“Yav bu devlette öyle israflar var
ki, öylesine masraflar var ki, anam anam anam anamm!”
AK
Parti Milletvekili Burhan Kuzu.
“İsrafın önünü
alabilsek, sizden vergi almaya gerek kalmaz.”
Eski
AK Parti Milletvekili Bülent Arınç
Genel olarak olayları, özel olarak da sosyal olayları
değerlendirirken şu dört ana etkeni/faktörü göz önüne almak gerekmektedir: 1-
İlahi İrade, 2- İç Dinamikler, 3- Bölgesel Dinamikler, 4- Küresel Dinamikler.
Bugün Dünya, Şer İttifakının (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm)
başlattığı Küresel Ekonomik bir savaşla karşı
karşıyadır. Bu Küresel Ekonomik savaşın, hem başlatanların hem de hedef
ülkelerin ekonomileri üzerinde değişik etkileri olacaktır/olabilecektir. Geçen
yazıda ifade ettiğimiz gibi, Şer İttifakının dışındaki ülkeler, bir ve
beraber olur, gereğini yaparlarsa, Şer İttifakı için bu savaş sonun başlangıcı
olacaktır. Türkiye gerçekçi davranır ve gereğini yaparsa, bu
mücadeleden Allah’ın izniyle zaferle çıkacak ve ezilen, mazlum milletlerin
önderliğini üstlenmiş olacaktır.
Türkiye, böyle bir sorumluluğu üstlenip gereğini yapabilmesi
için öncelikle gerçekçi bir öz eleştiri yapmalıdır. Sevapları,
günahları ile kazanım ve kayıpları ile başarı ve başarısızlıkları ile olumlu ve
olumsuzlukları ile içerde bütünleşerek bunu yapabilmelidir/yapmalıdır.
Bu nedenle son ekonomik krizi ya da bunalımı ya da
manipülasyonu, Türkiye gerçek boyutlarda masaya yatırıp sorgulamalıdır. Bugün
Türkiye’nin ekonomik olarak karşı karşıya kaldığı durumu, salt Türkiye’nin
ekonomik yapısına ya da sadece dış saldırılara bağlayarak bir değerlendirme
yapmak yanlıştır. Yanlış bir teşhis konursa, yanlış tedavi yapılır. Bu durumda
hastalık tedavi edilemez, hastalığın yayılmasına ve kangrenleşmesine imkân
sağlanır.
Yukarıda ifade edilen dört faktörün ara kesitinde mesele ele
alınmalıdır.
Geçen ayki yazımızda, Şer İttifakının
(ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) 3. Dünya savaşı çıkarmak için
başlattığı Küresel Ekonomik Savaşı, küresel ve bölgesel dinamikler açısından
ele alıp değerlendirmiştik.
Bu yazıda, Türkiye’ye karşı açılan küresel ekonomik
savaşı, iç dinamikler ve ilahi irade açısından
ele alıp inceleyeceğiz.
Türkiye’ye Karşı Ekonomik Savaş Girişimi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada Türkiye’nin, ekonomik görüntü verilmiş, siyasi amaçlı küresel bir saldırı ile karşı karşıya kaldığını ifade etmiş olması ele aldığımız konu açısından son derece önemlidir:
“Temmuz ayı boyunca da aynı seviyelerde seyreden dövizin
Ağustos’ta bir anda 7 lira seviyesine kadar yükselmesi, başlı başına bir
ekonomik suikast girişiminin delilidir. Ağustos ayında bu ülkede ne siyasi
istikrarsızlık yaşandı, ne harp oldu, ne afete maruz kalındı ve ne de başka
herhangi bir fevkaladelik görüldü. Amerikan yönetiminin, ülkemizin egemenlik
haklarına açıkça saygısızlık olan taleplerine cevap vermedik diye böyle bir
sonucun ortaya çıkması, meselenin tamamen siyasi olduğuna işaret ediyor.
Türkiye’nin yaşadığı bu hadise, dünyada artık hiçbir ülkenin siyasi ve ekonomik
güvenliğinin kalmadığının ifadesidir. …Tabii ülkemize yönelik saldırı,
diğerlerinden çok daha sinsi, çok daha can yakıcı, çok daha kasıtlı bir şekilde
gerçekleşti. İş ekonomi sınırlarını aştı ve Türkiye’nin topyekûn
cezalandırılması boyutuna ulaştı.”[1]
Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuşmasında, “başlı başına bir
ekonomik suikast girişimi”, “iş ekonomi sınırlarını aştı” ve “Türkiye’nin
topyekûn cezalandırılması boyutuna ulaştı” demekle, Türkiye’nin
ABD’nin iki boyutlu bir saldırısı ile karşı karşıya kaldığını
kamuoyuna açıklamış olmaktadır.
Bizim Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) olarak nitelendirdiğimiz bir yapı, hiçbir zaman Türkiye’nin ve Müslümanların dostu, stratejik ortağı olmamış; ancak şartlar gereği/menfaatleri icabı müttefiki olmuşlardır. Dolayısıyla bunlardan her türlü kötülüğün gelebileceği öngörülüp ona göre tedbir alınması gerekirdi. Eğer bu beklenmiyor idiyse, asıl üzücü ve şaşırtıcı olan bu yaklaşım tarzıdır. Çünkü,
“Ey iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin.
Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışırlar, size zorlu bir sıkıntı verecek
şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur,
sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık;
belki akıl erdirirsiniz.”
“Sizler, işte böylesiniz: onları seversiniz, oysa onlar
sizi sevmezler…”
“Size bir iyilik dokununca onları tasalandırır, size bir
kötülük isabet edince ise onunla sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız,
onların 'hileli düzenleri' size hiç bir zarar veremez. Şüphesiz, Allah,
yapmakta olduklarını kuşatandır.” (3/Âl-i İmran 118-120). (Ayrıca Bkz:
60 Mümtehine 1-4)
Yaşanan bunca olaydan ve bu açıklamalardan sonra,
bundan böyle Türkiye’de hiçbir yönetici, Şer İttifakını, dost,
stratejik ortak ve model ortak olarak sunmamalı ve fakat uluslararası
nezakete, diplomasiye uygun bir dil kullanmalıdır.
İsraf Ekonomisinden Üretim Ekonomisine Geçilmeli
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Parti Genişletilmiş İl
Başkanları Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, Resmî gazetede yayımlanan 85
numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararıyla Türkiye’nin yeni tasarruf tedbirleri
aldığını ve bundan böyle tüm işlemlerin TL ile yapılacağını ifade etmiştir:
“Bu kararla, menkul ve gayrimenkul alım, satım, kiralama,
hizmet ve eser sözleşmesi gibi tüm işlemlerde ödeme yükümlülüklerinin kendi
paramız ile yapılmasını zorunlu hale getirdik. Böylece, uzun süredir şikâyet
konusu olan dövizle kira ödemesi sorununu ortadan kaldırdık. Kamuda tasarrufa
yönelik çok önemli adımlar da attık. … Personel alımını da, emekli olan
personel sayısına yakın bir seviyeye çekiyoruz. Yatırımları da güncellemeye
aldık.”
…”Her şeyden önce, ihracat ve ithalatla uğraşmayan hiç
kimsenin dövizle işi olmamalıdır. Tüm tasarrufların dövizden Türk Lirasına ve
kendi paramızla değer biçilen finans araçlarına yönlendirilmesi gerekiyor.
Yastık altı diye tabir edilen, sistem dışı tasarrufların, süratle bankalar,
faizsiz finans kuruluşları ve diğer yollarla ekonomiye kazandırılmasını
bekliyoruz. …Türkiye’yi döviz kuru üzerinden vurmak isteyenlere cevabımızı,
kurun geldiği seviyesinin avantajlarını ihracatımıza ve bununla bağlantılı
olarak üretime, istihdama yansıtarak vermeliyiz.”[2]
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, Grand Ankara Otel'de
düzenlenen Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) 20. Olağan Genel
Kurulu'nda (13 Eylül 2018) yaptığı konuşmada, “israf ekonomisinden
üretim ve verim ekonomisine” geçileceğini ifade etmiştir:
“Cari
harcamalar konusunda araçlardan binalara ve personele kadar geniş bir tasarruf
tedbirini hayata geçiriyoruz. Kamuda kullanılan araçları hem sayı olarak hem
nitelik olarak sınırlandırıyoruz. Birçok bakanlıklarımız, genel müdürlüklerimiz
kiracı. Bakanlık sayımızın 16'ya düşmesiyle birlikte kazanılan binaları
değerlendirdik, planlaması yapıldı. Bundan böyle kiracı olan yerlerin
tamamından çıkmak suretiyle onları buralara taşıyarak, buradan da çok ciddi bir
tasarrufta bulunduk. Personel alımında da dikkatli davranıyoruz. Şu kadar kişi
emekli oldu, tamam emekli olduğu kadar kişiyi alabiliriz ama daha fazlasını
almayacağız. Böylece kamu harcamalarında mümkün olan en yüksek tasarrufu
gerçekleştirerek bütçe dengesine katkıda bulunacağız. Yani israf ekonomisi
değil, üretim ve verim ekonomisine geçiyoruz.”
…Bu bir manipülasyondur. Bu manipülatif olayların arkası
dışarıyla da bağlantılıdır. Akılları verirken çünkü o şekilde veriyorlar. Bu
manipülasyona sakın aldanmayın. “
“Bugün de diyorum ki bu kriz, bizim krizimiz değildir. Bu
yaşadıklarımız bize zorla yamanmak istenen, özel olarak üzerimize atılmaya
çalışılan sahte bir dalgalanmanın ürünüdür.”
“Esnaf ve sanatkârlarımızdan işte bu devasa gücün
omurgası olarak üretime, verimliliğe ve tasarruf üzerine kurulu ekonomi
anlayışımıza sıkı sıkıya sahip çıkmalarını bekliyorum.”[3]
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iki farklı yerdeki konuşmalarında
özetle dikkat çektiği konular şunlardır:
· Türkiye Şer İttifakının hem ekonomik hem de
siyası saldırısı altındadır.
· Ekonomik kriz/bunalım, içerdeki şartlardan
değil dışardan yapılan saldırıların ve manipülasyonların bir ürünüdür.
· İthalat ve İhracat yapanlar hariç diğer
kesimler her türlü işlemleri Dövizle değil TL ile yapacaklardır.
· Yastık altında döviz saklanmayacaktır.
· Dövizle yapılan kiralamalar kaldırılmış,
yasaklanmıştır.
· Devletteki makamlarda varolan arabalara hem
nicelik hem de nitelik olarak kısıtlama getirilmiştir.
· Devlet kiralık yerlerden çıkıp kendi
mülklerine taşınacaktır.
· Personel alımında kısıtlamaya gidilecektir.
· Tam bir tasarruf seferberliği ilan
edilecektir.
· İsraf ekonomisinden üretim ve verim
ekonomisine geçilecektir.
· Türkiye’nin bu süreçten başarılı çıkabilmesi
için başta esnaf ve sanatkârlar olmak üzere herkes fedakârlık yapmalıdır.
Şüphesiz ki bu tespit ve tedbirler önemlidir. Gerekir fakat
yetmez. Öngörülen tedbirlerin pratiğe yansıtılması, büyük bir hassasiyetle
uygulanması gerekir.
Bu noktada şu soruların cevabının çok açık bir şekilde
verilmesi gerekmektedir:
2003 yılından bu yana değişik vesilelerle tasarruf
tedbirleri kararlarını alan bir yönetimin, bugün bu açıklamaları yaptığına
göre, yol boyu öngördüğü tasarruf tedbirlerine uyamamasının ya da bu konuda
başarılı olamamasının sebebi nedir?
Bugün alınan tasarruf tedbirleri kararlarına, devletin
değişik birimleri ne oranda uymuştur, uymaktadır ya da uyacaktır?
Tasarruf tedbirlerine uymayanlar hakkında ne tür
yaptırımlar uygulanmıştır, uygulanmaktadır ya da uygulanacaktır?
Toplum niçin tasarruf tedbirlerine iltifat etmemekte,
önemsememekte ve de uymamaktadır?
Türkiye’de Her İşlem Kendi Paramızla mı Yapılıyor?
Cumhurbaşkanı Erdoğan değişik vesilelerle değişik
yerlerde “…Dolarlarınızı bozdurun”, “yastık altında dolar
saklamayın”, “ihracat ve ithalat gibi dışarıyla işi olmayan hiç kimsenin
dövizle yolu kesişmemelidir”. “Bu ülkenin içindeki her iş TL üzerinden
yapılmalıdır” şeklinde yaptığı çağrılar, başta devlet kurumları
olmak üzere toplumda bir karşılığı şu ana kadar olmuş mudur? Bu sorunun cevabı
önemlidir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türk Parasının kullanılması ve
dolarla işlem yapılmaması çağrısına, halkın yüzde kaçı uyarak ellerindeki
dolarları TL’ye çevirmiştir. Devletin tüm kademeleri, bankalar, özel sektörün
önde gelenleri, bu kararlara ne derece uymuşlardır?
Pratik uyulmadığını göstermektedir
Devlet, köprü, tünel, otoyol, hava limanı, şehir hastaneleri
sahiplerine $ üzerinden ödeme yapmaktadır. Avm’lerde kiralar $ üzerindendir.
Kamu ihalelerinin birçoğu $ üzerinden yapılmaktadır. Diyanet hac ve umre
ziyaretlerini $ ile yapmaktadır. Türksat $ ile ödeme
almaktadır. Dolarları bozdurun çağrısından sonra Merkez Bankası
verilerine göre 10 Ağustos 2018 tarihli hafta itibarıyla “Kişilerin mevduat ve
fonları 120 milyon $ artışla 91,6 milyar $; kurumlarınki ise yaklaşık 1,1
milyar $ artışla 68,3 milyar $ olmuştur.[4]
Aşağıdaki tabloda 2 Ocak
2018’den 14 Ağustos 2018 tarihine kadar yurtiçi ve yurt dışı müşterilerin döviz
alım işlemleri görülmektedir.[5] Tabloya göre 2 Ocak’tan 9 Ağustos’a kadar olan dönemde
bankalar, yurtiçi müşterilerle günlük ortalama 4,9 milyar dolarlık; yurtdışı
banka, kuruluş ve müşterilerle ise 3,3 milyar dolarlık işlem
gerçekleştirilmiştir. Bu dönemde günlük ortalama işlemlerde yurtiçi
müşterilerin payı yüzde 56, yurtdışı müşterilerin payı yüzde 38 düzeyindedir.
Yurtiçi müşterilerin daha önceki dönemde 4,9 milyar dolar olan işgünü başına
ortalama işlem hacmi, 10 Ağustos’ta 10,1 milyar dolara çıkmıştır. Buna karşılık
yurtdışı müşterilerin işlem hacmi, 2 Ocaktan 9 Ağustos’a kadarki dönemde günlük
ortalama 3,3 milyar dolar iken 10 Ağustos’ta 3,7 milyar dolara yükselmiştir.
Yurtiçi müşterilerin 10 Ağustos’ta 10,1 milyar doları bulan işlem hacimleri, 13
Ağustos’ta 6,4 milyara, 14 Ağustos’ta ise 5,3 milyara gerilemiştir. Buna
karşılık yabancı müşterilerin 10 Ağustos’taki 3,7 milyar dolarlık işlem hacmi,
13 Ağustos’ta 3,2 milyar, 14 Ağustos’ta 3,5 milyar dolar düzeyinde
gerçekleşmiştir.[6]
Bu durumda dolar üzerinden yapılan manipülasyon, içerden mi
yoksa dışarıdan mı yapılmıştır sorusunun cevabının verilmesi gerekmektedir.
Görünen o ki Türkiye kendi içinden daha büyük bir ekonomik manipülasyonla karşı
karşıyadır. Bu manipülasyonu içerden çekenler, kimlerdir? Yüzlerine
yerli maskesi takmış yabancılar olabilir mi?
7 Ağustos 2018 tarihi itibarıyla Merkez Bankası rezervleri
102 milyar dolar, bankalardaki döviz mevduat hesabı 183 milyar dolar olmak
üzere Türkiye’nin toplam olarak 285 milyar dolarlık bir nakit varlığı (finansal
varlık) var. Türkiye’nin kısa vadeli 1 yıllık özel sektör borcu 98 milyar
dolar, kamu borcu 24 milyar dolar olmak üzere toplam 122 milyar dolardır.
“Yabancıların kısa vadede likide dönebileceği maksimum borsadaki menkul kıymet
stoku 30 milyar dolar, devlet borçlanma senetlerinde 18 milyar olmak üzere
toplam 48 milyar dolarlık bir risk söz konusudur”[7].
Dolayısıyla Türkiye’nin kısa vadeli imkânları bunu
karşılayabilecek durumdadır. Öyleyse Doların artışının sebebi
nedir? Operasyon dışarıdan çok içeriden mi yapılmaktadır?
Daha ciddi bir iddia vardır: “Erdoğan’ın faiz
hassasiyetini bile rantiyeyi ucuz bir şekilde fonlamak için kullanıyorlar.
Bugün Hazine’ye %25’den borç veren rantiye gidip, Merkez Bankasından %17’den
alıyor. Merkez, güya Erdoğan faize karşı olduğu için faizi artıramıyormuş. Kamu
kaynakları kullanılarak kamu dolandırılıyor.”[8]
Medyaya yansıyan, yönetim tarafından düzeltilmeyen,
yalanlanmayan bu bilgilere/verilere göre, “dolarlarınızı bozdurun”, “dolarla
işlem yapmayın” çağrısından sonra dolarla işlem yapanlarda etkin unsur, yurt
içi müşteriler, yurt içi insan unsurudur.
Neden?
Cumhurbaşkanının çağrısına uymayan Devlet kurumları ve özel
bankalar/kurumlar, şahıslar kimlerdir ve niçin böyle davranmaktadırlar ve niçin
buna mani olunmamaktadır ya da olunamamaktadır?
Bunlar, alınan kararlara ters değil midir?
Devlet bu konuda ne tür bir tedbir almıştır?, toplumla
paylaşmalı ve toplumu mutmain etmelidir.
Aksi bir psikoloji, inandırıcılığını kaybetmiş tedbirlerin,
varolanı da daha kötüye götürebileceği gerçeğidir. Tezat, yapılmak istenen
ıslahata mani olacaktır.
Kamunun Girdiği İsraf Bataklığı Niçin Görülemedi?
Devlette ve belediyelerde her kademede hastalık haline
gelen lüks araba (çeşitleri/sayıları), cep telefonu, lüks mobilya, eşya, cihaz
ve reklam tutkusunun neden olduğu bir israf söz konusudur. Bunun yanı sıra
zaman israfı, elektrik israfı, yakıt israfı, kâğıt israfı ve su israfı, önde
gelen en büyük israflardandır. Aşağıdaki veriler (medyaya
yansıyan), bu tespitin doğru olduğunu göstermektedir[9]:
· Kamu kurumlarının
görev zararları, 45,4 milyar lira.
· Tatil özelliğine
bürünmüş yurtiçi-yurtdışı gezi ve yolluklar, ülkeye bir yük.
· Türkiye’de
devlete ait 193 bin 425 adet otomobil, minibüs ve otobüs gibi resmi araç var.
(Bu rakam Fransa’da 2 bin, Almanya’da 10 bin, İtalya’da ise 29 bin, Japonya’da
bin civarında).
· Devletin
kiraladığı binlerce aracın kirası, 2012 yılında 94 milyon lira iken 2016
sonunda yüzde 392 artışla 462 milyon lira olmuş.
· Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay ve Danıştay için kiralanan BMW 760 tipi
araçlardan bir tanesinin aylık kirası 7 bin 600 Euro (50 bin lira).
· Kamu binaları
masraflı oluyor diye ucuz fiyatlarla satılmış, buna karşılık, plazalardan fahiş
fiyatlarla yerler kiralanmıştır. Devlet, 2017’de 901 milyon lira kira ödemiş.
· 2006’dan 2016’ya
toplam bütçe harcamaları içerisinde kira giderlerinin payı %197, taşıt alım
giderlerinin payı % 520, temsil ve tanıtma giderlerinin payı % 252 artmış.
· “2016 yılında
resmi taşıt alımlarının maliyeti % 82 artarak 2 milyar 23 milyon liraya çıkmış.
Yani, 2016 yılında kamunun kara taşıt alımlarına yaptığı harcama 583 bin 611
kişinin asgari ücret aylığına eşit.”
· Resmi arabaların
personelin özel işlerinde kullanılmasının neden olduğu maliyet bilinmemektedir.
· “2007 yılında 17
milyon lira olan temsil ve tanıtma giderleri, 2016 yılında 364 milyon liraya
yükselerek 22 kat artmış. Yani, 2016 yılında gösterişli sofralara, pahalı
davetlere, törenlere harcanan para 256 bin 680 kişinin asgari ücret aylığına
eşit demek.”
· Ankara
Belediyesi’nin bir eğlence parkına harcadığı milyar dolarlar, belediyelerin
durmadan söküp yeniden yaptığı kaldırımların ülkeye maliyeti.
· Aile
Bakanlığı’nın kullandığı Eskişehir Yolu’nda 30’ar katlı ikiz binaların kirası
aylık 1 milyon lira civarında.
· “Aile
Bakanlığı’nın kiralık binasında 2 katlı personel yemekhanesi bulunmasına rağmen
Bakanlık, Ankara’da da 3 gün üst üste Hilton Garden Inn Otel’de 1500 kişilik
kamu personeline 135 bin lira tutarında iftar veriyor.”
· Devlet
dairelerinde boşa yanan lambaların, boşa akan suların, boşa çalıştırılan
kalorifer sistemlerinin, sıcak/serin olsun diye boşa çalıştırılan makam
arabalarının bu ülkeye maliyeti ayrı bir sorundur.
· Personeldeki
verimsizlik ve heyecansızlık bir başka hastalık halidir.
· Kayyum atanan
şirketlerde, kayyum sayılarının fazlalığı, kayyumlara verilen ücretlerin
yüksekliği, kullandıkları araba sayısı ve lükslüğü ayrı bir masraf unsurudur.
Sanki şirketler, iflas ettirilmek istenmektedir.
Devlette ve belediyelerdeki israfın savurganlığın bir an
önce durdurulması gerekmektedir. Tasarruf etmek yerine harcayarak,
ürettiğinden fazla tüketerek büyümek anlayışı yanlıştır. Sadece inşaat ve
hizmet sektörüne dayalı bir büyüme politikası da yanlıştır.
Devletteki sanayi tesislerini “komünist anlayışın bir
ürünü olarak” görüp ucuz fiyatlarla yabancılara ya da yabancılaşmış olan
içerdekilere satmak stratejik yanlıştı. Dahası zarar edenler değil,
kar edenler düşük fiyatlarla satıldı. Bunun için sadece Türk Telekom, SEKA
örneklerine bakmak yeterlidir.
Bunlardan daha da önemlisi, toplumun büyük bir kesiminin
borçla yaşamaya alışmış olmasıdır. Kredi kartları üzerinden borçlandırılmış bir
toplum gerçeği ile karşı karşıyayız. Her şeyin yeni modellerini alma tutkusu,
ihtirası hatta şehveti toplumu bir israf toplumu haline getirmeye başlamıştır.
Bu gerçek, devlette olan israf kadar önemlidir. İsraf tutkusunun şehvet
boyutuna varması, kriz dönemlerinde, devlet otoritesinin zayıfladığı dönemlerde
hırsızlık, cinayet gibi çok daha vahim olayların meydana gelmesine sebebiyet
verebilir.
Tasarruf Tedbirlerine Devletin Her Kademesi Uymalıdır
2001 Ekonomik krizini yaşayan bir Türkiye’nin 17 sene sonra
yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya kalmasının hem ana nedenlerinin hem de
Türkiye’nin ana sıkıntısının ne olduğunun sorgulanması gerekmektedir. Dün
Menderes, Demirel, Özal ve Ecevit iktidarlarının karşı karşıya kaldığı ekonomik
kriz ya da manipülasyonların benzeri ile bugün Erdoğan hükümeti de karşı
karşıya kalmıştır. Bütün bu ekonomik krizlerin arkasında dün Şer ittifakı
olduğu gibi bugün de Şer İttifakı vardır. Şer İttifakının içerde
etkili olmasının sebebi, içerdeki zafiyettir. Bunu göz önüne almadığımızda
geçmişteki iktidarlar gibi hata yapar, geçici çözümlerle zaman
kaybederiz. O nedenle Türkiye geçmiş dönemlerdeki saldırı, manipülasyon
ya da krizlerin gerçekçi bir analizini yapmalıdır. Bu, gerçekten önemlidir.
Ayrıca daha önce krizin teğet geçtiği dönemlerde de benzer
konuşmalar, uyarılar yapılmış ve fakat gereği yapılmamış; dile getirilen
tedbirler başarılı olamamıştır/olmamıştır. Neden? Bunun da analizi
yapılmalıdır.
Yaşanan bu ekonomik bunalımda şüphesiz ki dış dinamikler,
önemlidir. Ancak dış dinamiklerin yapacağı etki, iç dinamiklere bağlıdır.
İçerisi sağlamsa dışarının yapacağı tahribat çok zayıf olacaktır. O
nedenle Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı ekonomik bunalımda,
Türkiye’nin tercih edip uyguladığı ekonomik modelin, bizatihi sistemin
benimsediği ve İslâm’la çatışan hatta savaşan değer sisteminin, buna
bağlı olarak toplumsal değerlerde ve kültür ve medeniyet kodlarında oluşan
çözülmenin, iki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin entegrasyonu
ile meydana gelen melez değer sisteminin neden olduğu sosyal
şizofreninin çok ciddi payı olduğu göz ardı edilmemelidir.
Meselenin sadece ekonomik boyutta ele alınması, önerilen
model ideal de olsa, sistem ve insan sorunu halledilmeden, istenen sonuçlar
elde edilemeyecek; geçici olarak iyileşmeler meydana gelebilecektir. Bataklığı
kurutmak esas olmalıdır. Türkiye’de bataklık, Batı kültür ve medeniyet değerleri
üzerine Lozan’da kurulmuş, İslâm kültür ve medeniyet değerlerine yabancı olan
sistemdir, sistemin felsefesidir. İnsan unsurunda her geçen gün
büyüyerek yaygınlaşan sosyal şizofreni, bunun sonucudur. O nedenle, AB uyum
yasaları yerine kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza dayalı yasalara ve bu
yasaları üretecek ve uygulayacak insanlara ihtiyaç vardır. Türkiye’nin bilimsel
potansiyeli, insan unsuru bunu karşılayacak, yapabilecek güçtedir.
Yabancılardan medet ummak tarihi bir hatadır. Osmanlının son 150 yılı bunun en
canlı şahididir.
İsrafın haram olduğuna inanan bir milletin ve bir yönetimin,
israf ekonomisi inşa etmesi ve bugün de üretim ekonomisinden bahsetmesi
gerçekten de düşündürücüdür.
Bunun için şu noktalarda bir değerlendirme/analiz
yapılmasında fayda vardır:
· Geçmişte
yapılan stratejik alanlardaki özelleştirmelerin bugün durumu nedir? Yabancı
sermayeye açılan özelleştirmelerde ne kazanıldı ne kaybedildi?
Özelleştirmelerden elde edilen gelirler nerelere harcandı?
· Türk
Telekom, SEKA ve diğer özelleştirmelerin bu ülkeye maliyeti nedir?
· Özelleştirilmeler
yapılırken kriz dönemleri göz önüne alınmış mıdır? Alınmamış ise neden?
· Arap
sermayesi denilen sermaye, gerçekten Arap sermayesi mi; yoksa arkasında
İngiliz, Amerikan ve Siyonist sermaye mi vardır?
· Türk
Telekom’un özelleştirmesinde Türk Telekom’u alan Oger bir Arap sermayesi
idiyse, Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura, bir gazetede
“Türk Telekom yönetiminde genel müdür dâhil 5 MI6 ajanının ne işi var?”
sorusunu sorarak iki gün üst üste yazdığı yazıya hiçbir cevap alamamasını,
bugün nasıl yorumlamalıyız? Ya da bundan bugün nasıl bir ders çıkarmalıyız?
· Dolarla
işlem yapılmayacak kararı, bugün gereği gibi uygulanmakta mıdır? Devlet,
Bankalar ve toplum üzerine düşen sorumluluğu yerine gereğince getirmekte midir?
Getirmiyorsa neden?
· Tasarruf
tedbirlerine öncelikle devlet, sonra millet ne boyutta uymaktadır?
· İsrafı
haram kabul eden bir toplumun israf toplumu olmasının sebepleri nelerdir?
· İsraf
toplumunun meydana gelmesinde devletin rolü nedir?
· İsraf
toplumu oluşmasında AB uyum yasalarının, banka reklamlarının, dizilerin rolü
nedir?
Alınan tasarruf tedbirlerinin çare olacağına toplumun ikna
olması için, başta Cumhurbaşkanlığı makamı olmak üzere Türkiye’yi yöneten tüm
kesimlerin uyması tarihi bir sorumluluktur. Bu noktada meydana gelen tezat,
alınan tedbirlerin tümünü boşa çıkaracaktır. Halktan fedakârlık isteyenler,
öncelikle fedakârlığı kendileri yapacak, alınan kararlara kendileri uyacak ve
topluma örnek olacaklardır.
İsraf toplumunun ilginç bir örneği olan Medyen halkına peygamber olarak gönderilen Hz. Şuayb’ın şu ifadesini, başta yöneticilerimiz olmak üzere tüm toplum asla hatırdan çıkarmamalıdır:
“(Hz. Şuayb) Dedi ki: …Ben, size yasakladığım şeylere
kendim sahiplenmek suretiyle size aykırı düşmek istemiyorum. Benim istediğim,
gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir.” (11 Hûd 88)
Öyleyse;
“Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2 Bakara 44)
Henüz vakit varken yarın çok geç olabilir!
[1] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-
[2] https://www.tccb.gov.tr/haberler/410/96576/-turkiye-nin-yasadigi-hadise-dunyada-artik-hicbir-ulkenin-siyasi-ve-ekonomik-guvenliginin-kalmadiginin-ifadesidir-
[3] http://www.akparti.org.tr/site/haberler/cumhurbaskanimiz-erdogan-tesk-20.-olagan-genel-kurulunda-konustu/104100#,
13 Eylül 2018.
[4] Alpaslan, M., “Gündemin Peşine Takılıp Giderken Meselenin
Özünü Kaçırmamak, Bu Bir Papaz Meselesi Değildir”., Umran Eylül
2018, s. 28-32.
[5] Aktaş, A., “Dövizi biz mi yükselttik, yabancılar mı,
işte yanıtı”, Dünya Gazetesi, 03 Eylül 2018.
[6] Aktaş, A., “Dövizi biz mi yükselttik, yabancılar mı,
işte yanıtı”, Dünya Gazetesi, 03 Eylül 2018.
[7] Dilipak, A., “Kovanın dibi delikse ya da hırsız
içerideyse!” Yeni Akit, 15 Ağustos 2018; “Dolar’la
imtihan!”, 16 Ağustos 2018.
[8] Dilipak, A., “Kovanın dibi delikse ya da hırsız
içerideyse!” Yeni Akit, 15 Ağustos 2018; “Dolar’la
imtihan!”, 16 Ağustos 2018.
[9] Alpaslan, M., “Sorunu doğru tespit ettiğinize emin misiniz?, Umran, Ekim 2018, sayı: 290.