(Umran Dergisi)
Giriş
Tarihi süreç içerisinde nesiller arası farklılıklar her zaman olmuştur. Bu
durum, şiddeti / dozu değişmekle birlikte nesiller arası gerilimlere sebebiyet
vermiştir. Ancak Dijital dünyanın, dijital dönüşümün oluşmaya başlaması,
yaygınlaşması ve derinleşmesi ile birlikte kuşaklar arası farklılıklar daha da
derinleşmiş, ciddi fay hatları meydana gelmeye başlamıştır. Nesiller; “En
iyisini babam bilir.” noktasından; “En iyisini ben bilirim.” noktasına gelerek,
anne- babalarını görmemezlikten gelmeye başlamışlardır.
Bu anlayış, tüm ilişkilere farklı boyut ve şiddette yansımaktadır. Bu nedenle
geçmiş dönemlere nazaran bugün, kuşaklar arasında çok ciddi fay hatlarının
ortaya çıkmasına ve bu fay hatlarının istenmeyen bir enerji ile dolmaya
başlamasına neden olmuştur.
Bu değişim ve gelişim tesadüf eseri mi yoksa çok daha büyük küresel bir
projenin uygulamaya sokulmasının sonucu mu gerçekleşiyor? Bu soruyu anlık,
günlük düşüncelerin üzerinde, çok daha yüksek bir stratejik akılla
cevaplandırmak mecburiyetindeyiz.
Eğer anlık ve günlük düşünerek hareket eder, sosyolojik zeminde meydana
gelen/getirilen fay hatlarını göz önüne almazsak 1930’dan günümüze kadar
yetişen kuşakların, değişik gerekçelerle / komplolarla (hippi gençlik, sol
gençlik, devrimci gençlik vb.) harcandığı, tasfiye edildiği gibi; önümüzdeki
günlerde de yeni bir neslin, LGBTIQ+ üzerinden tasfiye edilebileceğine şahit
olabileceğiz.
Böyle bir ihtimal mevcuttur ve ciddiye alınmalıdır.
O nedenle Kuşak Teorisi ve kuşaklar arası özellikler bir yazı serisi olarak ele
alınıp değerlendirilecektir.
Bu yazıda çocukluktan ergenliğe kadar, ergenlik dahil, gençlik dönemi ele
alınıp değerlendirilecektir.
KUŞAK TANIMI VE KUŞAKLAR TASNİFİ
İnsanlık
tarihi boyunca nesiller/kuşaklar arası farklılıklar hep olmuştur ve olmaya
devam edecektir. Önemli olan bu farklılıkları tezada dönüştürmemek, sosyal
depremlere sebebiyet verecek sosyal fay hatları inşa edip enerji ile
yüklememektir.
Türk Dil
Kurumu kuşak kavramını aşağıdaki şekilde tanımlamaktadır:
“Yaklaşık yirmi beş, otuz yıllık yaş kümelerini oluşturan bireyler öbeği,
göbek, nesil, batın, jenerasyon”, “Aşağı yukarı aynı yıllarda doğmuş, aynı
çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri
paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişilerin oluşturduğu topluluk.”
Tanımlama bünyesinde geniş bir spektrum ve farklılıklar içermektedir. Kuşak
tanımında evrensel bir mutabakat söz konusu değildir. Bununla birlikte aşağıdaki
tanımlama daha yaygın bir şekilde kullanılmaktadır:
“Kuşak Teorisi; doğum yılları itibarıyla benzer politik, ekonomik ve sosyal
olayları yaşayan, eşsiz değer yargıları ve inanç sistemlerini bünyelerinde
geliştiren, birbirine benzer kişilik özellikleri gösteren bireylerden oluşan
bir topluluğu ifade etmektedir.”
Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi kuşak kavramının biyolojik, psikolojik,
sosyolojik, ekonomik, kültürel, dinî, siyasî, teknolojik, sanatsal ve tarihsel
boyutları söz konusudur.
Kuşaklarla ilgili kesin bir sınıflandırma yapmak mümkün gözükmediğinden dolayı
tarihi süreç içerisinde farklı sınıflandırmalar yapılmıştır, yapılmaktadır.
“Jenerasyonel Sistemler Teorisi” adıyla kuşaklarla ilgili ilk teori inşasını,
14. yüzyılda Tunus’ta yaşamış olan, sosyolojinin kurucusu olan İslâm düşünürü
İbn-i Haldun yapmıştır. İbn-i Haldun’un teorisine göre kendine özgü özellikleri
buluna 4 farklı kuşak söz konusudur: "Sanatçı Kuşak", "Peygamber
Kuşağı", "Göçebe Kuşak" ve "Kahraman Kuşak".
Bugün ise bu sınıflandırma kullanılmamaktadır. Bugün yaygın olarak yapılan ve
zaman merkezli kuşak sınıflandırması aşağıda verilmektedir:
• Sessiz Kuşak-Silent Generation / Tradionalists (1925-1945),
• Bebek Patlaması Kuşağı-Baby Boomers (1946-1964),
• X Kuşağı (1965-1979),
• Y Kuşağı (1980-1999) ve
• Z Kuşağı (2000 ve sonrası)
İbn-Haldun İslâm dünyasını da göz önüne alarak yapmış olduğu tasnife nazaran bu
tasnif, Batı toplumsal yapısı göz önüne alınarak yapılmıştır. Bu tasnifin bizim
toplumsal yapımızla tam olarak uyuşması söz konusu değildir. Buna rağmen bazı
ortak paydalar söz konusudur.
GENÇ KİMDİR?
Türkçe sözlüklerde genç ve gençlik aşağıdaki şekillerde tanımlanmıştır:
“Genç: 1. Orta yaşlılık devresine girmemiş olan, civan, nevcivan, şâb, berna.
2. Taze, yeni körpe. 3. Yeni gelişme safhasında olan.
Gençlik: 1.Genç olma hâli, çocuklukla orta yaşlılık arasındaki çağ, şebab,
şebabet. 2. Genç olanın hâli, tavrı, tutumu, 3. Bütün gençler”
“Genç: 1. Yaşı ilerlememiş olan, ihtiyar karşıtı, 2. Gelişmesini tamamlamamış olan.
3. Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç. 4. Zihin bakımından yeterince
gelişmemiş, toy. 5. Yeni gelişmekte olan, kısa bir geçmişi olan.
Gençlik: 1. Genç olma durumu, İhtiyarlık karşıtı. 2. İnsan hayatının ergenlikle
orta yaş arasındaki dönemi. 3. Genç insanların bütünü. 4. Genç bir kimsenin
tutumu, toyluk, deneyimsizlik.”
“Genç” ve “Gençlik”in literatürde değişik tanımları vardır. Gerek tanımlarda
gerekse yaş aralığında evrensel bir uzlaşma henüz yoktur. Bu durum yol boyu
unutulmamalıdır.
Gençlik kavramı genel olarak Biyolojik, Psikolojik ve Sosyolojik bakış
açılarına bağlı olarak tanımlanmaktadır:
Biyolojik bakış açısına göre, “Bireyin ergenlik çağının başlamasından büyümenin
sona ermesine kadar geçen döneme gençlik dönemi denmektedir.”
UNESCO ve ‘Avrupa İçin Gençlik programı’ bu tanımı benimseyerek 15-25 yaş
dilimini gençlik olarak kabul ederken; Türkiye, 14-22 yaş dilimini gençlik
olarak kabul etmektedir.
Sosyolojik bakış açısına göre, “Nüfusun buluğa erme ile toplumsal yaşamda tam
sorumluluk alma dönemleri arasında kalan kesimi”dir.
Psikolojik
bakış açısına göre, gençlik, “ferdin çelişkiler gelgitler, kararsız ve
dengesizlikler yaşadığı bir dönemdir.”
Biyolojik, sosyolojik ve psikolojik yaklaşım tarzlarının entegrasyonuna dayanan
tanımlamalar da mevcuttur:
“Gençliği dar manada çocuklukla orta yaş arasındaki devre olarak; geniş manada
kendinden evvelki çocuklukla kendinden sonraki erginlik kesimi arasında
psikolojik, biyolojik ve sosyal açıdan en duyarlı yaş kesitidir.”
“Birbirini niteleyen yaş dilimi, fizikseli duyuşsal ve bilişsel farklılıklar;
toplumsal anlamlar; toplumsal konum, toplumsal işlevler, üretim durumu gibi bir
çok ölçüt karşısında toplumun diğer kesimlerinden ayrılan ve bu ölçülerce
şekillenmiş, kendine özgü görünümleri olan toplumsal bir varlıktır.”
Bu tanımlamaları göz önüne alarak gençlik dönemini aşağıdaki gibi
tanımlayabiliriz:
Gençlik dönemini, biyolojik, psikolojik, sosyal, kültürel ve ahlakı açıdan
gelgitlerle dolu bir arayış, bir değişim, bir gelişim, bir olgunlaşma, bir
dünya görüşü, bir hayat felsefesi, bir değer sistemi, bir ahlak sistemi arama,
bir kimlik ve kişilik inşa etme dönemi, diye ifade edebiliriz.
Gençlik Dönemi Özellikleri
Gençlik dönemi bir değişim, bir geçici hal, bir arayış, kendini bulma, kendi
kişilik, benlik ve kimliğini inşa etme ve olgunlaşma hedefli, amaçlı bir
dönemdir. Bu nedenle gençlik döneminin alt limiti buluğ olmasına karşılık üst
limiti, 35-40 yaşa kadar çıkarmak mümkün olabilmektedir. Bazı araştırmalar da
gençlik dönemini, “ergenlik”, “delikanlılık” ve “son gençlik” olmak üzere üç
aşamalı bir evre olarak kabul edilmektedir.
Gençlik dönemine ilişkin tasnif ve tanımlamalar, ülkeden ülkeye, coğrafyadan
coğrafyaya değişiklik arz etmektedir. Bu geniş yaş spektrum içerisinde tüm gençlerin
aynı davranış, düşünce ve tavrı gösterdiğini söylemek mümkün değildir.
Vaktinden önce olgunlaşanlar olabileceği gibi hayatı boyu olgunlaşamayanlarda
olabilecektir. O nedenle evrensel düzlemde gençlik, homojen bir grup, homojen
bir yapı olarak görülmemelidir.
Bununla beraber Dünyanın her tarafındaki gençliğin gösterdiği bazı “ortak
özellikler” vardır. Gençlik dönemi denilen çocuklukla olgunluk dönemi arasında
ki geçiş döneminde bireyde dört alanda ciddi değişiklikler meydana gelmektedir:
• Biyolojik Değişim
• Psikolojik Değişim
• Sosyal Değişim
• Ahlakı Değişim
Ahlakı
değişim, tek başına bir konu olarak ayrı bir yazıda ele alınacaktır.
Biyolojik Değişim
Çocukta ki biyolojik değişim, biri fiziksel diğeri cinsel olmak üzere iki
eksende meydana gelmektedir. Çocukluktan ergenliğe geçişte çocuğun
fizyolojisinde ciddi değişim olmakta; vücut adeta yeni bir şekil almaktadır.
Eller, ayaklar, burun ve çene büyümekte, vücudun değişik bölgelerinde kıllanma
olmakta, seste değişiklikler meydana gelmekte, cinsel hormonlarda ve organlarda
değişim olmaktadır. Cinselliğin uyanması ile fizyolojik yapıdaki değişimlerin
eş zamanlı meydana gelmesi ergeni ciddi bir şekilde etkilemektedir.
Fizyolojik ve
cinsel değişim öncelikle karşı cinsle ilişkilerin sorgulanması ve yeniden
kurulmasını, gencin kendisine daha derin yönelmesini sağlamaktadır. Kendi
fiziksel yapısının başkaları, özellikle karşı cins tarafından nasıl
değerlendirildiği, genç için çok önemli olmaktadır. Sürekli ayna karşısında
kendini daha çekici kılmanın çaresini aramakta, saçlarına yeni şekiller
vermekte, giyindiği elbise ve ayakkabılarına karşı daha hassas davranmaktadır.
Çevreye kendini kabul ettirmek, farklı görünmek ve farklı olmak onun için en
önemli konudur. Bu nedenle başkalarının özellikle karşı cinsin düşüncelerine
dikkat etmektedir.
Bu biyolojik değişim, ergenin psikolojisini ve sosyal davranışlarını
etkileyerek psikolojik ve sosyal değişimi hızlandırmaktadır. Bu, en netameli,
en sarsıntılı bir sürecin başlamasına neden olmaktadır. Böylece gencin hayatında,
kararlı hale ne zaman ulaşacağı kestirilemeyen bir geçici hal dönemi başlar.
Genç kendisi ile, ailesi ile, çevresi ile ve o ana kadar elde ettiği ve
inandığı değerler sistemi ve ahlak sistemi ile, içinde yaşadığı toplum ve
sistemle adeta bir hesaplaşmaya girmektedir.
Psikolojik
Değişim
Ergenlik
sürecinde gencin psikolojisinde de ciddi değişiklikler meydana gelmektedir.
Med-cezirli bir ruh hali oluşmaktadır. Gencin duyguları değişkendir. Duygusal,
alıngan ve kırılgandır. Çevreyi etkilemek, kendini ispatlamak istemektedir.
Bütün düşünce dünyası anlık çalışmaktadır. Uzun vadeli sonuçlarla
ilgilenmemekte, anı en iyi şekilde yaşamak istemektedir. Hayal dünyası çok
geniştir.
Bir taraftan
kendine aşırı güvenir, diğer taraftan güvenmez. Gelecek korkusu kendisini sarıp
kuşatır. Nasıl bir okul, nasıl bir meslek ve nasıl bir iş seçeceği kafasını
meşgul edip durur. Ruh dünyasında sürekli okul, meslek ve iş arar. Bütün
meslekleri ve işleri hem beğenir hem beğenmez. Gerçekte o arayış içerisindedir,
fakat ne aradığını bilmez. Kendisi her şeyi sorgular ve fakat kendisinin
sorgulanmasını istemez. Kendisi tartışmacıdır ve fakat kendi düşüncelerinin
tartışılmasını istemez. Kendini hem değerli hem de değersiz görür. Kendisine
değer verilmesini ister.
Çabuk sevinir, çabuk üzülür, anı sinirlenir, tepki koyar. Tepkileri önceden
kestirmek mümkün olmayabilir. Bazen en basit şeyleri sorun yapar.
O gerçekçi değil idealisttir. Kendisinin eleştirilmesinden hoşlanmaz ancak
kendisi sürekli eleştirebilir. Özellikle anne ve babasına karşı bu konuda
acımasız olabilir.
Hayatın merkezine kendisini koyduğu için istekleri sonsuzdur. Kendine tanınan
hakları ve imkanları yetersiz bulur. İsteklerine kısıtlama ve yasaklama
getirilmesine tepkilidir.
Ergenlik dönemine giren gençlerin, duygu, düşünce, tutum ve davranışlarında
gelgitler var olması, geçici hal olgusu, onun ev halkına karşı sert, kırıcı
davranmasına sebebiyet verebilir. Bu dönemlerde ki gerilim ortamlarında anne-
babalarının bu davranışlarından ötürü gence “Sen bir ergensin, onun için böyle
davranıyorsun.” demeleri, onları çileden çıkarmakta ve tepkilerini daha da
artırmaktadır. Ergenlik süreci anne- babalar tarafından daha dengeli ve olgun
bir şekilde yönetilmelidir.
Her türlü otoriteyi reddetme eğilimindedir. Coşkuludur, ataktır ve fedakardır.
Maceracıdır, eylemcidir. Otoriteye karşı kolayca baş kaldırır. Adaletsiz ve
haksız olarak nitelediği her şeye karşı çıkar. Uygun ortam bulduğunda tepkisini
en açık bir biçimde ortaya koymaya kalkar. Acımasız olabilir. Beklemeye tahammülü
yoktur. Sabırsızdır, acelecidir.
Ergenin kendisine seçeceği onunla benzeşeceği, özdeşleşim kuracağı rol modeller
aradığı dönem bu dönemdir. Bu dönem bir arayış, bir sorgulama dönemidir. Bu
dönemin sancısız atlatılabilmesi; bu zamana kadar alınan terbiyeye, aileye,
içinde yaşanılan okul, çevre, arkadaş grubuna, toplum ve sisteme bağlı
olacaktır. Çünkü bunlar onun rol modelleridir. Bunlarla özdeşleşme içerisine
girmektedir.
ERGENLİK BİR ÖZDEŞLEŞME DÖNEMİDİR
Genel olarak insanların özelde ergenlik dönemindeki gençlerin, sosyal ve
duygusal davranışları üç farklı şekilde öğreneceği kabul edilmektedir:
• ‘Deneme –yanılma’,
• ‘Doğrudan öğrenme’,
• ‘Dolaylı öğrenme’ (Taklit, özdeşleşme ve model alma’).
Bu öğrenme şeklilerinden Özdeşleşmenin çocuk ve ergenin hayatında ayrı bir yeri
vardır.
Özdeşleşme, “Gençlik çağına ait ruhsal yapı içerisinde aile bireylerinden
başlayarak çevredeki kişilere, düşüncelere, kültüre doğru gittikçe genişleyen
bir alanda gencin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak etkilendiği, benimsediği
duygu, düşünce, tutum ve davranışlardan oluşan bir süreç” olarak
tanımlanmaktadır. “Aşırı duygusal bir bağlanma ile model alınan kişinin
kişiliğinin taklit edilmesidir.”
Özdeşleşmenin gerek şartı, muhataba duyulan duygusal bağlılık ve güvendir. Dolayısıyla
Özdeşleşme, bir ilişkiler zincirinin doğal sonucu olarak oluşur. En çok ilişki
kurularak kendisine bağlanılan, güvenilen kişi, çocuğun o olmak istediği
kişidir. Çocukta ki gelişime bağlı olarak ilişki zinciri genişleyeceğinden
Özdeşleşme, aileden dış çevreye doğru yayılarak genişler. Bu durumda
özdeşleşmede etkili unsurlar aşağıda verilmektedir:
• Aile Bireyleri (Anne, baba, kardeş, dede, nine, amca, dayı vb.),
• Yakın Çevre (Arkadaşlar, öğretmenler)
• Uzak Çevre (Güçlü başarılı ve meşhur kimseler, siyası ve dini liderler,
tarihi Şahsiyetler, sanatkârlar, futbolcular, film kahramanları vb.).
AİLEDE ÖZDEŞLEŞME
Çocukluk ve ergenlik dönemlerinde bireyin üzerinde en etkili olan unsur, onun
birlikte yaşadığı ailesidir. Ancak ergenlik döneminde çocuk o zamana kadar
içinde yaşayıp büyüdüğü ailesinin kendisini sözüne değer verilen ayrı bir fert,
ayrı bir varlık ayrı bir kişilik olarak kabul etmesini ister. O ailenin içinde
kendi başına ayrı bir şahsiyettir. Artık kendi bağımsız tercihleri vardır. Bu tercihleri,
kendisi için daha yararlı, daha cazip görmektedir. Genç kendine göre giyinmek
ve yemek istemektedir. Eve istediği zaman gelip istediği zaman çıkmak, haber
vermemek, izin istememek de bu surecin doğal sonucudur. O kendisini ayrı bir
varlık olarak göstermek, ispatlamak için çalışmaktadır.
Ailesine, arkadaşlarının ailelerini örnek vererek kendini haklı göstermeye
çalışır. Artık bu surece girildi mi ailenin tüm bilgileri, davranışı, tutumu ve
tezatları gencin kafasında yargılanır. Genç kendisini ailesinin bir kuklası
olarak görebilir ve tepkisi sertleşebilir. Aile içi bir kavga başlayabilir.
Böyle bir gelişme, gençte aile içerisinde özgür bir tartışma ve konuşma
imkânının olmadığı duygusunun oluşmasına sebebiyet verebilir. Ne desek, ne
istesek ve ne söylesek yanlış anlaşılıyor, ‘Bu evde özgür bir ortam yok!’
duygusuna kapılabilir.
Ailesine arkadaşlarının ailelerini örnek gösteren gence, anne babası
arkadaşlarını kendisine örnek olarak gösterdiğinde, sunduğunda aşırı bir
şekilde öfkelenmekte ve de tepki vermektedir. Bu ergenlik döneminin çok tipik
bir davranışıdır. Anne-baba bu gerçeği görerek hareket etmelidir.
Ailede sürekli bir gerginliğin olması, ailenin kendisini umursamadığı,
kendisine değer vermediği, kendisine ayrı, bağımsız bir birey muamelesi
yapmadığı sonucuna ulaşmasına neden olabilir. Kendini aileden dışlanmış
görebilir. Medyanın özellikle sosyal medyanın ve sistemin oluşturduğu bir
atmosferle var olan gerilimi, haklı veya haksızlık bağlamında değil, kuşak
farkı bağlamında ele alarak aileyi demode olmuş değerlerin, kültürün bir
parçası olarak görüp kayda değer bulmamaya karar verebilir. İlişkiler
şeklileşir ve ruhsuzlaşır. Aile ile ilişkilerini, sevgi ve saygının ötesine
kaydırarak çıkar ilişkisine, paraya indirgeyebilir. Parası olsa, ailenin
kahrını çekmeye değmez olduğuna inanabilir.
Genç huzursuzdur ve bu huzuru aile ortamının dışında aramaya başlayabilir.
Arkadaş çevresi, dış çevre ve sanal ortam onun yeni dostları ve rehberleri
durumuna gelebilir. Bunlar onun yeni rol modelleridir artık.
Ergenlikle beraber ana babadan bağımsız olarak davranma gençte bir eğilim
olarak var olur. Bu kimlik arayışının, toplumda ayrı, sözü geçer bir fert
olarak yer edinme isteğinin doğal, fıtri bir sonucudur. Ergende toplum
içerisinde kendine ayrı bir rol belirlemek isteği vardır. Burada dikkat
edilmesi gereken nokta, bu özerk veya bağımsız olmanın hudutlarının nasıl
çizileceğidir.
Gencin aile ile ilişkileri, buluğ öncesi dönemdeki gibi olamayacaktır. Ancak
ergenlik döneminde de başıboş bir ilişki olmamalıdır. Aileler bu dönemi, bu
döneme kadar olan çocukluk diye tanımlanan dönemde çocuklarına kazandıracağı
değerler ve verecekleri terbiye ile minimum zararla atlatabilirler. 13-14
yaşına kadar çocuğa bir şey vermeyip, bir alt yapı kazandırmayıp, buluğla beraber
yaşanacak olan sorunları, sihirli bir değnekle çözmek mümkün gözükmemektedir.
Çocukluk döneminde sağlam bir alt yapı oluşmamışsa, sağlam bir değerlendirme ve
filtreleme mekanizmasına sahip değilse, iletişim kanallarının, özellikle,
internet ve sosyal medya ortamının sunduğu bilgilerin veya mesajların yoğun
baskısı altında gerçeği bulması mümkün olamayabilir.
Aile İçi Özdeşleşmede Etkili Faktörler
Aile, özellikle, anneler çocuğun yeni bir döneme girdiğini kabullenmelidirler.
Onun bir kimlik arayışında olduğunu, kişiliğini inşa etmek için doğal bir
sürece girdiğini görebilmelidirler. Eski tarz müdahalelerin, gençte tepki
doğurduğunu, yeni bir yaklaşım denemek gerektiğini kabullenmek zorundalar.
Artık etkileşim sadece aile ile çocuk arasında meydana gelmemektedir. Çocukluk
döneminde aile çok etkili iken ergenlikle beraber aile dışında birçok faktör
(yakın ve uzak çevre) devreye girmektedir. Bununla beraber aile bireyleri ergen
açısından birer model olup ergen, ilk onlarla özdeşleşme içerisine girmektedir.
Aile bireyleri ile özdeşleşmede ergenin kız veya erkek olması bir faktör olarak
farklılık gösterir. Aynı zamanda özdeşleşme, anne, baba, kardeş, dede, nine,
hala, teyze, amca, dayı ile yapılmaktadır. Kız ya da erkeğin anne ya da babadan
birini rol model alarak onunla özdeşleşmesini sağlayan en önemli parametreler,
“Sevgi”, “Güç ve Üstünlük”, “Benzerlik”, “Disiplin Anlayışıdır”.
Aile içi Özdeşleşmede Sevgi Faktörü
Yaradılışın bir kanuniyeti olarak sevgi varlığın, neslin devamı için en önemli
bir parametredir. Bir annenin çocuğu için katlandığı çile, gösterdiği aşırı
fedakârlık, fıtratın bir yasası olan sevgiden dolayıdır. Sevgi hangi yaşta
olursa olsun aile yapısını, dayanışmasını sağlayan temel unsurdur. Çocukluk ve
ergenlik dönemlerinde sevgi, gençler açısından daha anlamlı ve daha etkilidir.
Sevgi, şefkat ve merhamet çocuk ve ergenin psikolojik ve sosyal gelişiminde
önemli roller oynar. Onun geleceğini şekillendirir, davranışlarına bir olgunluk
ve güven katar.
Sevgi, çocuk veya ergenin aile bireyleri ile özdeşleşmesini sağlayabilir. Bunun
için sevginin çocuk veya ergene yansıtılması, hissettirilmesi gerekir. Bizim
gibi toplumlarda sevgisini en iyi tarzda gösterebilenler anneler, dedeler ve
ninelerdir. Babalar, otoritenin temsilcisi olup çocuklarına karşı genelde
mesafelidir:
“Özdeşleşmede annenin sevgi, şefkat ve fedakârlığı etkili iken; babanın
anlayışlı oluşu, aileye bağlılık, çocuk ve ergenle daha rahat ve olgun iletişim
kurabilme özellikleri etkili olmaktadır.”
Anne kadar -o üslup ve tarzda olmasa dahi- babaların da sevgilerini çocuklarına
mutlaka hissettirmesi gerekir. Böylelikle aile içerisinde sevgiye dayalı bir
otorite inşa edilmiş olur.
Bugün çalışan anne ve babalar, çocukları ile yeterince ilgilenebildiği ve ona
gerekli sevgiyi aktarabildiği biraz şüphelidir. Özellikle kreş ortamında
yetişen çocukların ergenlikte daha sorunlu hale gelebilme tehlikesi mevcuttur.
Onun için dede ve ninelerin aile içi sevgi aktarımında ve çocuk terbiyesinde
alacakları rol, çok daha önemli hale gelmiştir.
Her şeyde olduğu gibi dengeli, ölçülü bir sevgi anlayışı özdeşleşme için
önemlidir. Sevgide aşırılık, çocuğun kişiliğinin oluşmasını olumsuz
etkileyebilir.
Aile içinde çocuğa karşı olan ilgisizlik ve sevgisizlik, çocuğu dış dünyaya
yönlendirebilir. Sevgi ve ilgi dış dünyada aranmaya başlanır; orada da gerekli
ilgi ve sevgi bulunamaz ise çocuk ya kendi içine kapanır ya da sanal dünyaya
yönelir. Bu da gencin kendine olan güvenini yıkarak tek başına ayakta kalamama,
sorumluluk üstlenememe gibi bir sonucu doğurabilir.
Çocuğa bir hareket ve serbestlik alanı tanımayan aile içi aşırı ilgi, sevgi ve
ihtimam, çocuk ve ergende bıkkınlık, rahatsızlık meydana getirmektedir. Bu
durumda çocuk ya da ergen aileden uzaklaşma eğilimi içerisine girmekte ve
aileyi önemsiz addetmektedir. Dış dünyaya yönelen çocuk orada da dengeli bir
ilgi, sevgi ve ihtimam bulamaz ise ya kendi içine kapanmakta ya da sosyal
medyaya bağımlı hale gelerek bireyselleşmekte ya da madde ve/veya teknoloji
bağımlısı olmaktadır.
Çocuklara gösterilen sevgi tarzı ile ergenlere gösterilen sevgi tarzı aynı
olmamalıdır. Çocuğun istediklerini almak, onun başını okşamak, onu öpmek bir
sevgi gösterim şekli olabilir. Ergenlere sevgi yönetmek, onun isteklerini
sadece almak şeklinde olmamalı, onu okşamak veya öpmek de yeterli değildir.
Yaşadığı gelgit olayına denk düşecek bir sevgi gösterimi gerekir. Bunun için
kendisine değer vermek, onu önemsemek, yetişmiş yerine koymak, aile içi
kararlara onu iştirak ettirerek sorumluluk yüklemek, başarılarını takdir etmek
ve başarısızlıklarını abartmamak gerekir. Başarısızlıklarını ne görmemezlikten
gelmek ne de abartmak. Sendeletmek ve fakat düşürmemek. Böylelikle
başarısızlıklarının bir güven krizine dönüşmesine mâni olmak gerekmektedir.
Aile İçi Özdeşleşmede Güç ve Üstünlük
Çocukluk
döneminden ergenlik dönemine geçilirken model alarak özdeşlemede etkili olan
parametre, sevgiden güç otorite ve hakimiyet alanına kaymaktadır. Ergen gücü,
hakimiyet kurmayı, başarıyı, saygınlığı referans olarak almaktadır. Ergenler
genellikle aile içerisinde hakimiyet kuran bireyi model alarak onunla
özdeşleşme içerisine girmektedir. Yapılan çalışmalara göre babanın hakimiyeti
olan ailelerde ergenler baba ile; annenin hakim olduğu ailelerde anne ile
özdeşleşmektedirler. Babanın hakimiyetinin olduğu ailelerde yetişen erkek
çocuklar, annenin hakimiyeti olan ailelerdeki erkek çocuklardan daha
uyumludurlar.
Aile İçi Özdeşleşmede Benzerlik Faktörü
Özdeşleşmede
benzerlik faktörü cinsiyet, fiziksel ve psikolojik (mizaç, huy, karakter,
davranış) benzerliklerdir. Bunlar arasında cinsiyet faktörü, genellikle,
kızların anneleriyle erkeklerin babaları ile özdeşleşmesinde etkili olmaktadır.
Bununla beraber, model almada diğer fiziksel ve psikolojik benzerlikler etkili
olabilmektedir.
Aile İçi Özdeşleşmede Disiplin Faktörü
Aile içi
disiplinin oluşturulmasında aile bireylerinin izlediği yol, takındığı tavır
önemlidir. Aile içi disiplin iki kategoride ele alınmaktadır: Güç Kaynaklı
Disiplin, Sevgi Kaynaklı Disiplin.
Sevgi Kaynaklı Disiplin, “İstenmeyen davranışlarda bulunan bir kişiyi, onu ikna
ederek vaz geçirmeye çalışma, hayal kırıklığı gösterme, ona aldırmaz gibi
davranma, sevgi, şefkat ve anlayışın şarta bağlı olarak verilmesi” şeklinde
tanımlanırken; Güç Kaynaklı Disiplinde, “İstenmeyen davranışlarda bulunan
kişinin suçuna karşılık olarak onu tehdit etme, azarlama, bağırma, dayak vb.
fiziki cezaya çarptırma” şeklinde tanımlanmaktadır.
Güce dayalı cezalandırma ile oluşturulan disiplin anlayışı, yüzeysel kalmakta,
genellikle bireyin ruh dünyasında gerekince bir yankı bulmamaktadır. Aile
bireylerine karşı olumsuz bir şuur altının oluşmasına sebebiyet vermekte, ergen
aile dışına yönelerek aile dışında özdeşleşmeye gireceği bireyler aramaktadır.
Disiplini güce dayalı olarak kurmada ısrarlı olma, ergenin aileden soğumasına,
gücü yettiği anda da isyan etmesine neden olmaktadır. Bu durumda çocuk veya
ergen, model alma, özdeşleşme yoluyla aileden öğrenmeyi kesebilmektedir. Taklit
edeceği, benzeyeceği insanları ailenin dışında aramaktadır.
O nedenle güce dayalı disiplin anlayışı, tek başına kullanıldığı takdirde
yarardan çok zarar getirmektedir. Cezalandırılmaya karşı çocukta bir bağışıklık
sistemi oluşabilmektedir. ‘Haklı da olsak haksız da olsak nasıl olsa ceza
yiyeceğiz!’ anlayışına kapılan çocuk, cezayı hak ederek yemeye talip
olabilmektedir. Pratik ve araştırmalar bunu göstermektedir. Ayrıca ferdin şuur
altına bu tür bir disiplin anlayışı yerleştiğinden yaşamı içinde kendisine
karşı yanlış yapıldığına inandığı durumlarda, daha saldırgan, uzlaşmaz ve
cezalandırıcı bir tavır sergilemeye çalışmaktadır.
Bu nedenle sevgiye dayalı disiplin anlayışı, aile içerisinde tercih edilmesi
gereken bir disiplin olmalıdır. Sevgiye dayalı disiplin anlayışında ikna etme,
pişmanlık duygusunu harekete geçirme vardır. Kendisini başkalarının yerine
koyarak düşünmesini sağlamak, gelecekte kendi çocuklarının olacağını, aynı
şeyleri kendisine yaptıklarında bundan hoşnut kalıp kalmayacağının
sorgulamasını yaptırmak gerekir.
Disiplin anlayışında çocuk veya ergene neyi yapamayacağının yanında, neyi
yapabileceği de öğretilmelidir. Öğrenmenin önemli yollarından biri olan
özdeşleşme, model edinme, özdeşleşmenin aile içerisinde başarılması durumunda
ergen için son derece önemli bir öğrenme aracı olacaktır. Çocuk,
sorgulamayarak, taklit ederek ailedeki değerleri genellikle benimser,
içselleştirir. Böylelikle anne babalar, kendi değerlerini bu yolla çocuk ve
ergenlere aktarabileceklerdir. Böylelikle aile, terbiyenin en etkili ve en
önemli araçlarından biri olacaktır.
Yakın Çevrede Özdeşleşme: Arkadaşlar, Öğretmenler
Yakın çevre ile yüz yüze temasın olduğu, birlikte bulunulabilen çevredir. Bu
çevrede arkadaşlar ve öğretmenler yer almaktadır. Çocuk ilk okula başladığı
andan itibaren bu çevreden çok fazla etkilenir.
Ergenliğe doğru başlayan bağımsızlık arayışı, ergenlikte zirveye ulaştığından
kendini ayrı bir birey, ayrı bir dünya olarak görür ve kendini ayrı bir varlık
ve şahsiyet olarak kabul ettirmek için ilişkileri aileden dışarıya doğru
kaydırır. Bu işin doğal seyridir. Toplumda kendine bir yer edinmek isteyen,
kendisine rol belirleyen ergen bu isteğini, bir arkadaş grubu edinerek
göstermeye çalışır. Arkadaş grubu, onun ikinci ailesidir, sığındığı önemli bir
limandır.
Çocuğun büyümesine paralel olarak arkadaş grubunun çocuk üzerindeki etkisi
gittikçe artar, ergenlikte zirveye ulaşır. Anne, babası ve öğretmenleri ile
paylaşamayacağı düşüncelerini ve sırlarını arkadaşları ile paylaşır. Arkadaş
grupları bazı özellikler, normlar etrafında şekillenir. Düşünce ve
davranışlarda ortak bazı özellikler vardır. Fert, grup içerisinde ancak bu
normları benimsediği ve onlara uyduğu sürece kalabilir. Çevre kazanmak, çevrede
tutunabilmek özel bir gayret ve fedakârlık gerektirir. Grup içinde kalmak, grup
tarafından aranılır olmak ergen için kendisine verilen değerin, önemin bir
göstergesi olarak algılanmaktadır. Arkadaşları tarafından beğenilmek, aile
tarafından beğenilmekten daha önemli olabilir. Ailenin istediği giyim kuşam
yerine, arkadaş grubunun benimsediği giyim kuşam tercih edilebilir.
Bu noktada Hz. Peygamberin yaptığı aşağıdaki hatırlatmaların olayı çok açık bir
şekilde özetlemektedir:
Hz. Peygamber (sav.): “Kişi dostunun dini/ahlakı üzeredir. Öyle ise her biriniz
kiminle dost olduğuna iyi baksın.”
Hz. Peygamber (sav.): “Kişi sevdiği ile beraberdir.”
Hz. Peygamber (sav.): “Yalnız Mümin ile arkadaş ol.”
Gruptan
dışlanmak, buluğ çağına girmiş bir genç için çok ağırdır. Ergen, dışlanmayı
kolay hazmedemez. Böyle bir dışlanma ile oluşan boşluk, kısa zamanda
doldurulamazsa ergen bunalıma düşebilir ve çevre ile ilişkiyi koparabilir.
Arkadaş boşluğunu sanal alemde arayabilir. Bilgisayarın ve cep telefonunun
başında saatlerce oyun oynama, Chat yaparak vakit öldürme, böyle bir
psikolojinin ürünü olabilir. Tedbir alınmazsa genç teknoloji bağımlısı
olabilir. Daha da vahimi madde bağımlısı olmasıdır.
Ergen, arkadaş grubuyla özdeşleşerek birçok bilgiyi, davranışı ve değeri
gruptan kazanabilir. Aileler için en ciddi sorun grubun norm ve değerleri ile
ailenin norm ve değerlerinin birbiri ile örtüşüp örtüşmediğidir. Norm ve değer
örtüşmemesi, gençle aile arasında çatışmaya neden olur. Bunun için aileler
ergenliğe ulaşmadan çocuklarının çevresini ve arkadaş gruplarını inşa etmeye
çalışmalıdır. Aile, seçeceği disiplin anlayışı ile bu gerginliği, çatışmayı
minimum zararla atlatmanın çarelerini aramalıdır.
Yakın çevrede çocuğun üzerinde etkili olan unsurlardan biri de onun
öğretmenleridir. Çocuk açısından İlkokul öğretmeni tartışılmazdır, hatasızdır
ve her şeyi bilendir. Çocuklar için ideal modellerdir. Ortaokul ve lise dönemlerinde
öğretmenlerin etkisi gittikçe azalır. Ancak iyi iletişim kurabilen ve öğrenciye
değer verenler, öğrenciler için model olabilmektedirler. Genç bunlarla
özdeşleşme yaparak birçok değeri, davranışı onlardan almaktadır.
‘Uzak Çevre’ ile Özdeşleşme
Aile, okul,
arkadaş grupları içerisinde düşünceleri, tutum ve tavırları gittikçe
zenginleşen ergenler, aynı zamanda yakınında olan insanların kusurlarını,
eksikliklerini de görmektedirler. Bundan dolayı kendini daha yeterli, daha
kâmil görerek dikkatlerini ‘uzak çevreye’ yöneltebilirler. O zamana kadar
kazandıkları bilgi ve tecrübe ile gözlerini daha yükseklere dikebilirler. Artık
onların model adayları, meşhurlar, başarılı olanlar, değişik kabiliyete sahip
sporcular, sanatkârlar, gazeteciler, iş insanları, siyası ve dini liderlerdir.
Bir kısmının karizması, bir kısmının fikirleri, bir kısmının fiziği, bir
kısmının da meşhurluğu model seçilmelerinde etkili olmaktadır. Buradaki
özdeşleşme yaş gruplarına bağlı olarak değişmektedir:
“Ergenliğin
ilk dönemi olan 12-14 yaş grubunda sporcularla özdeşleşme gençler için önem
taşımaktadır. Yine bu yaş grubunda siyasi liderle özdeşleşme en az seviyede
gerçekleşmektedir. Sinema, televizyon ve sahne sanatçıları, artan yaş ile
birlikte ergenlerin nazarında önemini kaybetmektedir. 15-17 yaş grubu ile 18 ve
daha büyük yaş grubunda gençler artık sosyalleşmeye başladıkları için ülke
problemlerine ilgilerinde artış olmakta ve siyasi liderleri kendilerine model
almaktadırlar.”
Tarihi
Şahsiyetlerle Özdeşleşme
Yaşının
ilerlemesine bağlı olarak ergen, yakın ve uzak çevrede edindiği modellerin
eksikliklerini, kusurlarını daha fazla görmeye başlar. İdeal düşünme
alışkanlığında olan genç için modellerde eksik ve kusur olmamalıdır. Kendisini
artık yetişkin, olgun ve tecrübeli görür. Hayatın değişik yönlerine vakıftır.
Eğitim ve öğretim sürecinde ve internet-sosyal medya ortamında öğrendikleri ile
kendini daha mükemmel görüp daha mükemmele, daha ideale yönelmesi gerektiği
fikrine sahip olabilir. Artık onun için mükemmel, tarihte büyük işler başarmış
tarihi şahsiyetlerdir. O nedenle genç kendisine tarihi şahsiyetlerden rol
modeller arar. Bu aşamada bağlılık veya hayranlık, şahsın kendisinden ziyade
onun ortaya koyduğu fikirler, düşünceler başarılar ve eserlerdir.
GENÇLİK DÖNEMİ
BİR SORGULAMA VE KİMLİK ARAMA DÖNEMİDİR
Buluğla beraber başlayan biyolojik, psikolojik, kültürel ve ahlakı değişim
gençte bir kimlik arayışına neden olur. Ben kimim? Ne olacağım? Hayatın,
yaşamın manası nedir? Ben nereye aitim? Bana bugüne kadar öğretilenler ne
derece doğrudur? Bir ergenin özdeşleme sürecinde başarmak zorunda olduğu en
hayati görevlerden biri kendine bağımsız bir kimlik inşa edebilmesidir.
Merak ve sorgulama, bu dönemin en belirgin özelliklerinden biridir. Bu arayış
ve sorgulama, onun hayata yükleyeceği anlam için önemlidir. Bu ana sorgulama,
onu ya dinginliğe ya da med-cezir anaforuna götürecektir. Genç, çocukluktan
başlayarak aile, arkadaş grubu, öğretmenleri, uzak çevre ve tarihi
şahsiyetlerle oluşturduğu özdeşim ile kazandıklarını ve diğer yollarla elde
ettiği kazanımları içselleştirerek kendine mal edebilmelidir. Böyle bir
sentezleme ile elde ettiği değerler, tutum ve tavırlar, onun benliğinin bir
parçası haline getirilerek kimliğini oluşturmaktadır. ‘Kimlik özdeşleşmenin
bittiği yerde başlamaktadır.’
Kimliğin oluşumu ile Kim olduğu? Kimlere ait olduğu? Hangi iklime ait olduğu?
Nereden gelip nereye gideceği? sorularının cevaplarını bulmuştur. Genç; bu
kimlikle aynı ortak değerleri, gelenekleri, örf ve adetleri paylaşan toplum
veya toplumun alt grupları ile bir aynılaşma ve bütünleşme içerisine girer.
Aidiyet duygusu kazanır. Kimlik gence ayakta durmayı, cesaretli ve kararlı
olmayı öğretir, özgüven verir, güçlü ve şahsiyetli kılar.
Gencin böyle bir kimliğe ulaşabilmesi için özdeşleşim içerisinde bulunduğu
bütün aktörlerin, aldığı eğitimin, yaşadığı ortamın ve bütün bilişim
kanallarının birbirleri ile uyumlu olması gerekir. Aile ile okul, aile ile
arkadaş grubu, aile ile uzak çevre, aile ve okul ile uzak çevre ve ortam /
sistem ve küresel mekanizma birbirleri ile çatışıyorsa, bir gencin güçlü bir
kimlik ve kişilik inşa etmesi son derece zor olacak ve gelgitler yaşayacaktır.
Parçalanmış bir kimlik ortaya çıkabilecektir. Aidiyet ve ayniyet
oluşamayacaktır.
Bugün Türkiye’nin yaşadığı en ciddi sıkıntı budur.
Bu dönemde kazanılan bir başka kimlik de cinsel kimliktir. “Cinsel kimlik,
bedensel biyolojik yapısının farkında olmak ve buna göre kendisini kadın veya
erkek kabul etmekle kazanılır.”
Cinsel kimlik, biyolojik cinsiyetine uygun olarak kadının kadın gibi erkeğin de
erkek gibi davranması, kendi yapısal rollerini ifa etmesidir. Bunun haricinde
söylenen tüm cinsel kimlik yaklaşımları birer sapmadır ve insan fıtratına
açılan bir savaştır.
Türkiye bu konuda çok sorunlu olmaya başlamıştır. Medyadaki diziler, reklamlar,
müzikler, videolar ve sosyal medya aracılığıyla gençlere sunulan özdeşleşme
modelleri, cinsel kimliğin çarpıtılmasına sebebiyet olabilecek şekildedir.
LGBTIQ+ Hareketi gittikçe yaygınlaşmakta ve taraftar bulmakta, dernek ve
üniversite kulüpleri aracığıyla gençlik arasında meşruiyet kazanmaya
çalışmaktadır.
SONUÇ: SUÇLU
GENÇLİK DEĞİLDİR
Gençlik bir
sürecin, bir ortamın ve bir zihniyetin doğal sonucudur. Gençlik, bu
faktörlerden bağımsız olarak değerlendirilemez. Gençlik, buluğla başlayan yetişkinlikle
son bulan bir süreçtir. Gençliğin davranışları, yalnızca buluğ sonrası dönemde
kazandıkları tarafından değil, buluğ çağına kadar çocukluk döneminde, hatta
anne karnında iken kazandıkları tarafından da etkilenmektedir. O nedenle bugün,
gençliğimize 12-15 yaşına gelene kadar ne verebildiğimizin çok açık bir şekilde
tartışılması gerekir.
Gençlikle ilgili çalışmalarda ortaya çıkan gerçek şudur: Çocuk veya ergen;
aile, arkadaş / arkadaş grubu, okul, sistemin öngördüğü yaşam biçimi (ortam),
medya / sosyal medya, tarih ve küresel etkiler olmak üzere 7 ana faktör
tarafından yönlendirilip şekillendirilmektedir. Bu yedi faktörün öngördüğü
insan ve genç tipi aynı olmadıkça, bu yedi faktör aynı hedefe, aynı yöne
yönlendirilmedikçe gençliğin bir değer ve kimlik arayışında kaosa düşebileceği,
bunalım yaşayabileceği çok açık bir gerçektir. Şüphesiz ki küresel faktörleri
değiştirme imkânımız olmayabilir. Ancak onların etkilerini yok edecek,
azaltacak tedbirleri devletin, toplumun, gönüllü kuruluşların ve ailenin
mutlaka alması gerekir.
Bir ülkede ailede öğretilenle okulda öğretilen birbiri ile örtüşmüyorsa, ailede
öğretilenle medyada / sosyal medyada öğretilen örtüşmüyorsa bir gencin arzu
edilen bir istikameti tutturması çok zordur.
Evdeki değerlerle sokaktaki değerler çatışıyorsa, bundan gencin etkilenmemesi
mümkün değildir.
Bir ülkede yozlaşma ve yolsuzluk bir yaşam tarzı haline getirilmek isteniyorsa
bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.
Bir ülkede refahtan şımarıp azanların çılgınlıkları, çirkinlikleri ve
çirkeflikleri örnek bir yaşam biçimi olarak insanlara medya ve sosyal medya
üzerinden sürekli takdim ediliyorsa, bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün
değildir.
Bir ülkede insanlar bir gecede star yapılıp bir gecede yerin dibine
batırılıyorsa, bundan neslin etkilenmemesi mümkün değildir.
Bir ülkede helalinden kazanma, onurlu ve sade yaşama alaya alınıp para gelsin
de nasıl gelirse gelsin zihniyeti, bir yaşam biçimi olarak sunuluyorsa, bundan
gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.
Bir ülkede ahlaklı olma yerine ahlaksızlık meşru gösterilmeye çalışıyorsa,
bundan gençliğin etkilenmemesi mümkün değildir.
Eski Genelkurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök ‘Gençlik, düşmanın beşinci kol
faaliyetinin boy hedefi haline gelmiştir.’ açıklamasını yaparak olayın çok
ciddi tehlike boyutuna dikkat çekmiştir.
Bunun için; “Bu ülkede beşinci kol faaliyetlerinin neşvünema bulmasında, içinde
yaşanan sistemin dahli nedir?” sorusu mutlaka sorulmalıdır.
Beşinci kol faaliyetlerinin medya ve sosyal medya boyutu vardır.
Bu nedenle; “Medya / sosyal medya ve Türkiye sisteminin gence ne dikte ettiği,
dayattığı?” sorusu önemlidir. “Sunulan bilgiler, oluşturulan ortam, aileyi
çözmeye mi yoksa bütünleştirmeye mi yardımcı olmaktadır?” Bugün sosyal medya
ortamı, film, çizgi film, videolar, reklam ve müziklerin büyük bir ekseriyeti
ailede olan gerilimleri, bir kuşak çatışması olarak gösterip nesiller arası
bağı koparmaya çalışmaktadır. LGBTIQ+ Hareketi, dernekleşmekte, üniversitelerde
kulüpleşmekte ve küresel sermayenin özellikle Siyonizm’in desteği ile medya ve
sosyal medya üzerinden çok büyük tahribat yapmaktadır. Aileye ve gençliğe savaş
açmışlardır.
Bugün Küreselleşme, aileyi parçalayarak evrensel sürüleşmiş bir genç tipi
meydana getirebilmek için medya / sosyal medya aracılığıyla bir savaş
yürütmektedir. Küreselleşme hareketi, karşısında bir gençlik değil,
bireyselleşmiş bir gençler topluluğu istemektedir. Bu savaşı, ailelerin iyi
okuması gerekir.
Bu ülkede aileyi yıkmak bir marifet olarak gösterilmek isteniyorsa, kadın ticari
bir meta haline getirilip pazarlanıyorsa ve annelik aşağılanıyorsa, içinde
bulunduğu durumdan dolayı suçlanması gereken gençlik değildir.
Küresel saldırı ve ifsat hareketlerine karşı devlet gerekli tedbiri almıyor,
gereğini yapmıyorsa etkilendiğinden dolayı suçlanması gereken gençlik değildir.
Öyleyse suçlu kimdir?
Suçlu, helalı haram yapan bir zihniyettir ve var olan sistemdir.
Suçlu, kendi kültür ve medeniyeti yerine başka kültür medeniyetleri inşa etmeyi
marifet sayan bir anlayış, bir yaklaşımdır.
Suçlu, bütün olup bitenler karşısında susan herkestir.
Her türlü kötülüğü üreten, teşvik eden, cazip hale getirip sunan bir mantık,
bir zihniyet, bir değer sistemi ve bir sistem tartışılmadan nesilde meydana
gelen değişimlere, kırılmalara, sorunlara çözüm bulmak mümkün değildir.
O nedenle pansuman varı tedavi şekillerinden vazgeçip, anlık ve geçici çözümler
yerine asırları kuşatacak köklü, radikal çözümler üretilmelidir. Çünkü
zehirlenen ve yok edilmek istenen bir nesil problemi ile karşı karşıyayız.
Unutma;
Nesli yok olan
ülkelerin gelecekleri de yoktur.
Kayıp nesil, kayıp aile demektir.
Kayıp nesil, kayıp millet demektir.
Kayıp nesil, kayıp vatan demektir.
Kayıp nesil, kayıp devlet demektir.
Kayıp nesil, kayıp gelecek demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder