Prof. Dr. Burhanettin Can – Umran Dergisi/Mayıs 2025-369. Sayı
Allah Kur’ân’da, Hz. Âdem’in cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmesinden sonra kıyamete kadar vuku bulabilecek durumlarla ilgili insanlığı uyararak onlara yol göstermektedir. Bu sebeple geçmiş nesillerin başına gelenler geçmişte kalan, tekrarlanmayacak basit birer kıssa şeklinde değerlendirilmemelidir. Bu kıssalar, İblis’in yolundan gidenlerin kıyamete kadar uygulayacakları strateji ve taktiklerin birer göstergesi, birer ifşası açısından ele alınıp değerlendirilmelidir.
Kur’ân-ı Kerim’de ümmet kavramının geçtiği ayetler, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, ilk nesilden günümüze gelinceye kadar her peygamber gelişinde ümmetler içinde ve arasında, genelde bir anlaşmazlığın ortaya çıktığı görülmektedir (11/118). Bu ayetlerde ifade edilen anlaşmazlığın, ihtilafların temel sebepleri, gelen tevhidi değerlerle var olan saptırılmış/bozulmuş değerlerin çatışmasıdır. Bu çatışmayı sağlayan ana unsurlar şu şekilde sınıflandırılabilir: 1. İblis/şeytan faktörü, 2. Mele-mütref takımının fitne ve fesadı/refahtan şımarıp azan önde gelenlerin fitne ve fesadı, 3. Hevasını ilahlaştıranların fitne ve fesadı, 4. Bağy’e tabi olanlar/bağy edenlerin fitne ve fesadı, 5. Kalplerin katılaşması, 6. Allah tarafından kalplerin ve kulakların mühürlenmesi, 7. Allah tarafından gözlere perde indirilmesi, 8. Öğüt alıp düşünülmemesi, 9. Küfür ve münafıklık batağına saplanılması, 10. Ölümün ve hesap gününün önemsizleşmesi, 11. Kavmiyetçilik hastalığına yakalanılması.
Bu ana etkenlerden “Şeytan” ve “mele-mütrefler”, fert açısından birer dış etkenken diğerleri ise birer iç etkendir ve ferdin iç dünyasından gelir. İman edenler, İslâm dünyasına aydınlığın gelmesini, adaletin hâkim olmasını, birlik ve dayanışma ruhunun yeniden inşa edilmesini istiyorlar ve zulüm altında ezilip yok olmayı istemiyorlarsa hep birlikte şunları yapmalıdırlar: İblis’in yolundan gidenlerle, kavmiyetçilik hastalığına yakalananlarla, ölümü ve hesap gününü unutup hevalarını ilahlaştıranlarla ve bağy hastalığına yakalananlarla haysiyetlice mücadele etmek (Kehf 18/28, Şûrâ 42/13-16, Hucurât 49/9-10 ve Şûrâ 42/39). Önceki yazımızda ümmet şuurunun yeniden inşası bağlamında kavmiyetçilik hastalığı ele alınıp değerlendirilmişti. Burada ise, bütün hastalıkların temelindeki ölüm hakikatinin ümmette gittikçe önemsizleşmesi ve unutulması üzerinde durulacaktır. Bunun için de genel hatlarıyla ölüm olgusu Kur’ân ve sünnet çerçevesinde ele alınıp değerlendirilecektir.
Ölüm Kavramının Semantik Alanı
Ölüm kavramı; ecel, vefat, ölü, mevta, varoluş, hayat, bu dünya, öteki dünya, Allah, peygamber, ölüm meleği, aile, akraba, toplum kavramları ile iç içe geçmiş, birbirini karşılıklı etkileyen bir semantik alan inşa etmiştir. Bu yüzden hem din hem felsefe hem de bilim dünyasında, özellikle psikoloji, psikiyatri, sosyoloji ve teknolojide özel ağırlığı olan bir boyut kazanmıştır. Tüm canlıların er ya da geç yüzleşeceği bir olgu olarak ölüm ve öteki dünya boyutu, Kur’ân ve hadislerde çok geniş bir yer kaplamaktadır.
Türkçe sözlüklerde ölüm ve ölümle ilgili kavramların geniş bir anlam boyutunun bulunduğu kolayca görülebilir: “Ölüm: [i.] 1. Ölmek fiili, dünya hayatının sona ermesi, ahiret hayatının başlaması hâli, vefat, mevt, memat, irtihal, ecel. 2. Bitki ve hayvanlarda hayatiyetin sona ermesi. 3. Ölme tarzı. 4. İdam cezası. 5. [mec.] Sona erme, yok olma, mahvolma: Buğday ziraatının ölümü. 6. Çok büyük sıkıntı: Onunla yaşamak ölüm. 7. [ün.] Lanetleme sözü: Komünizme ölüm!”[1]
“Ölü ise. [s.] 1. Vefat etmiş, hayatı sona ermiş, ölmüş (insan). 2. Hayatiyeti sona ermiş, cansız. 3. Hayvan cesedi, leş. 4. [mec.] Durgun, sakin: Ölü bir şehir. 5. Tembel, miskin, ruhsuz. 6. Soluk, sölpük. 7. [ar.] Cıvalı zar; hileli iskambil kâğıdı.” “Ölmek.-ür [g.siz f.] 1. Hayatı sona ermek, can vermek, yaşamaz olmak, vefat etmek. 2. [mec.] Mahvolmak. 3. Yok olmak. 4. Gücünü kaybetmek, takatsiz kalmak. 5. Bitmek, tükenmek. 6. Solmak, pörsümek. 7. Hükmü kalmamak, geçersiz olmak.” “Öldürmek.-ür [g.li f.] 1. Canlı bir şeyin hayatının sona ermesine sebep olmak, helâk etmek. 2. Bir kimsenin hayatını silâh kullanarak veya kullanmadan sona erdirmek, katletmek. 3. İdam etmek. 4. Yok etmek, ifna etmek. 5. [mec.] Sertlik, katılık, şiddet gibi vasıflarını yumuşatmak, kırmak. 6. Çok eziyet etmek, çok yormak. 7. Ortadan kalkmasına sebep olmak. 8. (Zamanı) Boşa geçirmek.”
Türkçe sözlüklerde ölüm ve ölüden türetilmiş pek çok kelime grubu daha vardır. Ölümle ilgili eş anlamlı kavramlardan biri mevt/tâ olup anlamları şunlardır: “Ölüm, vefat; ruhun bedenden ayrılması, ruhun beden üzerinde tasarrufunun kalmaması”. “Mevtâ. (.-) [A.i.] Ölmüş şahıs, ölü.”[2]
Râğıb el-İsfahani ise mevt kavramını değişik boyutları ile daha geniş bir düzlemde ele alıp değerlendirmektedir. Ona göre “Mevtin, ölümün türleri, hayatın türlerine göre çeşit çeşittir:”[3]
“(Mevtin) Birincisi: İnsanda, hayvanlarda ve bitkilerde bulunan büyüme kuvvesinin mukabilidir (Kâf 50/11, Rûm 30/19). İkincisi: Algılayan kuvvenin ortadan kalkmasıdır (Meryem 19/66, 23). Üçüncüsü: Akleden kuvvenin (akıl kuvvesinin) ortadan kalkmasıdır ki bu ‘cehalettir’ (En’âm 6/122, Neml 27/80). Dördüncüsü: Hayatı altüst eden hüzün/keder/tasa (İbrahim 14/17). Beşincisi: Uyku, zira uykunun ‘hafif ölüm’, ölümünse ‘ağır ölüm’ olduğu söylenmiştir (Zümer 39/42, En’âm 6/60).
İsfahani’ye göre mevtin geçtiği bazı ayetlerde kelimeye verilen anlamlar arasında farklı görüşler vardır. “Allah yolunda öldürülenlere sakın ‘ölüler’ saymayın. Hayır, onlar, Rableri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmrân 3/169) ayetindeki mevt kelimesi ile ilgili iki farklı değerlendirme yapılmaktadır: “Bir görüşe göre, burada ‘onların ruhlarının ölümü nefyedilmekte, olumsuzlanmaktadır. Çünkü Allah burada dikkatleri, onların nimetler içinde olduklarına çekmiştir.’” “Bir görüşe göre ise, yüce Allah burada onlardan, şu sözünde zikrettiği hüznü, kederi veya tasayı nefyetmiş, olumsuzlaştırmıştır.” (Bk. İbrahim 14/17)
İsfahani’ye göre Zümer Suresi 30. ayetinin anlamlandırılmasında iki farklı görüş mevcuttur:
Bir görüşe göre burada herkesin ölmesinin zorunlu olduğuna dikkat çekilerek, “Herkes gibi sen de öleceksin!” denmektedir. Diğer görüşe göre ise, “Bilakis buradaki (meyyit) kelimesi ruhun bedenden ayrılışına değil aksine bütün hâllerde (yanı anbean) insanın başına gelen, maruz kaldığı (fiziksel) çözülmeye ve eksilmeye işaret eder. Çünkü beşer, dünyada bulunduğu sürece, parça parça (azar azar) ölür.” Ona göre Âl-i İmrân 185. ayette mevt (ölümle) “canlılık kuvvesinin ortadan kalkışı ve ruhun bedenden ayrılışı” anlamındadır. Fâtır Suresi 35 ve Zuhrûf Suresi 11. ayetlerde mevt ölü belde anlamındadır. Mâide 3 ve En’âm 145. ayette, hayvanlarla ilgili kullanılan meytetün kelimesi, “Ruhu herhangi bir tezkiye olmadan çıkmış, (yani şeri usullere uygun şekilde boğazlanmamış) hayvan” anlamında kullanılmaktadır.
Ölümle semantik düzlemde ilişkisi olan bir başka önemli kavram eceldir. Türkçe sözlüklerde “Ecel. [A.i.] 1. Belli müddet, insan ömrünün belli müddeti, alınyazısı ile belirtilmiş sonu, ölüm vakti, ölüm. 2. Borç vadesi. 3. Geciktirme” anlamlarında kullanılmaktadır.
Râğıb el-İsfahani, “ecel” kavramının farklı anlam boyutlarının bulunduğunu Kur’ân’da geçen ayetleri göz önüne alarak belirtmekte, ecel kavramını, daha geniş bir düzlemde incelemektedir: “Ecelün kelimesi, genel anlamda, bir nesne için ayrılmış ya da tayin edilmiş süre” demektir (Mü’min 40/67, Kasas, 28/28). Ecel, “İnsan hayatı için ayrılmış ya da tayin edilmiş süreye” denmektedir. “Ölümün yaklaştığını” ifade etmek için “eceli yaklaştı” denmektedir. En’âm 6/128’de “Hayat süresinin tamamlanması”, “Ölüm sınırı” = “Yaşlılık sınırı” anlamında kullanılmıştır. “O, Hâlik-i Azîm’dir ki, sizi bir çamurdan yarattı, sonra bir ecel takdir etti ve O’nun nezdinde malum bir ecel de vardır.” En’âm 6/2’nci ayetinde iki kez geçen ecel kelimesine verilmiş değişik anlamlar şunlardır: a. Birincisi dünyada kalış, ikincisi ile ahirette kalış. b. Bir görüşe göre, birincisi “dünyadaki kalış”, ikincisi ise “ölümden yeniden dirilişe kadarki süre.” c. Bir görüşe göre, birincisi “uykuyu”, ikincisi de “ölümü” ifade eder (Bk. Zümer 39/42). d. Bir görüşe göre ayette geçen her iki ecelün kelimesi ile “ölüm” kastedilmiştir. Çünkü kimi insan vardır ki, eceli kılıç, yangın, boğulma ve uygun olmayan bir şeyin yenmesi gibi hayatın sonlanmasına sebep olan arızi bir nedenle sona erer; kimisi de (son nefesine kadar) korunur, sağlık içinde himaye edilir ve en nihayetinde ölüm kendisine normal yollarla gelir. “Musibet okunun vuramadığını, ölüm oku kaçırmaz.” e. Bir başka görüşe göre ise insanların iki eceli vardır. Kimisi genç ve sağlıklı ölür. Kimisi de Allah’ın bu dünya kimseye daha fazlasını nasip etmediği bir sınıra kadar ulaşır. Hac 22/5’te ecel kelimesi bu anlamda, bu boyutları ile kullanılmıştır.”[4]
İsfahani’ye göre Mâide 3/32’deki ecel kelimesi “Öldürme merkezli kullanılmakta, hangi suçtan dolayı öldürüldüğüne” ağırlık verilmekte; Bakara 2/231, 232’de ise ecel, “Boşama anı ile iddetin bitimi arasındaki belirlenmiş süre” için kullanılmaktadır. Özetle ecel, “mutlak vakit, belirlenmiş zaman/süre veya muayyen bir müddetin sonu” bağlamında, insanlar, toplumlar, diğer canlılar, güneş ve ay (tüm evren) için kullanılmaktadır. Yol boyu kazandığı ıstılahi anlam ise “Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti”dir. Ecel, Kur’ân’da ölüm (7/34), muayyen vakit (28/28), helak etme (7/185), iddet bekleme (2/231) ve ceza (71/4) anlamlarında 34 ayrı yerde geçmektedir.[5] Ecel, öncelikle “Yok olması ya da ortadan kalkması mukadder olan bir şey için belirlenmiş süre” demektir.[6]
Ecelle ilgili iki konuda mezhepler arasında ihtilaf vardır: 1. İki ecelin olup olmadığı, 2. Ecelin uzayıp uzamayacağı. Mutezile ve Şia’ya göre “İnsanların iki eceli vardır. Ömürleri uzayıp kısalabilir”. Ehl-i Sünnet’e göre ise “İnsanların bir tek eceli vardır. Ölümle gerçekleşen vakittir. Ecel kaza ve kader ile ilgili olup bu da Allah’ın ilim ve irade sıfatını ilgilendirir.”[7]
Ölüm kavramının semantik alanında, hayat ve ömür yer almaktadır. Bunların sözlük anlamları, aşağıda verilmektedir:
“Hayat. 1 -tı (.-) [A.i.] 1. Canlı olma, sağ olma hâli; dirilik, dirim, canlılık, zindegî. 2. Doğumla ölüm arasındaki yaşanılan süre, ömür. 3. Bulunulan andan ölüme kadar geçecek zaman. 4. İçinde yaşanılan şartlar, yaşayış, yaşama şekil ve tarzı, yaşantı. 5. İyi yaşama. 6. Canlılığı ifade eden hareket. 7. Faaliyet, hareketlilik, canlılık. 8. Yaşayış, yaşama tarzı. 9. Geçim, geçim şartları: Hayat pahalılığı var. 10. Hâl, iş, meslek. 11. Kader, mukadderat. 12. Canlıların var olma, yaşama şartlarının tamamı. 13. Hâl tercümesi, hayat hikâyesi, biyografi.”
“Hayat. 2 -tı [A.i.mi.] 1. Eski evlerimizde üstü kapalı, önü veya yanları açık sofa. 2. Avlu, taşlık. Hayatbahş. (.-.)[A.F.s.] Hayat veren, ferahlatan. hayatçılık. [A.T.i.] Biyolojizm, dirimbilim. Hayatî. (.--) [A.s.] 1. Hayatla ilgili, hayata ait. 2. Yaşamak için elzem olan. 3. [mec.] Çok önem taşıyan.” “Ömür.-mrü [A.i.] 1. Hayat müddeti, yaşama süresi. 2. Hayat, dirilik. 3. [mec.] Tuhaf, gülünç, hoş şey.”[8]
Din, Felsefe, Tıp ve Psikolojide Ölüm Kavramı
Tanımlamalarda ölüm kavramı hem ölme olayını hem de bu olayın sonucunu ihtiva etmektedir. Bu olguyu, yukarıda ölümün sözlük anlamları olarak verilen, “Bir şeyden kuvvetin gitmesi”, “hayatın zıddı”, “aşmak”, “çözmek”, “bitmek, tükenmek”, “hissiz kalmak”, “deruni uyku”, “hayvani kuvvetlerin zevali” şeklindeki tanımlamalarda görebilmekteyiz. Dinî, felsefi, kültürel, sosyolojik, psikolojik, tasavvufî ve tıbbî alanlarda kelimenin özü aynı kalmak şartıyla ölümün farklı boyutlarına özel vurgu yapılarak değişik tanımlar yapılmaktadır: “Ölüm, canlı varlıklardaki yaşamsal görevlerin bir daha yinelenmemek üzere sona ermesidir. İnsan bedenindeki yaşamsal faaliyetlerin sonlanması, canlı bedendeki organların artık çalışmıyor, organizmanın kendini artık yenileyemiyor olmasıdır. Ölüm, bedenin ve ruhun, evrenin beden ve ruhuna dönüp intikal etmesidir. Ölüm, ruhun insan koordinatlarından ayrılmasıdır. Ölüm, insan için çaresi bulunamayan ve önü alınamayan bir son, yaşama arzusunun önüne dikilmiş bir engel, korku ve dehşet uyandıran bir şeydir.”[9]
Tıp, biyoloji ve psikoloji alanlarındaki tanımlarda öz saklı kalmak şartıyla “klinik ölüm” ve “biyolojik ölüm” tarifleri yapılmaktadır. Bunlarla ilgili evrensel düzlemde bir mutabakat söz konusu değildir. Yol boyu bu durum dikkate alınmalıdır: “Maddi yönden, canlı organizmaların yeni molekül ve hücreler üreterek kendilerini yenileme kabiliyetlerinin ortadan kalkması veya hayati merkezlerden birinin (kalp, beyin gibi), birkaçının veya hepsinin tahrip olması sonucu hayatiyetin sona ermesidir.” “Manevi, dinî açıdan ise ölüm, ruhun bedenden ayrılması olarak kabul edilmektedir.” “Klinik ölüm, yaşamsal belirtilerin tamamen ortadan kalkması olgusudur. Ancak yaşamsal belirtilerin ortadan kalkmasından sonra da bazı biyolojik yapılar işlevlerini sürdürmektedir. Ölüm, beyin-kalp-akciğer düzeyinde tam ve kesin, yani geri dönülmez olmak üzere hayati fonksiyonlardaki durmayı ifade etmektedir.” “Klinik ölümde, kalbin faaliyeti ve nefes, çeşitli refleksler, bilinç ve ona bağlı hayat sekteye uğramakta, yine de dokuların metabolik tepkileri bazı şartlarda devam etmekte ve beynin su almama süresi, 5 ila 8 dakikayı geçmediği sürece yeniden hayata dönüş mümkün olmaktadır.” “Biyolojik yaklaşıma göre insan organizması canlı hücrelerin bir bütünüdür. Her hücre tabii olarak ölümlüdür. Fakat yeni hücreler doğmakta, diğerlerinin yerini almaktadır. Belli bir zaman sonra hücre yenilenmesi yavaşlamakta, sonunda tamamen durmaktadır. Biyolojik ölüm, aniden oluşan bir olay değil, yavaş yavaş gerçekleşen bir süreçtir. Bireyin ölümü, bedeni oluşturan milyonlarca hücrenin ölmesi ile meydana gelmektedir. Hiçbir canlı hücre kalmadığında bütünsel ölüme ulaşılır.”[10]
İslâm Konferansı Teşkilatı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi, 3 Temmuz 1986 tarihli kararında, aşağıdaki iki husustan birinin gerçekleşmesiyle kişinin öldüğünü kabul etmiştir: 1. Kalbin ve solunumun tamamen durması ve doktorların bu durumdan geriye dönüşün imkânsızlığına karar vermesi. 2. Beynin bütün fonksiyonlarının tamamen durması ve doktorların bu durumdan geriye dönüşün mümkün olmadığına karar vermesi.[11] Dünya İslâm Birliği’ne bağlı Fıkıh Akademisi ise, 17-21 Ekim 1987 tarihli toplantısında aldığı kararda, hastanın “beyin ölümünün” gerçekleşmesi, “kalp atışının ve solunumun durması”nı “ölüm hâli” kabul etmiştir.[12] Ölümün özü aynı kalmak kaydıyla yapılan açıklamalarda, biyolojik ve tıbbi yaklaşım öne çıkmakta; gerçek ölüm hâli, tüm hücrelerin ölmesi şeklinde ifade edilmektedir.
Ölüm Sürecinde Beş Psikolojik Evre
Ölüm bilinmezliklerle dolu bir süreçtir. Kimin, ne zaman, nerede ve nasıl öleceği belli değildir. Hayatın pratiğinde ani gerçekleşen ölümlerin yanı sıra yavaş yavaş gerçekleşen ölümler söz konusudur. Bu konuda herhangi bir formül geçerli değildir, yoktur da. Ani ölümler hariç diğer ölümlerle ilgili gözlemlenen bazı önemli belirtiler söz konusudur.[13] İmam Gazali bu süreci çok daha anlamlı ve etkin bir şekilde açıklamış ve biyolojik ölümün değişik boyutlarına dikkat çekmiştir: “Kişi ister ki, inlemek, bağırmak ve imdat istemekle biraz kendisini rahata kavuştursun. Fakat buna gücü yetmez. Eğer kendisinde bir kuvvet kalırsa, ruhun çekildiği anda bir horlama, gırtlağından ve göğsünden bir homurtu işitilir. Hâlbuki rengi bozulmuş, dudakları köpük tutmuştur. Sanki yaratılışının esası olan toprak onda belirmiştir! Hâlbuki onun beher damarı kendi istikametine çekilmiştir. Binaenaleyh elem, onun iç ve dışına yaygındır. Öyle ki, iki göz bebeği, göz çanaklarının yukarılarına fırlamış, dudaklar büzülmüş, lisan köküne doğru ve husyeler merkezine çekilmiştir. Parmak uçları sararmıştır. Binaenaleyh her damarı kendisinden çekilmiş bir bedenin hâlini sorma. Eğer çekilen tek damar olsaydı yine de elemi büyük olacaktı. Hâlbuki çekilen, elem duyan ruhun ta kendisidir. O da bir damardan değil, belki bütün damarlardan çekiliyor. Öyleyse nasıl elem duymayacaktır. Sonra tedrici olarak azaların beheri ölür. Evvela ayaklar soğur, sonra baldırlar, sonra uyluklar… Her aza için, üzüntüden sonra üzüntü, sekerattan sekerat vardır. Ta bu sekerat gelip hulkuma dayanıncaya kadar… İşte o anda kişinin dünyadan ve aile efradından nazarı kesiliyor. Önündeki tevbe kapısı kapanıyor. Hasret ve pişmanlık onu kapsıyor. Nitekim Allah’ın Resûlü (s.) buyurmuştur: “Ruh gelip boğaza dayanmadıkça kulun tevbesi kabul olunur.” (Tirmizi)[14]
Genelde ölüm süreçlerinde ferdin psikolojisinde çok farklı değişiklikler meydana gelebilmektedir. Bilimsel çalışmalarda ölüm öncesinde şahıslarda gözlemlenen psikolojik süreçler beş ana evrede sınıflandırılmıştır: “Ölümü inkâr/yadsıma ve yalıtma/izolasyon”, “öfke”, “pazarlık etme/ertelenmesini isteme”, “depresyon”, “kabullenme.”[15]
Ölümü İnkâr/Yadsıma ve Yalıtma/İzolasyon Süreci: Ölüm olgusunu ferdin kendisine yakıştıramaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Fert ölümü, kendisi için zamansız ve erken öngördüğünden ölümü kabullenmemekte, inkâr etme ve yalıtma eğilimi içerisine girmektedir. Hastalığı ile ilgili bütün tıbbi gözlemlerin, elde edilen sonuçların, yapılan değerlendirmelerin ve konulan teşhisin yanlışlığını varsayarak başka doktor ve hastahanelere gidilmesini istemektedir. Hasta bazen tıbbi tahlil sonuçlarının kendisine değil başkalarına ait olduğunu iddia edebilmektedir. Yapılan çalışmalara göre böyle bir sürecin yaşanmasındaki esas sebep, “ferdin bilinçaltında ölümsüzlüğe olan bir inancın var olmuş olmasıdır.”[16]
Öfke, Küskünlük Aşaması: Bilimsel çalışmalara göre genellikle “inkâr dönemi” fazla uzun sürmemektedir. Fert, birinci aşamadan sonra bünyesindeki değişimlerin gittikçe etkin olmaya başlaması ile farklı bir gerçekle karşı karşıya kaldığını düşünerek ölümü farklı açılardan sorgulamaya başlamaktadır. Kendisi ile hasta olmayan başka insanları mukayese etmekte; öfke, kıskançlık ve küskünlük duyguları baskın olmaya başlamaktadır. Bu aşamada ferdin kafasındaki ana sorular farklılaşmaktadır: “Neden ben ölüyorum da benden çok daha kötü olan insanlar yaşıyor?” “Neden benim yerime bu kötüler ölmüyorlar?” Bu sorgulamanın doğurduğu öfke bulutu, aile bireylerinden sağlık personeline, oradan da Allah’a kadar uzanmakta, bir sitem hâli baskınlık kazanmaktadır.
Pazarlık Etme Aşaması: Bu aşamaya kadar hiçbir şeyin değişmediğini gören şahıs, ölüm gerçeğini kabullenmektedir. Fakat ölümün ertelenmesini Allah’tan talep etmektedir: “Şayet Allah bizi almaya karar vermiş ve bundan dolayı O’na olan öfkeme bir cevap vermemiş ise (bu öfkenin bir faydası olmamışsa) daha güzel bir şekilde ondan hayatta kalmamı istersem belki daha uygun olur.”[17]
Depresyon Aşaması (Hazırlayıcı ve Reaktif): Hastalığın ilerlemesine bağlı olarak pazarlığın etkin ve geçerli olmadığını gören “ölümcül hasta”, hastalıkta ulaştığı durumu, daha fazla inkâr edememektedir. Hastalığın ilerlemesine bağlı olarak yapılan daha fazla tıbbi, cerrahi müdahale, hastada “değişik semptomların etkin hâle gelmesini” sağlamaktadır. Bunun neticesinde hasta gittikçe daha fazla zayıf ve güçsüz hâle düşmekte, yüzünü çevirmekte, gözlerini kapatmakta, gülümsememekte/gülümseyememektedir. Bu durumda hastada önceki aşamalarda tezahür eden “öfke ve hiddet”, “derin bir yokluk hissine dönüşmekte” ve “uyku eğilimi baskın hâle gelmektedir.” Artık hasta bu aşamada, “sevdiği her şeyi ve herkesi bırakma sürecine girmiştir.”[18]
Kabullenme Aşaması: Hastalığın daha ileri bir aşamasında hasta, çoğu kez aşırı yorgun ve güçsüzdür, dermansızdır, kimseyi görmek ve konuşmak istememektedir. Sık sık uyumak istemekte ve organlarına hâkim olamamaktadır: “Ölümü yaklaşan insanların organlarına hâkim olamamaya başladıkları, bu insanların kanaatlerinde birtakım değişmelerin olmaya başladığı, seslerinin az çıktığı ve bundan dolayı etrafındakilerin kendilerini duymadıklarını zannettikleri gözlenmiştir. Bu durumda ruh ve beden gevşemesi dolayısıyla bedenden gelen acı ve ıstıraplar, yavaş yavaş hafiflemeye başlar ve ölen şahısta bir zevk ve mest olma hâli tecelli eder.”
“Ölüm esnasında ıstırap çekiliyormuş gibi görünen hâller ve çırpınışların, bedenle ruh arasındaki bağların çözülmesi ile ilgili hareketler olduğu ve bunların ölen şahıs için bilakis ferahlık verici bir fonksiyon icra ettiği de ifade edilmektedir. …Ölmekte olan insanın yüzünde, ölüm hâlinde gördükleri sebebiyle korkunç ya da gülüyormuş gibi bir suret husule gelebilmektedir.”[19]
İslâmî terminolojide ölüm sürecinde, ölüm meleği hastaya farklı şekillerde görünmekte ve hastaya öldükten sonra varacağı yer gösterilmektedir: “Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: ‘Selam size’ derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin.” (Nahl 16/32) “…O zalimler, ölümün boğucu dalgaları içinde, melekler de ellerini uzatmış, onlara ‘Haydi, canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O’nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamanızdan ötürü bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız!’ derken onların halini bir görsen!” (En’âm 6/93)
Kur’ân’da “Her nefis ölümü tadacak” (Âl-i İmrân 3/185) ayetinde açıkça belirtildiğine göre ölüm sürecindeki ferdin ortaya koyduğu tavırların, bu “tatma olgusu” ile bir ilişkisi olması gerekmektedir. Hastada son anda meydana gelen farklı değişikliklerin, tepkilerin, ölüm meleği ve gideceği yerle ilgili görüntülerden kaynaklanan “bir tatma” olgusu ile alakalı olma ihtimali yüksektir.[20]
Ölüm Düşüncesi
İnsanlığın başlangıcı olan Hz. Âdem’in yaratılmasından bugüne insan, kaç yıl yaşarsa yaşasın sonunda hep ölüm gerçeği ile karşı karşıya kalmış, ölümsüzlüğü savunan nice zalim ve diktatörler, sonunda “ölümü tatmak” durumunda kalmışlardır. İnsan açısından, genelde ölüm olgusunda en korkutucu ve rahatsız edici nokta bünyesinde taşıdığı belirsizliktir. Belirsizlik, dine, felsefeye, değerlere, kültür ve medeniyet kodlarına, inanç sistemine bağlı olarak insan davranışlarını etkileyip şekillendirmektedir. İki dünya olgusu arasında ilişki kuranlarla kurmayanların ölüme karşı tutum ve davranışları, hayat tarzları etkilenmektedir. İnsanda bu dünya-öteki dünya ilişkisi, ölüm merkezli kurulduğu andan itibaren bu dünyadaki hayat tarzı, ilişki zinciri, tutum ve tavrı ona göre şekillenmektedir.
Ölüm Düşüncesini Kuvvetlendiren Faktörler
Ölüm düşüncesini oluşturup şekillendiren değişik etkenler vardır. Bunları aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:
- Ölümcül hastalıklar,
- Çevrede görülen çocuk, ergen, yetişkin ve yaşlıların ölümü,
- Cenazeleri duymak, görmek ve cenazelere katılmak,
- Ölüm konulu haberler, sohbetler, vaazlar dinlemek,
- Mezar taşları, kabristanlar, aile kabristanlarının var olması ve onlarla karşılaşmak,
- Vücudun fizyolojik yapısında meydana gelen değişimler: saçların ağarması, derilerin büzüşmesi, kamburlaşma, yürümede, oturma ve kalkmada zorlanma,
- Tabii afetler, felaketler, depremler, savaşlar, kazalar,
- “Ölümü önceden hissedip haber veren hayvanların davranışı, ulumalar, kişnemeler, böğürmeler, uçuş yönleri, alışılmışın dışındaki davranış ve hareketler: Evcil olanlardan köpek, kedi, at, koyun, keçi, inek, öküz, horoz, tavuk, kaz, yabanıl olanlardan, tavşan, tilki, kurt, çakal, yarasa, yılan, baykuş, karga, leylek vb.”,
- “Ev ve ev eşyalarındaki gıcırdamalar, çatırdama, kütleme, kırılma, çatlama, beklenmedik bir anda kapı ve pencere çalınması.”,
- “Ay ve güneş tutulması, yıldız kayması, şimşek çakması, gök gürlemesi.”,
- “Bazı simgesel şeylerle düş görülmesi.”[21]
Ölüm Düşüncesini Zayıflatan Faktörler
Bütün bunlara rağmen ölümü konuşmamak ve onunla karşılaşmamak ve onu unutmak için insanoğlu özel bir çaba sarf etmekte, ölümü kendisine yakıştıramamakta ve ölümü hep başkaları için düşünmektedir. Bu ve buna benzer tutum ve tavırlarla ölüm düşüncesi insan kafasında zayıflamaktadır. Ölüm düşüncesini zayıflatan değişik faktörler vardır; bunlar aşağıdaki gibi özetlenebilir:
- İnsan heva cephesindeki özelliklerin baskın hâle gelmesi ile dünyevileşme, sekülerleşme ve laikleşme (Âl-i İmrân, 3/14; Hadisler 105):
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır.” (Âl-i İmrân 3/14)
“Gerçek şu ki, insan, ‘bencil ve haris’ yaratıldı.” (Me’âric 70/19)
Hz. Muhammed (s.) şöyle buyuruyor: “Benden sonra, size dünya nimetlerinin ve ziynetlerinin açılıp onlara gönlünüzü kaptıracağınızdan korkuyorum.”[22]
- Sağlıklı, sıhhatli oluşun ölümü unutturması,
- Genç olmanın verdiği güven, ölümü gençliğine yakıştıramama olgusu,
- Hayat, ölüm, ecel, ömür ve toplumların helaki konusundaki cehalet olgusu (Fâtır 35/28),
- Deprem, sel, yanardağ patlaması gibi doğa olaylarından ders almama, üzerinde tefekkür etmeme,
- Ölüme karşı bağışıklık kazanılması (film sektörü, videolar, haberlerin etkisi),
- Sağlık ve teknoloji alanındaki gelişmelerin ölüme çare olacağı olgusu,
- Ölümün ürkütücü, sıkıntı verici, moral bozucu, insanı altüst eden soğuk bir niteliğe sahip bir şey olarak algılanması,
- Kişinin ailesinin kendisine ihtiyacı olduğunu düşünmesi,
- Allah’a ve öteki dünyaya inanmamak,
- Ölümün Allah’ın yetkisinde bir şey olarak düşünülmesinden dolayı ölümle ilgilenmeyi gereksiz görmek,
- İnsanın tespit ettiği hedeflere ulaşamaması,
- Ölümün yaşlılık zamanında düşünülmesi gereken bir konu olduğuna inanılması,
- Cenazelerden, mezarlıklardan ibret alınmaması,
- Ölümün kurumlara, hastahanelere taşınması ile aile efradında ölüm sürecinde olan bir insan üzerinden tefekkür edilememiş olması.[23]
İnsanın Gelişim Dönemlerine Göre Ölüm Düşüncesi
Ölüm düşüncesi, yaşa, değerlere, kültür ve medeniyet kodlarına, dine, felsefeye, sosyokültürel, sosyoekonomik değişkenlere bağlı olarak oluşmakta ve şekillenmektedir. Gerek Kur’ân ve sünnet düzleminde gerekse felsefe-tıp-psikoloji düzlemindeki bütün çalışmalarda bu olgu görülebilmektedir. Burada ölüm düşüncesi çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine bağlı olarak ele alınıp değerlendirilecektir.
Çocukluk Dönemi ve Ölüm
Genelde yakın çevresindeki insanların ölmesi, çocuğun zihin dünyasında, belli bir yaştan sonra etkili olmaktadır. Çocuğun zihin dünyasında ölüm kavramının oluşumunda üç bileşenin var olduğu gözlenmiştir:
- “Uyku ve yolculuk olarak ölüm,
- Dışarıdan benimsetilmiş köklü kişisel değişme olarak ölüm,
- Hayatın kaybedilmesi olarak ölüm.”[24]
Bilimsel çalışmalara göre genel olarak çocukların, yaşa bağlı olarak ölüm olgusunu idrak etmesinde üç temel gelişimsel evre vardır: “5 yaşına kadar ölümü kesin değiştirilemez bir şekilde algılayamazlar. 5-9 yaş grubu çoğunlukla ölümü bir ihtimal, beklenmedik bir olay olarak düşünür. 9 yaş ve üstü çocuklar ölümü belli kanunlara göre başımıza gelen bir süreç olarak görmeye başlarlar.”[25]
Genelde çocukların dünyasında ölüm, çok karmaşık olup içerisinde belirsizlikler barındırmaktadır. Çocukların psikolojisi, yaşa bağlı olarak ölüm olayını anlamaya elverişli olmaktadır. Ölümün ne olduğunu idrak etmesi, yaşa bağlı şekilde değişmektedir. Çocuğun en çok öğrenmek istediği ve etkilendiği şey, ölenler ne olmaktadır ve niçin ölmektedirler. Sevdiklerinin ölmesi onda bir tepkiye yol açmakta, ölüme karşı direnmekte ve hayatının sürekli olmasını istemektedir. Özellikle sevdiklerinin onu terk edip gitmesini anlamlandıramamakta, kendi içinde karmaşık duygularla hesaplaşmakta, duygusal tepkiler vermekte, ölümü, en büyük problemlerden biri kabul etmektedir. Bu noktada kendisine gerekli ilgi gösterilmez, makul açıklamalar yapılmazsa, ruhsal yapısı/psikolojik yapısı ciddi bir şekilde olumsuz etkilenebilmektedir. O sebeple büyüklerinin, sevdiklerinin ölümlerine, son anlarına şahit olduklarında üzerlerinde olumsuz bir psikolojik etkinin doğmaması için kendileri bu sürece daha önceden hazır hâle getirilmeli ve kendilerine ölümle ilgili makul açıklamalar yapılmalıdır.
Bu konuda dinî yaklaşımlar yerinde ve zamanında yapıldığında çocuk ölümü bir son görmemekte, ölümden sonra yeni bir hayatın varlığına inanarak ölümü insan hayatının geçici bir parçası görüp içselleştirmektedir. Ölümle ilgili çocuklar üzerinde yapılan çalışmalarda dikkat çekici bazı durumların olduğu tespit edilmiştir:
- “On yaş dolaylarında çocuk, yalnızca ölümün bir son olduğunu anlamakla kalmaz, kendisi de içinde olmak üzere her canlı yaratığın değişmez kaderi olduğunu kavrar.”
- “Çocuklar çoğunlukla ölmelerinden kendilerini sorumlu tutmaktadır.”
- “Çocuklar büyüklerinin boşanmalarından kendini sorumlu tutabilir.”
- “Kendilerine yakın gördükleri canlıların (insan-hayvan) ölümlerinden kendilerini sorumlu tutarlar.”
- “Çocuklar Allah’ın kendilerini koruyacaklarına, işledikleri suçları affedeceklerine inanırlar.”
- “Çocuk oyunlarında ölümü, sonsuz ve sürekli bir durum olarak kabul etmedikleri görülmektedir.”
- “Yaptığı iş engellendiğinde ölüm arzusu duyarlar.”[26]
Gençlik Dönemi ve Ölüm
Ergenlik dönemi, her şeyin sorgulandığı ve hayatın merkezine kendisinin konulduğu bir dönem olarak genç üzerinde, çocukluk dönemi ile yetişkinlik dönemi arasında etkili bir geçiş dönemidir. Genelde bu geçiş döneminde, genç günübirlik yaşamaktadır, gününü gün etmeye çalıştığından onun için önem taşıyan yaşadığı andır. Olmak istediği ile var olanın sorgulandığı bir dönem olarak genç, bir taraftan kendisini sorgularken diğer taraftan ailesini, sosyal çevresini, toplumunu, değer sistemlerini, kültür ve medeniyet kodlarını, hayatı ve geleceği, özetle her şeyi sorgular. Bu sorgulama sürecinde, gencin tezat içeren, anlamsız görülen, kendisine yakıştırılamayan değişik davranışları görülebilir. Bu dönemde, genelde geçmiş ve gelecekle çok fazla ilgilenmemektedir.
Ergenlik döneminde, çocukluk dönemine nazaran ölüm olayı ve ölüm korkusu, ergenliğe adım atan bir genci daha çok etkileyen bir unsur olarak tespit edilmiştir. Bir genç olarak ölümü kendisine yakıştıramama ve engel görme duygusu baskındır. Yapılan çalışmalara göre ergenlik dönemindeki bir genç ölmekten ziyade ihtiyarlamaktan daha çok korkmaktadır. Favez- Boutonier şöyle der: “Ergenlik çağında ölüm düşüncesi çok sık görülür. Ancak ergen ölümü bir çeşit kayıtsızlıkla görür. Ölüme duyulan ilgi ile ölüme meydan okuma birlikte ortaya çıkar. Ergen için korkunç görülen şey, ölmek değil ihtiyarlamaktır.”[27]
Çocukluk dönemindeki gibi ergenlikte de ölüm olgusuna bakış, içinde yaşanılan sosyokültürel çevre tarafından etkilenmektedir. Yapılan saha çalışmalarında ölüm olgusunu anlamlandırmada dinin önemli bir etken olduğu görülmüştür: “Aralarında fazla bir fark olmamakla birlikte, yine de dindar gençler, ergenliğin son yıllarında kendi ölümlerini daha sık düşünmekte, kişisel ölümle bilinçli olarak daha fazla ilgilenmekte ve hastalandıkları zaman dindar olmayanlara nazaran ölümü daha çok düşünmektedirler.”[28]
Başlangıçta ergen, ölümü, kimlik ve kişilik oluşumunu engelleyecek bir olgu olarak düşünürken, yetişkinlik dönemine doğru yaklaştıkça ve çevresinde vuku bulan hastalıklar, kazalar ve ölümler onun daha çok düşünmesini sağlayarak duygu, düşünceleri değişmekte, ölümle ilgili kaygıları azalmaya başlamakta ve ölüm gerçeğini daha içten kabullenmektedir.
Yetişkinlik Dönemi ve Ölüm
Gelgitlerin yaşandığı ergenlik dönemi tamamlanınca yetişkinlik döneminde (22-33 yaş aralığı) gencin duygu, düşünce ve davranışlarında yol boyu ciddi değişimler görülmektedir. Bir bakıma “Yetişkinlik dönemi ferdin kendisi ile hesaplaşma dönemidir.” Yetişkin genç evlenmek, çocuk sahibi, meslek sahibi, iş güç sahibi olmak, alanında daha etkin ve daha ileri düzeylere yükselmek istemektedir. Bu amaçla enerjisini seferber etmektedir. Bu sebeple hayata, daha ciddi bir şekilde değişik açılardan bakmakta, kendisi ile çevresi ile âdeta hesaplaşmakta, değişik açılardan değişik parametreleri göz önüne alarak muhasebe yapmaktadır. Öngördüğü hedeflere ulaşıp ulaşamadığını sorgulamaktadır. Onun için gelecek önemli olduğundan ölümle pek fazla ilgilenmemektedir. Âdeta ölümsüzlük psikolojisi ile hareket etmektedir. Ancak yaş ilerledikçe, orta yaşlardan itibaren ölümlü olduğunu hissetmekte; 40 yaş civarında “bilinçli bir şekilde ölüm hissedilmeye başlanmaktadır.”
“Erkek dış görünüşünün, yakışıklılığının, cinsel gücünün azalıp kaybolacağından, kadın çekiciliğinin, güzelliğinin, cinsel etkinliğinin solup gideceğinden korkar. Bu korkuların altında esas olarak karşı cins ve başkaları tarafından beğenilmemenin, toplumsal etkinliği ve saygınlığı kaybetmenin yattığı kabul edilmektedir.” “Batı literatüründe orta yaşta olanların daha yüksek ölüm kaygısına sahip olduğunu ortaya koyan çalışmalar bulunmaktadır. Öleceğini bilen orta yaşlıların, günlük işlerini ve yakın çevresindekilere karşı olan sorumluluklarını tamamlayamama sıkıntısı vardır.”[29]
“Geniş katılımlı bir araştırmada, ilk ergenlerle genç yetişkinlerin ve çok yaşlıların diğer yaş gruplarından daha fazla ölümden korktukları ortaya çıkmıştır. Öyle anlaşılıyor ki, ölüm kaygısı önce ergenlik ve ilk yetişkinlik yıllarında zirveye çıkıyor daha sonra azalıyor, orta yaşlarda tekrar yükseliyor ve kişiler 70’ine vardıklarında tekrar düşüyor.”[30]
Yaşlılık Dönemi ve Ölüm
“Yaşlılık, bedensel, ruhsal ve toplumsal yönden pek çok olumsuzluğun yaşandığı”, “fizik ve zekâ gücünün eski hızını kaybettiği ve yaşama şartlarının bir dengeye kavuştuğu”, “geçim endişesinin kısmen azaldığı”, “Dinî pratiklerle uğraşmaya vakit ve imkân bulunan” bir dönemdir.[31]
Yaşlılık dönemi psikolojik, fiziksel değişimlerle birlikte ölüme adım adım yaklaşma dönemi kabul edilmektedir. Yaşlılık döneminde yaşlılarda fiziksel olarak (derinin buruşması, saçların ağarması, hücre yenilenme hızının ağırlaşması, organizmanın dış uyaranlara karşı verdiği cevaplarda yavaşlama, zayıflama vb.) ve ruhsal olarak (unutkanlık, alınganlık, çocuklaşma vb.) değişiklikler meydana gelmektedir. Bu tezahürler, genelde yaşlıların daha çok ölümü düşünmelerine ve içselleştirmelerine imkân vermektedir. Bu durumda olanlar ölümden çok fazla korkmamaktadırlar: “Bazı araştırmalar, yaş grupları içerisinde ölümden en az korkanların ileri yaştakiler (65-74), en çok korkanların ise orta yaştakiler (45-54) olduğunu ortaya koymuştur. Hatta ölüm zamanı yaklaşsa bile yaşlı kişilerde ölüm korkusunda herhangi bir artışın olmadığı belirtilmiştir.” “Yaşlı insanların neden ölümden daha az korktuklarına dair üç sebep öne sürülmüştür. Bunlardan birincisi, yaşlı insanlar hayata daha az yer verirler ve geleceklerinin sınırlı olduğunu kabul ederler. İkincisi, uzun süre yaşadıktan sonra birçok yaşlı insan yaşayabilecekleri kadar yaşadıklarını düşünür. Dolayısıyla ondan sonraki ömürlerini, bir “ikramiye ve bahşiş” kabul eder. Son olarak da insanlar yaşlandıkça hep diğerlerinin ölümleriyle ilgilenmek durumunda kalırlar. Bu da onların artık ölüm sırasının kendilerine geleceğini ya da kendilerinin ölümlerinin doğallığını kabul etmeye sevk eder.”[32]
Yaşlılar çok büyük bir tecrübeye sahip olduklarından muhakeme kabiliyetleri oldukça yüksektir. Hayatı değerlendirmeleri daha gerçekçidir. “Bir ayağım çukurda” ifadesi, ölüme yaklaşmanın bir tezahürü olarak ortaya çıkmış bir kavramdır. Hayati organların yıpranması, fonksiyon bozukluklarının meydana gelmesi vb. tezahürlerle birlikte ölüm ile daha iç içe bir hayat yaşlıların gündeminde var olmaktadır. Çevrelerinde meydana gelen eş, dost, akraba, arkadaş cenazelerine katılma, hastaları ziyaret etme, onlarla ilgili anılar yaşlılarda “ölüme yaklaşma” olgusunu daha canlı tutmaktadır. “Yetimi akran” (arkadaş yetimi) olgusu, her geçen gün üzerlerinde psikolojik bir baskı uygulamakta, yalnızlaştıklarının farkına varmaktadırlar.
Bu süreç, bulunduğu ortama ve sahip olduğu hayat felsefesine bağlı olarak yaşlıları, dine daha çok yönlendirmekte, dinî alanlarda hizmet yapmayı tetiklemektedir. Ancak böylesi eğilimleri zayıf hatta din ile irtibatı olmayanlarda ölüm, yokluk olarak algılandığı için ölüm onlarda bir “takıntı”, hatta hastalık hâline dönüşmektedir.
- asırda bireyleşmenin oluşturduğu psikoloji, yaşlılarda yalnızlık duygusunu çok baskın hâle getirerek ölümü kabullenemeyen yaşlıların sayısında ciddi artışlara yol açmakta ve bu durum her geçen gün de artmaktadır. Yaşlılıkla beraber oluşmaya başlayan önemsizleşme olgusu ve duygusu, süreci daha da menfi yönde etkilemekte, hatta intiharların yaygınlaşmasına sebebiyet vermektedir: “Eskiden yaşlılara verilen değere paralel olarak onların ölümüne de değer veriliyordu. Günümüzde ise toplumdan soyutlanan ve yapayalnız kalan yaşlı insan hiçlik, değersizlik duygusu hissetmekte ve bu duygular da ölümle simgeleşerek ölüm korkusunu beraberinde getirmektedir. Günümüz şartlarında anlam yokluğunu en ağır biçimde hissedenler yaşlılar olmaktadır.”[33] “Yaşlıların topluma göre azalan kıymetleri ve kişisel değer duyarlılıklarının azalması, onlar için acımasız bir tehdit oluşturmaktadır.”[34] Yaş ilerledikçe belli bir aşamadan sonra, ilahi yasa kapsamında, “çocuklaşma” tutum ve davranışları artmaya ve daha görünür hâle gelmeye başlamaktadır: “Kime uzun ömür verirsek, yaratılışta onu tersine çeviririz. Yine de akıllarını kullanmayacaklar mı?” (Yâsîn 36/68)
Saha çalışmalarında yapılan tespitlerden biri de yaşlılık psikolojisinde etkin olan diğer bir özellik, cimrilik, mal ve para düşkünlüğünün artması olgusudur. Ölüme yaklaşma ve ölüm korkusunu yaşama, yaşlıların geçmiş dönemlerinin muhasebesini yapmasına sebep olmakta, sahip olduğu inanç sistemine bağlı olarak geçmişte işlediği/yaptığı günahlar için Allah’tan af dilemekte, günahlarının bağışlanmasını talep etmektedir. İbadetlerine daha çok ağırlık vermektedir. Tüm çevresi ile hep helalleşmektedir. Dindarlaşmaktadır: “Hayatın sınırlı ve ölümün kaçınılmaz olduğunu idrak eden yaşlılar, dinî inançlara daha fazla önem vermeye başlamaktadır. Bu önem, yaşlı insanların varoluş ve ölümü anlama ihtiyacından kaynaklanmakta, onları dine yöneltmektedir. Dindar olan yaşlıların daha düzenli ve mutlu oldukları gözlenmiştir.[35]
Belli bir inanç sistemine sahip olmayanlarda, öte dünyaya inanmayanlarda ise duygusal bozukluklar, psikiyatrik sorunlar gittikçe derinleşmekte ve hatta intihar etmelerine sebebiyet vermektedir. Batıda intiharların gittikçe yaygınlaşmasında bu olgunun çok ciddi bir etkisi vardır.[36]
Ölüm Düşüncesinin İnsan Hayatına Etkisi
Hz. Âdem ile eşinin yeryüzü seyahati ile birlikte başlayan hayatın doğal döngüsü içerisinde ölüm olayı, “çift/eş yaratılma” olgusunun bir yansımasından ibarettir. Ölümsüz olan bir tek Allah’tır. Geri kalan tüm canlılar, ölüm şekilleri farklı olmakla beraber, sonuç hep aynıdır. Ölüm gerçeği, hayatın pratiği içerisinde her an yaşanan, görünen ve içinde belirsizlikler taşıyan, olmazsa olmaz bir olgudur. Ölümün kabul edilmesi veya reddedilmesi, hayatın bu gerçeğini değiştirmemektedir/değiştirememektedir. Ölüm gerçeğini ret ya da kabul etme, var olan, gerçekleşen ölüm olgusunu değiştirmemekte, gerçekleşmesine mâni olamamaktadır.
Ölümün er ya da geç bir gün mutlaka gerçekleşeceği olgusu, insanların şuuraltında farklı anlam ve boyutlarda her zaman var olmuştur. İnsan, ölüm üzerinde, gönüllü ya da gönülsüz, istekli ya da isteksiz mutlaka düşünmüş, bazı tutum, davranış ve düşünceleri az ya da çok bu olgudan etkilenmiştir. İnsanın yaşına, değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına, inanç sistemine, sosyokültürel ve sosyoekonomik durumuna bağlı olarak insan ölüm düşüncesinden olumlu ya da olumsuz şekilde etkilenmiştir ve etkilenecektir.
Bilimsel çalışmalarda, özellikle saha araştırmaları “ölümün ölçüsüz, yanlış bir tarzda düşünülmesi”, “inkâr edilmesi”, “yokmuş gibi davranılması”, insanın şahsiyetini, düşüncesini, psikolojisini, hayata bakışını, çalışma tarzını, tutum ve tavrını değişik şekillerde etkilemektedir. Bu etkileşimi göz önüne alan araştırmacılar ölümün hayattan koparılmasının yanlışlığı kanaatine varmışlardır: “Ölüm üzerine araştırma yapan batılı araştırmacıların çoğunun ortak kanaati, ölümün hayattan uzaklaştırılmasının yanlış olacağı istikametindedir. Onlara göre onu daha çok hayata katmak, üzerinde düşünmek ve günün birinde er ya da geç geleceğini düşünerek ölümden kopmamak daha doğru bir tutumdur.”[37]
Sahadaki çalışmalarda da görülebileceği gibi ölüm olgusu, insanın nefis muhasebesi yapmasını sağlayarak hem düşüncesini hem de hayatla ve diğer insanlarla ilişkisini olumlu yönde etkilemektedir. Ölümü bünyesinde taşıyan varlık olarak insanda dünya hayatının geçiciliği fikrinin teşekkülü bütün beşerî ilişkilerine yansımakta, olumlu düşünce ve ilişkilerin oluşmasına imkân vermekte, hayatı ona göre şekillenmektedir. Ölüm üzerinden kurulan bu dünya, öteki dünya, hesap günü denklemi insanda çok ciddi bir zihinsel zenginliğin teşekkülüne sebebiyet vererek gafletten, duyarsızlıktan, adaletsizlik yapmaktan alıkoymakta, olumsuz eğilimlerini baskılamakta ve zamanın daha iyi değerlendirilebilmesi için bir şuur inşa etmektedir. İnsanı hak, hukuk ve adalet arayışında etkin hâle getirmekte, ölümü düşünme ve ölümlerden ders alma olgusu çok önemli bir görev üstlenmektedir. Dolayısıyla ölüme hazır olmak ya da hazırlanmak hayata, yaşama, yeni ve farklı bir renk katmaktadır. Bu dünya-öteki dünya denklemi, hesap günü olgusu hem bu dünyanın hem de öteki dünyanın en iyi bir şekilde değerlendirilmesini sağlayan çok temel bir unsurdur. Dolayısıyla ölüme hazırlanmak demek, bu dünya yaşamını en güzel, en adil, en olumlu bir şekilde değerlendirerek öteki dünyayı kazanmak demektir. Dünyadan el etek çekmek, inzivaya çekilmek demek değildir. Tam tersine her türlü haksızlığa, adaletsizliğe ve zulme karşı tavır alıp gerekeni yaparak yerin şahitliğine sığınmak demektir. (Zilzâl 99/4-8) Ölüm düşüncesi (hesap günü ve ölüm üzerinde tefekkür), zengin ve fakiri eşit kılmakta, sınıfsal bir ayrışımı ortadan kaldırmaktadır. Hz. Muhammed (s.) şöyle buyuruyor: “Ölümü çokça hatırlayın. Bu hatırlama günahlarınızı giderir ve sizi dünyada zahit yapar. Zenginken hatırlarsanız bu sizin hırsınızı yıkar. Fakirken onu anarsanız yaşayışınızdan hoşnut kılar. Fakirlik ızdırabından kurtarır.”[38]
Sonuç: Her Şeyin Eş Olarak Yaratılması ve Bu Dünya-Öteki Dünya Denklemi
Kadın-erkek, pozitif-negatif, elektron-pozitron, müon-antimüon vb. her şey eş olarak vardır. Tek olan Allah’tır, O’nun dışındaki her şeyin varlığı eş olarak mevcuttur (4/1; 6/95-98; 13/3; 16/72; 26/7; 30/20, 21; 35/11; 36/36; 42/11; 43/12; 51/49; 53/45; 55/52; 75/39; 78/8; 22/5; 23/27; 40/67; 89/3). İnsanlığın başlangıcında da Hz. Âdem ve eşi vardır (Nisâ 4/1). İnsan neslinin devam edebilmesi, bu çift/eş olarak yaratılma yasasının bir sonucudur: “Onda ‘sükûn bulup-durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (Rûm 30/21) Tüm canlılardaki gibi tüm evrende de her şey eş olarak yaratılmıştır. “Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.” (Zâriyât 51/49) “Ki O, bütün çiftleri yarattı.” (Zuhrûf 43/12) “Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.” (Yâsîn 36/36)
Fıtrat/yaratılış yasalarına göre her şey eş/çift yaratılmıştır. Bugünkü bilimsel araştırmalara göre tüm “elementer tanecikler” eşleri ile birlikte vardır ve bu temel parçacıklar antileri ile karşılaştıklarında birbirini yok etmektedirler: “Her temel parçacığın, onunla aynı kütle ve spine sahip fakat zıt yüklü bir parçacığı vardır.” “Bir parçacık kendi anti parçacığıyla karşılaştığında birbirlerini yok eder ve tüm enerjileri foton şeklinde elektromagnetik ışımaya dönüşür.”[39] Bu dünya-öteki dünya, cennet-cehennem denklemi, bu çift/eş/parite olarak yaratılmanın bir sonucudur: “O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur.” (En’âm 6/95) “Allah, sizi topraktan yarattı, sonra bir damla sudan. Sonra da sizi çift çift kıldı. O'nun bilgisi olmaksızın, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz da. Ömür sürene, ömür verilmesi ve onun ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitaptadır (yazılı). Gerçekten bu, Allah'a göre kolaydır.” (Fâtır 35/11) “Gökten ölçülü olarak su indiren de O’dur. Onunla ölü bir beldeye yeniden hayat veririz. İşte siz de böyle diriltilip çıkarılacaksınız.” (Zuhrûf 43/11) Eş olarak yaratılma yasasına göre bu dünya, öteki dünyanın tarlasıdır. İnsanlar bu dünyada Allah’ın emrettiği, koyduğu yasalara tabi olup olmadıklarına göre öteki dünyada yargılanacaklar ve eş yaratılma yasasına göre ya cennete ya da cehenneme gönderileceklerdir. İmam Gazali’nin bu anlamda yaptığı değerlendirme çok mesaj vericidir: “Ey ilahi sırları öğrenmek isteyen! Bir kimse, işlerin sonunun ölüm, son durağının kabir, kendisine geleceklerin Münker-Nekir, vadesinin kıyamet, ebedî kalacağı yerin cennet veya cehennem olduğunu bilirse o kişiye ölüm düşüncesinden daha önemli bir düşünce gelmez. O kişi akıllı ise ona ölüm tedbirinden üstün tedbir olmaz. Nitekim Resûlüllah (s.) şöyle buyurmuştur: ‘Akıllı olan şu kişidir ki, nefsini yanıltarak emre uydurur ve ölümünden sonra kalacak işlerde (hazırlıklarda) bulunur.’”[40]
Bu dünya-öteki dünya denkleminde hesap günü sorgulaması, yargılaması, bu dünyada yapılacaklara, yapılması gerekenlere şekil veren en önemli unsurlardan biridir. Ölüm olayı, ölüm korkusu, bu denklem içerisinde bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmelidir.
[1] D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 18. Baskı.
[3] Râğıb el-İsfahani, Müfredât, Pınar Yayınları, İstanbul, 2016, s. 1387-1390.
[4] Râğıb el-İsfahani, age., s. 1387-1390.
[5] Fikret Karaman, İsmail Karagöz, İbrahim Paçacı, Mehmet Canbulat, Ahmet Gelişgen, İbrahim Ural, Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, s. 131, 132.
[6] Muhammed Esed, Kur’ân Kavramları, İşaret Yayınları, İstanbul, 2016, s. 73.
[7] Fikret Karaman, İsmail Karagöz, İbrahim Paçacı, Mehmet Canbulat, Ahmet Gelişgen, İbrahim Ural, age., s. 131, 132.
[9] Faruk Karaca, Ölüm Psikolojisi, Beyan Yayınları, 2000, s. 85-195; Necip Taylan, İslâm Felsefesi, Ensar Neşriyat, 2. Baskı, İstanbul, 1985, s. 104; Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, TDV Yayınları, Ankara, 1993, s. 97; Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, Dem Yayınları, İstanbul, 2017, s. 24, 25.
[10] Faruk Karaca, age., s. 86-89.
[11] Salime Leyla Gürkan, “Ölüm”, İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 2007, cilt: 34, s. 38-40.
[12] Salime Leyla Gürkan, age.
[13] Faruk Karaca, age., s. 90. Salime Leyla Gürkan, age., s. 38-40. Dr. Kathy Kortes Miller, Ölüm Psikolojisi, Sola Unitas, İstanbul, 2019, s. 143-146.
[14] İmam-ı Gazali, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, çev. Ali Arslan, Yaylacık Matbaası, İstanbul, 1974, cilt: 10; s. 316.
[15] Faruk Karaca, age., s. 91-98. Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 42-52.
[16] Faruk Karaca, age., s. 91-98.
[17] Faruk Karaca, age., s. 92.
[18] Faruk Karaca, age., s. 92.
[19] Faruk Karaca, age., s. 92.
[20] İmam-ı Gazali, Ölüm ve Ötesi, çev. Mevlüt Zorlu, Sufi Kitap, İstanbul, 2025, s. 16.
[21] Faruk Karaca, age., s. 98-104. Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 59-77.
[22] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Daru Sadır.
[23] Faruk Karaca, age., s. 104-110. Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 59-77. İmam-ı Gazali, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, s. 273- 339.
[24] Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 26-28.
[25] Faruk Karaca, age., s. 205.
[26] Faruk Karaca, age., s.197-204. Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 26-30.
[27] Faruk Karaca, age., s. 209.
[28] Faruk Karaca, age., s. 209.
[29] Faruk Karaca, age., s. 217, 218.
[30] Hayatı Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 28-31.
[31] Hayatı Hökelekli, age., s. 28-31.
[32] Hayatı Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 28-31.
[33] Hayati Hökelekli, Ölüm, Ölüm Ötesi Psikoloji ve Din, s. 31-33.
[34] Faruk Karaca, age., s. 221.
[35] Faruk Karaca, age., s. 111-115.
[36] Hayati Hökelekli, age., s. 31-33. Faruk Karaca, age., s. 221.
[37] Faruk Karaca, age., s. 111-115.
[38] Seyyid Ahmed Haşimi, Muhtâru’l-Ehâdîs, Salah Bilici Kitabevi, İstanbul, 1989, s. 26-27. Aktaran, Faruk Karaca, age., s. 113.
[39]John R. Taylor, Chris Zafaritos, Modern Fizik, Güven Yayınları, İstanbul, 1996, s. 297, 298.
[40] İmam-ı Gazzali, Ölüm ve Ötesi, s. 5.
Burhanettin Can/Umran Dergisi Mayıs 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder