksim Kadife darbesi, Küresel tefeci sermaye ile işbirliği içerisinde,
İstanbul dukalığının öncülüğünde başlatılmıştır. Bize göre önümüzdeki üç seçim
dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve bir yol haritası söz
konusudur.
Siyasi iktidarın dershanelerle ilgili kararı ve söylemi,
Kadife darbe organizatörlerine istenen fırsatı vermiş ve şimdilik yeni
müttefikler elde etmek için uğraşmaktadırlar. Bugün siyasi iktidar ve
dershaneciler, ister farkına varsınlar ister varmasınlar, Kadife darbecilerin
satranç tahtasında, kendilerine yeni bir rol biçilmek istenmektedir. Taksim
hadiseleri nasıl dört ağaç bahane edilerek başlatılmış, dinlisi, dinsiz,
başörtülüsü, mini eteklisi nasıl bir araya getirilmiş ise bugün de dershaneler
üzerinden yeni bir ittifak kurulmaya çalışılmaktadır. Eğer bu yeni ittifak
gerçekleşirse, süreç çok daha vahimleşecektir. Dershaneler savaşı, doğal bir
süreç olmaktan çıkarılıp Taksim Kadife darbesinin çok önemli ikinci büyük evresini
oluşturacaktır. Bu ikinci evrenin en önemli özelliği ve ciddi sıkıntısı, aynı
dünyanın insanlarının karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Yeni süreç, Gülen
Cemaati ile AK parti kavgası olarak şekillendirilmeye
çalışılmaktadır/çalışılacaktır.
Bu yazı serisinde bu konu ele alınıp incelenecektir. Burada
bir ön hazırlık olarak şeytanı ittifakın, Müslüman’ı Müslüman’a kırdırma
stratejisi ve böyle bir kardeş kavgası ortamında müminlerin takınması gereken
tavrın ne olması gerektiği konusu üzerinde durulacaktır.
Henry Kissinger: “Bundan Böyle Asıl Çatışma İslam’ın Kendi
İçinde Olacaktır.”
Bu coğrafyadaki herhangi bir ülkede, özellikle Türkiye’de,
vuku bulan olayları, tek başına o ülkelerin yalnızca içi dinamiklerine
bağlayarak izah etmek mümkün değildir. Türkiye’deki olaylar, 1- İç dinamikler,
2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı
olarak gelişmekte ve şekillenmektedir.
Taksim Kadife darbe süreci, bu üç dinamiğin etkisi altında
şekillenmektedir. Mısır’da Sisi işbirlikçi darbesi olmadan önce Katar’da darbe
yapılmış, Türkiye’de de Taksim kadife darbe süreci başlatılmıştır. Böylelikle
Türkiye kendi içine kapatılmış, Mısır’daki darbe ile gerektiği gibi ilgilenme
ve darbecilerin üzerine baskı kurma imkânına sahip olamamıştır.
İlginç bir tesadüf, şimdi de, Ortadoğu’da iki ana eksen
meydana getirilirken de Türkiye kendi içine kapatılmaya çalışılmaktadır.
Birinci eksen, İran’ın AB üzerinden ABD ile yakınlaşması; İkinci eksen, İsrail
öncülüğünde Sünni Arap yönetimlerinin bir araya gelmesi ve bir anti Şia cephesi
oluşturulması ile ilgilidir.
Sünni Arap dünyasının önde gelen ülke yönetimlerinin İsrail
Cumhurbaşkanı ile toplantı yapması ve Şimon Peres’in vaz-u nasihatinden sonra,
Suud prensinin “En büyük tehlike İsrail değil İran’dır” açıklaması yapması (1),
yeni eksenin amacı, tutumu konusunda önemli bir fikir vermektedir. Bu yeni
şekillendirilmek istenen yapı, (Henry Kissinger’in tabiri ile) “Bundan böyle
asıl çatışma İslam’ın kendi içinde olacaktır.” Stratejisinin uygulanmasına
dönüktür. Bu stratejinin kökleri, 11 Eylül 2001 tarihine belki de daha eskiye
uzanmaktadır. Böyle bir dönemde, Türkiye Dershane savaşları ile içine
kapatılarak, her iki eksen oluşumunda etkisizleştirilmiş ve şimdilik devre dışı
bırakılmıştır.
Müslümanlar arasındaki farklılıkları tezada dönüştürüp,
çatışmanın olabilmesi için şeytanı ittifak, bu coğrafyadaki her bir ülke için
ayrı masalar oluşturup gerekli bilgileri toplamakta, raporlar hazırlamakta ve
yeni ittifaklar kurmaktadır.
Önemli raporlardan olan ABD’de RAND Corporation’ın
hazırladığı “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler”
başlıklı raporda, Müslümanlar, “fundamentalist, geleneksel, modernist ve laik”
olmak üzere dört gruba ayrılmakta ve bu dört grubun çatıştırılması üzerine bir
strateji geliştirilmektedir (2):
“Anti-emperyalist ve sosyalist düşüncelerinden dolayı
laiklere güvenilmez. Fundamentalistlere ve geleneksel Müslümanlara da.
Fundamentalist ve gelenekseller arasında oluşabilecek yakınlık engellenmeli.
Birbirleriyle savaşmaları teşvik edilmeli. ABD ve Avrupa için güven telkin
edilenler sadece, kitleleri yönlendirmede Kur’an’ı sınırlandıran modernist
Müslümanlardır. Bu grup desteklenmelidir. Fundamentalistler zayıflatılmalı ve
yok edilmelidir.”
Raporda bu stratejinin en kolay uygulanabileceği model ülke
olarak Türkiye seçilmiştir. Gerekçe olarak da, Türkiye’deki laiklerin `çok
agresif’ olmaları gösterilmektedir.
22 Temmuz 2009 tarihli ABD Dışişleri bakanı Hillary
Clinton’ın onayıyla Washington’dan Türkiye’deki Büyükelçiliğe gönderilen, “Tarikatlar,
Kürtler ve İslam ve Türkiye’de azınlık dinleri konusunda bilgi talebi” başlıklı
telgrafta aşağıdaki bilgilerin acilen gönderilmesi istenmektedir:
“TARİKATLAR”
1) Bugün Türkiye’de üye sayıları ve siyasi kudretleri
bakımından en güçlü İslamî cemaatler ya da tarikatlar hangileri
2) Tarikat üyeliğinin, mesela oy kullanma tercihleri gibi
siyasi eylemlerle arasındaki ilişki ne Tarikatlar hangi işlevleri görüyor
3) Bu gruplara üyelik nasıl işliyor Dışarıdan birileri de
bir gruba yaklaşıp katılmak isteyebilir mi, yoksa üyeler tarafından davet
edilmeleri mi gerekir
İnsanlar hiç tarikatlarından ayrılırlar mı Tarikatlar
birbirleriyle nasıl geçinir ya da ilişki kurarlar ve bunu niçin yaparlar
4) Bir tarikatın bünyesinde, İslamî kuralların farklı
geleneklerine ya da ekollerine mensup olmak cemaatin genel dinamiğini nasıl
etkiler Tarikatların önde gelen üyeleri, hâmilik ilişkisi dışında da, özellikle
gündem belirlemek açısından bu gruplara göre mi hareket ederler
KÜRTLER VE İSLAM
1) Türkiye’deki tarikatların üyelerinin ne kadarı Kürtlerden
oluşuyor
2) Fethullah Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere,
Nurcu Hareketi’ne Kürtlerin katılımı ne düzeyde Kürtler genel olarak Gülen’e
nasıl bakıyorlar
3) Nakşibendi ve diğer geleneksel tasavvufî gruplar,
özellikle Gülen Hareketi ile nasıl bir ilişki ve/veya rekabet içindeler
4) Tarikatlar/Nurcu örgütler dindar Türklerle dindar Kürtler
arasında ne ölçüde köprü oluşturuyor
Öte yandan, tarikatlar/Nurcu örgütler, Diyanet’in geleneksel
Hanefi dışlayıcılığına kızarak ve kısmen de Kürt kimlik bilincinin/etnik Kürt
ayrılıkçılığının körüklemesiyle, ne ölçüde retçi, “ayrılıkçı” bir İslam’ın
üretildiği yerler haline geldi.
Kongra-Gel (KGK) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) gibi
laik örgütler bu eğilimlerin ne kadar farkında ve ne ölçüde bunları istismar
etmeye ya da bunlara karşı harekete geçmeye çalışıyor
5) Hizbullah’ın çeşitli cephelerde yeniden ortaya çıkması,
ne ölçüde Gülen’in ve/veya AKP hükümetinin “reformist” tacizlerine karşı bir
İslamî Kürt reddedişi temsil ediyor ya da yansıtıyor
Hizbullah’ın “İlim” ve (geleneksel olarak şiddet
uygulamayan) “Menzil” kollarının yükselişinin nedeni ne Kürtler,
Ergenekon/Derin Devlet örgütlenmeleriyle mücadele çabaları kapsamında
Hizbullah’ın ve çeşitli unsurlarının geri dönüşünü nasıl görüyor
DIŞ ETKİLER
1) Türk Müslümanlar dinî rehberlik için Türkiye dışına
bakıyorlar mı ve hangi kaynaklara ya da kişilere bakıyorlar
2) Dışarıdaki dinî etkilerin Türkiye’ye nüfuz etmesine imkân
veren ne gibi mekanizmalar mevcut İslam’ın Türk tipi olmayan biçimleri ve
tezahürleri Türkiye’deki gelişmeleri ve dinî tartışmaları nasıl etkileyebilir
Türk İslamî kanaat önderleri dış nüfuza ve tecrübelere ne ölçüde açık ve bu
nüfuz nasıl sağlanıyor
3) Türk Müslümanları günümüzdeki Sünni/İslam ümmete ne kadar entegre? Türk Müslümanları, Müslüman dünyanın diğer yerlerindeki İslamî gelişmelerden (teolojik, sosyal ya da siyasi tartışmalardan) ne kadar haberdar ya da ne kadar dışlanmış bir halde..
AZINLIK DİNLERİ
1) Anti-Semitizm ve Hıristiyanlara karşı husumetin tabandaki
ifadeleri, siyasetin ve medyanın önderlerince ne kadar cesaretlendiriliyor ya
da caydırılıyor
2) Lütfen bu sorulara, konu satırına C-RE9-01283 yazarak
cevap veriniz.” (3)
ABD başkanı Obama’nın Müslüman toplumlarla ilişkiler için,
atadığı özel temsilci Farah Pandith’in atanma nedeni ile ilgili yapılan
17.09.2009 tarihli toplantıda, dönemin diş işleri bakanı, Hillary Clinton’ın
yaptığı konuşmadan, İslam coğrafyasından toplanan bu bilgilerin, Müslümanları
çatıştırma amaçlı olduğu anlaşılmaktadır:
“Pandith, şiddeti ve aşırılığı reddeden Müslümanların
seslerini yükseltebilmek için, dinsel liderleri, sivil toplum gruplarını ve
siyasetçileri biraraya getirme yolunda çalışacak.” (3)
Sadece bu üç belge, başta Türkiye olmak üzere tüm İslam
coğrafyasında oynanan oyunun boyutunu bize göstermektedir. O nedenle bu ülkeyi
seven herkes, özellikle de iman edenler, her zamankinden daha duyarlı olmak
zorundadırlar.
Sonuç: Dershaneler Savaşında Takınılacak tavır
Konuyu ilişkin ana analizi bir sonraki yazıya bırakarak,
mevcut kavga ortamında iman edenlerin, öncelikle takınması gereken tavır ne
olmalıdır sorusunu sormamız gerekmektedir. İman eden iki topluluğun kıran kırana
çatışması durumunda takınılacak tavırla ilgili farklı ihtimaller şunlar
olabilir:
Sevinerek seyirci kalmak, bundan menfaat ummak: Akbaba
siyaseti.
Üzülerek Tarafsız kalmak.
Futbol takımı tutar gibi, hak, hukuk ve adalet gözetmeden
taraf olmak.
Adaletli bir arabuluculuk yapmak uymazlarsa tarafsız kalmak.
Adaletli bir arabuluculuk yapmak, sonuçları kabul etmeyip
saldırgan tavrı sürdürene karşı tavır almak.
Emanetin ehline verilmesi ve insanlar arasında adaletle
hükmedilmesi, çıkan ihtilafların da, Allah ve Resulü’nün hükümlerine göre
çözülmesi, iman edenler için bir zorunluluktur(4 Nisa 58,59). Müminler arasında
ki ihtilaflarda, kavgalarda hatta savaşlarda takınılacak tavır, Kuran ve Sünnet
tarafından belirlenmiştir, bunda keyfilik yoktur:
“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını
bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde bulunacak olursa,
artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar
savaşın; eğer sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu durumda adaletle
aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın.
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını bulup-düzeltin.”(49 Hucurat 9-10)
Bu ayetlerde çarpışan iki mümin topluluk arasında adaletli
bir arabuluculuk yapılması, adaletli hüküm verilmesi diğer müminlerden
istenmektedir. Ayete göre, taraflardan biri arabuluculuğun sonunda verilen
karar uymayıp çatışmayı devam ettirmesi durumunda, ona karşı kesin bir tavır
konulmak mecburiyeti vardır. Çünkü müminler kardeştir, kardeşliği bozacak her
türlü tutum, tavır ve düşünceye karşı çıkmak, diğer müminlerin için imanı bir
görevdir. Bu, taraftardan birine karşı kin beslemiş olsak bile adaletle, hak,
hukuk çerçevesinde yerine getirilmesi gereken bir görev ve sorumluluktur(5
Maide 8). Hatta ortaya çıkacak sonuçlar, kendi aleyhimize bile olsa adaletten,
haktan ve hukuktan ayrılmamak zorundayız( 4 Nisa 135).
Unutmamak gerekir ki bugün “hakka yöneltip-ileten ve onunla
adaleti uygulayan bir topluluğa/bir ümmete ihtiyaç vardır(7 Araf 181). Bugün
yangına körükle değil su ile gitme zamanıdır. O nedenle taraflar, Allah’ın
emrettiği şekilde en güzel bir dili kullanmalıdırlar: “Kullarıma, sözün en
güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır.
Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”(17 İsra 53)
Unutmayın bir öte dünya vardır ve bu dünyada yapılanların
orada hesabı verilecektir. Orada Şahit olarak da insanın elleri, ayakları,
gözleri, kulakları ve deriler dinlenecektir(41 Fussilet 20-22).
Kaynaklar:
1- 3.12.2013, Yeni Şafak Gazetesi.
2- Rand Corporation, “Sivil Demokratik İslam: Ortaklar,
Kaynaklar ve Stratejiler”,2004.
3- “WikiLeaks Türkiye Belgeleri”, Taraf Gazetesi,
23.03.2011.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder