“Eğer hak, onların hevalarına uyacak olsaydı hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes ve her şey bozulmaya uğrardı...” (23 Mü’minûn 71)
Dünya, koronavirüs salgını ile uğraşırken hemen hemen aynı zamanda pek çok
ülkede eş zamanlı bir şekilde yangınlar, seller ve depremler olmaya
başlamıştır. Bazı yanardağlar aktif hâle gelmiştir. Dünyada var olan
hükûmetler, eş zamanlı olarak karşı karşıya kaldıkları bu ekolojik durumla
mücadele etmeye, halklarını kaostan kurtarıp mutlu etmeye, ülkelerini
kurtarmaya çalışmaktadırlar.
Bu ekolojik sarsıntı sürecinde dikkat çeken önemli bir husus, koronavirüs
salgınında olduğu gibi bir merkezden büyük bir psikolojik harekâtın eş zamanlı
olarak başlatılmış olmasıdır. Dünyanın her tarafında aynı anda başlatılan
kampanya, çok ciddi ve merkezî bir psikolojik harekâtın ürünüdür. Âdeta bir
merkezden düğmeye basılmış tüm psikolojik harekât ajanları, uyuyan hücreler
harekete geçirilmiştir. Bu yangın-sel-deprem-yanardağ düzleminde meydana gelen
ekolojik hareketlenme de yürütülen psikolojik harekât, koronavirüs salgını
başladığında yürütülmüş olan psikolojik harekâtın daha düşük dozda bir benzeri
olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu durum, sürecin çok farklı boyutları ile ele alınmasını; sürece etki
edebilecek olan tüm faktörlerin ve dinamiklerin göz önüne alınmasını gerekli
kılmaktadır. “Küresel dijital dünya düzeni/dijital diktatörlük” kurmak isteyen
belli güç merkezlerinin gerek Kovid-19 salgını ve gerekse son zamanlarda
meydana gelen olağan dışı ekolojik olaylardan, ister doğal olsun isterse beşerî
kaynaklı olsun, yararlanmak istedikleri/isteyecekleri, olayları, dünyaya kendi
amaçları istikametinde yön ve şekil vermek için değerlendirip yorumlayacakları
asla göz ardı edilmemelidir.
11 Eylül 2001’den bu yana (ABD’de İkiz Kulelerin ABD derin devleti tarafından
vurulması) dünya, yeni şok dalgaları ile bir şeye hazırlanmak ve ikna edilmek
istenmektedir. O nedenle süreç iyi takip edilmelidir. Hem koronavirüs vakasına
hem de son ekolojik olaylara -dünya hâkimiyet mücadelesi veren “küresel
projeler” kapsamında; özellikle “dünya nüfusunun azaltılması”, “sanayi 4.0” ve
“dünyanın dijital dönüşümü”, “küresel hegemonya” projeleri kapsamında- daha
dikkatli bir şekilde bakmakta fayda vardır. Koronavirüs vakasında başlangıçta,
biyolojik savaş, psikolojik savaş, sosyolojik savaş ve ekonomik savaş birlikte
yürütülmekteydi. Şimdi sürece ekolojik savaş eklenmiştir.
⦁
Son ekolojik olaylar (dünyada ve Türkiye’de vuku bulan son yangın-sel-deprem
ekolojik olayları), HAARP Teknolojisi (High Frequency Active Auroral Research
Program) ile meydana getirilebilir mi?
⦁
Son ekolojik olayların, Neo-Con, Evanjelik, Siyonist İttifakının “Tanrıyı
Kıyamete Zorlamak” projesi ile bir ilişkisi var mı?
⦁
Son ekolojik olaylar, dünyadaki kadife darbeleri organize eden beyin takımı
(Soros ekibi) tarafından kullanılmakta mıdır? Bu olaylar, Türkiye’de Boğaziçi
Kadife Darbe Süreci bağlamında şer ittifakı tarafından değerlendirilmiş midir?
Değerlendirilmekte midir?
3. Dünya Savaşı çıkararak kurmak istedikleri “yeni dünya düzenini”,
biyolojik savaş (koronavirüs salgını), ekolojik savaş (doğal olmayan sel,
yangın- deprem-yanardağ patlaması…) üzerinden başlattıkları psikolojik
harekât/savaş aracılığıyla kurmak istiyor olabilirler. Bu yazıda, İklimlendirme
raporlarının ve HAARP Teknolojisinin esas aldığı atmosfer yapısı ve katmanları
ele alınıp değerlendirilecektir.
İklim Değişimi Raporlarındaki Gizli
Yönlendirme: İnsanlığın Köleleştirilmesi
Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC: The Intergovernmental
Panel on Climate Change)”, 5. ve 6. Değerlendirme Raporlarında bazı konularda
muamma dolu ifadeler kullanılmakta, kapalı imalarda bulunulmaktadır. İklim
değişikliklerinin sebepleri ile ilgili daha önceki raporlarda üzerinde çokça
durulmayan konular, bu raporlarda öne çekilmiş ve ne olduğu anlaşılmayan ana
sorumlu olarak “insan kaynaklı faaliyetler” gösterilmektedir: “Küresel
ısınmanın en önemli nedeni/asıl nedeni ise insandır. Olanlardan insanlar
sorumludur.
Küresel ısınmanın neredeyse tamamından, insan kaynaklı emisyonlar
sorumludur. İklimsel değişimlerin nedeni, insan kaynaklı faaliyetlerdir. İnsan
kaynaklı metan salımları büyük ölçüde tarımdan, özellikle de hayvancılıktan ve
fosil yakıt üretiminden kaynaklanmaktadır. İnsanlar “kendi yarattığı krizin en
büyük mağdurudurlar. Temel üretim koşulları üzerinde sorumluluktan ziyade, söz,
yetki ve karar talebimiz var. Yeniden toparlanma, yeni türlerin türetilmesi ve
yeni ekosistemlerin var edilmesi ile mümkündür. Dünyadaki yaşam, yeni türler
üretilerek ve yeni ekosistemler yaratılarak, iklimde kaydedilen keskin
dalgalanmalar karşısında yeniden toparlanabilir.”
Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Panelinin yayımladığı raporları, yalnızca
kendi başlarına değerlendirmek, öngörülenlere, objektif olgular olarak bakmak
bizi çok temel yanılgılara götürebilir. Bu bağlamda iklim değişikliğine ilişkin
raporları, dünyada yayınlanmış stratejik amaçlı diğer raporlarla birlikte ele
alıp değerlendirmek gerekmektedir.
Pentagonun Küresel Isınma Raporu’nda küresel ısınmanın neden olacağı
sorunlara dikkat çekilmektedir. Ancak yapılan öngörüler, doğal olarak mı
meydana gelecek yoksa beşerî bir müdahalenin sonucunda mı vuku bulacaktır? Bu
belli değildir. Yararlı olacağı için “Küresel Eğilimler 2030 Alternatif
Dünyalar” (2012) adlı raporun dikkate alınmasında fayda vardır. Rapor, ABD’de
17 istihbarat teşkilatının içinde yer aldığı “Küresel İstihbarat Konseyinin”
“Millî İstihbarat Direktörlüğü Birimi” tarafından hazırlanmış bir çalışmadır.
Her ABD başkanı için böyle bir rapor hazırlanmaktadır.
2012’de hazırlanan “Küresel Eğilimler 2030 Alternatif Dünyalar” adlı raporda
8 ana konu öne çekilmiştir. Bunlar şöyle sıralanabilir: “Küresel boyutta
şiddetli salgın hastalık, küresel iklim değişikliğinin daha da hızlanması, Avro
bölgesinin/AB’nin çökmesi, Çin’in demokratikleşmesi ya da çökmesi, İran’ın
reform sürecine girmesi ya da çökmesi, nükleer savaş ya da kitle imha silahları
denen biyolojik-kimyasal silahların kullanıldığı bir saldırı, siber saldırı ve
siber savaş uyduları, küresel para/kur savaşları.” 2012 raporunda
öngörülenlerden “küresel boyutta şiddetli salgın hastalık”; “küresel iklim
değişikliğinin daha da hızlanması”, “siber saldırı ve siber savaş uyduları” ve
“küresel para/kur savaşları” gerçekleşmiştir. Küresel iklim değişiklikleri ile
ilgili raporlarda yapılan yorumlar, değerlendirmeler ve önerilen çözümler,
“yeni dünya düzeni”/“küresel dijital diktatörlük” için bir altyapı hazırlama çalışmaları
olarak karşımıza çıkmaktadır: “İklim değişiklikleri elitlerin yeni dünya düzeni
oluşturmalarında uygun bir araçtır. Burada iklim değişikliklerini bilimsel
olarak tartışmak gereksizdir.
Çünkü bu konuda birbirleriyle zıt bilimsel yaklaşımlar söz konusudur. Ancak
küresel elitler daha büyük bir projeyi saklamak için iklim değişikliği
problemini, sanki bilimsel olarak üzerinde herkesin anlaştığı bir konuymuş gibi
kullanmaktadırlar. Elitler için küresel olarak tanımlanan bir probleme küresel
bir çözüm bulunması gerekmektedir. İklim değişikliği, dünya parası ve dünya
vergisi sistemini kapsayan gizli ajandayı uygulamak için mükemmel bir
platformdur. (…) İklim değişikliği üzerine yapılan girişimlerin merkezinde
Birleşmiş Milletler ve özellikle de BM İklim Değişikliği Altyapı Komisyonu ile
bu konvansiyon sonucu ortaya çıkan protokoller vardır. Tek başına bakıldığında
iklim değişikliğinin dünya parası ile hiçbir ilişkisi yokmuş gibi görülebilir
ancak bu ikili yeni dünya düzeninde çok yakın ilişki içindedir. (…)
2008 yılı başlangıcından beri her G20 zirvesi kapanış bildirgesinde iklim
değişikliğine vurgu yapılır. Her yıllık IMF toplantısında ve IMF direktörünün
pek çok konuşmasında iklim değişikliğine ve küresel bazda çözümüne gönderme
yapılmaktadır. BM finansal sistemi ele geçirecek sermayeyi sürdürülebilir
gelişme diye adlandırdığı amaca yönlendirecek projeyi devreye sokmuştur. 15
Ekim’de BM 112 sayfalık “İhtiyacımız Olan Finansal Sistem” isimli raporunu
yayımlamıştır. Bu raporda sunulan önerilerden biri “Kamu Bilançosunun
Dizginlerini Ele Almayı” içermektedir.”
Bu değerlendirmelerde, iklim değişimi ile küresel para sisteminin kontrolü
arasında bir ilişki kurulmaktadır. Nitekim BM Proje danışmanı Andrew Sheng
ekibi tarafından 26 Nisan 2016 tarihinde yayımlanan “Küresel Reflasyonu Nasıl
Finanse Etmeli?” başlıklı makalede, “küresel ısınma” ile “küresel para sistemi
yönetimi” arasında özel bir ilişki kurulmaktadır: “Kamu altyapı yatırımları
yani gelişmekte olan ülkelerin altyapılarına ve iklim değişikliğini azaltmaya
yönelik yatırımlar küresel reflasyonu artıracaktır. Önümüzdeki 15 sene boyunca
yılda tahminen 6 trilyon dolarlık altyapı yatırımı sadece küresel ısınma
problemi için gerekmektedir. Dünyada en geçerli para birimi sahibi ABD bu
altyapı yatırımdaki açığı kapatacak parayı vermek istemediğine veya vermediğine
göre ‘Triffin Açmazı’na girmeyeceği yeni bir para biriminin devreye girmesi
gereklidir. Bu da bize bir tek alternatif bırakmaktadır. Ve bu alternatif
IMF’nin bastığı SDR’dir. Küresel yeni finans mimarisinde SDR’nin rolünün para
politikalarını daha etken hâle getirmek için marjinal olarak artırılması
devletlerarası büyük tartışmaları gerektirmeyecektir. Çünkü kavramsal olarak
SDR miktarındaki artış küresel merkez bankasının büyümesine eşit olacaktır.
Üye merkez bankalarının IMF’de tuttukları SDR rezervlerini bir trilyon dolar
artırdıklarını varsayalım. Bu senaryoda beşli kaldıraç ile IMF, üye ülkelere
veya çok uluslu teşkilatlar kanalıyla altyapı yatırımlarına en az 5 trilyon
dolar daha fazla kredi verecek hâle gelecektir. Ayrıca çokuluslu kalkınma
bankaları da sermaye piyasalarından borçlanarak sermayelerine kaldıraç
uygulayabilirler. IMF ve büyük merkez bankalarının bu yeni bilgiyi kullanarak
uzun vadeli borçlanma yerine altyapı yatırımlarına sermaye ve likidite
sağlamaları gerekmektedir.”
Yapılan tekliflerden anlaşılan o ki, küresel iklim değişikliği altyapı
yatırımlarını finanse etmek için “küresel vergilendirme sistemi” inşa edilip
ülkelerin eli kolu bağlanacaktır. Küresel zalimler, bunun için BM, IMF, DB gibi
sözde “milletlerarası kuruluşları” kullanmışlar ve de kullanacaklardır.
Böyle bir stratejinin uygulamaya sokulması durumunda, “küresel bağlamda tek
dünya devleti, tek dünya hükûmeti, tek dünya merkez bankası, tek dünya ordusu,
tek dünya hukuku ve tek dünya dini” projesi için çok önemli bir altyapı oluşturulmuş
olacaktır.
Bilimsellik maskesi arkasında gizlenen bu kirli oyunu bozmak için atmosferin
iyonosfer tabakası kullanılarak geliştirilmiş olan HAARP teknolojisinin
kullanım amacını, hedeflerini ve stratejisini incelemeden önce dünya
atmosferini, katmanlarını ve özellikle HAARP teknolojisinin kullandığı
iyonosfer tabakasını öncelikle ve özellikle incelemek gerekmektedir.
Atmosfer/Havaküre ve Katmanları
“Dünyayı/yerküreyi çepeçevre kuşatan, hayatın sürekli olarak var olmasını
sağlayan gaz tabakasına atmosfer ya da hava küre adı” verilmektedir. Atmosfer
yerkürenin yaşanılabilir hal almasında en temel etken olup, “biyosferik
ekosistemi” oluşturmaktadır.
Atmosferi
Oluşturan Gazlar
Atmosfer, “sabit ve değişken gazlardan” oluşur (Tablo 1, Tablo 2). Atmosferi
oluşturan gazlar, yer çekimi etkisiyle ağırlıklarına göre iç içe küreler
biçiminde bulunurlar. Ağır gazlar (iki oksijen-azot-iki kobalt…) yere yakın alt
tabakalarda, hafif gazlar ise üst tabakalarda bulunur. Yerden 9 km yükseklikten
sonra yaşamaya yetecek oksijen bulunmaz.
Azot, atmosferin yapısını oluşturan, her zaman bulunan ve miktarı
değişmeyen, uçucu özelliğe sahip, atmosferde en yüksek oranda var olan (%78),
hayatın başlangıcından itibaren tüm canlı dokularında bulunan, en önemli temel
gazlardan biridir (Tablo 1). Azot doğada bitkilerin ihtiyacı olan besin
maddesidir. Canlıların büyüyebilmesi için gerekli bir bileşendir.
“Azot bileşikleri, canlılar ve biyosfer arasında bir döngü ile devamlılığını
sağlar. Azot döngüsünde, azot bileşikleri topraktan canlılara ve canlılardan
tekrar toprağa geri dönerler. Bu döngü esnasında azot bileşiklerinin bir bölümü
atmosfere karışır ve farklı bileşimler ile tekrar atmosferden alınır.”
“Atmosferik azot, yerküreye yağmur, şimşek gibi hava olaylarıyla iner. Azotun
bu hâli nitrik asittir. Yerküreye atmosferden nitrik asit olarak inen azot
bakteriler tarafından azot ve nitratlara dönüştürülür.” “Azot molekülleri,
güneş ışınları ile kolayca parçalanmadığından dolayı “atmosferik tepkimeler
oluşturmazlar.”
Oksijen, atmosferdeki miktarı en fazla olan (%21), güneş ışınları
tarafından, azota göre, kolayca parçalanabilen ve yerküreyi oluşturan birçok
bileşiğin içinde yer alan hayatın devem etmesinde önemli rol oynayan bir
gazdır. Oksijen suda erime özelliğine sahip olduğundan dolayı, sularda canlı
yaşamasına imkân vermektedir. Sıcak sulara nazaran soğuk sularda oksijen oranı
daha fazladır. Hava ısındıkça erimiş olan oksijen sudan dışarıya verildiği için
yaz mevsimlerinde deniz kenarlarında oksijen oranı az da olsa bir artış gösterir.
Havadaki oksijen oranı, kışa göre yazın bir miktar daha fazladır.
Karbondioksit, atmosferde sürekli bulunan fakat miktarı değişen
gazlardandır. Bitkiler tarafından fotosentez amacıyla kullanılır.
“Karbondioksit sera etkisi olan gazlardan” olduğu için yerkürenin ısınmasını
sağlar.
Su buharı, atmosferde %4 civarında bulunmaktadır. Su buharının en önemli
kaynağı okyanuslar, denizler, göller, akarsulardır. Atmosferde miktarı
sıcaklığa, yere ve zamana göre en fazla değişen bir gazdır. Su buharı oranı,
kıyılardan içerilere ve alçaklardan yükseklere çıkıldıkça azalır; sıcaklık
arttıkça su buharı oranı da artar. “Atmosferik su buharı, tüm yağış
çeşitlerinin kaynağı olduğundan çok önemlidir. Su buharı, güneşten gelen
ışınları yutarak havanın ısınmasına katkıda bulunur. Miktarı mevsime, günün
saatine, yüksekliğe, enleme göre değişmektedir. Sera etkisine neden olan en
önemli değişkendir. Su buharı, yağmurların oluşmasını sağlar. Atmosferin alt
kısımlarının ısınmasını kolaylaştırır. Koruyucu bir örtü oluşturarak sıcaklığın
uzaya kaçmasını azaltır. Su buharı boğazımızın ve derimizin fazla kurumasını
önler. Hava içindeki bakterilerin yaşamasına imkân sağlar.
Karbondioksit ve su buharı; atmosferde sürekli bulunan, miktarı yere ve
zamana göre değişen gazlardır. Atmosferik ozon, bileşimi O3’tür (3 oksijen
atomunun bir araya gelmesiyle oluşur). Ozon, atmosferin stratosfer katmanında
bulunmaktadır. “Ozon tabakası, “ultraviyole radyasyonunun etkisiyle bir
taraftan oluşurken, öbür taraftan da yok edilmektedir”:“Ozon üretimi, 240 nm’den
daha kısa dalga boylu ultraviyole radyasyon tarafından sağlanır. Ozonun
parçalanması ise 320 nm’den yüksek uzun dalga boylu ve 400 ile 700 nm
aralığındaki kısa dalga boylu ultraviyole radyasyona maruz kaldığında oluşur.
Ozon üretim ve parçalanma bölgesinin oluşturulmasında, daha uzun dalga boylu
fotonlar atmosferin içine daha kolay işler. Bir ozon molekülü düşük enerjili
ultraviyole radyasyonu emse bile, parçalanarak oksijen molekülüne ve serbest
oksijen atomuna dönüşebilir.
Stratosfer tabakasındaki hava kütlesi, sürekli olarak güneşten gelen
ultraviyole ışınları/radyasyonu tarafından şiddetli olarak etkilenmektedir.”
Yer yüzeyindeki canlılar için büyük bir tehlike oluşturan Ultraviyole-B (UV-B)
ışınlarının tamamına yakını stratosfer tabakasındaki ozon tarafından emilerek
yeryüzüne ulaşması engellenmektedir. Ozon tozları, havada yoğunlaşma
çekirdekleri oluşturarak, yağışın oluşumunu sağlar. Miktarı fazla olduğu zaman
“renkli yağmurların” oluşmasına neden olurlar”.
Ozon genel olarak güneşten gelen zararlı ışınların yere ulaşmasını önlediği
için bir güvenlik duvarı görevini yerine getirir. Havadaki ozon miktarı, insan
yaşamını en iyi şekilde etkileyecek bir oranda bulunur. Bu optimal oran
değiştiğinde, ozon tozları, havada fazla olduğunda hem görüşü hem de solunumu
güçleştirir: “Bir ozon molekülü (O3), ultraviyole radyasyona maruz kaldığında
“O2” ve “O” olarak parçalanır. Parçalanma esnasında atomik ve moleküler oksijen
kinetik enerji kazanarak ısıyı arttırır ve bu durum atmosfer sıcaklığının
yükselmesine neden olur. Hidrojen, Azot, Clor ve Brom ve bunları içeren
bileşikler ozonun bozulmasına neden olan kimyasallardır.
Ozon tabakası incelmediği zaman güneşten gelen UV ışınımı süzemez ve bu
zararlı ışınım yeryüzüne ulaşır. Ozon UV-B radyasyonunun çoğunu absorbe eder ve
biyosferin zarar görmesine engel olur. Kloroflorokarbonlar (CFCs) ve
Halonlar’ın özellikle sanayileşen ülkelerde çok kullanılıyor olması ve giderek
artan miktarlarda atmosfere verilmesi ozon tabakasının daha fazla incelmesine
neden olmaktadır. Bu etkinin en belirgin görüldüğü alan Antarktika’dır. Bu
alanda ozon tabakasındaki incelme oldukça belirgin bir şekilde ortaya
çıkmaktadır. Klor oksitlerin kullanımının artmasıyla ozon tabakasının incelmesi
arasında doğru orantı vardır.”
Atmosfer, yer çekimi etkisi ile dünyaya bağlı kaldığından
yeryüzüne bir basınç uygulamaktadır: “hava basıncı”. Atmosferdeki
gazların oranlarının değişmesi, iklim değişikliklerine neden olur.
Atmosfer, mor ötesi güneş ışınımını emerek
ve gece ve gündüz sıcaklıklarını dengeleyerek dünyadaki
hayatı korumaktadır. Atmosferi oluşturan gazların temel özellikleri; (su
buharı ve ozon hariç) yerden 80 km. ye kadar (Homosfer katmanı)
değişmezken; 80 km'nin üzerinde (Heterosfer katmanı) molekül ağırlıklarına göre
bir değişim meydana gelmektedir.
Atmosferin yoğunluğu, deniz seviyesinden yukarılara doğru çıkıldıkça
azalmakta; gezegenler arası uzayda boşluk denecek bir hüviyet kazanmaktadır. Bu
özellikten dolayı atmosferin üst sınırını, dolayısıyla kalınlığını, kesin
olarak tespit etmek mümkün olamamaktadır; bir geçişkenlik söz konusudur. Bu
nedenle atmosferin kütlesinin %97'si, yeryüzünden 29-30 kilometrelik bir
yükseklikte bulunmaktadır. Atmosferin kalınlığı, Dünyanın ekseni etrafında
dönmesine bağlı olarak kutuplarda az, ekvatorda daha fazladır. Ortalama
kalınlığı 10 bin km. kadardır.
Atmosferin
Katmanları
Atmosferi oluşturan gazlar yer çekiminin etkisiyle fiziksel ve kimyasal
özelliklerine, sıcaklıklarına göre katmanlara ayrılmıştır ve bu katmanlar
arasında belirgin bir sınır yoktur. Atmosfer katmanları, farklı kriterlere göre
sınıflandırılmaktadır:
⦁
Bileşimine göre: Homosfer, heterosfer,
⦁
Bulunduğu mekâna göre: Troposfer, Stratosfer, mezosfer, termosfer, ekzosfer,
⦁
Sıcaklığa göre (Hayali çizgiler): Stratopoz, tropopoz, mezopoz
⦁
Fonksiyonlarına göre: tropesfer, stratosfer, iyonosfer, egzosfer, mağnetosfer,
mezosfer, termosfer,
“Dünyanın etrafını kuşatan ve birçok farklı gazın karışımından oluşan, 900
km. kalınlığındaki bir tabaka” olan atmosfer, mekânsal olarak beş katmandan
(troposfer, stratosfer, mezosfer, termosfer, ekzosfer) fonksiyonel açıdan
(görev ve ısı farklılıkları) yedi katmandan (tropesfer, stratosfer, iyonosfer,
egzosfer, mağnetosfer, mezosfer, termosfer) oluşmaktadır.
Aşağıda bu katmanlar ana özellikleri açısından ele alınıp
değerlendirilmektedir.
Troposfer
(10 ila-60 Derece)
Troposfer, atmosferin en alt tabakasıdır. Kalınlığı ortalama 13 km’dir.
Kalınlığı (Troposferin bittiği seviye tropopoz) kutuplarda 7/8 km, Ekvator’da
16/17 km. civarındadır. Kalınlığın bu şekilde farklılık göstermesinin sebebi,
“havanın kutuplarda, soğuyarak alçalması, ekvatorda
ise ısınarak yükselmesinden” dolayıdır. İklim
olayları, troposferin genellikle 3-4 km’lik alt katında, meydana
gelmektedir. Çünkü su buharı, troposferin alt katlarında bulunmaktadır.
Troposfer tabakasında, ısı değişkenliği çok fazladır. Troposferde
yükseklik arttıkça hem basınç hem de sıcaklık düzenli olarak azalır. Troposfer
katmanı, “daha çok yerden yansıyan ışınlarla ısındığından,
yerden yukarıya doğru çıkıldıkça her 100 metrede sıcaklık 0,5 santigrat derece
azalır. Mevsimlere göre değişiklik gösterir. En üst kısmında sıcaklık yaklaşık
-50 santigrat derece /-56,5 santigrat derecedir. Yeryüzüne yaklaştıkça sıcaklık
artar. Su buharının büyük kısmı troposfer katmanında bulunduğu için iklim
olayları, bütün hava olayları, bu katmanda oluşmaktadır. Yükseldikçe ısı
düştüğünden dolayı su buharı troposfer katmanının dışına çıkmamaktadır.
Atmosferi oluşturan gazların, %75-80'i, su buharının %99'u, bu katmanda
bulunur. Bu tabakada hava %21 civarında oksijen ihtiva eder, geri kalanın çoğu
azottur. “Su buharı, güneş enerjisini ve yerden gelen ısı radyasyonunu emerek,
sıcaklığın ayarlanmasında önemli rol oynar.” Atmosfer ve yerküre arasındaki
enerji alışverişinin, neredeyse tamamı bu katmanda meydana gelir. Genel bir
ısınma olarak adlandırılan ve karbondioksite bağlı olarak meydana gelen sera
etkisi bu katmanda meydana gelir. “Eğer troposfere kirlilik ilave edilirse,
atmosfere karışan bu kirleticiler birkaç gün ya da birkaç hafta sonra asit yağmurları
vb. olarak yere geri dönerek troposfer kendi kendini temizlemektedir.”
Statosfer
(0 ile-60 derece)
Stratosfer; atmosferde 11-12 km’den 50 km'ye kadar olan bir tabakadır.
Troposferden Stratosfere geçen partiküller uzun süre yeryüzüne dönmeden birkaç
yıl orada kalabildiğinden dolayı küresel soğuma işlemine neden olurlar.
Sıcaklıklar ortalama -50 santigrat derece civarındadır. “Jet rüzgârları” adı
verilen yatay hava akımları bu katmanda görülür. Sıcaklık, stratosferin en üst
kısmında yaklaşık 0 derece olup alt katman olan troposfere doğru düşer. Bu
katmanda yükseklik arttıkça hava seyrekleştiği için hava basıncı düşmektedir.
“Seyrelmiş havanın direnci düşük olduğu için stratosferin alt kısımları jet
uçuşları için çok uygundur. Jetler, havanın durgun olduğu bu katmanda uçarlar.
Stratosferde yatay doğrultuda hareket eden rüzgârların hızı saatte 300 km’yi
bulur. Yolcu uçaklarının rotaları bu yüksek enerjili rüzgârlardan yararlanacak
şekilde düzenlenir.” 28 km’nin üzerinde sıcaklık artmaya başlar ve 50 km yükseltide
10 santigrat dereceye ulaşır. Fakat bu yükseklikten sonra yeniden düşmeye
başlar.
Ozon
Tabakası
Yeryüzünden gelen ısı etkisi, yüksekliğe bağlı olarak azalır. Bu olgu
stratosferde farklıdır. Çünkü yükseldikçe hava soğumayıp ısınmaktadır.
“Troposferin sınırında (ortalama 11 km. yükseklikte) hava sıcaklığı, yaklaşık
-56 santigrat derece iken, stratosferin sınırında (ortalama 50 km) 0
santigrat derece civarındadır”. Bu olgu, bu katmanda farklı bir enerji
kaynağının var olduğunu göstermektedir. Bu enerji kaynağı, kısa dalga (yüksek
frekanslı) mor ötesi ışınların stratosferdeki oksijeni, ozona dönüştürmesi
sonucu oluşmaktadır. Bu dönüşümün sonucunda stratosfer içerisinde bir ozon
tabakası meydana gelmektedir. Güneşten gelen bazı zararlı ışınları/yüksek
enerjili güneş ışınlarını soğurarak bu katmanın ısınmasına neden olan, zararlı
ışınların yeryüzüne gelmesini engelleyen ve yeryüzündeki temel ısı dengesine
yardımcı olan ozon tabakasının kalınlığı yaklaşık 12 km’dir. Ozon tabakasında,
dünya için bir zırh olarak görev yapan ortalama 2-3 mm kalınlığında,
çok yoğun bir halka bulunmaktadır.
Ozon tabakasında meydana gelen bir incelme ya da delinme, mor ötesi
ışınlarının, dünyaya ulaşması dışında, troposferi de olumsuz olarak
etkilemektedir. “Stratosfer soğurken, Troposfer gittikçe ısınmakta ve
hava basıncını da etkilenmektedir: “Troposferde, ne zaman
bir alçak basınç bölgesi oluşsa, stratosferde de aynı
anda yüksek basınç bölgesi oluşmaktadır. Yani, alçak basınç
bölgesindeki hava yükselince, yarattığı etki, üst katmandaki ters etki ile
dengelenir. Tersine, alt katmandaki hava alçalır ve yoğunlaşırsa, yüksek
bölgedeki basınç düşer. Troposferden stratosfere geçen parçacık, uzun
süre yeryüzüne dönmeden, birkaç yıl orada kalabilir. Örneğin,
büyük volkanik patlamalardan oluşan küller, stratosferde korunur
ve küresel soğuma işlemine sebep olur.”
Mezosfer
Stratosferin üstünde yer alan 50 ila 80-90 km arasında bulunan bir katman
olup atmosfere giren gök taşlarının (meteor) yanmasını (yıldız kayması olayı),
parçalanmasını sağlayarak yeryüzünü korumaktadır. Bu sebeple yeryüzüne fazla
gök taşı ulaşamaz. Küçük boyutlu gök taşları bu katmanda sürtünmenin etkisiyle
yanarak kaybolurlar.
Bu katmanda sıcaklık, yükseklikle azalmaktadır. En soğuk kısmı en üst
kısmıdır. Atmosferin en soğuk bölgesi olup, sıcaklığı -100 dereceye kadar
düşmektedir. Mezosferdeki hava basıncı ve yoğunluğu en düşük seviyededir.
(1/1000 yere göre). Katmanda azot (N2) ve oksijen(O2) gazları bulunmaktadır. 50
km'nin üstünde ozon yoğunluğu, birdenbire azaldığından bu tabakada ozon(O3)
miktarı çok azdır. Bu seviyede nefes alacak oksijen yoktur. Mezosferin
en alt seviyesini stratosfer ısıtır, ısı yavaş dönüşümle mezosfere geçmektedir.
Mezosferde tabakasında su buharı bulunduğundan “incecik zar gibi buz
tabakaları” ile karşılaşılmaktadır.
Termosfer
Yaklaşık 80 km’den 500/450/640 km yüksekliğe kadar uzanan bir katman olup
hava oldukça seyrelmiştir (hava çok incedir.); hava molekülleri arasındaki
mesafeler çok fazladır. Sıcaklık yükseklikle artar. Sıcaklık 180 km yükseklikte
395 santigrat dereceye, 320 km yükseltide ise 700 santigrat dereceye kadar
yükselir. Mezosferin üstünde bulunan, güneşten gelen bazı zararlı ışınları
soğuran gazları içerdiğinden en sıcak olan bir katmandır. Bu katmanda güneş
ışınları yoğun olarak hissedilir. Sıcaklığı yaklaşık olarak 1.000-1.650
santigrat derece /2000 santigrat derece arasında değişir; sıcaklık aşağılara
doğru azalır. Kutup ışıkları (aurora) termosfer katmanında oluşur. Bu katmanın
100-200 km. aralığında atmosferdeki temel bileşenlerden nitrojen ve oksijen
bulunmaktadır. Bu katmanda gazlar iyon hâlinde bulunur ve iyonlar arasında elektron
alışverişi oldukça fazladır. Bu nedenle haberleşme sinyalleri ve radyo
dalgaları çok iyi iletilir. Haberleşme sinyalleri ve radyo dalgaları çok iyi
iletildiği için haberleşme uyduları bu katmanda bulundurulmaktadır.
Termosfer tabakası, İyonosfer ve Egzosfer olarak isimlendirilen iki
katmandan meydana gelmektedir.
Egzosfer: “Üst sınırı yerden yaklaşık 900 km yükseklikte olan ve hava
yoğunluğunun çok düşük olduğu bir tabakadır.” Atmosferin en üst katıdır.
Buradaki hava çok az miktarda gaz içerir; az miktarda hidrojen ve Helyum
atomları vardır. Kesin sınırı bilinmemekle birlikte üst sınırının yerden
yaklaşık 10 bin km yükseklikte olduğu ve bu sınırın üstünün de boşluk olduğu
kabul edilmiştir. “Bu bölge yeryüzü atmosferi ile gezegenler arası uzayda bir
geçiş zonu olarak adlandırılır.” Yapay uydular bu katmanda bulunurlar, yer
çekimi çok düşüktür ve gazlar çok seyrektir. Kutupların üzerinden geçen bazı
meteoroloji uyduları bu katmanda bulunur.
Mağnetosfer
“Dünya ile uzay arasındaki sınırı belirleyen ve hiçbir gazın olmadığı
atmosferin en üst tabakası/katmanıdır. Bu katmana “mıknatıs küre” ya da “çekim
küre” de denilmektedir. Uzaydan gelen birçok parçacığın dünyanın atmosferine
girmesini engeller.” Meteoroloji uydularının çoğu bu katmanın ötesinde bulunur.
Manyetosfer, dünyanın manyetik alanıdır (Şekil 3) . Bazı araştırmacılara göre
“Manyetosfer, atmosfer tarafından oluşması sağlanan bir kalkandır fakat
atmosfer değildir.”
İyonosfer
Katmanı
Gök katmanlarının fonksiyonel olarak sınıflandırmasında yer alan bu katman,
yeryüzünden yaklaşık 50-100 km yükseklikten başlayıp 400/500/600/800 km
yüksekliğe kadar ulaşmaktadır. İyonosfer fonksiyonel bağlamda bir tabaka olup
“Mezosfer ve termosfer (ekzosferi de dâhil edenler var) tabakalarını
kapsamaktadır. İyonosferin bir kısmı, dünyanın Manyetosfer tabakası ile
örtüşmektedir. Bu nedenle bu tabakadaki yüklü parçacıklar hem dünyanın hem de
güneşin manyetik alanlarından etkilenmektedirler. Dünyanın kutup bölgelerine
yakın yerlerinde görünen “auroraların”/orora (parlak ışık şeritleri)
gerçekleştiği yer burasıdır. “Bu ışık şeritleri güneşten gelen yüksek enerjili
parçacıkların bu katmandaki atomlarla etkileşime girmesi sonucu oluşmaktadır.”
Tabakanın iyonosfer olarak isimlendirilmesinin nedeni, içerisinde iyonların
bulunmuş olmasından dolayıdır. “İyonosfer katmanında pozitif ve negatif yüklü
iyonlar, elektronlar ve nötr atomlar bulunmaktadır.” Bu tabakada zararlı güneş
ışınlarını soğuran gazlar bulunmaktadır. Güneş'ten, yıldızlar arası uzaydan
gelen ışımalar (morötesi-ve gama ışınları), burada bulunan gazların atomlarını,
moleküllerini, iyonize ederek, pozitif yüklü iyonlar ve serbest elektronların
meydana gelmesini sağlamaktadır. Elektron yoğunluğu katmanın en üstünde en
yüksek değere (max) ulaşmaktadır. Güneşten gelen enerjiye bağlı olarak katmanın
büyüklüğü değişmektedir. İyonizasyon yoğunluğunun en fazla olduğu yer, yaklaşık
300 km yükseklikteki F2 katmanıdır.
İyonosferdeki iyonlaşma iyonosferin her bölgesinde aynı değildir. Bunun
temel sebebi güneş ışınımı ile taşınan enerjinin iyonosferin her
bölgesinde aynı olmamasıdır. İyonlaşma hem yüksekliğe hem de zamana göre
değişmektedir. Yükseklik arttıkça iyonlaşma miktarı artmaktadır.
İyonosferdeki elektron sayısı, güneşte meydana gelen olaylardan (patlamalar,
güneş lekeleri), iyonosferik fırtına ve dünyanın manyetik alanındaki
değişimlerden (jeomanyetik fırtına) etkilenmektedir: “İyonosferik fırtınalar
dünyanın manyetik alanındaki ani ve şiddetli bozulmalardan ortaya çıkmaktadır
ve güneş kaynaklı bir plazma yoğunluğunun dünya manyetik alanı ile olan
karmaşık etkileşiminden kaynaklanır. (…) İyonosfer yapısı gereği elektron
içerdiğinden manyetik alan değişimlerinden etkilenmektedir ve dünyada meydana
gelen manyetik alan değişiklikleri de iyonosferi etkilemektedir. Dünyanın
manyetik alanı, ayın ve güneşin etrafındaki hareketlerine bağlı olarak
değişmektedir. (...) İyonosfer, güneş, ay ve yerkürenin hareketlerine bağlı
manyetik değişimler olmak üzere başlıca üç etkiye göre değişiklik
göstermektedir. (…) İyonosferin elektromanyetik dalgalar üzerindeki gecikme
etkisi, içerdiği elektron sayısı ile ilişkilidir. İyonosferdeki serbest
elektronların sayısı, iyonosfere etkiyen elektromanyetik değişimlerden
etkilenmektedir.
Bu nedenle dünyanın farklı bölgelerinde (yüksek enlem, orta enlem ve
ekvatora yakın bölgelerde) iyonosfer farklı yapı özellikleri göstermektedir.
Orta enlemdeki iyonosferin değişkenliği daha azdır. İyonosferde serbest hâlde
bulunan elektronlar güneş ışınımı ile iyonlaşmaya maruz kaldığı için gündüz
serbest elektronların iyonlaşması yoğunken, gece iyonlaşma seviyesi
düşmektedir. Bunun sonucu olarak iyonosferdeki elektron sayısı güneşin etkisine
bağlı olarak periyodik değişiklikler göstermektedir. Günlük değişimler
haricinde, dünyanın güneşin etrafında dönmesi ile güneş ışınının gelme
açısındaki
değişime bağlı olarak iyonosferde mevsimsel değişimler de meydana gelmektedir.
İyonosfer
Katmanının Yapısı
Elektron yoğunluğuna bağlı olarak iyonosfer tabakası üçe ayrılır (Şekil 4):
D tabakası (60-90 km), E tabakası (90-140), F tabakası (140 km’nin üzerinde)
iyonosfer katmanı, içerdikleri iyonlaşma miktarına, elektron yoğunluklarına,
ışıma ve yansıtma özelliklerine göre D, E, F olarak isimlendirilen 3 alt
katmana sahiptir. F katmanı da kendi içinde F1, F2 olmak üzere iki alt katmana
ayrılmaktadır. Güneşin morötesi ışınlarının önemli bir kısmı; D, E, F1 ve
F2 katmanlarında önemli ölçüde soğurulmaktadır. Morötesi ışınların kalan
kısmı, stratosferdeki ozon tabakası tarafından tutulmaktadır. Geceleyin D, E ve
F1 katmanları hemen hemen kaybolurken gündüzün kuvvetle iyonize olan
F2 katmanı, geceleri varlığını sürdürür.
Aşağıda bu katmanların temel özellikleri ana hatları ile incelenmektedir.
D Katmanı
Bu katman yeryüzünden 50/75 km yükseklikte başlayarak 90/95 km’ye kadar
uzanan iyonosferin en alt katmanıdır. İyonizasyonun en zayıf olduğu bölge
burasıdır. Kütlesi daha büyük olan iyonlar, bu bölgede daha yoğun bir şekilde
bulunmaktadır (İyonların kütlesi, elektronların kütlesinin yaklaşık 2000 katı
kadardır.). Bu nedenle, yüksek frekanslı (HF) radyo dalgalarının büyük bir
bölümü bu katmanda yutulmaktadır. İyonlaşmanın en az olduğu katmandır. Bu
katmanda iyonlaşma yüksek enerjili X ışınları ile gerçekleşir. Yükseklik
arttıkça serbest elektron miktarı artar. Güneşin doğmasının hemen ardından D
katmanında iyonlaşma gerçekleşir. “İyonlaşmanın etkisiyle uzun dalga (UD) ve
orta dalga (OD) bandındaki işaretler D katmanı tarafından soğurulur ya da
zayıflatılır. Gece ise serbest elektron ve iyonların birleşmesi ile bu katman
kaybolur.”
E Katmanı
Bu katman yer kabuğundan 90/95 km yükseklikten başlayarak 125/150 km
yüksekliğe kadar uzanır ve D katmanın üzerindeki atmosfer bölgesidir. Bu
katmanın üst sınırına doğru çok değişken yapıda ince bir tabaka bulunmaktadır.
Burası, Atmosferin yoğunluğunun en yüksek olduğu bölgedir. Gündüz güneş
enerjisi, nötr atomları iyonize ederken geceleyin bu iyonlar, tekrar birleşerek
nötr atomlara dönüşürler. E bölgesindeki gaz yoğunluğu, D bölgesine göre daha
azdır.
Radyo işareti bölgede ilerlerken, daha fazla elektronla karşılaşır ve yüksek
yoğun elektron bölgesinde işaretler üzerinde kırınım etkisi meydana gelir.
Daha yüksek frekanslar bu bölgeyi aşarak bir sonraki bölgeye geçerler.
“Normal E katmanı düşük enerjili X-ışınları ile oluşmakta olup uydu
işaretlerine etkisi azdır. Daha güçlü bir E katmanı yüksek iyonlaşmanın olduğu
bulutlar tarafından oluşturulur ve düzensiz E katmanı olarak adlandırılır. Bu
katmanın etkisi ile 100-150 MHz aralığındaki frekanslara sahip işaretler
iyonosferden yansır ve 1000 km’nin üstünde yol alabilir.”
F Katmanı
F katmanı, iyonosferin 150 km üzerindeki katmanıdır. F katmanı güneşin
morötesi ışınları ile oluşur. Bu katman gece boyunca tek bir katman iken gündüz
F1 ve F2 olmak üzere iyonizasyon yoğunluğuna bağlı olarak iki katmana
ayrılmaktadır. Uzun mesafe yüksek frekanslı iletişim için en önemli bölge F
bölgesidir. Bu bölge, gün boyunca genellikle F1 ve F2 olmak üzere iki
farklı bölgeye ayrılır. Genel olarak, F1 bölgesi yaklaşık 300 km ve F2
bölgesi yaklaşık 400 km mesafede bulunur. F bölgesi, güneşteki değişimlerden,
gün içi değişimlerden ve mevsimlerden etkilenen bir bölge150 km üzerindeki
iyonosfer katmanı F katmanıdır. F katmanı F1 ve F2 olmak üzere iki kısımda
incelenmektedir. F katmanı Güneş’in morötesi ışınları ile oluşur. Kısa dalga
haberleşmenin yapılmasında en önemli rolü oynayan iyonosfer katmanı bu
katmandır: “F katmanı Kısa Dalga (KD) haberleşmesi açısından en önemli
katmandır. F katmanı kısa dalga işaretlerine karşı yansıtıcı özellik göstererek
dünya çapında Kısa Dalga haberleşmesinin yapılabilmesini sağlar.”
F1 Katmanı
F1 katmanı 150 km’den başlayarak 225/500 km’ye kadar uzanmaktadır. F1
katmanının iyonizasyon yoğunluğu, güneşin açısına bağlıdır.
F2 Katmanı
Yaklaşık 250 km civarında bir konumdadır. F2 bölgesi hem gündüz hem de gece
mevcuttur. Radyo dalgalarının kırılması ve yansıması bu tabakada vuku
bulmaktadır. F2 katmanı iyonlaşmanın en fazla olduğu, çok değişken bir
bölgedir. Uzunluğu ve yoğunluğu zamana, mevsime ve güneş lekesi aktivitesine
bağlı olarak değişmektedir. İyonlaşmanın, elektron yoğunluğunun en yüksek
olduğu bir bölge özelliği taşımaktadır. Bölgenin kenarlarına doğru elektron
yoğunluğu azalmaktadır. Bu katman, yüksek frekanslı radyo dalgalarının
yansıtılmasında en önemli role sahip en üst seviyedir.
İyonosferin Coğrafi Özellikleri
İyonosfer tabakası, ekvatoral bölge, orta enlem ve yüksek enlem olmak üzere
üç ana bölgede incelenmektedir.
Ekvatoral Bölge
Ekvatoral bölge, en yüksek elektron yoğunluğunun olduğu, genlik ve faz
kırpışmalarının sıkça meydana geldiği bir bölgedir. Güneşin yüksek radyasyon
seviyesi ve dünyanın manyetik alanın etkisi ile elektronlar, ekvatoral bölgeye
doğru hareket ederek burada elektron yoğunluğunun yükselmesine (Ekvatoral
anomali) neden olurlar.
Orta Enlem Bölgesi
Orta enlem bölgesi, iyonosferin en az değişken bölgesidir. Ekvatoral
bölgenin aksine bu bölge “yatay manyetik alandan” etkilenmez. “İyonosfer
inceleme istasyonlarının ve teçhizatlarının büyük bölümü orta enlem ülkelerinde
bulunmaktadır. İyonosfer ile ilgili en fazla araştırma” bu bölgede
yapılmaktadır.
Yüksek Enlem Bölgesi
Yüksek enlem bölgesinde iyonlaşma hem güneş ışınımından hem de var olan
parçacıkların birbirleri ile çarpışmasından dolayı meydana gelmektedir. Yüklü
parçacıkların, Nötr atmosfer gazları ile çarpışması sonucu, elektron
yoğunluğunda artış meydana gelir. Bu da orora olarak bilinen özel ışınların
oluşmasına sebebiyet verir.
İyonosfer
Tabakası ve Elektromanyetik Dalgalar
“Alan, bir fiziksel büyüklüğün zamana bağlı olarak uzaysal dağılımı” olarak
tanımlanmaktadır. “Bir fiziksel büyüklüğün uzayın çeşitli noktalarına çeşitli
zaman aralıklarında dağılmış değerlerini” ifade eder. “Elektrik yükü, uzunluk
zaman gibi temel bir büyüklüktür. Yükler durağan veya hareketli olsun, diğer
yükler üzerine kuvvet uygularlar. Bu kuvvetlerin oluşturduğu alanlara
elektromanyetik alanlar denilir.”
Yeryüzünden gönderilen radyo dalgalarının / elektromanyetik dalgaların
(<3kHz 300 Ghz; Khz: kilo herz, Ghz: Giga herz) belli kesiminin geri
yansıtıldığı önemli bir bölge, iyonosfer tabakasıdır. İyonosfer katmanı, 30 MHz
ve altındaki frekanslardaki dalgaları geri yansıtmaktadır.
50 MH’zin çok üstündeki işaretler, bu tabaka içerisinde zayıflayarak ve
gecikerek iyonosferden geçebilmektedirler. “İyonosferi delip geçebilen en düşük
dalga frekansı, kritik frekans ya da plazma frekansı olarak
adlandırılmaktadır.” Elektromanyetik işaretler, İyonosfer katmanında kırılmaya
uğrarlar: “5 MHz altındaki frekanslarda dünyanın manyetik alanı iyonosferik
yayılımda çok önemli rol oynar. (…) İyonosferin elektron yoğunluğu zamanın,
frekansın ve konumun fonksiyonu olduğundan, iyonosfer kanalları aynı zamanda
zamanla ve konumla ve zamanın ve konumun türevleri ile de değişirler. (…) 40
MHz’in üstündeki frekanslarda, iyonosferin geri yansıtma özelliği etkisini
hızla kaybeder. Bu nedenle iyonosfer, yön bağımsızdır. İyonosferin VHF, UHF ve
daha yukarısının haberleşme üzerindeki etkisi, frekansın artması ile azalır.
Uydu sinyalleri için zaman gecikmesi, faz salınması ve frekansa bağlı değişen
kırılma indisi yüzünden doğrultu sapması meydana gelir. (…) Bir radyo dalgası
iyonosfere ulaştığında, elektromanyetik dalganın elektrik alan birleşeni
iyonosferdeki elektronları radyo frekansı ile aynı frekansta titreşime zorlar.
Titreşim enerjisi, elektronların yeniden düzenlenmesini veya elektronların
orijinal radyo frekansını tekrar oluşturmasını sağlar. İyonosferin çarpışma
frekansı radyo frekansından düşük ve elektron yoğunluğu yeterli ise tam yansıma
gerçekleşir. Eğer gönderilen radyo dalgasının frekansı iyonosferin plazma
frekansından büyük ise elektronlar yeterince hızlı dönüt veremez ve sinyal geri
yansımaz.”
Sonuç: İyonosfer
ve HAARP Teknolojisi
Atmosfer katmanları üzerinde özel olarak durmamızın nedeni HAARP Teknolojisinin
bu katmanın yapısındaki özeliklerden dolayıdır. Amerikan askerî yetkililere
göre, HAARP’ın amacı şöyle açıklanmaktadır: “1. Atmosferdeki termonükleer
araçların elektromanyetik vuruşlarını değiştirmek, 2. Denizaltılarla
haberleşmeyi kolaylaştırmak, 3. Radar sistemlerini son derece geliştirmek, 4.
Çok büyük bir bölgede, ABD ordusu dışında tüm haberleşmeyi durdurmak, 5. EMass
ve Cray bilgisayarları ile ortaklaşa, toprağın altını çok derinlere kadar
incelemek, 6. Büyük alanlarda petrol, doğalgaz ve mineralleri tespit etmek, 7.
Cruise füzeleri gibi her türlü saldırı silahı ve uçağı havada imha etmek.”
Projenin karşıtlarından biri olan jeofizikçi Prof. Dr. Godon J. F.
MacDonald’a göre elektromanyetik teknolojinin amaçları çok farklı ve
tehlikelidir: “1. İklimleri değiştirebilir. 2. Kutupları eritebilir veya
yerinden oynatabilir. 3. Ozon tabakası ile oynaya bilir. 4. Deprem yaratabilir.
5. Okyanus dalgalarını kontrol edebilir. 6. Dünyanın enerji alanları ile
oynayarak, insan beynini kontrol altına alabilir. 7. Radyasyon yaymayan
termonükleer patlama oluşturabilir.”
Ve; “Onlar ise bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen
kurdu.” Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.” (3 Âl-i İmrân 54) Ve;
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları
yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir
karşılık) vardır.” (14 İbrahim 46)