(Milli Gazete)
“Kurtlarla arkadaş ol, yalnız elinden baltayı bırakma.” Rus
Atasözü
Şer ittifakı olarak adlandırdığımız
ABD-AB-İngiltere-İsrail-Siyonizm tarafından Türkiye’de, Taksim “Gezi Parkı”
operasyonu ile Kadife darbe süreci, fiilen başlatılmıştır. Taksim Kadife
Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane
savaşları ile ikinci aşamasını, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü
aşamasını ve MİT’in Tırları ve Dişişlerinin dinlenmesi ile dördüncü aşamasını
tamamlamıştır. Soma maden ocağında vuku bulan kaza ya da sabotaj ile Kadife
darbe sürecinin 5. aşaması başlatılmış ve devam etmektedir.
Kadife darbe başlangıcından buyana Kadife darbeci ulusal ve
küresel organizasyonlar, Başbakan Erdoğan’ı diktatör olarak ilan etmiş, tüm
sürecin sorumlusu olarak suçlamış ve karalamışlardır.
Fazilet Partisi içerisinde başlayan/başlatılan “yaşlı-genç”,
“gelenekçi-yenilikçi” kavgasında şer ittifakı, tüm kuvvetleri ile “genç
kanada”, onların değiştiğini seslendirerek, destek vermiştir. FP’nin gençler
kanadı da, bir taraftan Batıya övgüler yağdırırken; diğer taraftan Erbakan ve arkadaşlarına
ağır eleştiriler yöneltmişlerdir. Erbakan’ı, Batıyı anlamamakla, hayal
dünyasında yaşamakla, hayaller peşinde koşmakla suçlamışlardır.
2003 yılında Erdoğan, yasaklı olduğu bir dönemde çıktığı
dünya turunda, her gittiği yerde devlet başkanı muamelesi görmüş ve
desteklenmiştir. “Büyük Ortadoğu Projesinin” eş başkanı seçilmiş ve Büyük
Ortadoğu’ya “demokrasi” ve “laikliğin” gelip yerleşmesi için ciddi bir çabanın
içerisinde bulunmuş ve AB üyeliği için seferber olmuştur. Bütün bunlara rağmen
Türkiye’nin AB üyeliğine yeşil ışık yakılmamış, Türkiye dışlanmış ve Erdoğan
diktatör ilan edilmiştir.
Buradan çıkarılacak ders ne olmalıdır Burada bu konu ele
alınacaktır.
Genel Sistem
Hz. Adem’le İblis arasında başlayıp daha sonra
Peygamberlerin yolunu takip edenlerle İblisin-Tağut’un yolunu takip edenler
arasında devam eden kavga, Hak- Batıl eksenli bir mücadele, kıyamete kadar
devam edecektir. Hak ve Batıl şeklindeki iki farklı değer sistemi, iki farklı
kimliğe (iman edenler-inkar edenler), iki farklı yola (Sırat-ı Müstakim ve
Tağut’un yolu), iki farklı sisteme (hakka dayalı-Hevaya dayalı), iki farklı
ahlaka (Güzel ahlak, kötü ahlak), iki farklı kültür ve medeniyete (Vahye
dayalı, Seküler değerlere dayalı), iki farklı rehbere
(Allah-Peygamber-Müminler, Şeytan-Tağut) ve iki farklı ödül sistemine (cennet,
Cehennem) vücut veren ikili genel bir sistem ortaya çıkarmıştır.
İkili sistemin her biri, kendi içerisinde geniş bir yelpaze
(spektrum) şeklindedir. Güneşin yedi rengi gibi her birinin kendi içerisinde
farklı renkleri bulunmaktadır. Bu renk farklılığı, her iki sistemin içerisinde
değer eksenli bir mücadelenin meydana gelmesine imkan vermektedir.
Bu iki ana sistem arasında değerler bazında uzlaşma olması
mümkün değildir. İlahi sünnete göre Hakla Batılın karışımı batıldır, helalle
haramın karışımı haramdır, marufla münkerin karışımı münkerdir. Ayrıca Kur’an’a
göre imanla küfür arasında orta bir yol aramak da küfürdür(4 Nisa 150-151).
Namazın her rekatında okuduğumuz Fatiha’da yaptığımız dua, sırat-ı müstakime
ulaşma, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin yoluna sapmaktan korunma
olduğunu hatırlamakta fayda vardır. İki farklı değer sisteminin karışımı ile
meydana gelen değer sistemi (melez değer sistemi), iman edenlerin yoldan
sapmasına ve tezat içerisinde olmalarına (şizofren) sebebiyet vermektedir (2
Bakara 137).
İman Edenlerle İnkâr Edenlerin Dostluğu-Sırdaşlığı!
İlahi sünnete göre hak batıl merkezli/eksenli bir yapılanış,
iki farklı kimlik mensupları (iman edenler, inkar edenler) arasında ciddi bir
fay hattı meydana getirmektedir. Buna göre bu iki yol mensupları arasında,
cemaat, ümmet, velilik, sırdaşlık, kardeşlik kavramlarının öngördüğü bir hukuk,
bir yapılanış mümkün değildir. Buna karşılık her iki yolun mensupları kendi
içlerinde cemaat, ümmet, veli, dost, sırdaş ve kardeş olabilmektedirler. Hak
batıl düzleminde bu iki farklı kimlik mensuplarının müttefik olma hukuku ile
veli, dost, kardeş, sırdaş, ümmet, cemaat olma hukukunu birbirine karıştırmamak
gerekmektedir.
Büyük Dil ustadı Ragıb’e göre Veli kelimesinin esas kökü,
velâ kelimesidir. Velâ ve velâyet, “zaman, mekan, din, inanç, itikat, değer,
arkadaşlık, dostluk, sırdaşlık, bağlılık ve nisbet bakımından arada bir şey
bulunmadan tam bir yakınlık, bitişiklik, yan yana oluş” anlamındadır (1,2).
İçerisinde sevgi manasını da barındırmaktadır.
Veli kelimesi, Kur’an’da etkileştiği kavramlarla birlikte
meydana getirdiği bir semantik alan vardır ve bu alanın merkezinde, Allah ve
iman kavramları yer almaktadır. Bu semantik alan içerisinde Veli kelimesi, hubb
(sevgi), bitane (sırdaş), halil (dost), Nusret (yardım) yardımcı (nâsır); arka
veya sırt (zahr), destekçi (zâhir); müttefik (halîf), andlaşma, dost, dostluk
(hılf); yardımcı (ensâr); yardımcılar, (a’vân); sırdaş (velîce) ve Velayetin
zıddı( adavet) kavramları ile etkileşim içerisindedir.
Veli kavramı, bir taraftan Allah ile olan ilişkilere bir
boyut ve çerçeve çizerken; diğer taraftan insanlar arasındaki ilişkilere, iman,
değer, hak ve batıl merkezli bir boyut getirmektedir. Her iki ilişkide de çift
yönlü bir etkileşim söz konusudur. Allah’tan İnsana doğru ve insandan Allah’a
doğru çift yönlü ilişkide, Allah’ı veli kabul edenler ile Allah’ın dost kabul
ettiği iki insan unsuru vardır. Veli kelimesinin insanlar arasındaki
ilişkilerdeki etkileşimi, iman eksenli olup gerek iman edenlerle etmeyenler
arasında ve gerekse her iki grubun kendi içerisindeki ilişkilerde iki yönlüdür.
İman eden ve inkar eden insan unsurlarını veli kavramı
çerçevesinde analiz ettiğimizde, dört farklı durumla karşılaşmaktayız:
1- İman Edenler Birbirlerinin Velileridir(5 Maide 55-56; 6
Enam 62, 127; 7 Araf 196)
2- Küfredenler Birbirlerinin Velileridir (8 Enfal 72)
3- Zalimler Birbirlerinin Velileridir(45 Casiye19)
4- İman Edenlerin Veli Edinmemesi Gereken İnsan
Unsurları Vardır
Kuran’da, İman edenlerin birbirine veli olması, Allah ve
O’nun Resulü sıralamasından sonra 3. sırada zikredilmesi (5 Maide 55-56); iman
edenlerin birbirlerini veli edinmelerinin, “galip gelme” ve “Allah’ın
taraftarları” ifadeleri ile birlikte kullanılması, konunun ne kadar önemli
olduğunun göstergesidir. Cinsiyet düzleminde mümin erkeklerle mümin kadınlar da
birbirlerinin velileri olup iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla
görevlendirilmişlerdir (9 Tevbe 71). Dolayısıyla tebliğin neden olacağı gerilim
ya da çatışma durumunda, kadın ya da erkek tüm müminlerin birbirinin velisi
olduğu gerçeğinden hareketle birbirlerine sahip çıkmaları, birbirlerini
savunmaları ve korumaları istenmektedir. Takva düzeyleri farklı olsa bile tüm
müminler birbirlerinin velileridirler (7 Araf 196, 8 Enfal 34, 72).
Kur’an’ın konu çerçevesinde üzerinde hassasiyetle durduğu
bir konu, iman edenlerin birbirlerini veli edinmeleri iken; diğer bir konu da,
iman edenlerin, bazı insan unsurlarını veli edinmemeleridir. İman edenlerin
veli edinmemesi gereken insan unsurlarını, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
• Allahtan Başkasını Veli Edinenler (7Araf 3; 29 Ankebut 41;
42 Şura 6, 9; 25 Furkan 18)
• Kâfirler (3 Ali Imran 28; 4 Nisa144; 5 Maide 57; 8 Enfal
73; 9 Tevbe23, 24; 18 Kehf 102)
• Ehli Kitap-Yahudi ve Hıristiyanlar (3 Ali Imran 100;
5Maide 51,57, 80-82; 60 Mümtehine 7,8)
• Allah’ın Gazabına Uğrayanlar (58 Mücadele14; 60 Mümtehine
13)
• Allah’ın Düşmanları (60 Mümtehine 1,2; 58 Mücadele 22)
• Müminlerin Düşmanları (60 Mümtehine 1)
• Putlar (13 Rad 16; 22 Hac 13; 39 Zümer 3)
• Münafıklar(4 Nisa 88-91, 139-140)
• Müminlere Karşı Savaşanlar Ve Yurtlarından çıkaranlar(60
Mümtehine 8, 9)
• Zalimler (43 Casiye 18-19)
• Hicret Etmeyen Müslümanlar (4 Nisa 75; 8 Enfal 72)
• Şeytan (3 Ali Imran 175; 4 Nisa 76, 119; 6 Enam 121; 7
Araf 30; 16 Nahl 63, 99,100; 18 Kehf 50; 19 Meryem 44,45; 22 Hac 4)
İslam Kültür ve Medeniyeti Mensupları ile Batı Kültür ve
Medeniyeti Mensupları Birbirlerinin Velisi Olabilir Mi?
Özünde eski Yunan, Roma, Yahudi ve Hıristiyan düşüncesi olan
laik-seküler Batı Kültür ve medeniyet mensuplarının bize karşı tutum ve tavrı
tarih boyu ne oldu, şimdi nedir, gelecekte ne olabilir Bir kriz anında, Batının
menfaati yoksa kimin yanında yer alır Suriye’de binlerce insan ölürken, Filistin’de
katliamlar yapılırken niçin sesi çıkmamaktadır “Arap baharı” adı altında İslam
coğrafyasındaki diktatörleri yıkmak isteyen Batı, Mısır’da Sisi darbesini
demokrasi adına nasıl ve niçin kutlayabilmiştir
Bu soruların cevaplarını verebilmek için tarihe kısa bir
seyahat yapmamızda fayda vardır.
1857 yılında İngiliz Sömürgecisi Kaşif David Livingstone,
“Medeniyetin iki öncüsü, Hıristiyanlık ve ticaret, birbirinden asla ayrılamaz.”
derken; bir taraftan medeniyeti Batı ile özdeşleştirmekte; diğer taraftan da
medeniyetin Hıristiyan değerlerine dayandığını ifade etmiş olmaktadır.
18.yüzyılda Rousseau, “Artık Fransa, Almanya, hatta İngiltere’nin var olmadığı,
sadece Avrupalıların var olduğu”, bir çağın özlemini dile getirirken ana
gerekçesi; “hepsinin aynı zevklere, aynı tutkulara ve aynı yaşam tarzına sahip
olmuş olmaları” idi(3).
Livingstone’dan yaklaşık 100 yıl sonra, 1947 yılında, T.S.
Eliot’un; “Yeni birlik sadece eski kökler üzerinde birleşebilir: Hıristiyan
inancı ve Avrupalıların ortak olarak miras aldıkları klasik diller.” (3)
tarzındaki yaklaşımı, Livingstone’unki ile aynıdır. Bugün de, “Avrupa fikri,
görünüşte jeopolitik bir kavram olsa da, gerçekte kültürel bir model, kültürel
bir yapı, kültürel bir kurgu...” (3) olarak değerlendirilmektedir. Geçmişte
olduğu gibi bugün de Batı kendisini, kimliğini, karşıt değerler sistemine
dayandırarak tanımlamakta; “Kendisi” ve “Öteki” kavramlaştırmasını karşıt
değerlere göre yapmaktadır (3). O nedenle Batı için biz ötekiyiz, tehlikeli ve
düşmanız. Şer ekseni dün dost değildi, bugün de değildir, yarın da
olmayacaktır. Bunun için Sovyet sonrası Batı için Düşman İslam olarak seçilmiş
NATO konsepti buna göre yeniden belirlenmiştir.
Türkiye’nin AB’ye Dahil Edilebilme Şartı Nedir
Bir kültür ve medeniyet, bir başka kültür ve medeniyet
mensuplarını, kendi değerlerini reddedip kendi değerlerini kabullendikleri
zaman benimser, içine alır. 17. yüzyılın sonlarında bir barış sever olduğu
söylenen Quaker William Penn’in “Gelecekte Türklerin Avrupa birliğine dahil
edilebilmesi için Hıristiyan olmasını, İslam’dan vaz geçmelerini” şart koşması
bundan dolayıdır (3).
Keza “dünkü samimi dostlarımız” (!),Batının saygısını
kazanabilmemiz ve medeni milletler topluluğuna dahil edilebilmemiz için
Lozan’da Türkiye’nin halifeliği kaldırması, laikliği kabul etmesi ve İslam
coğrafyası ile tüm bağlarını koparmasını şart koşmuşlardır:
“Lord Gurzon: Türkiye İslâmî alâkasını ve İslami temsil
rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve
Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini
veririz.” (4)
Penn’den dört asır sonra, 21. yüzyılda, Fransız
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac,
Türkiye’nin AB’ne girebilmesi için ileri sürdüğü şartlar ile
Penn’inkilerin aynı olması, bir tesadüf değildir:
“…Türkiye’nin değerlerini, yaşam tarzını, kurallarını
derinden değiştirmesi gerekmektedir… Bizim paylaştığımız tüm değerleri ve
kuralları benimsemesi ve bunun için Türkiye’nin kayda değer çabalar göstermesi
gerekmektedir.” (5)
Sonuç: “Siz Değişip Sapmadıkça Onlar Sizi Dost-Sırdaş
Edinmezler.”
Tüm değer sistemleri, kendilerinin mutlak doğru olduğuna
inanır ve aralarındaki mücadele, sınırsız ve topyekûndur. Değer sistemi
mensupları arasındaki münasebet, bu kanuniyete göre şekillenir. Bir değer
sistemi, diğer değer sistemi mensuplarını kendi değer sistemlerini terk
etmediği sürece kabul etmez. Yukarıda AB’ye girmek için Türkiye’ye yapılan
teklifler buna uygundur. Türkiye’den istenen laik-seküler bir sistem kurun ve
İslam dünyası ile bağlarınızı kesin, İslami Protestanlaştırarak seküler bir
Müslüman insan unsuru inşa edin, AB’nin tüm değerlerini ve yaşam tarzını
benimseyin, sonra gelin sizi AB’ye alalım, dost kabul edelim. Önce biz sapıp
onları benimseyeceğiz, ondan sonra onlar bizi, dost kabul edeceklerdir:
“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı
düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost
edineceklerdi.
Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, and olsun, sen onlara az
bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.” (17 İsra 73-74)
“Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu
ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.” (68 Kalem 9).
Bu ayetler, Tevhidi değerleri benimsememiş değer sistemi
mensuplarının bize karşı tutum ve davranışlarının gerçek mahiyeti ortaya
koyması, ifşa etmesi açısından önemlidir.
Taksim Kadife darbe süreci, Batının bu kirli yüzünü bir kez
daha ortaya çıkarmıştır; yüzündeki maskeyi düşürmüştür. Kendi üretip kutsadığı
tüm kavramları, ayaklar altına almıştır. Fırsatını yakaladığı anda, kin ve
nefretini kusarak her türlü kötülüğü yapacağını, yapabileceğini ortaya
koymuştur, koyacaktır da:
“Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman
kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre
sapmanızı içten arzu etmişlerdir.” (60 Mümtehine 2).
Milli Görüş içerisinde başlatılan “yenilikçi-gelenekçi”
kavgasında Erbakan’ın küresel sistemle ilgili yaptığı kavgaya karşı çıkan bir
Erdoğan, bugün Erbakan’ın çizgisine doğru yol alırken, AB’ye üyelik
politiklarının, bu ülkeye ve bu ülke Müslümanlarına değer sistemi bazında neye
mal olduğunun/olacağının muhasebesini yapmak zorundadır. O nedenle temel
yanılgısını görmek, Batının asla dost olamayacağını anlamak, parti teşkilatına,
bu ülke insanına anlatmak ve dil ve söylemini buna göre yeniden yapılandırmak
zorundadır.
AKP kadrolarının 2003 yılından bu yana girdikleri AB’ye
dahil olma sevda ve mecrasından vaz geçmeleri, AB uyum yasaları çerçevesinde
yaptıkları tüm düzenlemeleri yeniden gözden geçirip kendi kültür ve medeniyet
kodlarımıza, toplumsal yapımıza göre yeniden tanzim etmeleri, tarihi bir
sorumluluktur.
Meydanlarda “Dindar nesil” isteyenlerin, AB’den ithal edilen
kavram, kurum, sistem ve yasalarla neslin bozulmasına, çürümesine, kendi kültür
ve medeniyetine yabancılaşmasına ve kafasının allak bullak olmasına sebebiyet
verecek, ithalattan kaçınmaları, makas/eksen değiştirmeleri gerekmektedir:
“Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi
O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur
ki korkup-sakınırsınız.”(6 Enam 153)
Kaynaklar
1- Ragıb el İsfahani, Müfredat, Pınar Yayınları, İstanbul,
2007, S: 1590-1593.
2- Öztürk, Y. N., Kuran’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut,
İstanbul, 1991, S: 659-666.
3- Delanty G. Avrupa’nın İcadı, Adres Yayınları, Ankara,
2004, S: 100-115, 2-20, 125-130.
4- Mısırlıoğlu, K., Lozan Zafer mi, Hezimet mi , İstanbul,
Sebil Yayınları, Cilt 1,1971, S:268-277.
5-17- Zaman Gazetesi, 17.12.2004.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder