1 Mayıs 2003 Perşembe

Uyanan Bir Ümmetin Büyük ve Uzun Yürüyüşü

 (Umran Dergisi)

“Biz sizi, insanlara şahid ve örnek olmanız için  mutedil, adil ve seçkin bir ümmet kıldık..”(2/143)

 

Ellerini ve kollarını sallayarak Irak'ı işgal edeceklerini ve Irak halkı tarafından çiçeklerle karşılanacaklarını   bekleyen işgalciler, büyük bir hayal kırıklığına uğramışlardı. Bırakın halkın onlara çiçek vermesini, bizzat halk  işgale karşı çıkıp direniş göstermişti.. Irak’ta ABD-İngiltere’nin giriştiği işgal hareketi, Fao, Umr Kasr, Nasıriye, Basra, Necef, Kerbela'da büyük bir direnişle karşılaşmıştı. İşgalciler, Irak yönetiminin aslî kuvvetleri olarak kabul edilen Cumhuriyet muhafızları, fedailer, milisler ile karşılaşmadan, rivayetlere göre, çok ciddi kayıplar vermişlerdi.

Bağdat, Musul, Kerkük ve Kerbela'da çok güçlü bir savunma ile karşı karşıya kalacakları ve işgalcilerin çok daha büyük kayıplar vereceğine  kesin gözüyle bakılmaktaydı. İntihar saldırılarının yaygınlaşması, işgalcileri paniğe sürüklemekteydi. Halkın bu güçlü direnişine bir de general çölün karşı taarruzu eklenince işgalciler şaşırmışlar ve de işgal hareketine ara verme kararı almışlardı. Bağdat’a doğru yürüyen işgalciler, işgal harekatını bir haftalığına askıya almak zorunda kalmışlardı. Kara harekatının 1 hafta durdurulmasından sonraki süreçte, Irak’ta  neler olduğu  henüz bilinmemektedir. Ancak bu sürecin sonunda Irak yönetimi, tüm ordusu ile birlikte hiçbir ciddi direniş göstermeden  ortadan kaybolmuştur. Bunun nedeni zamanla anlaşılacaktır.

Saddam'ın kuvvetlerinin direniş göstermemesinde, iki ihtimalden bahsedilebilir: Birincisi, Saddam'ın ABD ile pazarlık yaparak Irak'ı sattığıdır. İkincisi ise, teknolojik üstünlüğü olmayan Irak'ın ABD kuvvetlerini şehir merkezlerine çekerek gelecekte gerilla savaşı yapma gibi bir stratejiyi benimsemiş olmalarıdır.

Bu çalışmada bu konu tartışılacak ve bundan sonraki süreçte Müslümanların  bazı hassas noktalara dikkatleri  çekilecektir.

Çirkin Amerikalıyı Tanımak

Eğer Saddam ve kadrosu birinci yolu benimseyip Irak’ı satmışlarsa, bunun, başlangıçta İslam dünyasında ciddi bir zihinsel kırılmaya neden olabileceği söylenebilir. Büyük bir moral bozukluğu meydana gelebilir. Gariptir ki Müslüman bir dünya; Saddam ve ekibinden Iran-Irak savaşından ve daha sonraki gerek Kürtlere ve gerekse Şiilere karşı kimyasal silah kullanarak yaptığı katliamlardan ve de yönetimi süresince Müslümanlara uyguladığı baskıdan dolayı nefret etmiş olmalarına rağmen; bu savaşta ABD’ye karşı Saddam'ın zafer kazanmasını arzu etmişlerdir. Karşılaşılan bu ilginç durumun psikolojik alt yapısında, ABD ye duyulan öfke, kin ve nefretin Saddam'dan çok daha ileri düzeyde olmuş olması yatar.

ABD’nin İslam dünyasını hor ve hakir görmesi, devamlı aşağılaması böyle bir psikolojik zemini hazırlamıştır. Burada  çok önemli olan nokta; ABD’nin bir zamanlar  Müslüman’ın kafasında hicret edilmesi düşünülen(!), gıpta edilen, saygı ve sevgi duyulan bir ülke olmaktan çıkmış olmasıdır. İslam dünyasının zihinsel arka planında batıya duyulan özlem ve hayranlık, bu gün kin, nefret ve korkuya dönüşmüştür. Bu yeni bir sürecin başlangıcıdır. 

Bush, ‘bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar’ diyerek başlattığı  yeni haçlı seferi ile,  Batı dünyasının son yüzyıllık dönemde inşa edip kutsadığı, adeta putlaştırdığı tüm kurum ve kavramları yıkmakla kalmamış; batı düşünce sisteminin ana yapısında yer alan adaletsizliği,  güçlü olmanın haklı olduğu gibi bir anlayışı ve sömürgeci zihniyeti de teşhir etmiştir.

İslam coğrafyasında son 75 yılda yetişmiş olan nesiller, batıyı hiç bu kadar yakından  tanıyamamış ve anlama fırsatı bulamamışlardır. İslam coğrafyasındaki her inançtan insanın Çirkin Amerikalının çirkin yüzünü görebilmiş olması çok önemli bir olgudur.  İşgal hareketinin  farklı düşünce mensuplarının oluşturduğu ortak platformlarca protesto edilmiş olması, bunun çok önemli bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. ABD ve Batı hayranlığının  Irak savaşı ile birlikte Müslüman’ın zihninde yıkılmış olması, bu savaşın  çok önemli bir sonucudur.  Müslüman’ın zihni dünyasında bu anlamda meydana gelen kırılma, yeni bir bilinçlenme sürecinin başlangıcıdır.

Müslüman dünyada genel bir  sarsıntı vuku bulmuş olmakla beraber,  asıl zihni kırılma, batı ve ABD hayranı  liberal, küreselleşmeci  entelektüellerle, bürokratlarda ve daha üst yönetimlerde meydana gelmiştir.  Gerekçesi olmayan, hiçbir meşruiyet taşımayan bir savaşta, sivillerin hedef seçilmesi ve bebeklerin öldürülmesi bir türlü bu insanlar tarafından  izah edilememektedir.  O nedenle bu kesimlerin girdiği psikolojik bunalım çok daha şiddetli olmuştur. Bu zihni çalkantı ortamında İslam coğrafyasında ‘Ben’ ve ‘Öteki’ kavramları çok tartışılacak ve sorgulanacaktır. Dini hassasiyetleri yüksek olanların bu sürece çok iyi hazırlanmaları gerekir.

İşbirlikçi Yönetimlerin Uykusu Kaçacak

Eğer Saddam ve ekibi,  kendi hayatlarına karşı Irak’ı satma yolunu benimsemişlerse; bunun bir başka açıdan ümmetin uyanışına katkısı olmaktadır. Tüm işbirlikçiler, ülkelerini ve kendi taraftarlarını satarlar tarzındaki bir gerçek, çok çarpıcı bir şekilde bir kez daha ispatlanmış olmaktadır. Dolayısıyla ABD yanlısı, işbirlikçi yönetimlere destek verenler,  çok ciddi bir güven bunalımı içine yuvarlanacaklardır. Irak savaşında İslam dünyasının başında ABD desteği ile  ayakta duran yönetimlerin hiçbir şey yapmamış olmaları, bu duyguyu daha da kuvvetlendirecek ve  yakın bir zamanda bu coğrafya içindeki  yönetimlere karşı çok ciddi tavır alma başlayacaktır. Krallar ve diktatörler bundan sonra rahat uyku uyuyamayacaklardır.

Bağımsızlık ve Özgürlük Mücadelesinde İnisiyatif Müslümanlarda

Bugün Irak’ta ‘Ne Saddam Ne Amerika Yaşasın İslam’ diyerek yapılan yürüyüşler, yeni bir dönemin başladığının sinyallerini vermektedir. ABD’nin başlattığı bu haksız savaş,  İslam dünyasında ki tüm mezhep ve etnik unsurları  bütünleşmeye zorlamaktadır. Müslüman uyanışın önündeki en ciddi engel olan Batı işbirlikçisi yönetimlerin, ABD tarafından yıkılması ile İslam’a ve Müslüman dünyaya büyük bir hizmet edilmiştir. İslam coğrafyasında verilecek bağımsızlık savaşlarında veya ABD’ye  karşı girişilecek mücadelelerdeki  önderlikte inisiyatif, bizzat Müslümanların eline geçmiş olacaktır. Bundan sonra İslam'î kimliğe sahip olmayan hiçbir hareket, İslam dünyasında neşvûnema bulamayacaktır. Kendisini besleyecek ne bir iklim, ne de bir  toprak var olacaktır.

ABD ve Batı dünyası, kaderin ilginç bir tecellisi olarak geçmişte yaptıkları  bir hatayı, bir kez daha tekrarlamışlardır. 70’li yılların sonuna doğru Filistin’in bağımsızlığı için mücadele veren FKÖ gibi örgütlerin  mensubu 4000-5000 civarındaki gerilla grubu, gemilere bindirilip sürgüne gönderilmişti. Böylelikle İsrail’in güvenliğinin sağlanabileceği ve İsrail’e dikensiz  bir gül bahçesi ikram edilebileceği  düşünülmüştü. Ancak beklenen olmamış sürgüne gönderilen Marksist hareketin  bıraktığı boşluk, İslamî bir direniş hareketi ortaya çıkması ile doldurulmuştu.  O günden sonra  İsrail’e karşı verilen mücadelede inisiyatif, Müslüman direnişçilerin eline geçmiştir. İsrail çok güçlü bir direnişle karşılaşmıştır.  Bunun üzerine sürgüne gönderdikleri gerillaları geri getirip Filistin özerk bölgesini inşa etmek zorunda kalmışlardır. Yaser Arafat, tekrar Filistin mücadelesinin meşru lideri olarak kabul edilmiş ve Filistinlilere bazı haklar tanınmıştır. Zaman geçtikçe ve İsrail yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için işgal hareketinde bulundukça mücadele gene sertleşmiştir. Ancak aşırı kuvvet dengesizliğinin meydana getirdiği psikoloji, Sovyetlerin çökmesi ve batının neredeyse bir bütün olarak İsrail’in yanında yer alması sonucunda Filistinliler İslamî bir kimlik kazanmaya başlamış ve hareket  gittikçe  İslamlaşmıştır. Marksist bir hareketin liderleri bile zamanla bundan etkilenip eskiye nazaran dindarlaşmışlardır.

İşte bugün Irak’ta da  olacak olan budur. İslam coğrafyasında şehitlerin kanları ile beslenen topraklarda her şey, aslına rücu etme eğilimi göstermekte ve doğal olarak  İslamî kimlik ön plana çıkmaktadır.  İran’daki devrimi engellemek için ABD ile işbirliği yapan Saddam gibi birinin ABD’ye karşı verdiği mücadelede Irak bayrağına ‘Allahü Ekber’ ibaresini ekletmesinin anlamı da budur.  Kendisinin namaz kılması ve üst düzey kadrosunun camilerde namaza gitmeleri, hangi niyetle yapılırsa yapılsın, İslam coğrafyasında  İslamî uyanışın ne derece etkin bir noktaya ulaştığının bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir. Artık bundan böyle İslam coğrafyası, bir ümmetin uyanışına ve tarih sahnesine özne olarak aktif bir şekilde dönüşüne şahit olacaktır. Saddam’ın  birinci ihtimal çerçevesinde direnmemiş olması,  bu boyutuyla bir kayıp değil bir kazanç olmuştur. Saddam’ın çekilmiş olması, Müslüman Irak halkının teslim olduğu anlamına gelmemektedir. Nitekim Irak halkı büyük bir sezgiyle ortaya çıkabilecek boşluğu, ‘Ne Saddam Ne Amerika Yaşasın İslam’ diyerek doldurmuştur. Patronu ile işbirlikçisini aynı kefeye koyma basiretini göstermiştir.

İşbirlikçi Tehlike

Eğer Saddam işbirliği yolunu seçerek Irak’ı ve Iraklıları satmış ise, o taktirde dikkat edilmesi gereken bir tehlike; Saddam'ın savaşa iştirak etmemiş olan kuvvetlerinin, bu dönemde ABD ile işbirliği yaparak işgalcilerin güdümünde yeni bir  işbirlikçi yönetimin  daha hızlı ve etkin bir şekilde  kurulmasına  katkıda bulunmasıdır. Zaten işgalcilerle işbirliği içinde  olanlar vardı, şimdi de bunlara Saddam’ın organize, savaşa iştirak etmemiş güçleri eklenmiş olacaktır.  Bu durumda  işgalcilere karşı verilecek olan kurtuluş savaşı, bir iç savaşla beraber yürütülecek demektir. Irak halkının bu oyuna gelip gelmeyeceğini bilmiyoruz.  Saddam ve ABD'nin neden olduğu bunca acıdan sonra,  bu zalimlerin desteklenmesi demek; bize yaptığınız zulümler az geldi, geri gelin zulmünüze zulüm katın demektir.

Bu, Irak'ın geleceğinin şekillendirilmesinde Müslümanların işini biraz daha zorlaştırır; bağımsızlık mücadelesinin süresini biraz daha uzatır ve biraz daha fazla bedel ödenir. Bağımsızlık ve özgürlük mücadeleleri bedel ödenmeden de kazanılmaz. Bu ümmet bunun şuurundadır.

Saddam’ın Kurtuluşu: İslâma Teslim Olmak 

Eğer Saddam ikinci yolu benimseyip ABD’ye karşı gerilla savaşı verecekse; O zaman  dayanacağı tek güç Müslümanlar, tek fikir de İslam'dır. Baas fikriyatı toparlayıcı, birleştirici ve sürükleyici olamaz. Bundan sonra Saddam ve ekibinin önünde fazla bir alternatif bulunmamaktadır.  Ya Saddam İslam’a teslim olacak, onun uğrunda mücadele edecek ya da tarihin karanlık sayfalarına ABD işbirlikçisi olarak geçecektir. İslam'ı kabul ettiği ve bu uğurda mücadele ettiği taktirde Müslümanların tavrı, Hz. Bilal'ın Hz. Halit bin Velit ve  Hz. Amr ibnu’l-As'a karşı gösterdiği tavırdır: ‘İslam cahiliyede yapılanlardan dolayı insanı yargılamaz.’ Dolayısıyla Saddam Hak yolu seçtiği taktirde kendisini kurtarmış olacaktır. Bu durumda da gene Müslümanlar kazançlı çıkacaktır.

Saddam ve ekibinin bu iki yoldan hangisini seçtiğini önümüzdeki günler gösterecektir. Fakat hangisi benimsenmiş olursa olsun sonuçta  Müslümanlar, bu mücadeleden avantajlı çıkacaklardır.

Bir Üst Kimlik İnşâsı

İslam coğrafyasına karşı girişilen bu işgal hareketinde Müslümanlar, pek çok oyun ve tuzakla karşılaşacaklardır. Oyun ve tuzaklar karşısında  mücadeleye önderlik yapan müminlerin çok sabırlı olması, olaylara  çok geniş bir perspektiften, çok geniş çaplı ve de stratejik derinlikli olarak bakması gerekir. Birleştirici, bütünleştirici, toparlayıcı  ve kardeş yapıcı bir yol ve yöntem izlemelidirler. Bunun yolu, Üst Kimlik inşasından geçer.  O nedenle  tüm İslam coğrafyasında  İslam, bir üst kimlik olarak kabul edilmelidir. Tüm mezhebî  ve etnik alt kimlikler, güneşin 7 rengi gibi bu üst kimliğin  spektrumu olarak  görülmelidir. Alt kimlikleri muhafaza ederek ve fakat bunların entegrasyonu ile bir üst bilinç ve kimlik  oluşturulması  bu günün  en acil ve  en öncelikli görevidir.

Bugün İslam coğrafyası, ABD-İngiltere-İsrail tarafından tamamen işgal edilmek istenmektedir. Bunların bu stratejik hedeflerini göz önüne aldığımızda Müslümanları, ‘Beyaz Öküz, Siyah Öküz ve Sarı Öküz’ diye ayırıp sıra ile yemek istiyorlar. Bunun için Müslümanlar, güneşin tayfındaki alt renklerle meşgul olmayıp güneş olmayı hedeflemeliler. Onun için de Müslümanlar  Allah’ın verdiği renkle boyanmalılar:

“Allah’ın verdiği renk; Allah’tan verilen renkten daha güzel rengi olan kimdir?

Biz yalnız O’na kulluk edenleriz”.(2/138)

Bunun aksine bir davranışın Şeytanla işbirliği yapmak anlamına geldiği unutulmamalıdır:

“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam'a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin.

 Çünkü o, size apaçık bir düşmandır”(2/208)

Zalimlerin İslam diyarını işgal girişimi, bir başka bereketin ortaya çıkmasına vesile olmuş; yıllarca aynı camide namaz kılmayan Sünnilerle Şiiler, ilk defa bir ve beraber olarak namaz kılıp işgalcilere karşı ülkeyi terk et şeklinde toplu çağrıda bulunmuş, ‘Allahü ekber; Ne Saddam Ne Amerika’ diye bağırarak zalimlere meydan okumuşlardır. Bu, üst kimlik bilincinin öne çıkmaya başladığını göstermektedir. Şimdi yapılması gereken, bu büyük potansiyel hareketin saptırılmasına izin vermeden bunu şuurlu, teorik alt yapılı, stratejili ve planlı bir harekete dönüştürebilmektir.

Zalimlere Karşı Kitap Ehli Kimliği

Bugün İslam dünyasında işgallere karşı başlayan büyük baş kaldırı hareketini duygusal olmaktan çıkarıp; kalıcı, uzun vadeli ve de  sadece İslam dünyasını değil aynı zamanda  tüm dünyayı işgalden kurtarmaya dönük bir harekete dönüştürmek gerekir. O nedenle uyuşturulmuş bir insanlığa, fıtratına uygun bir kimlik kazandırmak bir şahsiyet kazandırmak hedeflenmelidir.

Bir tarafta üstün teknoloji ve ekonomiye sahip müstekbir  işgalciler, diğer tarafta ise ekonomisi zayıf, ciddi bir teknolojiye sahip olmayan, hem uluslararası hem de yerli işbirlikçi müstekbirlerin zulmü altında bulunan müstazaf Müslüman bir dünya var. Maddi anlamda anormal bir güç dengesizliğinin olduğu görülüyor. Buna karşın üstün teknoloji ve ekonomiye sahip olan işgalcilerin, tüm toplumsal değerleri çözülmüş ve çürümüştür. İnsan fıtratı ile uyuşmayan bir yaşam biçimleri vardır. Uluslararası sermayeye hizmete göre kurulmuş ve aşırı sınıflaşmaya doğru giden, kitleleri uyuşturan  bir sistem inşa etmişlerdir. Bu nedenle de insanları bunalıma sürüklemişlerdir. İncil ve Tevrat'ın samimi bağlıları bundan rahatsızlar, şikayetçiler. Müslüman dünya ise sağlam değerler sistemine, hayat felsefesine sahip ve mütevazı yaşam biçimleri ile tüm  müstazafları kucaklayabilme imkanına sahiptir.

İşte İslam coğrafyasına karşı girişilen işgal süreci ile  başlayan müstazaf-müstekbir mücadelesi  insanlığın geleceğini belirleyecektir.  O nedenle Müslümanlar ayrıntılarla uğraşmayıp ana ilkeleri öne çekmeli, ehli kitabı da içine alabilecek bir birlik, bütünlük ve dayanışmayı hedeflemelidirler:

“De ki: ‘Ey Kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek olacak bir kelimeye gelin.

Ki o da şudur: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp ta kimimiz kimimizi Rabler edinmeyelim.’

Eğer yine de yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘ Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.’”(3/64)

Bugün  İslam coğrafyasında başlatılan işgal hareketi, İncil ve Tevrat'ın özüne bağlı Hıristiyan ve Musevilerin tasvip edip onayladığı bir hareket değildir ve de olmamalıdır. Bu uluslararası sermayeye hakim olan çok küçük Siyonist bir azınlığın dünyayı kontrol altına alma girişimidir. Bu nedenle tüm kitap ehli, böyle bir zûlüm ve imha hareketine  karşı çıkmaya  çağrılmalıdır. Rum sûresinin başlangıç ayetleri, Müslüman bir bilincin bu konuda  nasıl işlemesi gerektiğini bize göstermektedir.

Korkuları Yenmek

Tarihte  Müslümanların zulme karşı verdiği mücadelelerde de çok anormal bir kuvvet dengesizliği hep  mevcut olmuştur. Hatta denebilir ki İslam’î mücadele azınlığın çoğunluğa, zayıfın güçlüye karşı mücadelesidir. Yaklaşık 200 yıldır baskı altında tutulan bir ümmetin bu giriştiği mücadele de aynı özelliklere sahiptir. Ayrıca 200 yıllık baskının oluşturduğu bir ruh hali ve psikoloji söz konusudur. Müminler bu noktayı hiç göz ardı etmemelidirler. Duygusal tepkileri kalıcı bir mücadeleye dönüştürmek, bu psikolojik alt yapıyı iyi tahlil etmeye, iyi kavramaya bağlıdır.

Tarihte 200-300 yıl gibi uzun bir dönemi köle olarak yaşamış İsrail oğullarının psikolojisi ile  yaklaşık 200 yıldır baskı altında tutulan Müslüman bir ümmetin psikolojisi arasında  bazı ortak  veya benzer noktalar bulunabilir. İsrail oğullarının yaşadığı kölelik sürecinde ruh dünyasında meydana gelmiş olan fay hatlarına  benzer fay hatları, Müslümanların ruh dünyasında da var olmuş olabilir. Her şeye  karşı  aşırı korku  ve güvensizlik duymak,  Firavun zulmü altında inleyen İsrail oğullarının kişiliğini belirleyen  bir özellik olmuştur. Gerçekte bu durum tüm müstazaflarda görülen bir haldir. Müstazafların  aşırı korku ve güvensizlik halleri, ne abartılmalı ne de görmezlikten gelinmelidir. Tedavi edilmesi gereken özel ruh hali olarak kabul edilmelidir. Gerçekte  korku, korunmaya dönük  beşeri bir tezahürdür. Ancak burada söz konusu edilen ve tedavisi istenen aşırı korku ve güvensizliktir.

Kur’ân-ı Kerim’de Hz. Musa’nın mücadelesi uzun uzun anlatılırken dikkatimizi çeken konu,  Hz. Musa’nın korkmasına da geniş yer verilmiş olmasıdır. Hz. Musa’nın 7 ayrı alanda korktuğu, ayetlerin incelenmesinden anlaşılmaktadır:

1-Peygamber olmadan önceki dönemde Mısır’da yaptığı bir kavganın sonucunda adam öldürmesi ve yöneticilerin kendisine ölüm cezası vermesi karşısında duyduğu korku (28/20-21)

2-Kutsal vadiye girdiğinde duyduğu sesten korkması(27/10)

3-Kendisine verilen mucizelerin vuku bulma anında duyduğu korku (20/ 20-21, 27/10, 28/31)

4-Allah, kendisine ‘Firavun’a git, anlat’ emrini verdiğinde duyduğu korku (20/45)

5-Sihirbazların gösterileri esnasında kendisine güvenini bir an için kaybedip korkuya kapılması (20/67-68)

6-Öldürülmekten korkması(26/14, 28/20-21,33)

7-Halkın kendisini yalanlamasından korkması(26/10-12)

Mucizevi bir güçle donatıldığını bile bile, Hz. Musa’nın Firavun’la olan büyük karşılaşmasında,  bilgin büyücülerin gösterdikleri sihir karşısında panikleyerek korkuya kapılması dikkat çekicidir.  Bir an için bile olsa mağlup olabilme ihtimalıni düşünmesi, Gayrı iradi bir refleks olarak kafasında acaba sorusunun  uyanıvermiş olması, korkunun  doğal beşeri  bir özellik olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Diğer taraftan kendisinin seçildiği, korunduğu, bu iş için özel olarak eğitildiği ve gerekli donanıma sahip kılındığı daha önce kendisine belirtilmiş olmasına karşın(20/11-44); kendisi ve kardeşi, ‘Firavuna git, anlat’ emri  verildiğinde korkuya kapılmışlardır. Firavun’un kendilerini öldürebileceğinden endişe etmişlerdir(26/14, 28/20-21,33).

O nedenle Hz. Musa,  korku anlarında desteklenerek rahatlatılmış ve kendisine güven kazandırılmıştır:

“Allah dedi ki: ‘ Korkmayın, çünkü ben sizinle birlikteyim; işitmekteyim ve görmekteyim’.” (20/ 46,  26/15) “Ey Musa, dön ve korkuya kapılma . Gerçekten sen güvende olanlardansın.” (28/31)

Bu noktada bizim sormamız gereken en önemli soru; Allah mucizelerle donattığı kulunun korkmasına, böyle bir duyguya kapılmasına niçin  imkan ve izin vermiştir? Niçin Allah Hz. Musa’nın korkmasına  Kitapta bu kadar yer ayrılmıştır?

Musa’nın şahsında ortaya konan, modellenen davranış, tepki veya düşünce; gelecek dönemlerde mücadele edecek olan müminlerin karşı karşıya kalacakları duygu, düşünce ve davranışlardır. Zaman zaman içine düşebilecekleri ruh halleridir. İşte böylesi karmaşık durumlarda Allah bize, özelde Hz. Musa’nın genelde tüm peygamberlerin şahsında  çıkış yolu göstermektedir. Eğer Kur’ân-ı Kerim’de ele alınan konulara bu boyutu ile yaklaşmaz isek  onun yol göstericilik vasfını gerektiği gibi anlamamış oluruz.

Hz. Musa’nın değişik olaylar karşısında sergilediği tavır, bu gün Müslümanlar gerek düşünce, gerekse pratik hayatlarında yaşamaktadır. Ancak Hz. Musa’nın şahsında modellenen  düşünce ve davranışı, bugün öncelikle Müslüman davetçiler, öncüler ve kadrolar dikkatle incelemelidir. Çünkü Hz. Musa bir öncü, bir lider ve bir tebliğci, büyük bir inkılapçıdır, sade bir vatandaş değildir. Halktan beklenen davranış ise ikinci planda gelir. Bununla beraber öncü kadrolar baskı altındaki toplumların ruh dünyalarını iyi tahlil etmeli korku ve endişelerini giderecek tedbiri almalı ve sabırlı davranmalıdırlar.

Zulüm Altında Yaşayanların Özgürleştirilmesi

Zulüm altında yaşayan toplumların korku ve endişeleri göz önüne alındığında, İslam coğrafyasında girişilen işgal hareketine karşı verilecek bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine, yediden yetmişe herkesin başlangıçta bir bütün olarak katılabileceğini beklemek hayalcilik olur. Kitleler genelde korkunun oluşturduğu bir tedbirlilik içinde bulunurlar. Firavun’un zulmü altında çok acı çekmiş olmalarına rağmen  İsrailoğulları, Musa ve kardeşine destek vermemişlerdir:

“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir grup gençten başka kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi”.(10/83)

Diğer taraftan Firavun’un kavmi de, Firavun tarafından küçük görülmüş,  aşağılanmış ve zülme uğramış olmasına  rağmen, korkudan dolayı, Hz. Musa’ya değil de  Firavun’a itaat etmiştir:

“Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.”(43/54)

Gerek İsrailoğullarının gerekse Firavun’un kavminin,  kendilerini kurtarmaya çalışanların yanlarında yer almaları beklenirdi. Ancak onlar, susmayı ve zalimlere itaat etmeyi ve hiçbir bedel ödemeden özgürlüğü kazanmayı tercih etmişlerdir.  Hz. Musa’ya, ‘Kim galip gelirse biz ona uyarız’ demiş olmalarının anlamı budur:

“(Firavun'un adamları:) Eğer üstün gelirlerse, herhalde sihirbazlara uyarız, dediler.”(26/40)

Zalimlerin zulmü altında gördükleri eziyetle, bağımsızlık ve özgürlük için verilecek  mücadelede görebilecekleri eziyeti bir görüp yakınmakta ve sitem edebilmektedirler:

“Onlar da, sen bize (peygamber olarak) gelmeden önce de geldikten sonra da bize işkence edildi, dediler. (Musa), "Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yer yüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar" dedi.”(7/129)

Uzun dönem zulüm altında yaşamış toplumların bu süreç içerisinde kazandıkları bu ruh hali, kolay kolay ortadan kaldırılabilecek, etkileri kolayca giderilebilecek bir olgu olmayıp; uzun yılların sabırlı çalışması ve nefis ve kalplerinin değiştirilmesinin hedeflenmesi ile üstesinden gelinebilir.

 Bu nedenle Hz. Musa, İsrailoğullarını Firavun’un zulmünden kurtarmak ve onlara kişilik kazandırmak için Mısır’dan çıkarmıştır(26/52, 44/23). Firavun’la büyük karşılaşma gününde Hz. Musa'nın gösterdiği büyük mucizeyi (20/59, 26/39), Kızıldeniz’in yarılıp Firavun’un ordusundan kurtulmalarını ve de Firavun’un tüm ordusunun denizde boğulmalarını görmüş olmalarına rağmen putlara tapan bir toplulukla karşılaştıklarında, kendilerine de putlar yapılmasını istemeleri(7/138-140); arkasından Samiri'nin yaptığı altın buzağı heykeline tapınmaları(20/85-96) ve onlara engel olmak isteyen Hz. Harun’u öldürmeye kalkmaları(7/150), toplumsal değişimin ne denli zorlu bir süreç olduğunu göstermektedir.  200-300 yıl köle olarak yaşamış İsrailoğulları, gördükleri bunca mucize ve kendilerine verilen nice nimetlere karşı gene de Hz. Musa’dan Allah’ı kendilerine apaçık göstermedikçe iman etmeyeceklerini söyleyebilmişlerdir. Bunun üzerine yıldırım çarparak öldürülmüşler ve ardından tekrar diriltilmişlerdir(4/153, 2/55,56).  Buna rağmen Samiri'nin yaptığı puta tapabilmişlerdir.

Yersiz yurtsuz bir topluluk olan İsrailoğullarına Arz-ı Mukaddes verilip yerleşmeleri istendiğinde, oraya girmeyi reddetmişlerdir. Gerekçeleri de orada zorba bir kavmin olmasıdır. Onlar oradan çıkmadıkça, kendilerinin de oraya girmeyecekleri konusunda ısrar etmişler ve Hz. Musa’ya karşı gelmişlerdir:

“Ey kavmim! Allah'ın size (vatan olarak) yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin, yoksa kaybederek dönmüş olursunuz. Onlar şu cevabı verdiler: Yâ Musa! Orada zorba bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça biz oraya asla girmeyeceğiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz”.(5/21-22)

İsrailoğullarının kurtuluşu,  onların bedel ödeyerek kazandıkları bir olgu olmayıp; Hz. Musa ve kardeşinin verdiği bir mücadelenin sonucunda  Allah' ın bir lütfu olarak  var olmuştur. O nedenle de kıymetini bilememişler, kendilerine verilen toprağa içerisindekileri bahane ederek yurt edinmeyi reddetmişlerdir. Hz. Musa’dan, Firavun’dan kendilerini daha önce nasıl kurtarmışsa, şimdi de aynı şekilde kurtarmasını talep etmişler; ‘Sen ve Rabbin git savaş’ diyebilmişlerdir:

"Ey Musa! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; şu halde sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" dediler.”(5/23-24)

Bağımsızlık ve özgürlük bilinci,  özel bir ruh halidir. O başkaları tarafından verilmez, o kazanılır. O hak edilir.  Bedel ödenerek elde edilir. Aksi taktirde kıymeti bilinmez; bedel ödemeyi kabul etmeyen bu toplum, bedel ödemeyi benimseyinceye kadar, kıymet bilinceye, şükredinceye, kafalarındaki zihinsel kirleri temizleyinceye kadar -ki bu İsrailoğulları için 40 yıl takdir edilmiş- yeryüzünde çılgınca koşup duracakları bir imtihana tabi tutulmuştur:

“Musa: "Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum; bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" dedi. Allah,"Öyleyse orası (arz-ı mukaddes) onlara kırk yıl yasaklanmıştır; (bu müddet içinde) yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme" dedi.”(5/25-26)

Ezilenlerin, sömürülenlerin tarih boyu sahip olduğu bu  psikoloji, yol boyu unutulmamalıdır. O nedenle kalıcı tüm hareketler, uzun vadeli bir mücadeleyi hedefleyerek toplumların özünü değiştirmeyi amaç edinmişlerdir(8/53,13/11). Peygamberlerin izlediği yol, böyle bir yol olup kalıcı etkiler bırakmıştır. Tüm peygamberler Firavunî sistemlerin insan zihninde meydana getirdiği korku  ve  kirliliği öncelikle tedavi ederek  onları değiştirmişlerdir. Toplumlarına bir kimlik, kişilik ve uğrunda mücadele edecekleri temel değerler kazandırmışlardır.

“Yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmî Peygamber'e uyanlar (var ya), işte o Peygamber onlara iyiliği emreder, onları kötülükten men eder, onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını ve üzerlerindeki zincirleri indirir. O Peygamber'e inanıp ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur'a (Kur'an'a) uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır.”8(/157)

Öncelikle korkularını giderecek şekilde onların Allah’la ilişkilerini düzeltmişler, onları kula kul olmaktan kurtarıp  Allah’a kul yapmışlardır. Yalnızca Allah’a ibadet etme anlayışına getirmişlerdir (11/26, 50, 61, 84). Allah korkusu ile donatıp bütün beşeri korkulardan sıyırmışlar, böylelikle onları gerçekten özgürleştirmişlerdir. İman etmiş Müslümanlar olarak  Allah’a tevekkül edip kafirler zümresinden kopup ayrılmışlardır:

“Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah'a inandıysanız ve O'na teslim olduysanız sadece O'na güvenip dayanın. Onlar da dediler ki: "Allah'a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma! Ve bizi rahmetinle o kafirler topluluğundan kurtar!'' (10/84-86)

Yeryüzünün Allah’ın mülkü olduğu  ve onu dilediğine bırakacağı bilincini vermişler, yalnızca Allah’tan yardım dilemeyi, yalnızca Allah’ı ve müminleri  veli edinip  Allah’a tevekkül etmeyi  kabul ettirerek sabrettirmişlerdir. Zafer ve mağlubiyetleri, Allah’ın  kendilerine tevdi ettiği emanete sahip çıkabilecek, adaletle hükmedecek, zulme boyun eğmeyecek  bir  ehliyet ve liyakate  ulaşabilmek için bir  deneme süreci olarak benimsetmişlerdir:

“Yoksa sizden önce gelip- geçenlerin hali, başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, öyle ki peygamber, beraberindeki müminlerle: ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin, kuşkusuz Allah’ın yardımı pek yakındır.”(2/214)

“Musa kavmine dedi ki... Umulur ki Rabbiniz düşmanınızı helâk eder ve onların yerine sizi yeryüzüne hakim kılar da nasıl hareket edeceğinize bakar." (7/128-129)

Böylesi bir arındırmanın sonucunda; insanlara güzeli tavsiye eden kötülükten alıkoyan, iyilik üzere yardımlaşıp hakkı ve sabrı tavsiye eden, anneye, babaya, yakınlara, yetimlere ve yoksullara iyilikle davranan, namazı dosdoğru kılan, namazlarını titizlikle koruyan, zekatı veren, birbirinin kanını dökmeyen, birbirlerini evlerinden yurtlarından sürüp çıkarmayan, ırzlarını koruyan, Kitaba bir bütün olarak inanıp onu parçalamayan ve ona sımsıkı sarılan, salih davranışlarda bulunup azgınlık yapmayan  ve ahitlerini bozmayan bir ümmet meydana getirmişlerdir (5/2, 2/63, 83-85, 93, 7/160-161,170).

İnsan fıtratı tahrip edilerek insanın kendisine yabancılaştığı  ve bunalıma sürüklendiği bir dünyada,  peygamberlerin inşa ettiği insan, toplum ve değerlere  benzer; yeni bir insan unsuruna ve yeni bir toplumsal yapıya ve yeni değerler sistemine bugün  ihtiyaç vardır.

İpini Eğirdikten Sonra Çözüp Bozan Kadın: ABD

Günümüz dünyasında insan fıtratına  karşı girişilen büyük saldırının öncülüğünü ABD yapmaktadır. İnsanı sefahate, çürümeye, sonu belirsiz bir maceraya sürüklemekte; tarihte helak olmuş tüm toplumların helak olmasına sebep olan tüm özellikleri kendinde toplayan sisteme sahip tek millettir. ‘Bizim yaşam tarzımıza karşılar’ deyip Müslümanlara karşı açtığı bu savaş, ABD için sonun başlangıcıdır. ABD tutarsızlığını ortaya koymuş, güvenilir olmaktan çıkmış bir ülkedir artık. Şu ana kadar dünyaya önerdiği düzenin tam zıddına davranışlarda bulunmuş, tüm insanlığın birikimi ve dayanışmasının sembolü haline gelen  ve dün kutsadığı tüm değer ve kurumlara  bugün saldırmış, onları kendisine ayak bağı olarak görüp devirlerini tamamladıklarını ve onlara ihtiyacı olmadığını söylemiştir. Gücünü putlaştırarak ipini eğirdikten sonra bozup çözen kadın gibi davranmıştır:

“Bir toplum diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok olduğu için yeminlerinizi, aranızda bir fesat aracı edinerek ipliğini sağlamca büktükten sonra, çözüp bozan (kadın) gibi olmayın. Allah, bununla sizi imtihan etmektedir. Hakkında ihtilafa düşmekte olduğunuz şeyi kıyamet gününde mutlaka size açıklayacaktır.” (16/92)

Artık çözülen ipin tekrar eski haline gelmesi nasıl mümkün değilse, ABD’de dünyadaki eski konumuna yeniden dönmesi, eski güvenirliğini ve saygınlığını yeniden kazanması mümkün değildir. Belki kendisinden korkulacaktır, ancak sevilmeyecek, kendisine saygı duyulmayacak ve güvenilmeyecektir. Artık ABD, dünyanın büyük çoğunluğunun dostu ve müttefiki değildir.

ABD, zalim Roma imparatorluğunun girdiği yıkılış sürecine girmiştir. Yıkılışın ne zaman tamamlanacağı yada hangi hız ve ivme ile vuku bulacağını zaman gösterecektir. Şüphesiz ki bu, bu günden yarına olmayacak fakat mutlaka vuku bulacaktır.

Sonuç: Rabbimiz Allah'tır Diyerek Yürüyenler Zafere Ulaşacaktır

Diğer taraftan ABD küçümseyerek saldırdığı bir coğrafyada kendi eli ile kendi işbirlikçilerini tasfiye ederek hem ümmetin işini kolaylaştırmış hem de ittifak yapacağı kesimleri devamlı güven bunalımına sokmuştur. Bundan böyle İslam coğrafyasında inisiyatif Müslümanların eline geçmiştir. Bağımsızlık bayrağı, özgürlük meşalesi müminlerin elindedir. Dünyanın dört bir yanında Müslümanlar, yalnızca Allah'ın önünde secde ederek ‘Rabbımız Allah'tır’ diyerek ve korkularından arınarak  büyük yürüyüşü başlatmışlardır:

“Şüphesiz, Rabbimiz Allah'tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vadolunan cennetle sevinin, derler”(41/30)

Kullandıkları yöntemler birbirinden farklı, bazıları yanlış da olsa zulme başkaldırıyorlar ve direniyorlar. Kendi öz deneyimleri ile kendi coğrafyalarında en uygun mücadele yol ve yöntemlerini  mutlaka bulacaklardır.  Gelinen bu noktada bu meşale, işbirlikçi ellere teslim edilmeyecektir. Çünkü Müslümanlar, 200 yıllık  çile ve deneyimin sonucunda  yeterince arınmışlar ve bundan dolayı da Allah'ın  yüklediği emaneti taşımaya gerçekten ehil olmuşlardır. Bu nedenle Allah'ın lütfuna, yardımına  ve desteğine mazhar olacaklardır:

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfu ve ilmi geniştir.

Sizin dostunuz (veliniz) ancak Allah'tır, Resûlüdür, iman edenlerdir; onlar ki Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılar, zekâtı verirler.

Kim Allah'ı, Resûlünü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.”(5/54-56)             

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...