(Milli Gazete)
Dershaneler
üzerinden başlatılan tartışma, tartışma boyutunu aşarak, psikolojik savaşa,
oradan da iktidar savaşına dönüşmüştür. Mücadelenin AK Parti ile dershanelerin
%20’sine sahip olan Gülen cemaati arasında şekillenmesi, hem üzücü, hem
düşündürücü hem de tedirgin edicidir. Çünkü Taksim (Gezi Parkı) kadife darbesi
ile Küresel tefeci sermayenin koruması altında İstanbul dukalığının (İşbirlikçi
Sermaye Grupları) öncülüğünde kurulup başlatılan oyun, bugün Gülen cemaati ile
AK parti arasında vuku bulan mücadele ile yeni bir boyut kazanmaktadır. Kadife
darbeler, mevcut siyasi iktidara karşı tüm gayrı memnunların ittifakı üzerine
geliştirilen, çeşitli taktiklerle iktidarı itibarsızlaştıran, yalnızlaştıran ve
şiddet içermeyen sokak hareketleri ile siyasi iktidarı düşürmeyi hedefleyen,
yeni bir darbe türüdür. Kadife darbelerin başarı gücü, ittifak kurabildiği
gayrı memnunların gücüne ve siyasi iktidarın yalnızlaştırılıp itibarsızlaştırılmasına
bağlıdır. O nedenle dershaneler üzerinden başlatılan savaş, Taksim kadife
darbesine yeni gayrı memnunları (Dershaneciler) dâhil etmesi, yeni fay hattı
meydana getirmesi açısından önemlidir. Daha da önemli ve rahatsız edici boyut,
dershanecilerin sözcülüğünü Gülen cemaatinin üstlenip (ya da Cemaat adına
üstlendiğini söyleyenlerin) tüm imkânları ile bir cephe savaşı vermesidir. Aynı
dünya görüşünün mensupları arasında tabana yayılacak bir kavga, sadece her iki
tarafa zarar vermeyecek, tüm camiaya, ülkeye ve İslam coğrafyasına zarar
verecektir.
Dershaneler
Savaşının İki Boyutu
Gelinen noktada,
özel dershaneler üzerinden yürütülen mücadelenin, eğitim ve siyasi olmak üzere
iki boyutu bulunmaktadır. Taraflar, yeri geldiğinde eğitim, yeri geldiğinde
siyasi boyutu öne çekmelerine rağmen gelinen noktada olay, siyasi boyuta
kilitlenmiştir. Taraflar, her iki boyutu iç içe geçecek şekilde onu da,
işlerine geldiği şekliyle kullanmaktadırlar. Her iki tarafın haklı ve haksız
olduğu yerler vardır. Öncelikle bunun bilinmesinde fayda vardır.
Taraflar açısından
Dershaneler Savaşının Eğitim Boyutu
Geçen haftaki
yazıda, dershaneleri doğuran şartları, dershanelerin meydana getirdiği olumlu
ya da olumsuz yan etkileri incelemiş ve dershanelerin, Türkiye’nin bozuk eğitim
sisteminin bir sonucu olduğunu ifade etmiştik. Özel dershaneler, 5580 sayılı
yasa çerçevesinde; “Öğrencileri; bir üst okulun veya yüksek öğretime giriş
sınavlarına hazırlamak, istedikleri derslerde yetiştirmek ve bilgi düzeylerini
yükseltmek amacıyla faaliyet gösteren özel öğretim kurumları” (madde 2 f bendi)
olarak mevcut eğitim sistemine destek veren yasal kuruluşlardır. Dershanelerin
açılması, yönetilmesi, denetlenmesi ve müfredatı, tamamen 5580 sayılı yasa ile
belirlenmiştir. Açılan tüm dershaneler, devletin ilgisi, bilgisi ve onayı ile
5580 sayılı yasa ve bu yasaya dayandırılarak çıkarılmış olan tüzük, yönetmelik
ve yönergeler çerçevesinde faaliyete başlamaktadır. Bu nedenle “merdiven altı
dershanecilik”, “apartman dershaneciliği”, “kayıt dışı ekonomik faaliyet”,
“kaçak yollarla çalıştırılma”, “ülkeye karşı olan mali görev ve
sorumluluklarını yerine getirmeme, “stajyer öğrencileri ve iş bulamayan
öğretmenleri, düşük ücretle çalıştırarak sömürme” tarzında siyasi iktidar
tarafından yönetilen tenkitler, suçlamalar uygun değildir, adil de değildir. Bu
noktada, gerekli şartları sağlamadığı halde kendilerine izin veren, kurulanları
denetlemeyen devlet kurumları eleştirilmeli ve kınanmalıdır. Siyasi iktidarın
“üniversite giriş sınav soruları dershane müfredatına göre hazırlanıyor”
tarzındaki tenkidinin muhatabı, dershaneler olmayıp giriş sınav sorularını
hazırlayan ÖSYM’dır. ÖSYM’nin hazırladığı sorular nedeniyle dershaneleri
suçlamak, adil değildir.
Siyasi iktidarın
özel dershanelerin özel müfredat uyguladıkları tarzındaki iddia ve suçlaması,
gerçekten böyle bir durum varsa haklıdır. Ancak 5580 sayılı yasa çerçevesinde
MEB tarafından belirlenmiş olan müfredata uygun olarak dershaneler faaliyet
göstermiyorlarsa, bunları denetlemek zorunda olan devlet kurumları, görevlerini
yapmadıkları için suçlu değiller midir
Bu kargaşa
içerisinde gözden kaçan temel nokta, okullara destek, yardımcı olmak amacıyla
kurulmuş olan dershanelerin, devletin okullarını gölgede bırakması, hatta
anlamsızlaştırmasıdır. Bunun sorumluluğu, sadece dershanelere ait olmayıp giriş
sınav sistemlerinin şeklini ve muhtevasını belirleyen YÖK, ÖSYM ve MEB’e de
aittir.
Öğrencilerin,
Okul-Özel Dershane-İmtihan kıskacında analiz- sentez yeteneğinin körelmesi,
yarış atına dönmesi, çocukluğunu yaşayamaması, depresyon geçirme eğiliminin
artması, ailelerin dershane parası bulmak için ek işlere yönelmesi ile ailece
birlikte olamama gibi ciddi sorunların ortaya çıkması, bir nesil meselesi
olarak görülmelidir. Bu kıskaç içerisinde bir neslin zihin dünyasının, düşünme
ve tefekkür etme yeteneğinin körelmesi, depresyon eğiliminin artması, sosyal
ilişkilerinin bozulması, yalnızlaşması görmemezlikten gelinerek
dershaneciliğin, serbest piyasa ekonomisi, özel teşebbüs, özelleştirme gibi
kavramlar çerçevesinde ele alınıp savunulması uygun bir yaklaşım değildir. Bu
noktada meseleyi, Anayasanın 48. Maddesi kapsamına sıkıştırarak savunmak da
yanlıştır. Ayrıca, siyasi iktidarın yasal çerçevede kurulmuş, gerekli
yatırımları yapmış ve yasal çerçeveye uygun faaliyet gösteren özel dershaneleri
onlarla görüşmeden, onlarla bir yol haritası belirlemeden kapatmaya kalkması da
yanlıştır.
Bu noktada dikkat
çekici olan nokta, giriş sınav sisteminin ve dershanelerin bu sınav sistemine
uygun bir teknik uygulamasının öğrenciler açısından mahsurlu olduğu, konunun
muhatabı tüm taraflar tarafından kabul edilmiş olmasıdır. Bununla birlikte özel
dershane sahipleri, bunun suçunun kendilerine ait olmadığını ileri sürerek
sorumluluktan kaçınmaktadırlar. Oysa dershaneler, pozitif geribesleme
(olumsuzlukların olumsuzlukları besleyerek artırması) meydana getirerek
hastalığı artırmakta ve derinleştirmektedir. Siyasi iktidarın bu noktada
duyarlı davranması, sorumluluk alanının bir gereğidir. Özel dershane
mensuplarının da, bu gerçeği görmesi ve sorumluluk üstlenmesi gerekmektedir. Bu
nedenle özel dershane sahipleri de dâhil tüm ilgililerin birlikte çözüm
araması, şarttır, elzemdir ve zorunludur.
Taraflar açısından
Dershaneler Savaşının Siyasi Boyutu
Siyasi iktidarın
olaya yaklaşım şekli, dershanelerin kapatılmasında kimse mağdur edilmeyecek,
her türlü zarar karşılanacak, tüm personel istihdam edilecek ve özel
dershaneler, özel okullara dönüştürülüp gerekli destek verilecek şeklinde iken;
Gülen Cemaati adına konuşanların(!) bazı noktaları kasıtlı olarak örtmesi, bazı
gerçekleri ters yüz etmesi, saldırgan ve suçlayıcı bir dil kullanması dikkat
çekmektedir. “İşte gerçekler”, “İşte iddialar ve gerçekler” isimleri ile
22.11.2013 tarihli Zaman gazetesinde yayınlanan açıklamalarda bu tavrı görmek
mümkündür.
Özel dershaneler
meselesi, sürekli tartışılmış ve gündeme getirilmiş olmasına rağmen sanki Özal
hükümetinden bu yana hiç konuşulmamış, tartışılmamış ve son 2-3 ay içerisinde
ortaya çıkmış bir olay olarak sunulmaktadır. 2005 yılında yapılan “Uluslararası
Yüksek Öğretim Konferansında” ve 2007 yılında YÖK tarafından hazırlanan
“Türkiye’nin Yüksek Öğretim Stratejik Planında”, üniversite giriş sınav
sistemi ile özel dershaneler çok ağır bir şekilde eleştirilmekte, bu işleyişin
ve gidişatın durdurulması istenmektedir. Özel dershaneler konusu, “1Temmuz 2006
Cumartesi - Mükerrer Resmî Gazete Sayı: 26215, TBMM Kararı, Dokuzuncu Kalkınma
Planı (2007 – 2013)’de” yer almakta ve DPT tarafından üniversite giriş
sınavlarının yeni bir şekle kavuşturulmaları ile özel dershanelerin özel
okullara dönüştürülmeleri teklif edilmektedir:
“598. Eğitim
sisteminin etkinliğinin artırılması, eğitime ayrılan kaynakların daha verimli
kullanılması, öğrenciler ve aileleri üzerindeki mali, sosyal ve psikolojik
yüklerin hafifletilmesi amacıyla eğitim sistemi, sınav odaklı yapıdan
kurtarılacaktır.
Yükseköğretime giriş
sistemi; öğrencileri programlar hakkında yeterli düzeyde bilgilendiren, ilgi ve
yeteneklerini ortaöğretim boyunca çok yönlü bir süreçle değerlendiren, okul
başarısına dayalı ve müfredat programlarıyla daha uyumlu bir yapıya kavuşturulacaktır.
599. Ortaöğretim ve
yükseköğretime hazırlık dershanelerinin özel okullara dönüştürülmesine yönelik
teşvikler sağlanacaktır.”
Tam yedi yıl önce
2006’da hazırlanan 2007-2013 yıllarını kapsayan DPT stratejik planında özel
dershanelerin özel okullara dönüştürülmesi öngörülmüş ve bu da resmi belge
olarak yayınlanmıştır. Bu belgeye rağmen Gülen Cemaati adına sözcülük
yapanların(!) bunu görmemesi, bilmemesi nasıl yorumlanmalı ve
değerlendirilmelidir Bildikleri halde yanlış beyanlarda bulunuyorlarsa burada ki
amaç ne olabilir
Diğer taraftan 2009
yılında hazırlanan “MEB 2010-2014 Stratejik Planında”, özel dershanelerin özel
okullara dönüştürülmesi Stratejik Hedef olarak belirlenmiştir:
“Stratejik Hedef
5.3: Ortaöğretim ve yükseköğretime hazırlık dershanelerinden özel okula
dönüştürülebileceklerin tespit edilerek 2014 yılı sonuna kadar % 70’inin özel
okula dönüştürülmesinin teşvikini sağlamak.
PG 5.3.1. Okula
dönüştürülen dershanelerin, okul standartlarına sahip olduğu tespit edilen
dershanelere oranı
PG 5.3.2. Teşvik
almak için başvuran dershane sayısı
PG 5.3.3. Özel okula
dönüşen dershanelerin teşvikten yararlanma oranı dünyadaki özel örgün eğitime
yönelişteki artış ve devletin, dershaneleri özel okula dönüştürmeye yönelik
politikalarından yararlanarak diğer kamu kuruluşlarıyla iş birliği içerisinde
Dershanelerin okula dönüşümüyle ilgili teşvikleri (arsa tahsisi, vergi
muafiyeti vb.) içeren yeni mevzuat geliştirilecektir.
Bakanlığın,
dershanelerle ilgili ayrıntılı veriye ulaşma gücü kullanılarak, bağımsız binada
faaliyet gösteren dershanelerin okula dönüştürülmesine yönelik çalışmalar
yapılacaktır. Mevzuat düzenlemesiyle okullara yönelik mevcut ve yeni
teşviklerin dönüşüm tercihini yapacak dershaneler tarafından da kullanılmasına
imkân sağlanacaktır.
Mevcut mevzuatın
dershanelerin okula dönüştürülmesine imkân sağlayacak biçimde geliştirilerek
dershane personelinin dönüşümden olumsuz etkilenmemesi sağlanacaktır.”
Bundan dört yıl önce
2009 yılında yayınlanmış MEB stratejik planında 2014 yılının sonuna kadar Özel
dershanelerin %70’inin özel okullara dönüştürülmesi, her türlü teşvikin
sağlanması, dershane personelinin mağdur edilmemesi öngörülmüştür. Bu belgeye
rağmen bulanık propaganda teknikleri kullanılarak, dershanelerin özel okula
dönüştürülmesinin aniden ortaya çıkmış gibi gösterilmesi, büyük bir kampanya
başlatılması ve bir savaş dilinin kullanılması yanlış olmuştur ve de yanlış
olmaktadır.
Sonuç: Neden Mahalli
Seçimler Öncesinde Neden Şimdi
Gerek DPT’nin 9.
Kalkınma Planı’nda ve gerekse MEB’in Stratejik Planı’nda özel dershanelerin
özel okullara dönüştürülmesi için öngörülen zaman, 2013-2014 dönemidir. Siyasi
iktidar, bu dönemin bir seçim dönemi olduğunu bilmektedir. Bu konu gündeme
geldiğinde de dershanecilerin tepki koyacağı, gayrı memnun bir kitlenin oluşacağı
ve medyada konunun tartışılarak kamuoyu oluşturulacağı / oluşturulabileceği
bilinmektedir. En çok saha araştırması yaptıran bir siyasi iktidarın bunu
bilmemesi, tahmin edememesi pek mümkün görünmemektedir. Aksı durum siyasi
basiretsizlik olur.
Oslo görüşmelerinin
medyaya servis edilmesi, MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadesinin alınmaya
kalkılması, Başbakan Erdoğan’ın müdahale etmesi, olağanüstü yetkilerle
donatılmış mahkemelerin statüsünün değiştirilmesi gibi olaylar yüzünden Gülen
cemaati ile siyasi iktidar arasında başlayan gerilim, değişik vesilelerle
tırmanmıştır. Oslo görüşmelerinin medyaya servis edilmesinden bu yana Siyasi
iktidara en güçlü muhalefet, Gülen cemaatine ait olduğu söylenen Medya
tarafından yapılmaktadır. Diğer taraftan Özel dershanelerin %20’sine sahip olan
Gülen Cemaatinin, özel dershanelerin özel okullara dönüştürülmesine muhalefet
etmeyeceğinin siyasi iktidar tarafından beklenmemesi, tahmin edilmemesi hem
saflık olur hem de siyasi basiretsizlik olur.
Diğer taraftan
Küresel tefeci (Siyonist) sermaye tarafından Taksim gezi parkı ile başlatılmış
olan kadife darbe, hazırlık dönemi ile birlikte yaklaşık beş yıllık bir sürece
sahiptir. Muhataplara asıl darbe seçim zemininde vurulmak istenmektedir. Kadife
darbeler, gayrı memnunların ittifakı üzerine kuruludur. Seçim sathına girildiği
bir dönemde dershaneler üzerinden yeni bir gayrı memnunlar kitlesinin ortaya
çıkmasına sebebiyet verilmesinin sebebi nedir Siyasi iktidar, Taksim’de olan
olayları ve Taksim’de taraf olanları görmemiş midir Taksim olayları nedeni ile
Başbakanın olayların planlayıcılarının Faiz lobisi olduğunu ifade etmesi ve
ardından milyonluk mitingler organize etmiş olması süreci çok iyi anladığını
göstermektedir. Öyleyse başbakan, siyasi iktidar, Özel dershaneler meselesini erteleme
imkân ve gücüne sahipken niçin ertelememiş ve gündemde tutmuştur
Bütün bunların
sebepleri, aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Seçim zeminine
girildiğinde siyasi iktidara karşı başlatılacağı tahmin edilen dosyalar
savaşını bloke etmek, engellemek.
Dosyalar savaşının
neden olabileceği her türlü olumsuzluğa karşı kendi tabanını kenetlemek ve
karşı propagandanın etkisini en aza indirmek.
Gerilim ortamını
diri tutarak tabandaki kaymaları engellemek.
CHP korkusunu diri
tutarak sağ seçmenden oy almak ve kararsızları kazanmak.
Gülen cemaatinin de
safını açık olarak ortaya koymasını sağlamak.
İki yıllık bir
hazırlık dönemi olduğu belirtilen bakanların çocuklarının, belediye başkanı ve
iş adamlarının da dâhil edildiği yolsuzluk operasyonunun seçim arifesinde ve
dershaneler savaşı devam ederken başlatılması, siyasi iktidarın bunu
beklediğini göstermektedir.
Burada önemli olan
ve tüm Müslümanları ilgilendiren asıl konu, Gülen cemaatinin Taksim kadife
darbesiyle başlayan süreçte hangi safta yer alacağıdır. Kadife darbecilerin
safında yer aldığında, Küresel Siyonist tefeci sermaye ve onların yerli işbirlikçileri
ile yan yana gelmiş olacak bu da, Gülen cemaatini çok ciddi bir şekilde
yıpratacaktır, yaralayacaktır.
O nedenle Gülen
Cemaati, 28 Şubat sürecinde Erbakan Hocaya karşı takındığı tavrı takınmamalı, o
gün 28 Şubatçıların safında yer aldığı gibi bu gün de Küresel tefeci sermayenin
yanında yer almamalıdır.
Gülen cemaati,
“Başörtüsü fürüattandır” diyerek başörtüsü direnişinin kırılmasına sebebiyet
verdiği gibi bu gün de benzer bir hataya düşmemelidir.
Gülen cemaati, Mavi
Marmara olayı sebebiyle İsrail’in Siyonist politikalarına karşı oluşmuş büyük
kamuoyunu, “Otoriteden izin alınmalıydı” denerek bölmesi gibi bugün de kadife
darbecilerin saflarında yer alma gibi bir hataya düşmemelidir.
Unutmayın!
“Ey iman edenler,
adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan
kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır.
Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi
olandır.” (5 Maide 8).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder