Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör atanması ile başlatılan beşinci
nesil kadife darbe süreci, göçmenler/sığınmacılar/mülteciler/geçici
koruma altında olanlar üzerine inşa edilen yedinci aşamasına
ulaşmıştır. Yedinci aşamanın en
temel özelliği, göçmenler olgusu ile ekonomik krizin iç içe geçmiş olmasının
neden olduğu sosyal “pozitif geri besleme”
veya sosyal “kritik üstü durum”
(olumsuzlukların olumsuzlukları tetikleyip beslemesi, yaygınlaştırması ile
ortaya çıkan olumsuz durum) olgusudur.
Geçen yazıda, kadife darbelerin beyni ve finansörü olan George Soros’un Türkiye’deki göçle ilgili politikası merkeze konarak göçmenler sorunu değerlendirilmiş ve analiz yapılmıştır. Burada, Türkiye’nin göç ile ilgili politikasındaki birbirini olumsuz anlamda besleyen iki kırılma ekseninin oluşturduğu akrep kıskacı (açık kapı politikası, AB Geri Kabul Antlaşması) üzerinde durulacaktır.
Türkiye’nin Göç Olgusunda Temel Yanılgısı: Günübirlik Tedbir ve İthal Yasalar
Türkiye’nin jeostratejik, jeopolitik, jeoekonomik konumu
tarih boyu ülkenin coğrafyasını önemli kılmıştır. Türkiye farklı kültürlerin,
farklı inançların farklı ırkların/etnik yapıların buluştuğu ve çatıştığı bir yerdir.
Tarihî süreçte dünya hâkimiyet mücadelesi veren bütün imparatorluklar, Anadolu’yu
elde etmek için savaşmışlardır. Anadolu sürekli bir mücadele alanıdır. Bu durum
çok farklı göç türlerinin bu coğrafyada iç içe geçmesine neden olmuştur. Bu
bağlamda Türkiye’nin, iç göç, transit
göç, dış göçlerin vuku bulduğu ve iç içe geçtiği bir coğrafyada bulunduğu
unutulmamalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca ardı arkası kesilmeyen iç göçle ve bunun neden olduğu
sosyolojik, psikolojik, ekonomik ve kültürel sorunlarla ilgili acı tecrübeleri
vardır. Bu nedenle bu ülkeyi yöneten siyasetçiler ile sivil ve askerî
bürokrasinin, göç ve savaş konularında hayli iyi bir tarihî birikime sahip
olduklarını, olmak zorunda olduklarını düşünüyoruz. Bu büyük tarihî birikim ve
tecrübeye rağmen zamanında Türkiye’nin ne iç göç, ne transit göç, ne de dış
göçle ilgili gerekli, tutarlı, yasal bir düzenlemesinin olmadığını görmek
gerçekten üzücüdür.
Türkiye’nin göçlerle ilgili yasal öngörülerini 25-50-100
yıllık stratejilerin üzerine oturtmamakta anlık, günlük kararlar almakta, AB’ye bağımlı olarak hareket etmektedir.[1]
Böyle düşünmemizin sebebi; T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İşleri
Genel Müdürlüğü’nün, “Göç Hukukumuzdaki
Gelişmeler” bölümünde, yaptığı bir değerlendirmedir: “…5543
sayılı İskân Kanunu (2006) göçmen, serbest göçmen, iskânlı göçmen, münferit
göçmen ve toplu göçmen gibi çeşitli göçmen türlerini tanımlamış ise de soydaş odaklı düzenlemelerle sınırlı bir yapı
öngörmektedir. Dolayısıyla bahsi geçen göçmen tanımındaki sınırlayıcı yaklaşım, günümüz koşullarında düzenli,
düzensiz göç ve uluslararası koruma alanlarını içeren göç kavramından uzak kalmıştır. (…) Bu
düzenlemelerin yanı sıra farklı kanunlarda kısmen ve dağınık olarak düzenlenmiş
göç alanına ilişkin hükümlere yer verildiği görülmekte ise de bu alanda
hissedilen kanun düzeyindeki mevzuat eksikliği çoğunlukla idari düzenlemelerle
giderilmeye çalışılmıştır. (…)
Bu çalışmaların sonucunda, Türkiye’de bütüncül bakış açısına sahip bir
göç yönetimi yapısı kurulmasının temelini oluşturan 6458 sayılı Yabancılar ve
Uluslararası Koruma Kanunu (Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu) kabul
edilmiştir. (…) Anayasamızın
16. maddesi uyarınca yabancıların temel hak ve özgürlüklerinin milletlerarası
hukuka uygun olarak kanunla sınırlandırılması gerektiği ilkesidir. Yabancılar
ve uluslararası koruma alanını her yönüyle düzenleyen kapsamlı bir kanunun
olmayışı gerek anayasal, gerek uluslararası yükümlülüklerimizin tam olarak
yerine getirilmesini güçleştirmiştir. Bu durum, ihtiyaç duyulan alanlardaki
boşlukların idari düzenlemeler yoluyla giderilmesi sonucunu doğurmuştur.
Ayrıca kanun düzeyinde kapsamlı bir düzenlememizin olmayışı, özellikle sınır
dışı ve idari gözetim işlemleriyle uluslararası koruma (iltica) konularında
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından ülkemiz aleyhine verilen ihlal
kararlarındaki artış, kapsamlı mevzuat çalışmalarını zorunlu hâle getirmiştir.
(…) 2003 tarihli Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye
Ulusal Programı” doğrultusunda hazırlanan “İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği
Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı” (İltica ve
Göç Eylem Planı) Başbakanlık tarafından 25 Mart 2005 tarihinde
onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Bu plan uyarınca, göç alanına ilişkin AB
müktesebatına uygun yasal düzenleme çalışmaları yapılması yasanın
hazırlanmasında başlıca müessirdir.”[2]
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün alıntı yaptığımız yukarıdaki
açıklaması olumlu bir itiraf şeklinde değerlendirilmelidir. Eleştirimiz, 2013
yılına kadar Türkiye’nin göçle ilgili “uzun vadeli bir genel stratejisinin” olmamasıdır.
11 Nisan 2013 tarihinde kabul edilen
6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu (YUKK) bünyesinde
barındırdığı zaaflara rağmen çok olumlu bir gelişmedir. Bu yasanın
hazırlanmasında öngörülemeyen bazı olumsuz olgular, pratikte ortaya çıkacaktır.
Bunlar, yönetmeliklerle, genelgelerle halledilmelidir. Bu nedenle süreç iyi
takıp edilmelidir. Türkiye’nin
göçle ilgili yasal ve yapısal mevzuatının tarihsel süreci, ana hatları ile
aşağıda özetlenmiştir:[3]
- 14.06.1934 tarih ve 34/2510 sayılı İskân Kanunu,
- 11.08.1941 tarih ve 41/4104 sayılı Muharip Yabancı Ordu
Mensuplarından Türkiye’ye İltica Edenler Hakkında Kanun,
- 15.07.1950 tarih ve 5682 sayılı Pasaport Kanunu,
- 15.07.1950 tarih ve 50/5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de
İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun,
- 29.08.1961 tarih ve 359 sayılı Kanunla Türkiye Büyük Millet
Meclisi’nde “1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre
Sözleşmesi’nin kabul edilmesi,
- 11.02.1964 tarih ve 64/403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu,
- 1.07.1968 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile Kabul Edilen
1951 Tarihli Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesine
ilişkin 1967 tarihli Protokol,
- 12.02.1981 tarih ve 2383 sayılı Kanunla 11.02.1964 tarih ve
64/403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanunu’nda Değişiklik,
- 30.11.1994 tarih ve 94/6169 sayılı Türkiye’ye İltica Eden
veya Başka Bir Ülkeye İltica Etmek Üzere Türkiye’den İkamet İzni Talep
Eden Münferit Yabancılar ile Topluca Sığınma Amacıyla Sınırlarımıza Gelen
Yabancılara ve Olabilecek Nüfus Hareketlerine Uygulanacak Usul ve Esaslar
Hakkında Yönetmelik,
- 12.06.1995 tarih ve 22311 sayılı Kanunla 11.02.1964 tarih ve
64/403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanununda Değişiklik,
- 07.11.1995 tarih ve 7473 sayılı Muharip Yabancı Ordu
Mensuplarından Türkiye’ye İltica Edenler Hakkında Yönetmelik,
- 1998 tarihli ve 98/4360 sayılı Kanunla yapılan değişikleri
içeren 15.07.1950 tarih ve 50/5683 sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet
ve Seyahatleri Hakkında Kanun
- Aralık 2000: Türkiye, “Sınır Aşan Organize Suçlarla Mücadele
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ile bu Sözleşme’ye ek “Göçmen Kaçakçılığı”
ve “İnsan Ticareti” konularını düzenleyen protokollerin imzalanması ve
Mart 2003’te de taraf olması.
- 20.01.2000. Türkiye ile Yunanistan arasında “Suçla Özellikle
Terörizm, Örgütlü Suçlar, Yasadışı Uyuşturucu Madde Ticareti ve Yasadışı
Göçle Mücadelede İş Birliği Antlaşması” imzalanmış ve 17.08.2001 tarihinde
yürürlüğe girmiş,
- 2001: Hazırlanan Türkiye’nin “Ulusal Programında” ve AB’nin “Katılım Ortaklığı Belgeleri”nde, Schengen Antlaşması’nın tam olarak uygulanmasına, düzensiz göç ile mücadele ve
entegre sınır yönetimi konularına özel bir yer verilmiştir.
- 08.11.2001 Yunanistan’la “Yasa Dışı Göçmenlerin Geri Kabulüne
İlişkin Protokol”, T.C. Bakanlar Kurulu’nun 12.03.2002 tarih ve 2002/3914
sayılı kararı ile onaylanarak 24/04/2002 tarih ve 24735 sayılı Resmî
Gazete’de yayımlanmıştır. Protokol
Ağustos ayı başında da Yunan Parlamentosunca onaylanmıştır.
