1 Aralık 2018 Cumartesi

TÜRKİYE’DE İSRAF EKONOMİSİ-2 AK PARTİ DÖNEMİNDE ALINAN TASARRUF TEDBİRLERİNİN GENEL BİR DEĞERLENDİRİLMESİ


(Umran Dergisi Aralık 2018 Yazısıdır)

“İsraf ekonomisi değil, üretim ve verim ekonomisine geçiyoruz.” 

                                                                  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan


Genel olarak olayları, özel olarak da sosyal olayları değerlendirirken şu dört ana etkeni/faktörü göz önüne almak gerekmektedir: İlahi irade, iç dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler.

Türkiye’nin bugün yaşadığı ekonomik bunalımda şüphesiz ki diş dinamikler, önemlidir. Ancak diş dinamiklerin yapacağı etki, iç dinamiklere bağlıdır. İçerisi sağlamsa dışarının yapacağı tahribat çok zayıf olacaktır. O nedenle Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı ekonomik bunalımda, Türkiye’nin tercih edip uyguladığı ekonomik modelin, bizatihi sistemin benimsediği ve İslâm’la çatışan hatta savaşan değer sisteminin, buna bağlı olarak toplumsal değerlerde ve kültür ve medeniyet kodlarında oluşan çözülmenin, iki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin entegrasyonu ile meydana gelen melez değer sisteminin neden olduğu ferdi ve toplumsal sosyal şizofreninin -çok ciddi- payı olduğu göz ardı edilmemelidir.

O nedenle meselenin sadece ekonomik boyutta ele alınması, önerilen model ideal de olsa, sistem ve insan sorunu halledilmeden, kalıcı, istenen sonuçlar elde edilemeyecek; geçici olarak iyileşmeler meydana gelebilecektir. Bataklığı kurutmak esas olmalıdır. Geçen yazıda, bu boyut göz önüne alınarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar kısmen değerlendirilmiştir.[1]

Bu olguya daha çok önem verilmesi için bu yazıda, genel olarak tasarruftan neyi anlamalıyız konusu ve özel olarak da 2002-2018 döneminde alınan tasarruf tedbirleri ele alınıp değerlendirilecektir. Özellikle alınan tasarruf tedbirlerinin kapsam alanına dikkat çekilecektir.

Tasarruf Nedir? 

     Tasarruf sözlükte, “1- Sahip olma, 2- Kullanma, 3- İdareli kullanma, 4- Güzel idare etme, 5- Masrafı kısma, para biriktirme, 6- Velilerin eşya ve varlıklar üzerinde manevi tesiri, keramet”, anlamlarına; Tasarruf etmek ise “1- İdareli davranıp para biriktirmek, 2- Bir mala sahip olup onu kullanmak” anlamlarına gelmektedir.[2]

İslâm fıkhında tasarruf kavramı, “kişiden iradesiyle sadır olan ve üzerine hukuki netice bağlanan hukuka uygun ve hukuka aykırı her türlü fiil ve sözleri” ifade etmek için kullanılan bir kavramdır.[3] Klasik fıkıh literatüründe tasarruf, genel olarak, “kavli tasarruf” ve “fiili tasarruf” olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Fiili tasarruf; “kişiden sadır olan, sözlü olmayan maddi fiiller” şeklinde tarif edilebilir. “Mubah malları mülkiyete geçirmek”, “başkasının malını telef etmek”, “satın alınan malı teslim almak”, “alacağı kabzetmek” gibi fiiller, fiili tasarruf olarak nitelendirilmektedir. “Kavli tasarruf ise, “akitler, tek taraflı irade beyanları ve kendisine hukuki neticeler bağlanmış sözlerden” oluşan tasarruflardır.[4]

 İktisat ilminde tasarruf, “gelir ile tüketim arasındaki farktır”. Kavramsal olarak tasarruf, “şimdiki zamanda yapılabilecek tüketimin gelecekteki bir tarihe ertelenmesi” anlamına gelmektedir.[5]

Tasarrufta Farklı Boyutlar 

Tasarrufun bir ferdi bir de ulusal boyutu vardır. Ferdi tasarruflar, “fertlerin bütçe yönetimi, finansal güvencelerinin sağlanması, yaşam boyu refahlarını en yüksek seviyeye yükseltebilmeleri ve yaşam standartlarını koruyabilmeleri” ile ilgili iken; ulusal tasarruflar, “yeni yatırımlar için gerekli kaynağın sağlanarak ekonominin büyüme potansiyelinin artırılması, dış finansman bağımlılığının azaltılması, ekonomik istikrarın sağlanması ve ülkenin hedeflenen refah düzeyine erişmesinin sağlanması” ile ilgilidir.[6]

Ulusal tasarrufların iki ana bileşeni vardır: 1- Özel Tasarruflar/Özel Kesim Tasarrufları, 2- Kamu Tasarrufları/Kamu Kesimi Tasarrufları. Ulusal tasarruflar, bu iki bileşenin toplamıdır. Ferdi tasarruflar kısa vadede nispeten hızlı değişim gösterirken; Ulusal tasarruflar kısa vadede hızlı değişim göstermezler.

Özel kesim tasarrufları, hane halkı tasarrufları ve şirket tasarruflarından oluşmaktadır. Harcanabilir gelirden, vergi harcamalarının ve tüketim harcamalarının düşülmesi ile hesaplanır.[7] Özel kesim tasarruflarında artış üç yolla mümkündür: 1- Tüketim harcamalarının aynı kalması durumunda harcanabilir gelirin artması, 2- Vergi oranlarının düşmesi, 3-Harcanabilir gelirin ve vergi oranlarının sabit kalması durumunda tüketim harcamalarının düşmesi.

Özel tasarruflar, 1- “ekonomik dalgalanmaların neden olduğu gelir düzeyindeki değişimlere”, 2- “demografik değişikliklere”, 3- “finansal etkenlere”, 4- “enflasyona” ve “reel getiriye” bağımlı olarak değişmektedir.[8]

Maliye politikası, “Hükümetlerin belirlenen makroekonomik hedeflere ulaşmak için topladığı gelirleri ve yaptığı harcamaları oluşturan kararlar olarak” tanımlanmaktadır.[9] Maliye politikası, kamu tasarruf oranını belirleyerek ekonominin üretim seviyesi üzerinde etkili olur.

Kamu tasarrufları, “kamu harcanabilir geliri ile kamu giderleri arasındaki farktır”.[10] Dolayısıyla, kamu tasarruflarını azaltabilecek etkenler, gelirlerdeki düşme ve/veya giderlerin artmasıdır.

 Kamu harcanabilir gelirinin en büyük kısmını, vergi gelirleri oluşturmaktadır. Vergi gelirlerinde birbiri ile zıt olan iki farklı uygulama yapılmak durumunda kalınmaktadır: 1- Vergi oranlarının artırılması, 2- Vergi oranlarının düşürülmesi.[11]

Vergi oranlarının artırılması bütçeye önemli bir gelir artışı sağlarken toplumsal memnuniyetsizliğin artmasına sebebiyet vermektedir. Vergi oranlarının azaltılması toplumsal memnuniyeti artıran bir faktördür. Vergi oranlarının düşürülmesi, ekonomik aktivitedeki yavaşlamanın etkilerinin azaltmak amacıyla yapılmaktadır. Ekonomideki yavaşlama/gerileme, kayıt dışı ekonomi, vergi kaçakçılığı, vergi düzenlemelerindeki eksiklikler ve vergi politikalarının etkin uygulanamaması vergi gelirlerinin azalmasına sebebiyet vermektedir.[12]

Kamu tasarruflarını olumsuz etkileyebilecek bir diğer etken ise kamu harcamalarındaki yükseliştir. Kamu harcamalarının farklı boyutlarını şu şekilde özetlemek mümkündür: 1- Sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, güvenlik ve altyapı gibi hizmetlerin ifa edilmesi ile ilgili yapılmak zorunda olunan harcamalar. Bu noktada olumsuz anlamda en önemli olan, yersiz, zamansız, verimsiz, dolara ve faize bağımlı alt yapı çalışmalarının yapılması, “Bu, kamu tasarrufunda hem kısa hem de uzun vadede aşağı yönlü etki yapabilmektedir.”[13] 2- Kamudaki israf, 3-Yaşlı nüfusun artışına bağlı olarak emeklilik harcamalarındaki artış, 4- İşsizlik ve bunun neden olduğu gelirlerdeki düşme, 5- Devlet ihalelerinde yapılan rüşvet ve yolsuzluk, 6-Kamunun dolar üzerinden ya da faize bağlı olarak borçlanması, 7- Yabancı sermayeye/dışa bağımlılık.[14]

Kamu tasarruflarını artıracak olan en önemli faktör, işsizliği azaltacak, çalışan sayısını artıracak, üretime dönük yatırımlar ile Kamudaki israfın engellenmesidir. Vergilendirme sisteminde, vergi gelirlerini artmasına vesile olacak adil bir sistemin olup olmaması önemlidir. Özel sektörün üretime dönük yatırımlarının teşvik edilip desteklenmesi, yabancı sermaye karşısında korunması özel öneme haizdir.

Yurt içi tasarruflarının yetersizliği, sermaye eksikliğine, yatırım, üretim ve istihdam düzeylerinin azalmasına neden olmaktadır. Uzun vadede yurt içi tasarrufların yurt içi yatırımları karşılayamaması, ekonomide yapısal bir cari açık sorununa neden olmaktadır. Bu durumda üretimin finansmanının sağlanabilmesi için ülke, yurt dışı sermayeyi/“Sıcak Parayı”, çare olarak görüp yurt dışına açılmaktadır[15]. Bu, dışa bağımlılığı artırırken aynı zamanda da ekonominin kırılganlığını artırmaktadır. Ekonomik büyümede dış finansmanın payı arttıkça, ekonominin dış müdahalelerden etkilenme derecesi de artmaktadır. “Sıcak paranın” ülkeye ani giriş ve çıkışları, ülke ekonomisi üzerinde şok etkisi yaparak kırılganlığın artmasına sebebiyet vermektedir.

1990’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan, bir ülkeden diğerine kolaylıkla yayılan ve sık sık tekrarlanan krizler, yabancı sermayenin, özellikle Siyonist Sermayenin operasyonunun bir sonucudur.[16] Bu durum dış dinamiklerin, iç dinamikler üzerinde etkisinden başka bir şey değildir. Dışa bağımlı tüm ekonomilerin doğal kaderi budur. Türkiye bu gerçeği, daima göz önüne almak zorundadır.

“Kronik tasarruf açığı veren bir ekonomide” yabancı sermaye artışının muhtemel sonuçları aşağıdaki gibi özetlenebilir[17]:

·  Ulusal parada değerlenme eğilimi,

·  Hane halkı tüketiminde artış olur,

·  İhracat olumsuz etkilenir ve ithalatta artış olur,

·  Dış finansman imkânı sınırlı olan şirketlerin yatırımları azalır,
sektörlerin kârlılık ve rekabet şartları değişir,

·  Cari işlemler açığındaki artışa bağlı olarak sermaye akımlarının yön değiştirme ihtimali ekonomideki kırılganlığı artırır.

Ülkelerin sağlıklı büyüme performansları, mümkün olduğu kadar yurt dışı sermayeye ihtiyaç hissetmeden yurt içi sermaye birikimine bağlıdır. Bu nedenle yurt içi finansmanında yurt içi tasarrufların(yurt içi kaynak kullanımı ) payının yüksek olması çok önemlidir.[18]

Türkiye’nin gerçek anlamda tam bağımsız olması için kendi kendine yeter bir ekonomik alt yapı inşa etmesi gerekmektedir. Bunun için tasarruflar konusunda toplumsal bir şuur inşa etme seferberliği başlatılmalıdır.

Tasarruf Tedbirleri ile İlgili 2002-2018 Döneminde Yapılan Yasal Düzenlemeler

     2001 Ekonomik Krizinden sonra Koalisyon Hükümeti Başbakanı Bülent Ecevit imzalı, 4 Kasım 2002 tarihli “Tasarruf Tedbirlerine İlişkin 2002/45 Sayılı Başbakanlık Genelgesi” yayınlanmıştır.

Genelge 2002/45’in amacı, “Kamu harcamalarında israfın önlenerek, etkinlik ve verimliliğin artırılması amacıyla aşağıdaki tasarruf önlemlerinin alınması uygun görülmüştür.” şeklinde belirtilirken, Genelgenin kapsamının çok geniş olduğu görülmektedir:

“KAPSAM

Genel bütçeli daireler, katma bütçeli idareler, kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları, bütçenin transfer tertibinden yardım alan kuruluşlar, özel bütçeli kuruluşlar, özelleştirme kapsam ve programına alınmış hisselerinin yarısından fazlası kamuya ait olan özel hukuk hükümlerine tabi kuruluşlar, fonlar, döner sermeyeler, 4603 sayılı Kanuna tabi olanlar dışındaki kamu bankaları, kanunlarla veya kanunların verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kurul ve kurumlar ile diğer tüm kamu kurum ve kuruluşları, kendi bütçeleri veya tasarruflarındaki diğer kaynaklardan (dış kaynakla finanse edilen faaliyetler hariç) yapacakları yurtiçi ve yurtdışı harcamalarında aşağıdaki tedbirlere uyacaklardır.

Belediyeler ile il özel idareleri ve bunların kurdukları birlik, müessese ve işletmeler bu genelgenin "temsil, tören ve ağırlama giderleri", "gayrimenkul edinilmesi ve kiralanması", "demirbaş malzeme alımları" ve "reklam, ilan ve tanıtım giderleri" ile ilgili bölümlerine tabidirler.

Doğal afetler, orman yangınları, ziraat ve hayvancılıkta acil olarak yapılması gereken mücadele ve müdahaleler, iç ve dış güvenlik ile istihbarat hizmetlerinin gerektirdiği zorunlu olan harcamalar, karayolu trafik güvenliği ve sekiz yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretim ile ilgili harcamalar bu genelgenin kapsamı dışında bırakılmıştır.”

Böyle bir kapsam belirlendikten sonra uygulanacak tasarruf tedbirleri, şu başlıklar altında oldukça ayrıntılı bir şekilde verilmiştir:

·       “Yatırım Harcamaları”,

·       “Yurt Dışı Geçici Görevlendirmeler”,

·       “Gayrimenkul Edinilmesi ve Kiralanması”,

·       “Sağlık Giderleri”,

·       “Taşıt Kullanımı ve Edinilmesi”,

·       “Demirbaş Malzeme Alımları”,

·       “Haberleşme Giderleri”,

·       “Temsil. Tören ve Ağırlama Giderleri”,

·       “Reklam. İlan ve Tanıtım Giderleri”,

·       “Basın ve Yayın Hizmetleri”,

·       “Diğer Hususlar”.

AK Parti döneminde, 1.11.2006 tarihinde, maliye bakanı Kemal Unakıtan tarafından aşağıdaki Tasarruf Tedbirleri Genelgesi yayınlamıştır:

“Bu çerçevede, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin bütçelerinin (03.2.1.01) Kırtasiye Alımları, (03.2.1.02) Büro Malzemesi Alımları, (03.2.1.90) Diğer Kırtasiye ve Büro Malzemesi Alımları (03.7.1.01) Büro ve İşyeri Mal ve Malzeme Alımları, (03.7.1.02) Büro ve İşyeri Makine ve Techizat Alımları, (03.7.1.90) Diğer Dayanıklı Mal ve Malzeme Alımları, (06.1.1) Büro ve İşyeri Mefruşatı Alımları, (06.1.4) Taşıt Alımları ekonomik kodlarından harcama yapılması 01.11.2006 tarihinden itibaren durdurulmuştur.” 

18 Ocak 2007 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından tasarruf tedbirlerine ilişkin geniş kapsamlı ve oldukça ayrıntılı 2007/3 Genelgesi yayınlanmış; 2007/3 Tasarruf Tedbirleri Genelgesi’nin amacı ve kapsamı aşağıdaki şekilde belirtilmiştir:

 

“Kamu kurum ve kuruluşlarının giderlerinden tasarruf sağlanması, bürokratik işlemlerin azaltılması ve resmi taşıtların etkin kullanımına ilişkin olarak aşağıdaki tedbirlerin alınması gerekli görülmüştür.

KAPSAM

5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu eki (I), (II), (III) ve (IV) sayılı cetveller kapsamındaki kurum ve kuruluşlar ile kamu iktisadi teşebbüsleri ve bağlı ortaklıkları, özelleştirme kapsam ve programına alınmış hisselerinin yarısından fazlası kamuya ait olan özel hukuk hükümlerine tabi kuruluşlar, fonlar, döner sermayeler, 4603 sayılı Kanuna tabi olanlar dışındaki kamu bankaları ve diğer tüm kamu kurum ve kuruluşları (Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği ile TBMM Genel Sekreterliği hariç) kendi bütçeleri veya tasarruflarındaki diğer kaynaklardan yapacakları yurt içi ve yurt dışı harcamaları ile resmi taşıtların kullanılmasında aşağıdaki tedbirlere uyacaklardır.

Belediyeler ile il özel idareleri ve bunların kurdukları birlik, müessese ve işletmeler ise bu genelgenin gayrimenkul edinilmesi ve kiralanması ile ilgili bölümüne tabidirler.

Doğal afetler, orman yangınları, ziraat ve hayvancılıkta acil olarak yapılması gereken mücadele ve müdahaleler, iç ve dış güvenlik ile istihbarat hizmetlerinin gerektirdiği zorunlu olan harcamalar, karayolu trafik güvenliği ve sekiz yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretim ile ilgili harcamalar bu genelgenin kapsamı dışındadır.”

Böyle bir kapsam belirlendikten sonra uygulanacak tasarruf tedbirleri şu başlıklar altında oldukça ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır:

·           “Gayrimenkul Edinilmesi ve Kiralanması”,

·           “Resmi Taşıtların Kullanımı”,

·           “Haberleşme Giderleri”,

·           “Yurtdışı Geçici Görevlendirmeler”,

·           “Basın ve Yayın Giderleri”,

·           “Temsil, Tören, Ağırlama ve Tanıtım Giderleri”,

·           “Diğer Hususlar”.

Bu başlıklar altında öngörülen tasarruf tedbirlerinin, 2002/45 sayılı Bülent Ecevit tarafından alınan tasarruf tedbirleri ile, başlıklarda farklılıklar olmakla beraber, muhtevada çok ciddi bir örtüşmenin olduğu görülmektedir.

2017 Yılında Başbakan Binalı Yıldırım tarafından tasarruf tedbirleri kapsamında “2017/22 Sayılı Başbakanlık Genelgesi” ile yerli ürün kullanımına öncelik verilmesi istenmiştir. Başbakan Binali Yıldırım, 26 Aralık 2017 tarihinde, 2018-2020 dönemini “Tasarruf Dönemi” olarak ilan edip köklü tedbirlerin alınacağını ifade etmiştir. TBMM’de kabul edilen 2018 yılı merkezi yönetim bütçesinde tasarruf, stratejik hedef olarak belirlenmiştir. Kamuda mali disiplinin devam ettirilmesi için kamu harcamalarının sınırlandırılması, harcamalarda etkinliğin ve verimliliğinin arttırılması ve kamu cari harcamalarında tasarrufun sağlanması için bir takım tedbirler alınmıştır.[19]

Alınan Tasarruf tedbirlerine göre “verimi düşük programlar kaldırılacak”, “mal ve hizmet alımları kontrol altına alınacak”, “araç alımlarına acil durumda bakanlar kurulu karar verecek”, “zorunluluk olmadıkça kamu binaları yapılmayacak”, “kamulaştırma ile ilgili mevzuat gözden geçirilecek.”[20]

Tasarruf Tedbirleri kapsamında 12 Eylül 2018 tarihli 85 No’lu Cumhurbaşkanlığı kararı ile, ithalat ve ihracat hariç olmak üzere, döviz cinsinden ve dövize endeksli işlemlerin yapılması yasaklanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 85 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararıyla ilgili olarak “Türkiye’nin yeni tasarruf tedbirleri aldığını”, “bundan böyle tüm işlemlerin TL ile yapılacağını” ve “…Türkiye’yi döviz kuru üzerinden vurmak isteyenlere cevabımızı, kurun geldiği seviyesinin avantajlarını ihracatımıza ve bununla bağlantılı olarak üretime, istihdama yansıtarak vermeliyiz.” şeklinde bir açıklama yaparak alınan kararın çok önemli olduğunu belirtmiştir.[21]

Bu karara uygun olarak 6 Ekim 2018 Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karara İlişkin Tebliğ (Tebliğ No: 2008-32/34)’de Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2018-32/51) yayınlanmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 13 Eylül 2018, alınan tasarruf tedbirlerinin kapsamını ortaya koyan geniş bir açıklama yaparak Türkiye’nin “israf ekonomisinden üretim ve verim ekonomisine” geçeceğini ifade etmiştir:  “Cari harcamalar konusunda araçlardan binalara ve personele kadar geniş bir tasarruf tedbirini hayata geçiriyoruz. Kamuda kullanılan araçları hem sayı olarak hem nitelik olarak sınırlandırıyoruz. Birçok bakanlıklarımız, genel müdürlüklerimiz kiracı. Bakanlık sayımızın 16'ya düşmesiyle birlikte kazanılan binaları değerlendirdik, planlaması yapıldı. Bundan böyle kiracı olan yerlerin tamamından çıkmak suretiyle onları buralara taşıyarak, buradan da çok ciddi bir tasarrufta bulunduk. Personel alımında da dikkatli davranıyoruz. Şu kadar kişi emekli oldu, tamam emekli olduğu kadar kişiyi alabiliriz ama daha fazlasını almayacağız. Böylece kamu harcamalarında mümkün olan en yüksek tasarrufu gerçekleştirerek bütçe dengesine katkıda bulunacağız. Yani israf ekonomisi değil, üretim ve verim ekonomisine geçiyoruz."[22]

10 Ekim 2018 yayınlanan Genelge 2018/12: “2019-2021 Dönemi Bütçe Çağrısı”nda, “kamu yatırım harcamalarından azami düzeyde tasarruf edilirken kalkınma potansiyelini destekleyici mahiyetteki iktisadi ve sosyal alt yapı yatırımlarına öncelik verilmeye devam edilecektir. Kamu kesimi yatırımları bütüncül bir yaklaşımla özel kesim yatırımlarını tamamlayacak şekilde tasarımlanacak ve hayata geçirilecektir. Kamu yatırım öncelikleri özel sektörün yenilikçi ve üretken yatırımlarını ve ticareti destekleyecek mahiyette belirlenecek; iş, üretim, yatırım ve yaşam ortamını iyileştiren nitelikli altyapı yatırımlarına öncelik verilecektir.” denerek kamu yatırım harcamalarından azami düzeyde tasarruf yapılması öngörülmektedir.

Genelge 2018/12: “2019-2021 Dönemi Bütçe Çağrısı’nın ruhuna uygun olarak 10 Ekim 2018 tarihli Karar Sayısı: 160 ve 16 Ekim 2018 tarihli Karar Sayısı: 186 yayınlanmıştır.  Anlaşılan o ki, Başbakan Binali Yıldırım’ın 2017 yılında açıkladığı tasarruf tedbirleri, yeniden yapılandırılıp yasal düzenlemelerle hayata geçirilmek istenmektedir.

Sonuç: Bunca Tedbir Alınmasına Rağmen Neden Kalıcı Sonuç Alınamıyor?

Yukarıda 2002 öncesini göz önüne almadan değişik zamanlarda devletin alıp uygulamaya soktuğu tasarrufla ilgili kararlar özetlenmiştir. Alınan kararlar, bazı yeni konu ve alanları içermekle beraber genel olarak birbirinin tekrarıdır. Geçici olarak etkili olan tasarruf tedbirlerinin kalıcı olarak etkili olamamasının, etkin bir sonuç alınamamasının sebebi hikmeti nedir?  

     Devlet tarafından alınıp uygulamaya sokulan tasarruf tedbirlerine, hane halkı/fert, özel kesim ve kamu kesimi hangi oranda uymuştur ya da uymaktadır? Özellikle AK Partinin tek başına iktidar olduğu ve 2003-2018 döneminde değişik zamanlarda aldığı tasarruf tedbirleri kararlarına, genel olarak tüm toplumun, özel olarak AK Parti seçmeninin ve bürokrasisinin ne oranda uyduğu araştırılmaya değerdir.

Eylül 2018 tarihinden itibaren tasarruf tedbirlerine ilişkin alınan kararların, etkin bir şekilde uygulanıp istenen sonuçların elde edilebilmesi için ferdi ve toplumsal şuuraltının okunmasında ve ona göre bir yol haritası belirlenmesinde fayda vardır.  Bu konu önemlidir. Çünkü yapılan çalışmalar, “hane halkı tasarruflarının”  ülkenin genel tasarrufu üzerinde ciddi bir etkisinin olduğunu ortaya koymaktadır: “…Yurtiçi tasarruflar büyümenin en masrafsız ve en güvenilir kaynağını oluşturmaktadır. Bu nedenle yurtiçi tasarrufların artırılması sürdürülebilir ekonomik büyüme ve kalkınmanın sağlanması açısından özellikle gelişmekte olan ekonomiler için bugün de önemini korumaktadır. Tasarrufların önemli bir kısmının hane halkı tasarruflarından oluştuğu düşünüldüğünde hane halkı tasarruflarını artıracak politikalara ihtiyaç olduğu açıktır. …2011 yılında T.C. Kalkınma Bakanlığı ve Dünya Bankası tarafından yayımlanan raporda, Türkiye’deki düşük tasarruf oranlarına dikkat çekilmekte, Türk hane halklarının finansal konulardaki yeterliliklerinin artırılmasının tasarruf davranışları üzerinde etkili olabileceği ve bu sayede tasarruf oranlarının artırılmasının mümkün hale gelebileceği ifade edilmektedir.”[23]

Öyleyse toplum niçin tasarruf tedbirlerine iltifat etmemekte, önemsememekte ve de uymamaktadır? Bu konuda toplumsal şuur altında ne vardır? Bu soruların cevaplarının bulunması, yapılan yasal düzenlemelerin başarılı olması için önemlidir. İsrafın haram olduğuna inanan bir milletin ve bir yönetimin, israf ekonomisi inşa etmesinin veya etmek zorunda kalmasının sebebi hikmetini keşfetmek çok önemlidir.

Bunun kadar hatta daha da önemli olan israfın haram olduğuna inanan cemaatlerin, gönüllü kuruluşların, tarikatların israf ekonomisine  “Sizden, hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (3/ Âl-i İmran 103) ayeti kapsamında karşı çıkmaması, susmasıdır.

 İsraf toplumu oluşmasında, Türkiye’deki cari sistemin öngördüğü insan unsurunun, AB uyum yasalarının, reklamların, dizilerin, medyanın çok ciddi bir rolü vardır. İslâm kültür ve medeniyet değerleri ile Batı kültür ve medeniyet değerlerinin harmanlanmasından oluşan değer sisteminin neden olduğu melez değer sistemi, hem bireysel hem de toplumsal bazda sosyal şizofreniye sebebiyet vermiştir ve de vermektedir. Tasarruf tedbirlerine itibar edilmemesinde sosyal şizofreninin payının olup olmadığı göz önüne alınmalıdır.

 Bu noktada şu temel soruların cevaplarının verilmesi hayatı bir konudur: İsraf Nedir? Müsrif kimdir? İsraf toplumunun temel özellikleri nelerdir? İsraf toplumunun oluşmasında iç ve dış dinamiklerin etkisi nedir? İsraf toplumunu bekleyen dünyevi ve uhrevi tehlikeler nelerdir? İnşallah önümüzdeki sayıda bu soruların cevabını ele alacağız.


[1] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-http://www.akparti.org.tr/site/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-tesk-20.-olagan-genel-kurulunda-konustu/104100#, 13 Eylül 2018.

[2] Doğan, M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, 18. Baskı, İstanbul.

[3] Dini Kavramlar Sözlüğü, “Tasarruf”, maddesi, DİB Yayınları, Ankara, 2006.

[4] Dini Kavramlar Sözlüğü, “Tasarruf”, maddesi, DİB Yayınları, Ankara, 2006.

[5] Kalkınma Bakanlığı, (2012). Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurt İçi Tasarrufların Rolü. Ankara: Kalkınma Bakanlığı Yayını, 6. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[6] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015. Sancak, E., ve Demirci N. (2012). “Ulusal Tasarruflar ve Türkiye’de Sürdürülebilir Büyüme İçin Tasarrufların Önemi”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(2), 159-198.

[7] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[8] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015. Özcan, K.M., ve Günay, A. (2012). Türkiye’de Özel Tasarrufları Belirleyen Unsurlar. Türkiye Ekonomi Kurumu, Tartışma Metni, 2012/109. Ekinci, M. F., Erdem, F. P., ve Kılınç, Z. (2014). Kredi Büyümesi, Cari Açık ve Finansal Derinlik, TCMB Çalışma Tebliği, 14/21.

[9] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri Ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[10] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[11] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[12] Kalkınma Bakanlığı, (2012). Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurt İçi Tasarrufların Rolü. Ankara: Kalkınma Bakanlığı Yayını, 6. Sancak, E., ve Demirci N. (2012). “Ulusal Tasarruflar ve Türkiye’de Sürdürülebilir Büyüme İçin Tasarrufların Önemi”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(2), 159-198.

[13] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[14] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015. Sancak, E., ve Demirci N. (2012). “Ulusal Tasarruflar ve Türkiye’de Sürdürülebilir Büyüme İçin Tasarrufların Önemi”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(2), 159-198.

[15] Sancak, E., ve Demirci N. (2012). “Ulusal Tasarruflar ve Türkiye’de Sürdürülebilir Büyüme İçin Tasarrufların Önemi”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(2), 159-198. Ekinci, M. F., Erdem, F. P., ve Kılınç, Z. (2014). Kredi Büyümesi, Cari Açık ve Finansal Derinlik, TCMB Çalışma Tebliği, 14/21.

[16] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri Ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015.

[17] Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Tasarruf - Yatırım Dinamikleri Ve Cari İşlemler Dengesi Gelişmeleri, 2015. Kalkınma Bakanlığı, Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurt İçi Tasarrufların Rolü, 12.

[18] Kalkınma Bakanlığı, Yüksek Büyümenin Sürdürülebilirliği: Yurt İçi Tasarrufların Rolü, 12. Ganioğlu, A., ve Yalçın, C. (2013). Yurt İçi Tasarruf-Yatırım Açığı ve Büyüme: Panel Veri Analizi. TCMB Çalışma Tebliği, 13/46.

[19] http://www.kamudanhaber.net/guncel/basbakan-in-acikladigi-tasarruf-tedbirleri-belli-oldu-h363657.html

[20] http://www.kamudanhaber.net/guncel/basbakan-in-acikladigi-tasarruf-tedbirleri-belli-oldu-h363657.html

[21] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-

[22] http://www.akparti.org.tr/site/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-tesk-20.-olagan-genel-kurulunda-konustu/104100#, 13 Eylül 2018.

[23] Şahin, M., Barış, S.,  “Finansal Okuryazarlık ve Tasarruf Davranışları: Kamu Çalışanları Üzerine Bir İnceleme”,  Çankırı Karatekin Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2017, cilt: 7, sayı: 2, s. 77-103.

1 Kasım 2018 Perşembe

TÜRKİYE’DE İSRAF EKONOMİSİ-1


(Umran Dergisi Kasım 2018 Yazısıdır)

“Yav bu devlette öyle israflar var ki,  öylesine masraflar var ki,  anam anam anam anamm!”

                                                                                    AK Parti Milletvekili Burhan Kuzu.

       “İsrafın önünü alabilsek,  sizden vergi almaya gerek kalmaz.”

                                                                                     Eski AK Parti Milletvekili Bülent Arınç

Genel olarak olayları, özel olarak da sosyal olayları değerlendirirken şu dört ana etkeni/faktörü göz önüne almak gerekmektedir: 1- İlahi İrade, 2- İç Dinamikler, 3- Bölgesel Dinamikler, 4- Küresel Dinamikler.

Bugün Dünya, Şer İttifakının (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) başlattığı Küresel Ekonomik bir savaşla karşı karşıyadır. Bu Küresel Ekonomik savaşın, hem başlatanların hem de hedef ülkelerin ekonomileri üzerinde değişik etkileri olacaktır/olabilecektir. Geçen yazıda ifade ettiğimiz gibi, Şer İttifakının dışındaki ülkeler, bir ve beraber olur, gereğini yaparlarsa, Şer İttifakı için bu savaş sonun başlangıcı olacaktır. Türkiye gerçekçi davranır ve gereğini yaparsa, bu mücadeleden Allah’ın izniyle zaferle çıkacak ve ezilen, mazlum milletlerin önderliğini üstlenmiş olacaktır.

Türkiye, böyle bir sorumluluğu üstlenip gereğini yapabilmesi için öncelikle gerçekçi bir öz eleştiri yapmalıdır. Sevapları, günahları ile kazanım ve kayıpları ile başarı ve başarısızlıkları ile olumlu ve olumsuzlukları ile içerde bütünleşerek bunu yapabilmelidir/yapmalıdır.

Bu nedenle son ekonomik krizi ya da bunalımı ya da manipülasyonu, Türkiye gerçek boyutlarda masaya yatırıp sorgulamalıdır. Bugün Türkiye’nin ekonomik olarak karşı karşıya kaldığı durumu, salt Türkiye’nin ekonomik yapısına ya da sadece dış saldırılara bağlayarak bir değerlendirme yapmak yanlıştır. Yanlış bir teşhis konursa, yanlış tedavi yapılır. Bu durumda hastalık tedavi edilemez, hastalığın yayılmasına ve kangrenleşmesine imkân sağlanır.

Yukarıda ifade edilen dört faktörün ara kesitinde mesele ele alınmalıdır.

Geçen ayki yazımızda, Şer İttifakının (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) 3. Dünya savaşı çıkarmak için başlattığı Küresel Ekonomik Savaşı, küresel ve bölgesel dinamikler açısından ele alıp değerlendirmiştik.

Bu yazıda, Türkiye’ye karşı açılan küresel ekonomik savaşı, iç dinamikler ve ilahi irade açısından ele alıp inceleyeceğiz.

Türkiye’ye Karşı Ekonomik Savaş Girişimi 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin, ekonomik görüntü verilmiş, siyasi amaçlı küresel bir saldırı ile karşı karşıya kaldığını ifade etmiş olması ele aldığımız konu açısından son derece önemlidir:

“Temmuz ayı boyunca da aynı seviyelerde seyreden dövizin Ağustos’ta bir anda 7 lira seviyesine kadar yükselmesi, başlı başına bir ekonomik suikast girişiminin delilidir. Ağustos ayında bu ülkede ne siyasi istikrarsızlık yaşandı, ne harp oldu, ne afete maruz kalındı ve ne de başka herhangi bir fevkaladelik görüldü. Amerikan yönetiminin, ülkemizin egemenlik haklarına açıkça saygısızlık olan taleplerine cevap vermedik diye böyle bir sonucun ortaya çıkması, meselenin tamamen siyasi olduğuna işaret ediyor. Türkiye’nin yaşadığı bu hadise, dünyada artık hiçbir ülkenin siyasi ve ekonomik güvenliğinin kalmadığının ifadesidir. …Tabii ülkemize yönelik saldırı, diğerlerinden çok daha sinsi, çok daha can yakıcı, çok daha kasıtlı bir şekilde gerçekleşti. İş ekonomi sınırlarını aştı ve Türkiye’nin topyekûn cezalandırılması boyutuna ulaştı.”[1]

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuşmasında, “başlı başına bir ekonomik suikast girişimi”, “iş ekonomi sınırlarını aştı” ve “Türkiye’nin topyekûn cezalandırılması boyutuna ulaştı” demekle, Türkiye’nin ABD’nin iki boyutlu bir saldırısı ile karşı karşıya kaldığını kamuoyuna açıklamış olmaktadır.

Bizim Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) olarak nitelendirdiğimiz bir yapı, hiçbir zaman Türkiye’nin ve Müslümanların dostu, stratejik ortağı olmamış; ancak şartlar gereği/menfaatleri icabı müttefiki olmuşlardır. Dolayısıyla bunlardan her türlü kötülüğün gelebileceği öngörülüp ona göre tedbir alınması gerekirdi. Eğer bu beklenmiyor idiyse, asıl üzücü ve şaşırtıcı olan bu yaklaşım tarzıdır. Çünkü,

“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.”

“Sizler, işte böylesiniz: onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler…”

“Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiç bir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır.” (3/Âl-i İmran 118-120). (Ayrıca Bkz: 60 Mümtehine 1-4)

 Yaşanan bunca olaydan ve bu açıklamalardan sonra, bundan böyle Türkiye’de hiçbir yönetici, Şer İttifakını, dost, stratejik ortak ve model ortak olarak sunmamalı ve fakat uluslararası nezakete, diplomasiye uygun bir dil kullanmalıdır. 

İsraf Ekonomisinden Üretim Ekonomisine Geçilmeli

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Resmî gazetede yayımlanan 85 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararıyla Türkiye’nin yeni tasarruf tedbirleri aldığını ve bundan böyle tüm işlemlerin TL ile yapılacağını ifade etmiştir:

“Bu kararla, menkul ve gayrimenkul alım, satım, kiralama, hizmet ve eser sözleşmesi gibi tüm işlemlerde ödeme yükümlülüklerinin kendi paramız ile yapılmasını zorunlu hale getirdik. Böylece, uzun süredir şikâyet konusu olan dövizle kira ödemesi sorununu ortadan kaldırdık. Kamuda tasarrufa yönelik çok önemli adımlar da attık. … Personel alımını da, emekli olan personel sayısına yakın bir seviyeye çekiyoruz. Yatırımları da güncellemeye aldık.”

…”Her şeyden önce, ihracat ve ithalatla uğraşmayan hiç kimsenin dövizle işi olmamalıdır. Tüm tasarrufların dövizden Türk Lirasına ve kendi paramızla değer biçilen finans araçlarına yönlendirilmesi gerekiyor. Yastık altı diye tabir edilen, sistem dışı tasarrufların, süratle bankalar, faizsiz finans kuruluşları ve diğer yollarla ekonomiye kazandırılmasını bekliyoruz. …Türkiye’yi döviz kuru üzerinden vurmak isteyenlere cevabımızı, kurun geldiği seviyesinin avantajlarını ihracatımıza ve bununla bağlantılı olarak üretime, istihdama yansıtarak vermeliyiz.”[2]

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, Grand Ankara Otel'de düzenlenen Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) 20. Olağan Genel Kurulu'nda (13 Eylül 2018) yaptığı konuşmada, “israf ekonomisinden üretim ve verim ekonomisine” geçileceğini ifade etmiştir:

              “Cari harcamalar konusunda araçlardan binalara ve personele kadar geniş bir tasarruf tedbirini hayata geçiriyoruz. Kamuda kullanılan araçları hem sayı olarak hem nitelik olarak sınırlandırıyoruz. Birçok bakanlıklarımız, genel müdürlüklerimiz kiracı. Bakanlık sayımızın 16'ya düşmesiyle birlikte kazanılan binaları değerlendirdik, planlaması yapıldı. Bundan böyle kiracı olan yerlerin tamamından çıkmak suretiyle onları buralara taşıyarak, buradan da çok ciddi bir tasarrufta bulunduk. Personel alımında da dikkatli davranıyoruz. Şu kadar kişi emekli oldu, tamam emekli olduğu kadar kişiyi alabiliriz ama daha fazlasını almayacağız. Böylece kamu harcamalarında mümkün olan en yüksek tasarrufu gerçekleştirerek bütçe dengesine katkıda bulunacağız. Yani israf ekonomisi değil, üretim ve verim ekonomisine geçiyoruz.”

…Bu bir manipülasyondur. Bu manipülatif olayların arkası dışarıyla da bağlantılıdır. Akılları verirken çünkü o şekilde veriyorlar. Bu manipülasyona sakın aldanmayın. “

“Bugün de diyorum ki bu kriz, bizim krizimiz değildir. Bu yaşadıklarımız bize zorla yamanmak istenen, özel olarak üzerimize atılmaya çalışılan sahte bir dalgalanmanın ürünüdür.”

“Esnaf ve sanatkârlarımızdan işte bu devasa gücün omurgası olarak üretime, verimliliğe ve tasarruf üzerine kurulu ekonomi anlayışımıza sıkı sıkıya sahip çıkmalarını bekliyorum.”[3]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki farklı yerdeki konuşmalarında özetle dikkat çektiği konular şunlardır:

·  Türkiye Şer İttifakının hem ekonomik hem de siyası saldırısı altındadır.

·  Ekonomik kriz/bunalım, içerdeki şartlardan değil dışardan yapılan saldırıların ve manipülasyonların bir ürünüdür.

·  İthalat ve İhracat yapanlar hariç diğer kesimler her türlü işlemleri Dövizle değil TL ile yapacaklardır.

·  Yastık altında döviz saklanmayacaktır.

·  Dövizle yapılan kiralamalar kaldırılmış, yasaklanmıştır.

·  Devletteki makamlarda varolan arabalara hem nicelik hem de nitelik olarak kısıtlama getirilmiştir.

·  Devlet kiralık yerlerden çıkıp kendi mülklerine taşınacaktır.

·  Personel alımında kısıtlamaya gidilecektir.

·  Tam bir tasarruf seferberliği ilan edilecektir.

·  İsraf ekonomisinden üretim ve verim ekonomisine geçilecektir.

·  Türkiye’nin bu süreçten başarılı çıkabilmesi için başta esnaf ve sanatkârlar olmak üzere herkes fedakârlık yapmalıdır.

Şüphesiz ki bu tespit ve tedbirler önemlidir. Gerekir fakat yetmez. Öngörülen tedbirlerin pratiğe yansıtılması, büyük bir hassasiyetle uygulanması gerekir.

Bu noktada şu soruların cevabının çok açık bir şekilde verilmesi gerekmektedir:

2003 yılından bu yana değişik vesilelerle tasarruf tedbirleri kararlarını alan bir yönetimin, bugün bu açıklamaları yaptığına göre, yol boyu öngördüğü tasarruf tedbirlerine uyamamasının ya da bu konuda başarılı olamamasının sebebi nedir?

Bugün alınan tasarruf tedbirleri kararlarına, devletin değişik birimleri ne oranda uymuştur, uymaktadır ya da uyacaktır?

Tasarruf tedbirlerine uymayanlar hakkında ne tür yaptırımlar uygulanmıştır, uygulanmaktadır ya da uygulanacaktır?

Toplum niçin tasarruf tedbirlerine iltifat etmemekte, önemsememekte ve de uymamaktadır?

Türkiye’de Her İşlem Kendi Paramızla mı Yapılıyor? 

Cumhurbaşkanı Erdoğan değişik vesilelerle değişik yerlerde “…Dolarlarınızı bozdurun”, “yastık altında dolar saklamayın”, “ihracat ve ithalat gibi dışarıyla işi olmayan hiç kimsenin dövizle yolu kesişmemelidir”. “Bu ülkenin içindeki her iş TL üzerinden yapılmalıdır” şeklinde yaptığı çağrılar, başta devlet kurumları olmak üzere toplumda bir karşılığı şu ana kadar olmuş mudur? Bu sorunun cevabı önemlidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türk Parasının kullanılması ve dolarla işlem yapılmaması çağrısına, halkın yüzde kaçı uyarak ellerindeki dolarları TL’ye çevirmiştir. Devletin tüm kademeleri, bankalar, özel sektörün önde gelenleri, bu kararlara ne derece uymuşlardır?

Pratik uyulmadığını göstermektedir

Devlet, köprü, tünel, otoyol, hava limanı, şehir hastaneleri sahiplerine $ üzerinden ödeme yapmaktadır. Avm’lerde kiralar $ üzerindendir. Kamu ihalelerinin birçoğu $ üzerinden yapılmaktadır. Diyanet hac ve umre ziyaretlerini $ ile yapmaktadır. Türksat $ ile ödeme almaktadır.  Dolarları bozdurun çağrısından sonra Merkez Bankası verilerine göre 10 Ağustos 2018 tarihli hafta itibarıyla “Kişilerin mevduat ve fonları 120 milyon $ artışla 91,6 milyar $; kurumlarınki ise yaklaşık 1,1 milyar $ artışla 68,3 milyar $ olmuştur.[4]

     Aşağıdaki tabloda 2 Ocak 2018’den 14 Ağustos 2018 tarihine kadar yurtiçi ve yurt dışı müşterilerin döviz alım işlemleri görülmektedir.[5] Tabloya göre 2 Ocak’tan 9 Ağustos’a kadar olan dönemde bankalar, yurtiçi müşterilerle günlük ortalama 4,9 milyar dolarlık; yurtdışı banka, kuruluş ve müşterilerle ise 3,3 milyar dolarlık işlem gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde günlük ortalama işlemlerde yurtiçi müşterilerin payı yüzde 56, yurtdışı müşterilerin payı yüzde 38 düzeyindedir. Yurtiçi müşterilerin daha önceki dönemde 4,9 milyar dolar olan işgünü başına ortalama işlem hacmi, 10 Ağustos’ta 10,1 milyar dolara çıkmıştır. Buna karşılık yurtdışı müşterilerin işlem hacmi, 2 Ocaktan 9 Ağustos’a kadarki dönemde günlük ortalama 3,3 milyar dolar iken 10 Ağustos’ta 3,7 milyar dolara yükselmiştir. Yurtiçi müşterilerin 10 Ağustos’ta 10,1 milyar doları bulan işlem hacimleri, 13 Ağustos’ta 6,4 milyara, 14 Ağustos’ta ise 5,3 milyara gerilemiştir. Buna karşılık yabancı müşterilerin 10 Ağustos’taki 3,7 milyar dolarlık işlem hacmi, 13 Ağustos’ta 3,2 milyar, 14 Ağustos’ta 3,5 milyar dolar düzeyinde gerçekleşmiştir.[6]

Bu durumda dolar üzerinden yapılan manipülasyon, içerden mi yoksa dışarıdan mı yapılmıştır sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir. Görünen o ki Türkiye kendi içinden daha büyük bir ekonomik manipülasyonla karşı karşıyadır. Bu manipülasyonu içerden çekenler, kimlerdir?  Yüzlerine yerli maskesi takmış yabancılar olabilir mi?

7 Ağustos 2018 tarihi itibarıyla Merkez Bankası rezervleri 102 milyar dolar, bankalardaki döviz mevduat hesabı 183 milyar dolar olmak üzere Türkiye’nin toplam olarak 285 milyar dolarlık bir nakit varlığı (finansal varlık) var. Türkiye’nin kısa vadeli 1 yıllık özel sektör borcu 98 milyar dolar, kamu borcu 24 milyar dolar olmak üzere toplam 122 milyar dolardır. “Yabancıların kısa vadede likide dönebileceği maksimum borsadaki menkul kıymet stoku 30 milyar dolar, devlet borçlanma senetlerinde 18 milyar olmak üzere toplam 48 milyar dolarlık bir risk söz konusudur”[7].

Dolayısıyla Türkiye’nin kısa vadeli imkânları bunu karşılayabilecek durumdadır. Öyleyse Doların artışının sebebi nedir?  Operasyon dışarıdan çok içeriden mi yapılmaktadır?

Daha ciddi bir iddia vardır: “Erdoğan’ın faiz hassasiyetini bile rantiyeyi ucuz bir şekilde fonlamak için kullanıyorlar. Bugün Hazine’ye %25’den borç veren rantiye gidip, Merkez Bankasından %17’den alıyor. Merkez, güya Erdoğan faize karşı olduğu için faizi artıramıyormuş. Kamu kaynakları kullanılarak kamu dolandırılıyor.”[8]

Medyaya yansıyan, yönetim tarafından düzeltilmeyen, yalanlanmayan bu bilgilere/verilere göre, “dolarlarınızı bozdurun”, “dolarla işlem yapmayın” çağrısından sonra dolarla işlem yapanlarda etkin unsur, yurt içi müşteriler, yurt içi insan unsurudur.

Neden?

Cumhurbaşkanının çağrısına uymayan Devlet kurumları ve özel bankalar/kurumlar, şahıslar kimlerdir ve niçin böyle davranmaktadırlar ve niçin buna mani olunmamaktadır ya da olunamamaktadır?

Bunlar, alınan kararlara ters değil midir?

Devlet bu konuda ne tür bir tedbir almıştır?, toplumla paylaşmalı ve toplumu mutmain etmelidir.

Aksi bir psikoloji, inandırıcılığını kaybetmiş tedbirlerin, varolanı da daha kötüye götürebileceği gerçeğidir. Tezat, yapılmak istenen ıslahata mani olacaktır.

Kamunun Girdiği İsraf Bataklığı Niçin Görülemedi?

Devlette ve belediyelerde her kademede hastalık haline gelen lüks araba (çeşitleri/sayıları), cep telefonu, lüks mobilya, eşya, cihaz ve reklam tutkusunun neden olduğu bir israf söz konusudur. Bunun yanı sıra zaman israfı, elektrik israfı, yakıt israfı, kâğıt israfı ve su israfı, önde gelen en büyük israflardandır. Aşağıdaki veriler (medyaya yansıyan), bu tespitin doğru olduğunu göstermektedir[9]:

·       Kamu kurumlarının görev zararları, 45,4 milyar lira.

·       Tatil özelliğine bürünmüş yurtiçi-yurtdışı gezi ve yolluklar, ülkeye bir yük.

·       Türkiye’de devlete ait 193 bin 425 adet otomobil, minibüs ve otobüs gibi resmi araç var. (Bu rakam Fransa’da 2 bin, Almanya’da 10 bin, İtalya’da ise 29 bin, Japonya’da bin civarında).

·       Devletin kiraladığı binlerce aracın kirası, 2012 yılında 94 milyon lira iken 2016 sonunda yüzde 392 artışla 462 milyon lira olmuş.

·       Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay için kiralanan BMW 760 tipi
araçlardan bir tanesinin aylık kirası 7 bin 600 Euro (50 bin lira).

·       Kamu binaları masraflı oluyor diye ucuz fiyatlarla satılmış, buna karşılık, plazalardan fahiş fiyatlarla yerler kiralanmıştır. Devlet, 2017’de 901 milyon lira kira ödemiş.

·       2006’dan 2016’ya toplam bütçe harcamaları içerisinde kira giderlerinin payı %197, taşıt alım giderlerinin payı % 520, temsil ve tanıtma giderlerinin payı % 252 artmış.

·       “2016 yılında resmi taşıt alımlarının maliyeti % 82 artarak 2 milyar 23 milyon liraya çıkmış. Yani, 2016 yılında kamunun kara taşıt alımlarına yaptığı harcama 583 bin 611 kişinin asgari ücret aylığına eşit.”

·       Resmi arabaların personelin özel işlerinde kullanılmasının neden olduğu maliyet bilinmemektedir.

·       “2007 yılında 17 milyon lira olan temsil ve tanıtma giderleri, 2016 yılında 364 milyon liraya yükselerek 22 kat artmış. Yani, 2016 yılında gösterişli sofralara, pahalı davetlere, törenlere harcanan para 256 bin 680 kişinin asgari ücret aylığına eşit demek.”

·       Ankara Belediyesi’nin bir eğlence parkına harcadığı milyar dolarlar, belediyelerin durmadan söküp yeniden yaptığı kaldırımların ülkeye maliyeti.

·       Aile Bakanlığı’nın kullandığı Eskişehir Yolu’nda 30’ar katlı ikiz binaların kirası aylık 1 milyon lira civarında.

·       “Aile Bakanlığı’nın kiralık binasında 2 katlı personel yemekhanesi bulunmasına rağmen Bakanlık, Ankara’da da 3 gün üst üste Hilton Garden Inn Otel’de 1500 kişilik kamu personeline 135 bin lira tutarında iftar veriyor.”

·       Devlet dairelerinde boşa yanan lambaların, boşa akan suların, boşa çalıştırılan kalorifer sistemlerinin, sıcak/serin olsun diye boşa çalıştırılan makam arabalarının bu ülkeye maliyeti ayrı bir sorundur.  

·       Personeldeki verimsizlik ve heyecansızlık bir başka hastalık halidir.

·       Kayyum atanan şirketlerde, kayyum sayılarının fazlalığı, kayyumlara verilen ücretlerin yüksekliği, kullandıkları araba sayısı ve lükslüğü ayrı bir masraf unsurudur. Sanki şirketler, iflas ettirilmek istenmektedir.

Devlette ve belediyelerdeki israfın savurganlığın bir an önce durdurulması gerekmektedir. Tasarruf etmek yerine harcayarak, ürettiğinden fazla tüketerek büyümek anlayışı yanlıştır. Sadece inşaat ve hizmet sektörüne dayalı bir büyüme politikası da yanlıştır. 

Devletteki sanayi tesislerini “komünist anlayışın bir ürünü olarak” görüp ucuz fiyatlarla yabancılara ya da yabancılaşmış olan içerdekilere satmak stratejik yanlıştı. Dahası zarar edenler değil, kar edenler düşük fiyatlarla satıldı. Bunun için sadece Türk Telekom, SEKA örneklerine bakmak yeterlidir. 

Bunlardan daha da önemlisi, toplumun büyük bir kesiminin borçla yaşamaya alışmış olmasıdır. Kredi kartları üzerinden borçlandırılmış bir toplum gerçeği ile karşı karşıyayız. Her şeyin yeni modellerini alma tutkusu, ihtirası hatta şehveti toplumu bir israf toplumu haline getirmeye başlamıştır. Bu gerçek, devlette olan israf kadar önemlidir. İsraf tutkusunun şehvet boyutuna varması, kriz dönemlerinde, devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde hırsızlık, cinayet gibi çok daha vahim olayların meydana gelmesine sebebiyet verebilir.

Tasarruf Tedbirlerine Devletin Her Kademesi Uymalıdır

2001 Ekonomik krizini yaşayan bir Türkiye’nin 17 sene sonra yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmasının hem ana nedenlerinin hem de Türkiye’nin ana sıkıntısının ne olduğunun sorgulanması gerekmektedir. Dün Menderes, Demirel, Özal ve Ecevit iktidarlarının karşı karşıya kaldığı ekonomik kriz ya da manipülasyonların benzeri ile bugün Erdoğan hükümeti de karşı karşıya kalmıştır. Bütün bu ekonomik krizlerin arkasında dün Şer ittifakı olduğu gibi bugün de Şer İttifakı vardırŞer İttifakının içerde etkili olmasının sebebi, içerdeki zafiyettir. Bunu göz önüne almadığımızda geçmişteki iktidarlar gibi hata yapar, geçici çözümlerle zaman kaybederiz. O nedenle Türkiye geçmiş dönemlerdeki saldırı, manipülasyon ya da krizlerin gerçekçi bir analizini yapmalıdır. Bu, gerçekten önemlidir.

Ayrıca daha önce krizin teğet geçtiği dönemlerde de benzer konuşmalar, uyarılar yapılmış ve fakat gereği yapılmamış; dile getirilen tedbirler başarılı olamamıştır/olmamıştır. Neden?  Bunun da analizi yapılmalıdır.

Yaşanan bu ekonomik bunalımda şüphesiz ki dış dinamikler, önemlidir. Ancak dış dinamiklerin yapacağı etki, iç dinamiklere bağlıdır. İçerisi sağlamsa dışarının yapacağı tahribat çok zayıf olacaktır. O nedenle Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı ekonomik bunalımda, Türkiye’nin tercih edip uyguladığı ekonomik modelin, bizatihi sistemin benimsediği ve İslâm’la çatışan hatta savaşan değer sisteminin, buna bağlı olarak toplumsal değerlerde ve kültür ve medeniyet kodlarında oluşan çözülmenin, iki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin entegrasyonu ile meydana gelen melez değer sisteminin neden olduğu sosyal şizofreninin çok ciddi payı olduğu göz ardı edilmemelidir.

Meselenin sadece ekonomik boyutta ele alınması, önerilen model ideal de olsa, sistem ve insan sorunu halledilmeden, istenen sonuçlar elde edilemeyecek; geçici olarak iyileşmeler meydana gelebilecektir. Bataklığı kurutmak esas olmalıdır. Türkiye’de bataklık, Batı kültür ve medeniyet değerleri üzerine Lozan’da kurulmuş, İslâm kültür ve medeniyet değerlerine yabancı olan sistemdir, sistemin felsefesidir. İnsan unsurunda her geçen gün büyüyerek yaygınlaşan sosyal şizofreni, bunun sonucudur. O nedenle, AB uyum yasaları yerine kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza dayalı yasalara ve bu yasaları üretecek ve uygulayacak insanlara ihtiyaç vardır. Türkiye’nin bilimsel potansiyeli, insan unsuru bunu karşılayacak, yapabilecek güçtedir. Yabancılardan medet ummak tarihi bir hatadır. Osmanlının son 150 yılı bunun en canlı şahididir.

İsrafın haram olduğuna inanan bir milletin ve bir yönetimin, israf ekonomisi inşa etmesi ve bugün de üretim ekonomisinden bahsetmesi gerçekten de düşündürücüdür.

Bunun için şu noktalarda bir değerlendirme/analiz yapılmasında fayda vardır:

·               Geçmişte yapılan stratejik alanlardaki özelleştirmelerin bugün durumu nedir? Yabancı sermayeye açılan özelleştirmelerde ne kazanıldı ne kaybedildi? Özelleştirmelerden elde edilen gelirler nerelere harcandı?

·               Türk Telekom, SEKA ve diğer özelleştirmelerin bu ülkeye maliyeti nedir?

·               Özelleştirilmeler yapılırken kriz dönemleri göz önüne alınmış mıdır? Alınmamış ise neden?

·               Arap sermayesi denilen sermaye, gerçekten Arap sermayesi mi; yoksa arkasında İngiliz, Amerikan ve Siyonist sermaye mi vardır?

·               Türk Telekom’un özelleştirmesinde Türk Telekom’u alan Oger bir Arap sermayesi idiyse, Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura, bir gazetede “Türk Telekom yönetiminde genel müdür dâhil 5 MI6 ajanının ne işi var?” sorusunu sorarak iki gün üst üste yazdığı yazıya hiçbir cevap alamamasını, bugün nasıl yorumlamalıyız? Ya da bundan bugün nasıl bir ders çıkarmalıyız?

·               Dolarla işlem yapılmayacak kararı, bugün gereği gibi uygulanmakta mıdır? Devlet, Bankalar ve toplum üzerine düşen sorumluluğu yerine gereğince getirmekte midir? Getirmiyorsa neden?

·               Tasarruf tedbirlerine öncelikle devlet, sonra millet ne boyutta uymaktadır?

·               İsrafı haram kabul eden bir toplumun israf toplumu olmasının sebepleri nelerdir?

·               İsraf toplumunun meydana gelmesinde devletin rolü nedir?

·               İsraf toplumu oluşmasında AB uyum yasalarının, banka reklamlarının, dizilerin rolü nedir?

Alınan tasarruf tedbirlerinin çare olacağına toplumun ikna olması için, başta Cumhurbaşkanlığı makamı olmak üzere Türkiye’yi yöneten tüm kesimlerin uyması tarihi bir sorumluluktur. Bu noktada meydana gelen tezat, alınan tedbirlerin tümünü boşa çıkaracaktır. Halktan fedakârlık isteyenler, öncelikle fedakârlığı kendileri yapacak, alınan kararlara kendileri uyacak ve topluma örnek olacaklardır.

İsraf toplumunun ilginç bir örneği olan Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb’ın şu ifadesini, başta yöneticilerimiz olmak üzere tüm toplum asla hatırdan çıkarmamalıdır:

“(Hz. Şuayb) Dedi ki: …Ben, size yasakladığım şeylere kendim sahiplenmek suretiyle size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir.” (11 Hûd 88)

Öyleyse;

“Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2 Bakara 44)

Henüz vakit varken yarın çok geç olabilir!


[1] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-

[2] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-

[3] http://www.akparti.org.tr/site/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-tesk-20.-olagan-genel-kurulunda-konustu/104100#, 13 Eylül 2018.

[4] Alpaslan, M., “Gündemin Peşine Takılıp Giderken Meselenin Özünü Kaçırmamak, Bu Bir Papaz Meselesi Değildir”., Umran Eylül 2018, s. 28-32.

[5] Aktaş, A., “Dövizi biz mi yükselttik, yabancılar mı, işte yanıtı”, Dünya Gazetesi, 03 Eylül 2018.

[6] Aktaş, A., “Dövizi biz mi yükselttik, yabancılar mı, işte yanıtı”, Dünya Gazetesi, 03 Eylül 2018.

[7] Dilipak, A., “Kovanın dibi delikse ya da hırsız içerideyse!”  Yeni Akit, 15 Ağustos 2018; “Dolar’la imtihan!”, 16 Ağustos 2018.

[8] Dilipak, A., “Kovanın dibi delikse ya da hırsız içerideyse!”  Yeni Akit, 15 Ağustos 2018; “Dolar’la imtihan!”, 16 Ağustos 2018.

[9] Alpaslan, M., “Sorunu doğru tespit ettiğinize emin misiniz?, Umran, Ekim 2018, sayı: 290.

1 Ekim 2018 Pazartesi

ŞER İTTİFAKI İÇİN SONUN BAŞLANGICI

(Umran Dergisi Ekim 2018 Yazısıdır)

      “Zulmetmedenler,  nasıl bir inkılab ile devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26/Şuara, 227)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin ekonomik görüntüsünü vermesi, siyasi amaçlı küresel bir saldırı ile karşı karşıya kalındığını ifade etmesi son derece önemlidir:

“Temmuz ayı boyunca da aynı seviyelerde seyreden dövizin Ağustos’ta bir anda 7 lira seviyesine kadar yükselmesi, başlı başına bir ekonomik suikast girişiminin delilidir. Ağustos ayında bu ülkede ne siyasi istikrarsızlık yaşandı, ne harp oldu, ne afete maruz kalındı ve ne de başka herhangi bir fevkaladelik görüldü. Amerikan yönetiminin, ülkemizin egemenlik haklarına açıkça saygısızlık olan taleplerine cevap vermedik diye böyle bir sonucun ortaya çıkması, meselenin tamamen siyasi olduğuna işaret ediyor. Türkiye’nin yaşadığı bu hadise, dünyada artık hiçbir ülkenin siyasi ve ekonomik güvenliğinin kalmadığının ifadesidir. Nitekim bu konuda, Avrupa Birliği, Çin, Rusya, Hindistan başta olmak üzere, dünyanın pek çok yerinden ciddi rahatsızlık işaretleri gelmeye başladı. Tabii ülkemize yönelik saldırı, diğerlerinden çok daha sinsi, çok daha can yakıcı, çok daha kasıtlı bir şekilde gerçekleşti. İş ekonomi sınırlarını aştı ve Türkiye’nin topyekûn cezalandırılması boyutuna ulaştı.”[1]

Tam bir yıl önce Umran’da 1- “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş” (Eylül 2017) ve 2- “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!) Çıkarılmak İsteniyor? (Ekim 2017) adlı iki makale yazarak, ABD’nin ve Siyonizm’in Ortadoğu’da Türkiye üzerinden bir “Küresel savaş” çıkarmak istediklerini, bunun için de ciddi hazırlık yaptıklarını, 34 belge/ doküman/kaynağa dayanarak ifade etmiş ve Türkiye’nin bu gerçeği göz önüne alarak yeni strateji ve politikalar belirlemesi gerektiğine dikkat çekmiştik.

Bu yazıda, Cumhurbaşkanının yaptığı açıklamaları, Türkiye’de ve bölgede meydana gelen gelişmeleri göz önüne alarak söz konusu iki makalede ele alınan Şer İttifakının (ABD-İsrail-Siyonizm-İngiltere) öngördüğü küresel savaş konusunu, küresel ekonomik savaşı merkeze alarak -özet olarak- yeniden tartışmaya açmak istiyoruz.

ABD ve Siyonizm Küresel Bir Savaş Çıkarmak İstiyor

Konuya ilişkin incelenen 34 belge/doküman/kaynak, okuyucunun yararlanabilmesi için aşağıda verilmiştir:

Eski ABD Başkan Clinton’ın Çalışma Bakanı Robert Reich’in açıklaması, Richard Haass’in Karışıklık kitabı, 2003 yılında RAND Corporation tarafından hazırlanan ‘Sivil Demokratik İslâm: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’ adlı rapor, Büyük Ortadoğu Projesi ile ilgili yapılan yayınlar ve açıklamalar, “2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” adlı ABD Raporu (2000), Ekonomik analist Jim Griffin’in; George Soros’un, Alman Dresdner Investmen Trust genel müdürü Wolfram Gerdes’in açıklamaları, ABD başkanlarından Woodrow Wilson, Roosevelt, Kennedy, oğul Bush, Obama ve Trump’ın açıklamaları, Bush, Cheney ve enerji lobisinin (2001) ABD’nin enerji politikalarını belirleyen raporu,  “baba Bush”un zamanında (1992) Paul Wolfowitz’in başkanlığında savunma bölümü tarafından hazırlanan belge,  “ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (2002) (Bush Doktrini)”, “ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015”, ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, “ABD’nin Ulusal Askeri Stratejisi 2015” raporunu açıklarken yaptığı değerlendirme, Dünya Siyonist Örgütü tarafından Kudüs’te yayınlanan Kivunim (Yönelişler) dergisinde “80’li Yıllar İçin İsrail’in Stratejik Planları”  adlı makale, Emekli amiral ve İsrail gizli servisi MOSSAD eski başkanı Ami Ayalon’un, 2012 yılında Carlie Rose'a verdiği röportaj, Katar krizi dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, Stratfor Düşünce Kuruluşu’nun Başkanı, George Friedman ile 2011’de “Amerika’nın Sesi” radyosunda yapılan röportaj, Siyon Önderlerinin Protokolleri, Henry Kissenger ile 2011 yılında yapılmış röportaj, 2009 yılında Youtube’da yayınlanan “Yüksek Konseyin Kararlarını" açıklayan üç video, 25 Eylül 2017’de Kuzey Irak’ta “Bağımsız Kürdistan devletinin” kurulması için yapılacak referandumla ilgili yapılan özel açıklamalar, Neocon-Evangeliklerle ilgili yapılan yayınlar Stern, J., “Washington Avrupa’da Nükleer Savaşa Hazırlanıyor”, Süddeutsche Zeitung’taki makalesi, Texe Mars,  İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002, s.175,

Foster J.B., ‘Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, sayı:6, sonbahar 2003, s. 39-45, Foster, J.B., ‘ Emperyalizmin Yeni Çağı’, Cosmo Politik, sayı:6, Sonbahar 2003, s.12-22, Klare M.T., ‘Savaşın Jeopolitiği’, Cosmo Politik, sayı: 2 Kış 2002, s. 14-18, Özemre A.Y. ‘ABD, Her 10 Yılda Bir Savaş Çıkarmak Zorunda’, Umran, sayı: 87, 2001, s.21-26, Meyssan, T., (Çev. Nizamettin Kârabenk), “ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Doktrini bir "Dünya Savaşı"nı mı içeriyor?”, 11 Şubat 2015,  Can, B., ‘Küresel Derin Devlet’in Düşük Yoğunluklu Savaşı”, Ekim 2001, Umran, Can, B., “Yeni Soğuk Savaş: ABD Emperyalizminin Tükenişi İslâm Dünyasının Yeniden Dirilişi”, Umran, 2002, Karagül İ., “Petrol Savaşının Endonezya Cephesi, İslâmî Direniş Dalgası”, Yeni Şafak,19 Ekim 2002; “Enerji Savaşları ve Yeni Dünya Haritası”, Umran, sayı: 95, Temmuz 2002, s.20-27, Garaudy R., Çöküşün Öncüsü ABD, Nehir Yay, İstanbul, 1997, s.51, Parenti, M., İmparatorluğa Karşı, çeviren: Özcan Buze, Kaynak y., İstanbul, 1996, s.49-50, Allen G., Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul 1996.

Bu kaynaklarda ortaya çıkan ana fikri, aşağıdaki başlıklar altında özetleyebiliriz:

            1) ABD’nin ekonomisi iyi değildir.

  • “ABD ekonomisi önce yavaşlayacak, sonra durgunlaşacak ve ABD kendi içine kapanacaktır.”
  • “Büyük Asya ülkeleri, bir Asya Para Fonu, bir Asya Ticaret Örgütü kurarak IMF (Uluslararası Para Fonu) ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlara zarar verecektir.”
  • ABD,  “Dünya Bankası ve IMF'yi yeniden yapılandırarak, BRICS Bank ve Çin'in Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi, Batı kontrolünde olmayan alternatif kuruluşların yükselişini” durduracaktır.  
  • ABD, “Afrika Büyüme ve Fırsat Eylemi'ni (AGOA), “Power Africa”, “Trade Africa” ve “Doing Business in Africa” girişimleri ile kıta üzerinde nüfuzunu sağlamlaştırmak ve Çin’in yayılmasını durdurmak zorundadır.

      2) ABD’nin küresel hâkimiyetine ve liderliğine itiraz edilmektedir.

  • ABD; her alanda liderlik yapmak zorundadır. Fakat Avrupa ve Doğu Asya’da ABD’nin küresel üstünlüğüne ve ABD liderliğindeki küreselleşmeye karşı siyasi bir direniş ortaya çıkmaktadır.
  • Çin, Hindistan ve Rusya, ABD’nin liderliğini kırmak için fiili bir jeo-stratejik ittifak kurma çabası içerisindedir.
  • ABD,  küresel şirketlerle, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki pazarın paylaşımından dolayı karşı karşıya gelip restleşmek zorundadır.

            ABD’nin liderliğine itiraz, kaos getirir ve kaosun üç kaynağı vardır:

  • Mevcut kurulu dünya düzenini değiştirmek isteyen, “revizyonist” olarak nitelenen güçler; “Çin, Rusya ve Türkiye”.
  •  Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler; İran ve Kuzey Kore.
  •  Devlet-altı yapılanmalar, şiddete başvuran aşırı örgütler.

       Lider olarak ortaya çıkma ihtimali olan ülkeler tecrit edilecek ve onlara destek veren ülke yönetimleri devrilecektir:

  • Mevcut düzen, ABD ve benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuştur ve bu düzenin korunmasında ABD’nin sorumluluğu daha fazladır.
  • Küresel ittifak sistemi ile Rusya ve Çin kuşatılıp tecrit edilecektir.
  • ABD, Kafkasya'daki ülkelerle bağları geliştirecektir.
  •  Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki ülkelerin Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu kararlılıkla desteklenecektir.
  • ABD, “Güneydoğu Asya Devletleri Ortaklığı (ASEAN)” ile Çin’i kuşatacaktır.
  • Vekâlet Savaşları ve Kadife Darbelerle “küreselleşme değerlerini benimsemeyen ve bunlara saygılı olmayan ülkelerin ve Rusya ve Çin ile iyi ilişkileri olan ülkelerin yönetimleri devrilecektir.
  •  ABD değerlerini paylaşmayan ülkelerde, genç liderlerle ve STK’larla ilişki kurulacak; hükümet, iş ve sivil toplum alanlardaki geleceğin liderleri  belirlenerek, birbiriyle koordinasyonları sağlanacaktır.
  •  Libya, Mısır, Suriye, Irak, İran, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Sudan, Nijerya, Alt-Sahra Afrika’sı, Ortadoğu, Orta ve Güney Asya ve And Bölgesi içinde ve etrafında iç çatışmalar, şiddetli siyasi karışıklıklar ortaya çıkacak,  ciddi dini ya da etnik bölünmeler meydana gelecektir.
  • Latin Amerika’da özellikle de Kolombiya, Küba, Meksika, Panama, Guatemala, El Salvador, Honduras, Haiti ve onun öteki Karayip komşuları ülkeler yeniden inşa edilecektir.
  • ABD, Türkiye ile olan ilişkilerini dönüştürmeye devam edecektir.
  • Türkiye, Kafkasya, Orta Asya, Suriye, Irak, İran ile ve iç çatışmalarla meşgul olacaktır.

            Hiçbir ülkenin askeri gücünün ABD’nin askeri gücünden daha üstün olmasına müsaade edilmeyecek:

  •  ABD, uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareketle, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirecek; Revizyonist ülkeler, ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacak; gerekirse bunlarla savaşılacaktır.
  • ABD stratejisi gelecekte potansiyel bir küresel rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek, ABD’nin gücünü aşma ya da ona denk olma ümidiyle yeniden askeri yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak şekilde yeniden yapılandırılacaktır.
  • Hiçbir büyük güç, henüz ABD ile askeri bir çatışmaya girme noktasında değildir; ama ABD’nin büyük güçlerden biriyle askeri çatışmaya girme riski artmaktadır. Böyle bir çatışma, muazzam sonuçlar doğuracaktır.
  •  Dünya, 3.  bir paylaşım savaşına doğru yol almaktadır.

“Yüksek Meclise”(Siyonizm’in 1$ üzerindeki 300’ler, 30’lar ya da 13’ler meclisi) göre “varolan küresel sistem, yaşam periyodunu tamamlayarak çökmenin eşiğine gelmiştir” ve “ölmek üzeredir”.

