1 Ağustos 2023 Salı

KUŞAKLAR ARASI FAY HATTI-1: GENÇLİĞİN KİMLİK ARAYIŞI

(Umran Dergisi)


Giriş

Tarihi süreç içerisinde nesiller arası farklılıklar her zaman olmuştur. Bu durum, şiddeti / dozu değişmekle birlikte nesiller arası gerilimlere sebebiyet vermiştir. Ancak Dijital dünyanın, dijital dönüşümün oluşmaya başlaması, yaygınlaşması ve derinleşmesi ile birlikte kuşaklar arası farklılıklar daha da derinleşmiş, ciddi fay hatları meydana gelmeye başlamıştır. Nesiller; “En iyisini babam bilir.” noktasından; “En iyisini ben bilirim.” noktasına gelerek, anne- babalarını görmemezlikten gelmeye başlamışlardır.

Bu anlayış, tüm ilişkilere farklı boyut ve şiddette yansımaktadır. Bu nedenle geçmiş dönemlere nazaran bugün, kuşaklar arasında çok ciddi fay hatlarının ortaya çıkmasına ve bu fay hatlarının istenmeyen bir enerji ile dolmaya başlamasına neden olmuştur.

Bu değişim ve gelişim tesadüf eseri mi yoksa çok daha büyük küresel bir projenin uygulamaya sokulmasının sonucu mu gerçekleşiyor? Bu soruyu anlık, günlük düşüncelerin üzerinde, çok daha yüksek bir stratejik akılla cevaplandırmak mecburiyetindeyiz.

Eğer anlık ve günlük düşünerek hareket eder, sosyolojik zeminde meydana gelen/getirilen fay hatlarını göz önüne almazsak 1930’dan günümüze kadar yetişen kuşakların, değişik gerekçelerle / komplolarla (hippi gençlik, sol gençlik, devrimci gençlik vb.) harcandığı, tasfiye edildiği gibi; önümüzdeki günlerde de yeni bir neslin, LGBTIQ+ üzerinden tasfiye edilebileceğine şahit olabileceğiz.

Böyle bir ihtimal mevcuttur ve ciddiye alınmalıdır.

O nedenle Kuşak Teorisi ve kuşaklar arası özellikler bir yazı serisi olarak ele alınıp değerlendirilecektir.

Bu yazıda çocukluktan ergenliğe kadar, ergenlik dahil, gençlik dönemi ele alınıp değerlendirilecektir.

KUŞAK TANIMI VE KUŞAKLAR TASNİFİ

İnsanlık tarihi boyunca nesiller/kuşaklar arası farklılıklar hep olmuştur ve olmaya devam edecektir. Önemli olan bu farklılıkları tezada dönüştürmemek, sosyal depremlere sebebiyet verecek sosyal fay hatları inşa edip enerji ile yüklememektir.

Türk Dil Kurumu kuşak kavramını aşağıdaki şekilde tanımlamaktadır:
“Yaklaşık yirmi beş, otuz yıllık yaş kümelerini oluşturan bireyler öbeği, göbek, nesil, batın, jenerasyon”, “Aşağı yukarı aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişilerin oluşturduğu topluluk.”

Tanımlama bünyesinde geniş bir spektrum ve farklılıklar içermektedir. Kuşak tanımında evrensel bir mutabakat söz konusu değildir. Bununla birlikte aşağıdaki tanımlama daha yaygın bir şekilde kullanılmaktadır:

“Kuşak Teorisi; doğum yılları itibarıyla benzer politik, ekonomik ve sosyal olayları yaşayan, eşsiz değer yargıları ve inanç sistemlerini bünyelerinde geliştiren, birbirine benzer kişilik özellikleri gösteren bireylerden oluşan bir topluluğu ifade etmektedir.”

Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi kuşak kavramının biyolojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik, kültürel, dinî, siyasî, teknolojik, sanatsal ve tarihsel boyutları söz konusudur.

Kuşaklarla ilgili kesin bir sınıflandırma yapmak mümkün gözükmediğinden dolayı tarihi süreç içerisinde farklı sınıflandırmalar yapılmıştır, yapılmaktadır.

“Jenerasyonel Sistemler Teorisi” adıyla kuşaklarla ilgili ilk teori inşasını, 14. yüzyılda Tunus’ta yaşamış olan, sosyolojinin kurucusu olan İslâm düşünürü İbn-i Haldun yapmıştır. İbn-i Haldun’un teorisine göre kendine özgü özellikleri buluna 4 farklı kuşak söz konusudur: "Sanatçı Kuşak", "Peygamber Kuşağı", "Göçebe Kuşak" ve "Kahraman Kuşak".

Bugün ise bu sınıflandırma kullanılmamaktadır. Bugün yaygın olarak yapılan ve zaman merkezli kuşak sınıflandırması aşağıda verilmektedir:
• Sessiz Kuşak-Silent Generation / Tradionalists (1925-1945),
• Bebek Patlaması Kuşağı-Baby Boomers (1946-1964),
• X Kuşağı (1965-1979),
• Y Kuşağı (1980-1999) ve
• Z Kuşağı (2000 ve sonrası)

İbn-Haldun İslâm dünyasını da göz önüne alarak yapmış olduğu tasnife nazaran bu tasnif, Batı toplumsal yapısı göz önüne alınarak yapılmıştır. Bu tasnifin bizim toplumsal yapımızla tam olarak uyuşması söz konusu değildir. Buna rağmen bazı ortak paydalar söz konusudur.

GENÇ KİMDİR?

Türkçe sözlüklerde genç ve gençlik aşağıdaki şekillerde tanımlanmıştır:

“Genç: 1. Orta yaşlılık devresine girmemiş olan, civan, nevcivan, şâb, berna. 2. Taze, yeni körpe. 3. Yeni gelişme safhasında olan.
Gençlik: 1.Genç olma hâli, çocuklukla orta yaşlılık arasındaki çağ, şebab, şebabet. 2. Genç olanın hâli, tavrı, tutumu, 3. Bütün gençler”
“Genç: 1. Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı, 2. Gelişmesini tamamlamamış olan. 3. Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç. 4. Zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy. 5. Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan.

Gençlik: 1. Genç olma durumu, İhtiyarlık karşıtı. 2. İnsan hayatının ergenlikle orta yaş arasındaki dönemi. 3. Genç insanların bütünü. 4. Genç bir kimsenin tutumu, toyluk, deneyimsizlik.”

“Genç” ve “Gençlik”in literatürde değişik tanımları vardır. Gerek tanımlarda gerekse yaş aralığında evrensel bir uzlaşma henüz yoktur. Bu durum yol boyu unutulmamalıdır.

Gençlik kavramı genel olarak Biyolojik, Psikolojik ve Sosyolojik bakış açılarına bağlı olarak tanımlanmaktadır:

Biyolojik bakış açısına göre, “Bireyin ergenlik çağının başlamasından büyümenin sona ermesine kadar geçen döneme gençlik dönemi denmektedir.”

UNESCO ve ‘Avrupa İçin Gençlik programı’ bu tanımı benimseyerek 15-25 yaş dilimini gençlik olarak kabul ederken; Türkiye, 14-22 yaş dilimini gençlik olarak kabul etmektedir.
Sosyolojik bakış açısına göre, “Nüfusun buluğa erme ile toplumsal yaşamda tam sorumluluk alma dönemleri arasında kalan kesimi”dir.

Psikolojik bakış açısına göre, gençlik, “ferdin çelişkiler gelgitler, kararsız ve dengesizlikler yaşadığı bir dönemdir.”

Biyolojik, sosyolojik ve psikolojik yaklaşım tarzlarının entegrasyonuna dayanan tanımlamalar da mevcuttur:
“Gençliği dar manada çocuklukla orta yaş arasındaki devre olarak; geniş manada kendinden evvelki çocuklukla kendinden sonraki erginlik kesimi arasında psikolojik, biyolojik ve sosyal açıdan en duyarlı yaş kesitidir.”

“Birbirini niteleyen yaş dilimi, fizikseli duyuşsal ve bilişsel farklılıklar; toplumsal anlamlar; toplumsal konum, toplumsal işlevler, üretim durumu gibi bir çok ölçüt karşısında toplumun diğer kesimlerinden ayrılan ve bu ölçülerce şekillenmiş, kendine özgü görünümleri olan toplumsal bir varlıktır.”

Bu tanımlamaları göz önüne alarak gençlik dönemini aşağıdaki gibi tanımlayabiliriz:

Gençlik dönemini, biyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel ve ahlakı açıdan gelgitlerle dolu bir arayış, bir değişim, bir gelişim, bir olgunlaşma, bir dünya görüşü, bir hayat felsefesi, bir değer sistemi, bir ahlak sistemi arama, bir kimlik ve kişilik inşa etme dönemi, diye ifade edebiliriz.

Gençlik Dönemi Özellikleri

Gençlik dönemi bir değişim, bir geçici hal, bir arayış, kendini bulma, kendi kişilik, benlik ve kimliğini inşa etme ve olgunlaşma hedefli, amaçlı bir dönemdir. Bu nedenle gençlik döneminin alt limiti buluğ olmasına karşılık üst limiti, 35-40 yaşa kadar çıkarmak mümkün olabilmektedir. Bazı araştırmalar da gençlik dönemini, “ergenlik”, “delikanlılık” ve “son gençlik” olmak üzere üç aşamalı bir evre olarak kabul edilmektedir.

Gençlik dönemine ilişkin tasnif ve tanımlamalar, ülkeden ülkeye, coğrafyadan coğrafyaya değişiklik arz etmektedir. Bu geniş yaş spektrum içerisinde tüm gençlerin aynı davranış, düşünce ve tavrı gösterdiğini söylemek mümkün değildir. Vaktinden önce olgunlaşanlar olabileceği gibi hayatı boyu olgunlaşamayanlarda olabilecektir. O nedenle evrensel düzlemde gençlik, homojen bir grup, homojen bir yapı olarak görülmemelidir.

Bununla beraber Dünyanın her tarafındaki gençliğin gösterdiği bazı “ortak özellikler” vardır. Gençlik dönemi denilen çocuklukla olgunluk dönemi arasında ki geçiş döneminde bireyde dört alanda ciddi değişiklikler meydana gelmektedir:
• Biyolojik Değişim
• Psikolojik Değişim
• Sosyal Değişim
• Ahlakı Değişim

Ahlakı değişim, tek başına bir konu olarak ayrı bir yazıda ele alınacaktır.

Biyolojik Değişim

Çocukta ki biyolojik değişim, biri fiziksel diğeri cinsel olmak üzere iki eksende meydana gelmektedir. Çocukluktan ergenliğe geçişte çocuğun fizyolojisinde ciddi değişim olmakta; vücut adeta yeni bir şekil almaktadır. Eller, ayaklar, burun ve çene büyümekte, vücudun değişik bölgelerinde kıllanma olmakta, seste değişiklikler meydana gelmekte, cinsel hormonlarda ve organlarda değişim olmaktadır. Cinselliğin uyanması ile fizyolojik yapıdaki değişimlerin eş zamanlı meydana gelmesi ergeni ciddi bir şekilde etkilemektedir.

Fizyolojik ve cinsel değişim öncelikle karşı cinsle ilişkilerin sorgulanması ve yeniden kurulmasını, gencin kendisine daha derin yönelmesini sağlamaktadır. Kendi fiziksel yapısının başkaları, özellikle karşı cins tarafından nasıl değerlendirildiği, genç için çok önemli olmaktadır. Sürekli ayna karşısında kendini daha çekici kılmanın çaresini aramakta, saçlarına yeni şekiller vermekte, giyindiği elbise ve ayakkabılarına karşı daha hassas davranmaktadır. Çevreye kendini kabul ettirmek, farklı görünmek ve farklı olmak onun için en önemli konudur. Bu nedenle başkalarının özellikle karşı cinsin düşüncelerine dikkat etmektedir.

Bu biyolojik değişim, ergenin psikolojisini ve sosyal davranışlarını etkileyerek psikolojik ve sosyal değişimi hızlandırmaktadır. Bu, en netameli, en sarsıntılı bir sürecin başlamasına neden olmaktadır. Böylece gencin hayatında, kararlı hale ne zaman ulaşacağı kestirilemeyen bir geçici hal dönemi başlar. Genç kendisi ile, ailesi ile, çevresi ile ve o ana kadar elde ettiği ve inandığı değerler sistemi ve ahlak sistemi ile, içinde yaşadığı toplum ve sistemle adeta bir hesaplaşmaya girmektedir.

Psikolojik Değişim

Ergenlik sürecinde gencin psikolojisinde de ciddi değişiklikler meydana gelmektedir. Med-cezirli bir ruh hali oluşmaktadır. Gencin duyguları değişkendir. Duygusal, alıngan ve kırılgandır. Çevreyi etkilemek, kendini ispatlamak istemektedir. Bütün düşünce dünyası anlık çalışmaktadır. Uzun vadeli sonuçlarla ilgilenmemekte, anı en iyi şekilde yaşamak istemektedir. Hayal dünyası çok geniştir.

Bir taraftan kendine aşırı güvenir, diğer taraftan güvenmez. Gelecek korkusu kendisini sarıp kuşatır. Nasıl bir okul, nasıl bir meslek ve nasıl bir iş seçeceği kafasını meşgul edip durur. Ruh dünyasında sürekli okul, meslek ve iş arar. Bütün meslekleri ve işleri hem beğenir hem beğenmez. Gerçekte o arayış içerisindedir, fakat ne aradığını bilmez. Kendisi her şeyi sorgular ve fakat kendisinin sorgulanmasını istemez. Kendisi tartışmacıdır ve fakat kendi düşüncelerinin tartışılmasını istemez. Kendini hem değerli hem de değersiz görür. Kendisine değer verilmesini ister.

Çabuk sevinir, çabuk üzülür, anı sinirlenir, tepki koyar. Tepkileri önceden kestirmek mümkün olmayabilir. Bazen en basit şeyleri sorun yapar.

O gerçekçi değil idealisttir. Kendisinin eleştirilmesinden hoşlanmaz ancak kendisi sürekli eleştirebilir. Özellikle anne ve babasına karşı bu konuda acımasız olabilir.

Hayatın merkezine kendisini koyduğu için istekleri sonsuzdur. Kendine tanınan hakları ve imkanları yetersiz bulur. İsteklerine kısıtlama ve yasaklama getirilmesine tepkilidir.
Ergenlik dönemine giren gençlerin, duygu, düşünce, tutum ve davranışlarında gelgitler var olması, geçici hal olgusu, onun ev halkına karşı sert, kırıcı davranmasına sebebiyet verebilir. Bu dönemlerde ki gerilim ortamlarında anne- babalarının bu davranışlarından ötürü gence “Sen bir ergensin, onun için böyle davranıyorsun.” demeleri, onları çileden çıkarmakta ve tepkilerini daha da artırmaktadır. Ergenlik süreci anne- babalar tarafından daha dengeli ve olgun bir şekilde yönetilmelidir.

Her türlü otoriteyi reddetme eğilimindedir. Coşkuludur, ataktır ve fedakardır. Maceracıdır, eylemcidir. Otoriteye karşı kolayca baş kaldırır. Adaletsiz ve haksız olarak nitelediği her şeye karşı çıkar. Uygun ortam bulduğunda tepkisini en açık bir biçimde ortaya koymaya kalkar. Acımasız olabilir. Beklemeye tahammülü yoktur. Sabırsızdır, acelecidir.

Ergenin kendisine seçeceği onunla benzeşeceği, özdeşleşim kuracağı rol modeller aradığı dönem bu dönemdir. Bu dönem bir arayış, bir sorgulama dönemidir. Bu dönemin sancısız atlatılabilmesi; bu zamana kadar alınan terbiyeye, aileye, içinde yaşanılan okul, çevre, arkadaş grubuna, toplum ve sisteme bağlı olacaktır. Çünkü bunlar onun rol modelleridir. Bunlarla özdeşleşme içerisine girmektedir.

ERGENLİK BİR ÖZDEŞLEŞME DÖNEMİDİR

Genel olarak insanların özelde ergenlik dönemindeki gençlerin, sosyal ve duygusal davranışları üç farklı şekilde öğreneceği kabul edilmektedir:
• ‘Deneme –yanılma’,
• ‘Doğrudan öğrenme’,
• ‘Dolaylı öğrenme’ (Taklit, özdeşleşme ve model alma’).
Bu öğrenme şeklilerinden Özdeşleşmenin çocuk ve ergenin hayatında ayrı bir yeri vardır.

Özdeşleşme, “Gençlik çağına ait ruhsal yapı içerisinde aile bireylerinden başlayarak çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru gittikçe genişleyen bir alanda gencin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak etkilendiği, benimsediği duygu, düşünce, tutum ve davranışlardan oluşan bir süreç” olarak tanımlanmaktadır. “Aşırı duygusal bir bağlanma ile model alınan kişinin kişiliğinin taklit edilmesidir.”

Özdeşleşmenin gerek şartı, muhataba duyulan duygusal bağlılık ve güvendir. Dolayısıyla Özdeşleşme, bir ilişkiler zincirinin doğal sonucu olarak oluşur. En çok ilişki kurularak kendisine bağlanılan, güvenilen kişi, çocuğun o olmak istediği kişidir. Çocukta ki gelişime bağlı olarak ilişki zinciri genişleyeceğinden Özdeşleşme, aileden dış çevreye doğru yayılarak genişler. Bu durumda özdeşleşmede etkili unsurlar aşağıda verilmektedir:
• Aile Bireyleri (Anne, baba, kardeş, dede, nine, amca, dayı vb.),
• Yakın Çevre (Arkadaşlar, öğretmenler)
• Uzak Çevre (Güçlü başarılı ve meşhur kimseler, siyası ve dini liderler, tarihi Şahsiyetler, sanatkârlar, futbolcular, film kahramanları vb.).

AİLEDE ÖZDEŞLEŞME

Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde bireyin üzerinde en etkili olan unsur, onun birlikte yaşadığı ailesidir. Ancak ergenlik döneminde çocuk o zamana kadar içinde yaşayıp büyüdüğü ailesinin kendisini sözüne değer verilen ayrı bir fert, ayrı bir varlık ayrı bir kişilik olarak kabul etmesini ister. O ailenin içinde kendi başına ayrı bir şahsiyettir. Artık kendi bağımsız tercihleri vardır. Bu tercihleri, kendisi için daha yararlı, daha cazip görmektedir. Genç kendine göre giyinmek ve yemek istemektedir. Eve istediği zaman gelip istediği zaman çıkmak, haber vermemek, izin istememek de bu surecin doğal sonucudur. O kendisini ayrı bir varlık olarak göstermek, ispatlamak için çalışmaktadır.

Ailesine, arkadaşlarının ailelerini örnek vererek kendini haklı göstermeye çalışır. Artık bu surece girildi mi ailenin tüm bilgileri, davranışı, tutumu ve tezatları gencin kafasında yargılanır. Genç kendisini ailesinin bir kuklası olarak görebilir ve tepkisi sertleşebilir. Aile içi bir kavga başlayabilir. Böyle bir gelişme, gençte aile içerisinde özgür bir tartışma ve konuşma imkânının olmadığı duygusunun oluşmasına sebebiyet verebilir. Ne desek, ne istesek ve ne söylesek yanlış anlaşılıyor, ‘Bu evde özgür bir ortam yok!’ duygusuna kapılabilir.

Ailesine arkadaşlarının ailelerini örnek gösteren gence, anne babası arkadaşlarını kendisine örnek olarak gösterdiğinde, sunduğunda aşırı bir şekilde öfkelenmekte ve de tepki vermektedir. Bu ergenlik döneminin çok tipik bir davranışıdır. Anne-baba bu gerçeği görerek hareket etmelidir.

Ailede sürekli bir gerginliğin olması, ailenin kendisini umursamadığı, kendisine değer vermediği, kendisine ayrı, bağımsız bir birey muamelesi yapmadığı sonucuna ulaşmasına neden olabilir. Kendini aileden dışlanmış görebilir. Medyanın özellikle sosyal medyanın ve sistemin oluşturduğu bir atmosferle var olan gerilimi, haklı veya haksızlık bağlamında değil, kuşak farkı bağlamında ele alarak aileyi demode olmuş değerlerin, kültürün bir parçası olarak görüp kayda değer bulmamaya karar verebilir. İlişkiler şeklileşir ve ruhsuzlaşır. Aile ile ilişkilerini, sevgi ve saygının ötesine kaydırarak çıkar ilişkisine, paraya indirgeyebilir. Parası olsa, ailenin kahrını çekmeye değmez olduğuna inanabilir.

Genç huzursuzdur ve bu huzuru aile ortamının dışında aramaya başlayabilir. Arkadaş çevresi, dış çevre ve sanal ortam onun yeni dostları ve rehberleri durumuna gelebilir. Bunlar onun yeni rol modelleridir artık.

Ergenlikle beraber ana babadan bağımsız olarak davranma gençte bir eğilim olarak var olur. Bu kimlik arayışının, toplumda ayrı, sözü geçer bir fert olarak yer edinme isteğinin doğal, fıtri bir sonucudur. Ergende toplum içerisinde kendine ayrı bir rol belirlemek isteği vardır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu özerk veya bağımsız olmanın hudutlarının nasıl çizileceğidir.

Gencin aile ile ilişkileri, buluğ öncesi dönemdeki gibi olamayacaktır. Ancak ergenlik döneminde de başıboş bir ilişki olmamalıdır. Aileler bu dönemi, bu döneme kadar olan çocukluk diye tanımlanan dönemde çocuklarına kazandıracağı değerler ve verecekleri terbiye ile minimum zararla atlatabilirler. 13-14 yaşına kadar çocuğa bir şey vermeyip, bir alt yapı kazandırmayıp, buluğla beraber yaşanacak olan sorunları, sihirli bir değnekle çözmek mümkün gözükmemektedir. Çocukluk döneminde sağlam bir alt yapı oluşmamışsa, sağlam bir değerlendirme ve filtreleme mekanizmasına sahip değilse, iletişim kanallarının, özellikle, internet ve sosyal medya ortamının sunduğu bilgilerin veya mesajların yoğun baskısı altında gerçeği bulması mümkün olamayabilir.

Aile İçi Özdeşleşmede Etkili Faktörler

Aile, özellikle, anneler çocuğun yeni bir döneme girdiğini kabullenmelidirler. Onun bir kimlik arayışında olduğunu, kişiliğini inşa etmek için doğal bir sürece girdiğini görebilmelidirler. Eski tarz müdahalelerin, gençte tepki doğurduğunu, yeni bir yaklaşım denemek gerektiğini kabullenmek zorundalar. Artık etkileşim sadece aile ile çocuk arasında meydana gelmemektedir. Çocukluk döneminde aile çok etkili iken ergenlikle beraber aile dışında birçok faktör (yakın ve uzak çevre) devreye girmektedir. Bununla beraber aile bireyleri ergen açısından birer model olup ergen, ilk onlarla özdeşleşme içerisine girmektedir. Aile bireyleri ile özdeşleşmede ergenin kız veya erkek olması bir faktör olarak farklılık gösterir. Aynı zamanda özdeşleşme, anne, baba, kardeş, dede, nine, hala, teyze, amca, dayı ile yapılmaktadır. Kız ya da erkeğin anne ya da babadan birini rol model alarak onunla özdeşleşmesini sağlayan en önemli parametreler, “Sevgi”, “Güç ve Üstünlük”, “Benzerlik”, “Disiplin Anlayışıdır”.

Aile içi Özdeşleşmede Sevgi Faktörü

Yaradılışın bir kanuniyeti olarak sevgi varlığın, neslin devamı için en önemli bir parametredir. Bir annenin çocuğu için katlandığı çile, gösterdiği aşırı fedakârlık, fıtratın bir yasası olan sevgiden dolayıdır. Sevgi hangi yaşta olursa olsun aile yapısını, dayanışmasını sağlayan temel unsurdur. Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde sevgi, gençler açısından daha anlamlı ve daha etkilidir. Sevgi, şefkat ve merhamet çocuk ve ergenin psikolojik ve sosyal gelişiminde önemli roller oynar. Onun geleceğini şekillendirir, davranışlarına bir olgunluk ve güven katar.

Sevgi, çocuk veya ergenin aile bireyleri ile özdeşleşmesini sağlayabilir. Bunun için sevginin çocuk veya ergene yansıtılması, hissettirilmesi gerekir. Bizim gibi toplumlarda sevgisini en iyi tarzda gösterebilenler anneler, dedeler ve ninelerdir. Babalar, otoritenin temsilcisi olup çocuklarına karşı genelde mesafelidir:

“Özdeşleşmede annenin sevgi, şefkat ve fedakârlığı etkili iken; babanın anlayışlı oluşu, aileye bağlılık, çocuk ve ergenle daha rahat ve olgun iletişim kurabilme özellikleri etkili olmaktadır.”

Anne kadar -o üslup ve tarzda olmasa dahi- babaların da sevgilerini çocuklarına mutlaka hissettirmesi gerekir. Böylelikle aile içerisinde sevgiye dayalı bir otorite inşa edilmiş olur.

Bugün çalışan anne ve babalar, çocukları ile yeterince ilgilenebildiği ve ona gerekli sevgiyi aktarabildiği biraz şüphelidir. Özellikle kreş ortamında yetişen çocukların ergenlikte daha sorunlu hale gelebilme tehlikesi mevcuttur. Onun için dede ve ninelerin aile içi sevgi aktarımında ve çocuk terbiyesinde alacakları rol, çok daha önemli hale gelmiştir.

Her şeyde olduğu gibi dengeli, ölçülü bir sevgi anlayışı özdeşleşme için önemlidir. Sevgide aşırılık, çocuğun kişiliğinin oluşmasını olumsuz etkileyebilir.

Aile içinde çocuğa karşı olan ilgisizlik ve sevgisizlik, çocuğu dış dünyaya yönlendirebilir. Sevgi ve ilgi dış dünyada aranmaya başlanır; orada da gerekli ilgi ve sevgi bulunamaz ise çocuk ya kendi içine kapanır ya da sanal dünyaya yönelir. Bu da gencin kendine olan güvenini yıkarak tek başına ayakta kalamama, sorumluluk üstlenememe gibi bir sonucu doğurabilir.

Çocuğa bir hareket ve serbestlik alanı tanımayan aile içi aşırı ilgi, sevgi ve ihtimam, çocuk ve ergende bıkkınlık, rahatsızlık meydana getirmektedir. Bu durumda çocuk ya da ergen aileden uzaklaşma eğilimi içerisine girmekte ve aileyi önemsiz addetmektedir. Dış dünyaya yönelen çocuk orada da dengeli bir ilgi, sevgi ve ihtimam bulamaz ise ya kendi içine kapanmakta ya da sosyal medyaya bağımlı hale gelerek bireyselleşmekte ya da madde ve/veya teknoloji bağımlısı olmaktadır.

Çocuklara gösterilen sevgi tarzı ile ergenlere gösterilen sevgi tarzı aynı olmamalıdır. Çocuğun istediklerini almak, onun başını okşamak, onu öpmek bir sevgi gösterim şekli olabilir. Ergenlere sevgi yönetmek, onun isteklerini sadece almak şeklinde olmamalı, onu okşamak veya öpmek de yeterli değildir. Yaşadığı gelgit olayına denk düşecek bir sevgi gösterimi gerekir. Bunun için kendisine değer vermek, onu önemsemek, yetişmiş yerine koymak, aile içi kararlara onu iştirak ettirerek sorumluluk yüklemek, başarılarını takdir etmek ve başarısızlıklarını abartmamak gerekir. Başarısızlıklarını ne görmemezlikten gelmek ne de abartmak. Sendeletmek ve fakat düşürmemek. Böylelikle başarısızlıklarının bir güven krizine dönüşmesine mâni olmak gerekmektedir.

Aile İçi Özdeşleşmede Güç ve Üstünlük

Çocukluk döneminden ergenlik dönemine geçilirken model alarak özdeşlemede etkili olan parametre, sevgiden güç otorite ve hakimiyet alanına kaymaktadır. Ergen gücü, hakimiyet kurmayı, başarıyı, saygınlığı referans olarak almaktadır. Ergenler genellikle aile içerisinde hakimiyet kuran bireyi model alarak onunla özdeşleşme içerisine girmektedir. Yapılan çalışmalara göre babanın hakimiyeti olan ailelerde ergenler baba ile; annenin hakim olduğu ailelerde anne ile özdeşleşmektedirler. Babanın hakimiyetinin olduğu ailelerde yetişen erkek çocuklar, annenin hakimiyeti olan ailelerdeki erkek çocuklardan daha uyumludurlar.

Aile İçi Özdeşleşmede Benzerlik Faktörü

Özdeşleşmede benzerlik faktörü cinsiyet, fiziksel ve psikolojik (mizaç, huy, karakter, davranış) benzerliklerdir. Bunlar arasında cinsiyet faktörü, genellikle, kızların anneleriyle erkeklerin babaları ile özdeşleşmesinde etkili olmaktadır. Bununla beraber, model almada diğer fiziksel ve psikolojik benzerlikler etkili olabilmektedir.

Aile İçi Özdeşleşmede Disiplin Faktörü

Aile içi disiplinin oluşturulmasında aile bireylerinin izlediği yol, takındığı tavır önemlidir. Aile içi disiplin iki kategoride ele alınmaktadır: Güç Kaynaklı Disiplin, Sevgi Kaynaklı Disiplin.
Sevgi Kaynaklı Disiplin, “İstenmeyen davranışlarda bulunan bir kişiyi, onu ikna ederek vaz geçirmeye çalışma, hayal kırıklığı gösterme, ona aldırmaz gibi davranma, sevgi, şefkat ve anlayışın şarta bağlı olarak verilmesi” şeklinde tanımlanırken; Güç Kaynaklı Disiplinde, “İstenmeyen davranışlarda bulunan kişinin suçuna karşılık olarak onu tehdit etme, azarlama, bağırma, dayak vb. fiziki cezaya çarptırma” şeklinde tanımlanmaktadır.

Güce dayalı cezalandırma ile oluşturulan disiplin anlayışı, yüzeysel kalmakta, genellikle bireyin ruh dünyasında gerekince bir yankı bulmamaktadır. Aile bireylerine karşı olumsuz bir şuur altının oluşmasına sebebiyet vermekte, ergen aile dışına yönelerek aile dışında özdeşleşmeye gireceği bireyler aramaktadır. Disiplini güce dayalı olarak kurmada ısrarlı olma, ergenin aileden soğumasına, gücü yettiği anda da isyan etmesine neden olmaktadır. Bu durumda çocuk veya ergen, model alma, özdeşleşme yoluyla aileden öğrenmeyi kesebilmektedir. Taklit edeceği, benzeyeceği insanları ailenin dışında aramaktadır.

O nedenle güce dayalı disiplin anlayışı, tek başına kullanıldığı takdirde yarardan çok zarar getirmektedir. Cezalandırılmaya karşı çocukta bir bağışıklık sistemi oluşabilmektedir. ‘Haklı da olsak haksız da olsak nasıl olsa ceza yiyeceğiz!’ anlayışına kapılan çocuk, cezayı hak ederek yemeye talip olabilmektedir. Pratik ve araştırmalar bunu göstermektedir. Ayrıca ferdin şuur altına bu tür bir disiplin anlayışı yerleştiğinden yaşamı içinde kendisine karşı yanlış yapıldığına inandığı durumlarda, daha saldırgan, uzlaşmaz ve cezalandırıcı bir tavır sergilemeye çalışmaktadır.

Bu nedenle sevgiye dayalı disiplin anlayışı, aile içerisinde tercih edilmesi gereken bir disiplin olmalıdır. Sevgiye dayalı disiplin anlayışında ikna etme, pişmanlık duygusunu harekete geçirme vardır. Kendisini başkalarının yerine koyarak düşünmesini sağlamak, gelecekte kendi çocuklarının olacağını, aynı şeyleri kendisine yaptıklarında bundan hoşnut kalıp kalmayacağının sorgulamasını yaptırmak gerekir.

Disiplin anlayışında çocuk veya ergene neyi yapamayacağının yanında, neyi yapabileceği de öğretilmelidir. Öğrenmenin önemli yollarından biri olan özdeşleşme, model edinme, özdeşleşmenin aile içerisinde başarılması durumunda ergen için son derece önemli bir öğrenme aracı olacaktır. Çocuk, sorgulamayarak, taklit ederek ailedeki değerleri genellikle benimser, içselleştirir. Böylelikle anne babalar, kendi değerlerini bu yolla çocuk ve ergenlere aktarabileceklerdir. Böylelikle aile, terbiyenin en etkili ve en önemli araçlarından biri olacaktır.

Yakın Çevrede Özdeşleşme: Arkadaşlar, Öğretmenler
Yakın çevre ile yüz yüze temasın olduğu, birlikte bulunulabilen çevredir. Bu çevrede arkadaşlar ve öğretmenler yer almaktadır. Çocuk ilk okula başladığı andan itibaren bu çevreden çok fazla etkilenir.

Ergenliğe doğru başlayan bağımsızlık arayışı, ergenlikte zirveye ulaştığından kendini ayrı bir birey, ayrı bir dünya olarak görür ve kendini ayrı bir varlık ve şahsiyet olarak kabul ettirmek için ilişkileri aileden dışarıya doğru kaydırır. Bu işin doğal seyridir. Toplumda kendine bir yer edinmek isteyen, kendisine rol belirleyen ergen bu isteğini, bir arkadaş grubu edinerek göstermeye çalışır. Arkadaş grubu, onun ikinci ailesidir, sığındığı önemli bir limandır.

Çocuğun büyümesine paralel olarak arkadaş grubunun çocuk üzerindeki etkisi gittikçe artar, ergenlikte zirveye ulaşır. Anne, babası ve öğretmenleri ile paylaşamayacağı düşüncelerini ve sırlarını arkadaşları ile paylaşır. Arkadaş grupları bazı özellikler, normlar etrafında şekillenir. Düşünce ve davranışlarda ortak bazı özellikler vardır. Fert, grup içerisinde ancak bu normları benimsediği ve onlara uyduğu sürece kalabilir. Çevre kazanmak, çevrede tutunabilmek özel bir gayret ve fedakârlık gerektirir. Grup içinde kalmak, grup tarafından aranılır olmak ergen için kendisine verilen değerin, önemin bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Arkadaşları tarafından beğenilmek, aile tarafından beğenilmekten daha önemli olabilir. Ailenin istediği giyim kuşam yerine, arkadaş grubunun benimsediği giyim kuşam tercih edilebilir.

Bu noktada Hz. Peygamberin yaptığı aşağıdaki hatırlatmaların olayı çok açık bir şekilde özetlemektedir:
Hz. Peygamber (sav.): “Kişi dostunun dini/ahlakı üzeredir. Öyle ise her biriniz kiminle dost olduğuna iyi baksın.”
Hz. Peygamber (sav.): “Kişi sevdiği ile beraberdir.”
Hz. Peygamber (sav.): “Yalnız Mümin ile arkadaş ol.”

Gruptan dışlanmak, buluğ çağına girmiş bir genç için çok ağırdır. Ergen, dışlanmayı kolay hazmedemez. Böyle bir dışlanma ile oluşan boşluk, kısa zamanda doldurulamazsa ergen bunalıma düşebilir ve çevre ile ilişkiyi koparabilir. Arkadaş boşluğunu sanal alemde arayabilir. Bilgisayarın ve cep telefonunun başında saatlerce oyun oynama, Chat yaparak vakit öldürme, böyle bir psikolojinin ürünü olabilir. Tedbir alınmazsa genç teknoloji bağımlısı olabilir. Daha da vahimi madde bağımlısı olmasıdır.

Ergen, arkadaş grubuyla özdeşleşerek birçok bilgiyi, davranışı ve değeri gruptan kazanabilir. Aileler için en ciddi sorun grubun norm ve değerleri ile ailenin norm ve değerlerinin birbiri ile örtüşüp örtüşmediğidir. Norm ve değer örtüşmemesi, gençle aile arasında çatışmaya neden olur. Bunun için aileler ergenliğe ulaşmadan çocuklarının çevresini ve arkadaş gruplarını inşa etmeye çalışmalıdır. Aile, seçeceği disiplin anlayışı ile bu gerginliği, çatışmayı minimum zararla atlatmanın çarelerini aramalıdır.

Yakın çevrede çocuğun üzerinde etkili olan unsurlardan biri de onun öğretmenleridir. Çocuk açısından İlkokul öğretmeni tartışılmazdır, hatasızdır ve her şeyi bilendir. Çocuklar için ideal modellerdir. Ortaokul ve lise dönemlerinde öğretmenlerin etkisi gittikçe azalır. Ancak iyi iletişim kurabilen ve öğrenciye değer verenler, öğrenciler için model olabilmektedirler. Genç bunlarla özdeşleşme yaparak birçok değeri, davranışı onlardan almaktadır.

‘Uzak Çevre’ ile Özdeşleşme

Aile, okul, arkadaş grupları içerisinde düşünceleri, tutum ve tavırları gittikçe zenginleşen ergenler, aynı zamanda yakınında olan insanların kusurlarını, eksikliklerini de görmektedirler. Bundan dolayı kendini daha yeterli, daha kâmil görerek dikkatlerini ‘uzak çevreye’ yöneltebilirler. O zamana kadar kazandıkları bilgi ve tecrübe ile gözlerini daha yükseklere dikebilirler. Artık onların model adayları, meşhurlar, başarılı olanlar, değişik kabiliyete sahip sporcular, sanatkârlar, gazeteciler, iş insanları, siyası ve dini liderlerdir. Bir kısmının karizması, bir kısmının fikirleri, bir kısmının fiziği, bir kısmının da meşhurluğu model seçilmelerinde etkili olmaktadır. Buradaki özdeşleşme yaş gruplarına bağlı olarak değişmektedir:

“Ergenliğin ilk dönemi olan 12-14 yaş grubunda sporcularla özdeşleşme gençler için önem taşımaktadır. Yine bu yaş grubunda siyasi liderle özdeşleşme en az seviyede gerçekleşmektedir. Sinema, televizyon ve sahne sanatçıları, artan yaş ile birlikte ergenlerin nazarında önemini kaybetmektedir. 15-17 yaş grubu ile 18 ve daha büyük yaş grubunda gençler artık sosyalleşmeye başladıkları için ülke problemlerine ilgilerinde artış olmakta ve siyasi liderleri kendilerine model almaktadırlar.”

Tarihi Şahsiyetlerle Özdeşleşme

Yaşının ilerlemesine bağlı olarak ergen, yakın ve uzak çevrede edindiği modellerin eksikliklerini, kusurlarını daha fazla görmeye başlar. İdeal düşünme alışkanlığında olan genç için modellerde eksik ve kusur olmamalıdır. Kendisini artık yetişkin, olgun ve tecrübeli görür. Hayatın değişik yönlerine vakıftır. Eğitim ve öğretim sürecinde ve internet-sosyal medya ortamında öğrendikleri ile kendini daha mükemmel görüp daha mükemmele, daha ideale yönelmesi gerektiği fikrine sahip olabilir. Artık onun için mükemmel, tarihte büyük işler başarmış tarihi şahsiyetlerdir. O nedenle genç kendisine tarihi şahsiyetlerden rol modeller arar. Bu aşamada bağlılık veya hayranlık, şahsın kendisinden ziyade onun ortaya koyduğu fikirler, düşünceler başarılar ve eserlerdir.

GENÇLİK DÖNEMİ BİR SORGULAMA VE KİMLİK ARAMA DÖNEMİDİR

Buluğla beraber başlayan biyolojik, psikolojik, kültürel ve ahlakı değişim gençte bir kimlik arayışına neden olur. Ben kimim? Ne olacağım? Hayatın, yaşamın manası nedir? Ben nereye aitim? Bana bugüne kadar öğretilenler ne derece doğrudur? Bir ergenin özdeşleme sürecinde başarmak zorunda olduğu en hayati görevlerden biri kendine bağımsız bir kimlik inşa edebilmesidir. 

Merak ve sorgulama, bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Bu arayış ve sorgulama, onun hayata yükleyeceği anlam için önemlidir. Bu ana sorgulama, onu ya dinginliğe ya da med-cezir anaforuna götürecektir. Genç, çocukluktan başlayarak aile, arkadaş grubu, öğretmenleri, uzak çevre ve tarihi şahsiyetlerle oluşturduğu özdeşim ile kazandıklarını ve diğer yollarla elde ettiği kazanımları içselleştirerek kendine mal edebilmelidir. Böyle bir sentezleme ile elde ettiği değerler, tutum ve tavırlar, onun benliğinin bir parçası haline getirilerek kimliğini oluşturmaktadır. ‘Kimlik özdeşleşmenin bittiği yerde başlamaktadır.’

Kimliğin oluşumu ile Kim olduğu? Kimlere ait olduğu? Hangi iklime ait olduğu? Nereden gelip nereye gideceği? sorularının cevaplarını bulmuştur. Genç; bu kimlikle aynı ortak değerleri, gelenekleri, örf ve adetleri paylaşan toplum veya toplumun alt grupları ile bir aynılaşma ve bütünleşme içerisine girer. Aidiyet duygusu kazanır. Kimlik gence ayakta durmayı, cesaretli ve kararlı olmayı öğretir, özgüven verir, güçlü ve şahsiyetli kılar.

Gencin böyle bir kimliğe ulaşabilmesi için özdeşleşim içerisinde bulunduğu bütün aktörlerin, aldığı eğitimin, yaşadığı ortamın ve bütün bilişim kanallarının birbirleri ile uyumlu olması gerekir. Aile ile okul, aile ile arkadaş grubu, aile ile uzak çevre, aile ve okul ile uzak çevre ve ortam / sistem ve küresel mekanizma birbirleri ile çatışıyorsa, bir gencin güçlü bir kimlik ve kişilik inşa etmesi son derece zor olacak ve gelgitler yaşayacaktır. Parçalanmış bir kimlik ortaya çıkabilecektir. Aidiyet ve ayniyet oluşamayacaktır.

Bugün Türkiye’nin yaşadığı en ciddi sıkıntı budur.
Bu dönemde kazanılan bir başka kimlik de cinsel kimliktir. “Cinsel kimlik, bedensel biyolojik yapısının farkında olmak ve buna göre kendisini kadın veya erkek kabul etmekle kazanılır.”

Cinsel kimlik, biyolojik cinsiyetine uygun olarak kadının kadın gibi erkeğin de erkek gibi davranması, kendi yapısal rollerini ifa etmesidir. Bunun haricinde söylenen tüm cinsel kimlik yaklaşımları birer sapmadır ve insan fıtratına açılan bir savaştır.

Türkiye bu konuda çok sorunlu olmaya başlamıştır. Medyadaki diziler, reklamlar, müzikler, videolar ve sosyal medya aracılığıyla gençlere sunulan özdeşleşme modelleri, cinsel kimliğin çarpıtılmasına sebebiyet olabilecek şekildedir. LGBTIQ+ Hareketi gittikçe yaygınlaşmakta ve taraftar bulmakta, dernek ve üniversite kulüpleri aracığıyla gençlik arasında meşruiyet kazanmaya çalışmaktadır.

SONUÇ: SUÇLU GENÇLİK DEĞİLDİR

Gençlik bir sürecin, bir ortamın ve bir zihniyetin doğal sonucudur. Gençlik, bu faktörlerden bağımsız olarak değerlendirilemez. Gençlik, buluğla başlayan yetişkinlikle son bulan bir süreçtir. Gençliğin davranışları, yalnızca buluğ sonrası dönemde kazandıkları tarafından değil, buluğ çağına kadar çocukluk döneminde, hatta anne karnında iken kazandıkları tarafından da etkilenmektedir. O nedenle bugün, gençliğimize 12-15 yaşına gelene kadar ne verebildiğimizin çok açık bir şekilde tartışılması gerekir.

Gençlikle ilgili çalışmalarda ortaya çıkan gerçek şudur: Çocuk veya ergen; aile, arkadaş / arkadaş grubu, okul, sistemin öngördüğü yaşam biçimi (ortam), medya / sosyal medya, tarih ve küresel etkiler olmak üzere 7 ana faktör tarafından yönlendirilip şekillendirilmektedir. Bu yedi faktörün öngördüğü insan ve genç tipi aynı olmadıkça, bu yedi faktör aynı hedefe, aynı yöne yönlendirilmedikçe gençliğin bir değer ve kimlik arayışında kaosa düşebileceği, bunalım yaşayabileceği çok açık bir gerçektir. Şüphesiz ki küresel faktörleri değiştirme imkânımız olmayabilir. Ancak onların etkilerini yok edecek, azaltacak tedbirleri devletin, toplumun, gönüllü kuruluşların ve ailenin mutlaka alması gerekir.

Bir ülkede ailede öğretilenle okulda öğretilen birbiri ile örtüşmüyorsa, ailede öğretilenle medyada / sosyal medyada öğretilen örtüşmüyorsa bir gencin arzu edilen bir istikameti tutturması çok zordur.

Evdeki değerlerle sokaktaki değerler çatışıyorsa, bundan gencin etkilenmemesi mümkün değildir.

Bir ülkede yozlaşma ve yolsuzluk bir yaşam tarzı haline getirilmek isteniyorsa bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.

Bir ülkede refahtan şımarıp azanların çılgınlıkları, çirkinlikleri ve çirkeflikleri örnek bir yaşam biçimi olarak insanlara medya ve sosyal medya üzerinden sürekli takdim ediliyorsa, bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.

Bir ülkede insanlar bir gecede star yapılıp bir gecede yerin dibine batırılıyorsa, bundan neslin etkilenmemesi mümkün değildir.

Bir ülkede helalinden kazanma, onurlu ve sade yaşama alaya alınıp para gelsin de nasıl gelirse gelsin zihniyeti, bir yaşam biçimi olarak sunuluyorsa, bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.

Bir ülkede ahlaklı olma yerine ahlaksızlık meşru gösterilmeye çalışıyorsa, bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.

Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ‘Gençlik, düşmanın beşinci kol faaliyetinin boy hedefi haline gelmiştir.’ açıklamasını yaparak olayın çok ciddi tehlike boyutuna dikkat çekmiştir.

Bunun için; “Bu ülkede beşinci kol faaliyetlerinin neşvünema bulmasında, içinde yaşanan sistemin dahli nedir?” sorusu mutlaka sorulmalıdır.

Beşinci kol faaliyetlerinin medya ve sosyal medya boyutu vardır.

Bu nedenle; “Medya / sosyal medya ve Türkiye sisteminin gence ne dikte ettiği, dayattığı?” sorusu önemlidir. “Sunulan bilgiler, oluşturulan ortam, aileyi çözmeye mi yoksa bütünleştirmeye mi yardımcı olmaktadır?” Bugün sosyal medya ortamı, film, çizgi film, videolar, reklam ve müziklerin büyük bir ekseriyeti ailede olan gerilimleri, bir kuşak çatışması olarak gösterip nesiller arası bağı koparmaya çalışmaktadır. LGBTIQ+ Hareketi, dernekleşmekte, üniversitelerde kulüpleşmekte ve küresel sermayenin özellikle Siyonizm’in desteği ile medya ve sosyal medya üzerinden çok büyük tahribat yapmaktadır. Aileye ve gençliğe savaş açmışlardır.

Bugün Küreselleşme, aileyi parçalayarak evrensel sürüleşmiş bir genç tipi meydana getirebilmek için medya / sosyal medya aracılığıyla bir savaş yürütmektedir. Küreselleşme hareketi, karşısında bir gençlik değil, bireyselleşmiş bir gençler topluluğu istemektedir. Bu savaşı, ailelerin iyi okuması gerekir.

Bu ülkede aileyi yıkmak bir marifet olarak gösterilmek isteniyorsa, kadın ticari bir meta haline getirilip pazarlanıyorsa ve annelik aşağılanıyorsa, içinde bulunduğu durumdan dolayı suçlanması gereken gençlik değildir.

Küresel saldırı ve ifsat hareketlerine karşı devlet gerekli tedbiri almıyor, gereğini yapmıyorsa etkilendiğinden dolayı suçlanması gereken gençlik değildir.

Öyleyse suçlu kimdir?

Suçlu, helalı haram yapan bir zihniyettir ve var olan sistemdir.

Suçlu, kendi kültür ve medeniyeti yerine başka kültür medeniyetleri inşa etmeyi marifet sayan bir anlayış, bir yaklaşımdır.

Suçlu, bütün olup bitenler karşısında susan herkestir.

Her türlü kötülüğü üreten, teşvik eden, cazip hale getirip sunan bir mantık, bir zihniyet, bir değer sistemi ve bir sistem tartışılmadan nesilde meydana gelen değişimlere, kırılmalara, sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir.

O nedenle pansuman varı tedavi şekillerinden vazgeçip, anlık ve geçici çözümler yerine asırları kuşatacak köklü, radikal çözümler üretilmelidir. Çünkü zehirlenen ve yok edilmek istenen bir nesil problemi ile karşı karşıyayız.

Unutma;

Nesli yok olan ülkelerin gelecekleri de yoktur.
Kayıp nesil, kayıp aile demektir.
Kayıp nesil, kayıp millet demektir.
Kayıp nesil, kayıp vatan demektir.
Kayıp nesil, kayıp devlet demektir.
Kayıp nesil, kayıp gelecek demektir.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...