1 Aralık 2019 Pazar

Bir İfsad Hareketi Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi-7: 2011 İSTANBUL SÖZLEŞMESİ VE ONU REFERANS ALAN TÜM YASALAR FESH EDİLMELİDİR


(Umran Dergisi Aralık 2019 Yazısıdır)

6284 Sayılı Aileyi Koruma(!) Yasası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 4721 Türk Medeni Kanunu, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi ve 2011 İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlanmıştır. Tüm bu yasa ve uygulama yönetmeliklerinde kullanılan dil, kavramlara yüklenen anlamlar, kavramlara yapılan vurgular ve şiddet kavramına çizilen çerçeve, bir psikolojik  savaş mantığının ürünü olup aile yapımıza, toplumsal yapımıza, kültür ve medeniyet kodlarımızla ahlak sistemimize her yönde açılmış bir savaş ilanıdır.

Bizim inançlarımızla, değer sistemimizle ve kültür medeniyet kodlarımızla bağdaşmayan yasa ve sözleşmelerin yapacağı tahribat çok yüksek olacak ve gelecek nesiller çok ağır bedeller ödeyecektir.

Nitekim Kamu Deneticileri Kurumu (KDK) Başdeneticisi Şeref Malkoç’un, 17.11.2019 tarihli Türkiye gazetesine İstanbul Sözleşmesi ile ilgili verdiği röportajda yaptığı tespit, çok önemli ve yerinde olup verdiğimiz mücadelenin ne kadar haklı ve gerçekçi olduğunu teyit etmektedir(Şeref Malkoç’u bu tutum ve tavrından dolayı kutluyor ve kendisine başarılar diliyoruz):

 “İstanbul Sözleşmesi konusunda bize müracaat geldiği takdirde incelemeye alırız. Resen incelemeye yetkimiz yok ama vatandaş istediğinde müdahil olabiliyoruz. Çok konuşuldu ama bize başvuru gelmedi. Bir değişiklik yapılması gerekirse partilere ve TBMM’ye öneride bulunabiliriz. İstanbul sözleşmesi netice itibarıyla bir sözleşmedir. Burada ki problem sözleşme imzalanırken veya bununla ilgili yasa düzenlenirken toplumda yeterince tartışılmamasıdırMeclisin gündemine geldi ve geçti. O dönem TBMM’de bile yeterince konuşulmadı. Aileyi, çoluk çocuğu yani milyonları etkiliyor. Bulgaristan, Macaristan gibi ülkeler imzalamadı. İyice tartışıp mahkemelere bile gittiler. Biz bunları yapmadığımız için acıları ve sıkıntıları ortaya çıkınca konuşur olduk. Sağlıklı bir tartışma ortamı da halen yok. ‘Uluslararası bir sözleşmedir tartışılamaz’ deniliyor. Tamam da bu toplumun yararına mı, değil mi? Bunu irdelememiz lazım. Evet, yeniden ele alınması gerekir mi? Gerekir… 50-100 şikâyet geldiği takdirde gerekli çalıştayları yaparız. Bu konuda ciddi bir raporlama bile yok. Sözlü kültüre sahibiz ama bunu yazıya aktarmamız lazım.

Bu nedenle 2011 İstanbul Sözleşmesi ve 6284 Sayılı Yasa feshedilmelidir.

Bu yazıda, bu konu ele alınmaktadır.

İstanbul Sözleşmesinin Amacı: “…Bir Avrupa Yaratmak”

Hukuk; toplumun benimseyip içselleştirdiği bir değer sistemi, bir kimlik ve bir kültür ve medeniyetin, sağlıklı sıhhatli yaşanabilir olması için ferdin kendisi, yaratıcısı, ailesi, komşusu, akrabası, toplumu, devleti ve diğer toplumlarla, insanlık âlemiyle olan ilişkilerini, toplumsal kimliğe, değer sistemine ve kültür ve medeniyet kodlarına göre düzenleyen, güçle donanmış bir kurallar, kaideler ve normlar bütünüdür.

   Bu şekilde yapılanan bir hukuk sistemi, toplumun kimliğini, değer sistemini, kültür ve medeniyet kodlarını kuvvetlendirir; hukuk sistemine olan toplumsal güveni sağlar. Bu ilişki, hukuk sistemi ile ahlak sisteminin birbirini desteklemesini ve kuvvetlendirmesini temin eder. Değer sistemi, ahlak sistemi ve hukuk sisteminin bütünleşmesi, birbirine destek olması, suç ve ceza oranlarının azalmasına sebebiyet verir; fert ve toplum korunur. Kendisi ile ailesi ile akrabası ile komşusu ile toplumu ile devleti ile gelecek nesillerle ve geçmiş nesillerle barışık şahsiyetli bir insan unsuru ortaya çıkar. Aksi durum ferdi, toplumsal ve sistemsel bunalımdır ve krizdir.

     “Kanunlaştırma hareketleri”, her ülke ve millet için gereklidir, hatta zorunludur. Önemli olan, kanunlaştırmanın nasıl, hangi temel unsurlara, hangi değer sistemine, kültür ve medeniyet kodlarına göre yapılacağı ve nasıl bir dil ve kavramlar kullanılacağıdır.

   Bugüne kadarki uygulamalardan, tecrübelerden “Kanunlaştırmaların 3 farklı şekilde yapıldığı” görülmektedir:

1-Islah/ Rehabilitasyon: Var olan hukuk kurallarının yeniden tanzimi ve yeni ihtiyaçları karşılar hale getirilmesi.

2- Resepsiyon: Yabancı bir hukuk sisteminin ülke hukuk sistemi olarak kabul edilmesi ve düzenlenmesi.

3-Ekspansiyon: Sömürgeci devletlerin kendi hukuklarını, sömürgelerine,  gerektiğinde zor kullanarak taşımaları.”(1)

Resepsiyon, devlete hâkim olan gücün, genellikle halka rağmen gerçekleştirdiği bir olgudur. Lozan sonrası Cumhuriyet döneminin başlangıcında tüm yasaların Avrupa’nın değişik ülkelerinden ithal edilmesi, bunun güzel bir örneğidir. Bu konuda Mahmut Esat Bozkurt’un ve Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmalar, konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır:

“M. Esat Bozkurt: “Lozan muahedesiyle yüklendiğimiz işi, elden geldiği kadar çabuk başarmak lazımdı. Birinci Dünya savaşı içinde İstanbul’da İzhar-ı Kavanın Komisyonları adı ile bir sıra komisyonlar kurulmuş ve işe başlamıştı. 1924 yılında bunların çalışma verimi gözden geçirildi…

Burada şu soru karşısındayız: Komisyonlar bu biçim kanun taslaklarını niçin ve neden yaptılar?

İşin bu yönünü bilmek, konumuzu kavramak için çok faydalıdır.

Komisyonlar şu kanaatte idiler: “Her milletin kanunu kendi ihtiyaçlarına göre yapılır. Bizim kanunlarımız bize göre yapılmalıdır.”

Bunun bir batıla olduğunu göstermek zor bir şey değildir.

Türk ihtilalinin komedya ile oyalanmağa vakti yoktu. Türk milletinin taliinde gereken kat’i kararı almak zorunda idi ve bu karar şu olacaktı:

Türk ulusunun, medeni milletler ailesinden bir üye olmasına ve mutlaka olması lazım geldiğine göre, kayıtsız şartsız bu milletlerin hak sistemlerini benimsemesi lazımdı. Tıpkı bir kulübe, bir partiye intisap edecek kimsenin, kulüp ve parti nizam ve usulünü aynen kabul etmesi gibi, medeni kamuya girmek davasını güden bir devletin de, bu kamunun icaplarını kendine mal etmesi zorunluluğu vardır.” (1,2)

Mustafa Kemal:

“Sayın Arkadaşlar!

Türk ihtilalinin kararı, batı medeniyetini kayıtsız şartsız kendisine mal etmek, benimsemektir. Bu karar o kadar kesin bir azme dayanmaktadır ki, önüne çıkacaklar, demirle, ateşle yok edilmeye mahkûmdurlar. Bu prensip bakımından, kanunlarımızı oldukları gibi batıdan almak zorundayız. Böylelikle, Türk ulusunun iradesine uygun harekette bulunmuş olacağız. Keyif ve isteklerimize göre değil, milletimizin dileklerine göre iş başarmağa borçluyuz. Şimdiye kadar geçen hizmetlerinize teşekkür eder ve komisyonların vazifelerine son veririm.”(1)

Görülebileceği gibi bütün değişiklikler “halka rağmen halk için” yapılmıştır(!)

7 Mayıs 2004 yılında Uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan üstün olduğu ve bağlayıcılığı kabul edilmiştir. Dolayısıyla Osmanlıdaki Tanzimat ve Islahat fermanlarını, Mustafa Kemal ile Mahmut Esat Bozkurt’un yukarıdaki ifadelerini ve Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan icraatları göz önüne aldığımızda, son “İki yüz yıllık süreçte hem resepsiyon hem de rehabilitasyon yapılmıştır.” (1) diyebiliriz.

Özelde Türkiye, genelde İslam dünyası olmak üzere yapılan resepsiyon ve resepsiyon destekli rehabilitasyon hareketleri, kanunların/yasaların/hukukun diline yansımış, kullanılan kavramlar buna uygun seçilerek ithal edilmiştir(1,3).

     Genel olarak, hukuk sistemi ve hukuk sisteminde kullanılan dil ve kavramlar üzerinden toplumsal bir değişim ve dönüşüm stratejisi öngörülmektedir(1,4):

“Hukukçu Nur Centel: Yasalarda kullanılan kavramlar, yasa koyucunun ilgili suç bakımından hangi hukuki değeri korumak istediği hakkında fikir verme
ve uygulamayı yönlendirme işlevini görmektedir; bu nedenle dikkatli
seçilmeleri gerekir.” 
(4)

“Hukukçu Kadir Gündoğan: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında yapılan devrimlerden belki de en önemlisi, “hukuk devrimi”dir. Türkiye’de, toplumu ve sosyal düzeni modernleştirme istem ve çabalarını hukuka yansıtması hukuku geleneksel toplumdan modern topluma geçişte bir araç olarak kullanma girişimleri Tanzimat fermanı ile birlikte başlamış, Cumhuriyet devrimleri ile doruğa ulaşmıştır. 1923’te başlayan, özellikle 1926 yılı ve sonrasında yoğunlaşarak Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini atan ve “Türk Hukuk Devrimi” olarak da isimlendirilen hukuk reformları Türk toplumunun modernleşmesinde önemli rol oynamıştır. Türk Ceza Kanunu da hukuk devriminin en önemli yapıtaşlarından biridir.” (5)

     AB uyum yasaları ile gelinen nokta, sürecin devamından başka bir şey değildir. Avrupa Birliği’nin genişlemeden sorumlu komiserlerinden Olli Rehn’in 2009 yılında kullandığı aşağıdaki ifadeler bunu teyit etmektedir:

“Üye ülkelerde olduğu şekilde, aday ülkelerde de lezbiyen, gay, eşcinsel ve transseksüel hakları örgütlerinin varlık ve faaliyetlerinin, güvence altına alınmasının takipçisiyiz. Türkiye’nin bu konuda gerekli adımları atmasını bekliyoruz.” (6).

   İstanbul Sözleşmesinin muhtevası incelendiğinde, oluşturulacak birimler göz önüne alındığında sürecin, çok daha ileriye taşınması ve AB’nin Türkiye’ye müdahale etmesi söz konusu olacaktır. Çünkü sözleşmenin amacı, bunu gerektirmektedir. Sözleşmenin amacı, Sözleşmenin giriş kısmında; “...Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmak” olarak ifade edilmiştir.

Avrupa/Batı Kültür ve Medeniyet Kodlarına göre hazırlanmış bir yasanın/ sözleşmenin, İslam Kültür ve Medeniyet kodlarına göre şekillenmiş bir topluma, bir millete ve bir ülkeye uygulanması, kendi kendini sömürgeleştirmekten başka bir şey değildir.

 O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi ile Türkiye, AB’nin Gözetimi ve Denetimi Altına Sokulmuştur

2011 İstanbul Sözleşmesi, muhtevasından dolayı gizli bir sömürgeleştirme metnidir. Çünkü Sözleşmeyi İmzalayanlar, İstanbul Sözleşmesinin 9. Bölümünde yer alan üye ülkelerin izlenmesi ve denetlenmesine ilişkin “özel bir İzleme ve denetleme biriminin(GREVIO)” varlığını kabul etmektedirler (Madde 66). Sözleşmenin 66’dan 70’e kadar olan maddeleri GREVIO’nun çalışma esaslarını yetkilerini ve sorumluluklarını tanımlamaktadır. GREVIO izlenecek tüm ülkeleri belli bir soru formuna uygun olarak izleme ve denetleme hakkına sahiptir. Sözleşmeyi imzalayanlar, elde ettikleri sonuçları, GREVIO’nun hazırladığı bir soru formunu referans alarak Avrupa Konseyi Genel Sekreterine rapor etmek zorundadırlar (Madde 68). GREVIO’nun hazırlayacağı anketlere ve “GREVIO’dan gelecek bütün bilgi taleplerine taraflar cevap” vermek zorundadırlar. GREVIO, Sözleşmenin uygulamasına ilişkin bilgileri, “…sivil toplum kuruluşlarından ve sivil toplumdan da” edinme hakkına sahiptir. Bu yolla GREVIO ilgili ülkenin sivil toplum örgütleri ile ilişki kurma hakkını elde etmiş olmaktadır. Ayrıca GREVIO, “…Diğer uluslararası belgeler uyarınca oluşturulmuş kuruluşlardan olduğu kadar Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserinden, Parlamenter Asamblesinden ve Avrupa Konseyinin bu konuda özelleşmiş birimlerinden bu Sözleşmenin uygulamaları hakkında bilgi edinebilir.” “Taraflardan GREVIO’ya gelen bilgiler yetersiz ise ulusal makamların işbirliği ve bağımsız ulusal uzmanların yardımıyla, ülke ziyaretleri düzenleyebilir.” “GREVIO’nun vardığı sonuçların uygulanması için alınması gereken tedbirlere ilişkin tavsiyeler; gerekirse bunların uygulaması hakkındaki bilgilerin sunulması için üye ülkeler ziyaret edilebilir”. “GREVIO’ya, Sözleşmenin geniş çapta veya defalarca ihlalinin önlemesi veya sınırlanması amacıyla derhal müdahale gerektiren sorunların bulunduğunu gösteren güvenilir bilgiler ulaştığında, ...taraflarca alınan tedbirlere ilişkin özel bir raporun acilen sunulmasını talep edebilir.” “GREVIO, söz konusu Tarafın verdiği bilgileri ve kendisine ulaşan diğer güvenilir bilgileri göz önüne alarak, bir veya daha fazla üyesini, bir soruşturma yapıp acilen GREVIO’ya rapor etmek üzere tayin edebilir.” “Söz konusu edilen soruşturmanın bulguları incelendikten sonra GREVIO bu bulguları, kendi yorum ve tavsiyelerini ekleyerek söz konusu Tarafa, durum gerektiriyorsa Taraflar Komitesine ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine” iletir(Madde 68). GREVIO, “Avrupa Konseyi Parlamenter Asamblesini, bu Sözleşmenin uygulamalarını düzenli aralıklarla değerlendirmeye davet etmek” zorundadır (Madde 70).

Madde 66’dan 70 kadar olan maddelerden alıntıladığımız yukarıdaki ifadeler, hedef ülkenin bağımsız bir ülke olup olmadığının sorgulanmasını gerektirmektedir. Dahası hedef ülkelerdeki STK’larla hukuki güvence altında ilişki kurmak, kurabilmek, gelecekte iş birlikçi STK’ların varlığını ortaya çıkarabilecektir.

İstanbul Sözleşmesi, AB tarafından batılı olmayan ülkelerin kendi kendilerini asimile etme, sömürgeleştirme aracı olarak kullanılmaktadır. Nitekim Sözleşmenin 12. ve 42. Maddelerinde, Batının öngördüğü kültürel normlar hariç, diğer milletlerin kabul ettiği, benimsediği, asırların birikimi olarak meydana gelen, zenginleşen kültür, din, adet, gelenek ve törenin “kökünün kazınması” taraflardan istenmektedir:

“İstanbul Sözleşmesi Madde 12–1- Taraflar… kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.”

“Madde 12-5--Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir.”

“İstanbul Sözleşmesi Madde 42–1- Taraflar bu Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

2011 İstanbul sözleşmesi, “kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması”, kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesi” ifadelerinde yer alan farklı kültür, din, adet, gelenek, töre ve namus gibi kavramların “kökünü kazımak” istemekle, bir asimilasyon hareketi amaçladığı anlaşılmaktadır.

AB’nin niyeti, bu ve buna benzer sözleşmelerle muhatap ülkeleri, kültürel olarak çözerek asimile etmektir. Kadına karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” kavramları, bu amacı gizlemek için kalkan olarak kullanılmıştır/kullanılmaktadır. İstanbul Sözleşmesinde  Kadına karşı şiddet” ve “aile içi şiddet” ve benzer kavramsallaştırmalarla ve bu kavramsallaştırmalara yüklenen anlamlarla diğer milletler, dinlerinden koparılarak, Ateizme, Deizme ve Agnostisizme yönlendirme yapılarak kültür ve medeniyetleri tahrip edilerek bir asimilasyon gerçekleştirilmek istenmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi Her Türlü Cinsel Sapkınlığa Serbestiyet Tanımaktadır

   İstanbul sözleşmesinin dördüncü maddesinde yer alan “cinsel yönelim” kavramsallaştırılması ile her türlü cinsel sapkınlık, yasal koruma altına alınmıştır(Madde 4 – 3). Gelecek nesiller için en büyük tehlikelerden biri, bu cinsel sapkınlıkların yaygınlaşması olacaktır.

İstanbul sözleşmesinin dördüncü maddesine göre Kuran-i Kerim’de var olan eşcinsellikle ilgili tüm ayetler(6/86; 7/80-84; 11/70-89; 15/59-77; 21/74-7526/160-175; 27/56-59; 29/25-35; 37/133-138; 38/13;  50/1354/33-39)  ve hadisler mülga edilmiş olmaktadır.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi, Zina ve Fuhşu Yasal Koruma Altına Alarak Yaygınlaşmasına İmkân Sağlamaktadır

İstanbul Sözleşmesinin 36. Maddesi, rıza temelli her türlü cinsel ilişkiye cevaz vererek zina ve fuhşu, suç olmakta çıkarmakta ve yaygınlaşmalarını yasal güvence altına almaktadır:   

“Madde 36 – 1- Taraflar aşağıdaki kasten gerçekleştirilen eylemlerin cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır:

a- başka bir insanla, rızası olmaksızın, herhangi bir vücut parçasını veya cismi kullanarak, cinsel nitelikli bir vajinal, anal veya oral penetrasyon gerçekleştirmek;

b- bir insanla, rızası olmaksızın, cinsel nitelikli diğer eylemlere girişmek;

c- Başka bir insanın, rızası olmaksızın, üçüncü bir insanla cinsel nitelikli eylemlere girmesine neden olmak.

2- Rıza, mevcut koşullar bağlamında değerlendirilmek üzere, şahsın özgür iradesi sonucunda gönüllü olarak verilmelidir.

3- Taraflar 1. fıkrada yer alan hükümlerin aynı zamanda iç hukukta kabul edilmiş olan, eski veya mevcut eşlere veya birlikte yaşayan bireylere karşı gerçekleştirilmiş eylemler için de geçerli olmasının temin edilmesi için gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

Sözleşmenin 36. 46. ve 59. maddelerinde “birlikte yaşanan birey”(partner) kavramsallaştırılması ile “nikahsız birliktelikler”/“metres hayatı yaşamak” hem aile olarak kabul edilmekte, hem de zina/fuhuş meşrulaştırılmaktadır:

“Madde 46 – a -suçun, iç hukukun kabul ettiği eski veya mevcut bir eşe veya birlikte yaşanan bireye karşı, aile fertlerinden biri tarafından, mağdurla birlikte ikamet eden biri tarafından veya yetkisini suiistimal eden biri tarafından işlendiği hallerde;”

Madde 59 –1- Taraflar, ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte yaşanan bireye bağlı olan mağdurlara, evliliğin veya ilişkinin bozulması durumunda…

2- Taraflar ikametgâh durumu iç hukuk tarafından tanınan eş veya birlikte yaşanan bireye bağlı olan mağdurların ikametgâh nedeniyle…

Böylece aile kavramı, fuhuş hayatı ile iç içe geçirilerek kutsiyeti tahrip edilmektedir. Bu maddelere göre nikâhsız birlikteliklere/hayat tarzlarına karşı en basit ahlakı bir müeyyidenin dahi uygulanması suçtur. Çünkü sözel ve psikolojik şiddet tanımları ile ahlakı müeyyide uygulanması imkânsızlaştırılmıştır. 

İstanbul sözleşmesinin 36. maddesine göre Kuran-i Kerim’de var olan zina ilgili tüm ayetler (4/15, 25; 17/32; 24/2-9; 25/68; 33/30; 60/1265/1) ve hadisler mülga edilmiş olmaktadır.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

İstanbul Sözleşmesi Aile İçi İhtilafların Çözümünde Mahremiyeti Yıkmakta ve Ailelerin Arabuluculuk Yapmasına Karşı Çıkmaktadır

İnsan genetiğinde, insan üzerinde birbirine zıt istikamette etki eden iki ana mekanizma vardır: 1- Fıtrat(İyilik Cephesi), 2- Heva(Kötülük Cephesi). Fıtrat, insanı hep iyiye, güzele, hakka sevk etmek isterken; heva ise daima kötüye, çirkine ve batıla sevk etmek ister. Bu duruma, insan üzerinde melekle şeytanın savaşı denebilir. Bugünkü teknik tabirleri kullanırsak insan üzerinde virüslerle anti virüslerin savaşı vardır. O nedenle aile hayatında zaman zaman değişik nedenlerle istenmeyen durumlar meydana gelebilir. Genel olarak da ilk ortaya çıkan durum, aile fertlerinin birbirlerine bağırıp çağırmasıdır. Süreç iyi yönetilebilirse bunlar geçici durumlardır. Fakat polise telefon edildikten sonra geçici hal olma ihtimali olan bu durumun, sürekli bir hal alma ihtimali artmaktadır. Belli bir seviyenin altında kaldığı sürece beşeri bir durum olarak değerlendirilmesi gereken bu olgu, İstanbul sözleşmesine göre suçtur. Bazen aile bireyleri bu süreci iyi yönetemeye bilir. Bizim Kültür ve medeniyet kodlarımıza göre kadın ve erkeğin aile tarafları, hakem heyeti oluşturarak sürece müdahil olmak ve sorunu çözmeye çalışmak isterler ve de zorundadırlar:

“Karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, bu durumda erkeğin ailesinden bir hakem, kadının da ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da aralarında başarı sağlar…”(4 Nisa 35).

İstanbul sözleşmesinin 48. Maddesi, bu tür hakemlik müessesinin sürece müdahil olmasına karşı olup taraf ülkelerin böyle bir yaklaşımı engelleyecek tedbirleri almasını istemektedir:

“Madde 48 – 1- Taraflar bu Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçlerini yasaklamak üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.”

Ayrıca İstanbul Sözleşmesine göre mağdur, bir kez şikâyet yapmış ise şikâyetini geri çekme hakkına sahip değildir. Kendileri şikâyetlerini geri çekse bile açılan dava, bu istekten bağımsız olarak devam ettirilecektir:

Madde 55 –1- Taraflar, … mağdurun ifadesine veya şikâyetine bağlı olmaksızın ve Mağdurun ifadesini veya şikâyetini geri çekmesi durumunda dahi devam edebilmesini temin edeceklerdir.”

İstanbul sözleşmesi aile içinde barışı değil savaşı isteyen bir mekanizma inşa etmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Delil/Belge Aramayan 6284 Sayılı Yasa Heva Cephesinin Önünü Açarak İblise Hizmet Etmektedir

   Hukukun temel mantığında, iddia sahibinin iddiasını ispatlamak mecburiyeti vardır. Suçlayan insan, suçlamaya ilişkin veya kendinin haklı olduğuna ilişkin bilgi ve belgeleri/delilleri ortaya koymak zorundadır. Bu hukuk sistemlerinin olmazsa olmaz ilkesidir. Bu hukuk yasası ya da ilkesi, 6284 sayılı aileyi koruma yasası(!) ve uygulama yönetmeliği için geçerli değildir. Bu yasa ve uygulama yönetmeliğinde şikâyet edip mağdur olduğunu ifade edenlerin, iddiaları ile ilgili hiçbir delil veya belge sunma mecburiyeti bulunmamaktadır:

“(6284 Yasa) MADDE 8 – (3) Koruyucu tedbir kararı verilebilmesi için, şiddetin uygulandığı hususunda delil veya belge aranmaz.” (Bak: 6284 Sayılı Yasanın Uygulama Yönetmeliği MADDE 6–1,12-1 ve 30-3).  

Bu maddelerde şikâyet edenin beyanı esas olup suçlananın hiçbir söz hakkı olmadığı görülmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Sonuç Olarak: İstanbul Sözleşmesi ve Onu Referans Alan Tüm Yasalar Feshedilmelidir!

Suçlanan dinlenmeden, ne tür bir şiddet uygulandığı veya uygulanıp uygulanmadığı araştırılmadan, iddia edenin iddialarının doğru olup olmadığı sorgulanmadan, süreci kimin başlattığı araştırılmadan “koruyucu tedbir”(!) adına genellikle babalar, evlerinden uzaklaştırılmaktadır. Evinden, bağından, bahçesinden koparılıp sürgün edilen/uzaklaştırılan insanların nerede, nasıl kalacağı, ne yiyip içeceği, buna imkânı olup olmadığı irdelenmemektedir. Nasıl bir psikoloji içine sokulduğu ya da sokulabileceği düşünülmemektedir. Diğer taraftan fiziksel şiddet içermeyen bir vaka üzerinden evinden uzaklaştırmanın, çocuklar, akrabalar ve komşular üzerindeki etkisinin ne olduğu, ne olabileceği göz önüne alınmamaktadır.

İstanbul Sözleşmesi ve bunu referans alan yasalar, uygulanmaya başlandıktan sonra elde edilen sonuçların, aşağıdaki sorular çerçevesinde, gerçekçi bir şekilde sorgulanması yapılmalıdır:

  • Uygulanan şiddet türleri nelerdir ve bu şiddet türlerinin eşik seviyeleri nedir?
  • Yasa uygulanmaya başlandıktan sonra şiddet artmış mıdır, azalmış mıdır?
  • Cinayetler artmış mı azalmış mı? Cinayet işlenmesinde adamın karısını öldürmeye kalkmasında temel amiller nelerdir, bunu sorgulanması yapılmış mıdır?
  • Boşanmalar artmış mı azalmış mı?
  • Evlenme oranları artmış mı azalmış mı?
  • Evliliğe olan ilgi de bir değişim var mı?
  • Nikâhlı birlikteliklerde mi yoksa nikâhsız birlikteliklerde mi artış olmuştur, olmaktadır?
  • Yasalardaki bu zaafları, istismar eden bir şebeke var mı yok mu?

TUİK verilerine göre İstanbul Sözleşmesi ve Sözleşmeyi referans alan yasalar uygulamaya sokulduktan sonra aile yapısında iyileşme değil kötüleşme olmuştur.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Her türlü sorunun çözümü için nirengi nokta, hak ve adalet olmalıdır(57 Hadid 25; 38 Sad 26). Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, nefsi davranmaması, kin ve nefretle hareket etmemesi, adil davranmaları imanın bir gereğidir(5 Maide 8).

Bir kadının kendisine şiddet uygulandı ihbarını yapmasının ardından babalar dinlenmeden, sorgulanmadan, iddianın doğru olup olmadığı araştırılmadan, babaların polis zoruyla evlerinden, bağlarından, bahçelerinden alınıp sürgüne gönderilmesi, bize Kur’an’daki Hz. Davud’un “İki Davalı Kardeş Kıssasını” hatırlatmaktadır (38 Sad 18-29). Umarız ki Türkiye’yi yönetenlerde bunu bu dünyada hatırlarlar; öteki dünyada nasıl olsa kendilerine hatırlatılacak ve de hatırlayacaklardır.

Hz. Davud ibadetle meşgul olduğu bir anda, güvenlik duvarlarını aşarak odasına kardeş olduğunu söyleyen iki yabancı girmiştir. Kardeşlerden birinin 99 koyunu diğerinin ise tek bir koyunu vardır. 99 koyunu olan, kardeşinin tek koyununu alıp kendi koyunlarına katmak istemektedir. Böyle yapmakla da kardeşine iyilik yaptığını belirtmekte, kardeşinin daha kârlı olacağını iddia edip kardeşini etkilemektedir. Tıpkı İstanbul Sözleşmesinin ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesinin bu ülke için çok iyi olduğunun söylenmesi gibi.

Hz. Davud, tek koyunu olan kardeşi dinledikten sonra kararını hemen vermiştir: 

“(Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katanlardan(ortak) çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederlerancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.” (38 Sad 24).

Hz. Davud, dava edeni dinlemiş, fakat dava edileni dinlemeden, kardeşinin söylediklerinin doğru olup olmadığını sorgulamadan hemen yukarıdaki kararı vermiştir.

Aile ilgili TC hukuk sisteminde de, İstanbul sözleşmesi ve Toplumsal cinsiyet eşitliği küresel projesini referans alan yasalara göre bir kadın(pratikteki durum) kocasının kendisine şiddet uyguladığı ihbarını yaptığı takdirde, kadının söylediklerinin doğru olup olmadığı erkeğe sorulmadan, araştırma yapılmadan erkek evinden alınıp sürgüne gönderilmektedir. TC yargı sistemi, Hz. Davud gibi tek yanlı bir dinleme yaparak kararını vermekle Hz. Davud’un düştüğü hataya düşmektedir.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Ancak Hz. Davud hata yaptığını anlamış, hemen secdeye kapanarak Allah’tan kendisini af etmesini, bağışlamasını istemiştir. Allah da onu bağışlamıştır. Bununla beraber Hz. Davud uyarılmış, hak, hukuk ve adalet konularında nasıl davranması gerektiği kendisine belirtilerek yol gösterilmiştir:

 “Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır.” (38 Sad 26).

Sad Suresinin 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin, akrabanın, sülalenin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi” istenmemektedir; “insanlar arasında hak ile hükmedilmesi” istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna, Ateistler de, Komünistler de, dinliler de dinsizler de, her kes dâhildir.

TC hukuk sistemi de kadın ve erkek demeden herkese karşı adaleti uygulamak zorundadır. Delilsiz ve belgesiz yargılama sistemi, adaleti değil adaletsizliği getirir.

ADALET YOKSA BARIŞ DA OLMAYACAKTIR.

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

Bu noktada yapılan adaletsizliğin hesabı, Ahirette mutlaka verilecek, hesabı sorulacaktır. Bu asla unutulmamalıdır.

O nedenle;

Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(5 Maide 8).

O nedenle İstanbul Sözleşmesi ve onu referans alan tüm yasalar feshedilmelidir.

HENÜZ VAKİT VARKEN, YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

KAYNAKLAR

1- Balcı, M., Tanzimat’tan Ulusal Programa Yeniden Yapılanmanın Hukuki Gelişim Süreci,, Genç Hukukçular Hukuk Okumaları, Birikimler, C:1, S: 16-57, İstanbul, 2003.

2- Bozkurt, M.E. “Türk Medeni Kanunu Nasıl Hazırlandı”, S: 11, İstanbul. 1944.

3- Hadduri, M., İslam’da Adalet Kavramı, Yöneliş Yayınları, S: 282, İstanbul, 1999.

4- Centel, N., 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nda Cinsel Saldırı Suçu ve Cinsel Suçlar Değişiklik Tasarısı’nın Değerlendirilmesi,  “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar ve Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul, 4 Mayıs 2011.

5- Gündoğan, K., Koç, C., Ünlü, H.N., Türk Hukuk Sisteminde Kast ve Taksir, Bilge Yayınevi, S: Sunuş Kısmı, Ankara, 2010.

6- Kumbasar, İ. K.,  Yeni Çağ, 23.06.2009

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...