Giriş
21. yüzyıl, “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörülmekte ve bu nedenle “büyük sıfırlama” (Big Reset) stratejisi uygulamaya sokulmak istenmektedir. Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail) Covid-19 Pandemi Sürecini bu amaca dönük olarak değerlendirmektedir. Bunun için tüm dünyada var olan yönetimler / hükümetler ekonomik krizle diz çöktürülüp kadife darbelere uygun bir gayrimemnunlar kitlesi inşa edilmeye çalışılmaktadır. Siyonizm ile dünyadaki ulusal yönetimler arasında ciddi bir hesaplaşma dönemi başlamıştır.
ABD’de Trump’ın temsil ettiği Amerikan Milliyetçileri (WASPÇILAR) ile Siyonist hareket arasında kavganın ana nedeni, Covid-19 Pandemi Sürecinin “tek merkezden”, “tek bir dünya hükümeti” tarafından yönetilmesi olgusuydu. Henry Kissenger, Bill Gates, Yuval Noah Hariri gibi Siyonist hareketin sözcüleri bu tezi seslendirmiş, savunmuş ve Trump’ın bunu gerçekleştirmesini istemişlerdi. Pandemi ile mücadele için öngörülen böyle bir yapılanma ile Siyonizm, öngördüğü “tek dünya hükümeti”, “tek dünya devleti”, “tek para sistemi”, “tek hukuk yapısı” ve “tek din” projesini hayata geçirebilecekti. Ancak pandemi sürecinin yönetilme şekli, stratejisi üzerinde iki yapı anlaşamamış; Trump’ın temsil ettiği yapı buna, tam tersini yaparak, ABD’yi içe kapatarak cevap vermiştir. O andan itibaren bir taraftan Soros’un kadife darbeci ekibi eyaletlerde kadife darbe sürecini (4. Nesil Kadife Darbe Süreci) başlatırken; diğer taraftan Siyonist sermaye ABD’yi ekonomik krizin içine çekmeye ve krizi derinleştirmeye çalışmıştır. Muhtemelen kongre binasının işgal hadisesi de sürecin bir devamıdır. Bu sürecin sonunda Kadife Darbe Süreci ABD’de hedefine ulaşmış ve Trump seçimleri kaybederek şimdilik tasfiye edilmiştir.
ABD’de Kongre Sarayı’nın siviller tarafından işgal edilmesi, çok güçlü ve derin bir yapının eseridir. Dünyayı kasıp kavuran istihbarat ağları ile örülü ABD’nin bir işgal hadisesini öngörememesi ve buna engel olamaması, bize 11 Eylül 2001’de İkiz Kulelerin sivil yolcu uçakları ile vurulmasını hatırlatmaktadır. 11 Eylül ABD provokasyonu, önce Afganistan’ın sonra da Irak’ın işgalini getirmiştir. O nedenle gerek eyaletlerdeki eylemlere ve gerekse Kongre Sarayının işgal operasyonuna gelecek yüzyılın şekillenmesinde öngörülen eylemler için, yapılmış testler, modellemeler olarak bakılmalı ve bu boyutta değerlendirilmelidir. Çünkü 1968-69 döneminde dünyayı kasıp kavuran ve seçimle iş başına gelmiş birçok hükümetin devrilmesine neden olan “gençlik hadiseleri”, önce ABD’de başlatılarak test edilmiş, modellenmiş ve ardından Avrupa’ya taşınmıştır. Daha sonra da Avrupa’dan Türkiye’ye getirilmiş ve gençlik eylemleri adı altında yığınla provokatif eylemler zinciri ile bir muhtıra ve bir darbe (12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesi) gerçekleştirilerek Türkiye’nin kalkınması, güçlenmesi, sanayileşmesi ve bağımsız politikalar uygulaması engellenmiştir.
Bugün
de ABD seçimleri sürecinde ABD’de başlatılan kadife darbe provokatif eylemleri, önce AB ülkelerine sonra
Rusya’ya daha sonra da Türkiye’ye taşınmıştır.
ABD Başkanlık seçimi sürecinde Biden’in Türkiye ile ilgili yaptığı açıklamalar, bu açıdan önemlidir.
Boğaziçi Üniversitesi’nde meydana gelen olaylar zinciri, bu genel denklem içerisinde görülmeli ve de değerlendirilmelidir. Taksim Gezi Parkı olayları nasıl sadece “3-5 çapulcunun” işi değilse Boğaziçi Üniversitesi’nde meydana gelen olaylar da, sadece “3-5 sapkının” ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin, akademisyenlerinin işi değildir. Türkiye açısından biz bu yeni süreci, 5. Nesil Kadife Darbe Süreci olarak isimlendirip değerlendirmekteyiz.
Bu yazı serisinde, Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan rektör atanması ile başlatılan(!) 5. Nesil Kadife Darbe Sürecini ele alıp değerlendireceğiz.
Kadife Darbeler
Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrimemnunların ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak ve genellikle “yumuşak güç” (soft power) kullanarak (zaman zaman, özel amaçla sert güç kullanılmaktadır), dernekler ve STK’lar aracılığıyla siyasi iktidarları düşürmeyi hedefleyen yeni bir darbe türüdür[1]. Kadife darbeler, o ülkenin yerli görüntülü sivil toplum örgütlerinin önderliğinde, kitle hareketi ile yönetimleri devirme sanatı olarak tanımlanabilir.
Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail / Siyonizm-AB) tarafından Kadife Darbelerin ilk denendiği ve başarılı olduğu ülke Sırbistan’dır. Sırbistan, kobay olarak kullanılmış, elde edilen tecrübe Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan’da kullanılarak kadife darbeler başarı ile sonlandırılmıştır. Bu darbelerin ortak özelliğinden dolayı bunları Birinci Nesil Kadife Darbeler olarak nitelendirebiliriz.
“Arap Baharı” olarak nitelendirilerek Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de başlatılan, başlangıçta Tunus ve Mısır’da başarılı olan, Libya ve Suriye’de iç savaşa sebebiyet veren Kadife Darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı buna da İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz. Arap Baharı kadife darbe zincirindeki yönetim kadrolarının hemen hemen tümü, Sırbistan’da Kadife darbenin taşeron örgütü Otpor tarafından eğitilmişlerdir.[2]
Türkiye’de Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile başlayan 7 Haziran 2015 seçimleri ile Ak Parti’nin tek başına iktidar olmasına engel olan Kadife Darbeyi de Üçüncü Nesil Kadife Darbe olarak; 2021 ABD seçimlerinde eyaletler bazında uygulanan kadife darbe zincirini de Dördüncü Nesil Kadife Darbe olarak isimlendirmekteyiz.
Covid- 19 Pandemi Süreci ile başlatılan Biyolojik Savaşın dünya ülkelerine ilk yansıması Kadife Darbeler zinciri ile olmuştur. Biyolojik savaş döneminde Türkiye’de Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan rektör atanması ile öğrenci ve akademisyenler tarafından görünür kılınan kadife darbe sürecini de Beşinci Nesil Kadife Darbe Süreci olarak adlandırmaktayız.
Üç Güç Kavramı ve Kadife Darbeler
Şer
ittifakının yeni sömürgecilik anlayışında, çok mecbur kalınmadıkça, askeri
işgal, askeri darbe yoktur. Askeri işgalin yerini kültürel,
ekonomik ve bürokratik işgal almıştır. Şer güçler askeri olmayan
bu üç vasıta ile hedef ülkeleri sömürmektedirler.
İslâm coğrafyasındaki bütün ülkelere, şer ittifakı tarafından özelleştirilme yapılmasının dayatılması ve bütün özelleştirmelerde yabancı ortak şartının istenmesi, yabancıların hisse edinmeleri ile ilgili limitlerin kaldırılması noktasında baskı yapılması ve halkın yönetimdeki etkisini kıracak tarzda “üst kurullar” denilen dokunulamaz mekanizmalar oluşturulması[3], yeni sömürgecilik anlayışının en temel karakteristiğidir[4]:
“Sömürgecilik, doğrudan askerî ve politik gücün uygulanması olarak algılanır. Aslında bağımlı ülkelerin sosyal ve ekonomik kurumlarının metropolitan merkezlerin ihtiyaçlarına göre tekrar şekillendirilmesi gereklidir. Bir kez bu yeniden şekillendirme başarıya ulaşırsa, ekonomik güçler (uluslararası fiyatlandırma, pazarlama ve finansal sistemler), devam etmek ve aslında ana ülke ve sömürü arasındaki hâkimiyet-sömürülme ilişkisini güçlendirmek için tek başlarına yeterlidirler. Bu koşullar altında sömürgeye esas olan hiçbir şey değiştirilmeden resmi politik bağımsızlığı verilecektir.”
Sovyetler sonrası soğuk savaş döneminde “Sert Güç” (Hard Power) kavramına ilave olarak “Yumuşak Güç” (Soft Power) ve “Akıllı Güç” (Smart Power) kavramları kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla Yumuşak Güç ile Akıllı Güç kavramları yeni kavramlardır. Yeni / postmodern sömürgecilik anlayışına uygun olarak yumuşak güç kavramı öne çıkarılmış, ihtiyaç duyuldukça akıllı güç kullanılmıştır ve kullanılacaktır.
“Yumuşak Güç” kavramı, ilk kez Joseph S. Nye tarafından 1990 yılında çıkan ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün Değişen Doğası’ (“Bound to Lead: The Changing Nature of American Power”) adlı kitabında ortaya atılmıştır. Nye’ye göre[5];
“Yumuşak Güç, başkalarına cazip gelerek ve onları ikna ederek hedeflerinizi benimsemelerini sağlayarak istediğinizi elde etme hüneridir... Yumuşak güç, zorlama ve baskı değil işbirliği ve iknadır. Özü birtakım değerlerde bulunur. Mesela demokrasi ve insan hakları, bir ülkenin kültürünün, politik ideallerinin politikalarının cazibesiyle oluşur... Yumuşak güç kimin kazandığına değil, kimin hikâyesinin kazandığına ilişkindir... Enformasyon çağında siyaset, sonunda kimin öyküsünün galip geleceği meselesidir.”
“Sert Güç”: “Başkalarının sizin isteklerinize uymasını sağlayacak biçimde, askerî ve ekonomik imkânın havuç ve sopasını kullanma kabiliyetidir.”
“Akıllı Güç” (Smart Power) ise ne Sert Güç (Hard Power) ne de Yumuşak Güç’tür’ (Soft Power). Entegre bir güçtür. Yeri geldiğinde sert güç yeri geldiğinde yumuşak güç kullanılacaktır.”
Giyim tarzı, düşünme tarzı, eğlence, film, tiyatro, müzik, ibadet ve değerler yumuşak gücün silahlarıdır. Bu silahlar, insanların kalplerine, gönüllerine ve nefislerine yönelmişlerdir. Avrupa’nın göbeğindeki Berlin Duvarı; tek bir mermi atılmadan, hiçbir silah kullanılmadan yerle bir edilmiştir:[6]
“Michael Eisner, 1995: “Berlin Duvarı Batı’nın silahları tarafından değil, Batı’nın fikirleri tarafından yıkılmıştır. Peki bu fikirleri taşıyan sistem nedir? Bu konuda Amerikan eğlence sektörünün açık arayla başı çektiği kabul edilmelidir. En iyi ve en kötü filmlerimizde, TV gösterilerimizde, kitaplarımızda ve kasetlerimizde, bir bireysel özgürlük duygusu ve ancak hürriyetle gelebilecek bir yaşam tarzı içkindir. Bu özellik, Steven Spielberg’in filmlerinde de, Madonna’nın şarkılarında da, Bill Cosby’nin mizahında da bulunmaktadır…” “Eğlence endüstrisinin, tarihin yönünü tayin etmede oynadığı rolle ne kadar övünsek azdır.”
Che Guevera’nın arkadaşlarından Regis Debray; “Blue-Jeanların ve Rock’n Roll’un gücü, tüm bir kızıl ordunun gücünden fazla” demekle yumuşak gücün ne denli etkin olduğuna dikkat çekmiştir[7]. Medya eleştirmeni Todd Gitlin’e göre; “Amerikan kitle medyası küresel bir çekim yaratıyor, çünkü mutluluğun devamlı olmadığı bir eğlence kültürünü yansıtıyor.”[8]
Antonio Gramsci’ye göre ‘yumuşak güç’, ‘hegemonya’, ‘lider’ arasında özel bir ilişki vardır[9]:
“Yumuşak güç uluslararası ilişkilerde daha çok liderlik ve hegemonya kavramları ile birlikte kullanılıyor… Sistemin lideri düzeni kurarken kendi kullanmış olduğu dilin diğer aktörlerin diline tekabül etmesi lazım. O yüzden de hegemonya, güç artı rıza olarak tanımlanıyor... Rıza temelinde hareket etmeyen yanı kendi diliyle düzenin diğer aktörleri arasında bir tekabuliyet kurmayan bir liderlik anlayışı, zaten hegemonik olamıyor. Sadece baskıcı ve güç temelli olabiliyor. O yüzden de hegemonyanın oluşturucu temel referansı, rızanın oluşturulması yani liderin kendi çıkarlarına dönük dili sanki düzenin çıkarınaymış gibi lanse etmesi ve düzeni oluşturan diğer aktörlerin bunu kabul etmeleri gerekiyor.”
Johu
Arquilla ve David Ronfeldt, 1992 yılında, ABD’nin Yumuşak Güç kullanımı ile
ilgili iki aşamalı bir politika önermişlerdir:[10]
“İlk aşamada Amerika’nın evrensel değerlerinin büyüleyiciliğine kapılabilecek bir ruh hali yaratmak. Daha sonra, bu değerler üstünden Amerikan ideolojilerinin benimsenmesine uygun bir ortam oluşturmak.”
Batı eğlence endüstrisi, başta gençlik olmak üzere tüm insanları kendisine çekmekte başarılıdır. Başlangıçta gençleri mutlu ediyor gözüküyor; ancak nihayetinde uyuşturuyor, yalnızlaştırıyor, kendisine, toplumuna ve ülkesine karşı yabancılaştırıp sürüleştiriyor, eşyalaştırıyor. Gençlerimizin bu gerçeği görmesi gerekmektedir.
Kadife Darbelerin Yönetim Mekanizması
Dünyada
bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife darbelerin ana stratejisini çizen
beyin takımı, Soros Merkezli Siyonist-Mason bir kadrodur (Dış
Beyin-Birinci Halka) (Şekil-1). Bu, hedef ülkelerin
dışında bir merkezdir. Hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde kadife
darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı
konumundaki Mason-Sabetayist-Siyonist-İşbirlikçilerden oluşan 2.
derecede bir beyin takımı (İç Beyin- İkinci Halka) daha vardır. Bu iki
merkez, mevcut siyasi iktidara, sisteme / devlete karşı olan “gayrimemnun
örgütleri”, bir “Çatı Kuruluş” etrafında (taşeron yapı) birleştirerek
(yönetimin üçüncü halkası), ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü
tüm taktikleri, bunlar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır. Çatı
kuruluşta yer alan kadroların / yöneticilerin tümü, bu işbirliğinden
haberdar olmayabilir ya da ortak düşmana / rakibe karşı çıkar birliği olarak
meseleye bakabilir. Çatı kuruluş, ülkedeki tüm gayrimemnunları ya
da önemli bir kısmını kuşatacak tarzda, öngörülen strateji ve taktikleri
devreye sokmakta ve ona göre davranmaktadır.
Şekil-1; Kadife Darbelerin Yönetim Mekanizması
Kadife Darbe Stratejisinin Dayandığı Analiz
Kadife darbe stratejisi, sürece etki edebilecek tüm parametreler göz önüne alınarak belirlenmektedir. Analizlerde iç ve dış dinamikler kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır:[11],[12]
İç Dinamikler
Kadife
Darbe sürecine etki eden, onu kolaylaştıran veya zorlaştıran iç parametreleri,
aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:
· Toplumsal
Yapı,
· İktidarın
Durumu,
· Muhalefetin
Durumu,
· Kitle
İletişim Araçlarının Durumu,
· Yargı
ve Güvenlik Güçlerinin Tutumu,
· Ekonomik Yapı.
Dış Dinamikler
Kadife
darbelerde göz önüne alına dış parametreleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
• Ülkenin Jeostratejik,
Jeopolitik, Jeoekonomik ve Jeokültürel Durumu
• Diş
Güçlerin (Bölgesel ve Küresel Güçlerin) Tutumu
• Ekonomik
Manipülasyon
• Secim
Gözleyicilerinin Davranışları
• Kitle
İletişim Araçlarının Tutumu
• Yabancı Vakıfların Hedef Ülke İçerisinde Yıpratma Faaliyeti Yürütme İmkânları
Kadife darbeler, buna benzer yapılan bir analiz ile iktidarın karşısında olanlarla ortak bir payda oluşturduktan sonra icraya sokulmaktadır. Harekete geçme anı, gerekli hazırlıkların yapılıp tamamlandığı, stratejinin uygulamaya sokulduğu andır. Süreç, stratejinin adım adım uygulanması süreci olarak yönlendirilmektedir. Kadife darbe savunucuları olayları, masum, rast gele olmuş, o anki olaylar olarak lanse ederek karşı cephe oluşmasını ve uygulanan stratejinin farkına varılmasını engellemeye çalışırlar. Bu nokta dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biridir.
Kadife darbeler, sosyolojik bir savaşın kısa vadeli uygulaması olup amaç, kısa vadede, ülkedeki siyasi iktidarı devirmek, uzun vadede de toplumsal yapının içine fay hatları meydana getirtip çatıştırmak için uygun bir alt yapı hazırlamaktır. O nedenle ilk hamlelerin savuşturulması, sürecin bittiği anlamına gelmemelidir. Taraflardan biri tasfiye oluncaya ya da taraflar arasında uzlaşma sağlanıncaya kadar mücadelenin şiddeti artarak devam edecektir.
Kadife Darbelerin Stratejisinde Merkezi Nokta: Diktatör ve Diktatörlüğün Yıkılması ve Ülkenin Kantonlara Ayrılması
Gene Sharp’a göre Kadife Darbeler, “Büyük Strateji,” “Strateji”, “Taktikler, “Planlama” ve “icra” unsurlarına sahiptir, sahip olmalıdır:[13],[14]
“Büyük
Strateji: Bir
ulusun ya da benzeri bir grubun giriştiği mücadeledeki hedeflerine ulaşabilmesi
için, uygun ve ulaşılabilir olan tüm kaynaklarını (ekonomik, insanî, ahlâkî,
siyasî, örgütsel vb.) yönetmesine ve düzenlemesine hizmet eden genel
anlayıştır.” “Davanın haklılığı üzerinde düşünülmesi, duruma etki eden diğer
unsurların değerlendirilmesi ve kullanılacak eylem tekniğinin seçimi, hedefe
nasıl ulaşılacağının ve bunun uzun vadeli etkilerinin değerlendirilmesi
gerekir.”
“Strateji, Bir ihtilafta hedeflerinize en iyi nasıl ulaşılabileceğinizdir… Strateji hangi koşullarda ne zaman ve ne şekilde kavgaya tutuşacağınızla ve belirli sonuçları elde edebilmek için azami etkinliğe nasıl ulaşacağınızla ilgilidir. Strateji, arzu edilen hedeflere varmak için, ulaşılabilir imkânların pratik dağıtımı, uyarlanması ve uygulanmasına yönelik plândır.”
“Taktikler: Belirli herhangi bir nokta için tasarladığınız, gayet sınırlı eylem plânlarıdır.”
Görülebileceği gibi Kadife Darbeler, rastgele eylemler zinciri olmayıp “büyük strateji” diye adlandırılan uzun vadeli bir stratejinin ürünü olup dolaylı harp stratejisini esas almaktadır. “Sağ gösterip sol vurmak” diyebileceğimiz çok değişik görünürde tezat içeren taktiklerle dolu, “diktatörü yıkmak (!)” eksenli bir strateji uygulanmaktadır. İnsanlar, genel olarak diktatörlerden nefret ederler ve korkarlar. Kadife darbeci teoriye göre bütün mesele, bu “korkuyu yıkmak” ve “halka güven vermektir.” Sharp’a göre bütün mesele, bu korkuyu yıkmak ve halka güven vermektir[15]:
“İnsanlar genellikle diktatörlüğe karşı nefretlerini ve özgürlüğe olan açlıklarını aileleriyle ve arkadaşlarıyla bile paylaşmaktan korkarlar. Toplum, genellikle ciddi bir halk direnişini düşünmekten çok korkar. Geçmişte, bazı insanlar direniş girişiminde bulunmuş olabilir. Kısa ömürlü geniş protestolar ve gösteriler gerçekleşmiş olabilir…
Söz konusu geçmiş direniş hareketleri ne kadar soylu olursa olsun, yine de insanların korkularının ve itaat etme alışkanlıklarının üstesinden gelmeye yetmemiş, diktatörlüğü yıkmak için gerekli ön koşulu sağlayamamıştır.”
Bu acizlik psikolojisinden dolayı halk, diktatörlüklerin yıkılmasının “ancak yabancı güçlerin yardım ve destekleri ile mümkün olabileceğine inanır (!) / inandırılır”:[16]
“Acımasız bir diktatörlükten muzdarip veya bu diktatörlüğün pençesinden kurtulmak için sürgüne gitmiş çoğu insan, baskı gören kesimin kendilerini özgür kılabileceği düşüncesine inanmamaktadır. Kendi halklarının, sadece başkalarının eylemleri yoluyla kurtarılabileceğini düşünürler. Bu insanlar, dış güçlere umut bağlarlar. Sadece uluslararası yardımın diktatörleri alaşağı etmek için yeterince güçlü olabileceğine inanırlar.”
Üç dönem şeffaf seçimlerle iktidar olmuş bir Ak Parti yönetimi, Taksim olayları nedeniyle hem iç hem de dış müttefikleri tarafından tüm dünyaya “diktatör (!)” olarak takdim edilmiştir.
Şiddete dayanmayan mücadele anlayışına göre dış destek önemlidir. Dış desteğin istenen sonucu verebilmesi için diktatörün karşısına dikilebilecek bir iç kitleye, güce ve güçlü bir direnişe ihtiyaç vardır:[17]
“Güçlü bir iç direniş hareketini desteklediklerinde ise uluslararası baskılar çok faydalı olabilir, örneğin, o zaman, uluslararası ekonomik boykotlar, ambargolar, diplomatik ilişkilerin askıya alınması, uluslararası kuruluşlardan dışlanma, Birleşmiş Milletler organları tarafından kınama ve benzeri eylemler büyük ölçüde yardımcı olabilir. Ancak, güçlü bir iç direniş hareketinin yokluğunda, başkaları tarafından bu tür eylemlerin gerçekleştirilme ihtimali de zayıf.”
Patronların Taksim Gezi Parkı olaylarına açık destek vermiş olması, “Korkmayın, biz sizin arkanızdayız, biz bütün servetimizi riske ederek buraya geldiğimize göre iktidarın işi bitmiş demektir.” mesajını vermeye dönüktü. Ardından gelen dış güçlerin desteği, bu duyguyu pekiştirmek, eylemlere katılan güçlere moral vererek stratejik planın diğer safhalarına geçmelerini sağlamak içindi.
Sharp’a
göre diktatörlükler genellikle ilgili ülkenin iç güç dağılımından dolayı
meydana
gelmektedir. Bir tarafta azınlık olan zenginler diğer tarafta çoğunluk olan
fakirler vardır[18]:
“Nüfus ve toplum diktatörlük için ciddi problemler yaratmak için fazlasıyla zayıftır; zenginlik ve güç çok az kişi arasında dağılmıştır. Diktatörlükler uluslararası eylemlerden yararlanabilse ya da bir miktar zayıflasa bile, devam etmeleri öncelikle iç etkenlere bağlıdır.”
Ne garip bir tecellidir ki, Ak Parti zamanında servetlerini, 5 ile 10 kat artırmış olan Küresel sermayenin iç temsilcileri, “İstanbul Dukalığı”, Boğaz’ın Baronları” Taksim’de boy göstermişler, yabancı istihbaratçılara otellerini açmışlar ve Erdoğan’ı “diktatör” olarak ilan etmişlerdi. Oysa Ak Parti iktidarı zamanında servetlerine servet katan bu zümre, Taksim Gezi Parkı olayları öncesinde Ak Parti’yi alkışlayıp durmuştu.
Şiddet içermeyen mücadele yaklaşımının en dikkat çekici noktalarından biri, diktatörü inşa etmek, inşa ettikten sonra da en zayıf noktasını (Diktatörün Aşil’in Topuğu) tespit edip tüm silahları o noktaya yönelterek kesintisiz saldırı düzenlemektir.[19],[20] Bunun kadar önemli diğer bir konu da, diktatörün dayandığı “güç kaynaklarını” / “payandalarını” dağıtacak bir stratejik saldırının ve stratejik plânlamanın yapılmış olmasıdır:[21]
“Her tiran kendisini taşıyacak ekonomik payandalara dayanır ve bu payandalar askeri üslerden ve başkanlık saraylarından çok daha kolay hedeflerdir. Onları sallarsanız eninde sonunda tiran da düşer... Her rejimi birkaç temel payanda ayakta tutar. Bu payandaların birine ya da birden fazlasına yeterli baskı uygulandığında tüm sistem kısa zamanda çöker… Bir diktatörün otoritesinin kaynağı, ona itaat eden insanların gönüllü rızasıdır. …Diktatörler insanlara bağımlıdır. Bir diktatörün sıradan vatandaşların her sabah kalkıp işe gitmelerine ve havaalanlarının, televizyon stüdyolarının ve askerlerin emeklilik plânlarının sorunsuz işlemesini garantiye almaya gerçekten ihtiyacı vardır. Ayrıca anlamak gerekir ki itaat eden o ortalama vatandaşların da tüm istediği, işlerini yapıp evlerine dönmektir. …Dolayısıyla eylemcinin ilk görevi normal işleyişin gıcırdayarak durmasını, yanı payandaların sarsılmasını sağlamaktır…Hangi payandaları tekmeleyeceğinizi iyi bilmeniz gerekir.”
Şiddet içermeyen mücadelenin dayanak kitlesi, mevcut siyasi iktidara karşı olan tüm gayrimemnunların koalisyonudur. Diktatör ilan edilen kişi ve yönetim yıkıldığında, yeni diktatörlüklerin oluşmaması için mikro ulusçuluğa imkân sağlayan federal bir yapı, Kadife Darbe stratejisinin önemli nirengi noktalarından biridir:[22]
“Demokratik sistemi korumak ve muhtemel diktatörlük akımlarını önlemek amacıyla Anayasada bölgesel, merkezi ve yerel düzeyde kayda değer imtiyazlar sağlayan bir federal sistem oluşturulmalıdır. Diğerlerine göre küçük bölgelerin büyük ayrıcalıklara sahip olup aynı zamanda ülkenin bir parçası olmaya devam ettiği İsviçre’deki kanton sistemi kimi durumlarda örnek teşkil edebilir.”
Görülebileceği gibi Kadife Darbelerin nihai gizli amacı, ülkeleri bölerek şehir devletler inşa etmektir. Bu gerçeğin bu ülkeyi seven herkes tarafından görülmesinde fayda vardır.
Özetle;
Kadife Darbelerin en temel özellikleri, diktatör inşa edip tüm gayrimemnunları
diktatöre karşı eylem birliğine sokmak, asker ve polis gücünü tarafsız hale
getirmek ya da üstü kapalı desteklerini almak ve yargının, siyasi iktidarın
elini kolunu bağlayıcı kararlar almasını sağlamaktır. Diktatöre
karşı mücadelede özgürlükler ve özellikle medyanın özgürlüğü çok önemli bir husustur.
Bugün özgürlük kapsamında yürütülen bir psikolojik harekâtla dış basının ve
uluslararası kuruluşların ve güçlerin desteğini almak hedeflenmektedir.
Kadife Darbelerde Kullanılan Yöntem
Kadife darbeler, toplumların kültürel, sosyolojik, psikolojik ve değerler sistemi analizi ile ülkelerin jeostratejik ve jeopolitik analizine dayandırılmışlardır. Kadife darbelerin önce teorisi yapılmıştır; sonra da teori belli yerlerde test edilip uygulamaya sokulmuştur. Pratikten kazanılan tecrübelerle teori tekrar zenginleştirilmiştir / zenginleştirilmektedir.
Bu mücadele metodunun nirengi noktası, diktatörün varlığı ve diktatöre karşı verilecek mücadelenin şiddet içermemesidir. Şiddet içermeyen mücadelenin dayanak kitlesi, mevcut siyasi iktidara karşı olan tüm gayrimemnunların koalisyonudur. Gene Sharp, bu amaçla 189 farklı eylem türü önermektedir. Sharp’a göre bütün mesele, diktatörün inşa ettiği korkuyu yıkmak ve halka güven verebilmektir. Bunun için mutlaka şiddet içermeyen sivil itaatsizlik inşa edilip yaygınlaştırılmalıdır. Sivil itaatsizlik yaygınlaştırılarak diktatörün sivil ve askeri bürokrasi içerisindeki müttefikleri koparılabilir. O nedenle “Diktatörün Aşil Topuğu” tespit edilip, tüm silahlar o noktaya yöneltilerek kesintisiz bir saldırı düzenlenmelidir. Bunun kadar önemli diğer bir konu da, diktatörün dayandığı güç kaynaklarını / payandalarını dağıtacak bir stratejik saldırının ve stratejik planlamanın yapılmış olmasıdır.[23],[24]
Gene
Sharp’ın uygulamayı önerdiği yöntem şöyle özetlenebilir:[25]
1.
Örgüt:
Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler
ve öğrenciler arasında örgütlenme.
2. Slogan: Basit ve
etkileyici bir slogan oluşturup yaygınlaştırmak ve kitleleştirmek.
3.
Medya: Ulusal
ve uluslararası medya desteğini sağlamak.
4.
Finansman: Uluslararası
vakıf ve sivil toplum örgütleri tarafından sağlanmaktadır.
5.
Eğitim: Eylemleri
icra edecek örgütlerin eğitimi, yabancı vakıflar tarafından finanse edilip
bir merkez tarafından gerçekleştirilmektedir. Eğitimde Sırbistan üs
olarak kullanılmaktadır. Sırbistan’daki örgütler, diğer ülke gençlik
örgütlerini eğitmede aktif rol almaktadır.
6.
Lider: Daha
önce yönetimde bulunup bir şekilde dışlanmış olan kimseler arasından
seçilmektedir. Batıda eğitim almış ve batı eğilimli olmalıdır. Kadife
Darbelerde kadınlar etkin olduğu için, varsa, kadın liderler tercih
edilmektedir. Kitlelerin takip edebileceği, tanınan insanlar lider
olarak öne çıkarılmalıdır.
7.
Gayrimemnunları toparlamak: Yönetime karşı olan tüm
gayrimemnunları, inançları ne olursa olsun bir çatı altında toplamak gerekir.
8.
Asker ve güvenlik güçlerini kazanmak ya da tarafsızlaştırmak: Güvenlik güçlerinin
yönetimin yanında yer almaması, en azından olaylara müdahale etmemesi, tarafsız
kalması ve fakat muhalefeti de açık bir şekilde destekleyerek askeri darbe
görüntüsü de verilmemesi sağlanmalıdır.
9.
Yargının desteğini kazanma ya da tarafsızlaştırma: Yargının aldığı
kararlarla sürece destek vermesi, eylemcileri cezalandırmaması, iktidarın
aldığı kararları ise engellemesi, hattâ cezalandırması harekete güç katar.
10.
Dış güçlerin desteğini sağlama: Farklı ülke liderlerinin ve uluslararası
kuruluşların süreci desteklemesi, iktidarı eleştirmesi ve baskı uygulaması,
sürecin en önemli aşamalarından biridir.
11.
Eylemlerin başlama zamanı: Seçimlerde gerilimin en üst noktaya çıkabilmesi
için ilk eylemler, seçime 12 ay kala başlatılmaktadır.
12. Psikolojik
savaş: Olayların
başlangıcından sonuna kadar dozajı gittikçe artan bir psikolojik harekât
uygulanır. Eylemlerin tümü, masum gençlik hareketi ve masum istekler;
iktidar mensupları da diktatör, vahşi, kaba, egoist, bölücü olarak ilan
edilmektedir.
13.
Gerilimi sürekli artırmak: Ekonomik manipülasyon yaparak bunalım sürekli
körüklenmelidir. Ülkede var olan yolsuzluk, yoksulluk, işsizlik,
yandaşlık ve adaletsizlik, en hâkim unsur olarak öne çekilmelidir. Etnik
ve mezhepsel tüm farklılıklar kaşınarak fay hatları enerji ile yüklenmelidir.
14.
Sokak hâkimiyeti: Taraftarları
sürekli olarak sokakta tutarak yönetimin otoritesini ve iradesini kırmak
gerekir. Bu gelişme, yönetimi yalnızlığa iter, kendisine bağlı güçlerin
iradesini çözer ve muhalefete olan halk desteğini hızla artırır.
15.
Seçimler: Seçimler
halkın sokağa dökülmesi için en uygun dönemlerdir. Bunun için çok iyi alt yapı
çalışması yapılmalıdır:
- Seçimlerden
altı ay kadar önce, seçimlere hile karıştırılacağı şüphesini yayarak seçimlere
gölge düşürülmelidir. Seçimlerden önce yapılan anketlerle muhalefetin
iktidardan daha ilerde olduğu kanısı yerleştirilmelidir. Kamuoyu, hile
konusunda şartlandırılarak bir şuur altı oluşturulmalıdır.
- Seçim
sonuçları ne olursa olsun seçimlerin adil yapılmadığı ve seçimlere hile
karıştırıldığı iddiası gündeme getirilmeli, gündemde tutulmalı ve hile var
diyerek yoğun bir kampanya başlatılmalıdır.
- Farklı
örgütler arasında seçimin şaibeli oluşu ile ilgili mutabakat sağlanarak
dayanışma gerçekleştirilmelidir.
- Seçimlere
gözlemci olarak gelen batılı uluslararası teşkilat temsilcileri, bu iddiayı
destekleyerek sorunun uluslararası arenaya taşınması sağlanmalıdır.
16.
Dış güçler ve seçim sonuçları: Yabancı vakıf, medya ve siyasilerin desteği
kazanılmalı; AGİT ve diğer gözlemci kuruluşlar aracılığıyla seçim sonuçları,
şaibeli ilan edilip uluslararası camiaya taşınmalıdır. Batılı siyasi liderler,
beyanat vererek sürece katkıda bulunmalıdır. Böylelikle mevcut yönetim baskı
altına alınıp yalnızlaştırılmalıdır.
17-
Gerçek niyetin perdelenmesi: Kadife Darbelerde görünür amaç, ülkedeki
mevcut “diktatörü (!) yıkmak”, “demokrasiyi getirmektir.” Oysa gerçek
amaç, hedef ülkelerin bölünmesi, bağımsız politika izleyenlerin şer
ittifakının boyunduruğuna girmesinin sağlanması, Rusya ve Çin’in
kuşatılması, enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının kontrol altına
alınmasıdır.
18. Sonuç: Yönetimin (diktatörün) şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı gerçekleşir.
5. Nesil Kadife Darbenin Başlangıç Aşaması: Boğaziçi Üniversitesi Olayları
Taksim Gezi Parkı eylemleri ile Boğaziçi Üniversitesi eylemleri görünür amaçları farklı olmakla birlikte uygulanan strateji, taktikler, planlama ve eylemler açısından çok ciddi benzerlikler arz etmektedir. O nedenle Boğaziçi Üniversitesi eylemlerini değişik açılardan ele alıp değerlendirmekte fayda vardır.
Dış Dinamikler
Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinin ortaya çıktığı zaman dilimini ve takip eden diğer olayları daha iyi analiz edebilmek için olaylar başlamadan önce ve başladıktan sonraki dış dinamikleri göz önüne almak gerekmektedir:
Bu
günkü ABD Başkanı Biden’in Başkan adaylığı kesinleşmeden önce 16 Aralık 2019’da
Amerikan Televizyon Kanalı FX’te yayınlanan The Weekly Programında Yaptığı
Konuşma,
· ABD’de
Brooking Enstitüsü’nün Türkiye-ABD İlişkilerine İlişkin Raporu,
· AB’den
Türkiye’ye Aşamalı Yaptırım Kararı,
· ABD
Senatosunun CAATSA Kapsamında Türkiye'ye Yaptırım Kararları,
· ABD'nin
Eski Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey’nin Erdoğan Analizi,
· ABD
Dışişleri Bakanlığının BÜ Olayları Sürecinde Yaptığı Açıklama,
· Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin (BMCHR) BÜ Olayları
Sürecinde Yaptığı Açıklama,
· AB’nin BÜ
Olayları Sürecinde Yaptığı Açıklama,
· 21
Ocak 2021’de AB Diplomatı ve Eski AB Türkiye Temsilcisi Marc Pierini ve
Araştırmacı Francesco Siccardini’n, Düşünce Kuruluşu Carnegie
Europe’da Yayınladıkları “AB ve ABD, 2021 Yılında Türkiye
Politikalarını Neden Yeniden Düşünmelidirler?” Adlı Makale,
· John
Bolton’ın , "Olayın Olduğu Oda" (The Room Where It Happened)
Adlı Kitabında Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İlgili Yazılanlar,
· ABD
Yargısında Halk Bankası Davası,
· Türkiye’nin
Mavi Vatan Projesi İskenderun’dan Libya’ya ,
· Türkiye’nin
Irak-Suriye-Afrika Açılımı,
· S-400
Sorunu, F-35 Sorunu,
· Türkiye’nin
Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de Petrol Araması,
· Bölgede
Savaşan Projeler,
· Batı’nın Irak ve Suriye’nin Kuzeyinde Kürt Devleti Kurma Projesi.
Bütün bu etkenleri ele alıp incelemek bu yazının amacını aşar. Bazılarından birkaç kesit vermekle yetinmek zorundayız.
Bugünkü ABD Başkanı Biden’in daha Başkanlık adayı belli olmadan senatör olarak, 16 Aralık 2019’da Amerikan televizyon kanalı FX’te yayınlanan The Weekly Programında Türkiye ile ilgili dikkat çekici ve mesaj içerikli çok önemli bir açıklama yapmıştır:[26]
"Bence ona (Erdoğan'a) çok farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım. Parlamento'ya katkı sunmak isteyen Kürt toplumunu entegre etmek için... Bu iş bir süre iyi gidiyordu.
Bir
yol haritamızın olduğunu açıkça göstermemiz lazım. Düşündüğümüz
şeyle ilgili sesimizi yükseltmemiz lazım, bedel ödemeli. Nasıl
çalışacaklarını anlamak için çevresinde F-16 savaş uçağı uçurdukları hava
savunma sistemi olduğuna göre ona belli silahları satmaya devam edip
etmeyeceğimiz konusunda bedel ödemeli.
Yani
çok endişeliyim. Ama benim yaptığım gibi onlarla doğrudan temasa geçip Erdoğan'ı
yenecek duruma gelmeleri için halâ var olan Türk liderliği
unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları
güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile... Partisi,
İstanbul'dan dışarı atıldı. Peki biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun
eğiyoruz.
Yapacağım en son şey, ona Kürtler konusunda boyun eğmek olurdu. Kesinlikle en son şey. Ve onlara Kürtlerle ilgili olarak birkaç görüşmem oldu. O dönem henüz üzerlerine gitmiyorlardı.
Yani
şunu göstermemiz lazım. Türkiye, Rusya'ya bağımlı olmayı istemek zorunda
değil. Uzun bir zaman önce o elmadan bir ısırık aldılar. Ama
şu ana kadar onlara davrandığımız şekilde davranmaya devam
etmeyeceğimizi anlamak zorundalar. Yani çok endişeliyim. Hava üslerimiz ve
onlara erişimimize dair de çok endişeliyim. Bence bölgedeki
müttefiklerimizle bir araya gelerek, onun bölgedeki faaliyetlerini
nasıl izole edeceğimizle ilgilenmek bizim için son derece fazla iş olacak.
Özellikle Doğu Akdeniz'de petrolle ilgili faaliyetleri ve görüşülmesi uzun sürecek olan çok sayıda başka şey... Ama cevabım 'evet, endişeliyim."
Biden’in,
yukarıdaki konuşmasında dikkat çeken noktalar şunlardır:
· Türkiye’de
mevcut siyasi iktidarı düşürebilmek için bir yol haritası ortaya konmalıdır.
· Erdoğan’a
çok farklı yaklaşmalıyız.
· Mevcut
siyasi iktidar askeri darbe ile değil seçim ile düşürülmelidir.
· Muhalefet
açıkça desteklenmelidir.
· Sesimiz
yükseltmeliyiz ve siyasi iktidar bedel ödemelidir.
· Kürtler
konusunda boyun eğilmemelidir ve Kürt hareketi Parlamentoda
olmalıdır.
Bu konuda endişeliyim.
· “Türk
liderliği unsurları” ile “benim yaptığım
gibi” doğrudan temasa geçilmeli ve onlara destek verilmelidir.
· Türkiye’nin
Ruslarla hareket etmesi engellenmelidir.
· Rusya’dan
alınan hava savunma sisteminden dolayı üslerimizden ve üslere
ulaşmaktan
dolayı çok endişeliyim.
· Türkiye’ye
silah satma konusunda bedel ödettirmeliyiz.
· Bölgedeki
müttefiklerle bir araya gelip Türkiye bölgede tecrit edilmelidir.
· Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki petrol arama faaliyetleri için endişeliyim.
Bu
bağlamda ABD istihbaratıyla bağlantılı Atlantik
Konseyi (Atlantic Council) isimli
düşünce kuruluşunun 16 Aralık 2020’de yayınladığı Bush yönetiminde Dışişleri
Bakanlığı görevlisi olan Robert A. Manning ve
CIA'da İstihbarat Dairesi Başkanlığı analisti olarak çalışmış Mathew
J. Burrows imzalı, "2021 İçin İlk 10 Risk ve
Fırsat" isimli raporda, Türkiye yönetimine benzer
eleştirilerde bulunulmaktadır:[27]
"Erdoğan liderliğinde giderek otoriterleşen, İslâmcı ve yayılmacı Türkiye; Somali, Katar, Libya, Irak, Suriye ve Balkanlar'a ya askeri müdahalede bulundu ya da asker konuşlandırdı. Ankara, IŞİD ile savaşan ABD müttefiki Kürtlere saldırırken diğer yandan Suriye, Libya ve Azerbaycan'da Rusya ile karşı karşıya geldi. Türkiye, NATO için tehdit oluşturan ve ABD yaptırımlarına yol açan Rus S-400 Hava Savunma Sistemi'ni konuşlandırdı. Doğu Akdeniz'de, Deniz Hukuku Sözleşmesi'ni ihlal ederek ve Kıbrıs'a tehdit oluşturarak provokasyon yaptı."
Amerika Birleşik Devletleri'nin Suriye Eski Özel Temsilcisi James Jeffrey yaptığı değerlendirmelerde Türkiye Devleti ile T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında özel bir ayırım yaparak “Erdoğan’a diş gösterilmesi” ve “ekonominin yıkılması” gerektiği mesajını vermektedir:[28]
"Bu yönetimin Trump yönetiminden farkı yeni yönetimde görevli olan çok sayıda kişide Erdoğan ve onun iç siyasetteki politikalarına ilişkin bir hoşnutsuzluğun olması. Trump Erdoğan’ı seviyor ve Türkiye içinde ne yaptığını önemsemiyordu. Yeni dönemde durum böyle olmayacak. Bu da gerçekten ciddi bir sorun.”
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Türkiye'den ayırmamız gerekiyor. Siz Erdoğan'a dişlerinizi gösterene kadar o geri adım atmaz. Ekim 2019'da ateşkesi (Suriye'nin kuzeyi) müzakere ettiğimizde, yaptığımız da buydu. Ekonomilerini yıkmaya hazırdık." "Herhangi bir boşluk gördüğü yerde harekete geçiyor. Erdoğan'la ilgili diğer mesele de çıldıracak kadar kibirli, öngörülemez ve kazan-kazan çözüm yolunu kabul etmiyor olması."
“Türkiye’nin taraf değiştirdiğini ya da Soğuk Savaş sırasında istediğimiz şekilde davranacağı varsayılan o eski kararlı müttefik olduğunu düşünenler durumu yanlış değerlendiriyor. Artık devir değişti.”
(2000’li
yılların ilk on yılında) “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sıfır sorun yaklaşımıyla ilerlemişi,
ancak son 10 yılda dünya halâ değerlere odaklıyken, batıyla daha çatışmacı
ve daha otoriter bir yaklaşıma geçmiştir.”
"Erdoğan’ın sıfır sorundan sıfır müttefik noktasına gelen diplomasi yaklaşımı var." "S-400 ve Kıbrıs Türkiye ve ABD arasında bambaşka bir kriz oldu. ‘‘Bizim için en büyük / öncelikli sorun S-400’’
"SDG (savaşçıları), temiz çocuklar. Onları ve liderliklerini çok iyi tanıdım. Orta Doğu standartlarına göre gerçekten olağanüstüler. PKK’nın son derece disiplinli bir Marksist kolu. Ayrıca PKK gündemini takip etmekle pek ilgilenmiyorlar, dağları da yok."
‘‘Bağımsız bir Güneydoğu Türkiye, Kuzey Irak, Kuzeydoğu Suriye’nin; İran, Suriye, Türkiye ve Irak’taki etkileri çok büyük olur.’’
“…Şu anki durum, bizim bölgedeki tüm ittifak sistemimize gölge düşürüyor.’’
21 Ocak 2021’de AB diplomatı ve eski AB Türkiye Temsilcisi Marc Pierini ve araştırmacı Francesco Siccardinin, düşünce kuruluşu Carnegie Europe’da yayınladıkları “AB ve ABD, 2021 Yılında Türkiye Politikalarını Neden Yeniden Düşünmelidirler?” (Why the EU and the United States Should Rthink Their Turkey Policies in 2021.) adlı makalelerinde Türkiye ile ilgili uygulanması gereken altı madde olduğuna dikkat çekmişlerdir:[29]
“Politik
alanda, Türkiye’nin ortakları Batı karşıtı, komplo teorilerine dayanan ve
uluslararası anlaşmaları hiçe sayan bir milliyetçi söylemi sürekli
kullanan Türkiye yönetiminin doğuracağı stratejik riskleri değerlendireceklerdir. Türkiye’nin
muhalefete, özgür düşünceye ve insan hakları eylemcilerine karşı keyfi
tutumları da Batı’nın yapacağı bu değerlendirmelerde belirleyici bir rol
oynayacaktır. Başka bir belirsizlik kaynağı da 2023 yılı için öngörülen Başkanlık
ve Yasama Meclisi seçimleri ve bunların ülke yönetimi tarafından iptal
edilmeleri ihtimalidir.”
“…Bir yandan Türkiye’nin Batı çıkarlarına düşman eylemlerini kuşatıp engellemek ve öte yandan da ekonomi ve güvenlik konularında işbirliğini uygun bir düzeyde sürdürürken ülkede hukuk devleti alanında gözle görülür bir iyileşme sağlayabilmek…”
(Makalede
altı etaptan oluşan bir strateji öngörülmektedir.):
İlk
olarak, tek
yanlı rahatsız edici kararlara ve düşmanca söylemlere artık hoşgörü
gösterilmeyeceğine ilişkin ortak sinyaller eşgüdüm içinde iletilmelidir. Bu, en
azından Ankara’nın müttefiklerin bazılarını diğerlerine karşı kullanmasını
önler.
İkinci olarak, Brüksel ve Washington, Türkiye’nin NATO dışı araçları ülkesine yerleştirmesinin olumsuz etkilerini azaltacak ve ittifak gücünün Rusya’ya karşı zayıflamasını engelleyecek önlemler almalıdır. Bu gibi önlemler arasında en iyisi S-400’lerin tamamen geri çekilmesidir, o da olmazsa en azından acil NATO süreçlerinin devreye sokulmasıdır.
Üçüncü
olarak, Avrupa-Atlantik
ortakları Ankara’nın rahatsız edici politikası değişmediği, Rusya ile
ilişkileri açığa kavuşmadığı ve Batı’dan gelen diyalog çağrıları karşılıksız
kaldığı takdirde Türkiye’ye askeri malzeme satışı kısıtlanmalıdır. Böylesi
bir karar, Batı’dan tedarik edilen kritik malzemenin yine Batı’nın güvenlik
risklerini arttırmak için kullanılamayacağı yönünde güçlü bir işaret anlamını
taşır.
Dördüncü
olarak, ülkede
hukuk devletinin ortadan kaldırılıp dağıtılmasında ve Batılı ülkelerin iç
politikalarına müdahalede en büyük payı olan Türk şahsiyetleri AB ve ABD
tarafından cezalandırılmalıdır. Bu cezalar Türkiye’nin NATO ve Avrupa
Konseyi sözleşmeleri ile ortaya çıkan yükümlülüklerine uygun olacaktır.
Beşinci olarak, Türkiye Avrupa Konseyi üyesi ve AB partneri olma taahhütlerine uygun olarak hukuk devletine geri dönme yönünde ölçülebilir adımlar atmadıkça AB, yeni işbirliği çerçevesini ertelemelidir. AB ve İngiltere arasındaki ve artık bir üçüncü ülkeyle yapılmış sayılan yeni ticari sözleşmenin hazırlık çalışmaları da bu durumu dikkate almalıdır. Birlik, Türkiye'nin elindeki Kuzey Kıbrıs’ı fiili olarak tanıtma olanağı verecek bir Doğu Akdeniz Konferansı fikrinden de vazgeçmelidir.
Son olarak Avrupa Birliği, deniz sınırları görüşmeleri ve Türk-Suriye sınırı ve Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılara destek konularında somut teklifler sunmalıdır. Bu tekliflerin süreleri ve yöntemleri açık olmalı, düşmanca tavır olmadığında bir işbirliğinin iki tarafa da karşılıklı avantajlar sağlayacağını göstermelidir."
ABD'de Brooking Enstitüsü'nün Türkiye-ABD ilişkileri üzerine yayınladığı raporda, Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinin iyileştirilebilmesi, “demokratik olarak seçilmiş bir hükümetle” mümkün olabileceğinin ifade edilmiş olması, kadife darbelere psikolojik bir zeminin hazırlanmak istendiğinin bir göstergesidir:[30]
"Batı ile bağların yeniden kurulmasından fayda sağlayacağına demokratik olarak seçilmiş bir Türk hükümeti karar verecek. O zamana kadar Washington'un önündeki zorluk, bunu görünür kılmak için yeterli baskıyı sürdürmek olacaktır.”
Yukarıdaki dokümanlara baktığımızda Türkiye’de “diktatörlüğün” var olduğu, “hukuksuzluğun hâkim olduğu”, “adalet ve özgürlüklerin olmadığı”, bir kısmı açık olarak bir kısmı da dolaylı olarak, ifade edilmektedir. Bu dokümanlara göre Türkiye’deki yönetim askeri darbe ile değil seçimle tasfiye edilmelidir.
Bu yaklaşımı ile Biden, Türkiye’deki yönetime savaş açmıştır. Bu savaşta şimdilik bir askeri darbe girişimi yer almayacaktır. İktidar seçimle düşürülmek istenmektedir. Bunun için kullanılacak en önemli araç, bir kadife darbe sürecidir. ABD’nin öncülüğünde Türkiye’de askeri boyut içermeyen sosyolojik amaçlı bir savaş / Kadife Darbe yapılmak istenmektedir. Dolayısıyla siyasi iktidarı yıpratacak her malzeme ve her unsur kullanılacaktır.
Bu savaş, şu an için beş boyutludur: 1. Muhalefet ile işbirliği, 2. Kürt hareketi ile işbirliği, 3. Biden’in doğrudan temas kurduğu Türk liderliği unsurları ile işbirliği, 4. Bölgedeki müttefiklerle işbirliği, 5. Türkiye-Rusya işbirliğinin çözülmesi ve Türkiye’nin bölgede yalnızlaştırılması.
Türkiye’de son zamanlarda olan olaylara baktığımızda Kadife Darbenin ilk iki aşamasının gerçekleştiğini, üçüncü aşamanın da başlatılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz: 1. Aşama: Boğaziçi Üniversitesi ile başlatılan eylemler zinciri. 2. Aşama: Gara Operasyonu ile başlatılan psikolojik savaş. 3. Aşama yolsuzluk iddiaları.
Birinci
aşama Taksim Kadife Darbe sürecinde Taksim Gezi Parkı eylemlerine tekabül
ederken; ikinci aşamanın, Robosky faciası / Soma olayları / Fenerbahçe
otobüsüne saldırı / Suruç Provokasyonuna tekabül ettiğini söyleyebiliriz.
Bu yazıda Kadife Darbenin birinci aşaması değerlendirilecektir.
Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin Başlangıç / Birinci Aşaması: BÜ Olayları
Kadife darbeler diktatörlük, hak, hukuk, adalet ve özgürlük kavramları üzerinde inşa edilen, şiddet içermeyen, gayrimemnunlar ittifakına dayanan, seçim endeksli darbe türüdür. Kadife darbeciler hedef ülkede diktatörlüğün var olduğu, hak, hukuk, adalet ve özgürlüğün ise olmadığı imaj ve kanaatini oluşturacak, inşa edecek her şeyi hiçbir kutsal tanımadan kullanırlar. Kadife darbeye karşı mücadele bu imaj ve kanaatlerin ortadan kaldırılması merkeze alınarak yürütülmelidir.
Daha önce birçok üniversiteye dışardan rektör atanmış olmasına rağmen ses çıkarmayanlar, BÜ’ne dışardan bir rektörün atanması ile istedikleri fırsatı yakalayıp Kadife Darbe Sürecini başlatmışlardır.
Boğaziçi Üniversitesi’ne, dışardan bir rektörün atanmasından sonra, önce akademisyenler direniş başlatmış (birinci evre) sonra öğrenciler devreye girerek akademisyenlerin direnişini eylemler yaparak desteklemiş (ikinci evre); daha sonra da değişik eylem grupları sürece dahil olmuştur (üçüncü evre).
Akademisyenlerin ve öğrencilerin direnişleri başlangıçta kamuoyunda fazla ilgi görmemiştir. Ancak kampüste açılan sergide Kâbe resminin üzerine Şahmeran resmi ile birlikte LGBT sembollerinin konmasının sosyal medyaya servis edilmesi ile birlikte başlayan tartışma, Boğaziçi eylemlerinin LGBTIQ+ üzerinden Türkiye’nin gündemine oturmasını sağlamıştır (Dördüncü evre). Eylemcilerin rektörlüğü işgal etmeye kalkmaları sonunda polis müdahale etmiş, eylemcilerin bir kısmı emniyete götürülüp mahkemeye sevk edilmiştir. Yolboyu muhalefetteki bazı siyasi parti yöneticileri de eylemlere destek vermeye başlamıştır. Daha sonraki süreçte BÜ’ndeki eylemlere, Türkiye’nin değişik yerlerinde Üniversite ve Lise gençliği adına eylemler yapılıp, bildiriler yayınlanarak destek verilmiştir. Ayrıca değişik Üniversitelerin öğretim elemanları adına bildiriler yayınlanmıştır (Beşinci Evre).
Boğaziçi Kadife Darbenin Birinci Aşamasında Taşeron Örgüt: LGBTIQ+
Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinde en kritik nokta, Kâbe resmi üzerinde LGBTIQ+ sembolleri ile bir provokasyon yapılıp kamuoyuna servis edilmesidir. Niçin böyle bir provokasyon yapılmıştır? Böyle davranışın çok ciddi bir tepki çekeceğini bilmemeleri mümkün değildir. Öyleyse Kadife darbeci beyin takımının amacı, niyeti nedir?
Kadife darbelerde yapılan eylemlerin ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurulmasını temin edip dış destek sağlayabilecek bir taşeron örgüte ihtiyaç vardır. Bu, Taksimde bombalama yapan DHKP-C idi. Boğaziçi Üniversitesi eylemlerinde ise LGBTIQ+ seçilmiştir. Boğaziçi Kadife Darbe sürecinde birinci aşamadaki icracı, öncü örgüt LGBTIQ+’dır. Bunun seçilmesinin nedeni değişik boyutlarda ele alınıp değerlendirilmelidir.
Taşeron Örgüt olarak LGBTIQ+’nın seçilmesinin ana nedeni / birinci boyutu kanaatimizce, dış destektir. Ak Parti ve MHP yöneticilerinin eylemcilere karşı kullandıkları dil, özellikle LGBTIQ+ ile ilgili ifadeler, istenen dış desteğin İnsan hakları üzerinden gelmesini sağlamıştır. Başta BM olmak üzere birçok ülke Türkiye aleyhine basın açıklaması yaparak LGBT topluluğuna karşı sergilenen söylem kınanmıştır:[31]
“ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price: ‘İfade özgürlüğü ve bazılarının rahatsız edici bulacağı söylevler bile işleyen bir demokrasinin kritik unsurlarıdır. ABD temel demokratik özgürlükleri için mücadele edenlerle omuz omuza durmaya devam edecektir. Öğrencilerin ve göstericilerin gözaltına alınmasından endişe duyuyoruz. Cinsel azınlıklara karşı nefret söylemini şiddetle kınıyoruz.’
BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği: ‘Barış yanlısı protestolara katıldıkları için gözaltına alınan öğrencilerin ve göstericilerin derhal serbest bırakılması çağrısı yapıyoruz. Yetkililerin, LGBT topluluğuna karşı nefret ve ayrımcılık içeren, eşcinsellere ve trans bireylere karşı yorumlarını kınıyoruz.’ ‘…Bu olaylar sırasında üst düzey yetkililer tarafından LGBT’li öğrencilere yönelik nefret söylemi ve bir LGBT derneğinin kapatılması kabul edilemez.’ ‘…Türkiye'yi ulusal ve uluslararası yükümlülüklerine saygı göstermeye ve son haftalarda barışçıl toplanma haklarını kullandıkları için keyfi olarak gözaltına alınan kişileri serbest bırakmaya çağırıyoruz.’
Avrupa Birliği Komisyon yetkilileri: ‘Avrupa Birliği, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve yargı alanlarında Türkiye'de devam eden olumsuz gelişmeden ciddi şekilde endişe duymaktadır.’ ‘…Meşru toplanma özgürlüğü hakkını kullanan yüzden fazla öğrencinin tutuklanması ve İstanbul Valisinin Boğaziçi Üniversitesi'ni kapsayan iki ilçede her türlü toplantı, gösteri ve yürüyüşü yasaklama kararının son derece kaygı verici bir durum olduğu,’ ‘Türk yetkililerin AB değerleri ve standartlarına yönelik reform gerçekleşeceği beyanlarına da aykırılık oluşturmaktadır.’
Avrupa
Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor:
‘Polis şiddeti, toplu gözaltılar, genelleşen terörizm suçlamaları ve LGBT'yi hedef haline getirmek... Yeni pozitif gündem ve reform iradesinin yansıması bu mu?’”
Görülebileceği gibi Kadife darbelerde istenen dış destek, LGBTIQ+ üzerinden sağlanmıştır. Kullanılan ifadelere dikkat edilirse, diktatörlük imajı ile hak, hukuk ve özgürlüklerin olmadığı imajı inşa edilmek istenmiştir.
LGBTIQ+’nin taşeron örgüt olarak öne çıkarılmasının ikinci boyutu, iç kamuoyu ile ilgilidir. LGBTIQ+’nın siyasi iktidara karşı eylem yapması, geniş bir muhalefet cephesinde kendisine meşruiyet ve sempati kazandırmıştır. Üçüncü boyut ise her zaman eylemlerin önünde olabilecek bir örgütsel kitle sürece dahil edilmiştir.
Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin Birinci Aşamasında İç Destekler
LGBTIQ+’nın seçilmesi ile anında uluslararası düzlemde gerekli dış destek sağlamıştır. İç destek açısından ortaya konan hedef kitleyi ve yapıları anlayabilmek için ‘Boğaziçi Direnişine Emek Veren ve Dayanışmayı Yüreğinde Hissedenler’ imzasıyla yayımlanan bildiriyi değerlendirmekte fayda vardır:
“Boğaziçi Üniversitesi’ne anti-demokratik biçimde atanan rektöre karşı 4 Ocak tarihinden bu yana devam ettirdiğimiz protestolar, sürecin başından beri nefret söylemleriyle hedef gösterildi. Şimdi de 26 gündür sürdürdüğümüz protestoların bir parçası olan ve yaklaşık bir haftadır devam eden sergimize direnişimizi bitirmek amacıyla saldırılmaktadır.
Sergi, direnişini sanatla ifade etmek isteyen arkadaşlarımızın emeğiyle üç yüzden fazla eseri herhangi bir kısıtlama gözetmeden kampüsle buluşturdu. Sergiye yapılan saldırılar geçtiğimiz günlerde eserlerin çalınması ile başladı. Suçlamaların odağında olan sergi; hiçbir gruba, inanca, kimliğe yönelik bir saldırı niteliği ve amacı taşımamaktadır.
Yine de bu serginin beraber mücadele ettiğimiz Müslüman arkadaşlarımızın değerlerini tahkir edici bir eylem olduğu iddiası söz konusudur. Sergiyle ilgili inanç üzerinden dile getirilen hassasiyetlerin farkındayız. Her sanat eseri eleştiriye açıktır. Ancak, sanat eserlerinin yargılanması gibi bir durum en basit haliyle ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. Direnişimizi bitirmek isteyen iktidar ve medyası konuyu bilinçli olarak saptırmaya çalışmaktadır.
Bu sergiye emek veren arkadaşlarımızın haksız şekilde gözaltına alınmaları ve süreçte uygulanan şiddet asla kabul edilemez. Boğaziçi Üniversitesi’nde çok kültürlü, çok sesli, çok inançlı ve çok renkli yaşam pratiğini korumaya çalışarak devam ettirdiğimiz direnişimizi hedef gösteren ve ayrıştıran suçlamalar, beraberliğimizi bozmaya ve mücadelemizi kırmaya yöneliktir. Haklı direnişimizin amacının saptırılmasına ve kırıminalize edilmesine bugüne kadar izin vermedik, bundan sonra da izin vermeyeceğiz.
Okulumuzdaki farklı toplulukların ve kimliklerin yapılan saldırılarla hedef gösterilmesi meşru kılınamaz. Sosyal medyada yer alan LGBTİ+ fobik söylemlerin hiçbirini kabul etmiyoruz. Öğrencilerin başlattığı haklı direniş, yine öğrenci dayanışmasıyla büyümeye devam edecektir.
Arkadaşlarımız açıkça hedef gösterilirken kayyum Melih Bulu’nun sosyal medyadaki nefret söylemlerine katılarak yaptığı paylaşımlar ve rektörlük tarafından açılan soruşturma gösteriyor ki kayyum atamaları üniversitelerin fikir hürriyetine vurulan en büyük kelepçedir.
Okulumuzdaki
barışçıl eylemlere, düzenledikleri sergiyle destek veren sanatçı arkadaşlarımız
yalnız değildir. Biz Boğaziçili öğrenciler olarak, hiçbir hukuki
zemini olmayan bu gözaltıların son bulmasını talep ediyoruz.
1. Arkadaşlarımız
derhal serbest bırakılmalıdır.
2.
Polis, kampüsü ve çevresini bir an önce terk etmelidir.
3.
Nefret söylemleri ve hedef göstermelerle öğrencileri ayrıştıran, kampüsü
güvensizleştiren kayyum Melih Bulu derhal istifa etmelidir!
4. Rektörlük seçimleri, üniversitelerin tüm bileşenlerinin katılımıyla demokratik bir biçimde yapılmalıdır.”
Üzerinde
özel olarak durulması gereken ifadeler şunlardır:
1. “Okulumuzdaki
farklı toplulukların ve kimliklerin yapılan saldırılarla hedef gösterilmesi
meşru kılınamaz.”
2. “Sosyal
medyada yer alan LGBTİ+ fobik söylemlerin hiçbirini kabul etmiyoruz.”
3. “Öğrencilerin
başlattığı haklı direniş, yine öğrenci dayanışmasıyla büyümeye devam
edecektir.”
4. “…Kayyum
atamaları üniversitelerin fikir hürriyetine vurulan en büyük kelepçedir.”
5. “Rektörlük seçimleri, üniversitelerin tüm bileşenlerinin katılımıyla demokratik bir biçimde yapılmalıdır.”
Bu bildiri, Taksim Platformu’nun Gezi Parkı ile ilgili yayınladığı bildiri ile öz itibarıyla benzerdir. Bildiride birleşik cephe taktiği kullanılmıştır. Bir taraftan İslâm’ın kutsallarına saldırılırken diğer taraftan çok kültürlülük kapsamında “Müslüman arkadaşlar” düşünce ve fikir özgürlüğüne saygıya davet edilmektedir. Kabe’ye saldırmak, fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilirken LGBTIQ+’ya yöneltilen her eleştiri, insan haklarına saldırı, kin ve nefret söylemi kapsamına sokularak bir psikolojik harekât yürütülmektedir.
Dikkat çekici olan noktalardan biri de Boğaziçi Dayanışma Platformu merkezli “öğrenci dayanışmasının” yaygınlaşacağı öngörüsüdür. Nitekim çok kısa bir zamanda Türkiye’de bir çok vilayette üniversiteli, liseli gençlik ve mezunlar adına hem eylemler yapılmış hem de bildiri yayınlanmıştır [Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi, İÜ, YTÜ, İTÜ, Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi Müslüman Öğrencileri; İTÜ Fizik Mühendisliği Kulübü, Yatırım Kulübü; ODTÜ’si Öğrencileri ve Mezunlar Derneği, Hacettepe Dayanışması; (Liseler: İstanbul Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi, Bahçelievler Anadolu Lisesi, Galatasaray Lisesi, Haydarpaşa Lisesi, İnanç Lisesi Mezun ve Öğrencileri, Kabataş Lisesi, Beşiktaş Anadolu Lisesi, Cağaloğlu Anadolu Lisesi, Çapa Fen Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Şehremini Lisesi, Şair Abay Anadolu Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi, Gazıosmanpaşa Anadolu Lisesi Öğrencileri ve Mezunları, Saint Michel Lisesi Bağımsız Mezunlar Grubu, Eyüp Anadolu Lisesi Mezunları, Kandilli Kız Anadolu Lisesi Öğrencileri ve Mezunları, Mersin fen Lisesi Mezunları ); Boğaziçi Avukat Koordinasyonu, İTÜ Dayanışması, Ayvalık Öğrenci Fikir Topluluğu, MEF Dayanışması, Trakya Üniversitesi Dayanışması, Porsuk Öğrenci Dayanışması].
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemlere ODTÜ, Galatasaray Üniversitesi, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi, Özyeğin Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Mimar Sınan Güzel Sanatlar Üniversitesi Öğretim Üyelerinden / Elemanlarından / Akademisyenlerinden bir grup adına destek bildirileri yayınlanmıştır. Ayrıca yurt dışından Brighton College, Duke Üniversity, Bservatory Üniversity adına da yayınlanmış bildiriler bulunmaktadır. Diğer taraftan İstanbul Barosu, Eğitim Sen, Çağdaş Hukukçular Derneği de bildiri yayınlayarak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki eylemlere destek vermişlerdir.
Lise öğrencilerinin sürece dahil edilmesi, 1968 olaylarında eylemlerin önce üniversitelerde başlatılıp daha sonra liselere sıçratılmış olması ile ciddi benzerlik arz etmektedir. Önümüzdeki dönemde öğrenci gençliği sokağa çekebilecek provokasyonlar yapılabilir. Böyle bir oyuna Türkiye gelmemeli ve gençliği tahrik edecek dil ve söylemden kaçınılmalıdır.
Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin Birinci Aşamasındaki Sloganlar
Mevcut siyasi iktidardan memnun olmayan kitleleri eylemleri destekleyecek hale getirebilmek için, basit, sade ve fakat mesaj içeren sloganlar üretilip kullanılmaktadır. Boğaziçi Kadife Darbe sürecinin Birinci aşaması olan Boğaziçi Üniversitesi eylemlerindeki Sloganlarda gençliği psikolojik olarak tahrik edip eylemlerin içine çekecek meydan okuma havası verecek bir öz vardır: “Aşağıya bakmayacağız”, “Aşağıya bakmıyoruz”, “Yüreğimiz de yeter.” “Bundan sonrası bizde”, “Her yer Boğaziçi, her yer direniş”, “Kayyum rektör istifa”, “Kayyumlar gidecek Üniversiteler bizimle özgürleşecek”, “Kayyumlara inat yaşasın hayat”, “Hocalarımızın yanındayız”, “Boğaziçi Üniversitesi’nin yanındayız”, “Boğaziçili öğrenciler yalnız değildir”, “Öğrencilere özgürlük”, ”Ben de imzacıyım”, “Bütün talepler gerçekleşene kadar kabul etmiyoruz vazgeçmiyoruz”, “Üniversitemizi savunmak için eylemdeyiz”, “Üniversiteler bizimdir”, “Özerk ve demokratik üniversite”, Akademik Özgürlük ve özerklik”, “Üniversiteler bizim gelecek bizim”, “Öğrencilerimize dokunmayın”, “LGBT Hakları İnsan haklarıdır”, “Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet”, “Arkadaşlarımızı serbest bırakın”, “Baş eğmedik, eğmeyeceğiz.”
Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin Birinci Aşamasında: Bir Lider Çıkarmak
Kadife darbelerde genellikle iktidara muhalif, mücadele etmiş, bedel ödemiş, tanınan, bilinen ve Batı yanlısı insanlar arasından bir lider seçilmektedir. Birinci nesil Kadife Darbelerde öne çıkmış / çıkarılmış batı yanlısı liderler vardır. Mücadele, onları merkeze alarak şekillendirilmiştir. İkinci Nesil Kadife Darbe zinciri olan Arap Baharında ise Tunus, Mısır, Libya, Suriye’de herhangi bir lider ortaya çıkarılmamış ya da çıkarılamamıştır. Mısır’da batı yanlısı El Baradey denemesi tutmamıştır. Türkiye’de Taksim Kadife Darbe sürecinde de yol boyu tek bir lider ortaya çıkarılmamış ya da çıkarılamamıştır. Boğaziçi darbe sürecinde gençlikte ve akademisyenlerde henüz bir lider ortaya çıkmamıştır.
Akademisyenler içerisinde başlangıçta bir lider söz konusu değildir. Son günlerde eski BÜ Rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder öne çıkmaya ya da çıkarılmaya çalışılmaktadır:[32]
“İçişleri Bakanı Soylu, katıldığı bir televizyon programında Prof. Üstün Ergüder'i telefonla arayarak uyardığını belirterek, “Kendisini aradım, böyle işlere girmemesi lazım geldiğini söyledim. Benim yaşım 80, ben bu işlerle uğraşmıyorum' dedi. Hayır bu işlerle uğraştığınızı biliyorum...” ifadelerini kullandı.”
Soylu’nun bu konuşmasının üzerine 1460 kişi tarafından Ergüder'e destek veren, akademisyen, sanatçı ve siyasetçinin de içerisinde yer aldığı bir imza listesi yayınlanmıştır.
Soylu’nun ifade ettiği gibi Üstün Ergüder, Boğaziçi eylemlerinde arkada aktif rol oynuyor ise, Soylu’nun TV programındaki sözleri ve ardından gelen 1460 kişilik imza listesi ile Ergüder, Kadife darbe sürecinin önemli şahsiyetlerinden biri olmuştur. Lider olup olmadığı zamanla ortaya çıkacaktır. Ancak bu olgu akademik camiada bir direnişin organize edilip Türkiye sathına yayılmak istenmesinin bir işareti olarak değerlendirilmelidir. Nitekim Galatasaray Üniversitesi’nde Fransız hocalar için dil şartının getirilmesi ile bir direniş başlatılmıştır.[33] Akademisyenlerin direnişi, dışarıdan rektör atanmış üniversitelere yaygınlaştırılabilir. Dikkatli olunmalıdır.
Sonuç: Kadife Darbeler Siyasi İktidarların Hataları Üzerine İnşa Edilmektedir
Prof. Dr. Melih Bulu, 2002'de, AK Parti Sarıyer İlçe Teşkilatının kurulmasında görev almış; Partinin il yönetiminde, ekonomiden sorumlu İstanbul İl Başkan Yardımcılığı yapmış, 2009 yerel seçimlerinde Ataşehir Belediye Başkanlığı için AK Parti'den aday adayı olmuş ve Haziran 2015 Genel Seçimlerinde ise AK Parti’den İstanbul 1. Bölge milletvekili aday adayı olmuştur.
Böyle bir siyasi kimliğe sahip birisinin BÜ’ne dışarıdan rektör olarak atanmasına tepkilerin olmayacağı görülememiş midir?
Kendisinin
böyle bir göreve dışarıdan biri olarak talip olma cesaretini, 2004 yılında
kurucularından olduğu; yönetim kurulu üyeleri Ali Koç, Kenan Yavuz, Cem
Soysal Hakan Altınay, Prof. Dr. Kerem Alkin, İpek Nur Cem Taha (İsmail Cem’in
kızı), Nurdoğan Şengüler, Levent Yılmaz, Aykut Özüner, Erkan Güven, Prof. Dr.
Aslıhan Nasır (BÜ) ve Doç. Dr. Murat Yalçıntaş’tan oluşan Uluslararası
Rekabet Araştırmaları Kurumu (URAK)’nun 2017-2019 yılları arasında Yönetim
Kurulu Başkanı olmuş[34] olmasından
mı almıştır?
Böyle
bir atamada birileri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hiçbir şey olmaz mı demiştir?
Bir TV kanalında İçişleri Bakanı Soylu’nun eski rektör, 80 yaşındaki Prof. Dr. Üstün Ergüder’i arayıp ikaz etmiş olduğunu söylemesinin, neden olabileceği tepkileri görememiş olması üzücüdür.
Bir
salgın döneminde salgını önlemek için esnafa, okullara, otobüslere, minibüslere
mesafe şartından dolayı tedbir uygulanırken, hafta sonları ve geceleri sokağa
çıkma yasağı varken, AK Parti kongrelerinin “tıklım tıklım” olması ile
övünülmesi, çok ciddi bir tezat olup Kadife darbecilere kullanılması için
fırsat verilmektedir.
AK Parti ve MHP Yöneticilerinin, BÜ eylemlerine katılan tüm öğrencileri, organizatörlerden, 1. ve 2. Beyin takımından ayırmadan “vatan haini, terörist” olarak niteleyip tehdit etmeleri, kadife darbecilerin ekmeğine yağ sürmektir.
Bütün bunlar, Kadife Darbeci Beyin Takımına aradıkları fırsatı vermiştir/ vermektedir.
Yöneticilerin unutmaması gereken en temel gerçek, Kadife darbelerin siyasi iktidarların hataları üzerine inşa edildiği gerçeğidir. Kadife darbelerin birinci ve ikinci beyin takımları, stratejilerini bu hatalar üzerine inşa edip taşeron örgüt üretmekte ya da elde etmektedirler:[35]
“(Sirbistan’da) Miloşeviç de sağ olsun; bize öfkelenecek bir sürü sebep sunmak için bayağı sıkı çalıştı. 1996’da, kuklalarının pek çoğunu gönderen ve yerlerine muhalefet üyelerini getiren meclis seçimlerinin sonuçlarını tanımayı reddetti ve gösteri yapmak için sokaklara dökülen eylemcileri de Miloşeviç’in polisi ezip geçti. 1998’de ise Sırbistan’ın altı üniversitesinin akademik ve idari işleri de dahil her türlü kontrolünün artık hükümetinde olduğunu ilan ederek, mutlak diktatörlüğe bir adım yaklaştı. Bu kadarı benim de, arkadaşlarımın da sabrını taşırmaya yetti…”
Kadife darbelere karşı verilecek mücadele, kin ve nefret taşımayan bir dil ve söylem üzerine inşa edilmelidir. Öfke ile hareket edilmemelidir. Eylemlere katılan kitleler değil, birinci ve ikinci beyin takımı ile taşeron örgüt hedef alınmalıdır. En büyük hata eylemlere katılan gayrimemnunların hedef alınması, hakarete uğraması ve tutuklanması, dövülmesidir. Kadife darbeci beyin takımının hedefi, daha çok insanın hakarete uğraması, tutuklanması ve dövülmesidir. Eylemlere katılanlarda “korku duvarını yıkmak” öncelikli amaçtır:[36]
“(Sirbistan Kadife Darbe Sürecinde) Doğal olarak ortamın en havalıları, tutuklanmayı becerenlerdi; hapisten çıkmak, korkusuz ve cesur yanı kesinlikle seksi olmak demekti. Haftalar içinde, mahallenin en inek oğlanları, ceplerinde koruyucu taşıyan ve okula kendi grafik hesap makinelerini getirmekle övünen tipler bile, gecenin birinde polis arabasında gözükmeye ve sonrasında sınıflarındaki en çekici kızdan randevu kopartmaya başlamıştı.”
O nedenle Kadife Darbeci beyin takımının ve taşeron örgütün temel amaçlarını, ilişki zincirini deşifre etmek, gayrimemnunların memnuniyetsizliklerini giderecek bir dil, tutum ve tavır ortaya koymak, tezatlarını sergilemek asıl olmalıdır.
Boğaziçi Üniversitesi akademisyen ve öğrencilerin direnişinin görünür amacı, Boğaziçi Üniversitesi’ne dışardan bir kişinin rektör olarak atanmasıydı. Oysa yayınlanan bildirilerde dışardan rektör atanan diğer üniversitelerdeki atamalara da karşı çıkılmaktadır. Eğer diğer üniversitelere dışardan rektör atanmasına atandıkları zaman karşı çıkmış, bildiri yayınlamış olsalardı, bugün bu ifadeleri kullanmakta haklıydılar. O gün susanlar bugün konuşmaya başlamışlar ise niyetleri, amaçları samimi ve içten değildir. Amaçları, dışardan rektör atanan tüm üniversitelerdeki atamalardan dolayı gayrimemnun olan bir kitlenin dikkatini çekip direnişe destek vermesini sağlamaktır. Yani gayrimemnunlar ittifakını genişletmektir.
Bugüne
kadar siyasî iktidarı yıpratacak her şeye imza koyan Boğaziçili akademisyenler,
nedense dışarıdan rektör atanan diğer üniversiteler için seslerini
çıkarmamışlar; Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasında üç maymunları
oynamışlardır. Keza aynı durum, Boğaziçi eylemlerini desteklemek amaçlı bildiri
yayınlayan tüm akademisyenler için de geçerlidir.
O nedenle bu kesimlerin bugünkü direnişleri salt rektörlük ile ilgili değildir.
Kadife darbe sürecinde dolaylı harp stratejisi uygulandığından kamuoyunun ve siyasi iktidarın dikkatleri bir noktaya yönlendirilip odaklandırıldıktan sonra tam ters bir noktadan siyasi iktidara darbe vurulmaya, zarar verilmeye çalışılmaktadır. Ters noktadan darbe vurulur vurulmaz, kadife darbe sürecine katılan tüm unsurlar, aynı anda harekete geçirilip büyük bir kampanya başlatılmaktadır. Böylelikle kendi taraftarlarının morali ve heyecanı yükseltilirken, siyasi iktidarın ve taraftarlarının morali bozulmak istenmektedir.
Kadife
darbecilerin yaptığı hamlelerin savuşturulması, sürecin bittiği anlamına
gelmemelidir. Taraflardan biri tasfiye oluncaya ya da taraflar arasında uzlaşma
sağlanıncaya kadar mücadelenin şiddeti artarak devam edecektir. Kadife Darbe
Stratejisi buna göre çizilmiş ve uygulamaya sokulmuştur.
Şu an Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin ilk üç aşaması dolaylı harp stratejisine uygun olarak devreye sokulmuştur:
1.
Aşama: Boğaziçi Üniversitesi ile başlatılan eylemler zinciri.
2.
Aşama: Gara Operasyonu
ile başlatılan psikolojik savaş.
3. Aşama: Merkez Bankası ve ithal aşılar üzerinden yolsuzluk iddiaları.
Kadife darbelerde en önemli unsurlardan biri, (sürecin ister mahiyetini bilsin isterse bilmesin fark etmez) gayrimemnun kitlelerin ittifakının sağlanmasıdır. En dikkat çekici husus, rektör atamalarında ve atanan rektörlerin üniversiteler içindeki tutum ve tavırlarından dolayı çok farklı inanç sistemine mensup insanlar şikâyetçi olup kullanılan kötü bir dilden dolayı, farkına varmadan kadife darbecilerin değirmenine su taşımaktadırlar.
Kadife
darbeci beyin takımı, bir taraftan var olan gayrimemnunlarla dolaylı bir
şekilde, kendileri arka planda kalarak, çatı örgüt aracılığıyla ittifak kurmaya
çalışırken; diğer taraftan yeni fay hatları oluşturup gayrimemnun sayısını
artırmaya çalışmaktadır.
Bu açıdan meseleyi ele aldığımızda, Kadife Darbeciler, devlet mekanizmasının kılcal damarlarına, medyaya / sosyal medyaya, iş dünyasına yerleşmiş, gizli, uyuyan kadroları / hücreleri aracılığıyla pek çok provokatif eylem icra etmek isteyeceklerdir:
· Cemaatler
arası ihtilafları tefrikaya ve kavgaya dönüştürmek,
· Cemaatler
ile siyasal iktidarı karşı karşıya getirecek operasyonlar yapmak veya siyasi
iktidarın böyle bir hata yapmasına zemin hazırlamak,
· Diyaneti
yıpratmak, Diyanet’le cemaatleri, Diyanet’le siyaseti karşı karşıya getirerek
yeni gerilim alanları inşa etmek,
· Sendikalar
ile siyasal iktidarı karşı karşıya getirebilecek şekilde komplolar kurmak,
· Doğudaki
aşiretleri rahatsız edecek uygulamalar yapılmasını sağlayarak devlete karşı
kırgın hale getirmek,
· Spor
kulüplerini ya da spor kulüpleri ile siyasal iktidarı karşı karşıya getirerek
gerilimi artırmak,
· Vakıflar,
dernekler, gönüllü kuruluşlar arasında ayırımcılık yapılmasını sağlayarak
küskünler, kırgınlar zümresini artırmak,
· Lise
ve üniversitelerde gençliği tahrik edecek uygulamalar yapılmasını sağlamak,
· Etnik
fay hatlarını (Türk-Kürt, Türk-Ermeni, Türk-Rum gibi) harekete geçirecek
provokasyonlar yapmak,
· Dini
ve Mezhepsel fay hatlarını (Müslüman-Hıristiyan, Müslüman-Süryani; Alevi-Sünni;
Sünni-Şii gibi) harekete geçirecek provokasyonlar yapmak,
· Afgan,
Suriyeli göçmenlerle yerli halk arasında fay hattı oluşturup
harekete geçirmek veya göçmenleri birbirine düşürerek, kavga ettirip onlara
karşı düşmanlık oluşmasını sağlamak,
· Laik-anti
laik fay hattını harekete geçirebilecek provokasyonlar yapmak,
· Yaşam
tarzına müdahale provokasyonları yaparak gerilim artırmak,
· Ordu
ile polisi, ordu ile siyasal iktidarı karşı karşıya getirecek tuzaklar kurmak.
· Ordu
ve Polis içerisinde güvensizliği yaygınlaştırarak ordu ve polisi pasifize
etmek,
· Bürokrasi
özelikle Yargı mensupları arasında güvensizlik yayarak pasifize etmek,
· Bürokrasinin
her kademesine karşı halkta güvensizlik meydana gelmesini sağlamak,
· Bürokrasi
ile Cumhurbaşkanını ve hükümeti karşı karşıya getirerek sistemin işleyişini
kilitlemek,
· AK PARTİ ve MHP içinde ihtilafları körükleyerek partileri bölmek ve yeni partilerin ortaya çıkmasını sağlamak.
Tüm bunların gerçekleşip gerçekleşmemesi, öncelikle siyası iktidarın takınacağı tavra, ortaya koyacağı yol haritasına bağlıdır. İstediği tüm yetkilerin fazlasını almış bir siyasi iktidarın, başkalarını suçlamak, hakaret etmek üzerine kurulu bir politikayı, devam ettirmeye çalışması çok kötü sonuçlara sebebiyet verebilir. Sosyal patlamaların bedeli bu ülkeye çok pahalıya mal olur.
Başta siyaset olmak üzere tüm gönüllü kuruluşlar hata yapmamaya gayret eder, birbirini anlar, sırat-ı müstakim üzere olur ise kurulan tüm tuzaklar paramparça edilir, sahiplerinin başına geçirilir, yaşanabilir yeni bir Türkiye / İslâm dünyası / dünya inşa edilebilir:
“Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen vardır.” (14 İbrahim 46)
KAYNAKLAR
1. Bulut,
A., ABD, Neden "Düşürürüm" Diye Uyarıyor? arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr;
19 Şubat 2021.
2. Can,
B., ‘Sürekli Bürokratik Post Modern Darbeler Dönemi’, Umran Dergisi, Sayı:102.
3. Çiçek,
N., PKK' nın Yeni Stratejisi: 'Şehir Gerillacılığı', Timetürk, 08.09.2015.
4. Foster
J.B. ‘Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, Sayı:6,
Sonbahar 2003.
5. Gardels
N., ‘Amerikanın Yumuşak Gücünün Yükselişi ve Düşüşü’, NPQ, cilt 7,
Sayı -1, 2005.
6. Joseph
S. Nye, ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün Değişen Doğası’ (“Bound to
Lead: The Changing Nature of American Power”), 1990.
7. Köymen,
F., Yumuşak Güç ve AKP’nin İkilemi, NPQ, Cilt 7, Sayı-1, 2005
S:28-29.
8. Övür,
M., Kendi haydutluğunu görmeyen ABD, SABAH 01 Ocak 2021;
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ovur/2021/01/01/kendi-haydutlugunu-gormeyen-abd
9. Önenli Güven,
M., PKK: 31.07-10.08.2015 Dönemi Eylem Analizi, 21.YY. Enstitüsü
12.08.2015.
10. SDE
Raporu, KCK Örgütlenme Modeli ve Amacı, Ankara, Temmuz 2011.
11. Sharp
G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir
Çerçeve, ABD,
The
Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı, Mayıs 2010.
12. Srdja
Popovic, Matthew Miller, Devrim Planı, Diktatörleri Devirmek, Paloma, 1. Baskı,
Kasım
2015, İstanbul.
13. Talu
U., Yumuşak ve Şefkatlı, NPQ, çit 7, Sayı 1, 2005 S:16-27.
14. Tartışma,
ABD’nin Yumuşak Gücüne Ne oldu? NPQ, Cilt 7, Sayı 1, 2005 S:8-20.
15. Uygur
K., Kritik İsimlerden Tartışılacak 2023 Senaryosu; 14.02.2021;
16. https://odatv4.com/kritik-isimlerden-tartisilacak-2023-senaryosu-14022130.html ;;
17.
https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53794105 ;;
https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-icin-s400-oncelikli-sorun/5691623.html ;
[1] Sharp
G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir
Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı, Mayıs 2010, S:
10-16.
[2] Srdja Popovic, Matthew Miller, Devrim Planı, Diktatörleri Devirmek, Paloma, 1. Baskı, Kasım 2015, İstanbul: S: 11-31; 70-84; 98-100; 138-139; 147-148; 153-154; 169-170; 180-182.
[3]- Canoğlu, Y.,
‘Sürekli Bürokratik Post Modern Darbeler Dönemi’, Umran Dergisi, Sayı:102,
S:31-43.
[4] Foster
J.B. ‘Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar
2003, S: 39-45.
[5] Joseph S. Nye, ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün
Değişen Doğası’ (“Bound to Lead: The Changing Nature of American Power”), 1990.
[6] Joseph S.
Nye, ‘Öncülüğe Mecbur: Amerikan Gücünün Değişen Doğası’ (“Bound to
Lead: The Changing Nature of American Power”), 1990.
[7] Tartışma,
ABD’nin Yumuşak Gücüne Ne oldu? NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:8-20.
[8] Gardels N.,
‘Amerikanın Yumuşak Gücünün Yükselişi ve Düşüşü’,NPQ, cilt 7,
Sayı 1, 2005 S:36-43.
[9] Köymen, F.
Yumuşak Güç ve AKP’nin İkilemi, NPQ, cilt 7, Sayı 1, 2005 S:28-29.
[10] Talu U., Yumuşak ve Şefkatlı, NPQ, çit 7, Sayı 1, 2005 S:16-27.
[11] Sharp
G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir
Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı,
Mayıs 2010, S: 10-36; 77-85.
[12] Can, B., Yeni Bir Kadife Darbe Süreci-1: Arka Plan, Mayıs 2017 Umran.
[13] Sharp
G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir
Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı,
Mayıs 2010, S: 10-36.
[14] Srdja Popovic,
Matthew Miller, Devrim Planı, Diktatörleri Devirmek, Paloma, 1. Baskı, Kasım
2015, İstanbul, S: 160-162.
[15] Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı, Mayıs 2010, S: 10-36.
[16] Sharp G.,
Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert
Einstein Enstitüsü, 4. Baskı, Mayıs 2010, S: 10-36.
[17] Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı, Mayıs 2010, S: 10-36.
[18] Sharp
G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir
Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı, Mayıs
2010, S: 10-36.
[19] Çiçek, N.,
PKK'nın Yeni Stratejisi: 'Şehir Gerillacılığı', Timetürk, 08.09.2015.
[20] Önenli Güven, M., PKK:
31.07-10.08.2015 Dönemi Eylem Analizi, 21.YY. Enstitüsü 12.08.2015.
[21] Srdja Popovic,
Matthew Miller, Devrim Planı, Diktatörleri Devirmek, Paloma, 1. Baskı, Kasım
2015, İstanbul: S: 83-84.
[22] SDE Raporu, KCK Örgütlenme Modeli ve Amacı, Ankara, Temmuz 2011.
[23] Sharp
G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir
Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, 4. Baskı,
Mayıs 2010, S: 34-36.
[24] Sharp
G., age. S: 77-85.
[25] Sharp G., age. S: 10-16.
[26] https://www.mepanews.com/abd-baskan-adayi-biden-erdogana-karsi-muhalifleri-desteklemeliyiz-38788h.htm ; https://tr.euronews.com/2020/08/15/joe-biden-n-erdogan-darbe-ile-degil-secimle-degismeli-ac-klamalar-na-bestepe-den-sert-tepk ; https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-53794105 ;; http://www.diken.com.tr/muhalif-liderleri-desteklemeliyiz-diyen-bidena-muhalefet-ve-iktidardan-tepki/ ;; https://www.amerikaninsesi.com/a/erdogan-dan-biden-a-diyalog-ab-ye-yaptirimlar-bizi-irgalamaz-mesaji/5692840.html
[27] Mahmut
Övür, Kendi Haydutluğunu Görmeyen ABD, SABAH 01 Ocak 2021;; https://www.sabah.com.tr/yazarlar/ovur/2021/01/01/kendi-haydutlugunu-gormeyen-abd
[28] https://tr.euronews.com/2020/12/10/abd-nin-eski-suriye-ozel-temsilcisi-jeffrey-erdogan-a-disinizi-gosterene-kadar-geri-ad-m-a ; https://www.amerikaninsesi.com/a/abd-icin-s400-oncelikli-sorun/5691623.html ; https://www.nerinaazad.co/tr/news/regions/america/jeffreyden-abd-ve-turkiye-iliskisine-dair-aciklama-artik-devir-degisti
[29] Kayahan Uygur; Kritik İsimlerden Tartışılacak 2023 Senaryosu; 14.02.2021; https://odatv4.com/kritik-isimlerden-tartisilacak-2023-senaryosu-14022130.html ;; https://carnegieeurope.eu/2021/01/21/why-eu-and-united-states-should-rethink-their-turkey-policies-in-2021-pub-83662
[30] Arslan Bulut, ABD, Neden "Düşürürüm" Diye Uyarıyor? arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr; 19 Şubat 2021
[31] https://tr.euronews.com/2021/02/03/halk-n-cogunlugu-rektorun-secimle-gelmesi-gerektigini-dusunuyor-eskiden-nas-ld-ne-degisti; https://tr.euronews.com/2021/02/03/ab-den-bogazici-ve-lgbt-tepkisi-reform-beyan-na-ayk-r-gelismeler-nefret-soylemi-kabul-edil
[32] Boğaziçi'nin
eski rektörü Prof. Dr. Üstün Ergüder'e 1460 kişilik destek, cumhuriyet.com.tr,
23 Şubat 2021 Salı.
[33] https://onedio.com/haber/turkiye-den-misilleme-galatasaray-universitesi-nin-fransiz-hocalarina-turkce-zorunlulugu-965641
[34] https://www.urak.org/yonetim-kurulu.html
[35] Srdja Popovic,
Matthew Miller, Devrim Planı, Diktatörleri Devirmek, Paloma, İstanbul, 2015, S:
16.
[36] Srdja Popovic, Matthew Miller, Devrim Planı, Diktatörleri Devirmek, Paloma, İstanbul, 2015, S: 17.