  • Mevcut sistem, kurucu gücün kendi inisiyatifiyle, “yaratıcı yıkım teorisi”/“düzeltici savaş teorisinin” uygulandığı küresel bir savaşla çökertilmelidir.
  • Yüksek Konsey savaşın Ortadoğu’dan çıkmasını uygun görmüş ve çatışmanın patlak vereceği ülke olarak Türkiye seçilmiştir.

Yüksek Meclis beş aşamalı/safhalı bir “düzeltici savaş” öngörmektedir:

Birinci aşamada, Kuzey Irak’taki terör örgütü içine yerleştirilmiş özel fraksiyon tarafından Türkiye’ye karşı düzenli kışkırtma eylemleri gerçekleştirecektir.

İkinci aşamada,  Türkiye, Kuzey Irak topraklarına karşı geniş çaplı bir harekâta girişecektir. Eş zamanlı olarak, terör örgütünün diğer fraksiyonu, İran’a saldıracak ve çatışmaya Tahran da dâhil olacaktır.

Üçüncü aşamada, Konseyin Suudi Arabistan’da bulunan bağlantıları sayesinde, Sünni liderler, kuvvetlerini çatışmaya sokacaktır.

İki çatışan Eksen/Blok inşa edilecektir: 1. Eksen, Türkiye-İran-Suriye, 2. Eksen, Irak-Kürt-Suudi-İsrail. Bu çatışmaya, ABD asla karışmayacak; fakat Irak-Kürt-Suudi-İsrail koalisyonunu destekleyerek karşı tarafın üstünlüğünü dengelemeye çalışacaktır.

Dördüncü safhasında, Çin ve Rusya, 1. Ekseni desteklemek zorunda bırakılarak savaşa iştirak etmiş olacaklardır.

Beşinci ve son aşamada, 2. Ekseni destekleyen ABD, 1. Eksen grubunu destekleyen Çin ve Rusya ile sıcak çatışmaya girecektir.

Bu yeni durumda, dünyada iki büyük bloklaşma meydana gelecek ve çatışma küreselleşecektir: 1. Eksen; Rusya- Çin-İran-Türkiye-Orta Asya cumhuriyetleri; 2. Eksen:ABD-AB- Irak- İsrail- Kürdistan-Arabistan.

Bu savaşın herhangi bir galibi olmayacak. Çatışma yeterli yıkım düzeyine eriştikten sonra durdurulacak, tarafsız kalmış ülkelerin arabuluculuğuyla bloklar arasında ateşkes sağlanacak.

“Düzeltici Küresel Savaş”ın sonunda Ortadoğu’da bazı sınırlar değişecek, yeni devletler oluşacaktır:

Suudi Arabistan’daki krallık rejimi çökecek.

İran’daki şeriat devleti yıkılacak.

Irak resmen üçe bölünecek.

Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın Kuzeyi ve Suriye’nin doğusunu kapsayan “Büyük Kürdistan” kurulacaktır.

“Düzeltici Küresel Savaş”ın sonunda yeni küresel ekonomik sistem kurulacaktır:

  • Yeni küresel ekonomik sistemde, yetkiler artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası kurulacaktır.”

Küresel tek para birimi olacaktır. Uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politika olacaktır.

Bu belgelere göre ABD ya da Siyonizm patronluğunda “tek bir dünya devleti”, “tek bir dünya hükümeti”, “tek bir dünya güvenlik örgütü”, “tek bir dünya dini”, “tek bir dünya bankası”, “tek para birimi” ve “tek merkezli bir dünya ekonomisi” oluşturulmak üzere bir strateji çizilip uygulamaya sokulmak istendiğini söyleyebiliriz.

Siyonist liderlerden Henry Kissenger’e göre “3. Dünya Savaşı 2009 yılında başlatılmıştır ve bunu duymayan sağırdır.”[2]

Günümüze baktığımız zaman, İran’daki askeri yürüyüş konvoyuna silahlı saldırı yapılması sonrasında İran’ın, ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerini suçlayıp intikam almaktan bahsetmesi, Şer İttifakının öngördüğü süreçteki eksenlerin oluşmasına uygun düşmektedir. Keza Rus uçağının Suriye’de İsrail tarafından tuzak kurularak düşürülmesi sonrasında Rusya’nın, İsrail’i uçağı düşürmekle ve daha önce verdiği sözlere uymamakla suçlaması ve Suriye’nin her tarafına S-300 füze sistemini yerleştireceğini beyan etmesi de, Şer ittifakının öngördüğü eksenlerin oluşmakta olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Küresel Ekonomik Savaş

Trump/ABD yönetimi, yukarıda ifade edilen strateji belgelerinde, düşman, muhalif, tehlikeli ya da revizyonist olarak ilan edilen ülkelere (Çin, Rusya, İran, Türkiye, AB) karşı son aylarda bir ekonomik savaşı fiilen başlatmıştır.

2017 yılında Çin lehine ABD dış ticaret açığı 350 milyar dolardır. Trump yönetimi, Çin menşeli mallara yaklaşık 34 milyar dolar ek gümrük vergisi koymuş ve bunun 500 milyar $’a kadar çıkarılabileceğini ifade etmiştir. Buna karşılık, Çin yönetimi, 545 ABD menşeli ürüne %25 ek vergi uygulamıştır. Ek vergi uygulanan ürünlerin toplam tutarı 34 milyar dolardır. Çin, ABD’yi Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet etmiştir.[3]

ABD, revizyonist olarak suçladığı Rusya’ya Ağustos 2018’den itibaren ciddi ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Bu bağlamda, “Rusya’ya dışarıdan yardımların girmesine”, “silah satışına ve anlaşmaların finansmanına”, “devlet kurumlarının kredi sağlamasına”, “çift kullanımlı olarak bilinen sivil amaçlı kullanılan fakat askeri değeri olabilecek ürünlerin satışına” yasak getirmiştir[4]. Buna karşılık Rusya’da ABD ürünlerine ek vergi koymuştur.

ABD, kendisine rakip olarak çıkmaması, ayrı bir güç odağı olmaması için AB’ye ekonomik savaş açarak 9 Mart 2018 tarihinden itibaren AB’den ithal edilen çeliğe %25, alüminyuma %10 gümrük vergisi koymuştur. Buna karşılık AB, 22 Haziran 2018 tarihinden itibaren Amerikan menşeli ithal ürünlere 6,4 milyar Euro değerinde ek gümrük vergisi koymuştur. Ayrıca 3,6 milyar Euro değerinde yeni bir ek gümrük vergisinin de planlandığını açıklamıştır.[5]

Yukarıdaki bölümde söz konusu edilen belgelerde İran’ı “Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler” sınıfında değerlendiren ABD, “Yeni Strateji Belgesinde” İran’ı “haydut devlet” olarak tanımlamış ve 8 Mayıs 2018’de tek taraflı olarak İran’la yapılmış olan “nükleer antlaşmadan” çekildiğini açıklamıştır[6].

İranlı hava yolu şirketlerine Amerikan menşeli cihazları temin ettikleri gerekçesiyle 9 kişi ve kuruluşa karşı yaptırım kararı almıştır. Ayrıca İran havayollarına ait 31 uçağa hizmet veya iniş izni tanıyanlara yaptırım uygulanacağı, İran’ın ABD doları alımı, altın ve diğer değerli metal ticareti, sanayiye ilişkin yazılım alımının engelleneceğini, İran’ın petrol ticaretine, merkez bankasına, otomotiv sektörüne yaptırım uygulanacağını duyurarak ABD müttefiklerinden İran’la petrol ticaretlerini kesmesi talebinde bulunmuştur[7]. Buna karşılık İran da, ABD’yi saldırgan olmakla ve uluslararası barışı tehdit etmekle suçlamış ve ekonomik olarak karşılık vereceğini duyurmuştur.[8]

ABD-Türkiye Ekonomik Savaşı

Türkiye’ye dolar üzerinden ekonomik operasyon uygulanması, Şer İttifakı (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) menşeli aşağıda ismi verilen Projelerle bağlantılıdır:

  • Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail –İngiltere-Küresel Sermaye)
  • Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)
  • 2. Sevr Projesi (AB)
  • ‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’
    • “Serbest Piyasa”-“Özelleştirme Projesi” (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB) 
  • Bölge Güçlerinin Birbirini Dengeleme Projesi-Ayrı Dengeli Güç Odakları (ABD)
  • 3. Küresel Savaş Projesi (ABD-Siyonizm)
  • Etnik-Mezhepsel Fay Hatları Oluşturma Projesi-Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm)
  • İslâm'ın İslâm'la Savaştırılması Projesi (ABD-Siyonizm-İsrail-İngiltere)
  • Türkiye-İran-Pakistan Eksenine Karşı Sünni Bir Eksen Meydana Getirme    (Suudi Arabistan-İsrail-ABD)

Bugün Türkiye’nin ekonomik olarak karşı karşıya kaldığı durumu, salt Türkiye’nin ekonomik yapısı ile ilgili görerek bir değerlendirme yapılması yanlıştır. Yanlış bir teşhis konursa, yanlış tedavi yapılır. Bu durumda hastalık tedavi edilemez, hastalığın yayılmasına ve kangrenleşmesine imkân sağlanır. Bununla beraber Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı ekonomik bunalımda, Türkiye’nin tercih edip uyguladığı ekonomik modelin ciddi payı olduğu göz ardı edilmemelidir.  

Genel olarak olayları, özel olarak da sosyal olayları değerlendirirken şu 4 ana etkeni/faktörü göz önüne almak gerekmektedir: 1- İlahi İrade, 2-İç Dinamikler, 3-Bölgesel Dinamikler, 4- Küresel Dinamikler.

Burada Türkiye’ye karşı açılan küresel ekonomik savaş, diş dinamikler göz önüne alınarak kısaca değerlendirilecektir.

Dış Dinamikler

Birinci bölümdeki belgelere göre ABD, Türkiye’yi “revizyonist ülkeler” statüsüne koyup ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönem başlatarak, Türkiye’yi diz üstü çökertmek için her fırsatı değerlendirmektedir. 27 Mayıs darbesi dâhil tüm darbe, postmodern darbe, kadife darbelerinde/girişimlerinde, darbe öncesi, darbe süreci ve darbe sonrasında terör ve ekonomi bir silah olarak kullanılmıştır. Tüm iktidarlar, terör ve ekonomi üzerinden itibarsızlaştırılıp halkın gözünden düşürülmeye gayret sarf edilerek darbeleri meşrulaştırmaya ve Siyonist önderlerden eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’in “Dostumuz olan ülkeler, Washington tarafından çizilen genel çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla bulundukları bölgede ki çıkarlarını kendileri hararetle takip etmeliler”[9] şartını yerine getirmeyenlerin tasfiyesine çalışılmıştır.

ABD ve yerli işbirlikçileri, Taksim kadife darbe sürecinin her bir aşamasında, hem terörü hem de ekonomik kriz çıkarmayı, yaygınlaştırmayı ve de derinleştirmeyi birer silah olarak kullanmışlardır.

Türkiye’de tüm darbe ve muhtıraların, Türkiye’nin yatırıma, sanayileşmeye karar verdiği ve Şer İttifakından, özellikle ABD’den bağımsız politika izlemeye başladığı andan itibaren meydana gelmiş olması, tesadüf değildir. Taksim Kadife Darbe Sürecinin, Türkiye’nin tanklarını modernize etmesi, helikopter, insansız hava aracı, yerli otomobil üretmek istemesi, savunma sanayinin değişik alanlarına girmesi, Çin’den uzun menzilli füze almaya kalkması, Avrasya eksenine yaklaşması, Şanghay beşlisine girmek istemesi, “Dünya beşten büyüktür” demesi, İran, Kuzey Irak ve Hindistan’la ticareti TL olarak Halk Bankası üzerinden yapması ve bunda ısrarcı olması, Mısır’daki darbeyi meşru görmemesi, v.b. üzerine başlatıldığını hatırlamakta fayda vardır. Böylelikle Türkiye, Şer İttifakının kendisine çizdiği dairenin dışına çıkmıştır.

15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminin arka planında, Türkiye’nin Rusya- İran-Çin ekseni (Avrasya Ekseni) ile çok yakınlaşmasının, Irak-Suriye düzleminde ABD’den farklı politikalar ortaya koymaya çalışmasının, ABD’nin PYD/YPG ittifakına karşı çıkmasının, İran ambargosunu desteklememesinin, Filistin devletine açık destek verip, İsrail ve ABD’nin uyguladığı birçok politikaya karşı çıkmasının, İslâm İşbirliği Örgütü’nü harekete geçirmesinin, BM’yi devreye sokmasının, Katar’a uygulanan ambargoyu ve işgal hareketini, Türkiye-İran-Pakistan eksenini oluşturarak kırmasının, Katar ve Sudan’da üsler kurmasının, Sudan’ın çok stratejik bir adasını kiralamasının, Somali ile ilişkileri çok ileri düzeye taşımasının, Afrika’ya, Balkanlara ve Türki Cumhuriyetlere geçmişe göre çok hızlı ve kapsamlı girmesinin, bütün baskılara rağmen Kıbrıs’tan taviz vermemesinin, F-35’ler projesine ortak olup para yatırmasının, Rusya ile S-400 füze anlaşması yapmasının var olduğu göz önüne alınmalıdır.  

Türkiye, her darbe ya da muhtıradan sonra, üretime dönük olmayan tüketime dönük ekonomik modelleri benimsemek zorunda bırakılmıştır. Türkiye’deki Darbeler tarihinin bu açıdan incelenip raporlandırılması ve kamuoyuna duyurulmasında fayda vardır.

Bugün Şer İttifakının Halk Bankası, dolar ve Rahip Brunson üzerinden açtığı savaşa bu açıdan bakılmalıdır. Ayrıca Halk Bankası ve Ziraat Katılım’a yapılan “düşük fiyatla dolar satışı-siber saldırısı” bu açıdan değerlendirilmelidir.

Türkiye’deki “dolar operasyonu”, bir ABD operasyonudur. ABD büyükelçiliğinin, “Bir ABD’li yetkilinin yaptığı, doların 7 lira olacağı tahminini”[10] yalanlayan bir açıklama yapması, diplomasi dilinde, bir tehdit olup ilgili yerlere mesaj vermek anlamındadır. Şer İttifakının Türkiye’ye uygulamak istediği ekonomik kuşatmanın boyutlarını aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

  • Dolar operasyonu,
  • Suriye üzerinden göç operasyonu ile Türkiye’nin ekonomisini etkilemek,
  • İran’a ambargo uygulayarak Türkiye’nin ekonomisini olumsuz etkilemek,
  • Irak ve Suriye’de operasyonlara mecbur bırakarak Türkiye’nin ekonomisini olumsuz etkilemek,
  • Rahip Brunson’dan dolayı Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulamak.

Evanjelik Rahip Bronsun Üzerinden Yürütülen Ekonomik Savaşın Anlamı

Evanjelik Rahip Bronsun, PKK, FETÖ ile irtibatlı olarak Türkiye’nin aleyhine faaliyet göstermekten ve casusluk yapmaktan dolayı, mahkeme kararı ile tutuklanmış olup mahkemesi devam etmektedir. Mahkemesi devam bir şahıs üzerinden ABD, Türkiye’ye serbest bırakılması için baskı yapmakta, şantaj yapmakta, yaptırım uygulamakla tehdit etmektedir. ABD başkan yardımcısı ve başkanının değişik zamanlarda diploması dilini bırakarak yaptıkları, aşağıda verilen, açıklamalar, Türkiye’yi tehdit etmekten başka bir anlama gelmemektedir:  “ABD Başkan Yardımcısı Pence: “Pastör Andrew Brunson serbest kalana kadar Türkiye’ye yaptırım uygulamaya hazırız.”[11] “ABD Başkanı Trump: “Amerika Birleşik Devletleri, çok iyi bir Hıristiyan, aile adamı ve harika bir insan olan Pastör Andrew Brunson’ın uzun süreli tutukluluğundan ötürü Türkiye’ye büyük yaptırımlar uygulayacak. Pastör Andrew Brunson çok acı çekiyor. Bu masum din adamı hemen serbest bırakılmalı!”[12]  “…Türkiye masum bir rahibi serbest bırakmadığı takdirde neler olacağını göreceksiniz.”[13] “ABD başkan yardımcısı Pence (Rahip Bronsun’ın ev hapsi üzerine): Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye Hükümetine ABD Başkanı adına bir mesajım var. Pastör Andrew Brunson’ı şimdi serbest bırakın ya da sonuçlarına katlanmaya hazır olun. Eğer Türkiye bu masum din adamını serbest bırakıp, ülkesine göndermezse ABD, Pastör Andrew Brunson özgür kalana kadar Türkiye’ye önemli yaptırımlar uygulayacak. Pastör Andrew Brunson Türkiye’de tutulan masum bir adam ve adalet onun serbest bırakılmasını gerektiriyor. Türkiye, başkan Trump’ın yabancı topraklarda haksız yere hapsedilen Amerikalıların evlerine, ABD’ne döndüklerini görme kararlılığını sınamazsa iyi olur.”[14]

ABD, Rahip Brunson üzerinden yaptığı tehditlerden sonuç alamayınca, Türkiye’ye karşı dört boyutlu bir politika uygulama başlamıştır:

1- Türkiye’nin ABD’den ithal ettiği alüminyuma %25 ve çeliğe %10 ek gümrük vergisi getirmiştir.

2- ABD kredi derecelendirme kuruluşları olan standart Poors, Moody’s aracılığıyla Türkiye’nin kredi notunu düşürmüş; Fitch ise, Türkiye’nin aldığı tedbirlerin kredibiliteyi inşa etmek için yetersiz olduğunu belirtmiştir.

3- ABD Hazine Bakanlığı, İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün ABD’deki mal varlıklarını ve mal varlıklarından elde edilebilecek faiz gelirlerini dondurmuş ve ABD vatandaşlarının bakanlarla herhangi bir iş ve işlem yapmasını yasaklamıştır.

4- ABD Başkanı Trump bir konferansta: “NATO’da bir iki diktatör var, harcamaları onları artırıyor,” açıklamasıyla[15], dolaylı olarak, şeffaf bir seçimle gelmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı diktatör olmakla itham etmiştir.

Dolayısıyla mesele bir Rahip Brunson meselesi değil, ondan çok daha geniş kapsamlı bir meseledir[16]. Türkiye, yıllarca “dost”, “stratejik ortak”, “model ortak" olarak kabul edip sunduğu ABD’den böyle bir muamele görünce, uyanmış ve mütekabiliyet esası çerçevesinde ABD’ye aynı dille gerekli cevabı vermiştir:

1- ABD’den ithal edilen ürünlere 260 milyon dolar tutarında %100 ek vergi koymuştur.

2- ABD’nin adalet ve iç işleri bakanlarına bizim bakanlara ABD tarafından uygulanan işlemin aynısını uygulama kararı almıştır.[17]

Sonuç: Şer İttifakı, Başlattığı Savaşın Altında Kalacak

Dünyada gelinen durumu göz önüne aldığımızda, Şer İttifakı, küresel bir savaş için küresel ekonomik savaşı araç olarak kullanmaya başlamıştır. Bu savaşın muhtemel ana sonuçlarını şöylece sıralayabiliriz:   

  • Şer ittifakı, 3. Dünya savaşı çıkarmak istemektedir. Küresel Ekonomik savaşı bu amaçla başlatmıştır ve bu savaşın sonunu kazanabilir.
  • Şer İttifakı, 3. Dünya savaşı istememekte fakat bu görüntüyü vererek öngördüğü dünya nizamını, muhataplarına savaşmadan kabul ettirmek istemektedir.
  • Şer ittifakı, açtığı küresel ekonomik savaşın sonunda ekonomik olarak iflas edebilir. Doğal seyir içerisinde de hem ittifak hem de ABD bölünüp parçalanabilir.
  • Şer İttifakı, “Öngördüğü Küresel Savaşı” İslâm coğrafyasında Türkiye üzerinden başlatırsa, iman edenler Allah’ın yardımını hak edecek bir tavır ortaya koydukları takdirde, İlahi irade;  “Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen/tuzak vardır.” (14/İbrahim 46) şeklinde tecelli edecek; hem İslâm dünyası hem de tüm insanlık gerçek kurtuluşa erecektir.

Eğer iman edenler, Allah’ın yardımını hak edecek (“gerektiği gibi cihad” şartı (22/78), “ilahi sünnete uygunluk” şartı (48/23)) tutum, tavır, davranış, politika, strateji ve kadrolarla ortaya çıkarlarsa; Allah’ın vaadi gerçekleşecek ve Allah’ın yardımı gelecektir: “Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslâm’a ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.” (47/Muhammed 7). “Eğer Allah'ın, insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini) ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder.” (22/Hacc 40).

Allah’ın yardımının gelmesi durumunda, müslümanları yenilgiye uğratacak hiçbir güç yoktur: “Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi 'yapayalnız ve yardımsız' bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir?” (3/Âl-i İmran 160). Allah uğrunda gerektiği gibi cihad eden müminlere, Allah, zafere giden yolları gösterecektir (29/Ankebut 69). Bunun için gerekli sabır ve sebatı göstermek ve yol boyu Allah’tan gerektiği gibi korkmak şarttır: “Eğer sabrederseniz, korkup-sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır.” (3/Âl-i İmran 125).

Bu yardıma nail olabilmek için ihtilafları, tefrikaya, tefrikayı fırkalaşmaya götürmemek; ihtilafları ittifaka ve ittifakı ittihada dönüştürmek şarttır: “Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfâl 46). “Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı.”(3/Âl-i İmran 103).  Öyleyse;  “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz/galip gelecek olan sizlersiniz.” (3/Âl-i İmran 139).

Ve Zafer Hakk’ın ve Hakk’a İnanlarındır!


[1] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-; 14.9.2018.

[2] https://www.dailysquib.co.uk/most-popular/3089-henry-kissinger-if-you-cant-hear-the-drums-of-war-you-must-be-deaf.html

[3] Tomakin, S.M, “Tek Kutuplu Dünyadan Çok Kutuplu Dünyaya Geçiş Süreci ve Yeni Düzen Sancıları”, Umran, Eylül 2018, s. 41-45.

[4] Tomakin, S.M, “Tek Kutuplu Dünyadan Çok Kutuplu Dünyaya Geçiş Süreci ve Yeni Düzen Sancıları”, Umran, Eylül 2018, s. 41-45.

[5] Tomakin, S.M, “Tek Kutuplu Dünyadan Çok Kutuplu Dünyaya Geçiş Süreci ve Yeni Düzen Sancıları”, Umran, Eylül 2018, s. 41-45.

[6] htpps://www.sabah.com.tr/dunya/2018/05/09/son-dakika-abd-iran-ile-yapılan-nukleer-anlaşmadan-cekildi

[7] https://tr.sputniknews.com/trend/abd-iran-nukleer-anlaşma-yeni-yaptırım-geldi/

[8] https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/son-dakika-abdden-irana-yeni-yaptırımlar-40847380

[9] Chomsky, N, ABD Terörü, Terörizm Kültürü, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991.

[10] Alpaslan, M., “Gündemin Peşine Takılıp Giderken Meselenin Özünü Kaçırmamak, Bu Bir Papaz Meselesi Değildir”, Umran, Eylül 2018, s. 28-32.

[11] Alpaslan, M., “Gündemin Peşine Takılıp Giderken Meselenin Özünü Kaçırmamak, Bu Bir Papaz Meselesi Değildir”, Umran, Eylül 2018, s. 28-32.

[12] Yamak, T., Saygın E., “Finansal Saldırının Perde Arkası: Çıkış İçin ‘Ekonomi Diplomasisi”, Umran Eylül 2018, s: 33-40.

[13] http://www.internethaber.com/trumptan-bir tehdit-daha-ne-olacağini-göreceksiniz-1897222h.htm

[14] Yamak, T., Saygın E., “Finansal Saldırının Perde Arkası: Çıkış İçin ‘Ekonomi Diplomasisi”, Umran Eylül 2018, s: 33-40.

[15] https://www.mynet.com/erdoğan-i-isaret-eden-trump-tan-skandal-sozler-nato-da-bir-ya-da-iki-diktator-var-110104296712

[16] Alpaslan, M., “Gündemin Peşine Takılıp Giderken Meselenin Özünü Kaçırmamak, Bu Bir Papaz Meselesi Değildir”, Umran, Eylül 2018, s. 28-32.

[17]https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201805231033551414-turkiye-abd-celik-aluminyum-ek-vergi-hamle https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45029793

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...