14 Mart 2013 Perşembe

Dünya İslam Birliği İçin Rahmetli Erbakan'ın Mücadelesinden Alınabilecek Dersler -1: Teşkilâtlanma

 (Milli Gazete)

“Ölümünde Bile Sisteme İsyanını Sürdüren Adam: Mücahit Erbakan”

2–3 Mart 2013 tarihlerinde Ankara’da Saadet Partisi tarafından “Yeni Bir Dünya ve Erbakan” adlı Uluslararası Necmettin Erbakan Sempozyumu düzenlenmiştir. İslam dünyasının dört bir tarafından Müslüman önderlerin sempozyuma katılması ve yaptıkları konuşmalar, rahmetli Erbakan’ın yaptığı cihadın büyüklüğünün bir göstergesi idi. Erbakan üzerinden ele alınan konular, İslam dünyasının ihtiyacı olan konulardı. Organizasyon güzeldi. Bu kadar geniş katılımlı bir toplantının iki güne sıkıştırılması, organizasyonun tek ve ciddi bir eksiği idi. Toplantıda duygusal havanın ötesinde hâkim olan hava, İslam coğrafyasının stratejik bir akla, tecrübe aktarımına ve dayanışmaya ihtiyacının olmasıydı.

Bu yazı serisinde rahmetli Erbakan’ın verdiği mücadeleden Dünya İslam Birliği için çıkarılabilecek derslere yer verilecektir.

Erbakan’ın Siyasi Mücadeleye Başladığı Zamanki Türkiye Şartları: “Öz Yurdunda Garip Öz Yurdunda Parya” Olmak

Milli Görüş hareketinin temel dinamiklerini incelerken göz ardı edilmemesi gereken en temel nokta, doğduğu ve öncü kadronun yetiştiği ortamdır. İttihatçı Cumhuriyet kadroları, İslam’ı ve geçmiş tarihi ret ederken yeni bir ulus yaratmayı ilke edinmişlerdir. Bunun için yapmayacakları ya da yapamayacakları hiçbir şey yoktur. Onların gözünde Cumhuriyet Türkiye’si, kendi çocukları, ülke, onların tapulu malı ve halk ise, onlara hizmet etmek zorunda olan bir köleler topluluğu idi. Ankara Valisi Tandoğan’ın, “Ulan öküz, Anadolulu milliyetçilik, komünistlik senin neyine, bu ülkeye komünizm gelecekse onu da biz getiririz. Senin görevin asker olmak ve çiftçilik yapmaktır” meşhur sözü, Cumhuriyet kadrolarının psikolojisini yansıtmaktaydı. “Halka rağmen halk için” diye başlatılan faaliyetler, halka rağmen yüzde 5’lik mutlu bir azınlık için olmaya başlamıştı.

Onların nazarında bu düzeni bozacak herkes haindi. Bu düzene karşı çıkabilecek iki güç vardı: Birisi inanç olarak Müslümanlar diğeri de etnik olarak Kürtlerdi. İttihatçı kadro gücü eline geçirdikten sonra hem Müslümanları hem de Kürtleri yok saydı ve iki büyük iç tehlike olarak görüp fişledi. İsmi Türk olup inancı, kültür medeniyeti Türk olmayan yeni bir ulus yaratmaya giriştiler. Bürokrasi içerisinde küresel güçlerin işbirlikçi unsurları, toplumsal bağları çözecek, millet olma şuurunu ortadan kaldıracak şekilde Türklerle Kürtler arasına, Sünnilerle Aleviler arasına devamlı fitne ve fesat tohumlarını ektiler. Sosyalizm etrafında meydana getirilen kamplaşma, mevcut fay hatlarına eklenen yeni bir fay hattı idi.

Bütün alt yapı tahrip edilmiş, teknolojik ve bilimsel alt yapı yok edilmiştir. 600 yıllık bir imparatorluğun mirasçılarının, 3 tarafı denizlerle çevrili bir ülkenin, Kıbrıs çıkartmasına kadar çıkartma gemileri yoktur. O günün şartlarında ağır sanayi yoktur. Makine yapan makineleri yoktur. Savunma sanayi yoktur; montaj sanayi en cari olandır. Ordusu NATO’nun emrinde; askerinin elindeki silahlar da, NATO’nun demode olmuş silahlarıdır. Her kalkınma hamlesi, gizli bir güç tarafından durdurulmaktadır.

Eğitim sistemi, adından başka her şeyi ile gayrı millidir. Kendi tarihinde ve kendi medeniyet havzasında elde edilen başarı, buluş ve ilme katkıya hiçbir yerde yer vermemektedir. Ayrıca eğitimdeki genel yaklaşım, kendi tarihini, inanç sistemini ve kültür medeniyetini aşağılama ve karalama üzerine kurulmuştur. Batı hayranlığı ve taklitçiliği had safhadadır. Yurt dışına eğitime gidenler, ülkelerine dönüşte halkını hor görmekte, kültür ve medeniyetinden nefret etmektedir. İbni Haldun’un tabiriyle, Batı karşısında alınan mağlubiyetlerin etkisi ile oluşan aşağılık kompleksinin tesiriyle, Batı, şekil olarak taklit edilmektedir. Tesettürlüler, başörtülüler aşağılanmakta, devlet dairelerine ve okullara-üniversitelere sokulmamaktadır. Devlet dairelerinde vatandaşlar horlanmakta, ezilmekte ve aşağılanmaktadır. Bürokrasi kendi halkına hayır, yabancılara evet demeyi ilke haline getirmiştir. Ülkenin yeraltı zenginlikleri yabancılara peşkeş çekilmektedir.

Toplum, 1950’ye kadar CHP zulmü altında kıvrandığından bunların dışındaki siyası her yapıyı kurtarıcı olarak görmüştür. Mustafa Kemal’in icazeti ile kurulan Fethi Okyar’ın Serbest Fırkası’na olan ilgi, bunun en güzel örneğidir. CHP kadroları içinden birileri, hemen hemen aynı ilkelere bağlı olarak bir parti kuruyor; halk ise bu partiyi kurtarıcı olarak görüyor. İzmir mitinginde, çocuğu ölen bir babanın çocuğunun cesedini Fethi Okyar’ın ayaklarının dibine bırakırken söylediği sözler, bir dönemin en güzel tasviri idi: “İlk şehidimizi verdik daha da veririz yeter ki sen bizi bu zalimlerden kurtar.”

CHP kadroları içerisinden çıkan DP kadroları, ana felsefede CHP ile aralarında bir fark yoktu. Batı’nın dayatması ve ne olacağı belli olmayan bir sosyal patlama ihtimalinin ortaya çıkması tehlikesinin göze alınamaması ile çok partili sisteme kerhen geçilmiştir. DP hareketi, başlangıcından bitişine kadar CHP kadroları ve bürokrasi tarafından hainlikle, irtica ile suçlanmıştır. 1960 darbesi, Batı’nın desteği ile yerli işbirlikçileri tarafından gerçekleştirilmiştir. Menderes’e memleketi sattı diyen darbeciler, ilk bildirilerinde NATO’ya, BM’ye ve yapılan tüm ikili anlaşmalara bağlı kaldıklarını ilan etmekte bir sakınca görmemişlerdir. ABD büyük elçisinden memurların maaşlarını ödemek için para dilenmekten utanmamışlardır.

Gerek CHP ve gerekse DP mevcut sisteme inanan ve onu yaşatmak isteyen partilerdi. DP, halka pastadan pay verilmesini istemekte; halka inançlarını nispeten yaşayabileceği bir serbesti tanınmasına inanmaktadır. DP’nin devamı olan AP kadroları da, mevcut sistemin inşacısı ve yaşatıcılarıdırlar. Bunla beraber, Demirel ve ekibi de, Menderes ve ekibi gibi irtica ile suçlanmıştır. Siyası arenada yer edinmek ve oyunun kuralı gereği halktan oy alabilmek için ona bir miktar daha taviz vermek zorunda kalmışlardır. 28 Şubat Postmodern Darbe’nin yanında yer almış olmaları, bu iddiamızın gerekçesidir.

AP kadroları, ABD destekli olmalarına karşılık ABD menfaatlerini tehlikeye atacak politikalar uygulamış olmaları ve nispeten ülkeyi kalkındıracak girişimlerde bulunmaları sonucu, 12 Mart Muhtırası ile iktidardan düşürülmüşlerdir. ABD’nin kendilerine tanıdığı sınırların dışına çıktıkları için işbirlikçi iç güçler aracılığıyla iktidardan uzaklaştırılmıştır.

Ordu ve bürokrasi halka yabancılaşmıştır; onu gerici, yobaz olarak görmektedir. Üniversiteler, aydınlar halktan kopuk ve halka düşmandır. Medya, halkı aşağılamakta ve dejenere etmeye çalışmaktadır. Din ve dindarla savaş durmamış, eğitimin tahribatı alıp başını gitmiştir.

Halkın çocukları ailesinden koparılıp kendi halkına düşman hale getirilmiş ve mankurtlaştırılmıştır.

Anadolu’nun bağrında yükselen öfke bulutu, bir hak arama mücadelesine dönüşmek için uygun bir kadro ve lider aramaktaydı. Ahmet Tevfik Paksu, AP’nin içinde iken partide yaptığı bir konuşma, o günün insanlarının nasıl bir arayış içerisinde olduğunu ortaya koymaktaydı: “Bu seçim sistemi içinde daha uygun bir yer bulamadığım için Adalet Partisi’nde bulunuyorum. Fikriyat itibarıyla burayı tamamen kabul ettiğimiz anlamına gelmemeli. Daha iyisini gördüğüm zaman oraya dönerim.”

Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek, 10 Şubat 1970’de, Milli Nizam Partisi’nin (MNP) açılış toplantısında yaptığı konuşmada, Milli Görüş Hareketi’ni; “1946–1969 döneminde kurulan Batı taklitçisi partilerin milleti hor görmeleri karşısında, milletin ilk defa savunma hakkını kullanması harekâtıdır” diye tanımlamaktadır.

Aynı toplantıda Eşref Edip’in yaptığı konuşma bir özlemin dışa vurumundan başka bir şey değildi: “Artık ölebilirim. Çünkü bu milletin 40 yıldır aslına döneceğini savundum. Bugün bunun gerçekleştiğini görüyorum.”

Müslüman halk, CHP ve AP kıskacına alınmıştı. 1950’ye kadar olan CHP zulmü halkı sindirmiş, halk o günleri bir daha yaşamak istemiyordu. Yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ediyor. Ayranı kolay kolay kabarmıyordu. O nedenle CHP gelmesin de ne olursa olsun psikolojisi içerisinde idi. AP kadroları, CHP öcüsünü kullanarak halkı korkutma üzerine bir strateji geliştirmişlerdi. Halk, Demirel ve ekibinden memnun değildi; fakat gidecek başka bir kapısı da yoktu. Asker Demokles’in kılıcı gibi siyası iktidarların kafaları üzerinde sallanıyordu.  Halk, yargının, 141,142 ve 163’ün kıskacında bunalmıştı. Allah demeniz bile laiklik suçu muamelesi görebilirdi. İnsanlar kuşdili ile konuşuyor; kodlama ve şifreleme yapıyordu. Müslüman bir millet, rahmetli Necip Fazıl’ın deyişiyle, ‘Öz yurdunda garip ve öz yurdunda parya’ idi.

İşte Erbakan ve Milli Görüş Hareketi’ni değerlendirirken, bu şartları göz önüne almak gerekmektedir. Bugün bile İslam coğrafyasındaki birçok ülkenin 1930-1969 Türkiye’sinin şartlarına haiz olduğu unutulmamalıdır. Bu benzerliklerden dolayı İslam dünyasında mücadele eden yapıların, kadroların, Erbakan’ın mücadelesinden elde edebilecekleri çok ders ve tecrübe vardır. Aşağıda bu durum göz önüne alınarak bir değerlendirme yapılmaktadır.

Teşkilatlanma Yapısından Çıkarılacak Dersler

Erbakan’ın mücadelesi salt bir parti mücadelesi, salt bir siyasi mücadele değildir. Erbakan’ın mücadelesinde parti sadece bir unsur, fakat önemli bir unsurdur.  Parlamentoya dönük mücadele ise Türkiye’nin şartlarından kaynaklanan bir imkân olarak görülmüştür. Rahmetli Erbakan hoca, ilk partiyi kurduğu zaman onun yanında yol boyu yığınla yapı (yan kuruluş) kurmuştur. Bunlar, araştırma merkezi, sendika, gençlik derneği, gazete, televizyon, dergi, yardım derneği, meslek dernekleri, uluslararası kuruluşlar, yurtlar, yerel vakıf ve dernekler gibi çok farklı (40 civarında ulusal-uluslararası kuruluş) alanlarla ilgili yapılardır (Şekil–1). Bu geniş teşkilat ağının oluşturduğu yapıya, Milli Görüş Hareketi demekteyiz. Bu geniş ailenin lideri Erbakan’dı. Erbakan hem Milli Görüş Hareketi’nin lideri hem de yasaklı olmadığı dönemlerde partinin genel başkanı idi. İki liderlik onun şahsında birleşmiş ve örtüşmüştü.

Partinin genel merkez, il, ilçe, mahalle, gençlik ve kadın kolları şeklinde bir yapılanışı vardır. Parti gençlik ve kadın kolları, diğer yan kuruluşlardan ayrı olup doğrudan partiye bağlıdırlar. Oysa diğer kadın ve gençlik kuruluşları, Milli Görüş Hareketi’nin liderine bağlıdırlar.

Milli Görüş Hareketi başından beri bu yapıları, siyasi mücadeleye entegre ederek senkron bir faaliyet yürütmüştür. Daha açıkçası bu yapılar, kendi asli faaliyet alanlarından ziyade partinin gücünü artıracak, seçim eksenli bir faaliyet yürütmüşlerdir. Bu, siyasi mücadelenin bir taraftan etki gücünü artırırken diğer taraftan hareket büyüdükçe bir zaafın da ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Kendi asli fonksiyonları olan alanlarda hazırlıklı olamama, projelendirme yapamama, pratiği yapılan bir mücadelenin teorik alt yapısının, temellerinin ortaya koyamama. Pratiğin aşırı gelişmişliğine karşılık teorinin zayıf kalması olarak ortaya çıkan teori-pratik denkleminin bozulması, kadroların, teşkilatların eğitimsiz kalmasına ve dış etkilere açık hale gelmesine neden olmuştur. 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde bu zaaf, sistem tarafından çok maharetli bir şekilde kullanılmış ve hareketin bölünmesi sağlanmıştır.

İslam coğrafyasında mücadele veren İslami kadroların, teori-pratiğin birliği denklemini göz önüne alması, çalışmalarını buna göre şekillendirmesi gerekmektedir. Bu kadar geniş bir ağın kurulması, Milli Görüş Hareketi’nin hem ulusal sisteme hem de küresel sisteme karşı, sınırsız ve topyekûn bir mücadeleyi benimsediği anlamına gelmektedir. Kapanan, yasaklanan her parti, dernek, vakıf ve sendikanın yerine yenisinin kurulması ve parti teşkilatının mahalleye kadar inmesi, 12 yaşından 85 yaşına kadar kadın ve erkek her kesime açılması ve bunları bünyesinde tutması, ulusal ve küresel sisteme karşı, bir güç oluşturma amaçlıdır. Erbakan’a göre bu güç, teşkilatlanmış halkın gücüdür. Milli Görüş Hareketi’ni, Türkiye’deki diğer parti mücadelelerinden ayıran en önemli özelliklerden biri de budur.

Zalimlerin karşısına bir güç çıkarma hedefi, sadece Türkiye ile sınırlı kalmayıp tüm İslam coğrafyasına dönük bir hedeftir de. D-8’lerin kuruluş amaçlarından biri de budur. Erbakan’a göre, başta Batı olmak üzere tüm şer/zalim güçler, sadece kuvvetten anlarlar.

“Çünkü bunlar laftan anlamazlar.  Müeyyidesiz bunlara bir iş yaptırmak mümkün değildir. İşte yeni dünyanın adil esaslara göre kurulması prensibi gözetilerek D–8`ler kurulmuştur.” (1)

Şer/zalim güçlerin karşısında çıkarılabilecek güç nedir ya da ne olmalıdır sorusunun cevabı, Erbakan’a göre, ‘haklı olmak’ ve ‘halkın gücü’dür: “Efendim, bu  gelişmiş ülkelerin karşısına kiminle çıkacaksınız; Bengladeş’le mi, Mısır’la mı .. 800 milyon insanla çıkıyoruz. 800 milyon insanla... Bunların karşısına biz hakla çıkıyoruz. Hak... Hak... Hak… Çünkü bu gün dünyada hakikaten büyük haksızlıklar var. En büyük güç haklı olmaktır.”(2)

Halkın gücü, Batı’ya ekonomik boykot şeklinde ortaya konacak ve Batı’nın ekonomik yapısı dumura uğratılacaktır. Bunun olabilmesi için de halkın şuurlandırılması şarttır: “İslam âleminin boykot ettiği hiçbir ülke uzun süre buna dayanamaz, bunu kullanabiliriz. Bir buçuk milyarlık İslam âlemi yeryüzünde çok önemli bir güçtür. Biz bunları şuurlandırabilirsek Yeni Dünya Düzeni kurulacak demektir.”(3)

Erbakan Hoca, halkın bir güç olarak ortaya çıkarılabilmesi için insanların kafasına, ‘İman Çivisi’, ‘Şuur Çivisi’ ve ‘Cihat Çivisi’ olarak isimlendirdiği üç çivinin çakılmasını söylemesi, böylesi büyük ve zor kutsal bir görevin ifa edilebilmesi içindi.

Sonuç:            

İslam dünyası, Milli Görüş’ün bu teşkilat yapısını, kendi ülke şartlarına uygun hale getirip kullanabilir. Bu noktada Milli Görüş’ün güngörmüş, bedel ödemiş olan tecrübeli kadrolarından yararlanmalıdırlar.

Kaynaklar

1- Erbakan, N., Gayemiz Bütün Beşeriyetin Saadetidir, ESAM-Ankara, 16 Kasım 2005.

2-Erbakan, 09 Aralık 1996 tarihinde parlamentoda bütçe üzerine yaptığı konuşma.

3-Erbakan, Uluslararası Müslüman Topluluklar 4. Kongresi, 4. Kongrenin Rapor ve Teklifleri, İstanbul, 1995, s: 9-10, 37.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...