(Milli Gazete)
“İnsanın ne olması gerektiğini, ne olduğunu kavrayamıyor
isek, diğer bir deyişle açık ve üzerinde anlaşılmış bir insan gerçeği
düşüncesine ulaşmamış isek, kültürü, eğitim ve öğretimi, ahlâki ve toplumsal
ilişkileri düzeltme yolunda bütün çabalarımız boşunadır ve boşa gitmiştir.
... Şu halde her şeyden önce insan olma ve insanlaşma sorunu
çözülmelidir.
Her sorunun temeli budur.”(1)
Şehit Dr. Ali Şeriati
GİRİŞ
İslâm coğrafyasındaki bugünkü kaosun bir nedeni, iman
edenlerin insan gerçeğini tam anlamıyla kavrayamamış, kavramamış ya da unutmuş
olmasıdır. Bir Müslüman’ın belli ibadetleri yapması ve belli şekil şartlarını
sağlaması, yeterli görülmüş; böylelikle her türlü kötülük yapmaktan azade
kılındığı inancı, İslâm dünyasında etkin bir düşünce olmuştur.
Farklı kültür ve medeniyetlerle etkileşim sonucu insanda
oluşan melez değer sistemi, insan davranışları açısından sosyal şizofreniye
sebebiyet vermiştir. Sosyal şizofreni, insan yapısında bulunan ve insanı tam
ters istikametlere sevk eden heva ve fıtrat karar merkezlerinin çatışması
sonucu oluşan sosyal bir hastalıktır. Ne zaman ne
yapacağı belli olmayan, kendi içinde tutarlı olmayan bir insan unsurunun ortaya
çıkmasına ve insanların birbirlerine olan güveninin yıkılmasına sebebiyet
vermektedir. Bugün İslâm
coğrafyasındaki en büyük sıkıntılardan birisi de budur.
Bu yazıda Kur’an ve sünnetin tanımladığı insanı, ana hatları
ile ele alıp değerlendireceğiz.
İNSANDA İKİ ZIT CEPHE
Ümmetin birliğini sağlayabilmek, yekvücut olabilmek için
öncelikle insanı gerektiği gibi konumlandırabilmemiz, insan sorununu çözmemiz
gerekir. Çünkü rahmetli şehit Dr. Ali Şeriati’nin ifadesi ile “Her sorunun
temeli budur.”(1)
Her sorunun temeli olan insan sorununu çözme konusunda elimizde
gerekli ve yeterli iki farklı kaynak mevcuttur: 1- Ku’ran ve sünnet,
2-İnsanlığın yol boyu kazanımları, birikimleri.
Kur’an-ı Kerim insan yapısı ve davranışları ile ilgili ana
değerleri, temel frekansları, ana renkleri bize vermektedir. Hz. Peygamber ise,
içinde bulunduğu ortamda bunları yorumlamış, uygulamış ve gelecek için bir
model ortaya koymuştur. Yol boyu gerek İslâm dünyasında, gerekse İslâm
dünyasının dışında bilim insanları, insanla ilgili pek çok çalışma yaparak
zengin bir kaynak meydana getirmişlerdir.
Bizim açımızdan Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu değerler,
ana değerler, referans değerler, ana frekanslar iken; insanlığın tarih boyu
çalışmalarla ortaya koyduğu değerler de, genel olarak bu ana değerlerin
harmonikleri ya da ikincil değerleridir. Bugün için yapılması gereken, elde
edilen bulguların, temel değerlere göre yeniden yorumlanması, değerlendirilmesi
ve yeni çalışmalarla zenginleştirilmesidir.
Kur’an’da insanla ilgili verilen bilgiler, insan gerçeğini
gerçek anlamda, ana hatları ile ortaya koyan ve tanımlayan bilgilerdir. Bunlar,
insanı yaratan Allah’ın, yarattığı varlığın tabi olduğu kanuniyetleri, bütün
açıklığı ile yarattığı varlığa/insana sunduğu, olmazsa olmaz bilgileridir:
“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler
vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.”(50 Kaf 16).
Halik olan Allah’ın, yarattığı mahlûka ilişkin verdiği
bilginin önemi, bu satırlarda gizlidir. Allah, insanı en iyi tanıdığını ifade
ederken, onu en iyi bir şekilde gördüğünü ve izlediğini de belirterek insanın,
bu gerçeği göz önüne alarak kendi kendisini denetlemesi/muhasebesini yapması
(ferdi denetim mekanizması) gerektiğine ilişkin mesajlarını da vermektedir.
İnsan, yaradılışı gereği iyilik-kötülük, güzellik-çirkinlik
diye isimlendirilen birbirine taban tabana zıt iki farklı özellik grubuna
sahiptir:
“Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da
aşağıların aşağısına çevirdik.” (95 Tin, 4-5).
İnsandaki bu iki zıt kuvvetin toplam bileşkesinin yönü,
insanın davranışını şekillendirmektedir. Eğer insanın iyilik cephesi (fıtrat)
özellikleri baskın ise insan iyiliğe, güzelliğe doğru gitmekte, ona uygun
eylemler yapmakta; yok eğer kötülük cephesinin (heva) özellikleri baskın ise
insan kötülükleri icra etmektedir. İnsanın bu yapısına uygun olarak da insanın
önüne konan iki ana yol vardır. Bu yollar insana gösterilerek tercih kendisine
bırakılmıştır (91 Şems 8-10; 90 Beled 10; 92 Leyl 12).
İnsanın bu iki yoldan birini tercih etmesinde rol oynayan,
Kur’an’da heva ve fıtrat olarak adlandırılan iki ana karar merkezidir. Kur’an
ayetlerini göz önüne aldığımızda bu iki ana karar merkezi, Kur’an’da nefs ve
kalb diye adlandırılan ve insan davranışlarını şekillendiren ve değişebilir
özelliğe sahip iki alt ana karar merkezi üzerinde etkili olmaya çalışarak,
insan davranışlarını kendi istikametlerinde şekillendirmek isterler.
İnsan, fıtrat karar mekanizması baskın olarak dünyaya gelir;
sonra, içinde yaşadığı sosyokültürel ve sosyoekonomik çevrenin etkisine bağlı
olarak heva karar mekanizması etkin olmaya başlayabilir:
“Her doğan çocuk fıtrat (saf ve berrak yaratış ve yaratılış,
gerçek ve katıksız bir tabiat) üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi veya
Hıristiyan veya putperest yapar.”(2)
Hadisten anlaşıldığına göre heva karar merkezi; içinde
yaşanılan sosyokültürel ve sosyoekonomik çevrenin etkisi ile aktif hale gelip
fıtrat karar merkezine karşı insan üzerinde hâkimiyet mücadelesine başlar.
Fıtrat karar merkezi ile heva karar merkezinin, insanın kalbi ve nefsi
üzerindeki etkilerine bağlı olarak insan davranışları şekillenir. Hz.
Peygamber;
“Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine
birtakım şeyler atarlar.
Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan
şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır.
Meleğin işi hakka ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten
uzaklaştırmaktır.
Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa
bilsin ki bu Allah›tandır ve hemen Allahu Teala›ya hamdetsin.
Kim de içinde şerre ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa
ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah›a sığınsın.”(3) diyerek bu iki
merkezin önemini ve bunlara etki eden faktörleri, en güzel bir biçimde
açıklamıştır.
Nefs ve kalp değişkendir. İnsanın tercih ettiği, inanca,
istikamete ve yaptığı eylemlere bağlı olarak değişir. Başlangıçta kötülüğün
merkezi olan ve her türlü vesveseyi insana veren nefs, emmare aşamasından
mutmainne aşamasına çıkarak insanın iyilik yönünü kuvvetlendiren bir merkeze
dönüşebilir. Benzer şekilde her türlü iyiliği insana ilham eden bembeyaz kalp,
“simsiyah”, “kilitlenmiş”, “üzerine damga vurulmuş” ve “hep kötülüğü teşvik”
eden bir seviyeye inebilir. Nefs ve kalbin, burada ifade edilenin aksine
değişimleri de mümkündür. Bu değişimin yönünü belirleyen, heva ve fıtrat karar
merkezlerinin nefs ve kalp üzerindeki etkileridir:
Resûlullah (S.A.V.): “Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen)
hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne
nüfuz ederse onda siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda
beyaz bir benek hâsıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş
gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar veremez. Diğeri
ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi
bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya
batıl) bilir.”(4)
Kur’an’a göre insanın iyilik cephesinin temel özellikleri,
şunlardır: İnsan yeryüzüne halife olarak yaratıldı, hanif olarak yaratıldı, en
güzel biçimde, surette yaratıldı, yer ve göktekiler insanın emrine verildi,
işitme, görme ve dokunma algılayıcıları ile donatıldı, düşünme kapasitesi olan
bir varlık, öğrenme, imar-icat yeteneği olan ve ilim üretme kapasitesine sahip,
öğüt alabilen, Allah’ı tanıma kapasitesi olan, ibadet, dua-zikir yapabilen,
gelişimi artırılmış, yüce-üstün, özgür irade sahibi, cesur, güçlü, korkan ve
korkulan olarak yaratılmış, haya duygusu olan, yaşama arzu ve heyecanı olan,
iyilik sahibi, sevgi, şefkat, merhamet sahibi, mütevazı, mutedil, kanaatkar,
huşu sahibi, şükreden, sıdk sahibi, yararlı iş yapma kapasitesi olan, emanet,
adalet duygusu olan bir varlık, zayıfları-fakirleri koruma özelliği olan, temiz
rızık arayan ve sanat- estetik yeteneği olan bir varlık.
Kur’an’a göre insanın kötülük cephesinin temel özellikleri,
şunlardır: Yeme-içme ve uykuya düşkün, zinaya düşkün, korkan ve korkulan,
aceleci, kıskanç, kuruntu sahibi, cimri, nankör, unutkan ve hata yapan, öfkeli
ve kızgın, aşırı dünya tutkusu, kadın tutkusu, evlat tutkusu, mal biriktirme
tutkusu, makam tutkusu olan bir varlık, şükürsüz, kibirli, bencil-haris, cimri,
zan ile karar verici, yayıcı, dedikoducu, gıybetçi, tartışmacı, ahdine sadık
değil, inkârcı, gafil, tuzak kurucu, entrikacı, alay edici, oyun eğlenceye
düşkün, aciz, vesveseci, bölücü, doyumsuz, umutsuz, tezat içerisinde, azgın,
müstağni, stokçu, zayıfları korumayan, helal haram ayırmayan, müsrif, zora
gelmeyen, hırs, ihtiras sahibi, fücur sahibi, şüpheci, şımarık-kibirli,
hasetçı, bağy sahibi, kindar, fasık, azgın-fesatçı, zalim, cahil, hevasını ilah
edinen bir varlık.
SONUÇ: İSLÂM DÜNYASININ ÇIKMAZI İNSAN-TOPLUM-SİSTEM
ÇATIŞMASI
Bu özellikleri ve bunların insan üzerindeki hâkimiyet
mücadelesini göz önüne aldığımızda insan, heva cephesi ile fıtrat cephesinin
bir meydan savaşı alanıdır. Hangi tarafın galip geleceğini tayin eden, değer
sistemine iman düzeyi, insanın düşünce mekanizması ve aklını kullanmadaki
becerisi, insan üzerinde etkili olan sosyoekonomik, sosyokültürel çevre ile
okuyup öğrendikleridir.
Dolayısıyla yalnızca ferdin veya toplumun iyi ve güzel
olması yetmez. Aynı zamanda insanın içinde yaşadığı ortamı tanzim eden sistemin
de, iyi, güzel, insan fıtratına uygun, iyi meziyetleri besleyen ve destekleyen
bir özellikte olması gerekir.
Onun için yeni insan, yeni toplum, yeni sistem üçlüsü
birlikte düşünülerek ve ele alınarak iyi-kaliteli insan, iyi-kaliteli toplum,
iyi-kaliteli sistem üçlüsüne ulaşılabilir. Bunun için de her kademede iç/öz
denetim, alt denetim ve üst denetim mekanizması var olmalıdır.
İnsan fıtratına uymayan, onu bir bütün olarak ele almayan
tüm düşünce ve felsefi yaklaşımlar, insanı iyiye, güzele yönlendiremeyecek,
insana arzuladığı mutlu yaşam tarzını sunamayacaktır. İnsandaki fıtrat-heva
çatışmasını göz önüne almayan ve hevanın etkin olmasını sağlayan sistemler,
insanı bunalıma sürüklemişti, sürüklemektedir ve de sürükleyecektir. Bugün
başta Türkiye olmak üzere İslâm dünyasının ana tezadı budur.
Allah’ı unutarak, unutturarak ve unutturacak; Allah’la
ilişkileri kopararak, kopartarak ve kopartacak şekilde inşa edilen sistemlerin,
küresel bir değer ve ahlâk oluşturması, insan ruhundaki “küresel krizi
gidermesi” mümkün değildir:
“Allah›ı unutan ve bu yüzden Allah›ın da onlara kendilerini
unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar, fasık olanların ta
kendileridir.”(59 Haşr 19)
Hevalarını yaşamının merkezi haline getirerek her türlü
dayanışma ruhunu yıkan ve bu konuda hiçbir ahlâki endişe taşımayan, insanlığı
tüketim-kâr putunun ve hedonizm (hazcılık) putunun tutsağı yapmış olan Batı’nın
felsefi sistemleri üzerine inşa edilen İslâm coğrafyasındaki mevcut
sistemlerin, insanlığa yeni, iyi ve erdemli küresel bir değerler sistemi üretip
sunması mümkün değildir.
Müslüman dünya bunun farkına varmalı ve kendi özüne dönmeli,
kurtuluşu kendi kültür ve medeniyet kodlarında aramalıdır:
“Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak
dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır.” (30
Rum 30-31).
Ümmetin ittifakını, birlik ve beraberliğini sağlayacak olan
insanlar, gönülden katıksız bağlılar olarak Allah’a yönelen, yalnıza Ondan
korkup sakınan, Ahirete iman eden, bu dünyada yaptıklarının hesabını orada
vereceğine inanan, paylaşabilen, düşünen ve âdil olan insanlardır:
“Ancak namaz kılanlar hariç ki onlar, namazlarında
süreklidirler. Ve onların mallarında belirli bir hak vardır; yoksul ve yoksun
olanlar için. Onlar, din gününü de tasdik etmektedirler. Onlar, Rablerinin
azabına karşı daimi bir korku duymaktadırlar. Onlar ırzlarını korurlar. Onlar
kendilerine verilen emanete ve verdikleri ahde riayet edenlerdir.
Şahitliklerinde de dosdoğru davrananlardır. Namazlarını titizlikle
koruyanlardır.
İşte onlar, cennetler içinde ağırlananlardır.” (70 Mearic
22-36)
KAYNAKLAR
1- Şeriati., A., İnsanın Dört Zindanı, İstanbul, Bir
Yayınları, S: 14-15.
2-Müslim, Bab No: 6
3-Tirmizî, Tefsir, (2991); Buhari, Hadis No: 507
4-Buhari, Hadis No: 4733
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder