28 Mart 2013 Perşembe

Dünya İslam Birliği için Erbakan'ın mücadelesinden çıkarılacak dersler - 3: Kimliksiz cihad olmaz

 (Milli Gazete)

Ölümünde Bile Sisteme İsyanını Sürdüren Adam: Mücahid Erbakan

Giriş

Erbakan sempozyumunda dikkat çeken noktalardan biri de, İslam ülkelerinden gelen Müslüman önderlerin, Erbakan Hocanın kendilerine en önemli katkısının, kimlik oluşturma olduğunu söylemiş olmalarıdır. Erbakan Hoca, İslam coğrafyasının dört bir yanında mücadele veren hareket önderlerine, seçime iştirak edip parlamento imkânını kullanmaları ve kimliği bu yolla yaygınlaştırmaları gerektiğini söylemiştir. Parlamento mücadelesi sürecinde bir kimlik, siyasal kimlik oluşturma, onu koruma ve yayma, Erbakan Hoca nın mücadelesinin çok önemli bir özelliğidir. Türkiye de, DP- CHP, AP- CHP kıskacından bunalan dini Hassasiyeti olan bir kitleyi, bu kıskaçtan kurtarıp onlara ayrı bir kimlik kazandırmıştır. Sonra da, Türkiye yi yönetebilecekleri, hatta çok daha iyi yönetebileceklerine inandırmıştır. Daha sonra, onları iktidara taşıyıp Türkiye yi fiilen yönetirmiştir. İtilen kakılan, ehveni şer mantığı ile bir yerlere sığınarak yaşamayı ilke haline getirmiş bir halk, böylelikle özgüven kazanmış, ülkenin asli unsuru olduğu şuuruna varmıştır. 

Erbakan Hoca, Allah kelamının dahi, istendiğinde, suç olarak kabul edilip insanların yargılanabildiği bir dönemde, Milli Görüş diye bir kimlik ortaya atmış, yol boyu bu kavramı, özünü muhafaza ederek savunmuş ve geniş kitlelere kabul ettirmiştir. Ulusçuluğun bir tabu olarak muhafaza edildiği ve savunulduğu bir dönemde, Ümmet kimliğini çağrıştıran Milli Görüş kimliği ile amaçlanan ve hedeflenen neydi Niçin İslam denmeyip Milli Görüş denmişti Niçin bir kodlama yapılmıştı Milli Görüşün muhtevası nasıl ortaya konmaktaydı Dört parti kapatılmış olmasına rağmen bu kavramsallaştırmadan niçin hiç vazgeçilmemişti Belki de daha genel bir soru olarak Erbakan Hoca için kimlik niçin bu kadar önemliydi Burada, Erbakan Hocanın kimlik için verdiği mücadeleden İslam coğrafyasında cihad eden değişik teşkilatlar için alınabilecek derslere yer verilecektir.

Kimlik

Kimlik, bazı ortak paydalar etrafında kitlelerin birleşmesi, bütünleşmesi, özdeşleşmesi, güven duygusu oluşarak kader birliği edip bir aidiyet oluşmasıdır. Farklı oluştur, farklılık şuurudur. Kendinden beklenen rollerin istenerek yapılmasıdır. Değerlerin, kuralların ve onların yaptırım gücünün belirli ve sürekli oluşudur. Değerlere, kurallara, daha genel ifade ile kültüre kesin ve emin bir inançla bağlanıştır. Karşılıklı etkileşimin ortak bir senteze ulaşabilmesidir. Kutsalları ortak bir zeminde saygın bir şekilde severek, isteyerek gönül huzuru içinde tutabilmedir. Kimlik rızaya dayalı bir birlikteliktir. Önemli olan bireyin/bireylerin kendisini/kendilerini nasıl algıladığı, değerlendirdiği, konumlandırdığı ve kimlerle özdeş kıldığıdır. Karşıdakine/Karşıdakilere göre kendine nasıl bir konum biçtiğidir. Burada önemli olan başkalarının onu nasıl görüp konumlandırdığı değil; kendisinin kendisini nasıl görüp konumlandırdığı, kim ya da kimlerle kader birliği yaptığıdır.

Türkiye deki cari sistemin, hem Müslümanlarla hem de Kürtlerle ilgili anlayamadığı ya da anlamak istemediği en kiriktik nokta burasıdır. Müslümanlara siz laiksiniz ya da laik olmak zorundasınız; Kürtlere siz dağ Türklerisiniz ya da olmak zorundasınız demekle, ne Müslüman laik olmakta ne de Kürtler Türk olmaktadır. Şeyh Ebul Vefa nın Kürt yattım Arap kalktım dediği gibi Cumhuriyetle birlikte, akşam Müslüman veya Kürt olarak yatanların sabah laik veya Kürt olarak kalkmaları istenmiştir. Bir kimlikte üç ana unsuru söz konusudur:

Taraflar: Ben/Biz, Öteki/Ötekiler

Ortak payda ya da Ortak Özellikler: Temel değerler, tarih, coğrafya, dil, kan, kültür-medeniyet, vatandaşlık, özel sözleşme; Bizim aramızda, Ötekiler arasında

Taraflar arasında ki etkileşim/mücadele: Dost, Müttefik, Düşman-Rakip

Burada en önemli unsur, bizi biz yapan, bizi birbirine bağlayan ortak paydanın, ortak özelliklerin ne olduğudur. Kimlikte bu ortak payda, değer sistemi, tarih, coğrafya, dil, kan, kültür-medeniyet, özel sözleşme, soy bağı, vatandaşlık bağı gibi özellikler etrafında oluşur. Seçilen ortak payda kimliği niteler: Dini kimlik, milli kimlik, etnik kimlik, bireysel kimlik, ümmet kimliği gibi. Ortak paydalar artıp sağlamlaştıkça, kimliğe bağlılık ve onu savunma, koruma duygusu da artacaktır. Kimlik ortak paydalar etrafında rızaya dayanan bir birliktelik olduğuna göre ortak paydaların zayıflaması-azalması, kimlikte ayrışmaya ve krize neden olacaktır. Fertlerin ortak paydaya karşı şüphe duyması, kimlik için en ciddi tehlikedir. Kimlik, ortak değerlere rıza tabanlı bir bağlanış olduğu için fertlerin ortak değerlere mutmain olmuş olarak bağlanmaları önemlidir. Buna kimliğin mutmainlik ilkesi diyebiliriz. Mutmain olma duygusu, aidiyeti kuvvetlendirirken, kişiye de yüksek bir enerji kazandırmaktadır (2 Bakara 260).

Bugün Türkiye nin en ciddi sorunu, bu ülke insanlarının genelinin kalbi mutmain olmuş bir şekilde bir üst kimlikte uzlaşamamış olmasıdır. Erbakan ın mücadelesi, özünde, bu ülke insanının tümünü, birleştirip bütünleştirecek bir üst kimlik oluşturma mücadelesidir.

Millet ve Milli Kimlik

Arapça bir kelime olan Millet kavramı, ulusun karşılığı olmadığı gibi bir insan topluluğu için de başlangıçta kullanılmamıştır (1,2). Başlangıçta, bir dine mensubiyeti ifade etmek için kullanılmaktayken Batı daki ulusal hareketlerden sonra, 18. asırdan sonra, İnsan toplulukları anlamında kullanılmaya başlanmış ve benimsenmiştir (3,4). Muhtemelen beşeri mücadeleler sürecinde, bu iki anlam bütünleşip Millet kelimesinin anlam alanının genişlemesine sebebiyet vermiştir. Belki de, Batıdan esen Ulusçuluk akımındaki din dışılığa karşılık, ulus kavramı yerine Millet kavramı kullanılarak halka, dini kimlik verilmek istenmiştir. Bir başka açıdan Kavimlerin tarihi süreç içerisinde biriktirip olgunlaştırdıkları, dinle çatışmayan, dinin aslı değerlerine uygun farklı kültür değerleri, örfleri, gelenek ve görenekleri mevcuttur. Belki de Millet kelimesi, aynı din ve fakat farklı örf, adet, gelenekleri benimsemiş ve bu şekilde bir yol tutmuş insan topluluklarını birbirinden ayırt edebilmek için de kullanılmış olabilir. Diğer taraftan farklı devletlerin çatısı altında yapılanmış ümmetin parçalarına, ne ad verileceği de düşünülmesi gerekmektedir.

Şifrelenmiş Bir Kimlik: Milli Görüş Kimliği

Milli Görüş, millet kavramını, hem tutulan yol hem de bu yolu benimsemiş insanlar topluluğu şeklinde, her iki anlamı içerecek tarzda kullanmaktadır. Erbakan Hoca ya göre, Millet kavramı, kavim, ulus kavramlarından ayrıdır ve Milli Görüş, İslam ın tam kendisidir. Ancak Türkiye deki hâkim zihniyet, bunu ifade etmeye müsaade etmemiştir. O nedenle Erbakan Hoca, şifreleme, kodlama yaparak İslam kimliğini, Milli Görüş kimliği adı altında sunmaya ve oluşturmaya çalışmıştır. Bu nedenle de, yol boyu, içinde bulunduğu ortama bağlı olarak Milli Görüş le ilgili özü aynı kalmak şartıyla değişik tanımlamalar yapmıştır:

Milli Görüş; Malazgirt tir, Kosova dır, Niğbolu dur, İstanbul dur, Zigetvar dır, Galiçya dır, Çanakkale dir,  Sakarya dır, Kıbrıs tır.  Sultan Fatih tir, Ulubatlı Hasan dır, Seyit Çavuş dur, Sütçü İmam dır,  Rıdvan Hoca dır, Hasan Basri Çantay dır, Vehbi Çıkrıkçı dır, (5)

Milli Görüş, milletimizin, şanlı tarihi boyunca İstanbul u fetheden, böylece çağ kapayıp çağ açan, Viyana yı kuşatan, Çanakkale Zaferini kazanan, İstiklal Harbimizi, yapan ve en son Kıbrıs ta yeniden büyük harikalar ortaya koyan ruh ve manasıdır. Milli Görüş te, milletimiz kendisini bulmaktadır, aradığını bulmaktadır. Milli bünyemizin kendisini temsil etmektedir. (6)

Bu tanımlamaları yapan Erbakan Hoca, Milli Görüş'ü anlayabilmenin şartını şöyle ifade etmektedir:

Kosova da, Niğbolu da bir kılıç olup parlamadan, Ulubatlı Hasan olup İstanbul u feth etmeden, Sultan Fatih olup atını denize sürmeden, Kanuni olup şanlı orduları ile Avrupa nın içine yürümeden, Seyit çavuş olup 250 kiloluk mermiyi ya Allah diyerek namluya sürmeden, Bir insan Sakarya nın siperlerine girmeden ve Kıbrıs ta düşman tahkimatının arasından geçmeden, Milli Görüş ün ne olduğunu anlayamaz. Kosova dan Kıbrıs a kadar uzanan zaferler zincirinin ortak paydası ve ortak ruhu, nedir İslam ın bizatihi kendisi değil midir Şartlar elvermediği için kodlama, şifreleme yaparak meramını anlatmak, Erbakan Hoca da bir tarz ve metottur: Bu zaferler sağlanırken şüphesiz ki, iman, temel kuvvet kaynağını teşkil etmiştir. Bu ruhu canlandırmazsak kâğıtlar üzerinde ki planlarda özlediğimiz, beklediğimiz neticeyi alamayız. Çünkü o mevkie erişmenin tılsımı, kâğıt üzerinde ki planlarda değil bin yıldan beri içimizde yaşattığımız ruh ta gizlidir. (6)

Erbakan Hoca bir başka konuşmasında, ideolojik akımları, tarihi şahsiyetler üzerinden eleyerek, tek alternatif olarak Milli Görüş ü bırakmakta; böylece kişilerin kafasında İslam la Milli Görüş özdeşleşmektedir: Sultan Alparslan ın, Sultan Fatih in görüşüdür. Sultan Alparslan, Sultan Fatih ne solcuydu, ne sağcıydı, ne liberal görüşlüydü. Milli Görüşçü idi. Bazen Hak Batıl Eksenli yaptığı tanımlamalarla Milli Görüşü, Hakla dolayısıyla İslam la özdeşleştirmektedir: Ve bu millet bin yıldır ilay-ı kelimetullah Allah ın şanını yüceltme uğruna yeryüzünde batıla karşı hep mücadele etmiş ve her seferinde de Allah ın lütfüyle galip gelebilmiştir. (7) 

Bin yıldan beri içimizde yaşattığımız ruh , İslam ın bizzat kendisi demektir. Çünkü Bin yıldan beri içimizde yaşattığımız ruh ifadesinde ki zaman, Türklerin Müslüman olduğu tarihtir. Erbakan Hocaya göre kimliğin ana ortak paydası İslam dinidir. Milli Görüş için diğer bir ortak payda da, Şanlı tarihimiz denerek tarih seçilmiştir. Ayrıca Milli Görüş hareketi, hem coğrafyayı hem de bu coğrafyadaki insanların ortak olarak inşa ettikleri kültür ve medeniyeti, ortak paydalardan biri olarak kabul etmektedir: Hepimiz aynı medeniyetin varisleri, aynı inancın ve ortak coğrafyanın çocuklarıyız. İmparatorluk mirasına sahibiz ve bu mirası hep beraber taşıyoruz. Irkçılığın her türlüsüne karşıyız. Çünkü bu milletin inancı, tarihi ve medeniyet değerleri içerisinde ırkçılık, herhangi bir grubun ve /veya ırkın diğerine karşı tekebbürü asla yer bulmamıştır. (8)

Bir Kimlik şuuru oluşturma, Erbakan Hoca nın mücadelesini şekillendiren ana unsurlardan biridir. Hayatın her alanına kimliği yansıtmış ve siyasi partileri bile buna bağlı olarak tasnif etmiştir. Basit bir siyasi manevra olarak anlaşılan bu yaklaşım, gerçekte, özünde derin bir zihni, düşünsel, felsefi bir anlam barındırmaktadır:

1. 25 senelik devre tek partili devredir.

2. 25 senelik devre çok partili devredir. Fakat bir hususiyet vardır. Çok partili ama, tek zihniyetli bir devredir. Tek zihniyetlidir... Yakın zaman kadar partiler kendilerinin bir fikir, bir doktrin partisi olmadıklarını, kitle partisi olduklarını ileri sürüyorlardı Bu gün bizde de üç temel fikir ve bu fikirleri temsil eden üç büyük parti ortaya çıkmıştır. Bu temel görüşler;

1- Milli Görüş,  2- Liberal Görüş, 3- Solcu Görüş

Erbakan Hoca, Liberal ve solcu görüşü, bati kökenli ve milletin bünyesine yabancı olarak görüp ötekileştirmiştir. Refah Partisi nin 1993 yılındaki 4. Büyük kongresinde yaptığı konuşmada bu konuyu daha da müşahhas hale getirmiştir:

Elli yıllık denemeler göstermiştir ki Türkiye de halen 12-22 parti yok, Türkiye de sadece 2 parti var. Bunlardan birisi hak: Milli Görüş zihniyetinin partisi, Sultan Fatih in inancının partisi, Milletin kendisinin partisi. Bu partinin adı, Refah Partisi, diğeri ise Refah Partisi nin dışındaki partilerin hepsi. ANAP=DYP=SHP: Bati taklitçileri. Refah Partisi nin dışındaki partilerin hepsi tek bir parti sayılırlar (9) Erbakan Hoca, 25 Şubat 1994 yılında Bingöl Konuşmasında da Türkiye de iki partinin olduğunda ısrar etmekte; partileri, İman ve Hak-Batıl ekseninde tasnif etmektedir(10). Sonuç: Kimliksiz Mücadele   Başkalarına Hizmettir Erbakan Hoca nın mücadelesinden çıkarılabilecek en önemli derslerden biri de, kimlik ortaya koymadan, inşa etmeden, verilen mücadelelerin hep şeytani güçlere hizmet edeceğidir.  Ehveni şer anlayışını savunmak, sorumluluk ve risk almaktan kaçınmak demektir. Müminin renksizleşmesi ve şizofren kimlik bataklığına yuvarlanmasıdır. Renksizler ve taklitçiler kavramlarını kullanmasının nedeni, kimliksizliğin ve bukalemunlaşmanın neden olduğu tahribatta karşı duyduğu nefretten dolayıdır.

Erbakan Hoca, baskının şiddetine ve yoğunluğuna bağlı olarak kimlik inşasında ve savunmasında kullandığı kavramları değiştirmiştir. Bazen Tarihi şahsiyetleri, tarihi savaşları kullanması; bazen de İman ve Hak- Batıl, ilay-ı kelimetullah Allah ın şanını yüceltme gibi kavramları kullanması bundandı. Fakat muhteva hiç değişmemiş ve hep aynı şey çağrıştırılmıştır. Rahmetli Erbakan Hoca, kuş dili ile konuşarak meramını geniş kitlelere anlatma imkanını bulmuştur. Buradan çıkarılabilecek bir ders, en zor şartlar altında bile kodlama yapılarak, kuş dili ile konuşarak kimlik muhafaza edilebilir ve savunulabilir. Bir mümin için asıl tehlike, kendisini her şeye uydurmak, her renge boyanmak ve bende öyleyim demek gibi bir aşağılık kompleksine yakalanmaktır. Bir mümin için kimliksizlik yıkımdır, ölümdür. İslam coğrafyasının dört bir tarafında, değişik şartlar altında mücadele eden Müslümanların, kendi şartlarına uygun olarak kimliklerini ifade etme imkanlarını bulmaları bir sorumluluk ve de zorunluluktur.

KAYNAKLAR

1- Bulaç A., Modern Ulus devlet, İz yayıncılık, İstanbul,   1995 s:51, 173-198

2- Ünal A., Kuran da Temel Kavramlar, Beyan yayınları, İstanbul, 1990, s:122-132

3- Lewis B., İslamın Siyasal Söylemi, Phoenix, Ankara, 2007, S: 57-58.

4- Yazır H.E., Hak Dini Kuran Dili,  Azim dağıtım, İstanbul, cilt 1 s: 398-431

5- Erbakan,N., 40 Fikir Adamının İştirakiyle 29-30 Ekim 2009 Tarihinde Yapılan Milli Görüş Şurası Açılış Konuşması, Ankara, 2009.

6- Erbakan N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul, 1975 s: 17-40

7- Erbakan N., Türkiye nin Temel Meseleleri, Rehber Yayınları, Ankara, 1991, S: 81

8- Kurtulmuş N., Barış ve Kardeşlik için Gönüllü Birliktelik, 20 Ağustos 2009 Diyarbakır basın Toplantısı,

9- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış Konuşması, 1993.

10- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2000, S:105-122

21 Mart 2013 Perşembe

Dünya İslam Birliği için Erbakan'ın mücadelesinden çıkarılacak dersler -2: Liderlik ve Genel Başkanlık

 (Milli Gazete)

Ölümünde Bile Sisteme İsyanını Sürdüren Adam: Mücahit Erbakan

Geçen haftadan itibaren başlattığımız yazı serisinde, rahmetli Erbakan Hocanın verdiği mücadeleden, Dünya İslam Birliği için çıkarılabilecek dersleri konu edeceğimizi belirtmiştik. Geçen yazıda, Dünya İslam Birliği için Millî Görüş Hareketi nin sınırsız ve topyekûn mücadele anlayışına uygun olarak kurduğu teşkilatlanma yapısından alınabilecek derslere yer verilmiştir. Burada, Millî Görüş Hareketi içerisinde iç-dış güç odaklarının başlattıkları liderlik ve genel başkanlık tartışması ele alınacak ve İslam coğrafyasında cihat eden değişik teşkilatlar için alınacak derslere yer verilecektir.

Parti Millî Görüş Hareketi'nin Tamamı Değildir

Rahmetli Erbakan Hocanın mücadelesi, salt bir parti mücadelesi, salt bir siyasi mücadele değildir. Erbakan ın mücadelesinde parti, sadece bir unsur, fakat önemli bir unsurdur. Parlamentoya dönük mücadele ise Türkiye nin şartlarından kaynaklanan bir imkân olarak görülmüştür. Rahmetli Erbakan Hoca, ilk partiyi kurduğu zaman onun yanında yol boyu yığınla yapı (Yan Kuruluş) kurmuştur (Şekil 1). Bu yapılanış, sınırsız ve topyekûn mücadele esasına göre şekillenmiş ve açıkça söylenmese bile, Lozan da Türkiye için Hayım Nahum doktrinine göre kurulmuş olan sistemi değiştirmeyi hedeflemiştir. Hayatın her yönüne ilişkin kurulan böyle bir yapı, büyüdükçe, merkezi otorite ile uyumlu çalışmada bazı meselelerin ortaya çıkması doğaldır ve kaçınılmazdır. Bazı durumlarda, özellikle yetki ve sorumlulukların açık bir şekilde belirlenmediği durumlarda, yetki karmaşasının ortaya çıkması ve liderlikle genel başkanlıkların karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. 

Erbakan, hem Millî Görüş Hareketi nin lideri hem de yasaklı olmadığı dönemlerde Millî Görüş Hareketi içerisinde en etkili yapı olan partinin de genel başkanı idi. İki liderlik onun şahsında birleşmiş, örtüşmüş ve bütünleşmişti. Erbakan ın ortaya koyduğu amaç, ufuk, sahip olduğu yetenek ve bünyesinde barındırdığı liderlik ve genel başkanlıktan dolayı, Millî Görüş Hareketi içerisinde merkez-çevre ilişkisinde ortaya çıkan sıkıntıların, büyümeden çözülmesi mümkün olmuştur. Millî Görüş Hareketi ni tasfiye etmek isteyen iç ve dış güç odakları, yol boyu Erbakan Hocaya siyasi yasak getirerek liderlikle genel başkanlığı ayırmayı, böylelikle, Millî Görüş ailesi içerisine fitne sokmayı yol boyu denemişlerdir. Millî Nizam dan Fazilet Partisi ne kadar Millî Görüş partilerinin kapatılmasında böylesi gizli bir amacın var olduğunu görmekteyiz.

ABD: Erbakan Tehlikeli Biri , Dost Değildir

17 Ekim 1994 de Erbakan, ABD ye gidip değişik temaslarda bulunmuş ve konuşmalar yapmıştır. Erbakan ın konuşmasını dinleyen Amerikalı bir diplomat, Erbakan tehlikeli biri yorumunda bulunmuştur. Neden böyle bir yorum yaptığı sorulduğunda verdiği cevap, aynı zamanda RP-FP içinde olacakların da habercisi gibiydi: Çünkü çok zeki. Benim izlediğim konuşmasında fazlasıyla korkutucu bir Batı tasvir yaptı. Böyle bir Batı yok. Kendisi ya Batı hakkında hiçbir gerçek bilgiye sahip değil ya da bile bile gerçekleri tahrif ediyor. Sanıyorum ikincisi doğru. (1, 2)

Erbakan ın ABD gezisi, ABD li diplomatlar tarafından, Erbakan burada da Türkiye deymiş gibi davrandı şeklinde değerlendirilmiştir. Erbakan ın kararlı ve tavizsiz tarzı, ABD yi ürkütmüştür. (Bu ve buna benzer konular, Umran dergisinde AK Parti yi İktidara Taşıyan Şartlar adlı makalemizde ayrıntılı olarak incelenmiştir.) İsrail le işbirliğinin geliştirilmesinde önemli pay sahibi olan Washington Yakındoğu Politikaları Enstitüsü (WINNEP) adlı kuruluşun Türkiye Masası Şefi Alan Makovsky nin imzasıyla yayınlanan 8 Ağustos 1996 tarihli raporda, Erbakan ın dost olmadığı ilan edilmiştir: Türkiye müttefiktir, Erbakan ise dost değildir. ABD tüm konularda ve iki ülke ilişkilerinde genelci bir yaklaşım sergilemelidir. Ancak bu farklı hükümetle ilişkileri geliştirecek hareketlerden kaçınmalı ve liderini (Erbakan) ordunun kontrolünde tutmalıdır. (1)

Ulusal Ve Küresel SistemTarafından Ekilen Zehirli Tohum: Yaşlı Genç Ayırımı

Erbakan ın ABD gezisinde, ilginç olan nokta, Washington da görüştüğü kimselerin, Erbakan ı fazla yaşlı bulmuş olmasıdır.  Erbakan ın gezisine katılmış olan Gazeteci Ruşen Çakır a ABD li yetkililer tarafından ilginç ve dikkat çekici bir soru sorulmuştur: Bu partide genç bir lider adayı yok mu   Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ın liderliğe soyunduğu doğru mu Geziyi izleyen uzmanlardan John L. Esposito ise: Eğer bu parti burada iyi ilişkiler geliştirmek istiyorsa, bence ağırlıkla Amerikalıları yakından tanıyan genç kadroları görevlendirmelidir.   Belki daha da ilginç ve önemli olan bir başka nokta, Erbakan ın ABD programını önemli ölçüde üstlenen American Muslim Council (Amerikan Müslüman Konseyi) Genel Sekreteri Abdurrahman Alamoudinin de benzer şeyleri söylemiş olmasıdır: RP tek adam partisi olmadığını göstermelidir. Genç, dinamik ve İngilizce ye hakim RP liler liderlerinden ayrı olarak ABD ye sık sık gelmeli. Örneğin bu gezide Erbakan a eşlik eden Abdullah Gül le çalışmak istiyoruz. (2)  Daha da çarpıcı olan nokta ise, Türkiye de Turgut Özal ın çevresine;  RP nin istikbal vadeden bir parti olduğunu, ancak temel iki sorunu bulunduğunu; başında genç bir lider bulunmayışı; Yahudilere ve İsrail e karşı sert tavrı söylemiş olmasıdır (2).

Bütün bu ifadeler, ABD nin ve onunla iş tutan iç güçlerin Erbakan la ilgili bir yaşlılık kampanyası açtıklarını göstermektedir. ABD açısından asıl mesele, Türkiye deki bir siyası hareketin liderinin yaşlı olması mı idi Erbakan ın yaşı, onları niçin ilgilendirmiş olsun Gerçekte asıl sorun yaş değildi; asıl sorun, Erbakan ın 40 yıldır çizgisinden sapmamış, taviz vermemiş olmasıdır. Tavize yanaşmayan, iletişim kurulması zor, kararlı, otoriter, uzun vadeli hesapları olan, Batı ya, ABD ye ve Siyonizm e karşı çıkan, Bana ne Amerika dan diyebilen tecrübeli bir liderle çalışmak, ondan taviz koparmak mümkün görülmemiştir. 1994 yılında Erbakan ın ABD gezisinde, Erbakan dan umduğunu bulamayan ABD, Merkez Sağ için, genel olarak Türkiye de, özel olarak da Millî Görüş kadroları içerisinde, liderliğe yükselecek/yükseltilecek gençler aramaya başlamıştır (1).  

ABD, bu amaçla psikolojik savaş makinesini harekete geçirmiş ve Millî Görüş Hareketi içerisinde ayrılıkçı tohumları ekmeye başlamıştır. 24 Nisan 1995 de Millîyet gazetesinde Erbakan la Erdoğan dargın mı, lideri ile arasına kara kedi mi girdi şeklinde bir manşet atılmıştır. Bu ve buna benzer manşetler, daha sonraki dönemlerde seri halde atılmaya başlanmıştır. Zamanın ABD İstanbul Başkonsolosu Morton Abromowitz, Kravatlı ve çağdaş görünümlü Erdoğan ı, Erbakan a tercih ederim  tarzında diplomasiye uygun olmayan ifadeler kullanabilmiştir. Morton Abromowitz in 15 Ekim 1996 da İstanbul Belediye Başkanlığı makamında Erdoğan ziyaretinden sonra medyada, Erdoğan için geleceğin lider adayı ifadeleri kullanılmaya başlanmıştır.

Amaç, Millî Görüş Hareketi içerisinde bir çatlama meydana getirmekti. Bu kampanyaların sonucunda, yenilikçi-gelenekçi, yaşlı-genç ayrışması, geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Ancak, istenen ayrışmanın tam olarak gerçekleşebilmesi için bir operasyona daha ihtiyaç vardı. O da, önce RP sonra da FP kapatılarak gerçekleştirilmiştir. Hastalığın Dışa Vurumu: Erbakan Partiye Karışmasın (!), Emanetçilik Olmasın (!) ABD nin yaşlı ve inatçı bulduğu ve fanatik Batı düşmanı olarak tanımladığı Erbakan ın parti ve taban üzerindeki gücü tamdı. Erbakan sağken ya da serbestken Erbakan a rağmen hiç kimsenin liderlik koltuğuna oturma şansı yoktu. 

Bu nedenle, önce RP sonra da FP kapatılarak ve Erbakan a yasak getirilerek Millî Görüş Hareketi liderliği ile parti genel başkanlığının birbirinden ayrılması sağlanmıştır. Millî Görüş Hareketi liderliği ile parti genel başkanlığının Erbakan da bütünleşmiş olması, Millî Görüş Hareketi ni, parti ağırlıklı bir harekete dönüştürmüştü. Erbakan ın Şekil-1 de görülen tüm kuruluşlara müdahale edip onlara istikamet vermesi, çerçeve çizmesi, parti genel başkanı olmasına bağlanmıştır. Oysa bu yanlıştı. Erbakan parti lideri olduğu için değil, Millî Görüş Hareketi nin lideri olduğu için o yapılara müdahale etmiş, yol ve istikamet göstermiştir. Maalesef bu nokta, yol boyu hep böyle anlaşılmış ve yorumlanmıştır. Bu yanlış bir anlayış ve yaklaşımdı. Parti haricindeki tüm kuruluşların amacı, toplumsal değişim ve dönüşüm için Parlamento dışında siyaseti olgunlaştırmak ve şekillendirmekti. 

Muhtemel ki, Millî Görüş Hareketi, bunu mensuplarına gerektiği gibi açıklayamamıştır. Açıklayamadığı için de ANAP tan gelen bir grup eski yaşlı sağcılar , RP-FP nin genç yenilikçileri olarak Genel Başkan Kutan ı, yasaklı Erbakan ın partiye karışmaması noktasında sıkıştırmaya başlamışlar ve emanetçiliğe karşı çıkmışlardır. Millî Görüş ün genç kadroları üzerinde etkili olabilmişlerdir. RP-FP içinde başlayan yaşlı-genç , yenilikçi-gelenekçi tartışmasında, gençlerin , yenilikçilerin kullandığı aşağıdaki ifadeler, oluşturulan havanın ve meydana gelen zihinsel kırılmanın gerçek anlamda bir ölçüsüdür:

Taban tepeden ilerici, FP de taban gerçekçi, tavan tutucu kaldı, onun için ayrılık oldu. Erbakan Nazi lideri gibiydi , Partide lider sultası var , Parti içi demokrasi yok, konuşamıyoruz, tartışamıyoruz. Emanetçilik olmamalı , Hoca müdahale etmemeli , Hocanın müdahaleleri partiyi bu duruma getirdi ,  Hoca dinlensin, karışmasın. Yaşlılar parti yönetiminden çekilmeli , 65 yaş üstündekilere siyaset yasağı konmalı , Antika saraylarında otursunlar. Hoca içeri girseydi, katiller dışarı çıkmazdı. Parti halkın şikâyetleri ile ilgilenmiyor, sadece Erbakan ı düşünüyor. Parti tezgâhında büyüyen, parti ve Erbakan ın söylem ve sloganları ile yetişenler orada kaldı. Ama kendini geliştiren, eğitim gören, okuyan kesim bizim yanımıza geldi. (3 6)

Sistem tarafından yasaklanmış olan liderlerini kurtaracak yerde, liderlerinin geri dönmemesi için seferber olmuş bir ekip, Millî Görüş Hareketi içerisinde ortaya çıkmıştır. Hatta RP nin gençler takımı da, eğer El Nino kendilerine dokunmazsa, dinazorları(!) yollarının üzerinden kaldıracağı için kapatmaya içten içe karşı değiller (7, 8) tarzında yapılan yorumlar; meydana gelen zihinsel kırılmanın derecesini göstermekteydi. Liderlikle genel başkanlık arasındaki fark, Millî Görüş ün gençleri tarafından ANAP ın eski sağcılarına sorulmamış ve söylemlerinden vazgeçmeleri istenmemiştir; tam tersine desteklenmiştir. Bu da, Millî Görüş Hareketi içerisinde bu iki unvanın mahiyetinin tam olarak anlaşılamadığı manasına gelmektedir. 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında liberal Hüsamettin Cindoruk başkanlığındaki Doğru Yol kadrolarının, Liderimiz Demirel dir, biz emanetçiyiz, liderimizi kurtarmak için yola çıktık vefalılığına karşılık; Millî Görüş ün yenilikçi kanadı , vefayı bir zül olarak görmüş; emanetçiliği aşağılanma olarak telakki etmiştir.

Sonuç: Çıkarılacak Dersler

Bugün gerek Tunus ta ve gerekse Mısır da İslami hareketlerin liderleri parlamento dışındadır. Yol boyu bu iki hareket bünyesine, Millî Görüş Hareketi ndeki gibi bir fitnenin sokulması ihtimali mevcuttur. O nedenle Millî Görüş Hareketi nden Dünya İslam Birliği için çıkarılacak en önemli bir ders, İslam coğrafyasının değişik yerlerinde mücadele eden teşkilatlar için benzer tehlikelerin ortaya çıkma ihtimalinin var olmuş olmasıdır. Geniş yapılı hareketlerin genel stratejisi belirlendikten sonra her bir yapının, bu genel strateji içerisinde üstlenecekleri görev ve fonksiyonlar, yetki ve sorumluluklar, tespit edilip çerçevelenerek ilgili yapıya, çerçeve içerisinde kalmak şartıyla serbest hareket etme imkânı tanınmalıdır. Bu çok yönlü, çok boyutlu bir mücadelenin uyması gereken bir kanuniyetidir. Aksi takdirde iktidar çekişmesi, kaosa neden olur, verimi düşürür ve hareketin sonunu getirir. Hareketin liderliği ile partinin genel başkanlığının her zaman örtüşmeme ihtimali var olabilir. 

Bu iki makamın ifade ettiği anlam, yetki ve sorumluluklar, açık bir şekilde belirlenmeli ve kadrolara özümsetilmelidir. Barış ve başarı durumlarında sorun olmayan birçok konu, gerilim ve başarısızlık hallerinde tam bir krize neden olabilmektedir. Rakipler ya da düşmanlar, böyle zamanlarda psikolojik savaş başlatarak genç ve tecrübesiz kadrolar üzerinde etkili olabilmektedir. Böylesi bir psikolojik savaşa karşı, zamanında tavır konulmalı, gerekli tedbirler alınmalı, tahrik edilecek insan unsurlarına sevgi, şefkatle yaklaşılmalı, sabırla tehlike kendilerine gösterilmelidir. Hareketin tabanı bu konuda uyarılıp bir bütün olarak hareket etmesi sağlanmalıdır. Ayrışmayı sağlayacak, nefisleri tahrik edip hareket geçirecek bir dil kullanmaktan kaçınılmalıdır. 

Unutmamak gerekir ki; Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır. (14 İbrahim 24 27)

Kaynaklar

1-Güngör N., Yenilikçi Hareket, Elips yayınları, Ankara, s: 24-40-56-78-81-102-105, 2005.

2- Çakır, R., ABD nin RP Dosyası , Millîyet, 27-28 Şubat 1995.

3- Hürriyet gazetesi, 17.07.2001.

4- Hürriyet gazetesi, 12.07.2001.

5- Sarıkaya, M., Müslüman Solcular, 12.07.2001 Hürriyet gazetesi.

6- Sabah gazetesi, 13.07.2001, Millîyet gazetesi, 15.07.2001.

7- Cıvaoğlu, G., El Nino , Millîyet, 16.1.1998 s:19.

8- Cemal H., Fazilet te Yenilikçilerin Yol Haritası, 5.1.2001, Millîyet gazetesi.

14 Mart 2013 Perşembe

Dünya İslam Birliği İçin Rahmetli Erbakan'ın Mücadelesinden Alınabilecek Dersler -1: Teşkilâtlanma

 (Milli Gazete)

“Ölümünde Bile Sisteme İsyanını Sürdüren Adam: Mücahit Erbakan”

2–3 Mart 2013 tarihlerinde Ankara’da Saadet Partisi tarafından “Yeni Bir Dünya ve Erbakan” adlı Uluslararası Necmettin Erbakan Sempozyumu düzenlenmiştir. İslam dünyasının dört bir tarafından Müslüman önderlerin sempozyuma katılması ve yaptıkları konuşmalar, rahmetli Erbakan’ın yaptığı cihadın büyüklüğünün bir göstergesi idi. Erbakan üzerinden ele alınan konular, İslam dünyasının ihtiyacı olan konulardı. Organizasyon güzeldi. Bu kadar geniş katılımlı bir toplantının iki güne sıkıştırılması, organizasyonun tek ve ciddi bir eksiği idi. Toplantıda duygusal havanın ötesinde hâkim olan hava, İslam coğrafyasının stratejik bir akla, tecrübe aktarımına ve dayanışmaya ihtiyacının olmasıydı.

Bu yazı serisinde rahmetli Erbakan’ın verdiği mücadeleden Dünya İslam Birliği için çıkarılabilecek derslere yer verilecektir.

Erbakan’ın Siyasi Mücadeleye Başladığı Zamanki Türkiye Şartları: “Öz Yurdunda Garip Öz Yurdunda Parya” Olmak

Milli Görüş hareketinin temel dinamiklerini incelerken göz ardı edilmemesi gereken en temel nokta, doğduğu ve öncü kadronun yetiştiği ortamdır. İttihatçı Cumhuriyet kadroları, İslam’ı ve geçmiş tarihi ret ederken yeni bir ulus yaratmayı ilke edinmişlerdir. Bunun için yapmayacakları ya da yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Onların gözünde Cumhuriyet Türkiye’si, kendi çocukları, ülke, onların tapulu malı ve halk ise, onlara hizmet etmek zorunda olan bir köleler topluluğu idi. Ankara Valisi Tandoğan’ın, “Ulan öküz, Anadolulu milliyetçilik, komünistlik senin neyine, bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz. Senin görevin asker olmak ve çiftçilik yapmaktır” meşhur sözü, Cumhuriyet kadrolarının psikolojisini yansıtmaktaydı. “Halka rağmen halk için” diye başlatılan faaliyetler, halka rağmen yüzde 5’lik mutlu bir azınlık için olmaya başlamıştı.

Onların nazarında bu düzeni bozacak herkes haindi. Bu düzene karşı çıkabilecek iki güç vardı: Birisi inanç olarak Müslümanlar diğeri de etnik olarak Kürtlerdi. İttihatçı kadro gücü eline geçirdikten sonra hem Müslümanları hem de Kürtleri yok saydı ve iki büyük iç tehlike olarak görüp fişledi. İsmi Türk olup inancı, kültür medeniyeti Türk olmayan yeni bir ulus yaratmaya giriştiler. Bürokrasi içerisinde küresel güçlerin işbirlikçi unsurları, toplumsal bağları çözecek, millet olma şuurunu ortadan kaldıracak şekilde Türklerle Kürtler arasına, Sünnilerle Aleviler arasına devamlı fitne ve fesat tohumlarını ektiler. Sosyalizm etrafında meydana getirilen kamplaşma, mevcut fay hatlarına eklenen yeni bir fay hattı idi.

Bütün alt yapı tahrip edilmiş, teknolojik ve bilimsel alt yapı yok edilmiştir. 600 yıllık bir imparatorluğun mirasçılarının, 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin, Kıbrıs çıkartmasına kadar çıkartma gemileri yoktur. O günün şartlarında ağır sanayi yoktur. Makine yapan makineleri yoktur. Savunma sanayi yoktur; montaj sanayi en cari olandır. Ordusu NATO’nun emrinde; askerinin elindeki silahlar da, NATO’nun demode olmuş silahlarıdır. Her kalkınma hamlesi, gizli bir güç tarafından durdurulmaktadır.

Eğitim sistemi, adından başka her şeyi ile gayrı millidir. Kendi tarihinde ve kendi medeniyet havzasında elde edilen başarı, buluş ve ilme katkıya hiçbir yerde yer vermemektedir. Ayrıca eğitimdeki genel yaklaşım, kendi tarihini, inanç sistemini ve kültür medeniyetini aşağılama ve karalama üzerine kurulmuştur. Batı hayranlığı ve taklitçiliği had safhadadır. Yurt dışına eğitime gidenler, ülkelerine dönüşte halkını hor görmekte, kültür ve medeniyetinden nefret etmektedir. İbni Haldun’un tabiriyle, Batı karşısında alınan mağlubiyetlerin etkisi ile oluşan aşağılık kompleksinin tesiriyle, Batı, şekil olarak taklit edilmektedir. Tesettürlüler, başörtülüler aşağılanmakta, devlet dairelerine ve okullara-üniversitelere sokulmamaktadır. Devlet dairelerinde vatandaşlar horlanmakta, ezilmekte ve aşağılanmaktadır. Bürokrasi kendi halkına hayır, yabancılara evet demeyi ilke haline getirmiştir. Ülkenin yeraltı zenginlikleri yabancılara peşkeş çekilmektedir.

Toplum, 1950’ye kadar CHP zulmü altında kıvrandığından bunların dışındaki siyası her yapıyı kurtarıcı olarak görmüştür. Mustafa Kemal’in icazeti ile kurulan Fethi Okyar’ın Serbest Fırkası’na olan ilgi, bunun en güzel örneğidir. CHP kadroları içinden birileri, hemen hemen aynı ilkelere bağlı olarak bir parti kuruyor; halk ise bu partiyi kurtarıcı olarak görüyor. İzmir mitinginde, çocuğu ölen bir babanın çocuğunun cesedini Fethi Okyar’ın ayaklarının dibine bırakırken söylediği sözler, bir dönemin en güzel tasviri idi: “İlk şehidimizi verdik daha da veririz yeter ki sen bizi bu zalimlerden kurtar.”

CHP kadroları içerisinden çıkan DP kadroları, ana felsefede CHP ile aralarında bir fark yoktu. Batı’nın dayatması ve ne olacağı belli olmayan bir sosyal patlama ihtimalinin ortaya çıkması tehlikesinin göze alınamaması ile çok partili sisteme kerhen geçilmiştir. DP hareketi, başlangıcından bitişine kadar CHP kadroları ve bürokrasi tarafından hainlikle, irtica ile suçlanmıştır. 1960 darbesi, Batı’nın desteği ile yerli işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Menderes’e memleketi sattı diyen darbeciler, ilk bildirilerinde NATO’ya, BM’ye ve yapılan tüm ikili anlaşmalara bağlı kaldıklarını ilan etmekte bir sakınca görmemişlerdir. ABD büyük elçisinden memurların maaşlarını ödemek için para dilenmekten utanmamışlardır.

Gerek CHP ve gerekse DP mevcut sisteme inanan ve onu yaşatmak isteyen partilerdi. DP, halka pastadan pay verilmesini istemekte; halka inançlarını nispeten yaşayabileceği bir serbesti tanınmasına inanmaktadır. DP’nin devamı olan AP kadroları da, mevcut sistemin inşacısı ve yaşatıcılarıdırlar. Bunla beraber, Demirel ve ekibi de, Menderes ve ekibi gibi irtica ile suçlanmıştır. Siyası arenada yer edinmek ve oyunun kuralı gereği halktan oy alabilmek için ona bir miktar daha taviz vermek zorunda kalmışlardır. 28 Şubat Postmodern Darbe’nin yanında yer almış olmaları, bu iddiamızın gerekçesidir.

AP kadroları, ABD destekli olmalarına karşılık ABD menfaatlerini tehlikeye atacak politikalar uygulamış olmaları ve nispeten ülkeyi kalkındıracak girişimlerde bulunmaları sonucu, 12 Mart Muhtırası ile iktidardan düşürülmüşlerdir. ABD’nin kendilerine tanıdığı sınırların dışına çıktıkları için işbirlikçi iç güçler aracılığıyla iktidardan uzaklaştırılmıştır.

Ordu ve bürokrasi halka yabancılaşmıştır; onu gerici, yobaz olarak görmektedir. Üniversiteler, aydınlar halktan kopuk ve halka düşmandır. Medya, halkı aşağılamakta ve dejenere etmeye çalışmaktadır. Din ve dindarla savaş durmamış, eğitimin tahribatı alıp başını gitmiştir.

Halkın çocukları ailesinden koparılıp kendi halkına düşman hale getirilmiş ve mankurtlaştırılmıştır.

Anadolu’nun bağrında yükselen öfke bulutu, bir hak arama mücadelesine dönüşmek için uygun bir kadro ve lider aramaktaydı. Ahmet Tevfik Paksu, AP’nin içinde iken partide yaptığı bir konuşma, o günün insanlarının nasıl bir arayış içerisinde olduğunu ortaya koymaktaydı: “Bu seçim sistemi içinde daha uygun bir yer bulamadığım için Adalet Partisi’nde bulunuyorum. Fikriyat itibarıyla burayı tamamen kabul ettiğimiz anlamına gelmemeli. Daha iyisini gördüğüm zaman oraya dönerim.”

Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, 10 Şubat 1970’de, Milli Nizam Partisi’nin (MNP) açılış toplantısında yaptığı konuşmada, Milli Görüş Hareketi’ni; “1946–1969 döneminde kurulan Batı taklitçisi partilerin milleti hor görmeleri karşısında, milletin ilk defa savunma hakkını kullanması harekâtıdır” diye tanımlamaktadır.

Aynı toplantıda Eşref Edip’in yaptığı konuşma bir özlemin dışa vurumundan başka bir şey değildi: “Artık ölebilirim. Çünkü bu milletin 40 yıldır aslına döneceğini savundum. Bugün bunun gerçekleştiğini görüyorum.”

Müslüman halk, CHP ve AP kıskacına alınmıştı. 1950’ye kadar olan CHP zulmü halkı sindirmiş, halk o günleri bir daha yaşamak istemiyordu. Yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyor. Ayranı kolay kolay kabarmıyordu. O nedenle CHP gelmesin de ne olursa olsun psikolojisi içerisinde idi. AP kadroları, CHP öcüsünü kullanarak halkı korkutma üzerine bir strateji geliştirmişlerdi. Halk, Demirel ve ekibinden memnun değildi; fakat gidecek başka bir kapısı da yoktu. Asker Demokles’in kılıcı gibi siyası iktidarların kafaları üzerinde sallanıyordu.  Halk, yargının, 141,142 ve 163’ün kıskacında bunalmıştı. Allah demeniz bile laiklik suçu muamelesi görebilirdi. İnsanlar kuşdili ile konuşuyor; kodlama ve şifreleme yapıyordu. Müslüman bir millet, rahmetli Necip Fazıl’ın deyişiyle, ‘Öz yurdunda garip ve öz yurdunda parya’ idi.

İşte Erbakan ve Milli Görüş Hareketi’ni değerlendirirken, bu şartları göz önüne almak gerekmektedir. Bugün bile İslam coğrafyasındaki birçok ülkenin 1930-1969 Türkiye’sinin şartlarına haiz olduğu unutulmamalıdır. Bu benzerliklerden dolayı İslam dünyasında mücadele eden yapıların, kadroların, Erbakan’ın mücadelesinden elde edebilecekleri çok ders ve tecrübe vardır. Aşağıda bu durum göz önüne alınarak bir değerlendirme yapılmaktadır.

Teşkilatlanma Yapısından Çıkarılacak Dersler

Erbakan’ın mücadelesi salt bir parti mücadelesi, salt bir siyasi mücadele değildir. Erbakan’ın mücadelesinde parti sadece bir unsur, fakat önemli bir unsurdur.  Parlamentoya dönük mücadele ise Türkiye’nin şartlarından kaynaklanan bir imkân olarak görülmüştür. Rahmetli Erbakan hoca, ilk partiyi kurduğu zaman onun yanında yol boyu yığınla yapı (yan kuruluş) kurmuştur. Bunlar, araştırma merkezi, sendika, gençlik derneği, gazete, televizyon, dergi, yardım derneği, meslek dernekleri, uluslararası kuruluşlar, yurtlar, yerel vakıf ve dernekler gibi çok farklı (40 civarında ulusal-uluslararası kuruluş) alanlarla ilgili yapılardır (Şekil–1). Bu geniş teşkilat ağının oluşturduğu yapıya, Milli Görüş Hareketi demekteyiz. Bu geniş ailenin lideri Erbakan’dı. Erbakan hem Milli Görüş Hareketi’nin lideri hem de yasaklı olmadığı dönemlerde partinin genel başkanı idi. İki liderlik onun şahsında birleşmiş ve örtüşmüştü.

Partinin genel merkez, il, ilçe, mahalle, gençlik ve kadın kolları şeklinde bir yapılanışı vardır. Parti gençlik ve kadın kolları, diğer yan kuruluşlardan ayrı olup doğrudan partiye bağlıdırlar. Oysa diğer kadın ve gençlik kuruluşları, Milli Görüş Hareketi’nin liderine bağlıdırlar.

Milli Görüş Hareketi başından beri bu yapıları, siyasi mücadeleye entegre ederek senkron bir faaliyet yürütmüştür. Daha açıkçası bu yapılar, kendi asli faaliyet alanlarından ziyade partinin gücünü artıracak, seçim eksenli bir faaliyet yürütmüşlerdir. Bu, siyasi mücadelenin bir taraftan etki gücünü artırırken diğer taraftan hareket büyüdükçe bir zaafın da ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Kendi asli fonksiyonları olan alanlarda hazırlıklı olamama, projelendirme yapamama, pratiği yapılan bir mücadelenin teorik alt yapısının, temellerinin ortaya koyamama. Pratiğin aşırı gelişmişliğine karşılık teorinin zayıf kalması olarak ortaya çıkan teori-pratik denkleminin bozulması, kadroların, teşkilatların eğitimsiz kalmasına ve dış etkilere açık hale gelmesine neden olmuştur. 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde bu zaaf, sistem tarafından çok maharetli bir şekilde kullanılmış ve hareketin bölünmesi sağlanmıştır.

İslam coğrafyasında mücadele veren İslami kadroların, teori-pratiğin birliği denklemini göz önüne alması, çalışmalarını buna göre şekillendirmesi gerekmektedir. Bu kadar geniş bir ağın kurulması, Milli Görüş Hareketi’nin hem ulusal sisteme hem de küresel sisteme karşı, sınırsız ve topyekûn bir mücadeleyi benimsediği anlamına gelmektedir. Kapanan, yasaklanan her parti, dernek, vakıf ve sendikanın yerine yenisinin kurulması ve parti teşkilatının mahalleye kadar inmesi, 12 yaşından 85 yaşına kadar kadın ve erkek her kesime açılması ve bunları bünyesinde tutması, ulusal ve küresel sisteme karşı, bir güç oluşturma amaçlıdır. Erbakan’a göre bu güç, teşkilatlanmış halkın gücüdür. Milli Görüş Hareketi’ni, Türkiye’deki diğer parti mücadelelerinden ayıran en önemli özelliklerden biri de budur.

Zalimlerin karşısına bir güç çıkarma hedefi, sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp tüm İslam coğrafyasına dönük bir hedeftir de. D-8’lerin kuruluş amaçlarından biri de budur. Erbakan’a göre, başta Batı olmak üzere tüm şer/zalim güçler, sadece kuvvetten anlarlar.

“Çünkü bunlar laftan anlamazlar.  Müeyyidesiz bunlara bir iş yaptırmak mümkün değildir. İşte yeni dünyanın adil esaslara göre kurulması prensibi gözetilerek D–8`ler kurulmuştur.” (1)

Şer/zalim güçlerin karşısında çıkarılabilecek güç nedir ya da ne olmalıdır sorusunun cevabı, Erbakan’a göre, ‘haklı olmak’ ve ‘halkın gücü’dür: “Efendim, bu  gelişmiş ülkelerin karşısına kiminle çıkacaksınız; Bengladeş’le mi, Mısır’la mı .. 800 milyon insanla çıkıyoruz. 800 milyon insanla... Bunların karşısına biz hakla çıkıyoruz. Hak... Hak... Hak… Çünkü bu gün dünyada hakikaten büyük haksızlıklar var. En büyük güç haklı olmaktır.”(2)

Halkın gücü, Batı’ya ekonomik boykot şeklinde ortaya konacak ve Batı’nın ekonomik yapısı dumura uğratılacaktır. Bunun olabilmesi için de halkın şuurlandırılması şarttır: “İslam âleminin boykot ettiği hiçbir ülke uzun süre buna dayanamaz, bunu kullanabiliriz. Bir buçuk milyarlık İslam âlemi yeryüzünde çok önemli bir güçtür. Biz bunları şuurlandırabilirsek Yeni Dünya Düzeni kurulacak demektir.”(3)

Erbakan Hoca, halkın bir güç olarak ortaya çıkarılabilmesi için insanların kafasına, ‘İman Çivisi’, ‘Şuur Çivisi’ ve ‘Cihat Çivisi’ olarak isimlendirdiği üç çivinin çakılmasını söylemesi, böylesi büyük ve zor kutsal bir görevin ifa edilebilmesi içindi.

Sonuç:            

İslam dünyası, Milli Görüş’ün bu teşkilat yapısını, kendi ülke şartlarına uygun hale getirip kullanabilir. Bu noktada Milli Görüş’ün güngörmüş, bedel ödemiş olan tecrübeli kadrolarından yararlanmalıdırlar.

Kaynaklar

1- Erbakan, N., Gayemiz Bütün Beşeriyetin Saadetidir, ESAM-Ankara, 16 Kasım 2005.

2-Erbakan, 09 Aralık 1996 tarihinde parlamentoda bütçe üzerine yaptığı konuşma.

3-Erbakan, Uluslararası Müslüman Topluluklar 4. Kongresi, 4. Kongrenin Rapor ve Teklifleri, İstanbul, 1995, s: 9-10, 37.

 

7 Mart 2013 Perşembe

Ne Avrupa Birliği ne Şangay İşbirliği Örgütü - 3: D-8 Hareketi, Erbakan'ın Dünyanın Yönetimine Olan İtirazı ve İsyanıdır

 (Milli Gazete)

Bana Ne Amerika dan! Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Rahmetli Erbakan ın öncülüğünü yaptığı D-8 Hareketinin önemi, Türkiye tarafından anlaşılabilmiş değildir. O zamanki muhalefet partileri tarafından dalga geçilmiş ve alaya alınmıştır. ABD-İsrail-İngiltere ekseninde hareket eden sivil ve askeri bürokrasi tarafından da engellenmek istenmiştir. Ama daha da vahim olanı, daha sonra Milli Görüş hareketinin yenilikçileri olarak adlandırılan gençleri tarafından Erbakan ın hayali olarak görülüp nitelendirilmesidir. Nitekim bu ekip, AK Parti yi kurup iktidar olduklarında, D-8 lere gereken ilgiyi göstermemişler ve destek vermemişlerdir. İslam birliğine karşı çıkarak AB ni üstün insanlık ve medeniyet değerleri olarak ilan etmişlerdir. Şimdi de, AB ile ŞİÖ (Şangay İşbirliği Örgütü) arasında sarkaç gibi sallanmaya başlamışlardır. Erbakan ın hedefi, Batı yayılmacılığını durdurabilmek, yeni sömürgecilik hareketini engelleyebilmekti. Bunun için de onların karşısına bir güç dikmek gerekmekteydi. Erbakan ın inancına göre Batı sadece güçten anlardı . Erbakan bu gücü, Müslüman halkların kardeşliğinde ve ümmet şuurunun oluşturulmasında görmekteydi. Müslüman halkların meydana getirdiği Pazarı ve İslam coğrafyasının jeostratejik, jeoekonomik, jeopolitik ve jeokültürel özelliğini, bir güç olarak kullanmak istiyordu. Burada, bu konu ele alınacaktır.

D-8 İslam Birliğinin Kurulabilmesi İçin Etkin Olabilecek Stratejik Bir Çekirdek Yapı

Rahmetli Erbakan ın kafasında, daha önce kurulmuş olan İslam Konferansı Teşkilatı gibi yapılar, fonksiyonsuz olup hiçbir işe yaramamaktadır. Müslümanları savunmadıkları gibi Müslümanların hiçbir yarasına da merhem olamamaktadırlar. Bu hantallaşmış yapıları harekete geçirmek çok zordur. Onun yerine Müslüman ülkelerin tümünü değil, Batının en çok baskı uyguladığı, stratejik öneme sahip ve belli alt yapıları olan ülkeleri bir araya getirmek, hem daha kolay hem de daha faydalıdır. Devamlı olarak horlanmaktan, aşağılanmaktan ve sömürülmekten şikâyetçi olmuş olan bu ülkeler, baskıyı azaltabilecek, kırabilecek bir güç arayışı içinde idiler. D-8 lerin kuruluş çalışmaları sürecinde yaptıkları konuşmalarda bunu görmek mümkündür: Pakistan başbakanı Nevaz Şerif: Büyük Güçler oyunun kurallarını bizden hiç bahsetmeden koyuyorlar. Bu kurallar güvenlik, ekonomik ve sosyal konuları içeriyor Çoğu zaman kurallar eşit olarak uygulanmaz, önyargı ve ayrımcılıkla uygulanır. Pakistan acı tecrübelerden öğrenmiştir ki, onun güvenliği diğer ülkelerle eşit olarak değerlendirilmiyor. Bu ise bize, dünyanın zayıfa merhamet göstermediğinden savunma ve ekonomik gelişmede ileri teknoloji kullanımında kendine yeterli olmanın vazgeçilmez önemini gösterdi.

Diğer taraftan Endonezya Devlet Başkanı Prof. Dr. Habibi: Bakın onlar bize fakirler kulübü diyorlar, unutmayın ki onlar parayı fakirlerden kazanıyorlar. G-7 ülkeleri birbirinden kazanamaz çünkü kendi aralarında kotalar dengeler var, aralarında ticaret dengesi var. Biri fazla ithalat yaptı mı hemen o ülkeye ihracat yapması gerektiğini ifade ediyor ve alış verişi dengeliyor. Hep böyle bir denge içerisindeler. Bu G-7 ülkelerinin D-8 ülkeleri ile ticaret dengelerine bakacak olursak, hep en çok satan onlardır. Yanı para fakirden kazanılıyor. Buralar Pazar, biz pazarız. (1) Bu iki lider, dünyada mustazaflarla müstekbirlerin mücadelesine ve müstekbirlerin adaletsiz ve ahlaksız davranışlarına, kurdukları sömürü çarkına dikkat çekmekteydiler. Müstekbirlerin karşısına mustazafların bir güç olarak çıkması gerekliliğine ilişkin bir psikoloji oluşmuştu. Rahmetli Erbakan, bu psikolojiyi tam zamanında görerek D-8 lerin kuruluşunu gündeme getirmiştir.

D-8 in kuruluş sürecinde Müslüman dünyada kurulmuş ve varlığı ile yokluğu belli olmayan teşkilatların yapısından bıkmış olan liderler, etkisiz, faydasız toplantılarla vakit harcanmamasında ısrarcıydılar. Malezya Başbakanı Muhatir Muhammed: D-8 güvenilirlik elde ederse, itiraz kaldırmaz, yıllık sonuçlar göstermek zorundayız. Bunda başarırsız olursak, verimli olamayız. Anlamsız toplantılar yapmak yerine hiç yapmamalıyız. Bu bizim karşılamak zorunda olduğumuz bir meydan okumadır. (1) derken böyle bir tehlikeye dikkat çekmekteydi. Bu nedenle Rahmetli Erbakan, D-8 lerin etkinlik prensibi üzerine kurulması noktasında ısrarcıydı:

Kurmakta olduğumuz D-8 Grubunun en önemli ilkesi etkinlik olmalıdır. Gerek gelişme yolunda ki ülkelere yürek vermek bakımından, gerek ileri düzeyde ki sanayi ülkeleri tarafından ciddiye alınabilmemiz için, etkin bir varlık göstermemiz şarttır. İşte grubumuzun küçük olması, bir kısmımızın tam bir piyasa ekonomisi şartları içinde hızlı bir kalkınma performansı göstermesi, bir kısmımızın zengin kaynaklara sahip bulunmaları, etkin sonuçlar elde etmek için var olması gereken temel şartları teşkil etmektedir (1)

Erbakan a göre etkinlik ilkesinin iki hedefi vardır: 1- Gelişmekte olan ülkelere yürek vermek; 2- Sanayileşmiş ülkeler tarafından ciddiye alınmak. Her ikisi için de güce ihtiyaç vardı. Açıkça ifade edilmemiş olmasına rağmen konuşulanlara, çizilen stratejiye bakıldığında bu gücün; 1- D-8 ler tarafından geliştirilmiş teknolojiler; 2- D-8 lerin sahip olduğu stratejik önem; 3- D-8 ülkelerinin 800 milyonluk bir pazar oluşturması; 4- Sahip oldukları enerji kaynakları ve enerji nakil yolları; 5- Kıymetli zengin maden yatakları; 6- Genç Nüfus; 7- Temiz su havzaları; 8- Mustazafların Müstekbirlere duyduğu öfke üzerinden oluşturulması öngörülmüştür. Bu gücü hızlıca oluşturabilmenin yolu olarak da etkin çalışabilecek, hareketli, oyalama yapmayacak ülkeler seçilmiş ve onlarla yola çıkılmıştır. Dolayısıyla D-8 ler, müstekbirlere karşı mücadelede hedeflenen asıl büyük gücün çelik çekirdeğini oluşturmaktaydı. Birinci hedef Müslümanlar; İkinci hedef tüm müstazaflar, üçüncü hedef de müstekbirler dâhil tüm insanlıktı. En azından Erbakan böyle düşünmekteydi: Burada 8 tane Müslüman ülke bir araya gelmiş, çekirdek oluşturulmuş,1 milyarlık bir nüfus meydana getirilmiştir. Bu bir çekirdektir; yola çıkmış, çekirdeği teşkil etmiştir.

İşbirliğine başlamış, projeleri taksim edilmiş ve kolları sıvamıştır. Bunun arkasından 2. hedefimiz vardı. Bunlar, bütün Müslüman ülkeleri ve ezilen ülkeleri yani Rusya sı, Çin i, Hindistan ı dahil 5 milyar ezilen sömürülen insanın hepsini biz adil bir dünya düzeni etrafında toplayacağız, prensibinden hareket edilmişti. Bizim gayemiz sadece 5 milyara değil. 6 milyar insanın hepsine hizmettir (üçüncü hedef; B.C.). O takdirde kendini gelişmiş sayan ülkeleri de bu sefer bir yuvarlak masa etrafında toplayacağız. Onlara, Oturun bakalım buraya, yeni dünya sizin kuvvet ve prensiplerinize göre değil, adil düzen prensiplerine göre kurulacaktır diyeceğiz. Herkes saadet bulacak diyeceğiz ve buna uymak için de gereken müeyyideyi elimizde tutacağız. Çünkü bunlar laftan anlamazlar. Müeyyidesiz bunlara bir iş yaptırmak mümkün değildir. İşte yeni dünyanın adil esaslara göre kurulması prensibi gözetilerek D-8`ler kurulmuştur. Bundan sonra 3 ana istikamet var. 3 istikameti bir kez daha özetliyorum.

Bunlardan birincisi, sömürgeleşmeyeceğiz. Yani Avrupa Ekonomik Topluluğu çalışması bir ana fikrin tatbikatıdır. Lider ülke olacağız. İkinci husus, ana istikamet ise biz mutlaka emperyalist güçlere köle olmak mecburiyetinde değiliz. Ekonomide milli çözüm vardır. Kendi gücümüzle kalkınmak mecburiyetindeyiz. Üçüncü husus, gidilecek yol, Avrupa Birliği`ne kul, köle olmak değil, önce İslam birliğini kurmak, D-8 ler vasıtasıyla yeni bir dünyayı kurmak yoludur. Bu istikametlerde çalışma yapılırken çok önemli bir istikamet ise Yeni Bir Dünya düzeni nasıl kurulacak Yeni dünya düzeni 6 milyar insana saadet getirmek üzere adil bir düzene dayanmak üzere yapılmak mecburiyetindedir. (2)

D-8, Enerji Bölgelerinin Ve Enerji Nakil Hatları ile Ulaşım Yollarının Kontrol Edilmesi Projesidir

D-8 lerin bulunduğu coğrafyanın sağladığı stratejik avantaj önemliydi ve bu mutlaka kullanılmalıydı. Endonezya Devlet Başkanı Suharto; Sevelim ya da sevmeyelim, hazır olalım ya da olmayalım, global rekabetin acımasız ortamına sürükleneceğiz. Bu kaçınılmaz son için hazırlanmalıyız. Zaman gerçekten bize, global olarak vazgeçilmez kaynaklarımız, önemli bölgelerdeki jeo-stratejik bölgelerimiz kadar kendi elde ettiğimiz ya da geliştirdiğimiz teknolojilerden kaynaklanan güç birliğini getirdi. Bu çaba içerisinde başardığımız her şey, Kuzey-Güney İşbirliğinde bir aşama olacak ve bölünmeye karşı insanlığı koruyacak bir gelişme için Kuzey-Güney ortaklığına doğru giden bir aşamayı temsil edecektir. derken dört noktaya dikkat çekmekteydi: 1- Kaçınılmaz olarak merhametsiz bir küresel rekabetle karşı karşıya geleceğiz. 2- Bulunduğumuz bölgeler çok stratejiktir; bunu değerlendirmeliyiz. 3-Kendi geliştirdiğimiz teknolojilerimiz vardır, bunu güç birliği için kullanmalıyız. 4- Başarılı olursak Kuzey-Güney ortaklığını kolaylaştırabilir ve insanlığın bölünmesini engelleyebiliriz. Rahmetli Erbakan Hocanın D-8 Projesini, bu büyük mücadeleyi göz önüne alarak ve bu büyük fotoğrafa bakarak değerlendirmek gerekmektedir. D-8 ler, Büyük Ortadoğu coğrafyasında, uçları, Nijerya, Endonezya-Malezya ve Türkiye olan geniş bir üçgen üzerine konumlandırılmıştır. D-8 lerdeki ülkelerin seçimindeki stratejik akıl, çok geniş bir coğrafyanın stratejik olarak kontrol edilmesini ön görmüştür. Nijerya Afrika da ağırlığı olan bir ülkedir.

Türkiye-Mısır-Pakistan-Bangladeş-Endonezya-Malezya hattı, hem enerji üretim alanlarının hem de nakil hatlarının ve ulaşım yollarının geçtiği boğazların ve körfezlerin kontrol edilebildiği bir hattır. İstanbul Boğazı, Çanakkale Boğazı, Süveyş Kanalı, Babul Mendap Boğazı, Aden Körfezi, Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi, Arap Denizi, Bengal Körfezi, Malaka Boğazı, Sonda Boğazı ve Lombok Boğazı tamamen D-8 lerin kontrolü altında olan boğazlar ve körfezlerdir. Bu, büyük bir jeostratejik güç demektir.

Sonuç: D-8 Hareketi, Erbakan'ın Dünyanın Yönetimine Olan İtirazı ve İsyanıdır

Rahmetli Erbakan, siyasi mücadeleye başladığı andan itibaren hep seslendirdiği ve gündeme taşıdığı bir hedefi vardı: Dünya İslam Birliği. Bu, Erbakan ın vizyonunun özü idi. Siyasete atıldıktan ölümüne kadarki süreçte, hatta hasta yatağında bile bunun için çalıştı. 85 yaşlarında bir ihtiyar delikanlı olarak milleti cihada çağırdı, cihadın önemini kavratmaya çalıştı. Son yıllarında İman çivisi, Şuur çivisi ve Cihad çivisi şeklinde ki söylemi, onunla özdeşleşmişti. Dünya İslam Birliği için cihada çıkmış bir mücahit olarak 4. Uluslararası Müslüman Topluluklar Kongresi nde, 1897 Siyonist Basel Kongresi tarafından kararlaştırılıp hayata geçirilen mevcut dünya sistemine isyan ediyordu: Bugün biz Amerika izin vermediği için İsviçre ye imam gönderemiyoruz, Mekke ye para göndermek ancak Amerikan bankaları üzerinden mümkün olmaktadır ve bir İslam beldesine telefon etmek bile batı santralleri üzerinden olabilmektedir. Erbakan, kurulu bu sisteme isyan ederken alternatifinin Dünya İslam Birliği olduğunu söylüyordu: Batıdan korkmuyoruz çünkü Müslümanız. Kuvvet ve Kudret sahibi yalnız Cenab-ı Allah tır ve O cihad edenlere yardım eder. Altı milyar insanının saadetinin tek yolu Dünya İslam Birliğinin Kurulmasıdır İslam birliği kurmak için beş tane adım gereklidir. Müslüman Ülkelerin Birleşmiş Milletler teşkilatı, İslam NATOSU, İslam Ortak Pazarı, İslam Dinarı, İslami UNESCO. İşte atacağımız beş önemli adım böyledir. (3)

Erbakan, yeryüzünde Hakkı hakim kılmak için D-8 lerin kurulmasına çalışırken dünyanın bugünkü durumunu sağlayan iki ana noktaya itiraz etmekteydi. Birincisi, Birinci cihan savaşı sonunda Yalta Konferansında Dünyanın, Galip devletler arasında paylaşılması; İkincisi de Birleşmiş Milletlerde 5 ülkenin Veto hakkı ayrıcalığı. Erbakan, Yalta Konferansı nı etkisiz kılmak için D-8 leri, D-160 lara dönüştürüp G-20 lerle 2. Yalta Konferansı nı düzenlemek amacındaydı:

2. Dünya harbinden sonra 1. Yalta Konferansı ile dünya şekillendirildi Şimdi D-8 projesinde öngörülen bir hedef de 2. Yalta Konferansı ile ve 20. Asırdaki yanlışlıklardan alınacak derslerle Yeni Bir Dünyanın G-7 lerle beraber doğrulara dayandırılarak kurulmasını sağlamak(1) Bunların(D-8) etrafında D-60 lar, 60 tane Müslüman ülke toplanacak. D-160 lar, yanı 100 tane ezilen ülke bunların etrafına katılacak D-160 ların nüfusu 5 milyardan fazla olacaktır. Buna mukabil emperyalizmin etkisi altında ki G-8 lerin toplam nüfusu 1 milyar dolayında olacak. 1. Yatla konferansı yerine, Adil bir dünyanın kuruluş ilkelerinin benimseneceği 2. Yalta Konferansı yapılacak. Bu 2. Yalta konferansında Yeni bir dünya kurulacak.(4) Erbakan ın ikinci itirazı, BM de, beş ülkenin veto hakkının olmasının getirdiği ayrıcalığa idi:

Bugün Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, İMF, UNDP ve UNICEF Irkçı Emperyalizmin kuruluşlarıdır. Tekelci sermayeye hizmet etmektedirler. Bu kuruluşları Irkçı Emperyalizm yönetmektedir. Bu dünyayla adil hizmet yapılamaz. Bu kurumların yerine yeni bir Birleşmiş milletler kurulacak. Mevcut dünya düzeninin değiştirilmesi için insanlara yeni bir siyasi irade bilinci verilecek. (4) Bugün, şu Birleşmiş Milletler Teşkilatında 5 ülkenin veto hakkı var; bu çelişki değil mi... Bu, elli sene öncenin dünyası; bu dünya böyle yürümez. Şimdi, bütün dünyanın hepsi haklı bir dünya istiyor; herkes elli yıl sonra dünyayı yeniden kurmak istiyor. (5) Erbakan, Hak ve Adalet merkezli yeni bir Dünya düzeni kurabilmek için ümmetin şuurlandırılıp teşkilatlandırılması gerektiğine inanmaktaydı: İslam aleminin boykot ettiği hiçbir ülke uzun süre buna dayanamaz, bunu kullanabiliriz. Bir buçuk milyarlık İslam alemi yeryüzünde çok önemli bir güçtür. Biz bunları şuurlandırabilirsek Yeni Dünya Düzeni kurulacak demektir.(3)

Öyleyse!

Hak ve Adalet merkezli yeni bir Dünya düzeni için Ne AB, ne ŞİO ve ne de NATO; Önce D-8.

Kaynaklar

Alan B., D-8 Yeni Bir Dünya, Yörünge yayınları, İstanbul, 2001, s: 10-20, 194-201,309

Erbakan, N., Gayemiz Bütün Beşeriyetin Saadetidir, Esam-Ankara, 16 Kasım 2005

Erbakan, Uluslar arası Müslüman Topluluklar 4. Kongresi, 4. Kongrenin Rapor ve teklifleri, İstanbul, 1995, s: 9-10, 37

Erbakan, Yeni Bir Dünya ve Adil Düzen, Esam-Ankara, 16 Kasım 2010.

Erbakan, 09 Aralık 1996 tarihinde Parlamento da bütçe üzerine yaptığı konuşma.

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...