2 Ocak 2014 Perşembe

Taksim Kadife Darbesi'nin 3. Aşaması - 2: Polis-Yargı-Siyasi İktidar ve Rüşvet-Yolsuzluk Denklemi

 (Milli Gazete)

Giriş

Kadife darbeler, hazırlık dönemleri de dâhil olmak üzere yaklaşık beş yıllık bir stratejiye göre hazırlanmaktadırlar. Kadife darbeler, İç içe geçmiş birçok evreden oluşmakta ve iç- dış organizasyonlarla birlikte yürütülmektedir. Genel olarak siyasi iktidara asıl darbe, seçim sonuçlarına yapılan itirazlarla birlikte başlatılan eylemlerle birlikte vurulmak istenmektedir. O zamana kadar yapılan her şey, son darbe için psikolojik bir alt yapı hazırlamak, gayrı memnun kitlelerin sayısını artırmak, kitleleri sokağa dökmeye hazır hale getirmekle ilgilidir. Siyasi iktidarı ittifaklarından kopararak yalnızlaştırmak, çok önemli bir hedeftir. Bu nedenle bürokrasiyi kararsızlaştırmak, sindirmek ve siyasi iktidara karşı tavır almasını sağlamak amaçlanır. Öncelikli hedef, yargı ve emniyetin desteğini sağlamak ya da tarafsızlaştırmaktır. Askeri darbe görüntüsü vermemek için askerin açık desteğinden ziyade, askerin gizli desteğini sağlamak ya da tarafsızlaştırmak esastır.

Türkiye bugün bir kadife darbe sürecini (Taksim Kadife darbesi) yaşamaktadır. Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci aşamasını tamamlamış, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasına geçmiştir. Son aşama, seçimler sonrası ile ilgilidir. 3. Aşama ile son aşama arasında muhtemelen birkaç aşama daha olabilir. Siyasi iktidarın bunu göz önünde bulundurması gerekmektedir.

Polis-Yargı tarafından başlatılan, deprem etkisi yapan derin dalga, Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu , iç içe geçmiş farklı amaçları ve mesajları bünyesinde barındırmaktadır. Bu üçüncü evrenin amaçlarını geçen yazıda özet olarak belirtmiştik. Burada, bu amaçlardan Polis-Yargı desteği ile yolsuzluk boyutu üzerinde durulacaktır.

Kadife Darbelerde Polis-Yargı Desteği

Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi, siyaset bilimci Gene Sharp a aittir. `Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası (`The Politics of Nonviolent Action ) ve `Diktatörlükten Demokrasiye (`From Dictatorship to Democracy ) adlı kitaplarında uygulanan yöntem anlatılmaktadır. G. Sharp a göre, kadife darbelerde öncelikli hedef bürokrasi ve güvenlik güçleri olmalıdır;

Diktatörün kredisi azaldıkça ona itaatsizlik edecek olan bürokratların ve güvenlik güçlerinin sayısı da artar. Bu kitle kritik bir seviyeye ulaştığında ise diktatör iktidarı kaybeder. Muhalif güçler, işte bu anlayışa uygun nitelikte bir program uygulamalıdırlar.

Gene Sharp ın bu temel yaklaşım ekseninde uygulamayı önerdiği hareket tarzı, şöyle özetlenebilir:

1. Nokta: Örgüt: Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler ve öğrenciler arasında örgütlenme.

2. Nokta: Slogan: Basit ve etkileyici bir slogan oluşturma ve yayma.

3. Nokta: Medya Desteği: Ulusal ve uluslararası medya desteği.

4. Nokta: Finansman Desteği: Ulusal ve Uluslararası vakıf ve sivil toplum örgütlerinin parasal desteği.

5. Nokta: Siyasi Destek: Ulusal ve Uluslararası Siyasi Destek

6. Nokta: Seçimlere Hazırlık: Seçimlerde, halkı sokağa dökmek için gerekli hazırlığın yapılması.

7. Nokta: Sürekli Gerilim Artırma: Ekonomik manipülasyon yapmak, etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşımak.

8. Nokta: Gayri memnunların ittifakını sağlamak

9. Nokta: Askerin gizli desteğini sağlama ya da tarafsızlaştırma

10. Nokta: Polis- yargı denklemini kurarak siyasi iktidarın elini kolunu bağlama ya da polis ve yargıyı tarafsızlaştırma.

11. Nokta: Siyasi iktidarı itibarsızlaştırma

12. Nokta: Siyasi iktidarın iradesini çözme, panik hali oluşturma ve hata yapmasını sağlama

13. Nokta: Siyasi iktidar içerisinde ihtilaflar meydana getirme, bölme, parçalama

14. Nokta, Siyasi iktidarı yalnızlaştırma

15. Nokta: Sokak hâkimiyeti kurma

16. Nokta: Siyası iktidarın seçimi kaybetmesini ya da ciddi oy kaybına uğramasını sağlama

17. Nokta: Sonuç: Siyasi iktidarın şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışını sağlama.

Polis-Yargı tarafından başlatılan, deprem etkisi yapan derin dalga Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu , yukarıdaki birçok amacı gerçekleştirmeye dönük olarak icra edilmiş ve de edilmektedir. Özellikle yargının değişik kademelerinin verdiği kararlar, yaptığı açıklamalar, Siyasi iktidarın elini kolunu bağlamaya, onu aciz bırakmaya ve otoritesini sarsmaya dönüktür. Başbakanın oğlunu ve dini hassasiyeti yüksek birçok iş adamını tutuklamaya kalkmak, bunu başarılamayınca; medyaya yolsuzlukla ilgili olduğu iddia edilen malzemeleri, yasalara aykırı bir şekilde servis yaparak, siyası iktidarın kitleler nezdinde itibarı ve otoritesi sarsılmak istenmiştir. Türkiye ekonomisine verilen zarar ise, gerçekten de büyüktür. Bunun halka yansıması henüz belirgin değildir.

Bu operasyonlara rağmen Başbakan Erdoğan a halk desteği ve STK desteği devam etmektedir. AKP içerisinde henüz ciddi bir ihtilaf meydana gelmiş değildir.

Kadife Darbenin Dershaneler ve Hukuk savaşları aşamasında ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntı, Kadife darbenin öncülüğünün Gülen hareketi tarafından yürütülüyor kanaatinin oluşması ile iki büyük camianın karşı karşıya getirilmiş olmasıdır. Bu sürecin diğer önemli bir sonucu da, Siyasi iktidarın rüşvet-yolsuzlukla; Gülen hareketinin de, Küresel, Karanlık Güç Merkezinin taşeronluğu ile özdeşleştirilmesi olgusudur. Her iki yapı bu imajı silecek tedbirleri almak ve kendilerini aklamak zorundadırlar. Yoksa tüm Müslüman camia, gelecekte çok ağır bedel ödeyecektir.

Eğer bu savaşa bir son verilmezse, olay, tarihteki Timur ile Yıldırım Beyazıt ın Ankara meydana savaşına dönüşecek ve Bizans sevinecektir.

Taraflar bunun sorumluluğunu üstlenebilecekler midir?

Ülkeleri Yıkan Bir hastalık: Rüşvet ve Yolsuzluk

Özellikle son 20 yılda Türkiye de, rüşvet, yolsuzluk, adam kayırma, ayak kaydırma, fuhuş-cinsel sapkınlık, uyuşturucu - alkol kullanımı, kumar, şiddet, cinayet ve boşanmalarda meydana gelen büyük bir artış vardır. İmar yolsuzlukları ile şehirlerin yağmalanması, talan edilmesi, gökdelenlerle gelecek nesillerin nefes alma hakkının çalınması, bunun karşılığında birilerinin zengin olması ve şehirlerin tarihi dokularının ve siluetlerinin bozulması, sürecin bir parçası olup; kendi kültür ve medeniyetimizin reddi, inkârı anlamındadır. Mal, servet ve makam tutkusunun meydana getirdiği bir göz kararması ile her şeyi meşru ve mubah gören makyavelist bir anlayış yaygınlaşmaktadır. İspiyonlama, tuzağa düşürme ile ayak kaydırma hareketleri profesyonelleşmiştir.

Kuran ın bize münker olarak belirttiği şeyler, bugün maruf; batıl olarak belirttiği, bugün hak; haram olarak sundukları bugün helal kabul edilmeye başlanmış ve de savunulmaktadır. Ayrıca helal ile haram, hak ile batıl, maruf ile münker karıştırılmakta melez değerler sistemi oluşmaktadır.

Bu gidişat, ilahi sünnete aykırıdır (2 Bakara 42). Bütün bunlar, ilahi bir ceza, azap veya helak nedenidir. Kur an da bize anlatılan helak olmuş toplumların kıssalarının konuları bunlardan başka bir şey değildir (7 Araf 162-166). Bu ayetlerin tasvir ettiği toplumsal tablo, Türkiye nin bugünkü şartlarına uygundur. O nedenle, bu gidişe bugün dur demesek yarın çok geç olacaktır. Bu nedenle toplum ve siyasi iktidar gereğini yapmak zorundadır.

Büyük İslam alimi Hamid el-Gazali, Selçuklu sultanı Muciruddin e yazdığı bir mektupta, yönetim mekanizmasındaki bozuklukları, şöyle ifade etmekteydi:

Mümkün olan en kısa zamanda ve otoritenin ulaşabildiği her yerde yolsuzlukların, adam kayırmacılığın, adaletsizliklerin, zulmün, rüşvetin ve diğer kötülüklerin tümünün kökünü kazımak için elinden geleni yapmada kusur etmemelisin. Ülkemizin halkı, ülkemizin şerefi; ülkemizin halkı, ülkemizin gerçek zenginliğidir. İçinde bulundukları yolsuzluktan senin haberin yok. Ülkenin bu kısmında bulunan anarşiden haberdar olmayabilirsin. Vergi tahsildarları yolsuzluk yapıyorlar. Fakir halkı kendi çıkarları için sömürüyorlar. Topladıkları verginin ancak pek az kısmını devlete veriyorlar. Vergi oranları halkın karşılayamayacağı kadar yüksek. Bu sözlerin üzerine düşün. Fakirlik ve açlık onlara büyük acılar veriyor. Vücutları yoksulluktan harap olmuş durumda. Takatleri kesik. Uzun zamandır çektikleri sıkıntılar, bedenlerini kuru bir iskelete çevirmiş. (1).

Gazali, yüzyıllar ötesinden günümüze ışık tutmakta ve devletlerin, sistemlerin, toplumların çöküş nedenlerine dikkatlerimizi çekmektedir. Son 20 yıllık dönemin mektupta ifade edilenlerle örtüştüğünü göz önüne alırsak; toplumsal akışın, Selçuklu dönemindeki akışa benzediğini, sonun da, böyle giderse, kaçınılmaz olarak aynı olacağını söylememiz bir abartı olmayacaktır.

Gazalinin mektubunda dikkat çektiği en önemli nokta, Ülkemizin halkı, Ülkemizin şerefi; Ülkemizin halkı, ülkemizin gerçek zenginliği olgusudur. Bu gerçek, hiçbir stratejik, taktik ya da teknik hedef veya amaç uğruna feda edilemez. Bugünkü siyası iktidar, bu gerçeği unutmamalı, rüşvet ve yolsuzlukların üzerine bütün şiddeti ile gitmelidir.

Rahmetli Erbakan Hoca ya göre, bu tür sorunların üstesinden gelebilmek, öncelikle ahlak ve maneviyatın inşa edilmesini gerektirmektedir:

İnsan unsuru sağlam ahlak ve karakter sahibi ise kalkınmada randımanı çok büyük olacaktır. İnsan unsuru ahlaken bozulmuşsa, bu bozuk malzeme ile kurulacak resmi veya gayrı resmi teşekküller verimsiz olacağından hatta yapıcı değil yıkıcı olacağından emekler, masraflar, zahmetler boşuna gidecektir.

Kanunlar ve nizamlar ne kadar mükemmel olursa olsun, hak ve adalete ne kadar uygun bulunursa bulunsun, onu tatbik edecek insanın içerisine hak ve adalet sevgisi girmemişse insanlar, içten gelerek samimi olarak hak ve adalete inanmıyorlarsa kanunların gereği gibi tatbik edilmesi mümkün olmayacak, netice tersine tecelli edecek, adalet yerine adaletsizlik, sosyal adalet yerine sosyal istismar hâkim olacaktır. (2)

Bazı tarihçilere göre Osmanlının zirve noktası olan Kanuni dönemi, aynı zamanda da devlet çarkında, özellikle, saray mekanizmasında yozlaşmanın başladığı bir dönemdir. Sivil ve askeri bürokraside, ulemada meydana gelen kirlenme, zamanla toplumun ve yönetimin alt katmanlarına yayılmış; Batının reform baskısı ile yapılan ıslahat hareketleri, sorunu çözmemiş tam tersine derinleştirmiştir. Batının dayattığı ıslahatlar, Osmanlı toplumsal yapısına uymayan, onunla bağdaşmayan ve yapıya ters gelen isteklerdi. Islahat yapıldıkça hastalık iyileşeceği yerde derinleşmiştir. Bugün de, AB yasaları ve AB kültür ve medeniyet değerleri, istenen ahlak ve maneviyatı sağlayamamakta hastalığı daha da artırmaktadır. Siyasi iktidar bu sevdadan vazgeçilmelidir.

1717 yılında Osmanlı Devleti Maliye Bakanı Sarı Mehmet Paşa nın Sultan a verdiği rapor; Osmanlı sisteminin tomografisi gibidir:

Rüşvet, her türlü kanunsuzluğun, zulmün hem başlangıcı hem de kaynağı oluyor. En büyük felaketlerin, dayanılmaz acıların en büyük kaynağı rüşvettir. Müslümanlara, dine ve devlete zarar verebilecek olumsuzluk-lar içerisinde rüşvetten daha tehlikeli olanı yoktur. Kanunsuzlukları, adaletsizliği, zulmü üreten mekanizmadır rüşvet. İnancı, toplumu ve devleti kökünden yok eder. (1)

Bu gerçekleri söyleyen Defterdar Sarı Mehmet Paşa, rüşvet çetesinin

entrikaları sonucu idama mahkum edilmiştir.

Rüşvet, yolsuzluk, zülüm, adaletsizlik, nemelazımcılık, duyarsızlık, lüks, israf, Osmanlı da her geçen gün yaygınlaşan hastalıklar olarak toplumsal dokuyu kemirip durmuştur. Namık Kemal in, Tevfik Fikret in ve Mehmet Akif in şiirlerinde, Osmanlı nın son yüzyılında, bu hastalıkların hangi boyutlara ulaştığını görmek mümkündür. Sonuç, Os¬manlı devletinin hayattan tasfiye olmasıdır.

Sonuç: Uyanın! Aynı Gemideyiz

Taksim Kadife darbesinin ana amacı, büyüyen ve güçlenen Türkiye yi içine hapsetmek ve bunun için de kaos meydana getirmektir. Hedef Başbakandır, siyası iktidardır. Ancak böyle bir amacın var olması, siyasi iktidarı itibarsızlaştırmak amacıyla yapılan rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile ilgili iddiaları yok varsaymamızı, üzerini örtmemizi gerekli kılamaz/kılmamalıdır. Polis-yargı denkleminde oluşan yapıyı dağıtmak, meselenin çözüldüğü anlamına gelmemelidir. Bu operasyon, siyasi iktidarı devirmek isteyenlere karşı yapılan yerinde bir karşı hamledir. Ancak bu, iddia edilen rüşvet ve yolsuzluk olaylarını yok saymak şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksi durum, daha da tehlikeli bir şekilde, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının doğru olduğu kanaatini kuvvetlendirebilir. Ayrıca, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yapan gücün elinde, çok daha fazla malzemenin var olduğunu ya da üretildiğini unutmamak gerekir.

O nedenle Başbakan Erdoğan, rüşvet ve yolsuzlukların üzerine doğrudan gitmeli, eğer bir yolsuzluk çetesi varsa, onları teşhir edip yargının önüne çıkarmalıdır. Aksi takdirde sosyal medyada doğru olup olmadığı bilinmeyen malzemelerle yapılacak olan psikolojik harekât, çok daha büyük ve derin yaralar açacaktır. Siyasi iktidar daha çok kirlenecek ve itibar kaybına uğrayacaktır. Bu nedenle siyaseti, ülkeyi ve devleti temizleyecek operasyonların yapılması şarttır, elzemdir.

Hz. Peygamber, çirkinliklerin, kötülüklerin yaygınlaştığı bir toplumu, büyük bir nehirde yolculuk yapan gemiye benzetmektedir. Gemide iki insan unsuru vardır. Bir grup alt kattadır, bir grup güvertededir. Alt kattakiler her seferinde nehirden su almak için güvertedekileri rahatsız etmektedirler. Bir gün derler ki, bize müsaade edin, sizi rahatsız etmektense geminin dibinde bir delik açalım ve oradan suyumuzu alalım . Hz. Peygamber der ki: Eğer güvertedekiler geminin alt katında bulunanlara geminin altını delme konusunda izin verirlerse, Allah a yemin olsun ki her ikisi beraber batar, her ikisi beraber hüsrana uğrar.

Bu gidişatı durdurabilmek için başta siyasi iktidar olmak üzere tüm cemaatlerin, hareketlerin, gönüllü kuruluşların, vakıfların, derneklerin ve partilerin ve toplumun harekete geçmesi, elini taşın altına koyması ve üzerlerine düşen sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir.

Unutmayın! hepimiz aynı gemide yolculuk yapmaktayız.

Kaynaklar

EI-Attas, H., Toplumların Çöküşünde Rüşvet, Pınar Yayınları, İstanbul (1988). s.171-172.

Erbakan, N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul, 1975 S 110-111

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...