(Umran Dergisi)
“Rabbin’in yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et.” (16 Nahl 125)
Geçen sayıda örtünme olayının insan fıtratı ile
ilişkisini, yaratılış olayındaki Hz. Adem-İblis mücadelesini odak alarak,
Kur’an ve Sünnet çerçevesinde inceledik. Örtünün, bir aidiyet unsuru olarak
müslüman kadın kimliğinin bir sembolü ve cinsleri birbirinden birlikteliği
koruyarak ayıran koruyucu kalkan özelliğinde olduğunu gördük.
Buradaki incelememizde kılık-kıyafetin değişimine etki eden faktörler ve tesettür düşmanlığının nedenleri üzerinde duracağız.
KIYAFET DEĞİŞİMİNE ETKİ EDEN FAKTÖRLER
Sosyolojik olarak kılık-kıyafet insanların bir gruba aidiyetinin bir sembolü olarak
değerlendirilmektedir:1 İnsanın
duygularını mevkiini, kabilesini, cinsiyetini, yöresini, milletini,
medeniyetini temsil edebilen, ortaya koyabilen önemli bir semboldür.
İnsan giyimine inancın, iklimin, ekonominin, gelenek
ve göreneklerin, medeniyetin önemli etkileri vardır. Bu açıdan “kıyafetin
tarihi”, dinler, adetler, düşünceler, medeniyetler ve siyaset tarihi ile iç
içedir. Kıyafetin değişimine bakarak ferdin veya toplumun düşünce yapısının,
inancının değişimi incelenebilir.
Kılık-kıyafet değişimine etki eden en temel parametre dini inançtır. Bununla beraber toplumların birbirini karşılıklı etkilemesi, özellikle mağlup toplumların galip toplumları taklidi, içinde yaşanılan toplumun örf-adet, gelenek ve görenekleri, sanayileşmenin ihtiyaçları, kapitalizmin kâr ihtirası ve moda hareketleri kıyafet üzerinde son derece etkili olurlar.
KIYAFETİ BELİRLEYİCİ OLARAK DİNİ İNANÇ
Geçen sayıda örtünme ve çıplak kalma olayının, insanın
yaratılışında iblisin Hz. Adem’le eşine savaş açmasının sonucunda ortaya
çıktığnı incelemiştik. Kıyafet tarihinin bu olayla başladığını ifade etmiştik.
Ayrıca Allah’ın bu konuda emir ve yasaklarının neler olduğunu incelemiştik.
Dolayısıyla geçen sayıda kıyafetin dini temellerini tesbit etmiş olduk.
Ancak olayı yalnızca Kur’an ve Sünnet
çerçevesinde ortaya koymuş olmamız örtünmenin yalnızca İslam’a, bugünkü
nitelendirmeler açısından, has bir olgu olduğu gibi bir yanlışlığa bizi
itebilir. O açıdan konunun eksik kalmaması için Kitabı Mukaddes’te örtünmenin
nasıl değerlendirildiğine ve geçmiş kavimlerin durumuna burada yer vermemiz
yararlı olacaktır.
Kitabı Mukaddes’te örtünme, havarilerden olan Pavlus’un Korintoslular’a yazdığı mektuplarda konu edinilmektedir:2
“Ben Mesihe
uyduğum gibi, siz de bana uyun. İmdi herşeyde beni hatırladığınız ve
size teslim ettiğim gibi talimleri tuttuğunuz için, sizi methederim.
Fakat bilmenizi isterim ki, her erkeğin başı Mesih, ve kadının başı erkek, ve Mesih’in başı Allah’tır. Başı örtülü olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her erkek, başını küçük düşürür. Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür; çünkü traş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmüyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut traş olmak ayıp ise, örtünsün. Çünkü erkek, Allah’ın sureti ve izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir. Çünkü erkek de kadın için değil, fakat kadın erkek için yaratıldı. Bu nedenle ve melekler uğruna kadın, bir yetki işareti olarak başını örtmelidir. Bununla beraber, Rab’de ne kadın erkeksiz, ne de erkek kadınsızdır. Çünkü kadın erkekten olduğu gibi böylece erkek de kadın vasıtası iledir, fakat herşey Allah’tandır. Siz kendi nefsinizde hükmedin; kadının örtüsüz Allah’a dua etmesi yakışır mı? Tabiat bile size öğretmiyor mu ki, erkeğin uzun saçlı olması kendisi için hürmetsizlik, fakat kadının uzun saçlı olması kendisine izzettir. Çünkü saçı kendisine örtü olarak verilmiştir. Fakat bir kimse çekişici (tartışmacı) olmak istiyorsa, bizim böyle bir adetimiz yoktur, ne de Allah’ın kiliselerinin vardır.”
Pavlus’un Korintoslular’a yazdığı mektupta kadınların özellikle dua anında örtünmelerinin şart olduğu söylenmektedir. Hıristiyan bilgin Tertulian, örtünmenin fıtri temellerine insanların dikkatini çekerek örtünün zinaya karşı cinsler arası koruyucu bir kalkan görevi gördüğünü ifade etmektedir:3
“Bakire, yalvarırım başını bir örtüyle ört! İffetli edep silahına sarıl, etrafını hicap duvarıyle çevir; cinsiyetine ne kendi bakışlarının ne de gelip geçenlerin bakışlarının sızmayacağı bir duvar ör. Kadınlara ait bu giysiyi bakireliğini korumak için taşı. Kendine, gerçekte olmadığın şeyin görüşünü ver ve sadece Tanrı seni öyle bildiği için hoşnut ol. Ayrıca sen zaten evlisin. Çünkü Hz. İsa ile evlendin; vücudunu ona teslim ettin, onunla nişanlandın ve şimdi nişanlın nasıl istiyorsa öyle giyin. Hz. İsa, dünyadaki gelin ve kadınların başlarında bir örtü olmasını istiyor. Onun nişanlıları ise bu örtüyü herkesten önce takmalı.”
Hıristiyan toplumlarda başörtüsü asırlar boyu bir kadının evli olduğunun bir sembolü olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Cermen kadınlarının kılıklarına ilişkin 4. yüzyıldan kalan belgelerde evli bir kadının başını nasıl örttüğü tasvir edilmektedir:4
“Saçını içine toplamış olduğu ağın üzerine yüzünü de kapatan bir başörtüsü örter, bu başörtü kalçaya kadar iner, bazen önden açık bırakılır veya çene altından yuvarlak bir iğne ile tutturulurdu.”
Hristiyan
bilgin Tertulian’ın ifadeleri ve
yukarıdaki belgede geçen örtünme şekli ile Kur’an-ı Kerim’de Nur Suresi 31.
ayeti kerimedeki benzerlikler dikkat çekicidir. Hepsi de dini kaynaklıdır. Aynı
kökten, aynı özden gelen bilgilerle şekillenmişlerdir.
Daha da ilginç olan eski çağ uygarlıkları üzerinde
yapılan çalışmalarda, kadınların başörtüsü kullandıklarını ve topuklara kadar
inen kapalı giysiler giyindikleri tesbit edilmiştir. Özellikle Hitit devri
mezar taşı kabartmalarında, Frigya’daki İon kültürleri kalıntılarında ve
Süryani mozaiklerinde kadınların başörtülü oldukları belgelenmiştir::5
Eski Yunan’da ise başörtüsü, Zeus’un karısı Hera ve bereket tanrıçası Demetler’in özel sembolleriydi. Homer’e göre örtü, kadın kimliğinin ayrılmaz parçasıdır. Heraklit, Yunanistan ve Mısır’da yaşayan kadınların peçe taktıklarını ifade eder:5
“Giysilerin başa gelen kısmı öyle sarılır ki, yüzün tümü bir peçe ile örtülmüş gibi görünür. Zira sadece gözler ortada kalır, yüzün diğer bölümleri ise, giysinin bir parçası ile tamamen örtülür. Bütün kadınlar bu şekilde beyaz renkli giysiler giyerler.”
Kadının özgür ve iffetli oluşunun sembolü olarak örtünün algılandığına ilişkin ilginç bir hukuk belgesine Asurlular zamanında rastlanmaktadır. Fahişelerle, iffetli kadınları birbirinden ayıran bir sembol olarak başörtüsü kullanılmaktadır:6
“Evli ve dul kadınlar” ev haricindeki yerlerde bulunduklarında, başlarını örtmek zorundadırlar. Bu durum kapatılanlar (esirtu) için de geçerlidir. Kapatılan kadınlar hanımlarına sokakta eşlik ettiklerinde başlarını önermeliydiler. Buna karşılık fahişelerin başı açık olmalıydı. Buna uyulmazsa ağır ceza tehdidi vardı. Bu aynı zamanda tutsak kadınlar için de geçerliydi. Bir erkek kapatılmış bir kadını meşru karısı yapmak isterse, kadının başının tanıklar önünde örtüldüğü resmi bir tören gerekliydi.”
Kur’an-ı Kerim’de Ahzab 59’da geçen mü’min kadınların
özgür ve iffetli tanınmaları, eziyet görmemeleri için örtünmeleri tarzındaki
ifadelerle, Asurlulardan kalan belgedeki fahişelerin başlarının açık, evli ve
dul kadınların ise kapalı olmalarına ilişkin ifadeler arasındaki benzerlik
dikkat çekicidir.
Bütün bu bulgular, Hz. Adem’le İblis arasında başlayan
mücadelenin, tarihin değişik dönemlerinde Allah’ın farklı peygamberleri ile
İblis arasında devam ettiğinin birer göstergesidir. Allah’ın gönderdiği
hidayetçilerin, Allah’ın emirlerini hayata geçirmesi ile toplum, tesettüre
uymuştur. Peygamberlerden sonra gelen sapmalarla topyekün toplumlar veya bazı
kesimleri tesettürden uzaklaşmıştır.
Bu bağlamda tesettür, Hakla batıl arasında ayırıcı bir
çizgidir. Bu, düşünce bazında veya felsefi anlamda böyledir. Fert bazında ise
ferdin bilgisi ve şuuru ile orantılı bir değerlendirme yapmak gerekir.
Onun için tesettür olayını şekli bir mümin olma, olmama tartışmasının ötesine taşıyarak insan zihni üzerine olumsuz etki eden ortamları/faktörleri ortadan kaldırmak ve insanları şuurlandırmak gerekir. Bu şuurlandırmanın yolu da tebliğdir.
MAĞLUPLARIN GALİPLERİ TAKLİT ETMESİNİN ÖRTÜNMEYE ETKİSİ
Farklı toplumların, farklı sınıf ve zümrelerin, farklı
kabilelerin/aşiretlerin tarih içinde birbirinden ayrı özelliklerde giysiler
giyindikleri ve giyimlerini ayırıcı bir sembol ve bir aidiyet unsuru olarak kullandıkları
bilinmektedir. Bir diğer deyişle toplumlar, kendi kimliklerini temsil edecek
şekilde bazı giysileri sembolleştirmişlerdir. Papazların, hahamların,
kahinlerin giysileri, müslüman din adamlarının başlıkları gibi sarık ve fesin
Osmanlı ile özdeşleşmesi, Hint ve Afganlıların başlıklarının Hint ve Afgan
toplumunu çağrıştırması gibi.
Bu açıdan toplumlar, başka toplumun kimliğini temsil
eden giysilerin giyilmesine, bir kimlik sorunu olarak karşı çıkmışlardır. Başka
toplumlara benzememek kavgası vermişlerdir.
Nitekim Hz. Peygamber bu konudaki temel espriyi teşebbüh (bir başka kavme, onun temel ayırıcı alametini benimseyecek şekilde benzemek) hadisi ile ifade etmektedir:7
“Ruhban elbisesi giymekten sakının. Zira kim Ruhban elbisesi giyer veya kendini onlara benzetirse, benden değildir.”
Nitekim Hz. Ömer, Azerbeycan’daki ordu komutanı Ukbe bin Ferkud’a yazdığı mektupta şöyle uyarmaktadır:7
“Lükse, sefahata dalmaktan, müşrik elbisesi giymekten
ve ipek kullanmaktan sakın!..”
Aliyyu’l-Karî, teşebbühü (benzemek), bir toplumun
sembolü olanları taklit etme, benimseme olarak değerlendirmiştir. Hz.
Peygamberin Ruhban elbisesini özellikle belirtmesi, sembol olma, aid olma, temsil
etme açısından teşebbüh kelimesinden ne anlaşılması gerektiğini ortaya
koymaktadır.
Belki de bu noktada elbise, kılık kıyafet; cinsler
arasındaki ayırıcı sembolizmine benzer bir başka fonksiyon icra etmektedir:
İnançların farklılığı sembolizmi. İnançları ayırıcı, belirtici bir sembolizm,
inanç sahiplerinin kasden veya yanlışlıkla rencide edilmelerini sağlayan bir
koruyucu rol üstlenir. Çünkü farklı inanç mensuplarının önem verdiği değerler,
farklıdır. Bir Hindu’nun ineğe atfettiği önemle, bir müslümanın atfettiği önem
farklıdır. Karşısındakinin Hindu olduğunu bilen bir müslüman, elbetteki daha
dikkatli davranacaktır. Bu açıdan farklı inançlara ilişkin sembolizmler,
ilişkilerin daha sıhhatli ve daha tutarlı olmasını sağlar.
İnançları, örf ve adetleri gereği birbirlerine giyim
konusunda muhalefet eden toplumlar, seri mağlubiyet ve başarısızlık
durumlarında bu olgunun tersi bir davranış gösterebilirler. Mağlubların
galipleri taklidi diyebileceğimiz bu davranış, psikolojik ezikliğin bir
sonucudur.
Ardarda gelen mağlubiyetlere, bunalımlara çözüm bulmama durumunda mağlubların başvurduğu çare, galipleri taklit olmaktadır. İbni Haldun bu konunun sosyolojik analizini çok güzel bir şekilde yapmaktadır:8
“Nefs ve kalb, daima kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Yenilen kimse buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin, adet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu galebenin sebepleri ile karıştırır. İşte bu yanılgılardan dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir. Oğulların babalarını örnek edinmek istemeleri, onların olgunluk ve üstünlüklerine inanmış olmalarından ileri gelir. Aynı şekilde komşu kavimlerden biri ötekine üstün ise, mağlup olan, büyük ölçüde kendisine üstün olan komşu kavme benzemeye ve onu kendisine örnek almaya çalışır. O kavmin hali ve adeti bu yolla onlara sirayet eder.”
Tarih bunun ilginç örnekleri ile doludur. Tarihteki en
ilginç örneklerden biri Deli Petro’nun
Rusya’nın geri kalış nedenini, Avrupalı gibi giyinip yaşamamakta aramasıdır.
Uzun sakallı Rus erkeklerini yakalayıp zorla traş ettirmiştir. Kadınlı erkekli salon toplantılarını mecbur
tutmuştur. Kalpak yerine şapka giymeyi sağlamak için Moskova’yı top bataryaları
ile kuşatmıştır:.9
Benzer uygulamaların Osmanlı Tarihinde III. Selim, II.
Mahmut ve Abdulmecid zamanında yapıldığını görmekteyiz.
Özellikle II. Mahmut sarık sarmayı yasaklatmış,
kendisi ve devlet ricalı Avrupa tarzı giyinmeye başlamış ve fesi resmi kıyafet
olarak ilan etmiştir:9
Osmanlı İmparatorluğunda ardarda gelen
mağlubiyetlerin, başta padişahlar olmak üzere devletin ileri gelenleri ve
aydınları üzerinde son derece olumsuz etkileri olmuştur. İbni Haldun’un ifade
ettiği eziklik ve taklit etme duygusu tam anlamıyla ortaya çıkmıştır. Kendi
giysilerinden utanır hale gelmişlerdir. III. Selim’e, yakınlarından birinin; “Padişahım,
şapka giyip, Frenk olduk deyip, sokağa yürümekten gayrı çare yoktur” demesi böyle bir psikolojinin
sonucudur:10
Nitekim Almanya’ya bir heyetle ziyarete giden Seyit Bey’in; “Olmayacak bu iş. Bizim karının başına şapkayı giydirip sokağa
çıkarmalı. Başka çare yok!” tarzındaki çözüm arayışları,
mağlubiyetlerin Osmanlı aydınlarının zihni üzerinde yaptığı tahribatın bir
ölçüsüdür.11
Mustafa Kemal’in benzer duygular içinde olduğu, Yakup Kadri’ye yaptığı bir konuşmadan anlaşılmaktadır. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Binbaşı Selahattin ile Paris’e yaptığı bir seyahati anlatırken kullandığı ifadeler ilginçtir12:
“... Ben ne olur, ne olmaz diye bavulun içine bir şapka koydurdum. Binbaşı Selahattin Bey, “İstemez; ben fesle gideceğim” dedi. “Olmaz birader” dedim. “Sen ne bilirsin, fesin itibarı şimdi yükseldi. Görmüyor musun? Meşrutiyetin ilanından beri bütün Avrupa matbuatı bizi meth ede ede bitiremiyor.” Ben gene ihtiyacı elden bırakmadım. Hududu geçer geçmez şapkamı başıma geçirdim... Bizim arkadaş tren durur durmaz fesli başını pencereden dışarıya uzattı. Sepetlerle dolaşan yemiş satıcılarından birini çağırıyor, başlıyor pazarlığa. Derken aralarında ne oldu bilmiyorum. Seyyar manav çocuğunun başı kızdı ve yüzünü bir şiddetli tehevvürle buruşturarak Binbaşı Selahattin Bey’in suratına şu hakareti savurdu: “Tuh Turkos!” Bereket versin ki tren hareket etmişti. “Gördün mü birader?” dedim. O gene kanaatinde ısrarlı. Fesini terketmek istemiyordu. Paris’e vasıl olunca, manzaramız, artık umumi bir şaşkınlık ve istihza arzetmeye başladı. Rastgele gittiğimiz otelde Selahattin Bey bir ikinci garabet daha yapmasın mı? Ucuza gelir diye mutlaka iki yataklı bir oda istiyordu. Otelin adamları artık kendilerini tutamayıp bize kahkalarla gülmeye başladılar. Bu esnada, o zaman Paris sefaretinde ateşemiliter olan Ali Fethi Bey imdadımıza yetişti. Bizi görür görmez; “bu ne hal, bu ne kıyafet!” dedi.
1910 yılında Fransa’da yapılan Pıcardie manevraları için yapılan toplantıda kendisine söylenen şu sözler Mustafa Kemal’in ruh dünyasını derinden yaralamıştı:13
“Mustafa Kemal Bey, başında bu serpuş bulundukça, diğer meslektaşların, senin çok yerinde olan tenkit ve müşahedelerine önem vermezler.”
Bu ve benzeri olaylar Osmanlı aydınını derinden
yaralamış ve İbni Haldun’un ifade ettiği gibi de buna çözüm olarak, galibi
şekil olarak taklid etmeyi bulmuşlardır. Yaptıkları davranışı, halk nezdinde
meşrulaştırabilmek için bunu bir medeniyet ve çağdaşlık sorunu olarak ele
almışlardır. Tanzimatla başlayıp günümüz Türkiye’sinde hâlâ devam eden kavganın
bu psikolojik yönünü iyi görmeli ve tahlil etmeliyiz.
Mağlubiyetlerin asıl sebeplerine inerek çözüm arama
yerine, şekille çözüm arama tüm mağlup toplumlarda görülebilecek olan bir
şuuraltı olaydır. Bugünün nesilleri, bu sosyolojik zemini iyi analiz etmeli,
ifrata varmadan itidal içinde çözümler aramalıdır.
Örtünmeye, safiyane duygularla bir medeniyet sorunu
olarak görüp karşı çıkanlarla, Şeytan’ın
yolunda bilinçli olarak ilerleyip bilinçli düşmanlık yapanları birbirinden
ayırmalıyız. Her ikisini aynı kefeye koymak hem yanlış, hem de adaletsizlik
olur.
Bu bağlamda kendileri gerçekte örtünmeye karşı olmadıkları halde zorla örttürülecekleri propagandası etkisinde kalıp örtülülere veya örtülü olarak okumak isteyenlerin mücadelesine soğuk bakanlar vardır. Bunları da şeytanın bilinçli takipçilerinden ayırmak ve korkularını gidermek gerekir. Bunun yolunun da tebliğ olduğu gerçeği unutulmamalıdır.
KAPİTALİST DÜŞÜNCE VE MODA’NIN ÖRTÜNMEYE ETKİSİ
Batı’da kapitalizmin ortaya çıktığı andan itibaren
örtünme ile sorunları olmuştur. Örtünün getirdiği sadelik, kapitalizmin tüketim
mantığına tersti. Kâr hırsını engelleyen böylesi bir anlayışa kapitalizmin
savaş açması uzun sürmedi. Batı’da kısa zamanda özellikle kozmetik ve tekstil
sanayii kadın üzerinde moda hareketi ile korkunç bir baskı kurdu.
Bu akımın sonucunda kadın tenden ibaret bir teşhir ve
tüketim aracı haline geldi. Kadın sadece seyredilen, erkekse sadece seyreden; kadın
sadece uyaran, erkek sadece uyarılan olarak değerlendirilir oldu.
Moda tasarımcıları, kapitalizmin istediği tüketimi
körükleyebilmek için, “aşırı uyarı” “uyarı merkezlerinin kaydırılması”, “temel
ayrıntıların abartılıp sivriltilmesi” gibi taktiklerle kadını iktisadi sistemin
birer mahkumu haline getirmişlerdir. Böyle bir sistem, kadını harcanmak zorunda
olan bir araç olarak görmektedir.
Modanın mevsimlik değişimi, yıllara göre açık ve
kapalılığın değişimi, günün saatlerine göre farklılaşması hep tahrik merkezli
bir tüketim ateşini daha fazla yakabilmek içindir. Ne pahasına olursa olsun
sahip olmalısın duygusu, körüklenmektedir. Böylelikle bu akım, yalnızca
insanları çıplaklaştırmıyor; aynı zamanda yolsuzluk ve ahlaksızlık batağına
saplanıp kalmalarını da sağlayabiliyor. Tüketim hastalığına yakalanan aileler
çözülüp yıkılabiliyor. Bütün bu acı, ızdırap ve gözyaşları üzerinde kapitalist
patronlar, sermayelerine sermaye katıyorlar, kârlarını katlıyorlar.
İslam sade bir şekilde örtünmeyi emrettiği, israfı haram
saydığı için kapitalist tüketimin önünde en ciddi engeldir. Onun için bu zümre
İslam’a ve örtünmeye karşı çıkacak, her türlü düşmanlığı ve engellemeyi
yapacaktır. Elbetteki seks endüstrisi,
kadın üzerinden para kazanan tüm sektörler İslam’a ve örtünmeye karşı
çıkacaktır.
Moda hareketinin önünde her kadının direnç göstermesi
mümkün olmayabilir. Temiz duygular içinde olup da modanın yoğun propagandası
altında örtünmeyen veya değişik örtünme anlayışına sahip olanları; şeytanın
izinde bilinçli ilerleyip örtünme düşmanlığı yapanlarla bir tutmamak gerekir.
Bu insanlarımızı, kapitalizmin vahşi kâr dürtüsünün
kurbanı olmaktan kurtaracak çözümleri aramalıyız. Unutmamamız gerekir ki, bu
insanlara din ve dindar hakkında çok kötü şeyler anlatılmış, din ve dindarlar alabildiğince
aşağılanmıştır. Ellerindeki medya aracılığı ile, zihinler üzerine yıllarca
yapılan baskının bir sonucu olarak, bu insanlar, dinden ve dindarlardan
soğutulmuşlardır. O açıdan bu insanlarımızı bir sevgi selinde uyarıp
kurtaracak, onlara doğruyu, güzeli ve gerçeği gösterecek bir anlatıma ihtiyaç
vardır.
Unutmamamız gereken bir başka gerçek de günümüz zalimlerinin zulümlerinin korkusundan pek çok insan, gerçeği gördükleri, bildikleri halde seslerini çıkarmamakta, hatta zalimlerin saflarında görülebilmektedir. Bu insanları da zalimlerle aynı kategoriye koymamak gerekir. Bunları da zalimlerin soylarından ayıracak bir anlatıma ihtiyaç vardır:
“İçlerinden zulmetmekte olanları hariç olmak üzere, kitap ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin...” (29 Ankebut 46)
Ancak böyle bir yaklaşımın sonucundadır ki, toplumsal
mühendisliğe soyunanların uğraşları hüsranla sonuçlanır.
(Devam edecek)
KAYNAKLAR
1- Meriç, Ü, “Sosyolojik Açıdan Kılık-Kıyafet ve
İslam’da Örtünme” İslam’da Kılık Kıyafet ve Örtünme, ISAV, İstanbul, 1987 s.
30-42.
2- Kitabı Mukaddes, I, Korintoslulara Mektup, Bap 11,
1-16, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1988, s. 177.
3- Aktaş, C., Kılık-Kıyafet ve İktidar, Nehir Yay.,
İstanbul, 1989. S: 34.
4- Aktaş, C., A.g.e., s: 34.
5- Aktaş, C.,
A.g.e s: 51-32.
6- Aktaş. C., A.g.e s.:32.
7- Çakan, İ. Sünnette Giyim-Kuşam ve Örtünme, İslam’da
Kılık-Kıyafet ve Örtünme, ISAV, İstanbul, 1987 s.:43-63.
8- Haldun. İ,
Mukaddime, MEB. Ankara, c-I, s. 374
9- Aktaş, e., A.g.e s. 46.
10- Atay, F.R., Çankaya, Ankara, s. 430-431.
11- Yalçın, H.C., Tanıdıklarım-Seyit Bey, Yedigün, No:
183, 9 Eylül 1936 (Aktaran Cündioğlu, D. Başörtüsü Risalesi, Tıbyan Yay., s. 28).
12- Karaosmanoğlu, Y.K., Atatürk, Ankara, s. 108-109.
13- Aktaş, C., A.g.e., s. 139.