(Umran Dergisi Mart 2018 Yazısıdır)
“Bir, vahye dayalı düzen vardır; bir de heva. Üçüncüsü yok…” Şatıbî
Giriş
İslâm
coğrafyasında geçmiş yazılarımızda isimlerini verdiğimiz 15 civarında proje
birbiri ile savaşmaktadır. Bu projelerin sahipleri bazen birbirleri ile
uzlaşarak bazen de çatışarak hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bugün
için asıl sıkıntı, savaşın Müslümanlar arasında “İslâm’ın İslâm’la Savaşı”
şeklinde cereyan ediyor olmasıdır. Şer İttifakının yürürlüğe
sokmaya çalıştığı projelerin özü, sosyolojik savaşı esas
almakta, bu coğrafyayı kaos teorisi kapsamında, din, etnik,
mezhep, aşiret/kabile ve cemaat merkezli olarak çatıştırarak bölmektir.
Ümmetin bu gerçeği görmesi, ona göre davranması ve insanlığa
önderlik yapabilecek bir dayanışma ve organizasyonun içine girmesi
gerekmektedir. Ümmetin birlik ve beraberliği, insanlık için gerek şarttır.
Arif Nihat Asya’nın “Aziz-i vakt
idik, âda (düşman) zelil kıldı bizi” sözü üzerinde Ümmet, tefekkür
etmeli ve öz eleştirisini yapmalıdır. Yalnızca Şer
ittifakını/Şeytanı ittifakı(ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) ya da sadece dış
güçleri suçlayarak meselelerimizi çözmemiz mümkün değildir.
İblis’in Hz. Âdem’le eşine kurduğu tuzağın sonunda Hz. Adem ile eşi Cennetten
çıkarılıp yeryüzüne gönderilmişlerdir. Allah, yeryüzünde, kendilerine Hidayetçilerin gönderileceği
ve bunların onlara nasıl ve neye göre yaşamaları gerektiğini açıklayacağını
bildirmiştir (2/38-39;7/35). Dolayısıyla ilk nesil insanlar, aynı değerler
etrafında şekillenmiş tek bir ümmettirler (2/213; 10/19;
21/92; 23/52).
Allah, yeryüzündeki insanları, şeytan ve taraftarları karşısında başıboş ve
yardımsız bırakmamış, onlara daima doğru yolu gösterecek peygamberler
göndermiştir (26/36; 10/47; 23/44; 35/24-25; 13/30; 16/63). İlgili
ayetlerde her ümmete, yol gösterici, aydınlatıcı birer peygamber
gönderildiğini, O’nun ümmetini uyarıp korkuttuğunu (35/24), onlara helâl ve
haramı bildirdiğini, aralarında adalet ile hükmettiğini(10/47)
görmekteyiz. Gönderilen peygamberler, tarih boyu birbirini
destekleyecek şekilde görevlerini ifa etmişlerdir(23/44, 16/63).
Buna rağmen niçin bölünmüşlerdir?
Şeytan, Hz. Âdem’e yaptığını, tüm peygamberlerin yoluna
gidenlere yapmak için yemin etmiş, tüm iman edenlere sınırsız ve
topyekûn bir savaş açtığını ilan etmiştir. Ancak bu, Hz. Âdem’in
yaptığı hatayı ortadan kaldırmaz. Şeytanın başarısı, Hz. Âdem’in gösterdiği bir
zâfiyetin ürünüdür. Nitekim Hz. Âdem, zaaf göstererek Allah’ın koyduğu emir ve
yasakları çiğnediğinden dolayı suçunu kabul edip tövbe etmiş ve Allah’tan
bağışlanmasını dilemiştir. Bu nedenle ümmetin iç
dinamiklerinde zafiyet olmadan dış dinamiklerin ümmetin üzerinde etkili ve
tahrip edici olması çok zordur.
O nedenle “Başlangıçta tek olan ümmet niçin bölünmüştür?” sorusunun
cevabı önemlidir.
Geçen yazıda bu konu ele alınmış, Ümmet kavramının geçtiği ayetler analiz
edilmiş ve tek ümmet olan ilk nesilden günümüze gelinceye kadar ümmetler içinde
ve arasında, genel olarak, sürekli bir anlaşmazlığın var
olduğu(11/118); bu anlaşmazlığın; şeytan, mele-mütrefler, hevanın
ilâhlaştırılması, bağy hastalığı ve kalplerin katılaşmasına bağlı
olarak ortaya çıktığı tespiti yapılmıştır.
Bu beş ana etkenden “Şeytan”(16/63; 6/43) ve “Mele-Mütrefler” (43/23-24), insan
açısından birer dış faktör iken; “Hevanın İlahlaştırılması”(5/48),
“Bağy” Hastalığı(2/213) ve “Kalplerin Katılaşması”(6/43)
ise birer iç faktördür.
Bu yazıda, ümmetin, insanların anlaşamamalarında etkili olan iç faktörlerden “hevanın ilâhlaştırılması”
ve Bağy hastalığı konusu ele alınacaktır.
HEVA NEDİR VE HEVANIN İLÂHLAŞTIRILMASININ ANLAMI NEDİR?
Heva meselesi, günlük hayatta insan yapısı ve
davranışlarının gerçek anlamda anlaşılamamasından kaynaklanan en temel
meseledir. İnsan düşünce ve davranışlarını, tıpkı bilgisayar virüsleri gibi,
sürekli tahrip eden, insanın kötülük cephesinin en baskın bir unsurudur. Heva
sorununu, daha iyi anlayabilmek için Kur’ân’ın “heva” diye
isimlendirdiği ve insandaki karar merkezlerini daima olumsuz olarak etkilemeye
çalışan yapıyı göz önüne almamız gerekir.
Heva, Kur’ân-ı Kerim’deki anahtar kavramlardan
biridir. Yaklaşık olarak 30 yerde geçmektedir. İnsandaki mevcut karar
merkezlerinden nefsin, genel olarak ana çalışma frekansıdır, denebilir.
Bireysel ve toplumsal çürümenin motoru olarak da değerlendirilebilir.
Heva, “Benliğin, şehvete meyli ve keyfiliği
tercih etmesidir.”(1,2). İnsanın yücelikten basitliğe düşmesini
sağlayan, zan ve tahmine dayalı bilgilerle insana hükmeden, hayatı yalnızca
kendi ekseninde şekillendirmek isteyen bir nefsin, düşünme ve davranma halini
ifade eder. İnsan bencilliğinin, ihtirasının, bağy’nin etkin unsur olarak dışa
vurumu ve hayatı tanzim girişimidir. Heva, insan nefsinin
cehalet ve/veya kibre dayalı olarak oluşturduğu ve ilâhi bilgiye dayalı
değerler sisteminin karşısında olan bir değerler topluluğu olup insan
fıtratının bozulmasını ifade eder.
HEVA, SAPIKLIĞA VE YIKIMA GÖTÜRÜR
Hevanın etkisindeki bir insanın şeytanla irtibatı artar ve
zamanla şeytanın oyuncağı olur (6 En’am 71). Bu durumdaki insanlar, gerçekleri
göremez ve duyamazlar. Hoşlarına gitmeyen, çıkarlarına engel olan her şeyi red
ve inkâr ederler (53 Necm 23). Heva, zan, tahmin, bilgisizlik ve
istikbar (kendini beğenmişlik), bağy (başkası
aleyhine sınırı aşmak, kıskançlık, ezme, saldırı, horlama, zulüm ve
bozgunculuk) ile iç içedir (2 Bakara 19, 90, 120, 145,
213; 5 Maide 48; 6 En’am 119; 30 Rum 29; 13 Ra’d 37; 45 Casiye 17, 18; 53 Necm
23; 38 Sad 20-25; 49 Hucurat 9; 42 Şura 14). Cehalet ve gururun refakat etmesi,
hevayı, insan ve toplum hayatında daha tahripkâr yapar. Heva, hayatı birey
nefsine indirger ve bireyi ilâhlaştırır. Hayatın tümüyle kişiye indirgenmesi ve
yalnızca kişinin ihtiyaçlarının ya da çıkarlarının aşırı bir şekilde öne
çekilmesi, insan nefsinin doymazlığını azdırıp insanı sapıklığa sürükler: “Allah’tan
bir kılavuz olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kimdir." (28
Kasas 50).
Toplumsal sermayenin hevaya dayalı olarak inşa edilmesi;
kişiyi sapıklığa sürüklerken, kaçınılmaz bir şekilde toplumun, çevrenin, kısaca
her şeyin bozulmasına ve nihayetinde yıkılıp yok olmasına sebebiyet verir:
“Eğer hak, onların hevalarına uyacak olsaydı, hiç
tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes ve her şey bozulmaya
uğrardı.” (23 Müminun 71)
Hevanın bu tahripkâr gücünden dolayı bütün peygamberler
uyarılmış, dikkatleri çekilmiştir (20 Taha 16). Bu noktada çok
daha önemli olan bir husus da, hevaya uyan insanın görünür kimliği ne olursa
olsun, sonucun (yıkım) değişmemiş olmasıdır. Bu noktada, hevasını
ilâhlaştıran bir ateist ile hevasını ilâhlaştıran bir Müslüman arasında ayırım
yapılmamaktadır. Bu tür insanların tümü; gerçeği ters yüz eden
zalimler olarak, hevalarına uyarlar ve hevalarını hayatın merkezi yapmaya
gayret ederler:
“Zulmetmekte olanlar, hiçbir bilgiye dayanmaksızın
kendi hevalarına uymuşlardır…” (30 Rum 29).
HEVA BİREYSEL ÇIKARLARDA SINIR
TANIMAZ
İnsanın her istediğini yapma yetkisini kendinde görmesi,
bireysel çıkarların sınır tanımazlığı ve bu konudaki aşırı özgürlük bir müstağnileşmedir. Kibir,
müstağnileşme, bağy, hevanın ilâhlaştırılmasının bir sonucudur. İnsanın
kendini, kendine yeter görmesi ve bir başkasına ihtiyaç hissetmemesi, toplumsal
dayanışma ve değerlerin çözülmesi demektir. Arkasından
kaçınılmaz olarak kirlenme ve çürüme gelir. Bu nedenle Allah,
insana her arzu ettiği şeyin (bireysel çıkarlar) verilmesinin yanlış olduğuna
dikkat çekmektedir:
“Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin heva olarak
arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa and olsun, onlara Rablerinden yol
gösterici gelmiştir. Yoksa insana “her arzu edip dilekte bulunduğu’’ şey mi
var? (53 Necm 23, 24)
Hevasını ilâh edinmiş Müslüman bir düşünür veya bir bilim insanı,
kendi düşüncesini, en doğru ve diğer düşünceleri de en yanlış olarak görme
eğilimindedir. Kibir, müstağnileşme ve bağy, başkalarının
fikrine ve düşüncesine karşı her türlü saygısızlığın, kabalığın, karalamanın ve
suçlamanın yapılmasını kişinin kafasında meşrulaştırır.
HEVA İNSANI KÖR, SAĞIR VE AKILSIZ
YAPAR
İhtilâfların tefrikaya, onun da fırkalaşmaya
dönüşmesinin ana nedeni, hevanın insan üzerinde yaptığı bu
karmaşık etkilerdir. Hevanın vücut verdiği çekim alanına giren
ve kendi iradi kontrolünü kaybeden insanlar, bilgisi ne olursa olsun, zanları,
tahminleri ve kibirlerinin neden olduğu bir körlük ve sağırlıkla gerçekleri
görememekte ve duyamamaktadır:
“Şimdi sen, kendi hevasını ilâh edinen ve
Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbi üzerine
damga vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü?
Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp
düşünmüyor musunuz?" (45 Casiye 23; bak: 25 Furkan 43,44)
HEVALARINI İLÂHLAŞTIRANLAR, BAŞKALARINI
SAPTIRMAK İÇİN MÜCADELE EDERLER
Bu noktada unutulmaması gereken bir başka gerçek de;
hevalarını ilâhlaştıranlar, başkalarının fikri ve fıkhî düşüncelerinin yanlış
olduğunu inatla iddia ederler. Yapılan her türlü açıklamayı, getirilen her
türlü delili, baştan reddederek ihtilâfları tefrikaya dönüştürerek haddi
aşarlar:
“Kuşkusuz çoğu, bir ilim olmaksızın kendi hevalarıyla başkalarını
saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir." (6
En’am 119)
HASED VE BAĞY
Ragıp el-İsfehani’ye göre Hased; “Bir
nimetin hak sahibinden yok olmasını temenni etmek, arzulamak ya da dilemektir.
Bazen bunun yanında o nimeti ortadan kaldırmaya yönelik bir çaba veya gayret de
bulunur”(3). Hasedde asıl mana “bir nimetin, bir faziletin, bir
olgunluğun sahibinden yok olmasını arzu etmektir”(4)
Bağy kavramı ise, "azgınlık",
"hak sınır tanımamak", "başkası aleyhine sınırı aşmak",
"hakkına razı olmayarak başkasının canına, malına ırzına kastetmek",
''haksız yere yükselmek isteyerek tecavüzde bulunmak", "kendisine
barışın yolları ve biçimleri gösterildiği halde haksızlıkla üst olma sevdası
gütmek" anlamlarına gelir(4-7).
Kelimenin özünde kıskançlık/horlama, zulüm,
bozgunculuk, aşırı ihtiras unsurları vardır. Kıskançlık öğesi ağır
basan bir hak ve sınır tanımazlık söz konusudur. Hased/kıskançlık ve azgınlık,
insanın Heva/kötülük cephesinin özellikleridir. Kıskançlığı ve azgınlığı
kapsayan bağy de, insanın heva cephesinin en kötü
özelliğidir.
İNSANIN BAĞYETME SEBEPLERİ
Kur’an’da geçen ayetlerin analizinden İnsanın Bağyetme
nedenlerini, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
- Mal
şehveti
- Makam
şehveti
- Darlık
ve bolluk zamanlarındaki psikolojik durum
Mal Şehvetinin Neden Olduğu Bağy
Rızkın sınırsız yayılıp genişletilmesi veya herkesin her
istediğini elde etme, bulma imkânına sahip olması, bireyin kendi kendine yeter
olma, hiç kimseye muhtaç olmama duygusunu ortaya çıkarabilir. Müstağnileşme denilen
bu olgu, ferdin nefsini hayatın merkezi yapar. Her istediğini yapmada önünde
hiçbir engel tanımaz. Dolayısıyla, haset, nankörlük ve öfke ile
yoğrulmuş bir azma, başkasının hak ve hukukunun çiğnenmesine
neden olur. Dolayısıyla amacından sapmış aşırı zenginlik ve refah, insanı
müstağnileşmeye o da bağye götürür:
"Eğer Allah, kulları için rızkı (sınırsızca) geniş
tutup-yaysaydı, gerçekten yeryüzünde bağyederlerdi (azarlardı). Ancak o, dilediği
miktar ile indirir. Çünkü O, kullarından haberi olandır,
görendir. (42 Şura 27)
İnsan yapısında var olan mala ve mülke aşırı tutkunun; aşırı
mal ve mülk sahibi olan bir kişiyi, nasıl azdırdığı, Kuran’da iki kıssada
anlatılmaktadır:
1-“Karun Kıssası” (28 Kasas 76-81),
2- “İki Davalı Kardeş Kısası” (38 Sad 20-24).
Karun tarihte aşırı servet birikimi sonucu müstağnileşmiş ve
bağyetmiş bir insanın çok tipik bir temsilcisidir. Ulaştığı servetin tükenmez,
bitmez, yok olmaz olduğuna inanmaktadır. Bu aşırı güven, onu görmez, işitmez ve
dinlemez yapmıştır. Böylelikle, kendisine yapılan çağrılara ve uyarılara karşı
duyarsızlaşmıştır. Şımarması ve ihsanda bulunmaması toplumdaki sosyal dengenin
bozulmasına neden olmuştur. Bu tutum ve tavrının halkta bir haset ve nefrete
sebep olabileceği hatırlatılmaktadır kendisine.
Karun'un bütün bu uyarılara karşı cevabı, servetini “kendisinde
var olan bir bilgi vasıtasıyla kazandığı”
şeklindedir. Mademki her şeyi bilgisi sayesinde kazandı, her şeyi kendi gücü
ve bileği sayesinde elde etti; onda hiç kimsenin hakkı ve payı olamazdı. Bu,
temelde, üretim ile paylaşım arasındaki kavga idi.
Allah paylaşmayı emrediyordu; servetin aşırı bir şekilde
tek bir elde toplanmasını istemiyordu. Böyle bir olayın toplumsal dengeyi
bozacağı, sonunda toplumu kaosa, anarşiye veya yok oluşa götüreceği ifade
ediliyordu. Nitekim aynı hatayı işleyen geçmiş toplulukların yok olduğu
açıklanıyordu. Bütün bunlardan ders alamayan, Karun ve serveti, Allah
tarafından yerle bir ediliyordu(28 Kasas 76-81).
Hz. Peygamber, mal şehvetini, ümmeti için büyük
tehlikelerden biri olarak görüp ümmetine uyarıda bulunmuştur:
“...ValIahi ben bundan sonra sizin üzerinize fakirlik
geleceğinden korkmam. Fakat sizin üzerinize geleceğinden korktuğum şey, sizden
önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya nimetlerinin yayıldığı gibi sizin
önünüze de yayılarak, onların birbirine hased ettikleri ve nefsaniyet
güttükleri gibi sizin de birbirinize düşmeniz ve bunun onları ahiret
işlerinden alıkoyduğu gibi, sizleri de ahiret işlerinden
alıkoymasıdır. (8).
Burada Hz. Peygamber, mal mülk edinmeyi hor ve hakir
görmüyor. Onu kural tanımaz bir biçimde elde etme ve kullanmanın getireceği
haset, bağy ve nefsaniyet tehlikelerine dikkat çekiyor. Nitekim bir başka
konuşmalarında bu ikisi arasındaki farkı, şöyle izah ediyor:
"...İşte bu dünya malı da tatlıdır. Bundan hakkıyla
alan ve aldığını da hakkı olan yere koyup harcayan kimseye bu ne güzel bir
nimettir. Dünya malını haksız olarak hırsla alan kimseye gelince o da daima
yiyen, fakat bir türlü doymayan obur kimse gibi olmuştur." (9).
“İki Davalı Kardeş Kısasında” (38 Sad
20-24), bağy ile ilgili üç temel noktaya dikkat çekilmektedir:
1-İnsanların çoğu(hulata) başkalarına bağy yoluyla
haksızlık ederler.
2-Mal edinme şehvetiyle, kardeşi dahi olsa kardeşinin
malını mülkünü hile, aldatma ile almakta bir beis görmez.
3- Bağy hastalığından kurtulmanın yolu, iman edip “salih
amel” yapmaktır.
Gerek “Karun” ve gerekse “İki Davalı kıssasından”
çıkarılacak ders, insanın genel bir özelliği olarak mal tutkusundan dolayı genelde
bağyetme eğilimlı olmasıdır. Bu hastalıktan ancak iman edip salih amellerde
bulunanlar kurtulabilir; Onlar da azınlıktadırlar(38 Sad 24).
Toplumsal kirlenmeye karşı savaşacak ve kirlenmeyecek olan
insan unsuru, “iman edip salih amellerde bulunanlardır”. Kirlenmeden
çıkış, bu yeni insan unsurunu yetiştirmekle mümkündür.
Böyle bir insan unsurunun oluşturacağı model bir hareket,
model bir cemaat, toplumu içine düştüğü bataktan kurtarabilir; hevadan arınmış
olarak tüm insanlar arasında hak ile hükmedebilir(38 Sad 26).
Makam Şehvetinin Neden Olduğu Bağy
Hak hukuk tanımazlık, haset, nefret ve baskı içeren bir
sınır tanımazlık, yalnızca aşırı zenginlerden gelmez. Kişi haklarına tecavüz,
azgınlık, vb., sistemin gücünü elinde bulunduran makam, mevki sahibi bazı
yöneticilerden de gelebilir. Kontrolsüz yetki, gücü elinde bulundurma, hiçbir
makama, mevkiye veya topluma karşı hesap vermeme duygusunun meydana
getirdiği müstağnileşme, bazı yöneticileri bağye götürebilir. Lüksün,
israfın geçerli bir hayat biçimi olarak algılandığı toplumlarda bazı yöneticiler,
hak ve hukuk tanımayabilirler ve topluma karşı bağyederler. Bu yöneticiler,
hevalarını ilahlaştırıp, nefsi arzularını hayatın merkezi haline
getirebilirler. Sınır tanımayan nefs, güçle donatılınca ceberrutlaşır,
azgınlaşır, ne ölçü ve ne de sınır tanır, bağyeder(10 Yunus 83-91)
İlgili ayetlerde Firavun, “Mısır'ın kralı”,
“zalim”, “müsrif”, “cahil” ve “müfsid” olarak
nitelendirilmektedir. Bütün bu özelliklere sahip birinin, kendi halkının hak ve
hukukuna tecavüz etmesi normaldir. O nedenle Hz. Musa, Firavun ve “önde gelen
çevresine” verilen güç ve ihtişamın, insanları hak yoldan engellemek için
kullanılacağına ve insanların gözlerini perdeleyerek onların kendilerine
özenmesini sağlayabileceğine ilişkin endişesini Allah’a arz etmiştir.
Böylelikle Hz. Musa aşırı güç ve servet ile bağy arasında bir ilişki
kurmuştur. Nitekim Mısır'ı terk eden İsrailoğullarına karşı
Firavun, önde gelen çevresi, askerler, kısaca sistem, bağyederek topyekun
saldırıya geçmişler; fakat sonları, Kızıldeniz’in sularında boğularak helak
olmak olmuştur. Çünkü bağyedenlerin, zalimlerin, müsriflerin ve müfsidlerin
sonu aynıdır.
Darlık veya Bolluk Ortamları Bağye Neden Olabilir
İnsanlar genellikle tehlike anlarında, "Allah'a
gönülden yönelip şükrediciler" olarak davranmakta, fakat
sıkıntıdan kurtulduktan sonra azgınlık yapmakta(bağy), başkalarının hak ve
hukukuna saygı göstermemektedirler(10 Yunus 21-23). Bu ayetlerde önemli bir nokta,
hitabın "ey müminler" şeklinde değil de "ey
insanlar" şeklinde yapılmış olmasıdır. Bu demektir ki bağy,
hangi inanç sistemi, hangi kültür içinde ortaya çıkıp etkin olursa, o sistemi,
o topluluğu ve o kültür ve medeniyeti tahrip edecektir. Çünkü ayette "bağyiniz
kendi nefisleriniz aleyhinedir" şeklinde bir kanuniyet ortaya
koymaktadır.
Diğer taraftan kıtlık zamanlarında, savaş zamanlarında, seferberlik
durumlarında, ölümle burun buruna gelindiği zamanlarda bazı kişiler,
başkalarının hakkına tecavüz etmeye, onun hakkını gaspetmeye çalışır. Savaşların
neden olduğu göçlerde, yiyecek getiren kamyonlara, başkasından önce yiyecek
almak veya başkasından daha fazla almak için saldırılar olur. Akaryakıt
sıkıntısının olduğu yıllarda tüp kuyruklarında olan kavgalara, normal şartlarda
rastlanmaz. Yağmurlu bir havada otobüs kuyruklarında da benzer hak
ihlâllerine rastlayabiliriz. Batmaya başlayan gemide, bazı insanların hiçbir
hak hukuk tanımaz çılgınlık halleri de bağyetme özelliğinin birer
tezahürüdür.
Kur'an-ı Kerim insanın yaşama hakkına ayrı bir ulviyet,
yücelik vermektedir. İnsan hayatı söz konusu olduğunda Allah, haram kıldığı
bazı şeyleri helal kılmaktadır (16 Nahl 114-116).
Burada iki önemli şart vardır: Bir
tanesi, aynı durumda olan başkalarının hakkına tecavüz etmemek; diğeri
ise yeme noktasında aşırı gitmemektir. Dolayısıyla zor günlerde,
sıkıntılı günlerde, kıtlık ve yoksulluk günlerinde, başkalarının hakkına
tecavüz anlamına gelen stokçuluk/karaborsacılık, bağyetmekten
başka bir şey değildir. Bu, zor ve şiddet taşımayan; fakat hile taşıyan bir
hakka tecavüz olayıdır. Toplumun ihtiyaç duyduğu maddeleri stoklayarak para
kazananlar; hasetle, zulüm ve açgözlülükle başkalarının hakkına, hukukuna
tecavüz etmiş olurlar. Bu sebeple bağî'dirler.
BAĞYNİN NEDEN OLDUĞU SONUÇLAR
Kur’an’da geçen ayetlerin analizinden Bağynın neden olduğu
sonuçları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
- Toplumsal
dayanışmayı yıkar,
- Toplumu
kamplara böler,
- Toplumun
çökmesine neden olur.
Bağyedenler, toplum dayanışmasını bozar. Toplumu sınıflaşmaya,
ayrı sosyal tabakalara ayrılmaya zorlar. Toplum içerisinde hak, hukuk sınırı
tanımadıkları için kin ve nefret tohumlarını eker. Eğer yönetim üzerinde etkili
olurlarsa, sistemle bütünleşirlerse, kaçınılmaz olarak toplumu çatışmaya,
kavgaya götürürler. Adalet mekanizmasını tahrip ederek güvensizlik
tohumlarını ekerler, karamsarlık bulutlarının ülkeyi kaplamasına neden
olurlar.
Bağy toplumda yaygınlaşıp bir hayat biçimi haline
dönüşürse, toplum, kamplara bölünecek, çatışma, kavga, kaçınılmaz olacaktır. Bu
ilâhi bir sünnettir (2 Bakara 213)
Allah, bağyetmeyi haram kılarak onun meşruiyetini
tanımamıştır. Müminlerin de tanımamasını istemektedir. Aksi durumlarda
Allah'ın o toplumu iki farklı şekilde cezalandıracağı belirtilmektedir:
Birinci cezalandırma şekli: Helal olan şeyleri, haram
kılma (6 Enam 146)
İkinci cezalandırma şekli: Helak etme (2 Bakara
90; 28 Kasas 58).
Bağyin Nahl 90'da yasaklandığı; Araf 33'de ise haram
kılındığı bildirilmektedir. Araf 32-33'de “temiz rızık” kavramının
geçişi, bağy ile kirlenme arasında bir ilişkinin olduğunu
göstermektedir.
Toplumda bağyetme, kınanmıyorsa, engellenmiyorsa,
bağyedenlere karşı bir tavır sergilenmiyor, hatta alkışlanıyorsa, o toplum
kirlenmiştir veya kirlenme sürecine girmiştir. Başkasının hakkına tecavüz,
başkasının hakkını gasbetme doğal karşılanıyorsa, bağyetme bir yaşam standartı
olmuş demektir. Meşruiyet kazanmış demektir.
İşte burada, "Allah' a inanıyor gibi
gözükmekle", "gerçekten inanmak" arasındaki fark
ortaya çıkar. "Ben bir muvahhid mümin olarak yüzümü Allah'a
çevirdim" diyenlerle; "biz de müslümanız" diyenler
arasındaki fark ortaya çıkar. "Biz işittik ve itaat
ettik" diyenlerle, "biz işittik ve inkar ettik ya
da önemsemiyoruz, önemli değil" diyenler arasındaki fark
ortaya çıkar.
İşte İslam Dünyasında bu iki düşünce mensupları arasında
bazan açık bazan da gizli devam eden bir çatışma vardır. Bu, gerçekten Allah'a
teslim olanlarla, "teslim olmuş gibi gözükenler" arasında
olmaktadır(3 AI-i İmran 19,20).
SONUÇ: HEVANIN İLAHLAŞTIRILMASI VE BAĞY HASTALIKLARININ
İLACI: TAKVA/ALLAHA KESİN TESLİMİYET
Hevanın İlahlaştırılması ve Bağy hastalıklarına karşı
en önemli ilaç, gerçek anlamda Allah'a ve Ahirete şuurlu bir şekilde iman
etmektir. Ancak bu teslimiyet sonucunda, yılların oluşturduğu yanlış örf, adet,
gelenek ve bilgilerden arınıp gerçeğe yönelebiliriz. Atalarımızın yanlış
davranış ve fikirlerini terk edebiliriz. Şuur altında yer etmiş kin, nefret,
öfke ve şüphe duygularını bastırabiliriz (42 Şura 13-l5).
2 Bakara 213, 3 AI-i İmran 19, 20, 42 Şura 13-l5 ve Casiye
17'de anlaşmazlık ve ihtilafların, bilgisizlikten kaynaklanmadığı gerçeği
ortaya konulmaktadır. Tam tersine ilim ve deliller geldikten sonra insanların
ihtilafa düştükleri anlatılmaktadır.
Bütün bu ilahi emir ve uyarılara rağmen İslam toplumundaki
cemaat veya müminIer; bu iki hastalık yüzünden birbirlerine düşebilir,
birbiri ile çatışabilir, hatta savaşabilir. Bu iki hastalık insan bünyesini
kapladı mı "sağduyu kaybolur" çatışma kaçınılmaz olabilir. İşte bu
durumda görevimiz şudur:
"Müminlerden iki topluluk çarpışacak olurlarsa
aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla tecavüzde bulunacak
olursa (bağyederse) artık bağyedene karşı Allah'ın emrine dönünceye kadar
savaşın; eğer sonunda Allah'ın emrini kabul edip dönerse, bu durumda adaletle
aralarını bulun ve her konuda adil davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları
sever.”
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin
arasını bulup- düzeltin ve
Allah'tan korkup sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (49
Hucurat 9, 10)
Allah, gerek Şura 13-16 gerekse Hucurat 9-10'da adil
olmamızı istemektedir. Bizi aşağılayacak olan, küçültecek olan bağy duygusuna
teslim olmamamızı istemektedir. Hatta müminlerden bağyedenlere karşı topyekun
karşı çıkmalarını istemektedir:
"Ve kendilerine bağyedildiği (haklarına tecavüz
edildiği) zaman, birlik olup karşı koyanlardır." (42 Şura 39)
Hevanın ilahlaştırılması ve Bağy hastalıklarına yakalananlar,
tarih boyu iyiyi, güzeli, temizi, doğruyu arayanlara, hak-hukuk ve adalet
isteyenlere, hep baskı uygulamış, onları kötülemiş ve suçlamışlardır.
Bugün de, başta İslâm dünyası olmak üzere
insanlığa karşı, Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail) tarafından
açılmış bir savaşın (“İslâm’ın İslâm’la Savaşı Projesi”) ortasındayız. Her
türlü yalanın, dolanın, fitne-fesadın kaynatıldığı ve kaynatılacağı, iftiranın
atıldığı ve atılacağı ve tüm Bağy duygularının tahrik edilip devreye sokulduğu
ve sokulacağı bir ortamın içinde olduğumuz ve olacağımız, hiçbir zaman
unutulmamalıdır.
Hevanın ve Bağy’nin hâkim olmadığı bir
dünyayı, bugün Müslümanlar inşa edebilirler. Bu imkân ve şansları vardır.
Hevanın hiçbir şekilde kendisine bulaşmadığı vahyî bilgiye sahip olan
Müslümanlar, ellerindeki cevherin kıymetini bilmeli ve tarihi sorumluluklarını
yerine getirmelidirler(5 Maide 48, 49).
İman edenler, İslâm coğrafyasına aydınlığın gelmesini,
adaletin hâkim olmasını, birlik ve dayanışma ruhunun yeniden inşa edilmesini
istiyorlar ve zulüm altında ezilip yok olmayı istemiyorlarsa, hep
birlikte, hevalarını ilâhlaştıranlar ve bağy hastalığına yakalananlarla
onurlu bir şekilde mücadele etmek zorundadırlar (18 Kehf 28, Şura
13-16, Hucurat 9-10 ve 42 Şura 39).
O nedenle Müslümanlar, bu kutsal görev
için öncelikle zihinlerini, kalplerini ve nefislerini temizlemelidirler.
Cennete giden yolun, zihinlerini, kalplerini ve nefislerini hevadan arındırmaktan geçtiğini
görmelidirler(79 Naziat 40,41).
O nedenle Müslümanlar, sapmış bir
topluluğun hevalarına uymamalıdırlar (5 Maide 77).
O nedenle Müslümanlar, her türlü şer hareketine
karşı onurlu bir duruşla karşı çıkmalıdırlar. Aksi takdirde,
Allah’ın her türlü yardımının kesileceğini ve Allah’ın dostluğunun
kaybolacağını görmelidirler
“Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar
senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru
yol, Allah'ın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.» Eğer sana gelen bunca
ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin için
Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (2 Bakara 120).
O nedenle “Avrupa Uyum Yasalarının”
meydana getirdiği yıkıma son verilmelidir.
O nedenle "Dosdoğru yolda devam edin ve
bilgisizlerin yoluna uymayın" (10 Yunus 89) uyarısı,
iman edenlerin sürekli hatırlamaları gereken, temel bir ilke olmalıdır.
O nedenle Hevanın ilahlaştırılması ve Bağy
hastalıklarının neden olduğu kaos ortamlarında davası olan
insanlar, dosdoğru bir istikamet üzere olup kesintisiz bir şekilde davet
yapmalıdırlar:
“Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun
gibi dosdoğru bir istikamet tuttur.
Onların heva (istek ve tutku) larına uyma.
Ve de ki: «Allah'ın indirdiği her kitaba inandım.
Aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir.
Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir.
Bizimle sizin aranızda (karşılıklı delillere dayalı =
hüccet) bir tartışma konusu yoktur.
Allah, bizi bir arada birleştirip-toplayacak ve dönüş de
O'nadır.»(42 Şura 15)
KAYNAKLAR
1- Kardâvî, Y., İhtilâf Ve Tefrikalar Karşısında İslâmi
Tavır, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2014, S: 15-25.
2-Öztürk, Y.N., Kur’an’ın Temel Kavramları, Yeni
Boyut, İstanbul, (1991), s:172-174.
3-Rağıb El- İsfahani, Müfredât, Pinar yayınları, İstanbul,
2016, S: 399.
4-Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Tefsir, Azim
Dağıtım, İstanbul, c.10, S:173.
5-Rağıb El- İsfahani, age, S: 227-229.
6-Öztürk, Y.N., age, S:51.
7- Ünal, A., Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları,
İstanbul, 1990, S: 323.
8-Buhari 14/6365.
9-Buhari 14/6367.