14 Şubat 2013 Perşembe

AB (Avrupa Birliği) ile ŞİO (Şangay İşbirliği Örgütü) arasında Türkiye

 (Milli Gazete)

Başbakan Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde Kanal 24’teki bir programda, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin’e, ‘Alın bizi Şangay Beşlisine, AB’yi unutalım’ şeklinde bir teklifte bulunduğunu beyan etmiştir. Başbakanın bu beyanı üzerine, AB ve ŞİO ile ilgili yoğun tartışmalar yaşanmıştır. Tartışmaya katılan taraflar, her iki birliğin fayda ve mahzurlarını ortaya koymaya çalışmışlardır (1-4). Tartışmaların genelinde görülen zaaf, bütünün gözden kaçırılması, kavramlara yüklenen anlamların farklı olmuş olması ve her iki örgütün amaçlarının göz önüne alınmamasıdır. Gözden kaçan diğer bir nokta da, bir milletin mukadderatının, millete sorulmadan, danışılmadan bürokrasi ve siyası kadrolar tarafından son derece kolay bir şekilde verilmekte olduğu olgusudur. Burada, her iki örgüt amaçları açısından ele alınıp bir değerlendirme yapılacaktır.

Şangay İşbirliği Örgütü: Askeri ve Ekonomik Birliktelik

Sovyetlerin çöküşünden sonra ABD’nin imparatorluğunu ilan etmesi ve bu amaçla 11 Eylül 2001 Provokasyonunu yaparak Afganistan’ı ardından da Irak’ı işgal etmesi, Dünyanın diğer ülkelerini, ABD yayılmacılığını dengeleyecek yeni arayışlara itmiştir. Huntıngton’un medeniyetler arası çatışma tezine göre ABD’nin gelecekte Çin ve İslam’la savaşmak durumunda kalacağı yaklaşımı, ABD karşıtı ittifak arayışlarını hızlandırmıştır. Sovyetlerin dağılması sonrasında Orta Asya’da, Türkî Cumhuriyetler bölgesinde, meydana gelen boşluktan yararlanmak isteyen ABD, Afganistan’ı işgal ederek ve Kırgızistan’da Kadife darbe yaptırarak bölgeye girmek istemiştir. ABD’nin Avrasya’yı kontrol etme çabası, iki ezeli rakip Rusya ile Çini birbirine yaklaştırmıştır. Şangay İşbirliği Örgütü, bu yakınlaşmanın sonucunda ortaya çıkmıştır.

Şangay İşbirliği Örgütünün kökleri, 1996 yılında Moskova Zirvesinde yapılan “Askeri Güçlerin Çok Taraflı Olarak Azaltılmasına İlişkin Antlaşma”ya dayanmaktadır. Bu antlaşmaya göre, “askeri güçlerin sayısının azaltılması”, “sinir bölgelerdeki askeri eylemlerin önceden bildirilmesi,” “Kontrol mekanizması kurulması, karşılıklı güvenin sağlanması”, “Güç kullanılmaması”, “Güç kullanılması tehdidinde bulunulmaması”, “Tek taraflı askeri üstünlük anlayışında olunmaması”, kararları alınmıştır. 2001 yılında, örgüt, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in öncülüğünde Özbekistan da sisteme dahil ederek Orta Asya’nın güvenliğini kolektif olarak sağlayacak bir yapıya kavuşmuştur. Şangay İşbirliği örgütünde, Rusya, Çin, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan asıl üye, Hindistan, Pakistan, Moğolistan ve İran gözlemci statüsündedir(5-7). Örgüt, kuruluşunun ilk yıllarında bölgesel güvenliğe, sınır kontrollerine çok önem vermiştir. Daha sonraları, terörizme, ayrılıkçılığa ve Müslüman mücahitlere karşı mücadele kararı almıştır. Güvenlik ağırlıklı olarak kurulan örgüt, daha sonraları taraflar arasında ticari, ekonomik, teknolojik ve çevresel ilişkiler geliştirmeye dönük bir dayanışma örgütü olarak şekillenmeye başlamıştır. Bölgede istikrarın ve güvenliğin sağlanması, teröre ve uyuşturucu trafiği ile mücadele, ekonomi ve enerji alanında işbirliğinin genişletilmesi hedeflenmektedir. Rusya ve Çin, Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) aracılığıyla bir taraftan kendi arka bahçelerini güvenli hale getirirken; diğer taraftan da bu bölgeye batının girmesini engellemeye çalışmaktadırlar. Nitekim Haziran 2005 zirvesinden sonra Kırgızistan ile Özbekistan, ABD’den üstlerini tahliye etmesini istemişlerdir. Kırgızistan daha sonra bu isteğinden vaz geçmiş, ancak Özbekistan ABD üstlerini kapatmıştır. Rusya ve Çin diğer üye ülkelerin bazılarını da işin içine katarak ortak askeri tatbikatlar yapmaktadır(6).

Yapılan askeri tatbikatlara bakıldığında Rusya ve Çin, ŞİÖ’yü NATO’nun alternatifi ve NATO’ya karşı bir güç haline getirmeye çalışmaktadırlar. Örgüt, BM tarafından tanınması için başvuruda bulunmuştur. Gözlemci statüsünde olan İran ve Hindistan üye statüsünü kazanmak için gayret sarf etmesi, örgütü daha da önemli kılmaktadır. Bununla beraber ŞİÖ ile ilgili olarak Rusya, örgütü daha ziyade askeri birliktelik olarak görürken; Çin, ekonomik bir Pazar olarak görmektedir. Bu iki farklı yaklaşım, şimdilik ŞİÖ’nun daha etkin olmasını engellemektedir. Bununla birlikte Gerek Rusya ve gerekse Çin, ABD’nin bölgeye girmesine karşı çok güçlü bir ittifak içerisindedirler. Görülebileceği şimdilik ŞİÖ, Batıya karşı güvenlik ve ekonomik amaçlı olarak kurulan bir örgüttür. Kültür ve medeniyet merkezli, değerler bazında entegrasyon isteyen ve üyelerine ortak bir kimlik kazandıran ve üyelerini asimilasyona tabı tutan bir yapılanış değildir. Buna karşılık AB nedir?

Avrupa Birliği( AB): Askeri, Ekonomik ve Kültür- Medeniyet Eksenli Birliktelik

Fransa, Federal Almanya, Belçika, Lüksenburg ve Hollanda 1951 yılında, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu (AKÇT/CECA) kurarak AB’nin temellerini atmışlardır. Bundan sonra sistem adım adım inşa edilerek bu günkü şeklini almıştır. Entegrasyonun sağlam bir şekilde gerçekleşebilmesi için sürekli bir şekilde kriterler(kıstaslar) belirlenmiş, her şeye bir standart getirilmeye çalışılmıştır. Ortak yasal mevzuat oluşturulmuştur. Bizi ilgilendiren boyutu ile AB’de üç ana kriter ailesi bulunmaktadır:

• Maastricht Kriterleri

• Amsterdam Kriterleri

• Kopenhag Kriterleri

Maastricht Kriterleri, 1991 yılında yapılan Maastricht antlaşması ile belirlenen kriterler olup AB’nin ekonomik ve parasal birliğinin ön gördüğü makro ekonomik istikrar ve bütünleşme ile ilgilidirler. Amsterdam Kriterleri, tüketicilerin ve çevrenin korunması ile ilgili kriterlerdir. Kopenhag Kriterleri ise, 1993 yılında Kopenhag zirvesinde Avrupa birliğinin genişlemesi ile ilgili olarak aday ülkelerin tam üye olabilmeleri için siyası, ekonomik ve mevzuatla ilgili sağlamaları ve uymaları gereken kriterlerdir. Üyeliğin Kıstasları ise bu üç temel kıstas grubu göz önüne alınarak belirlenmiştir (8):

“a. Siyası Kıstas: Ülkede demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığı.

b. Ekonomik Kıstas: 

1- istikrarlı piyasa ekonomisinin mevcudiyeti; 

2-Başta AB olmak üzere dış dünya rekabetine dayanma kapasitesi.

c. Uyum Kıstası: Siyasi birlik ile ekonomik ve parasal birlik dahil olmak üzere AB’nin müktesebatına uyum kapasitesi. AB’nin oluşum sürecine, alınan entegrasyon kararlarına ve oluşan kurumlarına bakıldığı zaman, aynı kültür - medeniyet ve din havzasına mensup ülke halklarını, tek bir çatı altında birleştirip bütünleştirmek, birliğin temel amacıdır. Bu amaçla ekonomik eksende başlatılan bir entegrasyon, adım adım, siyasi, askeri, sosyal, kültürel, değer eksenli bir bütünleşmeyi sağlayacak şekilde genişletilmiştir.

Ekonomik birliktelik olarak çıkılan yolculukta kültür ve medeniyet merkezli değerler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışılan tek bir Avrupa Devleti hedeflenmektedir. AB’ye dahil olabilmek için sadece ekonomik kriterleri yerine getirmek yetmemektedir. AB’nin temelinde olan değerleri de benimseyip ona göre ülkeyi yapılandırmak ve halkı değiştirmek dönüştürmek gerekmektedir. Kıta Avrupa’sının değerlerinin özünde ise Hıristiyan, Musevi, Seküler-Laik değerler bulunmaktadır. Avrupa’da Hıristiyanlığa karşı verilmiş kanlı bir mücadelenin sonucu olarak Hıristiyanlık budanmış, hayatla ilişkisi koparılmıştır. Bununla birlikte AB kanunlarında gizli bir şekilde Hıristiyanlığın etkisi bulunmaktadır. Almanya Protestan Kilisesi eski temsilcisi Dr. Ralf Geisler, “Kilisenin kuralları ile anayasa arasında çatışma yoktur. Kilise yasaları aslında anayasanın içindedir, ancak saklı olarak bulunmaktadır.” (8) demek suretiyle bu gerçeği dile getirmiştir. Ayrıca AB Temel Haklar Şartının giriş kısmında, “Avrupa halkları, aralarında daha yakın bir birlik oluşturmak için ortak değerlere dayalı bir geleceği paylaşmaya kararlıdırlar”, dendikten sonra “Ruhanı ve manevi mirasın bilincinde olan bir birlik” ifadesi kullanılmaktadır. Bahsedilen “Ruhanı ve manevi miras”, AB’nin ortak değerlerinin dayandığı temellerdir. Yanı Hıristiyan, Yahudi, Roma ve Laik-Seküler eksenli değerlerdir.

Dönemin Alman başbakanı Helmut Kohl 1989 yılında, AB’nin “Her şeyden önce ortak değerler, özellikle Hıristiyanlık ve Aydınlanma çağının düşünceleri tarafından belirlenen bir kültürel birlik” olduğunu ifade etmiştir. Bir başka konuşmasında ise, “Hıristiyan dünya görüşü ve Hıristiyanlık değerlerinin olmadığı bir Avrupa benim Avrupa’m değildir” demekle AB’nin temellerinin Hıristiyanlık değerleri üzerine oturtulduğunu beyan etmiş olmaktadır(9). Keza Fransa eski Cumhurbaşkanı ve Avrupa Konvansıyonu başkanı Valeri Giscard D’estaing, ‘Avrupa bir Hıristıyan Kulübüdür.” demiştir (10). Halkı Müslüman olan Türkiye’nin AB macerasında yol boyu, bu nokta, hep tartışılmıştır. AB’nin yetkili şahısları, bir taraftan ev ödevlerinizi yapın, AB uyum kriterlerini yerine getirin derken; diğer taraftan AB’de sizin ne işiniz var demektedirler. 1987 yılında Avrupa Parlamentosu Enstitüsü Komisyonu Başkan yardımcısı ve SDP milletvekili Hans Joachim Seeler, “Ayrı kültür ve dine sahip bir İslam ülkesi olan Türkiye’nin Hıristiyan AET’de işi ne ” demiştir(11). Almanya CDU/CSU Koalisyonu Meclis Grubu Başkanı Wolfang Schaeuble, “AB üyeliği yalnızca Avrupa- Hıristiyan geleneğine sahip ülkeler için söz konusu olabilir. Müslüman Türkiye ve Asyalı Rusya AB Üyesi olamaz.”(10)

Eski İtalya Dışişleri Bakanı ve AB Dönem Bakanı Franco Frattini, “ Laikliğin Avrupa demokrasisinin başarısı olduğunu kabul ediyoruz, ama Hıristiyan kökenlilik bununla uyuşmaz bir şey değildir.”(10) 2004 yılında Türkiye’de Diyanet işleri Başkanlığı On beş bin İmam kadrosu istediğinde İtalyan Parlamenter Mario Borghezio AB komisyonuna verdiği soru önergesinde; “ABD ile sıkı bağları nedeniyle Müslüman bir ülke olan Türkiye, Batı yanlısı kabul edilmekte ve ılımlı İslam ülkesi olarak yorumlanmaktadır. Ancak, Türkiye’de alınan kararlar, ılımlı İslam kavramıyla çelişmektedir. Bu çelişkilerin son kanıtı hükümetin, dini yaygınlaştırmak amacıyla, devlet bütçesinden 15 bin yeni imam kadrosu almak istemesidir. Türk Hükümetinin bu kararı, AB değerleri ile ne kadar uyumludur Aynı Karar, Türkiyenin AB yolunda, hangi aşamasını temsil etmektedir ”(10) TBMM İnsan Hakları Komisyonu başkanı Mehmet Elkatmış ve Başkan vekili Cavit Torun, Strasburg’a gidip AHİM başkan yardımcısı Jean Paul Costa’ya başörtüsü ile ilgili başvuruların red edilme gerekçelerini sorduklarında aldıkları cevap seküler- laik AB’nin şuur altının dışa yansımasıydı. Costa, “Kadınların başlarını örtmeleri diğer kadınlara karşı ayrımcılık olabilir.” Başörtüsü konusunda dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Chirac ise, “ Bazılarının Cumhuriyetin yasalarına meydan okumak için, saptırılmış bir din özgürlüğü fikrinin arkasına sığınmaları kabul edilemez.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır(10).

Dönemin AET başkan yardımcılarından Claude Cheysson kendisi ile yapılan bir röportajda Türkiye’nin AET üyeliği için kullandığı ifadeler, AB’nin dayandığı felsefi temelleri ve aday ülkelerle yapılacak entegrasyonun çerçevesini ortaya koymaktadır: “NATO bir askeri ittifaktır. AT ise politik bir entegrasyon. Bunlar farklı şeyler… Türklerin kendilerine özel hüviyetleri vardır. Dünyanın dört bir tarafına fatih olarak gitmişsiniz, Türk hüviyetiniz değişmemiştir. Müslümanlık da bu hüviyetinizin bir parçasıdır. Benim inancım Türklerin bir Avrupalı hüviyetine sahip bulunduklarıdır. Ama bu hüviyet öteki Avrupalı hüviyetlerle nasıl uyuşacaktır Entegrasyon nasıl olacaktır Bu AT’nin bir sorunudur. Çünkü Avrupa, ABD gibi “eritici kazan” değildir. Milli hüviyetlerin var kıldığı ve birbirleri ile kaynaştıkları bir topluluktur. Türkler buna ne kadar uyum sağlayacaklardır.” (12) Dönemin Alman İçişleri Bakanı Otto Schily, Türklerin AB’ye katılabilmesinin şartını, “En iyi entegrasyon asimilasyondur” şeklinde dile getirmektedir. Türkiye’nin asimilasyonu benimsemediği ve içselleştirmediği müddetçe AB’ye alınmayacağını daha kibar bir lisanla 2000 yılında Almanya eski başbakanı Helmut Schmidt dile getirmiştir:

“Avrupanın geleceğinde ne olursa olsun Türkiye’nin yeri yoktur. 70 milyon Türk vatandaşını Avrupa içinde dolaştıramayız. Avrupa’nın İran, Irak, Suriye gibi ülkelerle sınır komşusu olmasını kabullenemeyiz. Türkiye ile ekonomik ilişkilerimizi sürdürmeliyiz. Genç ve hızla büyüyen nüfusun satın alma gücünden faydalanmalıyız. Bu ülkeye ihracatımızı sürdürmeliyiz. Ticaretimizi geliştirmeliyiz. Ancak bu ülkenin globalleşmenin temel prensiplerine sahip olmadığını ve uluslar arası kardeşliği içine sindiremediğini görmeliyiz.”(10)

Sonuç: “Nereye Gidiyorsunuz”

Yukarıda her iki örgütün amaçları ele alınıp incelenmiştir. Şangay İşbirliği Örgütü, şimdilik, ekonomik ve askeri bir ittifak olup üyelerinden asimile olup tek bir kültür ve medeniyet değerlerini kabul etmelerini istememektedir. Buna karşılık AB, üye ülkelerin tek bir kültür ve medeniyete tabı olmalarını yanı asimile olmalarını istemektedir. Bir ittifak projesi olmayıp bir entegrasyon projesidir. Yabancı gördüğü unsurları asimilasyona hazır hale getirinceye kadar “ eritici kazanda” eritmeye çalışmaktadır. Bu nedenle AB ile SİÖ’nün amaçları ve yapıları göz önüne alınmadan tartışılması ve Türkiye’ye yol haritası çizilmesi yanlıştır. Amacını açık bir şekilde ortaya koyan bir AB sisteminde Müslüman kimliği ile Milletimizin bulunması ve İslami bir bütün olarak yaşaması mümkünmüdür İslam kültür ve medeniyetinden vazmı geçeceklerdir Bu soruları Müslümanların kendilerine tekrar ve tekrar sormaları zorunludur. Türkiye’de ki laik-seküler olanların AB’yi istemesi ve tercih etmesinin sebepleri bellidir ve onlar açısından normaldir. Bir medeniyet, yaşam tarzı tercihi yapmaktadırlar. Ama bir kısım Müslümanların böyle bir tercih etmelerinin ve bunu savunmalarının sebebini anlamak mümkün değildir. Bir kafa karışıklığı var demektir. Keza AK Parti yönetici kadrolarının 2000’lı yıllara kadar AB’ye karşı çıkıp 2000’den sonra “Türkiye’nin AB ile bütünleşmesi bir medeniyet projesidir” diyerek yolculuğa çıkmaları da kafa karışıklığının bir sonucudur.

Ey İman Edenler!

“Siz nereye gidiyorsunuz ” (Tekvir 26)   

Kaynaklar

1-  Dalay, G., Şangay ile Bürüksel Arasında, Dubam, 2013 ŞUBAT.

2- Dağı, İ., “Avrasya Kimin Alternatifi ”, Zaman, 29.01.2013.

3- Dündar, C., “Ne oldu da Başbakan, MGK çizgisine geldi ”, Milliyet, 29.01.2013.

4- Korkmaz, T., “Blöf değil, rest”, Yeni Şafak, 29.01.2013.

5- Sean L. YOM(Çeviren: Gül Arıkan AKDAĞ), Şangay İşbirliği Örgütü’nün Geleceği, Tasam, Harvard Asia Quarterly, Ağustos 2002

6- İnat,K., Wolfgang Gieler,W., Kullman, C., “Foreign Policy of States”, TASAM , İstanbul 2005. Yıldırım, B., Şangay İşbirliği Örgütü.

7- Kamalov, İ., Rusyanın Orta Asya Politikaları, Rapor, Ahmet Yesevi Üniversitesi, Ankara, 2011

8- Bulaç, A., Avrupa Birliği ve Türkiye, Eylül yayınları, İstanbul, 2001

9- Cumhuriyet 12 Ekim 1989

10- Alpaslan M., Türkiye Menşeli Bir Dünya İnşaasında İslami Kimliğimiz Ve AB, AB Yolunda Türkiye, TGTV, s: 90-110, 18 Nisan 2004.

11-  Zaman , 2 Ocak 1987.

12- Milliyet 4.2.1987

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...