- 10.09.2001: Suriye ile Yasa Dışı Göçmenlerin Geri Kabulüne
İlişkin Anlaşma; 17.06.2003 Tarih ve 4901 sayılı Kanun’la Onaylanarak
24.06.2003 Tarih ve 25148 Sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
girmiştir.
- 06.05.2003: Kırgızistan ile Yalnızca Her İki Ülkenin
Vatandaşlarını Kapsayan Bir Geri Kabul Anlaşması, 12.02.2004 tarih ve 5097
sayılı Kanunla Onaylanarak 17.02.2004 tarih ve 25376 sayılı Resmî Gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
- 04.06.2003 tarih ve 4866 sayılı Kanunla 11.02.1964 tarih ve
64/403 sayılı Türk Vatandaşlık Kanununda Değişiklik,
- 27.02.2003 tarih ve 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri
Hakkında Kanun
- 24. 07. 2003 tarih ve 25178 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak
yürürlüğe giren “AB Topluluk Müktesebatının Benimsenmesine İlişkin 2003
Yılı Türkiye Ulusal Programı”
- 19.01.2004: Romanya ile yasa dışı göçmenlerin geri kabulüne
ilişkin bir antlaşma imzalanmıştır.
- 25. 03. 2005: İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği
Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Eylem Planı kabul
edildi.
- 2006: Göçmen, serbest göçmen, iskânlı göçmen, münferit göçmen ve
toplu göçmen gibi çeşitli göçmen türlerini soydaş merkezli olarak düzenleyen 5543 sayılı İskân Kanununu kabul etmiştir.
- Ekim 2011: Türkiye’deki Suriyeliler için fiilî “Geçici Koruma”
rejimi uygulanmaya başlandı (geçici koruma statüsü Ekim 2014’te resmiyet
kazandı).
- 11.04. 2013 YUKK yürürlüğe
girdi.
- 14.11. 2013: Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Taşra Teşkilatı
Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği çıkarıldı.
- 16.12. 2013: Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği arasında
İzinsiz İkamet Eden Kişilerin Geri
Kabulüne İlişkin Antlaşma imzalanmış ve 1 Haziran 2016’da yürürlüğe
girmiştir.
- 11.04. 2014: 6458 sayılı Kanun’a uygun olarak, yürürlükten
tam bir yıl sonra Göç İdaresi Genel Müdürlüğü faaliyete geçti.
- 22.04. 2014: Kabul ve Barınma Merkezleri ile Geri Gönderme
Merkezlerinin Kurulması, Yönetimi, İşletilmesi, İşlettirilmesi ve Denetimi
Hakkında Yönetmelik Çıkarıldı.
- Eylül 2014: Göç İdaresi Taşra Teşkilatı oluşturulmaya
başlandı.
- 22.10. 2014: Geçici Koruma Yönetmeliği Yürürlüğe girdi.
- 18.04. 2015: Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Şube
Birimleri Tarafından Yerine Getirilen İş ve İşlemleri ve Kanunda
Belirtilen Diğer İş ve İşlemleri Yerine Getirmek Üzere İl Göç İdaresi
Müdürlükleri görevlendirildi.
- 15.01 2016: Geçici Koruma Sağlanan Yabancıların Çalışma
İzinlerine Dair Yönetmelik yürürlüğe girdi.
- 17.03. 2016: İnsan Ticaretiyle Mücadele ve Mağdurların
Korunması Hakkında Yönetmelik yürürlüğe girdi.
- 17.03 2016: Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun
Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik yürürlüğe girdi.
- 18.03. 2016: AB-Türkiye Mutabakatı imzalandı.
- 26.04 2016: Uluslararası Koruma Başvuru Sahibi ve
Uluslararası Koruma Statüsü Sahibi Kişilerin Çalışmasına Dair Yönetmelik yürürlüğe
girdi.
- Ocak 2017: Suriyelilerden alınan kayıt bilgilerinin
güncellenmesi ve eksik bilgilerin tamamlanması (kayıtların güncellenmesi)
süreci başladı.
- 22.07 2019: İstanbul Valiliği kayıtsız veya başka illerde
kayıtlı Suriyelilerin il dışına çıkışı için yazılı karar aldı.
- 6.12. 2019: YUKK’da 7196 sayılı yasa ile değişiklikler yapıldı. (Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun)
Yukarıda verilen yasal zincir, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün
yaptığı tespiti doğrulamaktadır. Yasal mevzuatın ortaya çıkmasında,
düzenlenmesinde genel bir stratejiden ziyade yol boyu, pratikte ortaya çıkan
olaylara birer çözüm arama yaklaşımının etkin, baskın olduğu görülmektedir. Bir
başka önemli etken ise AB’ye üye olmak için AB’nin yasal mevzuatına uyma
mecburiyetidir.
Normal şartlar altında olayların gelişimine bağlı olarak mevcut
yasalarda değişiklik yapmak ya da yeni yasalar çıkarmak normaldir. Anormal olan
yapılan değişikliklerin ve çıkarılan yasaların ülkenin menfaatine olacak
şekilde uzun vadeli bir strateji üzerine oturtulması; pratikte
karşılaşılan sorunlar üzerinden anlık, günlük, pratik çözümler üreten yasal
düzenlemelerin yapılmasıdır. Bu durumu
Suriye’de başlatılan “Arap Baharı” sonrası, meydana gelen olaylar zincirinin
Türkiye’ye yansımasında görebilmekteyiz.
Aşağıda özet olarak verilen olaylar zincirini[4] göz önüne
alarak yukarıda verilen yasal düzenlemeler karşılaştırıldığı zaman, bu olgu
bütün çıplaklığı ile karşımıza çıkmaktadır:
- Mart 2011: Suriye’de mevcut yönetim karşıtı gösteriler
başlamıştır.
- 2011: Türkiye’de uluslararası koruma altında/başvurusu yapmış
kişi sayısı: 58 bin 018.
- 15 Mart 2011: “Suriye Dera’da demokrasi yanlısı”, “yönetim
karşıtı gösteriler başlamıştır.”
- 29 Nisan 2011 Suriye’den Türkiye’ye sığınan 252 kişilik bir grup Hatay’ın
Yayladağ sınırından Türkiye’ye ulaşmıştır.
- 26 Nisan 2011 Suriye ordusu, Dera’ya girmiştir.
- Ocak 2012: Göçmen sayısı 14 bin 237.
- 30 Mayıs 2012: Türkiye, Suriye’nin tüm diplomatik
personelinin ülkeden ayrılmasını talep etmiştir.
- 30 Haziran 2012: BM destekli Suriye Eylem Grubu öncülüğünde
ilk Cenevre Görüşmesi yapılmıştır.
- Ocak 2013: Göçmen sayısı 224 bin 655.
Ocak 2014: Göçmen sayısı 1 milyon 519 bin 286. - 22 Ocak 2014: İkinci Cenevre Görüşmeleri başlamıştır.
- 11 Haziran 2014: DAEŞ T.C. Musul Başkonsolosluğu’nu ele
geçirmiştir.
- 28 Haziran 2014: DAEŞ “İslâm Devletini ve Hilafetini ilan
etmiştir.”
- Kasım 2014: DAEŞ Kobani’ye saldırmıştır.
- Ocak 2015: Göçmen sayısı 2 milyon 503 bin 549.
- Eylül 2015: Aylan Kürdî adlı çocuğun denizde boğulması.
- Ocak 2016: Göçmen sayısı 2 milyon 834 bin 441.
- Ocak 2016: Suriye ile Türkiye serbest vize antlaşması
sonlandırılmıştır.
- 25 Ocak 2016: Üçüncü Cenevre görüşmeleri başlamıştır.
- Ağustos 2016: Fırat Kalkanı Harekâtı başlamıştır.
- Ocak 2017: Göçmen sayısı 3 milyon 426 bin 786.
- 23-24 Ocak 2017: Türkiye ve Rusya’nın girişimiyle ilk Astana
Toplantısı yapılmıştır.
Ocak 2018: Göçmen sayısı 3 milyon 623 bin192. - Ocak 2018: Zeytin Dalı Harekâtı başlamıştır.
- Mart 2018: Geçici Barınma Merkezleri AFAD’tan GİGM’ye
devredilmiştir.
- 31 Aralık 2019: Göçmen sayısı 3 milyon 576 bin 370.
- Ocak 2019: Göçmen sayısı 3 milyon 628 bin120.
- 28 Şubat 2020: Türkiye Yunanistan sınırlarını kontrol etmeme
kararı almıştır.
- 11 Mart 2020: Dünya Sağlık Örgütü küresel salgın ilan etmiş
ve Türkiye’de ilk korona vakası tespit edilmiştir.
- Aralık 2020: 911 km’lik Türkiye-Suriye sınırına örülen 837 km
uzunluğundaki
duvar tamamlanmıştır. - 31 Aralık 2020: Göçmen sayısı 3 milyon 641 bin 370.
Türkiye’nin göç üzerinden alınmak istendiği akrep kıskacını daha iyi anlamak için dünyada şu an başlatılmak istenen iki süreci göz önüne almak gerekmektedir:[5] 1. Şer ittifakının küresel yeni bir paylaşım kavgası/Yalta paylaşımı, 2. Siyonizm’in 3. Dünya savaşını Ortadoğu/Avrasya coğrafyasında çıkarma isteği. Bu iki ciddi tehlikeden dolayı, göç olayının 21. asrın savaşları olarak kabul edilen hibrit savaşlarındaki yerini, konumunu ve önemini ana hatları ile göz önüne almamız gerekmektedir.
Beşinci Nesil Savaşlar, Hibrit Savaşlar/Sessiz Savaş v e Göç Olgusu
Yeni nesil savaşlar farklı şekillerde isimlendirildiğinden
adlandırma konusunda genel bir uzlaşma yoktur:[6] Sessiz
savaş, beşinci nesil savaş, hibrit savaş[7]
kavramlarını kullanmayı tercih ettik. Hibrit savaş; “hem devletler hem de devlet dışı çeşitli aktörler
tarafından yürütülebilen” bir savaş türü olup “temelini, sınırsız savaş,
birleşik savaş ve dördüncü nesil savaş olmak üzere üç farklı savaş teorisi
oluşturmaktadır.”[8] Geleneksel
savaşlarla modern savaşların entegrasyonu hibrit savaşlardır.
ABD ve NATO hibrit savaş kavramı yerine ‘hibrit tehdit’ kavramını
kullanmaktadır. NATO’nun Stratejik Planlama ve Kavramlar Çalışma Grubu, Şubat
2010’da, hibrit tehdit kavramını şu
şekilde tanımlamaktadır: “Hibrit tehdit, devlet ve devlet dışı
güçleri de içeren, çok yönlü ve düşük yoğunluklu uluslararası barış ve
güvenlikle ilgili tehditler arasında yer alan siber savaş, asimetrik çatışma senaryoları, küresel terörizm, göç, yolsuzluk, etnik
çatışmalar, korsanlık, uluslararası organize suçlar, kaynakların güvenliği,
küreselleşmeden ve kitle imha silahlarının çoğalmasından kaynaklanan geri
dönüşler gibi çok çeşitli mevcut olumsuz koşul ve eylemleri kapsayan şemsiye bir terimdir.”[9]
NATO’nun hibrit tehdit tanımlamasındaki “…küresel terörizm,
göç, yolsuzluk, etnik çatışmalar, korsanlık, uluslararası organize suçlar,
kaynakların güvenliği…” kavramlarının yer alması konumuz açısından
önemlidir. Hibrit savaşın devletler ve
devlet dışı olmak üzere iki temel aktörü vardır.[10]
Devlet dışı askerî aktörler,
“askerî ve sivil olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.”[11]
“Ulusal, bölgesel, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında veya bölgesel güvenlik
kuruluşları ile koalisyon güçlerinde görev alan askerler ve savaş müteahhitlerinin paralı
askerleridirler.”[12] Devlet
dışı sivil aktörler, “medya kuruluşları, çok uluslu şirketler, sivil
halk, terörist gruplar, organize suç örgütleri, asi güçler, göçmenler, göçmen savaşçılar yerel
milisler gibi sivillerdir.”[13]
Hibrit savaşlarda “düzenli
orduyla beraber düzensiz silahlı gruplar”, “askerle beraber sivil halk”, “askerî
güçle beraber askerî olmayan (ekonomik, sosyolojik, psikolojik, politik vb.)
güçler”, “sıcak çatışmayla beraber şiddet içermeyen yöntemler”, “paralı
askerler”, “vekâlet savaşları”, “terör yöntemleri”, “ayaklanmalar”, “iç
isyanlar”, “gayrinizami savaş türleri”, teknolojinin getirdiği ‘siber savaşlar’,
“dron savaşları” gibi her türlü yeni imkânlar kullanılmaktadır; ortaya
çıkacak yeni imkânların ek olarak kullanılması da amaçlanmaktadır.[14]
Hibrit savaş konusunda dünyadaki gelişmelere baktığımızda
geleceğin savaşlarında, küçük ve etkili devlet dışı aktörlerin çok baskın
olacağı görülebilir. Bu unsurları daha da etkili kılacak olan teknolojideki
gelişmelerdir. Son yıllarda “Paramiliter Güçler” (PMG) ve “Özel Askerî Güvenlik
Şirketleri” (ÖAGŞ) devlet dışı aktörler olarak sürece ağırlıklı bir şekilde dâhil
olmuşlardır.[15]
Hibrit savaşın safhalarına ilişkin görüşler, zamanla
değişmekte ve de gelişmektedir. Sahadaki uygulamalardan hareketle teori
geliştirilmekte ve etkili unsurlar göz önüne alınarak hibrit savaş stratejisi
inşa edilip uygulamaya sokulmaktadır. Hibrit savaşta, düşük ve orta yoğunluklu
çatışma için konvansiyonel unsurlarla, konvansiyonel olmayan unsurlar birlikte
hareket etmektedirler. Bu iç içe geçmişlik bulanıklığa neden olmaktadır. İç içe
geçen bileşenlerin ve aktörlerin nasıl, ne şekilde ve ne zaman kullanacağı
hususu hibrit savaş stratejisinin safhalarını belirlemektedir. Hibrit savaş stratejisinde birbirine bağımlı
önemli safhalar mevcuttur (Şekil 1).[16]
Göç konusunda ilk beş safha
devrededir.
Şekil 1’de de görülebileceği gibi ‘askerî yöntemlerin
kullanılmadığı asimetrik savaş (bilgi/enformatik, etik, psikolojik, ideolojik,
diplomatik ve ekonomik yöntemlerin arzu edilen yönde politik, ekonomik ve
askerî altyapı oluşturma planının bir parçası olarak kullanılması’) hibrit
savaşın birinci safhası, birinci
aşamasıdır.
İkinci safhada
dezenformasyon savaşı başlatılıp neyin gerçek, neyin yanlış olduğuna ilişkin
bir kaos ortamı meydana getirilmektedir. Bunun başarılabilmesi için diplomatik
ve askerî kurumlardan, basın organlarından koordineli bir şekilde ‘yanlış
bilgiler’, ‘emirler’, ‘direktifler’ ve ‘talimatlar’ etrafa yayılmaktadır.
Siyasi ve askerî yöneticilerin yanlış karar vermeleri, yanlış yönlere
yönlendirilmeleri için ‘aldatıcı özel
operasyonlar’ yapılmaktadır. ‘Aldatma
ve rüşvet gibi yöntemlerle’ hükümet görevlileri ve askerî personel
üzerinde yoğun bir baskı uygulanarak istifa etmeleri sağlanmak istenmektedir (3. Safha).
Dördüncü safhada
sokak hareketleri ile siyasi iktidara karşı tüm gayrimemnunların toparlanması
ve bir baskı unsuru hâline gelmesi sağlanarak hem halkın hem de iktidarın
içinde gerilim ve huzursuzluk artırılmaktadır. İktidarın saflarında bölünme, taraftarlarında saf değiştirme
hedeflenmektedir.
Şekil 1: Hibrit Savaş Stratejisinin Aşamaları[17]
Hibrit savaşta, ‘saldırıya uğrayan tarafın saldırıya uğradığını ve hatta yenilgiye uğramakta olduğunu’ fark etmemesi, düşman kuvvetlerin imha edilmesinden ziyade, sistemlerin imhası ve karşı tarafın siyasi otoritesinin yıkılması öncelikli önemli hedeflerdir.
Hibrit Savaşın Aktörü Olarak Yabancı/Göçmen Savaşçılar/Göçmenler
Hibrit savaşın çok önemli devlet dışı unsurlardan biri de yabancı
savaşçılar/göçmen savaşçılar ve göçmenlerdir.[18]
Bu savaşçılar, savaşma yeteneğine sahip olup savaştıkları düşmana karşı kin,
nefret ve motivasyonla doludurlar. Savaşı alışkanlık hâline getirdikleri için
savaştıkları ülkede savaş bitince veya ayrılmaya karar verince ya kendi
ülkelerine dönmekte ya da bir başka ülkeye savaşmak için gitmektedirler.
Dolayısıyla bunlar hibrit savaşın amacına uygun olarak savaş yayıcı bir
görev üstlenmektedirler. Bunlar barış içinde yaşamayı değil genellikle
savaşarak yaşamayı tercih etmektedirler. Her türlü terör eyleminin içinde
bulunmakta bir sakınca görmemektedirler.[19]
Bu nedenle yabancı/göçmen savaşçılar, hibrit savaşın en iyi yayıcılarıdır. Bugün yabancı/göçmen savaşçılar, Irak,
Afganistan, Suriye, Libya ve Ukrayna’da aktif olarak savaşta yer almaktadırlar.
Hibrit savaşta göçmenler ise, hedef ülkeleri
istikrarsızlaştırmak için kullanılmaktadır. Hedefe konan ülkelere düzenli ve
düzensiz göçler, sığınmacılar, mülteciler yönlendirilmektedir. Hedef ülke göç
açısından tampon ülke hâline dönüştürülerek göçmenlerin ülkede
yoğunlaşması, sayılarının artması, gettolar oluşturacak şekilde yerleşmesi ile
yerli halkta gerilim ve huzursuzluk meydana getirilmek istenmektedir. Amaç
göçmenlerin/sığınmacıların sorunlarını çözmek değildir. Onları Hibrit savaşın
aktörleri hâline getirip kullanmaktır. İtalyan
filozof Agamben bu olguyu şu şekilde ifade etmektedir: “Mülteciler ve düzensiz göçmenler gayriinsanileştirerek, biyopolitikanın
nesneleri hâline getiriliyor. Gelişmiş ülkeler böylelikle, insanın yaşamını,
onurunu, güvenlik ve sığınma hakkını garanti altına alan 1948 İnsan Hakları
Beyannamesi ile 1967 tarihli mültecilerle ilgili Cenevre Sözleşmesi’ni fiilen
yürürlükten kaldırıyor.”[20]
Genelde, din, dil, inanç, mezhep, kültür-medeniyet, örf, âdet,
gelenek, görenek, ekonomik farklılaşma gibi özellikler, insanlar arasında
farklı etkileşimlere, gerilimlerin oluşmasına sebebiyet verebilmektedir.
Psikolojik olarak gerilimlerin derinleşmesi, sosyal fay hatlarının ortaya
çıkmasına imkân vermektedir. Hatta aralarındaki gerilimler, bazen fiili
çatışmaya dönüşebilmektedir. Bu nedenle hibrit savaş bağlamında göçmenler,
hedefe konan ülkede yeni fay hatları
oluşturmak amaçlı kullanılmaya çalışılmaktadır. Göçmenlerin “gettolar
oluşturması” ya da yerli halkla arasına mesafe koyması, yerli halkın
sosyokültürel yapısına, inanç yapısına, örf, âdet, gelenek göreneklerine,
ekonomik yapısına, aile yapısına ters düşecek davranışlar sergilemesi, hibrit
savaşın beyin takımı tarafından özel olarak değerlendirilmekte, bu farklılaşmanın
tezada dönüşüp çatışmaya sebebiyet verebilmesi için çalışılmaktadır. Süreç iyi
takip edilip gerekli çatışma ortamı oluşabilmesi için özel strateji ve
taktikler geliştirilmekte, göçmenler
içerisine yerleştirdikleri özel aktörler devreye sokulmaktadır.
Bu yaklaşımla ülkede meydana gelen, ekonomik ve sosyal
sorunların kaynağı olarak göçmenler gösterilmekte, yerli halk tahrik
edilmektedir. Hatta göçmenler adına göçmenlerle hiç ilgisi alakası olmayan ajan
provokatörler ya da parayla satın alınmış suçlular aracılığıyla ya da göç
sürecinde göçmen olarak aralara yerleştirilmiş profesyonel ajanları
aracılığıyla yerli halka saldırılmakta, dükkânları, işyerleri, tahrip
edilmekte, çocukları, kadınları, kızları taciz edilmektedir.
Hibrit savaşın ana
mekanizması bir taraftan bunları yaptırırken diğer taraftan elindeki medya ve
sosyal medya aracılığıyla her türlü kötülüğün kaynağı olarak göçmenleri ve
onları ülkelerine geri göndermeyen siyasi iktidarları göstermektedir. Siyasi iktidarlar gerekli basireti, dirayeti
gösteremediği, şeffaflığı, berraklığı ortaya koyamadığı, kendi içerisinde
tezatlar sergilediği, kendi hatalarını görmeyip hep başkalarını suçladığı zaman
göçmenler üzerinden başlatılan kampanyanın sonucu olarak oy kaybına
uğramaktadırlar.
Boğaziçi kadife darbe sürecinin göçmenler aşamasını göz önüne aldığımızda hibrit savaşın ilk 5 safhası (Şekil 1) Türkiye’de başarılı bir şekilde kullanılmıştır ve kullanılmaya devam edecektir.
Göçmen Kıskacına Alınan Türkiye
“Arap Baharı” operasyonu, Büyük Ortadoğu ve Büyük İsrail Projesi, İslâm’ın İslâm’la Çatışması Projesi ve yaratıcı kaos gibi projeler kapsamında hayata geçirilmiştir. “Arap Baharı”nı yaşayan bütün ülkeler, kaosa sürüklenmiş, şer ittifakının rızası hilafına iktidara seçimle gelen tüm yönetimler, darbe, postmodern darbelerle düşürülmüşlerdir. Mısır hariç ülkeler hukuken olmasa bile fiilen bölünmüşlerdir. Mısır’da Muhammed Mursi’nin şehit edilmesi, şer ittifakına göre “Demokrasinin kurtarılması amaçlı başarılı bir harekettir.”, “Darbe değildir” Şer ittifakının Suriye’yi dörde ya da beşe bölme planı, Rusya ve İran’ın kendi stratejik menfaatleri açısından Esed’in yanında yer alması ile süreç şer ittifakının öngördüğü bir şekilde gelişmemiştir. Afganistan ve Irak operasyonlarında süreç, şer ittifakı tarafından zamana yayılmıştır. Kısa zamanda düşürebilecekleri iktidarları düşürmeyip zamana yaymışlar hem iç göçün hem de dış göçün olmasını sağlayarak operasyon yapılan ülke ile ona komşu bölge ülkeleri istikrarsızlaştırmak istemişlerdir. O nedenle şer ittifakı Suriye ve Libya’da sürecin uzamasını hem ülke içinde hem de komşu ülkelerde göçe bağlı yeni fay hatlarının meydana gelmesini istemektedir. Türkiye tarafından iki ay içerisinde sonlandırılacağı düşünülen Suriye Operasyonu “Obama’nın bizi aldatması” sonucu 11. yılına girmiş bulunmaktadır. Ne kadar süreceği de belli değildir.
Hibrit savaş teorisi kapsamında Suriye operasyonunda hedef, sadece Suriye yönetimi olmayıp başta Türkiye olmak üzere tüm bölge ülkeleridir. 2011’de nüfusu 22.5 milyon olan Suriye’de operasyonun başlatılması ile birlikte, 2020 yılı verilerine göre 6.8 milyon Suriyeli ülke dışında, 6.7 milyon ise ülke içinde olmak üzere toplam 13.5 milyon Suriyeli, zorla yerinden yurdundan edilerek göçmen olmuştur. 6.8 milyon Suriyeli sığınmacı 126 farklı ülkede yaşamaktadır. Suriyelilerin %83’ü komşu ülkelerde yaşamaktadır. (31 Aralık 2020 itibari ile) Türkiye’deki Suriyelilerin sayısı 3 milyon 641 bin olup yurt dışındaki Suriyeli göçmenlerin %54,7’sidir. Lübnan’da 865 bin (%13), Ürdün’de 662 bin (%9,95), Kuzey Irak’ta 242 bin (%3,63), Mısır’da 130 bin (%1,95) ve yaklaşık %15’i Avrupa Birliği, diğer Avrupa ülkeleri, Kanada, ABD gibi ülkelerde yaşamaktadırlar. Avrupa’daki Suriyelilerin %70’inden fazlası Almanya’da (572 bin) ve İsveç’te (113 bin) yaşamaktadır.[21]
29 Nisan 2011 tarihinde Suriye’den Türkiye’ye ilk göç
hareketi, 252 kişilik bir grubun
gelmesi ile başlamıştır. Bu tarihten sonra sayıları değişmekle beraber düzenli
bir göç akışı devam etmiştir. Türkiye’de kendilerine “geçici koruma” statüsü verilen Suriyelilerin yıllara bağlı
değişimi Şekil 2’de gösterilmektedir.
Şekil 2: Geçici Koruma Altındaki Suriyelilerin Yıllara (2011-2022) Göre Dağılımı[22]
Şekil 2’de 2022 yılında Suriyelilerin Türkiye’deki toplam nüfusu, 3 milyon 651 bin 428’dir. 2022 yılı itibarıyla Türkiye nüfusu ise 84 milyon 680 bin 273’tür. Buna göre Türkiye’deki Suriyelilerin Türkiye nüfusuna oranı yaklaşık olarak %4,31’dir. 2022 yılı itibarıyla Türkiye’deki yabancıların toplam sayısının, 5 milyon 651 bin 684 olduğunu[23] göz önüne alarak yabancıların Türkiye nüfusuna oranını hesapladığımızda bu rakam %6.1 olmaktadır. Suriyeli Göçmenlerin Türkiye’de yerleşimleri ilden ile değişiklik göstermektedir. (Tablo 1) Suriyelilerin yoğun olarak yaşadıkları 10 il Şekil 3’te görülmektedir.
Tablo 1: Geçici Koruma
Kapsamındaki Suriyelilerin İllere Göre Dağılımı[24]
Şekil 3: Geçici Koruma Altındaki Suriyelilerin 100 Binin Üzerinde Yerleştikleri İllere (2022) Göre Dağılımı[25]
Türkiye’deki Suriyelilerin Türkiye nüfusuna oranının
yaklaşık olarak %4,31, tüm yabancıların ise %6.1 olduğunu göz önüne aldığımızda
Suriyelilerin ve tüm yabancıların ülke içerinde değişik illerdeki dağılımı buna
göre ayarlanmalı ve buna göre bir dağıtım ve yerleşme planı ortaya konmalıydı.
Belli bir stratejiye göre oranlar göz önüne alınarak Suriyeliler ve tüm
yabancılar yerleştirilmeliydi. Ne yazık ki bu yapılamamıştır. Pek çok ilde
göçmenler gettolar meydana getirmişlerdir. Bu da yerleşik halkta bir gerilim
meydana getirmiş, arada fay hattı oluşmuş ve fay hattı enerji ile yüklenmiştir.
Şer ittifakı da bu gerilimin daha artması ve bir çatışmanın ortaya çıkması için
çalışmaktadır.
Hem sevindirici hem
de geç kalındığı için üzücü olan İçişleri Bakanlığı’nın, gettolaşmaya engel
olmak için “1 Temmuz İtibarıyla
Mahallelerde İkamet Edebilecek Yabancı Oranının Yüzde 20’ye Düşürülmesi”, “1200
Mahalle Hem Geçici Koruma Statüsüne Hem İkamet İznine Kapatılması”, “Geri
Gönderme Merkezi Sayısının 30’a Yükseltilmesi”, “Sınır Güvenliği İçin Hem
Askerî hem de Teknolojik Özel Tedbirler Alınması”, “Turizm Amaçlı İkamet İzni
Taleplerinin Reddedilmesi” gibi
tedbirleri[26]
almaya başlamasıdır.
Göç olgusunda göz ardı edilmemesi gereken bir başka unsur, düzensiz göç ve göçmen olgusudur.
Düzensiz göçmenler, Türkiye’de ciddi bir sorun hâline gelmiştir. Düzensiz göçmenlerin yılara göre dağılımı
Şekil 4’te görülmektedir. Dikkat çeken husus 2015- 2020 döneminde düzensiz
göçmen sayısının hızla artmış olmasıdır. Bu düzensiz göçmenler ağırlıklı olarak
Afganistan, Pakistan ve Irak menşelidir. Yakalanan düzensiz göçmenler içinde en
büyük gruplar, 470 bin ile Afganistan, 196 bin ile de Pakistan vatandaşıdır.
Türkiye 2016-2021 arasında toplam 283 bin 790 yakalanan göçmeni kendi
ülkelerine geri göndermiştir. Ayrıca 2016 yılından itibaren Türkiye
sınırlarında engellenen düzensiz göçmen sayısı ise 2 milyon 327 bindir.[27]
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, 13 Nisan 2022, Göç İdaresi
Başkanlığı’nın 9. kuruluş yıl dönümündeki açıklamasında; Türkiye’de 5,5 milyon yabancı uyruklu
insanın yaşadığını, bunların 3,7 milyonunun “geçici koruma” altında olan
Suriyeliler olduğunu, geçici koruma altında bulunan Suriyelilerden 193 bin 293’ünün
Türk vatandaşlığı aldığını, Suriyeliler
dışında yaklaşık 1,4 milyon kişinin çeşitli ülkelerden ikamet izniyle ülkede
kaldığını, 318 bin kişinin de
uluslararası koruma kapsamında olduğunu; 2016’dan bu güne 2,5 milyon
kişinin kaçak girişinin engellendiğini; yakalanan düzensiz göçmen
sayısının 1 milyon 4 bin civarında olduğunu belirtmiştir.[28]
(Şekil 5)
Göç İdaresi Başkanlığı Düzensiz Göçle Mücadele ve Sınır Dışı
İşleri Genel Müdürlüğü’nün, 17 Nisan 2022 tarihli açıklamasında ise sadece 2022
yılında 21 bin 87 düzensiz göçmenin geri gönderildiğini; bu geri
gönderilenlerin 9 bin 654’ünün Afgan, 4 bin 206’sının da Pakistan uyruklu
olduğunu ifade etmiştir.[29] Düzensiz
göçmenlerin uyruklara göre dağılımı Şekil 5 ve Şekil 6’da verilmektedir.
Düzensiz göçmenlerin menşelerine baktığımız zaman, işgal,
çatışma ve iç savaşın olduğu ülkeler olduğunu görmekteyiz. Afganlıların başı
çekmesi, ABD’nin işgal hareketi ve ardından çekilme kararı ile alakalı
olabilir.
Şekil 4: Türkiye’de
Yıllara Göre Yakalanan Düzensiz Göçmen Sayısındaki Değişim[30]
Şekil 5: Türkiye’de Yıllara Göre Yakalanan Düzensiz Göçmenlerin Uyruklara Göre Dağılımı[31]
Şekil 6: Türkiye’de Yakalanan Düzensiz Göçmenlerin Ülkelere Göre Dağılımı, 2022[32]
Yapılan açıklamaları ve Göç İdaresi’nin verilerini göz önüne
aldığımızda Türkiye’nin göçmenler konusunda uzun vadeli bir strateji öngörüp
uygulamaya koymadığı anlaşılmaktadır. Türkiye, böyle bir tablonun
oluşabileceğini ve sürecin bu denli uzayabileceğini muhtemel görememiştir.
Göçmen olgusunu ve sayısını muhtemelen bunun için önemsememiş, hatta ciddiye
almamıştır. Eğer geçmiş 7-8 yılda
yapılan hataların neler olduğunu, bu hataların yerli göçmen ilişkisini hangi
boyutta ve eksenlerde etkilediğini göz önüne almaz, araştırmaz, hasıraltı
ederse Türkiye, gelecekte çok ağır bedeller ödeyebilir.
Şer ittifakının bu kaos ortamında fitne ve fesat için istediği ortamı ve şartları bulması, şartların daha da kötüleşmesi için alt yapı çalışmalarına hız vermesi, yerliler ile göçmenler arasında oluşmaya başlayan fay hatlarına aşırı enerji yükleyebilmesi, göç yönetiminde yapılan hataların sonucudur. Ümit Özdağ sadece fay hattını harekete geçiren hamleyi yapmıştır. Öyleyse Türkiye göçmenler konusunda nerede hata yapmıştır? Türkiye göçmenler konusunda “açık kapı” politikası uygulamak ve AB ile Geri Kabul Antlaşması’nı imzalamakla ne yapmıştır?
Suriyeli Göçmenlerle İlgili Türkiye’nin Açık Kapı Politikası
Türkiye, başlangıçta kapılarını Suriyeli göçmenlere açmak zorundaydı. Çünkü Türkiye’nin altına imza koyduğu Cenevre Sözleşmesi, uluslararası iltica, sığınma ve mülteci konularını tanzim eden 1967 protokolü ve BM kararları ve hepsinden de önemli olan insanı olgu bunu gerektirmekteydi. Türkiye Cenevre Sözleşmesi’ndeki “mülteci” kavramına koyduğu “coğrafya” şerhinden dolayı Suriyeli göçmenler, Türkiye açısından mülteci kabul edilmemekteydi. Ancak Cenevre Sözleşmesi’nin 1. maddesi uluslararası düzlemde Türkiye’nin elini kolunu bağlamaktaydı: “Cenevre Sözleşmesi Madde1/2: “Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır.”
Bu maddede kişilerin
“Irkı, dini, tabiiyeti, belli
bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme
uğrayacağından haklı sebeplerle korkması” ağırlık merkezini oluşturmaktadır. Sözleşmenin 3. maddesine göre mülteciler
arasında etnik köken, din ve geldikleri ülke bakımından ayrım yapılmadan
Sözleşme kapsamındaki haklardan faydalanmaları istenmektedir. Bu durumda
mülteci tanımı, hukuksal tanımlamanın dışında ayrı, psikolojik bir boyut
kazanmaktadır. “Bu bağlamda mülteci, vatandaşı olduğu ülkeyi siyasi
olaylar nedeniyle kendi iradesi sonucu veya zorla terk eden kişidir.”[33] Nitekim
kavramsal bazda meydana gelen bu sorun daha sonra “geçici koruma” kavramı geliştirilerek çözülmek istenmiştir.
Halkı Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin, İslâm’ın
zalimlerin zulmünden kaçanların, inançları
ne olursa olsun, korunma altına alınması emrini yerine getirmek
zorunluluğu vardı (4 Nisa 75, 97; 9 Tövbe 100,1017; 59 Haşır 8-9). Hem iç
kamuoyu hem de dış kamuoyundan dolayı Türkiye, Suriyeli göçmenlere kapılarını
açmıştır: “Açık kapı” politikası[34]
Cenevre Sözleşmesi,
1967 protokolü ve BM kararları kapsamında açık kapı politikasında göçmenlere, sınırda gerekli işlemler
yapıldıktan, göçmenlerle ilgili gerekli belgeler hazırlandıktan sonra, ülkeye
girme hakkı tanınmakta, nerelere yerleştirilecekleri belirlenmekte ve
görevliler vasıtasıyla ilgili bölgelere getirilip yerleştirilmektedirler. Açık kapı
politikası demek, sınırların yol geçen hanına dönüşmesi, dönüştürülmesi demek
değildir. Belli bir disiplin içinde yasal mevzuata uygun olarak hem yerli
halkın hem de göçmenlerin güvenlikleri, geçimleri göz önüne alınarak bir kayıt
ve yerleştirme stratejisinin, politikasının uygulanması gerekir.
Genel olarak “açık
kapı” politikası, son derece insanı bir yaklaşımdır. Ancak süreç uzarsa, göçmen
sayısı artarsa ortaya sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve güvenlik sorunları
çıkacaktır. Tek bir ülkenin bunun altından kalkması çok zordur, hatta imkânsız
olabilir. Eğer uluslararası antlaşmalar, “açık kapı” politikasını zorunlu görüyorsa,
tüm uluslararası kuruluşların devreye girmesi, mağdur duruma düşme eğilimi
gösteren, göçmenleri bağrında basan ülkelere yardım etmesi gerekmez mi? Uluslararası
kuruluşların yardım yapmaması, destek vermemesi durumunda, “açık kapı” politikası
göçmenlere kapıyı açan ülkelerin mağdur edilmesi politikasına dönüşmektedir.
Bugün Suriye’de de olan budur. “Başlangıçta Türkiye’ye açık kapı politikası uygulayın
diye ısrarcı olan AB”[35]
Suriye krizi uzayınca kendisine dokunmadığı zaman bu coğrafyada olan biteni ne
görmekte ne de işitmektedir. İnsan
haklarından, zulümden bahseden tüm dünyada Suriyeli göçmenlere “açık
kapı” politikası uygulayan tek ülke Türkiye’dir.[36]
Türkiye Suriyeli göçmenlerin üç farklı şekilde Türkiye’de yerleşmesine, barınmasına, imkân
sağlamış, izin vermiştir: “Kendi
ülkelerinde barınma imkânlarının neredeyse tamamen yok olduğu bu insanlara
yönelik Türkiye’ye girişlerinden itibaren üç farklı barınma yöntemi geliştirilmiştir. İç savaşın başladığı
tarihlerde akrabalık ilişkilerinin sonucu olarak özellikle Şanlıurfa,
Gaziantep, Hatay, Mardin ve Siirt başta olmak üzere Türkiye’nin birçok ilindeki
akrabalarının yanına
yerleşmişlerdir. İkinci barınma
yöntemi ise Türkiye’nin 10 ilde
açmış olduğu ve 2016 yılının sonuna doğru, sayısı 25’i bulan geçici barınma
merkezlerinde (kamplarda) sunulan barınma hizmetidir. Üçüncüsü ise sığınmacıların hiçbir yasal
engele takılmadan kendi imkânlarıyla Türkiye’nin 81 ilinde kiralama ya da satın
alma yoluyla edindiği barınma imkânlarıdır.”[37]
Bu noktada ana
sorun, üçüncü barınma politikasıdır.
Göçmenlerin kayıt altına alınmadan (Sonradan kayıt altına alınmışlar), hiçbir kıstas,
ölçü olmadan, kendi imkân ve iradeleri ile Türkiye’nin 81 vilayetini dağılıp
yerleşmiş olmaları bugünkü sorunların ana kaynağıdır. Yanlış
olan “açık kapı” politikasının “serbest geçiş ve yerleşme” politikasına dönüşmesidir.
Sınırda göçmenlerin belli bir bölgede tutularak kayıtlarının yapılması ülkenin
neresine, ne oranda gönderileceklerine karar verildikten sonra gönderilmemiş
olması, başlangıçta göçmenlerin ciddi bir şekilde kayıtlarının tutulmamış
olmasıdır. Kayıt dışı bir yerleşimin ve göçmenleri ülke sathına yerleştirmede
belli bir strateji ve politikanın olmaması, yol boyu iki farklı toplum kesimi
arasında sorunların ortaya çıkmasına, yaygınlaşmasına, ciddi fay hatları
oluşmasına sebebiyet vermiştir.
Başlangıçtaki çok isabetli olan, “ensâr-muhacir” yaklaşımı göçmen
nüfus çoğalıp yaygınlaştıkça, gettolaşmalar meydana geldikçe üzücü bir şekilde
düşmanlığa doğru evrilme sürecine girmiştir.[38]
2011’de “Arap Baharı” ile başlayan Suriye krizindeki şer
ittifakının ana stratejisini, hibrit savaşlar dönemini, krizinin bu kadar
uzayacağını ve göçmen sayısının bu denli hızlı ve çok olacağını, Türkiye,
zamanında görememiştir. Göremediği için de “2 ay sonra Emeviye camisinde namaz kılacaklarını” beyan
etmişlerdir. Bu yaklaşımın sonucu Türkiye, göçmenden ziyada Suriye yönetiminin
devrilip gitmesine kendisini odaklamıştır. Bir an önce Esed yönetiminin
devrilip gitmesi için yoğun çaba göstermiştir.
Şer ittifakı tüm paralı, kiralık savaşçılarını bölgeye sevk
etmiş ve IŞİD operasyonu ile Esed arka plana itilmiş; IŞİD’in daha büyük
tehlike olduğu Batı dünyasında inşa edilmeye başlanmıştır. Bu gelişmelerin
ardından ABD, Rusya, İran, İsrail, İngiltere ve diğer güçler Suriye’de devreye
girmişlerdir. Esed’in yönetimden gitmesinden sonra, Suriye’de Müslüman
Kardeşler’in iktidar olacağı korkusu Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın Esed’in
yanında yer almasına sebep olmuş; İsrail ve ABD Suriye’yi parçalayabilmek için
iç savaşın uzamasını, buna bağlı olarak iç ve dış göçlerin çoğalmasını ve
sürekli hâle gelmesini öngörmüşler ve süreci ona göre yönetmeye
çalışmışlardır.
Hibrit savaş olgusunu göz önüne aldığımızda, Türkiye’nin “açık kapı” politikası/serbest geçme ve yerleşme politikası, Türkiye’yi yıpratan ve içerde fay hatları oluşturan bir mekanizma hâline gelmiştir. Dolayısıyla akrebin bir kıskacı “açık kapı” politikası/serbest geçme ve yerleşme politikasıdır.
AB ile Yapılan Geri Kabul Antlaşması
Göçmen sorununda akrebin ikinci kıskacı, AB ile yapılan Geri Kabul Antlaşması ve 18 Mart
Mutabakatıdır. AB bir taraftan Türkiye’ye Suriyeli göçmenler
başta olmak üzere tüm göçmenler için “açık kapı” politikasını, baskı düzeyinde,
tavsiye ederken; diğer taraftan kendisine göçmenlerin gelmemesi, gelenlerin de
iadesi için kendisi ile göçmenlerin geriye kabulü için geri kabul antlaşması
yapılmasını dayatmış ve bunda da ısrarcı olmuştur. Vize serbestisini ve
göçmenler için maddi yardım yapmayı adeta rüşvet olarak sunmuştur.
Geri Kabul Antlaşması ile ilgili süreç Avrupa Komisyonu’nun
4 Mart 2003 tarihinde Türkiye’ye yaptığı teklifle başlamıştır. “2005 ile 2006
yılları arasında dört tur
müzakere edilmiş” ve “2009 ile 2010 yılları arasında teknik düzeyde görüşme yapılmış,
anlaşma metni, 21 Haziran 2012 tarihinde paraf edilmiş, 16 Aralık 2013
tarihinde imzalanmış ve 1 Ekim 2014’te antlaşma yürürlüğe girmiştir.[39]
Geri Kabul Antlaşması ile ilgili yürütülen süreci ve antlaşmayı
daha iyi anlayabilmek ve adil bir şekilde değerlendirebilmek için antlaşma
metninde sıkça geçen bazı kavramların hatırlanmasında fayda vardır. Geri Kabul
Antlaşması’nın 1. maddesi kullanılan kavramları tanımlamaktadır:
“Madde 1-Tanımlar Bu
Anlaşmanın amaçları bakımından:
(a)―Akit Taraflar, Türkiye
ve Birlik anlamına gelir;
(b) ―Türk Vatandaşı Türkiye mevzuatı uyarınca Türk vatandaşlığını
taşıyan herhangi bir kişi anlamına gelir;
(c) ―Üye
Devlet Vatandaşı, Avrupa Birliği’nin bir Üye Devletinin vatandaşlığını
taşıyan herhangi bir kişi anlamına gelir;
(d) ―Üye Devlet Danimarka Krallığı dışında
kalan tüm Avrupa Birliği Üye Devletleri anlamına gelir;
(e) ―Üçüncü ülke
Vatandaşı, Türkiye veya herhangi bir Üye Devlet vatandaşlığı dışında bir
vatandaşlık taşıyan herhangi bir kişi anlamına gelir;
(f) ―Vatansız kişi
herhangi bir ülke vatandaşlığı taşımayan herhangi bir kişi anlamına gelir;
(g) - İkamet izni, Türkiye veya Üye Devletlerden biri tarafından
düzenlenmiş olan ve bir şahsa söz konusu devletin topraklarında ikamet hakkı
tanıyan her tür izin anlamına gelir. Bu, bir iltica başvurusu veya bir ikamet
izni başvurusu süreciyle bağlantılı olarak ülkede kalmak için olan geçici
izinleri kapsamaz;
(h) ―Vize, Türkiye veya Üye Devletlerden
biri tarafından topraklarına giriş veya topraklarından transit geçiş için
gereken verilmiş bir yetki veya alınmış bir karar anlamına gelir. Bu, havaalanı
transit geçiş vizesini kapsamaz;
(i) ―Talep Eden
Devlet bu Anlaşma’nın 8. Maddesi uyarınca geri kabul veya 15. Maddesi
uyarınca transit geçiş başvurusunda bulunan (Türkiye veya herhangi bir Üye
Devlet) devlet anlamına gelir;
(j) -Talepte
Bulunulan Devlet, bu Anlaşma’nın 8. Maddesi uyarınca geri kabul
başvurusunda veya 15. maddesi uyarınca transit geçiş başvurusunda bulunulan
(Türkiye veya herhangi bir Üye Devlet) devlet anlamına gelir;
(k) ―Yetkili Makam Türkiye veya Üye
Devletlerden birinin Anlaşmanın 20(1)
(a) Maddesi uyarınca
uygulama protokolünde belirlendiği gibi uygulanması hususunda yetkilendirilmiş
herhangi bir yerel makamı anlamına gelir;
(l) ―İzinsiz ikamet
eden kişi, yerel mevzuatta belirtilen ilgili usul uyarınca, Türkiye
Cumhuriyeti’ne veya Üye Devletlerden birine girme, buralarda bulunma ya da
ikamet etme şartlarını taşımayan veya artık taşımayan kişiler anlamına gelir;
(m) ―Transit geçiş,
üçüncü ülke vatandaşlarının ya da vatansız kişilerin Talep Eden Devlet
sınırlarından döneceği ülkeye seyahat ederken Talepte Bulunulan Devletin
sınırlarından geçişleri anlamına gelir;
(n) ―Geri kabul, bu Anlaşmanın hükümleri uyarınca, Talep Eden Devlete
yasadışı giriş yaparken, yasadışı orada bulunurken veya ikamet ederken
yakalanan kişilerin (Talepte Bulunulan Devlet vatandaşları, üçüncü ülke
vatandaşları ve vatansız kişiler) Talep Eden Devlet tarafından transferi ve
Talepte Bulunulan Devlet tarafından kabulü anlamına gelir;
Geri kabul kavramı, anlaşmanın Madde1-n’de tanımlanmaktadır.
Tanımda “Talep
Eden Devlete yasa dışı giriş yapmak isteyen”, “yasa dışı olarak orada bulunan”
ve “ikamet eden” olmak üzere üç farklı duruma vurgu yapılmaktadır. Bu
kapsamda yakalananlar 1- “Talepte Bulunulan Devlet vatandaşları”, 2- “Üçüncü ülke
vatandaşları” ve 3- “Vatansız kişiler” olmak üzere üç sınıfa ayrılmaktadır.
Geri Kabul Antlaşması’nın hükümlerinin geçerli olduğu
ülkeler ve anlaşmanın kapsam alanı Madde 2’de belirlenmiştir. İlgilendiğimiz
kapsam alanı Madde 2-1’dir: Madde 2-Kapsam
1. Bu Anlaşmanın hükümleri, Türkiye veya Avrupa Birliğine Üye
Devletlerden birinin
topraklarına girme, burada bulunma veya ikamet etme şartlarını taşımayan veya
artık
taşımayan kişiler için geçerlidir.”
Bu maddeye göre iade edilecek olanlar “ülkeye girme”, “bulunma”
ve” ikamet etme şartlarının uygun olmayanlardır. Bunlara ek olarak eskiden bu
şartları taşıdığı hâlde şimdi/“artık taşımayanlar” da iade edileceklerdir. Antlaşmanın
3. maddesi Türkiye’nin kendi vatandaşlarının geri kabulü ile ilgilidir.
“Madde 3- Kendi
vatandaşlarının geri kabulü 1. Türkiye, bir Üye Devletin başvurusu
üzerine, söz konusu Üye Devletin veya Avrupa Birliği’nin kanunlarına göre Talep
Eden Üye Devletin ülkesine girme, ülkesinde bulunma veya ikamet etmeye ilişkin
yürürlükte olan koşulları sağlamayan veya artık sağlamayan tüm kişileri, 9.
Madde uyarınca Türkiye vatandaşı olduğunun kanıtlanması şartıyla söz konusu Üye
Devlet tarafından bu Anlaşmada öngörülen işlemler dışında başka herhangi bir
işlemin yerine getirilmesine gerek kalmaksızın geri kabul eder.
Madde 3.2 ve Madde 3.3, iadesi kabul edilecek kişilerin aile
efradına ilişkin bazı özel durumlarla; madde 3.4 ve Madde 3.5 ise yapılacak
bazı özel işlemlerle ilgilidir.
Geri Kabul Antlaşması açısından Türkiye için en sıkıntılı
olan durum, “Üçüncü ülke
vatandaşlarının ve vatansız kişilerin” geri kabul edilmesidir. AB ile
Geri Kabul Antlaşması’nın 4. Maddesi tamamen bu konu ile alakalıdır: “Madde 4- Üçüncü ülke vatandaşlarının ve vatansız
kişilerin geri kabulü 1. Türkiye bir Üye Devletin başvurusu üzerine,
Talep Eden Üye Devletin ülkesine girme, ülkesinde bulunma veya ikamet etmeye
ilişkin yürürlükte olan koşulları sağlamayan veya artık sağlamayan tüm üçüncü ülke
vatandaşlarını veya vatansız kişileri, 10. Madde uyarınca söz konusu
kişilerin aşağıda belirtilen durumlarının kanıtlanması şartıyla, söz konusu Üye
Devlet tarafından bu Anlaşmada öngörülen işlemler dışında başka herhangi bir
işlemin yerine getirilmesine gerek kalmaksızın geri kabul edecektir.
(a) Bu kişiler geri kabul başvurusunun
ibrazı esnasında Türkiye topraklarından bir Üye Devletin topraklarına doğrudan
giriş için Türkiye tarafından düzenlenmiş geçerli bir vizeye sahip ise,
(b) Türkiye
tarafından düzenlenmiş bir ikamet iznine sahip ise veya
(c) Türkiye topraklarında kaldıktan veya transit geçiş yaptıktan sonra Üye Devletlerin
ülkesine yasa dışı ve doğrudan giriş yapmış ise. 2. Bu Anlaşmanın 1.
Paragrafındaki geri kabul yükümlülüğü aşağıdaki durumlarda geçerli değildir:
(a) üçüncü ülke vatandaşı veya vatansız kişi sadece Türkiye’nin
bir uluslararası
havalimanının aktarma sahasından geçmiş ise; veya (b) Talep Eden Üye Devlet,
üçüncü ülke vatandaşına veya vatansız kişiye, kişi kendi topraklarına girmeden
önce veya girdikten sonra Talep Eden Üye Devlet topraklarına giriş için
kullanılan bir vize veya ikamet izni düzenlemiş ise ve söz konusu kişi Türkiye
tarafından düzenlenmiş daha uzun geçerlilik süresine haiz bir vizeye veya ikamet
iznine sahip değil ise veya (c) üçüncü ülke vatandaşı veya vatansız kişi, Talep
eden Üye Devletin ülkesine vizesiz giriş imkânına sahip ise.” Madde 4.3 ve
Madde 4.4 ise geri kabul edilen şahıslarla için yapılacak bazı işlem ve gerekli
evraklarla ilgilidir. Türkiye’ye mali yardım konusu hem hükümlerde (Madde 23)
hem de Anlaşmaya ek olarak ortak bildiri şeklinde antlaşmada yer almaktadır.
Antlaşmanın giriş bölümünde Türkiye’ye göçmenleri geri kabul
etmesinden dolayı maddi yardım yapılacağına özel bir vurgu yapılmasıdır. Ayrıca
antlaşmanın giriş bölümünde; “Bu Antlaşmanın,
ortak sorumluluk, dayanışma, Türkiye ve Birlik arasındaki göç akımlarının
yönetiminde eşit ortaklık ilkelerine dayandığını ve bu bağlamda Birliğin, Türkiye’yi bu Anlaşmanın
uygulanmasında desteklemek için mali kaynaklar sağlamaya hazır olduğunu vurgulayarak,”
şeklinde maddi yardım yapılacağına özel bir vurgu yapılmaktadır.
Madde 23’e ve giriş bölümündeki vurguya göre AB Türkiye’ye
maddi yardımda bulunmayı taahhüt etmiştir. Buna rağmen bugüne kadar taahhüt
ettiğinin ne kadarını ne kadar sürede ne ciddiyetle yerine getirmiştir; belli
değildir.[40]
Türkiye bu sorgulamayı bugün yapmalı ve gereğini yerine
getirmelidir. Çünkü Madde 24-4’e göre “tarafların anlaşmayı bildirimde
bulunarak feshetme yetkisi” bulunmaktadır.
Geri Kabul Antlaşması’nda dikkat çeken bir nokta, sığınma talep eden insanlarla ilgili
herhangi bir bilginin, şartın, maddenin metinde yer almamasıdır. Sığınmacıların
geri gönderilebilmesi için gönderilecek ülkenin, “güvenli üçüncü ülke” (AB 1990’lardan sonra artan sığınma başvurularıyla
baş edebilmek için güvenli üçüncü ülke kavramını icat etmiş ve sığınmacıların
geri gönderilmesine meşruiyet kazandırmaya çalışmıştır.) kabul edilmesi
gerekmektedir. Türkiye, AB tarafından güvenli üçüncü ülke olarak henüz kabul
edilmemiştir.[41] Muhtemelen
bu nedenle Geri Kabul Antlaşması’na sığınmacı kavramı konmamıştır. AB, Geri
Kabul Antlaşması imzalamak istediği ülkelere hem vize serbestisi hem de maddi
yardım teklifinde bulunmaktadır. Ancak vize serbestisi için yığınla reform
yapılmasını istemektedir. Nitekim AB-Türkiye Vize Yol Haritasında AB, Türkiye’ye
bir dizi reform yapması şartını getirmiştir. Oysa Geri Kabul Antlaşması’nda vize ile ilgili
herhangi bir madde yer almamaktadır. Buna rağmen böyle şartlar
koşmasının sebebi nedir? Yoksa Türkiye Geri Kabul Antlaşması’nı imzaladıktan
sonra AB vize yol haritasını askıya mı almak istemektedir?
Türkiye bu durumu zamanında sezmiş bununla ilgili bazı
çekincelerini, açık bir şekilde belirtmiş ve net bir tavır takınmıştır.[42] AB
Türkiye ile zorunlu olarak, muğlaklıklar içermesine rağmen bir Vize Yol
Haritası (Geri Kabul Anlaşması’nın dışında olmak şartıyla) yapmak zorunda
kalmıştır.[43] Geri Kabul Antlaşması’nda vize ile ilgili hiçbir hükmün yer almamış
olmasına rağmen böyle bir tavrın sergilenmesi dikkat çekicidir. Bu da
bir art niyetin göstergesi olarak yorumlanabilir.
Genelde geri kabul antlaşmalarına ilişkin uygulamalarda; 1. Geri kabule ilişkin belirli bir standart
yoktur. 2. Teknik detaylar
anlaşma içeriklerine göre değişiklik göstermektedir. 3. Antlaşmalarda sığınmacıların/mültecilerin haklarına ilişkin
düzenlemeler bulunmamaktadır.[44] Özellikle sonuncu durum, amacın göçleri
engellemek, göçmenleri/sığınmacıları korumak olmadığının AB coğrafyasından
çıkıp gitsinler de ne olurlarsa olsunlar mantığının bir tezahürüdür.
Antlaşmanın tanım ve muhtevasını göz önüne aldığımızda göç
güzergâhı/rotası üzerinde bulunan “transit
ülkeler” Geri Kabul Antlaşması’nı imzalamakla “üçüncü ülke
vatandaşlarını” ve “vatansızları” kendi ülkelerine alarak daha fazla
sorumluluk, yükümlülük altına girmiş olmaktadır. Eğer transit ülkeler kaynak
ülkelerle geri kabul anlaşmaları yoksa göç açısından otomatik olarak “tampon bölge” durumuna gelmekte ve
göçmenlerden dolayı ekonomik, sosyal, kültürel, güvenlik ve siyasi sorunlarla
boğuşmak zorunda kalmaktadırlar.
Türkiye AB ile Geri Kabul Antlaşması imzalamakla, geri dönüşüm antlaşması olmayan Afganlıları, Suriyelileri ve Bangladeşlileri ülkelerine geri gönderme imkânına sahip değildir. Otomatik olarak Türkiye göç açısından bir tampon bölge olmuştur ve topraklarında yaklaşık 5 milyon civarındaki göçmeni barındırmaktadır, barındırmaya da devam edecektir. Bu durum, AB’nin düzensiz göç konusunda geri kabul antlaşmalarını stratejik bir araç olarak kullandığının bir göstergesidir. Böylece düzensiz göç hareketini kendi sınırları dışında durdurmayı başarmıştır. Evet, AB Geri Kabul Antlaşması, akrebin ikinci kıskacı olup Türkiye’yi hareketsiz bırakmak için sıkıştırmaktadır.
Sonuç: Akrebin Kıskacını Parçalamak İçin İthal Yasalara Son Verilmelidir
Türkiye’nin 100 yıllık bir strateji eksikliği, kriz
dönemlerinin göz önüne alınmaması, uluslararası düzlemde barış ve dostlukların
geçici olduğunun öngörülüp ona göre bir planlama yapılmaması, bölgesel ve
küresel denklemde savaşan 20’ye yakın projenin ele alınıp değerlendirilmesine
ve ona göre bir strateji geliştirilip bir planlama yapılmasına engel teşkil
etmiş olaylar kısa vadeli strateji ve taktiklerle önlenmeye çalışılmıştır.
Özellikle Büyük Ortadoğu Projesi, Büyük İsrail Projesi,
Yaratıcı Kaos/Yıkım Projesi, 21. Asır Haçlı Seferleri Projesi, İslâm’ın İslâm’la
Savaştırılması Projesi, Şehir Devletleri Projesi ve hibrit savaşlar kapsamında,
genel olarak, kadife darbeler projesi özel olarak da, ikinci nesil kadife darbe
olan “Arap Baharı” süreci, Türkiye tarafından zamanında gerektiği gibi
algılanamamış, Şer
ittifakının (ABD, AB, İngiltere, İsrail- Siyonizm) Afganistan, Irak ve
Suriye’de başlattığı operasyonların amacı, kapsamı ve hedefi gerektiği gibi
okunamamıştır. Türkiye tarafından 2 ay içerisinde biteceği öngörülen Suriye
operasyonun yıllara yayılması ve her geçen gün daha da derinleşmesi, bölgede ve
dünyada çarpışan projelerin Türkiye tarafından iyi okunamadığının bir
göstergesidir. “Obama bizi aldattı!”
ifadesi, bu olgunun en canlı tezahürüdür.
5 milyon civarında göçmenin var olduğu bir Türkiye’de
yöneticiler, bu olguyu göz önüne almalı ve gereğinden fazla hassas
davranmalıdırlar. Serbest sınır geçiş
ve serbest yerleşme politikası göçmenler için son derece yanlıştır. Şer ittifakı
akrebinin bir kıskacı “açık kapı”
politikası, diğer kıskacı ise AB
Geri Kabul Antlaşması’dır. Bunun anlamı bir taraftan hibrit savaşın
malzemesi olarak kullanılan tüm göçmenlere kapını açacaksın, diğer taraftan AB’ye
giden, gitmiş olan tüm göçmen/sığınmacıları geri alıp ülkende besleyerek
göçmenler açısından tam bir tampon bölge hâline geleceksin. Türkiye’nin
menfaatlerini savunmak söz konusu olduğunda şer ittifakı akrebi hem göçmenlere hem de ev sahiplerine
farklı zehirler salgılayarak her iki kesimi karşı karşıya getirip
çatıştırmaktadır ve de çatıştıracaktır.
O nedenle Türkiye önce gelecek 100 yıl için nerede, ne olmak
istediğine ilişkin bir strateji çizmeli her şeyi o stratejinin üzerine
oturtacak şekilde yeni bir yapılanmaya gitmelidir. Bu bağlamda yasalar kendi
inanç ve kültür ve medeniyet değerlerimize, kodlarımıza göre hazırlanmalıdır. Türkiye’de
yapılan bir yasanın AB yasalarını merkezine alarak hazırlanması yanlıştır.
Ülkemizde yasaları kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre yapabilecek insan
potansiyeli vardır. Farklı inanç sistemi ve farklı kültür-medeniyetin
çocuklarıyız. Başkalarının
tecrübelerinden yararlanmak ile başkalarının hukukunu merkeze alıp uygulamak
aynı şey değildir. Bunun en güzel örneği 2011 İstanbul Sözleşmesi’dir. Sözleşme uygulamalarının neden
olduğu felaketler göz önüne alınarak, Sözleşme bizzat kabul edenler tarafından
iptal edilmiştir. Bu gerek şarttı fakat yeter şart değildi. Yeter şart,
İstanbul Sözleşmesi’ni referans alarak hazırlanan 6284, 5237 ve 4721 sayılı
yasaların da yürürlükten kaldırılıp yenilenmesiydi. Bu yasalar hâlâ
yürürlüktedir ve de aileyi tahrip etmeye devam etmektedir. Akrebin kıskacından
kurtulmak istiyorsa Türkiye, kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre her
şeyi yeniden yapılandırmak zorundadır.
Konumuz açısından AB’nin onay ve desteği ile çıkarılmış olan
tüm göçle ilgili yasalarda aynı tehlikenin var olduğunu görmek, öncelikle
Türkiye’yi yönetenlerin sonra da Türkiye’de yaşayan herkesin görevidir.
Henüz vakit varken! Yarın çok geç olabilir.
[1] İlyas
Topsakal, “Türkiye’de
Göç Olgusu: Tarihsel Süreç”, Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı
Aşan Göç Komisyonu, Sınırı Aşan Göçler Raporu, AR-GE Yayınları 1, Ankara,
2018, s. 11-33. Akif Karaca, “Türkiye’ye Sığınan
Yabancıların Hukuki Statüsü”, Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu, Sınırı
Aşan Göçler Raporu.
[2] T.C. İçişleri
Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, gocidaresi@goc.gov.tr www.goc.gov.tr; Ankara, s. 12-15.
[3] M. Murat Erdoğan, Suriyeliler Barometresi 2020
“Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi”, Eğiten Kitap Yayıncılık, Eylül
2021, Ankara, www.unhcr.org/tr/yayinlar / www.mmuraterdogan.com Akif Karaca, “Türkiye’ye Sığınan Yabancıların Hukuki Statüsü”, Milliyetçi Hareket
Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu, age.,
İlyas Topsakal, age., Sümeyye Saadet Ildır, Göç Politikaları Çerçevesinde Türkiye-AB Geri
Kabul Antlaşması, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2020. Cüneyt
Akalın, “Afganistan’dan Göç: Türkiye Hedef Ülke mi Oluyor?” Teori, sayı: 390, 2022, s. 28-33.
[4] M. Murat Erdoğan, Suriyeliler Barometresi Suriyelilerle Uyum İçinde Yaşamın Çerçevesi, Eğiten Kitap Yayıncılık, Eylül 2021, Ankara, www.unhcr.org/tr/yayinlar / www.mmuraterdogan.com
[5] Burhanettin Can, “Ukrayna Kazakistan Hattındaki Kriz Neyin
Habercisidir? 3. Dünya Savaşının mı Yoksa 5. Dünya Soğuk Savaşının mı?” Umran,
sayı: 331, 2022; Burhanettin Can, “Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan
Stratejiler-2: Hibrit Savaşlar Dönemi”, Umran sayı: 333, 2022.
[6] Uras Ufuk,
“Beşinci Nesil Savaş/Sessiz Savaş”, Harkul Savunma Araştırma Merkezi, 2020.
Mustafa Şenol, Hibrit Savaş Kapsamında Siber Savaş ve Siber Caydırıcılık, Siber
Güvenlik ve Savunma Farkındalık ve Caydırıcılık, Grafiker Yayınları, Ankara,
2018, s. 181-221.
[7] Burhanettin Can,
“Avrasya Satranç Tahtasında Çatışan Stratejiler-2: Hibrit Savaşlar Dönemi”, age.
[8] Mustafa Şenol, age., s. 181-221.
[9] Mustafa Şenol, age., s. 181-221.
[10] Yusuf Özer,
“Savaşın Değişen Karakteri: Teori ve Uygulamada Hibrit Savaş”, Güvenlik Bilimleri Dergisi, 2018,
7(1),s. 29-56.
[11] H. Yalçınkaya, “Savaşın Değişimi ve Savaş Çalışmalarında Farklı
Disiplinler”, İçinde H. Yalçınkaya (Ed.), Savaş,
Farklı Disiplinlerde Yeni Yaklaşımlar,
Siyasal Kitapevi, Ankara, 2010.
[12] H. Yalçınkaya,
age.
[13] H. Yalçınkaya,
age.
[14] Uras Ufuk, age.
[15] Erol Işıkçı & Erman Kiraz “Hibrit Savaş Kavramının
Yeni Savaşlar Perspektifinden İncelenmesi”, Savsad
Savunma ve Savaş Araştırmaları, 2020, cilt: 30, sayı: 2, s. 253-266.
[16] Ali Nedim
Karabulut, “Eski Savaş, Yeni Strateji: Rusya’nın Yirmi Birinci Yüzyıldaki Hibrit Savaş
Doktrini ve Ukrayna Krizi’ndeki Uygulaması”, Uluslararası İlişkiler, cilt13, sayı: 49, 2016, s. 25-42. Burhanettin Can, age.
[17] Ali Nedim
Karabulut, age.
[18] Yusuf Özer, age.
[19] H. Yalçınkaya, “Yabancı Terörist Savaşçılara Karşı Uluslar Arası İş
Birliği: Türkiye’nin Tecrübesi”, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi,
Ankara, 2015, s. 16.
[20] Sümeyye Saadet Ildır, age.
[21] M.
Murat Erdoğan, age., s. 25.
[23] Halil Özsaraç, “Güçlü Bir Melez Silah: Kritik Nüfus Hareketleri”, Teori, sayı: 390, 2022, s. 35-42.
[26] 30.06.2022 Göç İdaresi Başkanlığı; https://www.goc.gov.tr/mahalle-kapatma-duyurusu-hk2;
İçişleri
Bakanlığı, 11.06.2022.
[27] M. Murat Erdoğan, age.
[28] Ali Kemal Erden, “Suriyeli ve Afganistanlıların
ardından şimdi de Pakistanlı düzensiz göçmenler gündemde... Nasıl geliyor,
kalıcı mı olmak istiyorlar?” Independent Türkçe,21 Nisan 2022.
[29] Ali Kemal Erden, agy.
[33] Akif Karaca, age.
[34] M. Murat Erdoğan, age. Veysel Bozkurt, “Küreselleşme, Sınır Aşan Göçler ve Kamuoyu”, Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu, Sınırı Aşan Göçler Raporu, s. 33-55. Yusuf Adıgüzel, Göç Sosyolojisi, Nobel, 4. Baskı, Ankara. İlyas Topsakal, “Türkiye’de Göç Olgusu: Tarihsel Süreç”, age. Coşkun Taştan & Ayşe Çolpan Kavuncu & Ayşe Merve Akbulut ve diğerleri, Uluslararası Kitlesel Göçler ve Türkiye’deki Suriyeliler, Uluslararası Göç ve Güvenlik Konferansı Sonuç Raporu, Polis Akademisi, Ankara, 11-13 Kasım 2016, Kasım-2016. Veysel Güneş, İnsan Hakları Bağlamında Göç ve Mülteciler, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2019.
[35] M. Murat Erdoğan, age.
[36] İbrahim Göğebakan, Göç
ve Ahlak: Sinema Örnekleri, Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2019, s. 39.
[37] Coşkun Taştan &Ayşe Çolpan Kavuncu &Ayşe Merve
Akbulut ve diğerleri, age.
[38] Bu dönüşümün nedenleri gelecek yazıda ele alınacaktır.
[39] Sümeyye Saadet Ildır, age. Necmettin Doğan, “Küreselleşme, Hareketlilik ve Mekân”, 22 Nisan 2022;
https://www.perspektif.online/duzensiz-gocmen-ve-siginmaci-sorunu-cozulebilir-mi/ İlyas
Topsakal, age.
[40] M. Murat Erdoğan, age.
[41] Sümeyye Saadet Ildır, age., s. 96.
[42] 333 Türkiye-AB
Vize Yol Haritası için https://www.ab.gov.tr/50120.html
[43] Sümeyye Saadet Ildır, age., 105-107.
[44] Sümeyye Saadet Ildır, age., s. 25.