28 Şubat 2013 Perşembe

Ne Avrupa Birliği ne Şangay İşbirliği Örgütü - 2: D-8 küresel sisteme karşı bir savunma hattıdır

 (Milli Gazete)

Giriş

Şangay İşbirliği teşkilatı ve AB çerçevesinde başlatılan tartışmalar üzerine geçen haftalardaki yazılarımızda, AB ve Şangay İşbirliği örgütlerinin amaçlarını, hedeflerini ve yapılanışlarını ele aldık. Türkiye nin AB ve Şangay İşbirliği örgütünden birini tercihle karşı karşıya bırakılmasının yanlışlığı üzerine durduk. Türkiye nin önceliği, bunlardan birisini tercih etmek değildir. AB yi tercih etmek ise hiç değildir. Bölgesel güç, dünya gücü olmak isteyen bir Türkiye, ümmetin gücünü yanına almalı, şerre karşı ümmetle birlikte olmalıdır. Bu gerçeği zamanında görmüş olan Rahmetli Erbakan, 28 Şubat Postmodern darbe sürecinde, siyasi hayatına mal olacağını bile bile `fincancı katırlarını ürkütmeye karar vererek D-8 lerin kuruluşuna önderlik etmiştir. Burada, D-8 lerin öneminin daha iyi anlaşılabilmesi için D-8 lerin kuruluşuna giden süreçte, Türkiye, Büyük Ortadoğu ve dünyadaki durumu ele alıp inceleyeceğiz.

Türkiye'nin Jeostratejik, Jeopolitik, Jeoekonomik, Jeokültürel Önemi

D-8 Hareketinin önemini ve D-8 ler kurulduktan sonra ülkemizde olan olayları, daha iyi anlayabilmek için Türkiye nin coğrafyasından kaynaklanan politik, stratejik, ekonomik ve kültürel önemini göz önüne almamız gerekmektedir: Türkiye üç kıta ve üç denizin buluştuğu bir ülkedir Rusya nın sıcak denizlere açılabilmesi önünde en önemli engeldir. İstanbul boğazı, Çanakkale boğazı tamamen Türkiye nin kontrolü altındadır. Süveyş kanalı dolaylı olarak kontrol edilebilmektedir. Doğu Akdeniz de etkin bir hakimiyet alanı vardır. Dünyanın doğal gaz ve petrol ihtiyacının çok önemli bir kısmını karşılayan ve de karşılayacağı öngörülen Ortadoğu ve Hazar havzasının ortasında bir yerde bulunmaktadır. Enerji ulaşım yollarını kontrol edebilme imkanı vardır. Türkiye coğrafi olarak bir tarım, hayvancılık ve orman ülkesidir.

Zengin su kaynaklarına ve Bor ve Toryum gibi çok kıymetli madenlere sahiptir. Türkiye Türk, İslam ve Osmanlı gibi üç kimliğin sahibidir. Türk kimliğinden dolayı Türkî Cumhuriyetler ile, İslam kimliğinden dolayı tüm İslam ülkeleri ile, Osmanlı kimliğinden dolayı Adriyatik e kadar uzanan birçok Avrupa ülkesi ile özel bir ilişkisi vardır. Ayrıca güçlü bir devlet geleneğine sahiptir. Halkın basiret, feraset sahibi olması, sabrı, direnme gücü, çok önemli bire üstünlük sağlamaktadır. Diğer taraftan dünyanın en genç nüfusuna sahip ülkelerinden biridir.

Lozan da Kurulan Sistem ve Türkiye ye Biçilen Rol

Milli Mücadelenin zaferle sonuçlanması sonucunda Ankara Hükümeti ile Avrupa devletleri arasında Lozan da Türkiye Cumhuriyeti Devletini tanıyan bir anlaşma imzalanmış ve ulusal bir devlet kurulmuştur. Cumhuriyetin ilk başbakanlarından Rauf Orbay a göre, Lozan da İnönü, Hahambaşı Hayim Nahum ve Lord Gurzon arasında hilafetin, saltanatın, İslamiyet in ve İslami temsil rolünün kaldırılması konusunda gizli bir anlaşma yapılmıştır (1, 2). Lozan da Türkiye de kurulan yeni sistemle, İslam kültür ve medeniyetini, onun öngördüğü insan unsurunun tasfiye edilmesi, Batı kültür ve medeniyeti değerleri ekseninde bir sistem, bir devlet ve yeni bir ulus inşa edilmesi, laikliğin kabulü, Halifeliğin ve saltanatın kaldırılması, İslam coğrafyası ile her türlü ilişkiyi kesip ümmetçilikten vazgeçilmesi, siyasi, ekonomik, sosyal, eğitim - öğretim ve hukuki yapının, batı değerlerine göre yapılandırılması, alfabenin değiştirilmesi, İslam tarihi ile ilgili tüm bağların koparılıp Osmanlı ve Selçuklunun ret edilmesi çalışmaları `kanunen ve cebren başlatılmıştır. Var olan Müslüman halkın inkar edilip yeni bir halk inşası, yetişen neslin mankurtlaştırılması (Hafızasını Kaybetmiş Köle) sonucunu doğurmuştur.

Cumhuriyet tarihinin başlangıcından bugüne, İslam Kültür ve medeniyeti ile Batı Kültür ve medeniyetinin değerleri arasında bir kavga yaşanmaktadır. Batı kültür ve medeniyeti değerlerine göre şekillenmiş olan bir sistem-devlet yapısının meydana getirdiği doku uyuşmazlığı söz konusudur. Lozan la birlikte Türkiye de iki farklı ağırlık merkezi oluşmuştur: Bir tarafta sistemin ağırlık merkezi diğer tarafta milletin ağırlık merkezi. Cumhuriyet tarihi boyunca Türkiye deki farklı görüntüler ve adlar altında devam eden kavganın özünde bu iki merkezin çatışması vardır. Diğer taraftan bu sistem, Lozan da masada yer almış olan dış güçlerle onların değerlerini benimsemiş olan iç güçlerin koruması altındadır. Bu tarihi arka planı göz önüne almadan, D-8 lerin kurulmasını ve bu süreçte Türkiye de vuku bulan olayları anlamak ve açıklamak çok zordur.

D-8 e Giden Süreçte Türkiye de Çatışan Üç Ana Dinamik

Türkiye nin Jeostratejik, Jeopolitik, Jeoekonomik, Jeokültürel öneminden dolayı Türkiye de vuku bulan olaylar, olup bitenler sadece Türkiye nin iç dinamikleri ile açıklanamaz. Türkiye de ki olaylar üzerinde etkili üç ana dinamik vardır:

İç Dinamikler

Bölgesel Dinamikler (Dış Dinamikler)

Küresel Dinamikler (Dış Dinamikler)

Türkiye'nin huzuru, mutluluğu, büyümesi ve gelişmesi bu üç ana dinamiğin durumuna ve etkileşmesine bağlı olarak şekil almaktadır. İç ve dış dinamikler arasında meydana gelen ortak paydaya göre Türkiye de barış ya da kavga ortamı hasıl olmaktadır. Türkiye de bütün ihtilallar, iç ve diş güçlerin ittifakı sonucu meydana gelmiştir. Türkiye de dış güçlerden bağımsız olarak hiçbir darbe gerçekleşmiş değildir. D-8 lerin kurulma çalışmalarının yapıldığı ve 28 Şubat Postmodern darbesinin başlatıldığı bir dönemde ülkemiz açısından üç ana tezat(fay hattı) söz konusudur:

Uluslararası Tezatlar (fay hatları),

Büyük Ortadoğu Coğrafyasında ki Tezatlar

Ulusal Tezatlar (fay hatları)

Bu tezatları, fay hatlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

A- D-8 e Giden Süreçte Küresel Dış Dinamikler Arasında Ana Tezatlar:

1. Grup: Batının İç tezatları: ABD- AB fay hattı

2. Grup: Batı(ABD+AB) İle Rusya/Çin/İran arasında

3. Grup: ABD + İsrail+İngiltere ile İran ve Diğer İslam ülkeleri arasında

4. Grup: ABD + İsrail + Türkiye ile İslam ülkeleri arasında

5. Grup: ABD + İsrail + Türkiye+Türkî cumhuriyetler ile İran/ Avrupa/ Rusya arasında

6. Grup: ABD +/ İsrail ile Türkiye arasında

7. Grup: Zengin ülkelerle Fakir Ülkeler arasında

8. Grup: Laik-Sekülerle Dindarlar arasında

B- D-8 e Giden Süreçte Büyük Ortadoğu Coğrafyasındaki Ana Tezatlar (Fay Hatları):

1.Grup: Müslüman halkla Batı işbirlikçisi zalim yönetimler arasında

2.Grup: İslami Hareketler ile Batı işbirlikçisi zalim yönetimler arasında

3.Grup: İslami Hareketler ile NATO ittifakı arasında

4.Grup: İslami Hareketler ile İsrail Arasında

5.Grup: Laik- Seküler Hareketlerle İslami Hareketler arasında

6.Grup: Mezhepsel İhtilaflar

7.Grup: Etnik İhtilaflar

8.Grup: Iran ile Sünni Yönetimlerin hâkim olduğu Ülkeler arasında

9.Grup: Türkiye ile İslam ülkeleri arasında

10. Grup: İsrail ile tüm İslam ülkeleri, özellikle, İran-Suriye-Lübnan ekseni arasında

11. Grup: İsrail İle Filistin arasında

12. Grup: Türkiye ile Komşuları arasında: Suriye, Irak, Iran, Yunanistan, Ermenistan, Suudi Arabistan, Mısır, Filistin, Lübnan

C- D-8 e Giden Süreçte Ulusal Fay Hatları

a- Sistemin İç Tezatları

1. Grup: Sistem Partileri arasında

2. Grup: Emniyetle Ordu arasında, İstihbarat Örgütleri arasında, Emniyetin, Ordunun, iş dünyasının, medya kuruluşlarının iç tezatları.

b- Müslümanlarla Sistem Arasındaki Tezatlar

1. Grup: Sistemle tüm müslümanlar arasında,

2. Grup: Kur an-ı Kerim in 230 ayetinin uygulanmasına karşı çıkan ekiple, Müslümanlar arasında,

3. Grup: Müslüman iş adamları ile TÜSİAD arasında,

4. Grup: İslami hareketlerle Sistem arasında,

c-Müstazaflarla Müstekbirler Arası (Mazlumlar-Zalimler Arası) Tezat

d- Müslümanlar Arası Farklılıklar

1. Grup: RP ile Fethullah Gülen arasında fay hattı

2. Grup: Tarikatlar arası farklılıklar.

3. Grup: RP ile (BBP-MHP) arasındaki farklılık.

4. Grup: BBP ile MHP arasındaki farklılık.

5. Grup: Müslüman cemaatler arasındaki farklılık.

6. Grup: Demirel Faktörü

D-8 ler, yeni bir eksen ve batı karşıtı olarak sürece, bu fotoğrafa dahil olmuştur. 800 milyonluk bir pazarın ve stratejik coğrafyanın sürece dahil olma girişimi, Batının oyununu bozacağından çok ciddi bir rahatsız meydana getirmiştir. D-8 ler, mustazafların müstekbirlere isyanıdır.

D-8 e Giden Süreçte Büyük Ortadoğu İçin Geliştirilmiş Olan Projeler

Sovyetlerin çöküşü ile birlikte Büyük Ortadoğu coğrafyasında meydana gelen boşluğu doldurmak ve bu coğrafya da İslam ın hakim olmasını engellemek için dönemin etkin tüm güçleri, bu coğrafyada hakimiyet kuracak projeler geliştirmişlerdir. Bunları, ana hatları ile aşağıda ki gibi özetleyebiliriz:

ABD: `Büyük Ortadoğu Projesi , Ilımlı İslam Projesi , Model Ülke Projesi , Şii- Sünni Fay Hattı Projesi

İsrail: `Büyük İsrail Projesi

NATO: Büyük Ortadoğu ya Konuşlanma Küresel Sermaye, IMF, Dünya Bankası: Özelleştirme, Tüketim Toplumu, Pazar

Vatikan: Hıristiyanlaştırma

AB: Şark Meselesi, 2. Sevr, Yeniden Sömürgeleştirme

Rusya: Sıcak Denizlere İnme ve Üsler Kurma

Çin: Pazarı Elde Etme ve Üsler Kurma

Bu projeler, Büyük Ortadoğu Coğrafyası için verilen mücadelenin büyüklüğünün ve şiddetinin bir göstergesidir. D-8 ler hareketi ise bu projelere karşı İslam coğrafyasının savunulması refleksidir. Eşek Arısı kovanına çomak sokulmuştur.

D-8 ler, Sovyet Sonrası Dünyada Batıya Karşı Bir savunma Refleksidir

D-8 lerin önemini daha iyi anlamak için 1979 sonrasında Türkiye yakın coğrafyasında meydana gelen 7 büyük olayın göz önüne alınması gerekmektedir:

1- Türkiye de 1980 askeri darbesi yapılmış, depolitizasyon politikası uygulamaya sokulmuş ve ekonomik yapının küresel sisteme entegre olması için alt yapı değişiklikleri yapılmaya başlanmıştır.

2- İran da İslam devrimi olmuş akabinde ABD'nin öncülüğünde İran a Ekonomik ambargo uygulanmıştır.

3- Iran, Irak savaşı, 8 yıl sürmüştür.

4- Irak ın Kuveyt i İşgali etmiştir.

5- Birinci Körfez operasyonu yapılmıştır.

6- Sovyetler Birliğinin çökmüş, yeni bağımsız devletler ortaya çıkmış, dünyada kurulu denge bozulmuş ve bilinmezlikler artmıştır.

Bu olaylar, hem büyük Ortadoğu nun hem de dünyanın yeni bir kargaşaya doğru sürüklendiğinin göstergesi idi. Sovyetlerin dağılması ile birlikte Dünya tek kutuplu hale gelmişti. ABD-İsrail-İngiltere nin seslendirmeye başladığı projeler, korkutmaya başlamıştı. 1990 lı yılların başında Sovyetler birliğinin çökmesinden sonra İskoçya da yapılan NATO toplantısında NATO nun geleceği tartışılırken İngiltere Başbakanı Margaret Teacher in yaptığı teklif, NATO nun Sovyetler sonrası yeni konseptini oluşturmuştur: Düşmanı olmayan ideoloji yaşayamaz. Bizim yaşayabilmemiz için bir düşmanımızın olması lazımdır. Sovyetler Birliği dağıldı ve Düşman olmaktan çıktı. Onun yerine yeni bir düşman koymamız gerekiyor. Bu yeni düşman İslam olacaktır. (3)

Bu düşünce, İslam coğrafyasını son derece rahatsız etmiştir. D-8 fikri kendisine açıldığında Pakistan Başbakanı Benazir Butto nun söylediği sözler, rakipsiz kalan Batı karşısında, gelecek günlerin ciddi bir belirsizlik taşıdığının ifadesi idi: Doğrusu böyle bir teklif beklemiyordum, bu beni çok memnun etti. Rusya dağıldıktan sonra birçok İslam ülkesi ve 3. Dünya ülkesi dolaştım. Hepsine de Rusya dağıldı ne olacak diye sordum. Sizin anlattıklarınız gibi beni aydınlatan hiçbir cevap alamadım. Bu kadar somut ve faydalı bir oluşumun içinde bulunmak elbette bizim vazifemizdir. (3) İşte D-8 Hareketi, bu belirsizliğin hüküm sürdüğü bir ortamda İslam dünyasının kendini koruma girişimidir. D-8 lerin kuruluş sürecinde Batı tarafından kurulmuş NATO, AB gibi çok sayıda bölgesel ve küresel özellikli teşkilatlar vardır. Bu yapıların birçoğu, genellikle, ABD-İsrail-İngiltere nin etkisi altındadır. Genel olarak da İslam a karşı ittifak halindedirler. Müslüman ülkeler bu teşkilatların baskısı altında tutulmaktadır. Müslümanların hakkını savunması ve sorunlarını çözmesi amacı ile kurulan teşkilatlar ise son derece pasif, etkisiz hatta kimliksizdirler. Bunların, varlıkları ile yoklukları arasında bir fark yoktur. Bu yapılar, Erbakan a göre Müslümanların hiçbir sorunlarını çözememişler ve de uluslararası arenada bir buçuk milyar Müslüman ı temsil edememişlerdir.

İşte D-8 hareketinin kurulmasına sebebiyet veren bu tezatlı durumdur. Erbakan bunu tam zamanında görüp fırsat bulduğu bir anda da hayata geçirmiştir. D-8 Hareketi, İslam Dünyasını bekleyen tehlikelere karşı İslami savunmak ve etkili olmak amacıyla 15 Haziran 1997 yılında 8 ülkenin (Endonezya, Malezya, Bangledeş, Pakistan, İran; Türkiye, Nijerya) devlet başkanlarının İstanbul da Çırağan sarayında bir araya gelerek imzaladıkları anlaşma ve temel statü ile resmen kurulmuş bir yapıdır. `20. Asrın sonunda aydınlığa açılan bir kapı olmuştur.

Sonuç: D-8 Hareketi, `Lider Türkiye , `Yeniden Büyük Türkiye Hareketidir

D-8 Hareketi, Türkiye nin Ortadoğu, Afrika ve Uzakdoğu ya yeniden açılma hareketidir. İslam Dünyasının liderliğini yeniden üstlenmedir. Bundan dolayı D-8 tanıtılırken hep `Yeniden Büyük Türkiye ve `Yeni Dünya Düzeni denmiştir. Nitekim Malezya Başbakanı Muhatir Muhammed, kuruluş toplantısında üstü kapalı bir şekilde, ima yoluyla da olsa Türkiye nin güçlü siyasal liderliğine olan ihtiyaca vurguda bulunmuştur: Ertelemeler ve engeller olacaktır, eğer siyasal istek varsa, hepsinin üzerinden gelebileceğimize eminim. Tekrar güçlü bir siyasal liderliğe duyulan ihtiyacı dile getirmek istiyorum. Eğer bir ilerleme kaydetmek istiyorsak siyasal istek zorunludur. (3)

D-8 hareketinin oluşmasında Türkiye nin üstlendiği rol ile ABD-İsrail-İngiltere ekseninin Türkiye ye biçtiği rol, örtüşmemiş, tam tersine karşı karşıya gelmiştir. D-8 Projesi, ABD-İsrail-İngiltere tarafından Türkiye ye biçilen jandarmalık, uşaklık, uyduluk ve çevre ülke rolüne, karşı çıkış hareketidir. Türkiye yi lider ülke yapma, İslam coğrafyasını sömürüden kurtarma ve Şeytanı İttifaka karşı Hak ve adalet eksenli bir ittifak kurma, adil bir düzen adil bir dünya kurma hareketidir. D-8 ler, Lozan da kurulan bir sisteme ve Sevr e, karşı bir harekettir.

Kaynaklar

1- Tan A., Kürt Sorunu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, S: 180-210

2- Mısırlıoğlu,K., Lozan Zafer mi, Hezimet mi , İstanbul, Sebil Yayınları, Cilt 1,1971, S:268-277.

3- Alan B., D-8 Yeni Bir Dünya, Yörünge yayınları, İstanbul, 2001, s: 10-20, 200-201

21 Şubat 2013 Perşembe

Ne Avrupa Birliği ne Şangay İşbirliği Örgütü - 1: Ümmetin birliği için önce D-8

 (Milli Gazete)

Rabbimiz, bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma. 59 Haşir 10

Başbakan Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde Kanal 24 teki bir programda, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin e, Alın bizi Şangay Beşlisine, AB yi unutalım şeklinde bir teklifte bulunduğunu beyan etmiştir. Başbakanın bu beyanı üzerine, AB ve ŞİO (Şangay İşbirliği Örgütü) ile ilgili yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Bu konuyu, geçen hafta ele almıştık. Bu noktada sorulması ve cevaplandırılması gereken bir nokta, Türkiye nin önceliği bunlardan birisi mi olmalı yoksa İslam ümmetinin birlik ve beraberliğini sağlayacak işbirliğine mi gidilmeli Bölgesel güç, dünya gücü olmak isteyen bir Türkiye, ümmetin gücünü yanına almalı, şerre karşı hep birlikte yürümelidir. Bunun için Rahmetli Erbakan ın kuruluşuna öncülük yaptığı D-8 canlandırılmalı ve güçlendirilmelidir. Burada, D-8 ler hareketinin daha iyi anlaşılabilmesi için, öncelikle bir arka plan değerlendirilmesi yapılacaktır. 

Tarihi Arka Plan

İslam kültür ve medeniyeti ile batı kültür ve medeniyeti arasında ki hesaplaşma, 18. yüzyıldan itibaren İslam dünyasının aleyhine işlemeye başlamıştır. Askeri alanda alınan mağlubiyetlerin üstesinden gelebilmek için askeri alanda yığınla yenilik hareketine başlanmış ve zamanla bu, diğer alanlara kaydırılmıştır. İslam dünyasının devlet olarak en güçlü temsilcisi olan Osmanlı, batının teşvik ve baskısı ile Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856) ve Kanuni Esası (1876) ile ıslahat hareketine girişmiştir. Hesaplaşma içerisinde bulunduğunuz bir medeniyet mensuplarının size islahat yaptırtması nihayetinde kimin işine yaramıştır Bunu kestirmek çok zor olmasa gerekir. Benzer ıslahat hareketleri, Mısır da Mehmet Ali Paşa, Tunus ta I. Ahmet Paşa ve İran da Kaçar hanedanı tarafından yapılmıştır. Nitekim bu hareketlerin sonucunda, batının bu ülkeler üzerindeki etkisi daha da fazla artmıştır. Ancak asıl tahribat, batıda eğitime gönderilen öğrencilerin Fransız ihtilalından etkilenerek ulusçuluk, ulus devlet fikriyle ülkelerine dönmesi ve ümmet fikrine karşı çıkması ile meydana gelmiştir. Yapılan Islahat hareketleri ile gayrı Müslim unsurlara tanınan ayrıcalıklar, Kilise ve yabancı istihbaratların devreye girmesi ile gayrı Müslim unsurların daha kolay tahrik edilmeleri sağlanmıştır. Devlet sisteminin zedelenmesi ile başlayan zülüm ve haksızlıklar, toplumun farklı kesimlerini tahrike müsait hale getirmiştir. Farklı etnik unsurlar, Ulus yapılma rüşveti ile isyan teşvik edilmiş; sonra da bunlar gerekçe gösterilerek dönemin etkin güçleri tarafından Müslüman coğrafya işgal edilmeye başlanmıştır:

Fransa, Cezayir i (1830), Senegal, Gine, Batı Afrika kıyılarını, Batı ve Orta Sudanı (1845), Tunus, Mali, Çad, Nijer ve Orta Afrika yı (1881), Cibuti yi (1884) işgal ederek sömürgeleştirmiştir. Ayrıca Fransa, Asya kıtasında Annam (1801), Tonkin (1882), Kimer ve Kamboçya (1884-5) işgal etmiştir. 

İngiltere, Mısır ı (1882), Sudanı (1896), Uganda yı (1892), Kenya yı (1895) Fransızlardan alarak sömürgeleştirmiştir. Batı Afrika da Gambiya, Sierra, Leone, Altın Kıyısı ve Nijerya yı sömürgeleştirerek Güney Afrika yı tamamen kontrolüne almıştır. Ayrıca İngiltere, Hürmüz (1662), Madras (1640), Bombay (1661), Kalkuta (1690), Bengal (1757), Cakarta (1761), Aden (1839), Nepal (1816), Sind (1843), Sih Krallığını (1849) ele geçirip doğudan batıya kadar Asya nın tüm güneyini işgal etmiştir.

Aynı dönemlerde İtalya, Somalı, Eritre ve Libyayı; Almanya, Kamerun, Togo ve Tanganıkayı almıştır. 17. yüzyılın başından itibaren Hollandalılar, Güneydoğu Asya yı (Cava, Sumatra) işgal etmişlerdir. Rusya ise 17. yüzyılın başında Asya nın kuzeyine tamamen hakim olup güneye doğru inme çabasına girişmiştir. Azerbaycan ve Gürcistan(1828), Semerkant ve Buhara(1868), Hivre ve Fergana (1875) işgal edilmiştir. (1). Osmanlı Devleti, I. Cihan savaşından 1918 Mondros mütarekesini yaparak yenik çıkması ile Suriye ve Lübnan Fransız; Irak, Filistin ve Ürdün İngilizlerin hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı devletine karşı İngilizlerle işbirliği yapan Şerif Hüseyin e İşbirliğinin karşılığı olarak İngiliz Manda yönetiminin krallığı verilmiştir. Şerif Hüseyin Hicaz Kıralı, oğlu Faysal Irak Kıralı, diğer oğlu Abdullah Ürdün kıralı yapılarak Arap yarımadası suni olarak bölünmüştür (1921).

Toprakları işgale uğramış Osmanlı devletinin küllerinden Türkiye 1923, Mısır 1922, Suriye 1930, Irak 1932 de bağımsızlıklarını kazanan yeni devletler olmuşlardır. II. dünya savaşı yeni bir süreci başlatmış, emperyalist güçler arasında başlayan hesaplaşma, ABD ve Sovyetler birliği şeklinde iki bloğun oluşması ile sonuçlanınca; işgal altında ki Müslüman coğrafyada bağımsızlık hareketleri hızlanmıştır. 1970 lı yıllara gelindiğinde 45 civarında Müslüman ülke, bağımsızlığını kazanmıştır. Endonezya (1949), Malezya (1963), Bruney Darüsselam (1984), Pakistan (1947), Bengaldeş (1971), Kuveyt (1961), Birleşik Arap Emirlikleri (1971), Uman (1972), Bahreyn (1972), Katar (1972), Libya (1951), Tunus (1956), Fas (1956), Cezayir (1962), Somalı (1950), Kamerun (1960), Mali (1960), Benin (1960), Burkina Faso (1960), Gambia (1965), Sierra Leone (1961), Gine (1958), Gine-Bissau (1974), Senegal (1960), Moritanya (1960) ve Gabon (1960) bağımsızlıklarını elde eden devletler olmuşlardır.

Sovyet işgalindeki Müslüman ülkeler ise (Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Tacikistan) ancak Sovyetlerin dağılması sonucunda bağımsızlıklarını alabilmişlerdir (2). Bugün bağımsızlıklarını almış ve halkı Müslüman olan 50 den fazla ülke vardır. Bağımsız olarak gözüken bu ülkelerin pek çoğunda batı işbirlikçisi yönetimler işbaşında bulunmakta, İslami ve Müslümanları tehdit ve tehlike olarak görmektedirler. İslam coğrafyasında, II. cihan savaşına kadar olan dönemde ulusçuluk fikri etkin iken; II. Cihan savaşı sonrasında Sovyetlerin ve Çin in ortaya çıkışı ile birlikte Marksist hareketler etkin olmuştur. Mısır, Suriye, Irak, Cezayir ve Libya bağımsızlık mücadeleleri sonucunda kurulan sistemler, Arap milliyetçiliği ile Sosyalizmin ilginç bir karışımıdır. Arap Baharı olarak isimlendirilen sürecin nasıl bir rotaya oturacağı henüz belli değildir. Birinci bağımsızlık savaşında yapılan hataların yapılmaması, İslami mücadele veren yapıların bir ve bütün olarak şer güçlerin karşısına dikilmesi, Uhud savaşında 40 okçunun düştüğü hata gibi bir hataya düşülmemesi ve sürece ümmetin topyekun olarak dahil edilmesi şartıyla, süreçten, Allah ın yardımı ile Zaferle çıkılacaktır. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Bu, Allah ın uğrunda gerektiği gibi cihad eden (22 Hac 78) müminlere yaptığı bir vaaddir:

Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir. (26 Şuara 227)

İslam Ülkeleri Arasında Varlıkları ile Yoklukları Belli Olmayan Organizasyonlar

Osmanlı içinde Arap ve Türk kavmiyetçiliği şeklinde gelişen iki akımın, çok farklı etnik yapıya sahip bir devleti, bir arada tutma şansını ortadan kaldıracağı bir gerçekti. Ne yazık ki batı da okumuş Osmanlı aydınları, mağlubiyetlerin oluşturduğu anaforda batının sinsi siyasetini yeterince görememiştir. Batı propagandasının yoğunluğu ve Müslüman aydınların yeterince etkin olamamaları sonucunda Ümmet fikri, yerini etnik kökene dayalı bir ulusculuğa bırakmıştır. Arap, Türk ve Fars kavmiyetçiliği, İslam dünyasının paramparça olmasına ve sınırları cetvelle çizilmiş, tarihi kökleri olmayan suni devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Müslüman coğrafyanın bu şekilde paramparça edilmiş olması ile kurulmuş ulus devletler, zayıf doğdukları için tek başlarına batılı sömürgecilere cevap verme veya direnme şansları olamamıştır. İslam ı endişe ile değil, ümmetin çıkarlarını korumak için ise hiç değil; iktidarlarının ve/veya Batının çıkarlarını koruyabilmek için(bazı istisnalar vardır) dayanışma içine girmeye çalışmışlar yada girmek zorunda bırakılmışlardır. Bu amaçla tarihi süreç içerisinde bir dizi organizasyon gerçekleştirilmiştir. Bunlar, aşağıda isim olarak verilmektedir(3,4): Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937): Türkiye, İran, Irak, arasında imzalanmıştır.

Arap Birliği (22 Mart 1944) Başlangıçta; Mısır, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye, Lübnan ve Yemen; Daha sonra Libya (1953), Sudan (1956), Fas ve Tunus (1958), Kuveyt (1961), Cezayir(1962), Güney Yemen(1967), Bahreyn, Umman, Katar, Birleşik Arap emirlikleri(1971), Moritanya (1973),Somalı (1974), Filistin Kurtuluş Teşkilatı (1976), Cibuti (1977).

Arap Birliği bünyesinde ise aşağıdaki yapılar kurulmuştur:

Afrika nın Ekonomik Kalkınması için Arap Bankası (Kasım 1973): Cibuti, Somalı ve Yemen dışındaki Arap birliği ülkeleri.

Arap Ekonomik Birliği Konseyi (1957): Mısır, Irak, Suriye, Ürdün, Yemen, Kuveyt, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Somalı, Libya, Moritanya ve Filistin Kurtuluş Teşkilatı.

Ekonomik ve sosyal Gelişme için Arap Fonu (1968): Arap Birliği tüm ülkeleri.

Arap Para Fonu (2 Şubat 1977): Arap Birliği tüm ülkeleri.

Körfez İşbirliği Konseyi (27 Mayıs 1981): Bahreyn, Kuveyt, Uman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri. 

Bağdat Paktı (1955-1959): Türkiye, Iran, Irak, Pakistan ve İngiltere

Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO): Türkiye, Iran, Pakistan ve İngiltere

Kalkınma İçin Bölgesel İşbirliği Teşkilatı (21 Haziran 1964-1979): Türkiye, Iran, Pakistan

Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (29 ocak 1985): Türkiye, Iran, Pakistan

Güney Doğu Asya Uluslar Birliği (8 Ağustos 1967): Malezya, Endonezya, Singapur, Filipinler, Tayland, Brunei Darusselam (7 Ocak 1984)

Afrika birliği Örgütü (22-25 Mayıs 1963): 32 Afrika ülkesi

İslam Konferansı Teşkilatı (29 Şubat-4 Mart 1972): Tüm Müslüman ülkeler

D-8 ler (15 Haziran 1997): Türkiye, Pakistan, Bengaldeş, Mısır, Nijerya, Iran, Endonezya, Malezya.

Yukarıdaki kuruluşlardan İslam Konferansı Teşkilatı ve D-8 ler hariç diğerleri, genellikle, bölgesel özelliğe haizdir. İslam konferansı Teşkilatı haricindekiler, ekonomik ve güvenlik ağırlıklıdır. 1996 yılından sonra İslam Konferansı teşkilatı, İslam ı dayanışmayı ve Müslüman halkların mücadelesini destekleme fikrini ele almıştır. Teşkilatın amaçlarını belirten ikinci maddenin ilgili bentleri bununla ilgilidir:

1- Üye devletler arasında İslami dayanışmayı geliştirmek .

3- Irk ayırımı ve eşitsizliği kaldırmak ve sömürgeciliğin her şeklini kökünden kazımak için çalışmak,

6- Tüm Müslüman halkların, şeref, bağımsızlık ve ulusal haklarını koruma açısından, mücadelesini desteklemek. (3)

Ne yazık ki İslam konferansı teşkilatı, Müslüman coğrafyada ki ihtilaflara müdahale edememiş, çatışmaları durduramamış, yönetimlerin kendi halklarına yaptığı zulme engel olamamış/olmamıştır. Etkin Olabilecek Bir Örgüte Olan İhtiyaç Yukarıda ismi geçen teşkilatların bu zaafını çok iyi gören Rahmetli Erbakan, etkin olabilecek bir teşkilatın acilen İslam ülkeleri arasında kurulması gerekliliğine inanmıştı. Bu nedenle, ulusal ve uluslar arası baskı ortamında, koalisyon hükümetinde, her türlü engellemelere rağmen D-8 lerin kuruluşuna öncülük etmiştir. Mevcut yapıların temel zaafını göz önüne alarak D-8 lerin kuruluşunda, D-8 lerin etkinlik prensibi üzerine kurulması gerektiğine özel vurgu yapmıştır: Kurmakta olduğumuz D-8 Grubunun en önemli ilkesi etkinlik olmalıdır. Gerek gelişme yolunda ki ülkelere yürek vermek bakımından, gerek ileri düzeyde ki sanayi ülkeleri tarafından ciddiye alınabilmemiz için, etkin bir varlık göstermemiz şarttır. İşte grubumuzun küçük olması, bir kısmımızın tam bir piyasa ekonomisi şartları içinde hızlı bir kalkınma performansı göstermesi, bir kısmımızın zengin kaynaklara sahip bulunmaları, etkin sonuçlar elde etmek için var olması gereken temel şartları teşkil etmektedir (4)

Sonuç: Zulme Karşı Bir Buçuk Milyar Müslümanın Gücünü Harekete Geçirmek

Açıklığa kavuşması gereken en temel soru, bilim ve teknolojide gerektiği yere gelememiş, ekonomileri güçlü olmayan ve içerde(ülkeler arasında ve her ülkenin kendi içerisinde) yığınla sorunu olan Müslüman ülkeler, sanayileşmiş, bilim ve teknolojinin öncülüğünü yapan, ekonomik yapıları iyi olan G-8 lerle uluslar arası arenada, ne ile ve nasıl mücadele edebilecektir Uluslar arası politikada, ne ile belirleyici rol alabileceklerdir Bu sorular, Rahmetli Erbakan a sorulmuştur. Erbakan, 09 Aralık 1996 tarihinde Parlamentoda bütçe üzerine yaptığı konuşmada, bu sorulara verdiği cevap, emperyalizme, 21. yüzyıl haçlı savaşlarına karşı direnişin ve aynı zamanda da zaferin ne ile olacağının bir ilkesini ortaya koymuştur: Efendim, bu gelişmiş ülkelerin karşısına kiminle çıkacaksınız; Begaldeş le mi, Mısır la mı... 800 milyon insanla çıkıyoruz. 800 milyon insanla...

Bunların karşısına biz hakla çıkıyoruz. Hak... Hak...Hak Çünkü, bu gün dünyada hakikaten büyük haksızlıklar var. En büyük güç haklı olmaktır. Bu gün, şu Birleşmiş Milletler Teşkilatında 5 ülkenin veto hakkı var; bu çelişki değil mi... Bu, elli sene öncenin dünyası; bu dünya böyle yürümez. Şimdi, bütün dünyanın hepsi haklı bir dünya istiyor; herkes elli yıl sonra dünyayı yeniden kurmak istiyor. Bu, herkesin temennisidir. Bakın, bu D-8 ler hareketinin 6 ana umdesi var: Yeryüzünde savaş değil, barış kim istiyorsa, bu masanın etrafında oturacak. Gerginlik değil, diyalog. Sömürü değil, işbirliği. Çifte standart değil, adalet. Kibir, tekebbür değil, eşitlik. Bir arada, hakka riayet ederek yaşamak. Yeni dünyanın prensipleri bunlar olacak. Ondan dolayıdır ki, o sizin çok küçük gördüğünüz, o 800 milyon insan, evet, hakkı üstün tuttuğu için, bütün insanlığa en büyük hayırlı adımı atacaktır (4) Bugün, Müslüman coğrafya da, 1,5 milyar insan yaşamaktadır. Emperyalizmin karşısına 1,5 milyar insanla çıkabilmek, bu mücadelenin ana nirengi noktasını oluşturacaktır. İnanmış, ne yaptığını bilen, birbiri ile dayanışma içerisinde olan, teşkilatlanmış 1,5 milyar Müslüman, tarihin seyrini değiştirebilecek, tüm zülüm sistemlerini yerle bir edecek büyük bir güçtür.

Ve o zaman;

Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir. ( 26 Şuara 227)

Kaynaklar

1-Dursun D., İslam Dünyasında Dayanışma Hareketleri ve İslam Konferansı Teşkilatı, Ağaç Yayıncılık, İstanbul,1991 S20-23

2-Dursun D., İslam Dünyasında Dayanışma Hareketleri ve İslam Konferansı Teşkilatı, Ağaç Yayıncılık, İstanbul,1991 S:26-27

3-Dursun D., İslam Dünyasında Dayanışma Hareketleri ve İslam Konferansı Teşkilatı, Ağaç Yayıncılık, İstanbul,1991 S: 46-70

4- Alan B. D-8 Yeni bir Dünya, Yörünge yayınları, İstanbul, S:177, 194.

 

14 Şubat 2013 Perşembe

AB (Avrupa Birliği) ile ŞİO (Şangay İşbirliği Örgütü) arasında Türkiye

 (Milli Gazete)

Başbakan Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde Kanal 24’teki bir programda, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin’e, ‘Alın bizi Şangay Beşlisine, AB’yi unutalım’ şeklinde bir teklifte bulunduğunu beyan etmiştir. Başbakanın bu beyanı üzerine, AB ve ŞİO ile ilgili yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmaya katılan taraflar, her iki birliğin fayda ve mahzurlarını ortaya koymaya çalışmışlardır (1-4). Tartışmaların genelinde görülen zaaf, bütünün gözden kaçırılması, kavramlara yüklenen anlamların farklı olmuş olması ve her iki örgütün amaçlarının göz önüne alınmamasıdır. Gözden kaçan diğer bir nokta da, bir milletin mukadderatının, millete sorulmadan, danışılmadan bürokrasi ve siyası kadrolar tarafından son derece kolay bir şekilde verilmekte olduğu olgusudur. Burada, her iki örgüt amaçları açısından ele alınıp bir değerlendirme yapılacaktır.

Şangay İşbirliği Örgütü: Askeri ve Ekonomik Birliktelik

Sovyetlerin çöküşünden sonra ABD’nin imparatorluğunu ilan etmesi ve bu amaçla 11 Eylül 2001 Provokasyonunu yaparak Afganistan’ı ardından da Irak’ı işgal etmesi, Dünyanın diğer ülkelerini, ABD yayılmacılığını dengeleyecek yeni arayışlara itmiştir. Huntıngton’un medeniyetler arası çatışma tezine göre ABD’nin gelecekte Çin ve İslam’la savaşmak durumunda kalacağı yaklaşımı, ABD karşıtı ittifak arayışlarını hızlandırmıştır. Sovyetlerin dağılması sonrasında Orta Asya’da, Türkî Cumhuriyetler bölgesinde, meydana gelen boşluktan yararlanmak isteyen ABD, Afganistan’ı işgal ederek ve Kırgızistan’da Kadife darbe yaptırarak bölgeye girmek istemiştir. ABD’nin Avrasya’yı kontrol etme çabası, iki ezeli rakip Rusya ile Çini birbirine yaklaştırmıştır. Şangay İşbirliği Örgütü, bu yakınlaşmanın sonucunda ortaya çıkmıştır.

Şangay İşbirliği Örgütünün kökleri, 1996 yılında Moskova Zirvesinde yapılan “Askeri Güçlerin Çok Taraflı Olarak Azaltılmasına İlişkin Antlaşma”ya dayanmaktadır. Bu antlaşmaya göre, “askeri güçlerin sayısının azaltılması”, “sinir bölgelerdeki askeri eylemlerin önceden bildirilmesi,” “Kontrol mekanizması kurulması, karşılıklı güvenin sağlanması”, “Güç kullanılmaması”, “Güç kullanılması tehdidinde bulunulmaması”, “Tek taraflı askeri üstünlük anlayışında olunmaması”, kararları alınmıştır. 2001 yılında, örgüt, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in öncülüğünde Özbekistan da sisteme dahil ederek Orta Asya’nın güvenliğini kolektif olarak sağlayacak bir yapıya kavuşmuştur. Şangay İşbirliği örgütünde, Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan asıl üye, Hindistan, Pakistan, Moğolistan ve İran gözlemci statüsündedir(5-7). Örgüt, kuruluşunun ilk yıllarında bölgesel güvenliğe, sınır kontrollerine çok önem vermiştir. Daha sonraları, terörizme, ayrılıkçılığa ve Müslüman mücahitlere karşı mücadele kararı almıştır. Güvenlik ağırlıklı olarak kurulan örgüt, daha sonraları taraflar arasında ticari, ekonomik, teknolojik ve çevresel ilişkiler geliştirmeye dönük bir dayanışma örgütü olarak şekillenmeye başlamıştır. Bölgede istikrarın ve güvenliğin sağlanması, teröre ve uyuşturucu trafiği ile mücadele, ekonomi ve enerji alanında işbirliğinin genişletilmesi hedeflenmektedir. Rusya ve Çin, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla bir taraftan kendi arka bahçelerini güvenli hale getirirken; diğer taraftan da bu bölgeye batının girmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Nitekim Haziran 2005 zirvesinden sonra Kırgızistan ile Özbekistan, ABD’den üstlerini tahliye etmesini istemişlerdir. Kırgızistan daha sonra bu isteğinden vaz geçmiş, ancak Özbekistan ABD üstlerini kapatmıştır. Rusya ve Çin diğer üye ülkelerin bazılarını da işin içine katarak ortak askeri tatbikatlar yapmaktadır(6).

Yapılan askeri tatbikatlara bakıldığında Rusya ve Çin, ŞİÖ’yü NATO’nun alternatifi ve NATO’ya karşı bir güç haline getirmeye çalışmaktadırlar. Örgüt, BM tarafından tanınması için başvuruda bulunmuştur. Gözlemci statüsünde olan İran ve Hindistan üye statüsünü kazanmak için gayret sarf etmesi, örgütü daha da önemli kılmaktadır. Bununla beraber ŞİÖ ile ilgili olarak Rusya, örgütü daha ziyade askeri birliktelik olarak görürken; Çin, ekonomik bir Pazar olarak görmektedir. Bu iki farklı yaklaşım, şimdilik ŞİÖ’nun daha etkin olmasını engellemektedir. Bununla birlikte Gerek Rusya ve gerekse Çin, ABD’nin bölgeye girmesine karşı çok güçlü bir ittifak içerisindedirler. Görülebileceği şimdilik ŞİÖ, Batıya karşı güvenlik ve ekonomik amaçlı olarak kurulan bir örgüttür. Kültür ve medeniyet merkezli, değerler bazında entegrasyon isteyen ve üyelerine ortak bir kimlik kazandıran ve üyelerini asimilasyona tabı tutan bir yapılanış değildir. Buna karşılık AB nedir?

Avrupa Birliği( AB): Askeri, Ekonomik ve Kültür- Medeniyet Eksenli Birliktelik

Fransa, Federal Almanya, Belçika, Lüksenburg ve Hollanda 1951 yılında, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu (AKÇT/CECA) kurarak AB’nin temellerini atmışlardır. Bundan sonra sistem adım adım inşa edilerek bu günkü şeklini almıştır. Entegrasyonun sağlam bir şekilde gerçekleşebilmesi için sürekli bir şekilde kriterler(kıstaslar) belirlenmiş, her şeye bir standart getirilmeye çalışılmıştır. Ortak yasal mevzuat oluşturulmuştur. Bizi ilgilendiren boyutu ile AB’de üç ana kriter ailesi bulunmaktadır:

• Maastricht Kriterleri

• Amsterdam Kriterleri

• Kopenhag Kriterleri

Maastricht Kriterleri, 1991 yılında yapılan Maastricht antlaşması ile belirlenen kriterler olup AB’nin ekonomik ve parasal birliğinin ön gördüğü makro ekonomik istikrar ve bütünleşme ile ilgilidirler. Amsterdam Kriterleri, tüketicilerin ve çevrenin korunması ile ilgili kriterlerdir. Kopenhag Kriterleri ise, 1993 yılında Kopenhag zirvesinde Avrupa birliğinin genişlemesi ile ilgili olarak aday ülkelerin tam üye olabilmeleri için siyası, ekonomik ve mevzuatla ilgili sağlamaları ve uymaları gereken kriterlerdir. Üyeliğin Kıstasları ise bu üç temel kıstas grubu göz önüne alınarak belirlenmiştir (8):

“a. Siyası Kıstas: Ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığı.

b. Ekonomik Kıstas: 

1- istikrarlı piyasa ekonomisinin mevcudiyeti; 

2-Başta AB olmak üzere dış dünya rekabetine dayanma kapasitesi.

c. Uyum Kıstası: Siyasi birlik ile ekonomik ve parasal birlik dahil olmak üzere AB’nin müktesebatına uyum kapasitesi. AB’nin oluşum sürecine, alınan entegrasyon kararlarına ve oluşan kurumlarına bakıldığı zaman, aynı kültür - medeniyet ve din havzasına mensup ülke halklarını, tek bir çatı altında birleştirip bütünleştirmek, birliğin temel amacıdır. Bu amaçla ekonomik eksende başlatılan bir entegrasyon, adım adım, siyasi, askeri, sosyal, kültürel, değer eksenli bir bütünleşmeyi sağlayacak şekilde genişletilmiştir.

Ekonomik birliktelik olarak çıkılan yolculukta kültür ve medeniyet merkezli değerler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan tek bir Avrupa Devleti hedeflenmektedir. AB’ye dahil olabilmek için sadece ekonomik kriterleri yerine getirmek yetmemektedir. AB’nin temelinde olan değerleri de benimseyip ona göre ülkeyi yapılandırmak ve halkı değiştirmek dönüştürmek gerekmektedir. Kıta Avrupa’sının değerlerinin özünde ise Hıristiyan, Musevi, Seküler-Laik değerler bulunmaktadır. Avrupa’da Hıristiyanlığa karşı verilmiş kanlı bir mücadelenin sonucu olarak Hıristiyanlık budanmış, hayatla ilişkisi koparılmıştır. Bununla birlikte AB kanunlarında gizli bir şekilde Hıristiyanlığın etkisi bulunmaktadır. Almanya Protestan Kilisesi eski temsilcisi Dr. Ralf Geisler, “Kilisenin kuralları ile anayasa arasında çatışma yoktur. Kilise yasaları aslında anayasanın içindedir, ancak saklı olarak bulunmaktadır.” (8) demek suretiyle bu gerçeği dile getirmiştir. Ayrıca AB Temel Haklar Şartının giriş kısmında, “Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı bir geleceği paylaşmaya kararlıdırlar”, dendikten sonra “Ruhanı ve manevi mirasın bilincinde olan bir birlik” ifadesi kullanılmaktadır. Bahsedilen “Ruhanı ve manevi miras”, AB’nin ortak değerlerinin dayandığı temellerdir. Yanı Hıristiyan, Yahudi, Roma ve Laik-Seküler eksenli değerlerdir.

Dönemin Alman başbakanı Helmut Kohl 1989 yılında, AB’nin “Her şeyden önce ortak değerler, özellikle Hıristiyanlık ve Aydınlanma çağının düşünceleri tarafından belirlenen bir kültürel birlik” olduğunu ifade etmiştir. Bir başka konuşmasında ise, “Hıristiyan dünya görüşü ve Hıristiyanlık değerlerinin olmadığı bir Avrupa benim Avrupa’m değildir” demekle AB’nin temellerinin Hıristiyanlık değerleri üzerine oturtulduğunu beyan etmiş olmaktadır(9). Keza Fransa eski Cumhurbaşkanı ve Avrupa Konvansıyonu başkanı Valeri Giscard D’estaing, ‘Avrupa bir Hıristıyan Kulübüdür.” demiştir (10). Halkı Müslüman olan Türkiye’nin AB macerasında yol boyu, bu nokta, hep tartışılmıştır. AB’nin yetkili şahısları, bir taraftan ev ödevlerinizi yapın, AB uyum kriterlerini yerine getirin derken; diğer taraftan AB’de sizin ne işiniz var demektedirler. 1987 yılında Avrupa Parlamentosu Enstitüsü Komisyonu Başkan yardımcısı ve SDP milletvekili Hans Joachim Seeler, “Ayrı kültür ve dine sahip bir İslam ülkesi olan Türkiye’nin Hıristiyan AET’de işi ne ” demiştir(11). Almanya CDU/CSU Koalisyonu Meclis Grubu Başkanı Wolfang Schaeuble, “AB üyeliği yalnızca Avrupa- Hıristiyan geleneğine sahip ülkeler için söz konusu olabilir. Müslüman Türkiye ve Asyalı Rusya AB Üyesi olamaz.”(10)

Eski İtalya Dışişleri Bakanı ve AB Dönem Bakanı Franco Frattini, “ Laikliğin Avrupa demokrasisinin başarısı olduğunu kabul ediyoruz, ama Hıristiyan kökenlilik bununla uyuşmaz bir şey değildir.”(10) 2004 yılında Türkiye’de Diyanet işleri Başkanlığı On beş bin İmam kadrosu istediğinde İtalyan Parlamenter Mario Borghezio AB komisyonuna verdiği soru önergesinde; “ABD ile sıkı bağları nedeniyle Müslüman bir ülke olan Türkiye, Batı yanlısı kabul edilmekte ve ılımlı İslam ülkesi olarak yorumlanmaktadır. Ancak, Türkiye’de alınan kararlar, ılımlı İslam kavramıyla çelişmektedir. Bu çelişkilerin son kanıtı hükümetin, dini yaygınlaştırmak amacıyla, devlet bütçesinden 15 bin yeni imam kadrosu almak istemesidir. Türk Hükümetinin bu kararı, AB değerleri ile ne kadar uyumludur Aynı Karar, Türkiyenin AB yolunda, hangi aşamasını temsil etmektedir ”(10) TBMM İnsan Hakları Komisyonu başkanı Mehmet Elkatmış ve Başkan vekili Cavit Torun, Strasburg’a gidip AHİM başkan yardımcısı Jean Paul Costa’ya başörtüsü ile ilgili başvuruların red edilme gerekçelerini sorduklarında aldıkları cevap seküler- laik AB’nin şuur altının dışa yansımasıydı. Costa, “Kadınların başlarını örtmeleri diğer kadınlara karşı ayrımcılık olabilir.” Başörtüsü konusunda dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ise, “ Bazılarının Cumhuriyetin yasalarına meydan okumak için, saptırılmış bir din özgürlüğü fikrinin arkasına sığınmaları kabul edilemez.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır(10).

Dönemin AET başkan yardımcılarından Claude Cheysson kendisi ile yapılan bir röportajda Türkiye’nin AET üyeliği için kullandığı ifadeler, AB’nin dayandığı felsefi temelleri ve aday ülkelerle yapılacak entegrasyonun çerçevesini ortaya koymaktadır: “NATO bir askeri ittifaktır. AT ise politik bir entegrasyon. Bunlar farklı şeyler… Türklerin kendilerine özel hüviyetleri vardır. Dünyanın dört bir tarafına fatih olarak gitmişsiniz, Türk hüviyetiniz değişmemiştir. Müslümanlık da bu hüviyetinizin bir parçasıdır. Benim inancım Türklerin bir Avrupalı hüviyetine sahip bulunduklarıdır. Ama bu hüviyet öteki Avrupalı hüviyetlerle nasıl uyuşacaktır Entegrasyon nasıl olacaktır Bu AT’nin bir sorunudur. Çünkü Avrupa, ABD gibi “eritici kazan” değildir. Milli hüviyetlerin var kıldığı ve birbirleri ile kaynaştıkları bir topluluktur. Türkler buna ne kadar uyum sağlayacaklardır.” (12) Dönemin Alman İçişleri Bakanı Otto Schily, Türklerin AB’ye katılabilmesinin şartını, “En iyi entegrasyon asimilasyondur” şeklinde dile getirmektedir. Türkiye’nin asimilasyonu benimsemediği ve içselleştirmediği müddetçe AB’ye alınmayacağını daha kibar bir lisanla 2000 yılında Almanya eski başbakanı Helmut Schmidt dile getirmiştir:

“Avrupanın geleceğinde ne olursa olsun Türkiye’nin yeri yoktur. 70 milyon Türk vatandaşını Avrupa içinde dolaştıramayız. Avrupa’nın İran, Irak, Suriye gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını kabullenemeyiz. Türkiye ile ekonomik ilişkilerimizi sürdürmeliyiz. Genç ve hızla büyüyen nüfusun satın alma gücünden faydalanmalıyız. Bu ülkeye ihracatımızı sürdürmeliyiz. Ticaretimizi geliştirmeliyiz. Ancak bu ülkenin globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslar arası kardeşliği içine sindiremediğini görmeliyiz.”(10)

Sonuç: “Nereye Gidiyorsunuz”

Yukarıda her iki örgütün amaçları ele alınıp incelenmiştir. Şangay İşbirliği Örgütü, şimdilik, ekonomik ve askeri bir ittifak olup üyelerinden asimile olup tek bir kültür ve medeniyet değerlerini kabul etmelerini istememektedir. Buna karşılık AB, üye ülkelerin tek bir kültür ve medeniyete tabı olmalarını yanı asimile olmalarını istemektedir. Bir ittifak projesi olmayıp bir entegrasyon projesidir. Yabancı gördüğü unsurları asimilasyona hazır hale getirinceye kadar “ eritici kazanda” eritmeye çalışmaktadır. Bu nedenle AB ile SİÖ’nün amaçları ve yapıları göz önüne alınmadan tartışılması ve Türkiye’ye yol haritası çizilmesi yanlıştır. Amacını açık bir şekilde ortaya koyan bir AB sisteminde Müslüman kimliği ile Milletimizin bulunması ve İslami bir bütün olarak yaşaması mümkünmüdür İslam kültür ve medeniyetinden vazmı geçeceklerdir Bu soruları Müslümanların kendilerine tekrar ve tekrar sormaları zorunludur. Türkiye’de ki laik-seküler olanların AB’yi istemesi ve tercih etmesinin sebepleri bellidir ve onlar açısından normaldir. Bir medeniyet, yaşam tarzı tercihi yapmaktadırlar. Ama bir kısım Müslümanların böyle bir tercih etmelerinin ve bunu savunmalarının sebebini anlamak mümkün değildir. Bir kafa karışıklığı var demektir. Keza AK Parti yönetici kadrolarının 2000’lı yıllara kadar AB’ye karşı çıkıp 2000’den sonra “Türkiye’nin AB ile bütünleşmesi bir medeniyet projesidir” diyerek yolculuğa çıkmaları da kafa karışıklığının bir sonucudur.

Ey İman Edenler!

“Siz nereye gidiyorsunuz ” (Tekvir 26)   

Kaynaklar

1-  Dalay, G., Şangay ile Bürüksel Arasında, Dubam, 2013 ŞUBAT.

2- Dağı, İ., “Avrasya Kimin Alternatifi ”, Zaman, 29.01.2013.

3- Dündar, C., “Ne oldu da Başbakan, MGK çizgisine geldi ”, Milliyet, 29.01.2013.

4- Korkmaz, T., “Blöf değil, rest”, Yeni Şafak, 29.01.2013.

5- Sean L. YOM(Çeviren: Gül Arıkan AKDAĞ), Şangay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği, Tasam, Harvard Asia Quarterly, Ağustos 2002

6- İnat,K., Wolfgang Gieler,W., Kullman, C., “Foreign Policy of States”, TASAM , İstanbul 2005. Yıldırım, B., Şangay İşbirliği Örgütü.

7- Kamalov, İ., Rusyanın Orta Asya Politikaları, Rapor, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Ankara, 2011

8- Bulaç, A., Avrupa Birliği ve Türkiye, Eylül yayınları, İstanbul, 2001

9- Cumhuriyet 12 Ekim 1989

10- Alpaslan M., Türkiye Menşeli Bir Dünya İnşaasında İslami Kimliğimiz Ve AB, AB Yolunda Türkiye, TGTV, s: 90-110, 18 Nisan 2004.

11-  Zaman , 2 Ocak 1987.

12- Milliyet 4.2.1987

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...