30 Ocak 2014 Perşembe

Ümmetin helak şekli: Parçalanıp birbirine zulmetme, birbiri ile savaşma

(Milli Gazete)

Giriş

Taksim Gezi parkı eylemleri ile başlayan Kadife Darbenin Dershaneler, Hukuk savaşları ve TIR operasyonları aşamalarında ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntı, Kadife darbenin, Gülen hareketi tarafından yürütülüyor kanaatinin oluşması ile iki büyük camianın karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Bu sürecin diğer önemli bir sonucu da, siyasi iktidarın rüşvet -yolsuzlukla; Gülen hareketinin de, küresel, karanlık güç merkezlerinin taşeronluğu ile özdeşleştirilmesi olgusudur. Kadife Darbenin beyin takımı olup birinci halkada yer alan küresel Siyonist güç ile ikinci halkada yer alan Türkiye deki işbirlikçi mason, Siyonist, sabatayist ve baronlardan oluşan güç, AKP ve Gülen hareketi üzerinden tüm Müslümanları kapsayan bir psikolojik harekât yürütmektedir. Bu iki camianın çatışması körüklenmekte ve aynı zamanda bu iki camia üzerinden bir kirletme operasyonu yürütülmektedir. Bu iki camianın karşı karşıya getirilmesinin durdurulamaması, sadece oyun kurucuların mahareti ile ilgilidir Her iki yapının, ilahi sünnete aykırı bazı tutum ve davranışlarının bu karşılaşmada bir etkisi var mıdır Burada ikinci sorunun cevabı aranmaktadır.

Genel Olarak Toplumların Helaki

İslam âlimleri, Hz. Peygamber (sas) in, Hud süresi benim saçlarımı ağarttı demiş olmasını iki ana sebebe bağlarlar: 1. Bu sürede tarihte helak olmuş değişik kavimlerin isimleri zikredilerek helak şekillerinin verilmiş olması. 2. Hud Süresi 112-113. ayetlerde Sen, beraberindeki tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin, doğrusu Allah yaptıklarınızı görür. Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Şeklinde yapılan bir hitapla Hz. Peygamberin sadece kendisinden sorumlu tutulmayıp tabi olanlardan da sorumlu olduğunun ifade edilmiş olmasıdır. Hud 116. ayette, fazilet sahibi kimselerin fesadı önleme mecburiyetinin olduğu ve zulmedenlerin ise, içinde bulundukları refahın peşine düştükleri belirtilmektedir. Hemen ardından gelen ayette (Hud 117) ise Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildi. Açıklaması yapılarak Fesad - Zulüm - Islah Etme/Etmeme - Helak Olma/Etme denklemindeki önemli bir kanuniyete, ilahi bir sünnete işaret edilmektedir. Kendilerine gönderilmiş olan peygamberlerinin davetine icabet etmeyip onlara direnen, onlarla savaşan ve peygamberlerini öldürmeye kalkan toplulukların helak edilme nedenleri ve helak şekilleri farklıdır. Bu nedenler ve helak şekilleri, Kur an-ı Kerim in değişik ayetlerinde ve Hz. Peygamberin değişik hadislerinde anlatılmaktadır. Hz. Peygamberin benim saçlarımı ağarttı dediği Hud süresinde, helak olmuş kavimlerle ilgili genel bir hatırlatma yer almaktadır:

Nuh Kavmi: 11 Hud 25-49

Hud(Ad) Kavmi: 11 Hud 50-60

Semud Kavmi: 11 Hud 61-68

Lut Kavmi: 11 Hud 69-83

Şuayb (Medyen) Kavmi: 11 Hud 84-95

Firavun: 11 Hud 96-99

Kur an-ı Kerim değişik süre ve ayetlerinde bu toplumların Peygamberleri ile yaptıkları tartışmalara, mücadelelere ve helak edilme sebeplerine ve helak edilme şekillerine yer verilmektedir. Ayetlerden hareketle Helak edilme nedenlerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Şirk Koşmak - Allah tan Başkasına Kulluk Etmek - İbadet Etmek: Nuh Kavmi (11 Hud 26; 23 Müminun 23)

Allah ı Önemsiz Kabul Etmek - Unutmak: Şuayb Kavmi (11 Hud 91, 92)

Peygamberi Yalanlamak: Nuh Kavmi (25 Furkan 37)

Kulları Şaşırtıp Saptırmak: Nuh Kavmi (71 Nuh 27)

Eşcinsellik: Lut Kavmi (7 Araf 80-84; 11 Hud 77-83; Neml 54-58, 29 Ankebut 28, 30,34; 26 Şuara 160- 174)

Yol Kesmek: Lut Kavmi (29 Ankebut 29)

İfsad Etmek: Şuayb Kavmi (11hud 85, 7 Araf 85-90 ; 7 Araf 73-79, 43 Zuhruf 54)

Lut Kavmi (21 Enbiya 74; 29 Ankebut 30,34)

Nuh Kavmi (51 Zariyat 46)

Semud Kavmi (11 Hud 85; 26 Şuara 152; 11 Hud 62)

Fıravun Kavmi ( 7 Araf 103; 27 Neml 14; 28 Kasas 4)

Karun (28 Kasas 76-83)

Terazi Mizan Bozukluğu: Şuayb Kavmi (11 Hud 91,92; 11hud 85, 7 Araf 85-90 ; 7 Araf 73-79, 43 Zuhruf 54)

Zulüm- Zorbalık - Kibir Büyüklenme, Azgınlık: Hud Kavmi (11 Hud 59-60; 26 Şuara 128-130; 41 Fussilet 15)

Firavun Kavmi (2 Bakara 49; 7 Araf 123-127; 11 Hud 91; 43 Zuhruf 54)

Karun (28 Kasas 76-83)

Nuh Kavmi (11 Hud 37,44; 25 Furkan 37; 23 Müminun 27; 29 Ankebut 14; 11 Hud 27-31; 53 Necm 52)

Refahtan Şımarıp Azmak: Sebe Halkı (34 Sebe 15-22), Karun (28 Kasas 76-83)

Bölünmüşlük: Semud Kavmi (27 Neml 45), Fıravun Kavmi (28 Kasas 4)

Ölçüsüzce Davranmak: Semud Kavmi (26 Şuara 151), Lut Kavmi (26 Şuara 166), Nuh Kavmi (71 Nuh 27)     

Çeteleşmek: Semud Kavmi (27 Neml 45-52)

Bu ayetler incelendiğinde, toplumların helakına neden olan etkenlerin bir kısmı ortak; bir kısmı de sadece o topluma özgü olduğu görülmektedir.

Toplumların Helak  Edilme Şekilleri

Kur an-ı Kerim bazı ayetlerde, isim vermeden helaki hak etmiş toplumlardan bahsetmektedir. Söz konusu ayetlerde, genel olarak toplumların helak edilme şekillerine de yer verilmektedir (6 Enam 65; 7 Araf 84; 11 Hud 82; 26 Şuara 173-174). De ki: «O, size üstünüzden ya da ayaklarınızın altından azap göndermeye veya sizi parça parça birbirinize kırdırıp kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya güç yetirendir.» (6 Enam 65) ayetinde, üsten gelen azap, ayakların altından gelen azap ve parçalara ayırıp birbirine kırdırma şeklinde üç farklı cezalandırma şeklinden bahsedilmektedir. Üsten ve ayakların altından gelen cezalandırmada azap kelimesi kullanılırken; parçaları bölüp birbirini kırdırmada, şiddeti tattırma kullanılmaktadır. Kur an-ı Kerim in bazı yerlerinde ise, isim vererek toplumların, kişilerin cezalandırılma/helak edilme şekilleri anlatılmaktadır:

Firavun ve Askerleri: Suda Boğulma, Yerle Bir Edilme (2 Bakara 50; 7 Araf 136; 26 Şuara 60-66)

Nuh Kavmi: Tufanla Yok Etme (7 Araf 59-64; 10 Yunus 71- 73; 11 Hud 42,43; 54 Kamer 11-14)

Karun: Yerin Dibine Geçirme (28 Kasas 81-82)

Lut Kavmi: Damgalanmış Taş Yağdıran Kasırga (11 Hud 82,83; 51 Zariyat 33; 15 Hicr 74)

Yerin Üstü Altına Çevrildi (11 Hud 82; 15 Hıcr 74; 53 Necm 53,54)

Korkunç Bir Çığlık (15 Hıcr 73; 54 Kamer 38)

Sebe Halkı: Arım Seli (34 Sebe 16,19)

Fil Ashabı: Ebabil Kuşları, Pişirilmiş Balçık Taşlar (105 Fil 1-5)

Antakya Halkı: Tek Bir Çığlık (36 Yasın 29)

Medyen Halkı(Şuayb Kavmi): Dayanılmaz Bir Ses Ve Sarsıntı (7 Araf 91,92; 11 Hud 94,95; 29 Ankebut 37)

Semud Kavmi: Dayanılmaz Bir Ses Ve Sarsıntı, Yıldırım (7 Araf 78; 11 Hud 67; 15 Hıcr 83; 41 Fussilet; 54 Kamer 31)

Hud Kavmi: Kulakları Patlatan Bir Kasırga (41Fussilet 16; 54 Kamer 18-22)

Muhammed (SAS) Ümmetinin Helak şekli

Hz. Peygamber(SAS), bu helak şekillerinden ve Hud süresi 112. ayette sorumlu tutulduğu kendine tabı olanlardan hareketle, ümmetini koruma amacıyla, Allah a yaptığı değişik dualarda, helak şekillerini de belirterek, Ümmetinin helak edilmemesini talep etmiştir. Bu dualara verilen cevaplardan, Hz. Peygamberin taleplerinin bir kısmının kabul edilmediği anlaşılmaktadır: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Rabbimden üç şey talep ettim. İkisini verdi, birini geri çevirdi: Rabbimden ümmetimi umumi bir kıtlıkla helak etmemesini talep ettim, bunu bana verdi. Ümmetimi suda boğulma suretiyle helak etmemesini diledim, bana bunu da verdi. Ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını da talep etmiştim, bu geri çevrildi. (1) 

Burada Hz. Peygamber umumi kıtlıkla , suda boğulma ve birbiri ile savaşma şeklinde üç ceza/helak edilme şeklini dile getirmektedir. İlk ikisi ile ümmetinin helak edilmemesi kabul edilmiş; üçüncüsü, yanı birbiri ile savaşarak birbirlerini kırmamaları kabul edilmemiştir. Açık olarak helak kelimesi geçmemekle beraber yukarıdaki hadisi ve benzer hadisleri göz önüne aldığımızda, aşağıdaki hadiste de, Hz. Peygamber, Allah tan ümmetinin dört şeyle cezalandırılmamasını talep etmektedir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allah a dua ettim. Rabb Teâla bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmadı. Ben ümmetimden gökten taş yağması, yerin yarılması, aralarında ayrılıklara düşüp parçalanmaları, birbirlerinden sıkıntı azabı çekmeleri şeklinde gelebilecek cezaların kaldırılmasını dilemiştim. 

Allah taş yağma ve yer yarılma cezalarını kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaktan imtina etti. Burada, aralarında ayrılıklara düşüp parçalanmaları ile birbirlerinden sıkıntı azabı çekmeleri cezaları kaldırılmamış; taş yağması ve yer yarılması cezaları ise kaldırıldığı belirtilmektedir. Aşağıdaki hadiste, yukarıda ki hadislerde geçen cezalandırma şekillerine ilave olarak yeni bir cezalandırma şekli olarak düşmanın tasallutuna uğrayarak ortadan kaldırma dan bahsedilmektedir: Hz. Peygamber(sas):Ben (namazda) aziz ve celil olan Allah tan ümmetim için üç şey talep ettim. Allah bunlardan ikisini verdi, birini vermedi. Ben Allah tan ümmetime, kendileri dışında bir düşman musallat etmemesini talep ettim, bu talebimi kabul etti. Allah tan ümmetimi (eski ümmetler gibi) toptan suda boğarak helak etmemesini talep ettim. Allah bunu da kabul etti. Allah tan ümmetimin kendi aralarında savaşmamalarını talep ettim, Allah bunu reddetti. (2)

Yukarıdaki üç hadiste geçen cezalandırma şekillerini, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Umumi bir kıtlıkla helak etme,

Suda boğulma ile helak etme,

Gökten taş yağması ile helak etme,

Yerin yarılması ile helak etme,

Kendilerinden başka bir düşmanın tasallutuyla yok edilme,

Aralarında ayrılıklara düşüp parçalanmaları ile cezalandırma,

Birbirlerinden sıkıntı azabı çekmeleri ile cezalandırma,

Kendi aralarında savaşmaları ile cezalandırma.

Muhammed ümmeti bu sekiz farklı cezalandırma şeklinin ilk beş tanesinden muaf tutulmuş son üç tanesinden ise muaf tutulmamıştır.

Muhammed Ümmetinin Cezalandırılma/Helak Olma Şartları/Sebepleri

Bu noktada sormamız gereken soru, Helak edilme/Cezalandırma şartları/Sebepleri ne zaman oluşmakta, hangi durumlarda ilahi sünnet tecelli etmektedir Sorusudur. Bunun için Kur an da helak olmuş, geçmiş kavimlerin yukarıda ifade edilen şartlarının tezahür etmesi yeterli olmaktadır. Bununla beraber, aşağıdaki hadislerde bazı özel şartlara yer verilmektedir: Nebî sallallahu aleyhi ve selem: Yedi helâk ediciden kaçının! Sahâbîler: Ey Allahın Resûlü! Bunlar nelerdir diye sordular. Hz. Peygamber: Allah a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş meydanından kaçmak, evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad etmektir, buyurdu. (3) Bugünün Türkiye sinde faiz, yetim malı yemek, zinayı suç kabul etmemek ve namuslu insanlara iftira etmek doğallık arz etmeye başlamıştır. Tv kanallarından bu konularda pislik akmaktadır. Allah ın cezalandırma ya da helak etme nedenleri arasında en çok dikkat çeken neden, İslam toplumu içerisinde kötülüklerin çoğalması durumudur: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): İnsanlar, günahları çoğalmadıkça helak olmayacaklardır. (4). İnsanlar arasında günahların çoğalması helak olma nedeni olarak gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. 

Yeter şart, günahların çoğalıp yaygınlaştığı bir toplumda, iyiliği emredip kötülükten alı koyan kişi/grup/teşkilat/cemaat/hareketin var olmamış olmasıdır. Aşağıdaki hadisde bu gerçeği görmekteyiz: Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem): Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. Sonra Allah a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez. (5) Böyle bir toplumun içerisinde iyiliği emredip kötülükten alıkoyan kişi / grup / teşkilat / cemaat / hareketin var olmaması ve fakat o toplumun içerisinde salih insanların olması, cezalandırmaya mani olamamaktadır: Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ): Ey Allah ın Resulü! Aramızda salihler mevcut iken bizler helak mi olacağız Aleyhissalâtu vesselâm: Evet, buyurmuşlardır, pislik artarsa! (6) Kirliliğin arttığı toplumlarda iyiliği emredip kötülükten alı koyma gayreti, çabası ve çalışması olmadığı takdirde, dualar kabul olmayacak, şerliler hayırlılara musallat olacak ve gelen azap herkese şamil olacaktır: 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Ya ma rufu emreder, münkerden de nehyedersiniz, yâhut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat edecektir. O zaman hayırlılarınız dua etse de duaları kabul edilmez. Resûlullah (aleyissalâtu vesselâm): Allah bir kavme azap indirdi mi, azab, kavmin içinde bulunan herkese isabet eder. Sonra, (kıyamet gününde) herkes niyetlerine [ve amellerine] göre diriltilirler. (7) Ancak iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluğun var olması durumunda, ilahi bir cezalandırma vuku bulduğunda, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar kurtarılmakta; kötülüğü fiilen icra edenlerle nemelazımcılar, vurdumduymazlar cezalandırılmaktadır(7Araf Süresi 163-166).

Sonuç: Niçin

Kur an-ı Kerim in değişik sürelerinde helak olmuş kavimlerle ilgili örneklerin verilmesindeki amaç, Peygamberin hak yolda olduğuna olan inancını sağlamlaştırmak, müminleri uyarmak ve onlara öğüt vermektir. Böylelikle müminler, bahsedilen olaylar üzerinde tefekkür ederek üzerlerine düşen sorumluluğun gereğini yerine getireceklerdir/getirmelidirler: Sana peygamberlerin haberlerinden -kalbini kendisiyle sağlamlaştıracak- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda da sana hak ve mü minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir. (11 Hud 120) Öyleyse! İçinde bulunduğumuz ortamda iki Müslüman camianın birbiri ile çatışmasında alınması gereken öğüt ve uyarı ne olabilir Eğer ümmetin iki grubunun çatışması, ümmetin helak şekli ise, bu yaşanan çatışma Allah ın bir uyarısı ve cezalandırması değil midir Böyle bir uyarı ve cezalandırmayı hak edişin sebebi nedir 

Genelde tüm Müslümanların özelde bu iki camianın kötülükler, çirkinlikler, hayâsızlıklar, dünyevileşme ve müstağnileşme karşısında tutum ve tavırları nedir Mal ve makam tutkuları ne düzeydedir Helak edilen bütün kişi ya da toplumlar, kendi elleri ile yaptıkları işlerden dolayı cezayı hak etmişlerdir. Allah onlara zulmetmemiş, onlar kendilerine zulmetmişlerdir(11Hud 101). Öyleyse; Rabbim!.. İçimizdeki beyinsizlerin yaptıklarından dolayı bizi helak edecek misin (7 Araf 155) Öyleyse; Resûlullah (aleyissalâtu vesselâm): Onlarda, sizde helak olmadan beyinsizlerinizin kötülüklerinden emin olun. (8)

Kaynaklar

1- Müslim, Fiten 20, (2890); Buharı, (4519)

2- Hadis No: 1200. (3951) (7187)

3- Kütüb-ü Sitte H. No: 1618.

4- Ebu Dâvud, Melahim 17, (4347); (4794).

5- Buharı H. No: 195

6- Muvatta, Kelam 22, (2, 991); Kütübü Sitte H. No: (5905); Sahih-i Müslim deki H. No: (5128)

7- Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu l-Cenne 84, (2879). (5752)

8- 3:435, Hadîs No: 3894; 2046

23 Ocak 2014 Perşembe

Acı bir itiraf: "Erbakan hoca haklıydı, haklı çıktı"

(Milli Gazete)

Giriş

Taksim Kadife Darbesi sürecinde vuku bulan beklenmedik birçok olay, başta siyasetçiler olmak üzere birçok duygu ve düşüncenin değişmesine sebebiyet vermiştir. Genel olarak Kadife darbelerin beyin takımı birinci halkayı oluşturan (iç halka), Küresel Siyonist-Mason bir gruptur (Soros ekibi). İkinci halka, her ülkenin içerisinde var olan Siyonist-Sabatayist-Mason birinci halkadakilerle özel bağları bulunan işbirlikçi gruptan oluşmaktadır. Kadife darbelerin asıl planlayıcıları, stratejistleri ve karar vericileri bu iki gruptur. Üçüncü halka, her ülkenin gayrı memnunlarına önderlik edebilecek ya da edebileceği düşünülen yapılardır. Genelde de bu yapılar, operasyonel taşeronluk görevi yapmaktadırlar. Taksim Kadife Darbesi nin birinci aşamasında (Gezi Parkı) açık, net bir örgüt olmamakla birlikte İstanbul baronları-alevi-sol bir ittifaktan oluşmuş bir yapıdan bahsedilebilir. Ancak Kadife darbenin 2. ve 3. aşamalarında Gülen Hareketi operasyonel güç olarak üçüncü halkaya oturtulmuştur. 

Gülen Hareketi nin böyle bir konuma oturtulması ile başlayan süreç, iki Müslüman camianın (AKP-Gülen Hareketi) kıran kırana savaşına dönüşmüştür. Bu süreçte Fethullah Hocanın ABD de esir olarak gözetim ve denetim altında olduğu göz önüne alınmalıdır. Ona verilen bilgilerin gözetleyici ve denetleyici güç tarafından özel olarak şekillendirilebileceği göz önüne alındığında ve son yıllarda Gülen Hareketi mensubu olduğunu ifade edenlerin, bürokrasinin her kademesinde hareketin dışındaki insanlara karşı kıyım yaptıkları ve bu kıyımı da hiçbir İslami ve ahlâkî ölçü olmadan yaptıkları göz önüne alındığında, Gülen Hareketi içerisine çok iyi sızmış ve yerleşmiş küresel operasyonel bir yapıdan bahsetmemiz mümkündür. Taksim Kadife Darbesi nin birinci ve ikinci halkasını oluşturan ve üçüncü halkada da Gülen Hareketi adına operasyon yapan yapının, kökeni itibarıyla Sabatayist-Mason-İşbirlikçi bir yapı olma ihtimali çok yüksektir. 

Başbakan ın bir konuşmasında, Bu belgeleri bu adamlara verenleri açıklarsak yer yerinden oynar demesini bu açıdan değerlendirebiliriz. Başbakan Erdoğan ın Taksim Kadife Darbesi sürecinin arkasında başlangıçta faiz lobisi var demesi, arkasından İsrail i suçlaması ve bu suçlamaya karşı ABD den tepki gelmesi, yukarıdaki tespitin doğru olduğunu göstermektedir. Kadife darbe sürecinde Mason-Siyonist eksenin bu denli işin içinde olması, AKP yöneticilerine Erbakan ın Siyonizm ile ilgili düşüncelerini hatırlamalarına sebebiyet vermiştir. Ayrıca rahmetli Erbakan Hoca, yol boyu, ABD, AB nin Müslümanların gerçek dostu olamayacağını söylemiş ve bu şer eksenine karşı İslam Birliği ni kurma çalışmalarını hızlandırmış ve çekirdek nüve olarak D-8 leri kurmuştur. Taksim Gezi Parkı hadiselerinde ABD ve AB ülkelerinin sözleşmişçesine Başbakan Erdoğan a ve siyasi iktidara tavır almaları, AKP nin yönetici kadrolarının bir kez daha rahmetli Erbakan ı hatırlamalarına ve ona hak vermelerine sebebiyet vermiştir. 

Bugünlerde Erbakan haklıydı ifadelerinin kullanılmasına sebep olan en önemli konu, şüphesiz ki Erbakan ın Siyonizm konusundaki kesin, kararlı, tavizsiz tavrı ve tutumudur. Burada Erbakan a göre Siyonizm nedir ve niçin bu kadar önemlidir konusu ele alınıp incelenecektir. Erbakan Hoca, Siyonizm i çok değişik vesilelerle sürekli gündeme getirmiş olduğundan tüm görüşlerine burada yer vermek mümkün değildir. Özetleme yapmakla yetinmek durumundayız.

Erbakan ve Siyonizm in Amentüsü

Erbakan Hoca ya göre, Siyonizm in ana stratejisi, Theodor Herlz tarafından1897 de Viyana da Basel de düzenlenen konferansta çizilmiştir. Basel Konferansı nda başlangıç olarak İsrail Devleti nin kurulması, sonra da büyük İsrail diye adlandırılan coğrafyanın İsrail e katılması için çalışmalar yapılması planlanmıştır (1 3). Rahmetli Erbakan, 2011 yılında verdiği konferanslarda Siyonizm in amentüsünün dört maddeden meydana geldiğini belirtmiştir: Erbakan; Hak kitap ortadan kalkmış, Kabala yı getirip, Hak kitap diye ortaya koymuşlar. İster Kabala yı incele, ister Tevrat ı incele. Bunları incelediğin zaman varacağın sonuç şudur: Bunların amentüleri dört maddedir:

1-Biz, Ben-i İsrail ırkı, üstün bir ırkız. Biz insan olarak yaratıldık. Diğer insanlar maymun olarak yaratıldı. Bize hizmetkâr olmak için, sonradan insana dönüştü.

2-Bizim dünyanın efendisi oluşumuz ve diğerlerinin bizim kölemiz oluşu nazariyede kalmayacaktır, mutlaka gerçekleşecektir.

3-Bunun gerçekleşmesi için de bizim şu üç şartı yerine getirmemiz lazım:

Bir: Dünyanın her yerine sürgüne gönderilmiş olan Ben-i İsrail i Kudüs te toplayacağız.

İki: Fırat la Nil arasında hududu belli olan Arz-ı Mev ud u kucaklamak üzere Büyük İsrail i yeniden kuracağız ve onun emniyetini sağlayacağız.

Üç: Onun emniyetini sağlamak için Fas tan Endonezya ya kadar 28 ülkenin iktidarı bizim kontrolümüz altında olacak ve 19 Haçlı Seferi ni püskürtmüş olan Anadolu da Selçukluların ve Osmanlıların mirasçısı büyük bir devlet olmayacak. Türkiye olmayacak! Anadolu da bağımsız bir devlet bırakmayacağız. Neden Çünkü İsrail için tehdit olur.

4-Nihayet Süleyman Mabedi ni yapacağız. Biz bunları yaptık mı, bizim Mesih imiz, Ben-i İsrail in Mesih i yeryüzüne gelecek. Davut (A.S.) tahtına Yahudi kralı olarak oturacak ve böylece ebedi hâkimiyetimizi perçinleyeceğiz. İşte imanlarının temeli bu 4 maddedir. Buna inanıyorlar. Bunun için çalışıyorlar. (4)

Erbakan Hocaya göre Türkiye, Siyonizm in Büyük İsrail Projesi nden dolayı daima hedef ülkedir. Türkiye dâhil Büyük Ortadoğu coğrafyasında yer alan, 28 ülkenin etnik ve mezhepsel olarak parçalanması (Büyük Ortadoğu Projesi) ve Büyük İsrail in kontrolünde olması öngörülmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi ile Büyük İsrail projesi arasında gizli bir bağ vardır. AKP iktidarı zamanında Çözüm Süreci olarak ifade edilen, özünde Ortadoğu da Türk-Kürt Kardeşliğine dayalı bir politikanın benimsenmiş olması, Siyonizm in Büyük İsrail Projesi ile çatışmaktadır. AKP yöneticileri bu gerçekleri görünce, uykudan uyanmış ve Erbakan Hocanın haklı olduğunu itiraf etmişlerdir.

Erbakan ve Siyonizm in (Irkçı Emperyalizm) Yan Kuruluşları

Erbakan Hocanın Siyonizm le (Irkçı Emperyalizm) ilgili görüşlerinde dikkat çeken husus, Siyonizm i ısrarla masonlukla ve faizci sistemle birlikte zikretmiş ve değerlendirmiş olmasıdır: Erbakan; Dünya Siyonistleri bu planı tatbik etmek için bir yandan masonluğu icat ettiler ve bunun vasıtasıyla bütün milletlerin içerisine kök salmışlardır. Öbür yandan insanları istismar etmek için faizcilik düzenini kurmuşlardır. Bu faizcilik düzeninin de bütün milletler içerisinde yürüyebilmesi için mason locaları vasıtasıyla gerekli tertibatı almaya gayret etmişlerdir... (1 3) Biz bir yandan bütün dünyanın para gücünü elimize geçirmişiz. Faizci kapitalist nizam ile. Öbür yandan doların üzerindeki piramitte gösterilen 13 katlı ehramdaki gibi, insan gücünü elde etmek için, Ben-i İsrail olmayanları, Ben-i İsrail e hizmet ettirmek için dernekler ve kuruluşlar kurmuşuz. Para gücü ve insan gücü. Bunların ikisi de elimizde. Bunlar elimizde olduğu içindir ki, biz bütün dünyaya hâkim olacağız. (4) 

Rantiyeci kavramı, Türkiye deki siyası mücadeleye Erbakan tarafından sokulmuş bir kavram olup halkın dikkatini bu ülkeyi sömürenlerin üzerine çevirmek amacıyla kullanılmıştır. Erbakan Hoca, uluslararası para transferlerinin ülkeler arasında doğrudan doğruya yapılamayıp ABD ve Batı bankaları üzerinden yapılmış olmasını, hava yolu şirketlerinin verdiği biletlerden ve insanların yaptığı telefon görüşmelerinden pay alınmasını, Siyonist bir operasyon olarak görüp karşı çıkmıştır. Bu yapılanışı, Gizli Dünya Devleti ile ilgili görüp bunun mutlaka değişmesi gerektiğini savunmuştur. Erbakan Hocaya göre, faizci düzenin beyni Siyonist önderler, gövdesi masonluk, kolları ise rotary, lions gibi yan kuruluşlardır (3).  Bu nedenle 23.3.1992 yılında Mason Dernekleri, Rotary ve Lions Kulüplerinin Faaliyetleri ile ilgili Meclis araştırması istemiştir. Bu gün AKP yöneticileri, tehlikeyi zamanında görmüş ve 1992 yılında Meclis araştırması ile masonik örgütlenmenin üzerine gitmek istemiş olan Erbakan ı haklı görerek itirafta bulunmaktadırlar: Erbakan haklıydı, haklı çıktı. 

Taksim Kadife Darbesi sürecinin üçüncü aşamasında Halk Bankası nın başına gelenler, İran, Irak ve Hindistan la yapılan ticarete ilişkin paraların, New York ya da Londra bankalarına yatırılmayıp doğrudan doğruya Halk Bankası na yatırılmış olması ile doğrudan ilgilidir. Yıllar önce Erbakan bu tezatlı durumun değişmesi için mücadele ettiğinde, Türkiye ve hatta o dönem Hocanın yanında bulunan bugünkü AKP yöneticileri, Hocayı anlamamışlar, meseleyi Hocanın mübalağası olarak görmüşlerdir. AKP yöneticilerinin, Taksim Kadife Darbesi nin arkasında, Faiz Lobisi var , Irak la yaptığımız ticaretin parası ABD bankalarına niçin yatsın tarzındaki çıkışları, gerçek tehlikeyi, ancak şimdi gördükleri ve Erbakan Hocayı haklı buldukları anlamına gelmektedir.

Erbakan ve ABD Siyonizm Denklemi

Erbakan Hocaya göre Protestanlık ve Evangelizm Siyonizm in eseridir. Siyonizm bu yaklaşımı ile müttefiklerini çoğaltarak kendi nüfus azlığının oluşturabileceği olumsuzlukları gidermeye çalışmaktadır: Erbakan; Ne yaptı bu ırkçı emperyalistler Bunlar, tarih boyunca önce faizci nizamı yerleştirebilmek için Hıristiyanlık dinini ifsad edip, Protestanlık dinini kurdu. Amerika yı avucunun içine almak için bu asrın başında Evangelizm Tarikatı nı kurdu. Kim Siyonizm. Bu Evangelizm Tarikatı nın bugün 90 milyon mensubu var. Amerika yı yöneten Bush lar, Clinton lar, Reagan lar, aklınıza hangisi geliyorsa, hepsi bu tarikatın mensubu. Bunları Siyonizm nasıl aldatmış da taşeron gibi kullanıyor .. Bunlara diyor ki: Siz, İsa nın (A.S.) yeryüzüne gelmesini beklemiyor musunuz Biz de O nu bekliyoruz. Siyonistler bunu derken takiyye yapıyor. Havraya girdiği zaman, küçük çocuğun kulağına, Bana bak! Biz asıl kendi Mesih imizi bekliyoruz diyor. Balkona çıktığı zaman, Aynı Mesih i bekliyoruz. Ama sizin elinizdeki İncil de bu Mesih in geliş şartları yazmamış. Tevrat ta yazıyor. O halde; gelin Tevrat tan istifade edelim. Tevrat ın emirlerini yerine getirelim: Mesih gelsin! diyor. Tevrat ın istedikleri ne Yahudilerin Kudüs te toplanmasına yardımcı olun. Büyük İsrail in kurulmasına yardımcı olun. O nun emniyete alınmasına yardımcı olun. Süleyman Mabedi nin yapılması için yardımcı olun. Böylece Mesih gelsin. Onları böylece aldatmış. (4) 

Bu yaklaşım tarzıyla Siyonistler, ABD de Evangelistlerin desteğini alarak çok güçlü bir lobi oluşturmuşlardır. ABD de seçilen başkanların kayıtsız şartsız İsrail i desteklemelerinin nedeni bu güçlü lobidir. Erbakan: Clinton diyor ki: Ben Amerika için askerlik yapmadım. Prensiplerime uymadığı için. Ama silahı alır, İsrail için siperde dövüşürüm Yahudi olduğu için mi söylüyor bunu Hayır! Ben öyle halis muhlis bir Hıristiyan ım ki, İsa (A.S.) gelsin diye canımı bile feda ederim anlayışıyla söylüyor. 10 tane Amerikan Cumhurbaşkanı işe başlarken söyledikleri nutukların hepsinde, Benim için bir numaralı mesele İsrail in emniyetidir diyor (4). Başbakan Erdoğan ın, Ben İsrail e söylüyorum cevap ABD den geliyor tarzında yaptığı serzeniş, Hocanın bir kez daha haklı çıkmasını sağlamıştır. AKP yöneticilerinin İsrail le olan kavganın aynı zamanda ABD ile ilgili olduğunu zamanında görememeleri üzücüdür. Bugün, ABD deki Neocon-Siyonist İttifakı nın Amerikan milliyetçilerine (WASP) karşı son zamanlarda üstünlük kurmuş olmaları ile Taksim Kadife Darbesi süreci arasında doğrudan ilişki olduğunu AKP yöneticileri görmek zorundadır.

AB ve Siyonizm

Erbakan Hocanın üzerinde en çok durduğu konulardan biri de, AB nin bir Siyonist organizasyonu oluşudur. Hocaya göre Türkiye yi ortak pazara sokmak istemeleri için üç sebep vardır (1-3):

1-İslam âleminin başı olan Türkiye yi AB içine sokarak eritmek.

2-Ortak Pazar (AB nin bir önceki aşamasındaki ismi) üç katlı bir ev olup en üst katında Siyonist sermayedarlar oturmaktadır. Orta katında Avrupalılar memur olarak çalışmaktadırlar. Alt kat uşak ve işçiler içindir. Türkiye alt kata uşak ve işçi olarak alınmak isteniyor.

3- Serbest ticaret esaslarına göre üye ülkelerin birbirinden mülk edinme hakları vardır. Bu yolla Türkiye savaşla değil parayla satın alınmak isteniyor.

Burada dikkat çekilmek istenen en önemli konu, AB ile birlikte Türkiye nin topraklarının parayla satın alınarak işgal edileceğidir. Ortak Pazar la Büyük İsrail projesi arasında Vaad edilmiş topraklar varsayımından dolayı bir bağ olduğu inancındadır: Tahrif edilmiş İncil de de Kayseri ye kadar uzanan Asurîlerin ülkesinin İsrail e ait olduğu zikredilmektedir. Batı gerektiğinde İsrail in bu projesine göz yumabilir. Ortak Pazar ın iktisadi maksatlarının çok ötesindeki gayeleri ve maksatları mevcuttur. Bilhassa üye devletler arazilerini yabancıların satın almalarına açık tutmaları maddesi, Türkiye nin birçok topraklarının art ve ileri maksatlı kapitalist dünya Siyonistleri tarafından rahatça ve çok ucuz fiyatla satın alınmasını da imkân dâhiline sokabilir. Bu durum, Türkiye nin İsrail e bir vilayet olarak hazırlanması neticesini intaç edebilir. Bu bakımdan bir sömürge olarak faydalanmak için Batı, Türkiye nin müşterek pazara girmesini istemekte, dünya Siyonistleri bu girişi arkadan arkaya desteklemektedirler. İşte Ortak Pazar meselesine bu açıdan bakmak zarureti vardır. (1)

Sonuç: Erbakan Haklıydı

AKP iktidarının Türkiye nin yasal mevzuatını, dolayısıyla yapısını, inanç, değerler ve kültür ve medeniyet farkını gözetmeden AB nin yasal mevzuatına uydurmaya çalışması, gelecekte çok ciddi sıkıntılar meydana getirecektir. AB uyum yasaları çerçevesinde yapılan bunca reforma rağmen Taksim Gezi Parkı hadiselerinde ABD ve AB yöneticilerinin siyasi iktidara aşırı bir şekilde yüklenmeleri ve Erdoğan ı diktatör olarak nitelendirmeleri, ABD ve AB nin gerçek anlamda dost, sırdaş, stratejik ortak ve model ortak olamayacakları gerçeğini ortaya koymaktadır. AB kapsamında yeniden düzenlenen yasal mevzuat, kendi kültür ve medeniyet değerlerimiz göz önüne alınarak yapılandırılmalıdır. Ayrıca bu son yaşanan olaylardan sonra yabancılara mülk toprak satışları yeniden gözden geçirilmeli ve gerekli tedbirler alınmalıdır. Toprak satışları ile bu ülkenin geleceğinin ipotek altına alınmasına ve gelecek nesillerin bedel ödemesine müsaade edilmemelidir. AKP yönetimi, Taksim Kadife Darbesi sürecinden başarılı çıkabilmesi için, başta ordu, MİT, polis, yargı olmak üzere Türkiye nin kılcal damarlarına yerleşmiş masonik örgütlenmeyi deşifre ve tasfiye etmek zorundadır. 

Rahmetli Erbakan Hocanın yıllar önce Siyonizm konusunda yaptığı uyarılar, göz önüne alınarak gerekli tedbirler alınmalı, 50 100 yıllık bir strateji çizilmelidir.

Kaynaklar:

1-Erbakan N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul, 1975, S:235-270.

2-Erbakan ın Basın Toplantısı Özetleri, İstanbul İl Teşkilatı Yayın No: 3, 1990.

3-Erbakan N., Türkiye nin Temel Meseleleri, Rehber Yayıncılık, Ankara, 1991, S: 52,80-96,199.

4-Erbakan N., Milli Kurtuluş Konferansları 1-4.

 

16 Ocak 2014 Perşembe

Taksim Kadife darbesinin 3. Aşaması - 3: Kavramların yozlaştırılması

(Milli Gazete)

Taksim Gezi parkı eylemleri ile başlayan Kadife Darbenin Dershaneler ve Hukuk savaşları aşamalarında ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntı, Kadife darbenin öncülüğünün Gülen hareketi tarafından yürütülüyor kanaatinin oluşması ile iki büyük camianın karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Bu sürecin diğer önemli bir sonucu da, siyasi iktidarın rüşvet-yolsuzlukla; Gülen hareketinin de, küresel, karanlık güç merkezinin taşeronluğu ile özdeşleştirilmesi olgusudur. Her iki yapı, bu imajı silecek tedbirleri almak ve kendilerini aklamak zorundadır. Yoksa tüm Müslümanlar gelecekte çok ağır bedel ödeyecektir. Böyle giderse olay, tarihteki Timur ile Yıldırım Beyazıt ın Ankara meydan savaşına dönüşecek, Bizans sevinecek, galata tüccarları sevinecektir. İki Müslüman camianın bu çatışmasının ortaya çıkardığı bir başka sıkıntı, bir Müslüman için özel anlam ve ağırlığı olan, Cemaat , İmam , Hizmet , Abi , Hain , Dua , Beddua ve Lanet gibi kavramların yıpratılmak ve yozlaştırılmak istenmesidir. Özellikle Siyasi iktidarın bir kısım mensupları ve bazı köşe yazarları, bu kavramları, çok tehlikeli, zararlı, öcü imiş gibi göstererek kullanmaktadırlar. Bu, Kadife darbe tezgâhını kuran gücün yürüttüğü psikolojik harekâtın tuzağına düşmek ve ağına takılmak anlamına gelmektedir. Burada bu konu ele alınacaktır.

Kelimelerin Anlam Alanları, Anahtar Kelime, Odak Kelime

İnsanoğlu yaşam boyunca, haberleşmenin, iletişimin, karşılıklı anlaşmanın aracı olarak değişik kelimeleri türetmiş ve kullanmıştır. Kelimeler, yalnızca bir konuşma aracı değil; aynı zamanda, toplumun içinde bulunduğu durumu, dünya görüşünü, sistemi algılayıp değerlendirebilme aracıdır da. Kavramlar, toplumun ilişkileri, davranışları, anlayışları, kültür ve yaşantısı hakkında bilgi verirler. Eşyayı anlamlandırışımız, algılayışımız kavramlarla mümkün olmaktadır. Bazı kelimeler tek anlamlı, bazıları ise birden fazla anlamlıdır. Ayrıca bazı kelimelerin yalnızca sözlük anlamları (esas anlam) vardır. Bazılarının ise sözlük anlamlarının yanı sıra, sözlük anlamlarından daha öncelikli olarak kullanılan bir başka anlamları daha da vardır. Bunlara ıstılahı (teknik) anlam denmektedir. Kelimelerin ıstılahı anlamları, bir mıknatısın çekim alanına benzer. Bir mıknatıs gibi kelimenin çevresinde bir anlam alanı meydana getirir. Başka kavramlarla özel bir ilişki ağı kurarak, genel düşünce ve kültürel yapı sisteminin içinde özel bir konum alır. Kelimenin ıstılahı anlamı, kelimenin içinde bulunduğu sistemden ve bu sistemdeki diğer kelimelerle kurduğu ilişkiden doğan özel bir anlamdır. Genel olarak bir sistem içinde yer alan bu tür kelimelere, anahtar kelime adı verilmektedir (1). 

Bir düşünce sisteminde, bir bilim dalında kendine özgü pek çok anahtar kelime mevcuttur. Bu kelimeler; bu alanla ilgilenen şahıslarda, kelimenin kuşattığı alanın, ilişki ağının toptan bir bütün olarak canlanmasına neden olur. Bir bilgisayar mühendisinin, Bilgisayar dendiğinde donanımdan yazılıma kadar birçok alt anlam alanlarını ihtiva eden klavye, monitör, güç kaynağı, mikroişlemci, bellek elemanları, hard disk, RAM, ROM, değişik giriş/çıkış birimleri, işletim sistemi, değişik yazılımlar gibi birçok kavram/terim/konu hafızasında canlanır, gözünün önünden gelir geçer. Oysa bunların her biri başlı başına ağırlığı olan konulardır. İlgilenilen konu açısından bunlara alt anahtar kelimeler/kavramlar denmektedir. Öyleyse bilgisayar kelimesinin oluşturduğu sistem, birçok anahtar sözcüğü ihtiva etmekte, onlarla karışık bir ilişki ağı kurmaktadır. Bu nedenle bir anahtar sözcük olan bilgisayar, kendi özel alanı içerisinde odak anahtar kelime veya kısaca odak kelime olarak nitelendirilmektedir. Fakat aynı bilgisayar terimi, internet içerisinde odak kelime olma özelliğini kaybeder, bir anahtar kelime olma özelliği kazanır. Demek ki bir anahtar veya odak kelimenin sistem içerisinde kazandığı ıstılahı mana, son derece önemlidir. O alanla ilgilenen bireyler tarafından aynı şekilde algılanır/algılanmalıdır. Kafalarda aynı çağrışım olmalı, göz önünde aynı şey canlanmalıdır. Aksi takdirde o özel alanla ilgilenenlerin anlaşmaları mümkün değildir. Ancak, aynı kelime, alanın dışındaki insanlarda farklı çağrışımlara neden olur/olabilir. 

Günümüzdeki kavram kargaşasının biraz daha anlaşılabilmesi için televizyon kavramını, göz önüne alalım. Televizyon, haberleşme sisteminde ses ve görüntüyü insanlara aktaran teknik bir cihazdır. Televizyonda ses ve görüntü aktarımı, birlikte olan iki önemli fonksiyondur. Sade bir insan için televizyonun belli görüntüsü ve kullanım şekli vardır. Nasıl çalıştığından ziyade nasıl kullanılacağı onun için daha önemlidir. Bir elektronik mühendisine televizyon kavramı; anten, yüksek frekans katı, ses frekans katı, görüntü katı, güç kaynağı, tüp vs. gibi kavramları hatırlatır. Kendi alanı ile ilgili meslektaşları ile anlaşabilmesi için bütün bu kavramların, kafasında aynı şekilde canlanması gerekir. Televizyonda görüntü yok, ses varsa, şekil olarak televizyon olmasına karşılık; bir radyo olarak fonksiyon icra ediyor demektir. Bu durumda o teknik cihaza televizyon demiş olmamız, onun televizyon fonksiyonunu icra ettiği anlamına gelmez.

Kavramsal Kargaşanın Sebep Olduğu Tahribat

O nedenle kavramlar önemlidir. Kavramlar toplumsal ilişkileri belirleyen, anlamlandıran, düzenleyen araçlardır. Kavramlarda meydana gelen tahribat, ahlaka, toplumsal ilişkilere yansır ve toplumsal kirlenmeye, çürümeye neden olur. Konfüçyüs e, Toplumun kaderi senin eline verilirse onu düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın diye sormuşlar. Konfüçyüs ün verdiği cevap konumuza açıklık getirmesi açısından önemlidir: İlk işim isim ve kavramları değiştirmek olacaktır. Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur . (2) Max Moller ise yanlış kavramsallaştırmanın ahlakı çürümeye neden olduğunu ifade eder: Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması önce eserde dil hastalığı, sonra da ahlakta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir kelime ve yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası haline gelir. (2) 

Bu konularda çok hassas olan Cemil Meriç, Müslüman dünya aydınlarının içinde bulunduğu bunalımı, kavramlarda meydana gelen bozulma ile açıklar: Kaynaklarından kopan bir intelijensiyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmaktır... (3) İşte son günlerde yaşanan psikolojik savaş ortamında, Cemaat , İmam , Hizmet , Dua , Beddua ve Lanet gibi temel kavramlar, içleri boşaltılarak çok kötü kavramlarmış gibi sunulmakta ve kullanılmaktadır. Bunu kasıtlı yapanlar olduğu gibi ne yaptığının farkına varmadan şuursuzca yapanlar da vardır. Bu ikinci grup insan unsuru, değişik istihbarat örgütlerinin yürüttükleri psikolojik harekâtın ağına takılmakta ve ona hizmet etmektedirler.

Psikolojik Savaşta Kavram Yozlaştırılması

Psikolojik savaş, zihinler üzerine yoğunlaşmış, insan iradesini çözmeye, suçlu olduğuna inandırmaya ve teslim almaya dönük bir savaştır. Muhatabın teslim alınıp eğitilmesi ve koptuğu, uzaklaştığı eski sisteme kazandırılması gayesi esastır. O açıdan bir ideoloji veya bir sisteme karşı mücadele veren insanların, uğrunda mücadele verdikleri düşünce ve fikirlerin gözden düşürülmesi; fikri temsil eden şahısların yıpratılması gerekir. Bu amaçla, diğer psikolojik savaş faaliyetlerinin yanı sıra, o inanç veya düşünce sistemindeki temel kavramların anlamları çarpıtılmaya başlanır: Psikolojik savaş, fikir ve eylem planındaki faaliyetleriyle ilgili olarak kullandığı kelime ve deyimleri, mahalli ve milli dildeki anlamlarını değiştirerek kullanmaktadır. Böylece, kelimelerin ve deyimlerin anlamlarını değiştirmek suretiyle kişiyi ve kitleyi yanıltabilmeye çalışmaktadır. (4) 

Psikolojik savaş uzmanları bunu yaparlarken kendi inancı/ideolojisi/felsefesi ile tezada düşüp düşmediklerini göz önüne almaz, aklı/mantığı devre dışı bırakır; o anda sadece halkı etkileyerek halkta bir imaj oluşturarak hedef muhataba/kitleye verecekleri zararı düşünürler: Psikolojik savaş ideolojileri, önceden tayin edilen bir çözüm şeklinin doğruluğunu, lüzumunu ve tek çözüm şekli olduğunu kişiye ve kitleye kabul ettirebilmek için, geçmiş, halihazır ve gelecekle ilgili bulguları veya uydurulan bulguları, kendi mantığının destekleyici unsurları olarak kullanır. Psikolojik savaş ideolojileri bu mantığı kullanırken, kendi ideolojileri ve çözüm şekilleri ile bağdaşmayan unsurları hesaba katmazlar, böylece de mantığın aslî kurallarını hiçe sayarlar.   (4) AKP nin belediye başkanlarını taktim toplantılarından birindeki bir fotoğrafı bilgisayar tekniklerini kullanarak foto montajla Erdoğan la Fatma Şahin i iki âşık gibi gösteren bir fotoğraf karesine dönüştürmek ve bunu yayınlamak, böyle bir mantığın ürünüdür. Numan Kurtulmuş gibi bir insana yapılan da bundan farklı değildir.

Psikolojik Savaşta Din Adamları, Liderler ve Kavram Yozlaştırma

Yürütülen psikolojik savaşta çarpıtılan, özü alınmış dinî anahtar kavramların, Müslüman halk tarafından ilgiyle karşılanabilmesi, benimsenebilmesi için Müslüman camia içinden bazı din adamı veya cemaat liderlerinin desteğine ihtiyacı vardır. Psikolojik savunmada dinin önemli rolü, hürriyet, demokrasi ve laiklik çerçevesi içinde ortaya konur. Bu konudaki psikolojik savunma faaliyetleri sırasında, aşırı solun dinsizliği ve Allahsızlığı mecburi kılan mahiyeti, teokratik özlemlerin [230 ayetin uygulanması istemi] dikta ve baskı muhtevası üzerinde durulur. Bu uyarıların halk kitleleri üzerinde gerekli uyarıcı sonuçları yoğun olarak meydana getirmesi için, bilhassa, din alanında görev sahiplerinin uyarıcılığı planlanır. (4) Kavramsal Tahribat Şekilleri Kavramların yıpratılması, gözden düşürülmesi, çarpıtılması değişik şekillerde yapılabilir.

Birincisi; Kavramları Özel Kelimelerle Kullanarak Tahrif Etmek

Anahtar/odak kavramlar, özel sıfatlarla nitelendirilerek korkutucu, ürkütücü bir görüntüye sokulur. İslâm a Ortaçağ düşüncesi , Çöl kanunu , Gerici düşünce , Çağdışı düşünce , İrtica ; Müslümanlara, gerici , yobaz , çağdışı , bedevi , diktatör , Firavun , Nemrut , hain , Haşhaşiler , Hasan Sabbah ın fedaileri , ajan , taşeron denmesini hep bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Taksim Kadife Darbe sürecinde Müslümanlar için çok özel anlamları olan diktatör, Firavun, Nemrut, Haşhaşiler, hain, ajan, Hassan Sabbah ın fedaileri gibi kavramlar, ilgili kişi ve kurumları yıpratmak için mahirane bir şekilde kullanılmıştır.

Kelimelerin Anlamlarını Çarpıtmak Suretiyle Tahrif Etme

İslâm ın değerleri ve dinamizmi karşısında tutunamayanlar, İslâm ı bulandırarak tasfiye etmek için kelimeler üzerinde oynarlar. Onları anlamlarını çarpıtmak için onları bulundukları anlam ağından, semantik alandan koparmak isterler: Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görür durursun Size bu verilirse onu alın, o verilmezse ondan kaçının derler... (5 Maide 13, 41)

Gerçeklerin Üzerini Örterek Tahrif Etme

Bazı durumlarda kitapta var olan bazı değerleri, eklemleme yaparak veya anlam sahalarını kısıtlayarak çarpıtmak mümkün olamayabilir. Bu durumda psikolojik savaş uzmanları, kendi savundukları fikirlere karşı olan bu değerlerin gündeme gelmemesi için gayret sarf ederler. Onlar için bunların üzerlerinin örtülmesi, tartışılmasından daha yararlı olabilir: Allah ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az bir karşılığı satın alanlar; onların yedikleri karınlarında ateşten başkası değildir... (2 Bakara 174) Âyet, gizleme işleminin bir menfaat karşılığı yapıldığına dikkat çekiyor. Kendilerine sağlanan bir menfaat karşılığında bir düşünce sistemini tahrip etmeye kalkışılabilmeleri, revizyonistlerin/oportünistlerin ne kadar tehlikeli olabileceğinin bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.

Sonuç: İki Camianın Çekilmek İstendiği Bataklık

İslâm tarihinde Mekke Şehir Meclisinin temsilcisi Utbe nin Hz. Peygambere susma karşılığında para, kadın, hükümet başkanlığını teklif etmesi konumuzla ilgili çok ilginç bir örnektir: Utbe: Muhammed, biz seni ezelden beri akıllı, hamiyetli ve sevimli bir adam olarak tanırız. Kimseye kötülük ettiğini görmedik. Senin vaazlarının halk arasında ne gibi tahriklere sebep olduğunu söylemeye lüzum görmüyorum. Bana açıkça söyle bütün bunların sebebi nedir Para mı istiyorsun Sana teminat veriyorum ki şehir istediğin kadar parayı sana toplayacaktır. Arzun kadında mı Şehrin en güzel kızlarını kendine zevce olarak al ve seni temin ederim ki seni memnun etmek için hepimiz mutabıkız. Hükümet başkanı mı olmak istiyorsun Bir tek şartla, hepimiz seni en yüksek başkanımız olarak kabule hazırız. Bundan sonra bizim dini hissiyatımızla, amme vicdanımızla oynama; putlarımızı, biz ve atalarımız arasında onlara tapanların ebedi cehennem ateşinde kalacaklarını söyleme. (5) 

Böyle bir teklifin peygambere yapılabilmesi başlı başına üzerinde dikkatlice ve önemle durulmasını gerektirir. Yapılan teklifin anlamı şudur: Davanı bırak, bizim rahatımızı kaçırma; bunun karşılığında ne istiyorsan senin olsun. Öyle ki geç başımıza bizi, bizim değerlerimizle yönet. Sen evinde, mabedinde ve vicdanında nasıl inanırsan inan ve yaşa. Ama halkın önünde, kamusal alanda bizim değerlerimizi kullan, seninkileri örtbas et. İki camianın birbirine vuruşturulması, kolları kanatları kırılmış, dişleri sökülmüş, kirlenmiş bir insan unsurunun ortaya çıkmasına vesile olacaktır. Bundan sonra her iki camiaya dayatılacak siyasi proje, Utbe nin teklifine muhtevasına uygun olarak, Ilımlı İslâm , modern İslâm , liberal İslâm , muhafazakâr demokrat , modernist Müslüman olma projesidir. Yorgun savaşçı konumuna düşmüş ve bu psikolojik savaş sürdüğü sürece daha da yorgun düşecek olan her iki camiaya ve bunların üzerinden tüm Müslümanlara, yapılacak çağrı, önce istediğimiz çizgiye gelin (yanı önce sapın), sonra gelin uzlaşalım, dost olalım şeklinde olacaktır. Bu ilahi bir kanuniyet olarak vardır: Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp, uzlaşacaklardı. (68 Kalem, 9) Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zamanda seni dost edineceklerdi. (17 İsra 73)

Allah hepimize basiret ve firaset nasip etsin.

Kaynaklar

1- Izutsu, T., Kur an da Allah ve İnsan, Ankara Ünv., Ankara, 1975, s.21,22

2- Şeriati A. Medeniyet ve Modernizm, Düşünce yayınları, İstanbul, 1980, S:40-120

3- Meriç C., Ümrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1977, S: 95-120

4- Korkud, R., Psikolojik Savunma, Ankara, 1975, s.5-6, 90

5- Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, s.81.

2 Ocak 2014 Perşembe

Taksim Kadife Darbesi'nin 3. Aşaması - 2: Polis-Yargı-Siyasi İktidar ve Rüşvet-Yolsuzluk Denklemi

 (Milli Gazete)

Giriş

Kadife darbeler, hazırlık dönemleri de dâhil olmak üzere yaklaşık beş yıllık bir stratejiye göre hazırlanmaktadırlar. Kadife darbeler, İç içe geçmiş birçok evreden oluşmakta ve iç- dış organizasyonlarla birlikte yürütülmektedir. Genel olarak siyasi iktidara asıl darbe, seçim sonuçlarına yapılan itirazlarla birlikte başlatılan eylemlerle birlikte vurulmak istenmektedir. O zamana kadar yapılan her şey, son darbe için psikolojik bir alt yapı hazırlamak, gayrı memnun kitlelerin sayısını artırmak, kitleleri sokağa dökmeye hazır hale getirmekle ilgilidir. Siyasi iktidarı ittifaklarından kopararak yalnızlaştırmak, çok önemli bir hedeftir. Bu nedenle bürokrasiyi kararsızlaştırmak, sindirmek ve siyasi iktidara karşı tavır almasını sağlamak amaçlanır. Öncelikli hedef, yargı ve emniyetin desteğini sağlamak ya da tarafsızlaştırmaktır. Askeri darbe görüntüsü vermemek için askerin açık desteğinden ziyade, askerin gizli desteğini sağlamak ya da tarafsızlaştırmak esastır.

Türkiye bugün bir kadife darbe sürecini (Taksim Kadife darbesi) yaşamaktadır. Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci aşamasını tamamlamış, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasına geçmiştir. Son aşama, seçimler sonrası ile ilgilidir. 3. Aşama ile son aşama arasında muhtemelen birkaç aşama daha olabilir. Siyasi iktidarın bunu göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Polis-Yargı tarafından başlatılan, deprem etkisi yapan derin dalga, Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu , iç içe geçmiş farklı amaçları ve mesajları bünyesinde barındırmaktadır. Bu üçüncü evrenin amaçlarını geçen yazıda özet olarak belirtmiştik. Burada, bu amaçlardan Polis-Yargı desteği ile yolsuzluk boyutu üzerinde durulacaktır.

Kadife Darbelerde Polis-Yargı Desteği

Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi, siyaset bilimci Gene Sharp a aittir. `Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası (`The Politics of Nonviolent Action ) ve `Diktatörlükten Demokrasiye (`From Dictatorship to Democracy ) adlı kitaplarında uygulanan yöntem anlatılmaktadır. G. Sharp a göre, kadife darbelerde öncelikli hedef bürokrasi ve güvenlik güçleri olmalıdır;

Diktatörün kredisi azaldıkça ona itaatsizlik edecek olan bürokratların ve güvenlik güçlerinin sayısı da artar. Bu kitle kritik bir seviyeye ulaştığında ise diktatör iktidarı kaybeder. Muhalif güçler, işte bu anlayışa uygun nitelikte bir program uygulamalıdırlar.

Gene Sharp ın bu temel yaklaşım ekseninde uygulamayı önerdiği hareket tarzı, şöyle özetlenebilir:

1. Nokta: Örgüt: Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler ve öğrenciler arasında örgütlenme.

2. Nokta: Slogan: Basit ve etkileyici bir slogan oluşturma ve yayma.

3. Nokta: Medya Desteği: Ulusal ve uluslararası medya desteği.

4. Nokta: Finansman Desteği: Ulusal ve Uluslararası vakıf ve sivil toplum örgütlerinin parasal desteği.

5. Nokta: Siyasi Destek: Ulusal ve Uluslararası Siyasi Destek

6. Nokta: Seçimlere Hazırlık: Seçimlerde, halkı sokağa dökmek için gerekli hazırlığın yapılması.

7. Nokta: Sürekli Gerilim Artırma: Ekonomik manipülasyon yapmak, etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşımak.

8. Nokta: Gayri memnunların ittifakını sağlamak

9. Nokta: Askerin gizli desteğini sağlama ya da tarafsızlaştırma

10. Nokta: Polis- yargı denklemini kurarak siyasi iktidarın elini kolunu bağlama ya da polis ve yargıyı tarafsızlaştırma.

11. Nokta: Siyasi iktidarı itibarsızlaştırma

12. Nokta: Siyasi iktidarın iradesini çözme, panik hali oluşturma ve hata yapmasını sağlama

13. Nokta: Siyasi iktidar içerisinde ihtilaflar meydana getirme, bölme, parçalama

14. Nokta, Siyasi iktidarı yalnızlaştırma

15. Nokta: Sokak hâkimiyeti kurma

16. Nokta: Siyası iktidarın seçimi kaybetmesini ya da ciddi oy kaybına uğramasını sağlama

17. Nokta: Sonuç: Siyasi iktidarın şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışını sağlama.

Polis-Yargı tarafından başlatılan, deprem etkisi yapan derin dalga Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu , yukarıdaki birçok amacı gerçekleştirmeye dönük olarak icra edilmiş ve de edilmektedir. Özellikle yargının değişik kademelerinin verdiği kararlar, yaptığı açıklamalar, Siyasi iktidarın elini kolunu bağlamaya, onu aciz bırakmaya ve otoritesini sarsmaya dönüktür. Başbakanın oğlunu ve dini hassasiyeti yüksek birçok iş adamını tutuklamaya kalkmak, bunu başarılamayınca; medyaya yolsuzlukla ilgili olduğu iddia edilen malzemeleri, yasalara aykırı bir şekilde servis yaparak, siyası iktidarın kitleler nezdinde itibarı ve otoritesi sarsılmak istenmiştir. Türkiye ekonomisine verilen zarar ise, gerçekten de büyüktür. Bunun halka yansıması henüz belirgin değildir.

Bu operasyonlara rağmen Başbakan Erdoğan a halk desteği ve STK desteği devam etmektedir. AKP içerisinde henüz ciddi bir ihtilaf meydana gelmiş değildir.

Kadife Darbenin Dershaneler ve Hukuk savaşları aşamasında ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntı, Kadife darbenin öncülüğünün Gülen hareketi tarafından yürütülüyor kanaatinin oluşması ile iki büyük camianın karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Bu sürecin diğer önemli bir sonucu da, Siyasi iktidarın rüşvet-yolsuzlukla; Gülen hareketinin de, Küresel, Karanlık Güç Merkezinin taşeronluğu ile özdeşleştirilmesi olgusudur. Her iki yapı bu imajı silecek tedbirleri almak ve kendilerini aklamak zorundadırlar. Yoksa tüm Müslüman camia, gelecekte çok ağır bedel ödeyecektir.

Eğer bu savaşa bir son verilmezse, olay, tarihteki Timur ile Yıldırım Beyazıt ın Ankara meydana savaşına dönüşecek ve Bizans sevinecektir.

Taraflar bunun sorumluluğunu üstlenebilecekler midir?

Ülkeleri Yıkan Bir hastalık: Rüşvet ve Yolsuzluk

Özellikle son 20 yılda Türkiye de, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, ayak kaydırma, fuhuş-cinsel sapkınlık, uyuşturucu - alkol kullanımı, kumar, şiddet, cinayet ve boşanmalarda meydana gelen büyük bir artış vardır. İmar yolsuzlukları ile şehirlerin yağmalanması, talan edilmesi, gökdelenlerle gelecek nesillerin nefes alma hakkının çalınması, bunun karşılığında birilerinin zengin olması ve şehirlerin tarihi dokularının ve siluetlerinin bozulması, sürecin bir parçası olup; kendi kültür ve medeniyetimizin reddi, inkârı anlamındadır. Mal, servet ve makam tutkusunun meydana getirdiği bir göz kararması ile her şeyi meşru ve mubah gören makyavelist bir anlayış yaygınlaşmaktadır. İspiyonlama, tuzağa düşürme ile ayak kaydırma hareketleri profesyonelleşmiştir.

Kuran ın bize münker olarak belirttiği şeyler, bugün maruf; batıl olarak belirttiği, bugün hak; haram olarak sundukları bugün helal kabul edilmeye başlanmış ve de savunulmaktadır. Ayrıca helal ile haram, hak ile batıl, maruf ile münker karıştırılmakta melez değerler sistemi oluşmaktadır.

Bu gidişat, ilahi sünnete aykırıdır (2 Bakara 42). Bütün bunlar, ilahi bir ceza, azap veya helak nedenidir. Kur an da bize anlatılan helak olmuş toplumların kıssalarının konuları bunlardan başka bir şey değildir (7 Araf 162-166). Bu ayetlerin tasvir ettiği toplumsal tablo, Türkiye nin bugünkü şartlarına uygundur. O nedenle, bu gidişe bugün dur demesek yarın çok geç olacaktır. Bu nedenle toplum ve siyasi iktidar gereğini yapmak zorundadır.

Büyük İslam alimi Hamid el-Gazali, Selçuklu sultanı Muciruddin e yazdığı bir mektupta, yönetim mekanizmasındaki bozuklukları, şöyle ifade etmekteydi:

Mümkün olan en kısa zamanda ve otoritenin ulaşabildiği her yerde yolsuzlukların, adam kayırmacılığın, adaletsizliklerin, zulmün, rüşvetin ve diğer kötülüklerin tümünün kökünü kazımak için elinden geleni yapmada kusur etmemelisin. Ülkemizin halkı, ülkemizin şerefi; ülkemizin halkı, ülkemizin gerçek zenginliğidir. İçinde bulundukları yolsuzluktan senin haberin yok. Ülkenin bu kısmında bulunan anarşiden haberdar olmayabilirsin. Vergi tahsildarları yolsuzluk yapıyorlar. Fakir halkı kendi çıkarları için sömürüyorlar. Topladıkları verginin ancak pek az kısmını devlete veriyorlar. Vergi oranları halkın karşılayamayacağı kadar yüksek. Bu sözlerin üzerine düşün. Fakirlik ve açlık onlara büyük acılar veriyor. Vücutları yoksulluktan harap olmuş durumda. Takatleri kesik. Uzun zamandır çektikleri sıkıntılar, bedenlerini kuru bir iskelete çevirmiş. (1).

Gazali, yüzyıllar ötesinden günümüze ışık tutmakta ve devletlerin, sistemlerin, toplumların çöküş nedenlerine dikkatlerimizi çekmektedir. Son 20 yıllık dönemin mektupta ifade edilenlerle örtüştüğünü göz önüne alırsak; toplumsal akışın, Selçuklu dönemindeki akışa benzediğini, sonun da, böyle giderse, kaçınılmaz olarak aynı olacağını söylememiz bir abartı olmayacaktır.

Gazalinin mektubunda dikkat çektiği en önemli nokta, Ülkemizin halkı, Ülkemizin şerefi; Ülkemizin halkı, ülkemizin gerçek zenginliği olgusudur. Bu gerçek, hiçbir stratejik, taktik ya da teknik hedef veya amaç uğruna feda edilemez. Bugünkü siyası iktidar, bu gerçeği unutmamalı, rüşvet ve yolsuzlukların üzerine bütün şiddeti ile gitmelidir.

Rahmetli Erbakan Hoca ya göre, bu tür sorunların üstesinden gelebilmek, öncelikle ahlak ve maneviyatın inşa edilmesini gerektirmektedir:

İnsan unsuru sağlam ahlak ve karakter sahibi ise kalkınmada randımanı çok büyük olacaktır. İnsan unsuru ahlaken bozulmuşsa, bu bozuk malzeme ile kurulacak resmi veya gayrı resmi teşekküller verimsiz olacağından hatta yapıcı değil yıkıcı olacağından emekler, masraflar, zahmetler boşuna gidecektir.

Kanunlar ve nizamlar ne kadar mükemmel olursa olsun, hak ve adalete ne kadar uygun bulunursa bulunsun, onu tatbik edecek insanın içerisine hak ve adalet sevgisi girmemişse insanlar, içten gelerek samimi olarak hak ve adalete inanmıyorlarsa kanunların gereği gibi tatbik edilmesi mümkün olmayacak, netice tersine tecelli edecek, adalet yerine adaletsizlik, sosyal adalet yerine sosyal istismar hâkim olacaktır. (2)

Bazı tarihçilere göre Osmanlının zirve noktası olan Kanuni dönemi, aynı zamanda da devlet çarkında, özellikle, saray mekanizmasında yozlaşmanın başladığı bir dönemdir. Sivil ve askeri bürokraside, ulemada meydana gelen kirlenme, zamanla toplumun ve yönetimin alt katmanlarına yayılmış; Batının reform baskısı ile yapılan ıslahat hareketleri, sorunu çözmemiş tam tersine derinleştirmiştir. Batının dayattığı ıslahatlar, Osmanlı toplumsal yapısına uymayan, onunla bağdaşmayan ve yapıya ters gelen isteklerdi. Islahat yapıldıkça hastalık iyileşeceği yerde derinleşmiştir. Bugün de, AB yasaları ve AB kültür ve medeniyet değerleri, istenen ahlak ve maneviyatı sağlayamamakta hastalığı daha da artırmaktadır. Siyasi iktidar bu sevdadan vazgeçilmelidir.

1717 yılında Osmanlı Devleti Maliye Bakanı Sarı Mehmet Paşa nın Sultan a verdiği rapor; Osmanlı sisteminin tomografisi gibidir:

Rüşvet, her türlü kanunsuzluğun, zulmün hem başlangıcı hem de kaynağı oluyor. En büyük felaketlerin, dayanılmaz acıların en büyük kaynağı rüşvettir. Müslümanlara, dine ve devlete zarar verebilecek olumsuzluk-lar içerisinde rüşvetten daha tehlikeli olanı yoktur. Kanunsuzlukları, adaletsizliği, zulmü üreten mekanizmadır rüşvet. İnancı, toplumu ve devleti kökünden yok eder. (1)

Bu gerçekleri söyleyen Defterdar Sarı Mehmet Paşa, rüşvet çetesinin

entrikaları sonucu idama mahkum edilmiştir.

Rüşvet, yolsuzluk, zülüm, adaletsizlik, nemelazımcılık, duyarsızlık, lüks, israf, Osmanlı da her geçen gün yaygınlaşan hastalıklar olarak toplumsal dokuyu kemirip durmuştur. Namık Kemal in, Tevfik Fikret in ve Mehmet Akif in şiirlerinde, Osmanlı nın son yüzyılında, bu hastalıkların hangi boyutlara ulaştığını görmek mümkündür. Sonuç, Os¬manlı devletinin hayattan tasfiye olmasıdır.

Sonuç: Uyanın! Aynı Gemideyiz

Taksim Kadife darbesinin ana amacı, büyüyen ve güçlenen Türkiye yi içine hapsetmek ve bunun için de kaos meydana getirmektir. Hedef Başbakandır, siyası iktidardır. Ancak böyle bir amacın var olması, siyasi iktidarı itibarsızlaştırmak amacıyla yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile ilgili iddiaları yok varsaymamızı, üzerini örtmemizi gerekli kılamaz/kılmamalıdır. Polis-yargı denkleminde oluşan yapıyı dağıtmak, meselenin çözüldüğü anlamına gelmemelidir. Bu operasyon, siyasi iktidarı devirmek isteyenlere karşı yapılan yerinde bir karşı hamledir. Ancak bu, iddia edilen rüşvet ve yolsuzluk olaylarını yok saymak şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksi durum, daha da tehlikeli bir şekilde, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının doğru olduğu kanaatini kuvvetlendirebilir. Ayrıca, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yapan gücün elinde, çok daha fazla malzemenin var olduğunu ya da üretildiğini unutmamak gerekir.

O nedenle Başbakan Erdoğan, rüşvet ve yolsuzlukların üzerine doğrudan gitmeli, eğer bir yolsuzluk çetesi varsa, onları teşhir edip yargının önüne çıkarmalıdır. Aksi takdirde sosyal medyada doğru olup olmadığı bilinmeyen malzemelerle yapılacak olan psikolojik harekât, çok daha büyük ve derin yaralar açacaktır. Siyasi iktidar daha çok kirlenecek ve itibar kaybına uğrayacaktır. Bu nedenle siyaseti, ülkeyi ve devleti temizleyecek operasyonların yapılması şarttır, elzemdir.

Hz. Peygamber, çirkinliklerin, kötülüklerin yaygınlaştığı bir toplumu, büyük bir nehirde yolculuk yapan gemiye benzetmektedir. Gemide iki insan unsuru vardır. Bir grup alt kattadır, bir grup güvertededir. Alt kattakiler her seferinde nehirden su almak için güvertedekileri rahatsız etmektedirler. Bir gün derler ki, bize müsaade edin, sizi rahatsız etmektense geminin dibinde bir delik açalım ve oradan suyumuzu alalım . Hz. Peygamber der ki: Eğer güvertedekiler geminin alt katında bulunanlara geminin altını delme konusunda izin verirlerse, Allah a yemin olsun ki her ikisi beraber batar, her ikisi beraber hüsrana uğrar.

Bu gidişatı durdurabilmek için başta siyasi iktidar olmak üzere tüm cemaatlerin, hareketlerin, gönüllü kuruluşların, vakıfların, derneklerin ve partilerin ve toplumun harekete geçmesi, elini taşın altına koyması ve üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir.

Unutmayın! hepimiz aynı gemide yolculuk yapmaktayız.

Kaynaklar

EI-Attas, H., Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Pınar Yayınları, İstanbul (1988). s.171-172.

Erbakan, N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul, 1975 S 110-111

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...