(Umran Dergisi)
“Şunu da bil ki; nusret(i ilahî) sabırla birlikte gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe çalamayacaktır.”
Hz. Muhammed(s.a.v)
Giriş
Dünyada ve Türkiye’de belli
periyotlarla gerilim yükseltilip alçaltılmaktadır. Ancak her seferinde
gerilimin şiddeti daha da artırılmaktadır. Bu, soğuk savaş sonrası dünya
hakimiyet mücadelesi stratejisinin uygulamasından başka bir şey değildir. Bu yeni
bir soğuk savaş dönemidir. Batı dünyasının yaşam ve düşünce biçimine kökten
karşı çıkan ve hatta meydan okuyan İslam, batının yayılmasının önünde ki en
ciddi engeldir. Bunun için yeni soğuk savaş döneminde İslam ve Müslümanlar
düşman olarak hedef seçilmiştir. Büyük Ortadoğu diye anılan proje bu amaçla
ortaya konmuştur. Ana hedef Müslüman coğrafyanın yeniden şekillendirilerek
işgal edilmesi ve de Büyük İsrail’in kurulmasıdır. Bu dönemde Müslümanlara çok
boyutlu bir kuşatma stratejisi uygulanmak istenmektedir. Bu stratejinin beş ana
boyutu olduğunu söyleyebiliriz:
Birinci Boyut: Ilımlı İslam
projesi çerçevesinde muti, işbirlikçi, siyasi ufku ve basireti olmayan,
stratejik düşünce üretemeyen, baskı karşısında çareyi batıya sığınmakta bulan,
günübirlik düşünen ve fakat İslam’ın ibadet boyutunu detaylıca yerine getiren
bir insan unsuru yetiştirilmesi. Batıya her karşı çıkış, öncelikle bu insan
unsuru ile bloke edilmek istenmektedir.
İkinci Boyut: Kendisine
karşı çıkan Müslümanları yıpratacak imaj zedelenmesine imkan veren,
provokasyona kolay gelebilen silahlı eylemlerin tek çare olarak görülmesini
sağlayan ve terörist damgasının kolaylıkla vurulabileceği insan unsurları ve
hareketler oluşturmak. Bunlar adına eylemleri bizzat kendisi organize ederek
medya desteği ile her şeyi bunlara ve bunların şahsında tüm Müslümanlara mal
edip İslam’ın yayılmasına engel olmak. Aynı zamanda bu eylemleri kendi ülke
insanlarına bir tehdit olarak gösterip uygulanan politikalara karşı iç direnişi
kırmak hedeflenmektedir.
Üçüncü Boyut: Müslüman
coğrafyayı etnik ve mezhebi bir ayrışma ve kavganın içine sokmak. Her Müslüman
ülkede iç gerilimi artırmak, taraflar arasında uzlaşmaz çelişkiler meydana
getirmek bu stratejinin en temel özelliği olarak gözükmektedir.
Dördüncü Boyut: Ekonomik
istikrarı bozarak Müslüman ülkelerin kalkınmaması için her türlü sabotajı
yapmak.
Beşinci Boyut: Bölgesel
bazda silahlı mücadeleye girip teknolojik üstünlükleri karşısında Müslümanların
iradesini çözerek onları teslim almak.
Bu çok boyutlu stratejinin
temel hedefi, Müslüman coğrafyanın minimum zararla işgal edilmesidir.
Müslümanların da temel görevi minimum zararla bu işgali defetmek ve İslamî
değerlerin yayılmasını sağlamaktır.
Türkiye’de pek çok olay gibi
Şemdinli ve Danıştay olayları da son irtica yaygaraları da ABD-İngiltere-İsrail
şer ittifakı tarafından Türkiye’yi kamplaştırmak için organize edilmiştir.
Bundan sonra da pek çok olay organize edeceklerdir. Türkiye’de ve Müslüman
coğrafyanın her tarafındaki şiddet ve terör olaylarının arkasında bu şer
ittifakı vardır. Müslüman ülkeleri kamplaştırmayı amaçlayan bu stratejinin
işlevsiz hale getirilebilmesi için Müslümanlara düşen öncelikli görev,
olayların seyrine kendilerini kaptırıp satranç tahtasında bir piyon rolü
oynamamaktır. Kamplaştırıcı olmak yerine bütünleştirici olmaktır. Bunun için de
tüm Müslümanların söz ve davranışları bu amaca dönük olmalı, mücadeleleri de en
güzel bir tarzda yapılmalıdır.
Bu çalışmada, mücadelenin en güzel tarzda yapılmasında rol oynayan bir kavram olarak Nasihat(hayırhahlık) kavramı incelenecektir.
Mücadelenin En Güzel Tarzda Yapılması Îmanî Bir Zorunluluktur
İslam, değerler sistemi arasındaki mücadelenin her aşamasında, şartlar ne olursa olsun, güzelliği, kibarlığı esas alır. Şeytanî değerlerin kullandığı usûl ve vasıtaların çirkinliği, vahşîliği, kabalığı ve gayrı insanîliği bu olguyu, bu prensibi hiçbir zaman değiştiremez. Müslüman açısından mücadelenin gayesi, insan fıtratının bir ifadesi olan İslamî değerlerin insanlara kabul ettirilmesidir. Bu amaç, mücadelenin tüm aşamalarını şekillendirir, insanı rencide etmeyecek bir söylem, bir davranış ve bir tutum sergilenir.
Hz. Peygamber’in savaşa giden komutanlarına verdiği emirlerde bu hassasiyeti çok rahat görebilmekteyiz:
“Allah’ın adıyla ve Allah’ın
rızası için savaşın. Allah’ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin fakat
ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkta bulunmayın, ölülerin vücutlarına sataşıp
burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin! Müşrik
düşmanlarla karşılaşınca onları önce üç şeyden birine çağır: Bunlardan birine
cevap verirlerse onlardan bunu kabul et ve artık dokunma! Önce İslâm’a dâvet
et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek…” [Müslim, Cihâd 3,
(1731); Tirmizî, Siyer 48, (1617); Ebu Dâvud, Cihâd 90, (2612, 2613).]
Libya bağımsızlık
mücadelesinin efsanevi kahramanı Ömer Muhtar, İtalyan bayrağını ayakları altına
almak ve çok genç olan bir teğmeni öldürmek isteyen askerlerine bunu
yasakladığında, askerleri kendisine ‘onlar bizim bebeklerimizi, kadınlarımızı,
yaşlılarımızı öldürüyorlar, bizim bayraklarımızı yırtıyorlar’ derler. Ömer
Muhtar’ın askerlerine verdiği cevap, en güzel tarzda mücadele prensibinin en
kötü şartlarda bile değiştirilmemesi gerektiğini vurgular: ‘Onlar bizim
öğretmenimiz değildirler.’
Bizans halkına, ‘Kardinal külahı görmektense Osmanlı
sarığını tercih ederiz’ dedirten de bu anlayıştır.
İnsanların değerlerini değiştirerek
İslamlaşmasını sağlamak, İslam’ın birinci önceliğidir. İnsanları Allah’ın
yoluna çağırırken tutulacak yol, takınılacak tavır ve kullanılacak üslubun en
güzel tarzda olması İslam’ın olmazsa olmaz şartlarındandır:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve
güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde tartış(mücadele et).”(16/125)
Görüldüğü gibi İslam’ın
mücadele anlayışı daima en güzel bir tarzdır. Çünkü İslam’ın amacı, insanların
zihnini ve kalbini fethetmektir, işgal etmek değil. Fetihte rahmet ve bereket
vardır, işgalde zulüm ve yok etme. Fetihte dengede oluş, kararlı oluş vardır,
işgal ve zorbalıkta kaos ve kararsızlık vardır. Biri yeşertir, diğeri ise
kurutur. Biri meyvesini verir, öteki meyveleri kurutur. Kur’an-ı Kerim en güzel
tarzda mücadelenin bu özelliğini, bir ağaçla veya bir bitki ile
ilişkilendirerek açıklar:
“Görmedin mi ki, Allah nasıl
bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit,
dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için
örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise,
kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde
durma, tutunma imkânı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve
ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.”(14/24-27)
“Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar;
kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz.”(7/58)
Güzel bir söz, güzel bir
ağaca; kötü bir söz ise kötü bir ağaca benzetilmektedir. Güzel ağacın kökleri
sabit ve yerin derinliklerine doğru ilerleyip hem kendini sağlamlaştırır hem de
gerekli gıdayı topraktan sağlar. Bu dengeli sağlam yapısından dolayı dallarını
göğe doğru genişletip yemişini verir. Kötü ağaç ise kökleri yerden kopmuş,
tutunma imkanı kalmamış, dengesini kaybetmiş ve yerden beslenemediği için de
meyve vermesi de söz konusu değildir.
Bu benzetmeden çıkarılacak
sonuç, En Güzel Tarzda Mücadele, bir
denge, bir kararlılık hareketidir; bir bolluk ve bereket hareketidir; bir inşa,
bir fıtrata dönme hareketidir.
En güzel tarzda mücadele, 14/24-27 ayetlerinde bir ağaçla temsil edilirken; 7/58 de bir şehrin bitkisine benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarzda mücadelenin birinde bireysel boyutuna (14/24-27), diğerinde(7/58) toplumsal boyutuna dikkat çekilmektedir. En güzel tarzda bir mücadele ister bireysel bazda olsun isterse toplumsal bazda olsun uygulanması gereken zorunlu bir mücadele tarzıdır. Olsa da olur olmasa da olur denebilecek keyfi bir hareket şekli değildir.
Kavramsal Alan
Yukarıda verilen 16/125 ayetine
bakıldığında insanları Sırat-ı Müstakîm’e çağırırken davete güzellik katacak üç
ana kavramın kullanıldığı görülmektedir: Hikmet, Güzel öğüt(Meviza), Güzel bir
tarzda tartışma(Cedel). Her üç kavram da derin anlamları olan ve Kur’an’da
yaygınca kullanılan kavramlardır. Bunun gibi, Kur’an’da mücadelenin estetik bir
hüviyette olmasını belirleyen daha başka kavramlar da vardır. Bütün bu
kavramları; öğüt, hikmet, güzel tartışma,
basiret, beliğ, selam, sevgi, kolaylık, cemil, emniyet, furkan, kavl-i leyyin,
haya-edep, safh-ı cemîl olarak özetleyebiliriz.
Bu kavramların mücadeleye
ilişkin çerçevelediği, şekillendirdiği bir alan vardır. Bu alan konuşma
tarzımızdan, giyim, kuşamımıza, beşeri ilişkilerden ekonomik, sosyal, siyası ve
askeri ilişkilere kadar her şeyi kapsar. İşte bu kavramların şekillendirdiği
bir alan, en güzel tarzda bir mücadeleden ne anlamamız gerektiğini ortaya
koymaktadır.
Bu çalışmada, Meviza(Öğüt) kavramı ele alınıp mücadeleyi ilgilendiren boyut ile incelenecektir.
Öğüt(Nush)
En-Nihaye, nushun lügat olarak hulus, yani saf
olmak manasına geldiğini belirtir.
İbnu’l-Kayyım ise nushu , “Hayır isteği, nasihat edilen
kimsenin hayra ermesini dilemektir” diye açıklar.1
Dilimizde bu kavramı tek bir
kelime ile ifade etmek mümkün olmamasına rağmen en yakın kelime olarak hayırhahlık
kullanılabilir.1 Türkçe’de kullanılan öğüt vermek, nushun tam karşılığı değildir. Nush,
öğüt vermek olarak alınırsa kelimenin kapsadığı alan daraltılmış ve de etkileme
düzeyi zayıflatılmış olur.
Nasihat(Hayırhahlık) kelimesinin
dini önem ve rolünü anlamak için Hz. Peygamberin ‘Din nasihattir’ hadisini göz
önüne almak yeterlidir:
Ebû Hüreyre (r.a.)
hazretleri anlatıyor: “Resulullah buyurdular ki: “Din nasihatten
(hayırhahlıktan) ibarettir!”
Yanındakiler sordu: “Kimin
için ey Allah’ın Resulü?”
“Allah için, kitabı için,
Resulü için, müslümanların imamları ve hepsi için!
Müslüman müslümanın
kardeşidir. Ona yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her
biriniz, kardeşinin âyinesidir, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan izale
etsin.” [Tirmizî, Birr 17, 18, (1927, 1928, 1930); Müslim, İman 95, (55).]
Bazı âlimler bu ifadeyi, “Dinin
direği nasihattır” diye anlamıştır. Hatta âlimlerden
birçokları, İslâmî ahkâmı özetleyen dört
hadisten biri olarak bu hadisi görmüşlerdir.”1
Bu hadise göre Nasihat,
Allah’tan Kitap ve Resul aracılığıyla gelen değerlerin, başta yöneticiler olmak
üzere toplumun her kesimine ulaştırılmasını böylelikle onlara hayırhahlık
istenmesini sağlayan bir duruş, bir tavır alış ve duyuruştur.
Nasihatin asıl amacı,
insanların aynı anne ve babanın çocukları olduğu noktasından hareketle tevhidi
değerler çerçevesinde bir kardeşliğin ihdas edilmesi, korunması ,
geliştirilmesi ve pekiştirilmesidir. Toplumsal sorunları bu kardeşlik mantığı
içerisinde el birlik çözüme kavuşturacak bir atmosferin ihdas edilmesidir.
Nitekim Mürselat süresinde nasihatın(öğüt), Allah’a yönelenleri arıtmak,
kötüleri sakındırmak amaçlı olduğu belirtilmektedir:
“(Allah’a yönelenleri)
arıtmak, (kötülerden) sakındırmak için öğüt telkin edenlere...”(77/5-6)
Öğütün kapsam alanı, Öğüt Verenler, Öğüt Verilenler, Öğüt Verilen
Konular, Öğüte Karşı İnsanların Takındıkları Tavır ve Mücadelede Öğüt alt başlıkları şeklinde çerçevelendirilebilir.
Burada biz, “öğüt”ün mücadele boyutu ile ilgilenmekteyiz.
Yukarıdaki kapsam
çerçevesinde öğüt verilmeye başlandığında farklı değer sistemleri arasındaki
değer çatışması, burada da varlığını hissettirmekte ve insanların bir kısmı
öğüt alabilirken, bir kısmı da öğüt alamamakta, hatta öğüt verenlere karşı tavır
almaktadırlar.
Kur’ân’a baktığımızda öğüt alabilenlerin; muttakiler-müminler, istekli olanlar, Doğru Yol’a gitmek
isteyenler-Allah’a yönelmek isteyenler, aklını kullananlar, düşünenler
olduğunu görmekteyiz. Öğüt alamayanlar
ise, yüz çevirenler, inanmayanlar,
azanlar, münafıklar ve ateşe girecek kötü kimseler olmaktadır.
Öğüt almayanlar kendilerine öğüt verenlere
karşı aşağıdaki tavırları almaktadırlar:
Öğüt verenleri
sevmezler(7/79), öğüte karşı inatla direnirler (54/17,22,32,40), öğüt verenleri
uğursuz sayarlar (36/18-19), onları engellerler2 ve yapılan öğütleri
kendilerine hakaret sayarlar.3
Dolayısıyla öğüt vermek, farklı değerlerin mücadelesini beraberinde getirir. İşte bu noktada öğütçünün dikkat etmesi gereken bazı noktalar söz konusudur.
Öğüt Güzel Bir Tarzda Yapılmalıdır
İnsanlar genelde kendi
düşüncelerine, fikirlerine ve değerlerine karşı çıkılmasından hoşlanmazlar. Bu
nedenle de genelde savunmaya geçerler. Eğer öğütçü, bu psikolojiyi göz önüne
almaz ve doğruları olduğu gibi söylemenin yeterli olduğu zehabına kapılırsa,
hem etkili olamayacak hem de gittikçe dozajı artan bir tepki ile karşı karşıya
kalacaktır. O nedenle öğütün estetik bir şekilde yapılması
gerekmektedir(16/125).
Öğüte estetiklik
kazandıracak olan söylem tarzı, içinde bulunulan ortam ve muhatabın durumu,
psikolojisidir. Muhatabın dingin olduğu ve dinlemeye tahammülünün bulunduğu
anlar seçilmelidir. Bununla beraber muhataba yapılan hitap onu dinlemeye ikna
edici olmalı, nefsi galeyana getirici olmamalıdır. Azarlama, aşağılama, horlama
ve suçlama içeren hitap tarzı, muhatabın her türlü algı mekanizmasının
kapanmasına ve bir tepkinin doğmasına sebep olur.
Hz. Peygamber Müslümanların birbirlerine
‘Kardeşim’ demesini her vesile ile teşvik etmiş ve bu hitabın
yaygınlaştırılmasını istemiştir. Keza nasihatlerinde kardeş ve sevgi
kavramlarını birlikte kullanmaya özen göstermiştir:
“Biriniz kardeşini (Allah için) seviyorsa ona
sevdiğini söylesin.” [Ebû Dâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393).]
Menfaat ve riyadan uzak bir
kardeşlik ve sevgi ifadesi, muhatabın güvenini kazandırmakta ve gerçekten de
söylenenlerin kendi hayrına olduğuna ikna eden bir atmosfer oluşturmaktadır.
Sevildiğine ve düşünüldüğüne inanan bir insan, nasihati almaya hazır hale
gelir. Sevgi ile beraber şefkat ve merhamet içeren hitaplar, genelde her türlü
direnci kırar.
Hz.Lokman’ın oğluna
nasihatlerindeki hikmet dolu ifadeleri, ‘ey oğulcuğum’, ‘yavrucuğum’ gibi
yumuşak hitaplarla birlikte kullanmış olması ve bunun bu şekli ile Kuran’da yer
alması (31/13-19), Allah’ın Müslümanları eğitmek için kullandığı özel bir
nasihat şekli olsa gerek. Hz.Peygamberin gençlere benzer şekilde hitap ettiğini
hadislerde görebilmekteyiz:
Hz.Enes anlatıyor:
“Resûlullah (s.) bana şöyle nasihat etti: “Ey oğulcuğum, namazda sağa sola bakmaktan
sakın. Zîra o helak olmaktır. Eğer mutlaka yapacaksan bâri nafilelerde olsun,
farzlarda değil.” [Tirmizî, Salât 413 (589).]
Nasihat yaparken dikkat
edilecek diğer önemli bir nokta da zamanlamadır. Olay
anında, sıkıntı/musibet
anında yapılan nasihatler daha etkili olmaktadır. Yukarıdaki hadiste namazda
sağa sola bakan bir gence Hz.Peygamber, olay anında hatırlatma yaparak ‘Zîra o
helak olmaktır’ tarzında etkili, hikmet dolu ve özlü bir nasihatte
bulunmaktadır. Bununla beraber nefsini rahatlatacak bir yol olarak nafile
namazlarda bakmaya cevaz veren bir davranış kolaylığı göstermektedir. Böylece
muhatabı çok yönlü etkilemektedir.
Olay anında yapılan
nasihatlerde dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta da, insanların bazen sert
tepki gösterebilmeleri, kalp kırıcı olabilmeleridir. Bu durumda nasihat eden
ısrarcı olmamalı, uygun bir zamanı beklemeli ve muhatabı ikna edecek ve
etkileyebilecek bir tarz geliştirmelidir. Aşağıdaki hadis bunun güzel bir
örneğidir:
Hz. Enes (r.a) anlatıyor:
“Resûlullah(s.), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:
“Allah’tan kork ve sabret!” buyurdu. Kadın (ızdırabından kendisine hitab edenin
kim olduğuna bile bakmadan): “Benim başıma gelenden sana ne?” dedi. (Hadisin
Buharî’de gelen bir başka veçhinde kadının, Resûlullah (s.)’a: “Git başımdan,
benim musibetim sana gelmedi” dediği; bir başka veçhinde: “(Nasihat kolaydır
çünkü) bana gelen musibetten âzâdesin” dediği kaydedilmiştir.)
Resûlullah (s.) uzaklaşınca, kadına:”Bu
Resûlullah idi!” dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği
sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru aleyhissalâtu
vesselâm’ın kapısına koştu… Doğrudan huzuruna çıktı ve:
“Ey Allah’ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi
tanımadan sarfettim (bağışlayın!)” dedi.
Aleyhissalâtu vesselâm:”Makbul
sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir” buyurdu.” [Buharî, Cenâiz 43, 7,
32, Ahkâm 11; Müslim, Cenâiz 14, (626); Ebu Dâvud, Cenâiz 27, (3124); Tirmizî,
Cenâiz 13, (987); Nesâî, Cenâiz 22, (4, 22)]
Hz. Peygamber kendisine sert
ve kırıcı davranan ve özür dilemeye gelen kadına,
kendisine yaptığı davranış hiç olmamış gibi davranmış ve kadına önceki nasihatini tamamlayan ve daha da hikmet dolu bir nasihatte bulunmuştur.
Nasihat(Öğüt) İçerik Olarak Güzellik ve Hikmet İçermelidir
Nasihat muhatabı ikna edici,
düşündürücü, tefekkür ettirici olmalıdır. Kur’ân’da öğütle hikmetli muhteva
arasındaki ilişki Nisa/58. ayette çok bariz bir şekilde görülmektedir:
“Hiç şüphe yok Allah, size
emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında
hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne
güzel öğüt veriyor!...”(4/58)
Burada emanetin ehline verilmesi ve adaletle hükmedilmesi gibi iki önemli konu nasihati içerik olarak anlamlı, hikmetli ve de güzel yapmaktadır. Hz.Lokman’ın oğluna yaptığı nasihatte kullandığı ifadeler, çok özlü, derin anlamlı ve tefekkür ettirici bir özelliktedir. Benzer şekilde Hz. Peygamberin bir çok nasihatinde büyük bir hikmet, derin bir anlam ve çok özlü bir ifade vardır.
Nasihat Çirkin Hayasızlıkları Örtücü Olmalıdır
Nasihat kavramının yer
aldığı Kur’ân âyetlerinde bir çok konu ele alınmaktadır. Bunlardan en güzel
tarzda mücadeleyi ilgilendiren, en önemli konulardan biri olan çirkin
hayasızlıkların yaygınlaşması ile nasihat arasındaki ilişki, burada belli bir
boyutta ele alınacaktır.
En güzel tarz mücadele,
çirkin hayasızlıkların yaygınlaştırılmasını değil örtülmesini öngörür.
Dışsallaşan tüm çirkin hayasızlıklar, kalbinde hastalık bulunanlara cesaret
vererek çirkin hayasızlıkların daha da yaygınlaşmasını sağlar. Bunun doğal
sonucu olarak insanlar çirkin hayasızlıklara alışır, onu huy edinirler:
“(Lut Kavmi) Onlar gerçekten
çirkin davranışları huy edinmiş kötü bir toplumdur.”(21/74)
Çirkin hayasızlıkların huy edinilmesi, insanların
düşünce ve davranışının bir parçası
haline gelmesi ile çirkin
hayasızlıklar doğallaşarak meşrulaşır. Bu tehlikeden dolayı Allah, çirkin
hayasızlıkların işlenmesini haram kılarak yasaklamıştır:
“De ki: “Gelin size
Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak koşmayın,
anne-babaya iyilik edin, yoksulluk-endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin
de, onların da rızklarını biz vermekteyiz- Çirkin-kötülüklerin açığına da,
gizli olanına da yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah’ın
(öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye
(emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz.”….” (6/151-153; bak. 7/33)
Allah çirkin hayasızlıkların
işlenmemesi ve yaygınlaştırılmaması konusunda insana nasihat etmektedir:
“Şüphe yok Allah, adaleti,
ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşâdan),
kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki
öğüt alıp-düşünürsünüz.”(16/90)
Kur’ân’a göre çirkin
hayasızlıklardan kaçınmak müminin çok önemli bir vasfıdır:
“Ki onlar büyük günahlardan,
çirkince utanmazlıklardan kaçınırlar. (53/32)
“(İman edip Rablerine
tevekkül edenler) büyük günahlardan ve çirkin-utanmazlıklardan kaçınanlar ve
gazaplandıkları zaman bağışlayanlar...”(42/37)
“Ve ‘çirkin bir hayasızlık’
işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı hatırlayıp hemen
günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir.”(3/135)
Bu müminin temel bir vasfı olduğu için
müminler topluluğunu dejenere etme amacına dönük çirkin hayasızlıkların
yaygınlaştırılma gayretlerine karşı müminler teyakkuz halinde olmak
zorundadırlar. Çünkü böyle bir yaygınlaşmaya karşı bigane kalmak Allah’ın
azabına dûçar olmak demektir:
“İman edenler içinde, çirkin utanmazlıkların
(fuhşun) yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada da, ahirette de acıklı bir
azab vardır.”(24/19)
Görüldüğü gibi Kur’ân-ı
Kerim, çirkin hayasızlıkların tehlikesine çok dikkat çekmekte,
müminlerin bu konuda
teyakkuz halinde olmasını istemektedir. Bu nedenle müminler, çirkin hayasızlıkların
hem icra edilmesine, hem de bunların toplum içerisinde yayılmasına karşı
mücadele etmek görevleridir. Çirkin hayasızlıkların toplumda
yaygınlaştırılmasına vesile olacak davranışlara karşı uyanık olması, bilerek
veya bilmeyerek yaygınlaştırmaya sebebiyet verenleri nasihat edip uyarması ve
çirkin hayasızlıkları tecrit ederek örtmesi gerekir. Bu karşılığı öteki dünyada
alınacak bir görevdir:
Ebû Hureyre (r.a) anlatıyor:
“Resûlullah (s.) buyurdular ki: “Bir kul dünyada bir kulu örterse, Allah Kıyamet
günü onu mutlaka örter.” [Müslim, Birr 72, (2590).]
Ukbe İbnu Âmir (r.a)
anlatıyor: “Resûlullah (s.) buyurdular ki: “Kim bir ayıp görür ve onu örterse,
diri diri gömülmüş bir kızı ihya etmiş gibi olur.” [Ebû Dâvud, Edeb 45 (4891).]
Bu konuda İslam tarihinde
yaşanmış pek çok olay vardır. Aşağıda zikredeceğimiz iki olay amacı açıklamak
için yeterli olduğu kanaatindeyiz.
“Ukbe’nin kâtibi Duceyn
anlatıyor:
Ukbe’ye:”Benim bazı
komşularım var, şarap içiyorlar, onları polise haber vermek istiyorum, gelip
götürsünler” dedim. Kabul etmeyip:”Bunu yapma, ancak onlara va’z u nasihat et
ve (ihbar ederim diye) tehdid et!”dedi. Ben öyle yaptım ama yine de
vazgeçmediler. Tekrar Ukbe (radıyallâhu anh)’a geldim ve: “Ben (dediğiniz gibi)
onları şaraptan nehyettim ama dinlemediler, içmeye devam ediyorlar. Artık polis
çağıracağım, gelip yakalasınlar!” dedim. Ukbe yine razı olmadı ve:”Yazık sana,
bu yapılır mı? Zira ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle
söylediğini işittim: “Kim bir mü’minin kusurunu örterse, kabre diri gömülmüş
kızcağıza hayat vermiş gibi olur” cevabını verdi.”4
İbnu Mes’ud (r.a) anlatıyor: “Bir adam
gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Ben şehrin öbür tarafında bir kadını elledim,
cima yapmaksızın onunla nefsimi tatmin ettim. Ve işte ben buradayım, istediğin
cezayı ver” dedi.
Hz. Ömer atılarak: “Allah
seni örtmüş, keşke sen de kendini örtüp açıklamasaydın” dedi. Resûlullah (s.)
hiçbir cevap vermedi. Adam kalkıp gitti. Resûlullah (s.) peşine bir adam
göndererek onu çağırtıp şu âyeti okudu: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze
yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir... Bu, öğüt
kabûl edenlere bir öğüttür” (Hûd, 114). Bunun üzerine bir adam: “Ey Allah’ın
Resulü bu hüküm sadece soru sahibi için mi (başkasına da şâmil mi)?” diye sordu.
Resûlullah (s.): “Herkes için” cevabını verdi [Buharî, Mevâkitu’s-Salât 4,
Tefsir, Hûd 6; Müslim, Tevbe 39, (2763); Tirmizî, Tefsir, Hûd, (3111); Ebû
Dâvud, Hudud 32, (4468).]
İslam’da temel kriter,
insanların kusurlarını günahlarını araştırıp yaygınlaştırmak değildir. Temel
esas, kötülüklerin örtülmesi bloke edilmesi ve tecrit edilmesidir. Kötülükleri
salgın hastalık haline getirecek her türlü söylem ve davranıştan
kaçınılmalıdır. Aksi davranış, toplumun ifsat edilmesine sebebiyet verir.
Resûlullah (s.):
“Eğer sen insanların kusurlarını araştıracak
olursan onları ifsad edersin -veya- ifsâd noktasına getirirsin…”
“…Eğer emîr (devlet reisi)
insanlar arasındaki şüpheli şeylerin peşine düşecek olursa onları ifsâd eder”
buyurmuştur.
Kötülükleri Örtücü Bir Nasihat, Düşmanın Beşinci Kol Faaliyetlerini Engeller
Kötülükleri örtücü bir
nasihat mekanizması var olmalıdır. Bu, düşmanın beşinci kol faaliyetlerinin
toplumu ifsadını engeller. Düşmanın beşinci kol faaliyeti ile Müslüman ülkeleri
çökertmeye çalışması normaldir. Anormal olan düşmanın beşinci kol faaliyetine
bilerek yada bilmeyerek yardımcı olup ifsadın daha da yaygınlaşmasına katkıda
bulunmaktır.
İslam tarihinde çok büyük bir olay olan ifk
hadisesinde (Hz.Peygamberin hanımı Hz. Ayşe’ye zina iftirası yapılması)
Müslümanların örtme yerine yaygınlaştırma yapmış olmalarından dolayı toplumda
ciddi bir bunalım meydana gelmiştir. Kur’ân’da Nur suresinin 10-23 ayetlerinde
bu konu ele alınıp Müslümanlar hem sert bir şekilde uyarılmakta, hem de
kendilerine bizzat Allah tarafından nasihat yapılmaktadır:
“Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla gelenler,
sizin içinizden birlikte davranan bir topluluktur..
Onu işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile
kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça
uydurulmuş iftira bir sözdür” demeleri gerekmez miydi?
O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle
aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu
da kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir suç)tür.
Onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek
bize yakışmaz. (Allah’ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır” demeniz
gerekmez miydi?
Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine
bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir...
…Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın, kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder.” (24/10-21)
En Güzel Tarz Mücadele Kötülüklerin İyiliklerle Giderilmesidir.
Bugün Türkiye’nin karşı
karşıya kaldığı en büyük tehlike, medya aracılığıyla çirkin hayasızlıkların
yaygınlaştırılarak meşruiyet kazanmaya başlamasıdır. Ne yazık ki Türkiye’deki
yetkili ve etkili olanlar, bir neslin heba edilmesi karşısında duyarsızlar ve
tehlikenin farkında değiller. Batı parasıyla kadife darbe yapacak bir
psikolojiye doğru Türkiye sürüklenmektedir. Kıbrıs’ta oynanan oyun, şimdi
Türkiye’de daha geniş kapsamlı olarak uygulanmak istenmektedir. Olayın bu
boyutunun dikkat çekmemesi için irtica yaygaraları ile hedef saptırılmaktadır.
Bir millet uyuşturularak yok
edilmeye çalışılırken buna dur demek için yola çıkanlar, her türlü kötülükle,
tuzakla ve ihanetle karşılaşacaklardır. Bu durumda bile mücadelenin estetik
boyutu önemlidir. Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek
bu gün en önemli görevlerimizdendir.
“Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderir. Bu,
öğüt alanlara bir öğüttür. Ve sabret…”(11/114-115).
“Sen, kötülüğü en güzel ile
sav…”(23/96)
Kötülük yapanlara iyilik
yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün
olabilir. Kötülüğe kötülük yaparak cevap vermek müminlere öğütlenen bir
davranış şekli değildir. Çünkü müminin amacı, İslamî değerlerin benimsetilmesi,
yaygınlaştırılmasıdır. Dolayısıyla mümin bu davetinden dolayı Allah’tan başka
kimseden bir şey beklemez. Müminin mücadelesinin gerçek mükafatı, bu dünyada
değil öteki-ebedi alemdedir.
Müminin mücadelesinde
nefsaniyet yoktur, olmamalıdır. Canı yanan insanlara şeytan her türlü vesveseyi
verir. Kendisine kötülük yapana daha fazla kötülük yapmayı telkin eder. Bütün
bu iğvalara karşı ancak Allah’a sığınarak büyük bir sabır ve irade
gösterebilenler ve şeytanın yolundan gidenleri öğretmen olarak kabul etmeyenler
bu zorlu görevi başarabilir:
“İyilikle kötülük eşit
olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün
ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un)
oluvermiştir. Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük
bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. Şayet sana şeytandan bir
kışkırtma gelecek olursa, hemen Allah’a sığın.”(41/34-36)
“Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine
karşı düşmanlık beslemekte olduklarınız arasında bir sevgi-bağı kılar. Allah,
güç yetirendir.”(60/7)
Onun için ‘İyiliğe iyilik her kişinin işidir, kötülüğe
iyilik er kişinin işidir’ demişlerdir. Kur’ân, kötülüğü en güzel, en
estetik bir tarzda uzaklaştırmayı müminlerin taşıması gereken bir vasıf olarak
ifade etmektedir:
“İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.” (28/54-55)
Sonuç: En Güzel Tarz Mücadele Af ve Kolaylık Yoludur; Nasihatler Buna Dönük Olmalıdır
İnsanın yapısında hem iyi
özellikler hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler,
insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya
çalışırlar. Şeytan medya, film, eğlence, moda gibi sektörlerde bugün adeta
cisimleşmiş gibidir. Medya ve eğlence sektörü insanları aptallaştırarak bir
tüketim aracı haline getirmeye uğraşmaktadır. İnsanın tefekkür etmemesi için
her şey yapılmaktadır. Rahman’ın yolundan gidenlerin bu gerçeği çok iyi
görmeleri gerekir. Kendi değerlerini en güzel bir tarzda özümseyerek ve ona şek
ve şüphe taşımayan bir içtenlikle sarılarak insanları uyarmaları bu gün tarihi
bir sorumluluktur:
“Biz ona Levhalar’da her şeyden bir öğüt ve
her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) “Şimdi bunlara sıkıca sarıl ve
kavmine de emret ki en güzeliyle sarılsınlar. (dedik) .”(7/145)
Cendereye sıkıştırılmış, her
şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için açık,
etkileyici, nazik bir dil ve bir üslûp kullanılmalıdır:
“İşte bunların, Allah kalplerinde olanı
bilmektedir. O halde sen, onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve onlara
nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.”(4/63)
Bu ilke, sadece mazlumlar
için değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir. Allah Hz. Musa ile Kardeşi
Harun’u Firavun’a uyarmaları için gönderirken, yumuşak davranmalarını onlara
öğütlemesi anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekicidir:
“İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış
bulunmaktadır.”
“Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt
alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.” (20/43-47)
Halife Me’mun ile bir vaiz
arasında geçen ve Aliyyü’l-Kâri tarafından kaydedilen bir olay, bu konunun daha
iyi anlaşılmasını sağlayabilir:
“Halife Me’mun’dan rivâyet
edildiğine göre, kendisine vaaz ve nasihat eden bir vâiz, konuşması sırasında
sert bir dille terhib ve terğibde bulunur. Halife, vâize dönerek:
“Be adam, mülâyim ol, görmez misin Allah,
senden daha hayırlı olan (yani Hz. Mûsâ ve Hârun’u), benden daha hayırsız olana
(yani Firavun’a) gönderdi de mülâyim olmasını emretti ve: “Varın da ona yumuşak
söz söyleyin, olur ki nasihat dinler, yâhut da korkar dedi” der.”5
Nefsaniyeti işin içine
sokmadan yapılacak bir çağrının etkili olma ihtimali yüksektir. Kimin neden
etkilenebileceğini ve ruhunda fırtınalar oluşturup tefekküre edebileceğini
bilebilmek her zaman mümkün değildir. İşte Allah, Firavun’un şahsında tüm
müminlere bir uyarı yapmaktadır: Muhataplarınız hakkında peşin hükümlü olmayın.
Kimin ne zaman ve hangi gerekçe ile iman edeceği sizler tarafından bilinemez.
Kimin kalbinin mühürlenip kilitlendiğini sizler bilemezsiniz. O nedenle kolaya
kaçıp insanları karalayarak kendinizi temize çıkarmaya çalışmayın.
Herkesin bir Ömer, herkesin
bir Amr İbnu’l-As, herkesin bir Halit bin Velid olma ihtimali daima vardır.
Böyle bir ihtimal de her zaman dikkate alınmaya değerlendir. Onun için davetimiz,
tebliğimiz, nasihatimiz ve mücadelemiz yumuşak, etkileyici ve kuşatıcı
olmalıdır.
En güzel tarzdaki
mücadelemiz, kolaylaştırıcı olmalı zorlaştırıcı olmamalıdır; müjdeleyici olmalı
nefret ettirici olmamalıdır; sözün en güzelini içermelidir:
“Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır.”(17/53)
En Güzel Tarzda Bir Mücadele Başkalarının Kutsallarına Saygı Göstermedir:
“Allah’tan başka
yalvarıp-yakardıklarına (taptıklarına) sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak
bilmeksizin Allah’a söverler.”(6/108)
En Güzel Tarz bir mücadele,
karanlıklar içerisinde bocalayan insanlığa ışığı gösterme, onları aydınlığa
çıkarma mücadelesidir. Dolayısıyla karanlıklar içerisinde el yordamı ile yol
bulmaya çalışanların yaptığı hata ve kötülüklere karşı affedici olunmalıdır:
“Eğer onları doğru yola
çağırırsanız işitmezler. Onları sana bakar (gibi) görürsün, oysa onlar
görmezler bile.
Sen af (veya kolaylık)
yolunu benimse, (İslâm’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.”(7/198-199)
Bizim mücadelemiz
yanlışlıklar ve kötülüklere karşıdır. Biz kötülük yapanların şahıslarına değil
yaptıklarına karşıyız. Biz onlara değil yaptıklarına buğzederiz. Onlara karşı
şefkat ve merhametle davranmak bizim inancımızın bir gereğidir. Biz insanları
kaybetmeye değil kazanmaya talibiz.
BOP kapsamında ümmet tamamen
etnik ve mezhebi parçalara bölünmek ve çatıştırılmak istenmektedir. Bu nedenle
en güzel tarz bir mücadele, öncelikle Müslümanlar arasındaki ilişkilere
yansımalıdır. Müslümanlar başkalarına karşı affedici ve merhametli davranırken
mümin kardeşlerini unutmamalılar. Öncelikle mümin kardeşine karşı en fazla
affedici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru genişletilmelidir.
Sahabe döneminde Müslümanlar
arasında geçen bir olay, en güzel tarz bir mücadeleden ne anlamamız gerektiği
konusunda güzel bir örnek teşkil etmektedir:
“Ebudderda günah işlemiş bir
adama rastladı. Oradakiler bu günah işlemiş adama sövüp sayıyorlardı.
Ebudderda: -Hey, onu bir
kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız, diye seslendi.
Onlar: -Çıkarırdık elbet,
dediler.
Ebudderda: -Öyleyse
kardeşinize sövmeyin de size sıhhat ve afiyet veren Allah’a hamdedin” dedi.
Ebudderda’ya: -Ona sen kızmıyor
musun? dediler.
Ebudderda: -Ben onun yaptığı
işe kızıyorum. Yaptığını terkettiği zaman, o yine benim kardeşimdir.” demiştir.”
Buna benzer bir rivayeti
ibn-i Mesut şöyle nakleder:
“Bir kardeşinizi günah
işlerken gördüğünüz zaman, Allah’ım ona lanet et, onu, sürüm sürüm süründür,
diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana yardımcı olmayın, Allah’tan onu
düzeltmesini isteyin. Hz.Muhammed(s.)in ashabı bizler ne durumda öleceğini
görmeden hiç kimse hakkında bir hükme varmazdık. Eğer iyi amel üzere iken
ölürse iyi bir müslüman, derdik. Kötü amellerde devam ederken ölürse, onun
akibetinden korkardık”6
Ve en güzel tarzda mücadele,
Hz.Peygamber’in şu hadisinde gerçek anlamı ile ifade edilmektedir:
“Sevdirin, nefret
ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” “Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin,
teskin edin, nefret ettirmeyin”
[Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).]
Notlar:
1- Canan İ., Hadis Ansiklopedisi, Kütüb-i Sitte, CD,
Akçağ, 2001
2- [Buharî, Tefsir,
Hâ-Mim-Ayn-Sin-Kaf (Şûra) 1; Tirmizî, Tefsir, Şûra, (3248). 778]
3- [Nesâî, Kadâ 12, (8,
231).]
4- 3430 nolu hadisin şerhi
5- 1998 nolu hadisin şerhi
[Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737).]
6- Kandehlevi, Y., Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi,
İstanbul, c.3 (1980) s.1029