5 Haziran 2014 Perşembe

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Teyit Ettiği Gerçek: Batı Dost Değildir

 (Milli Gazete)

“Kurtlarla arkadaş ol, yalnız elinden baltayı bırakma.” Rus Atasözü

Şer ittifakı olarak adlandırdığımız ABD-AB-İngiltere-İsrail-Siyonizm tarafından Türkiye’de, Taksim “Gezi Parkı” operasyonu ile Kadife darbe süreci, fiilen başlatılmıştır. Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci aşamasını, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasını ve MİT’in Tırları ve Dişişlerinin dinlenmesi ile dördüncü aşamasını tamamlamıştır. Soma maden ocağında vuku bulan kaza ya da sabotaj ile Kadife darbe sürecinin 5. aşaması başlatılmış ve devam etmektedir.

Kadife darbe başlangıcından buyana Kadife darbeci ulusal ve küresel organizasyonlar, Başbakan Erdoğan’ı diktatör olarak ilan etmiş, tüm sürecin sorumlusu olarak suçlamış ve karalamışlardır.

Fazilet Partisi içerisinde başlayan/başlatılan “yaşlı-genç”, “gelenekçi-yenilikçi” kavgasında şer ittifakı, tüm kuvvetleri ile “genç kanada”, onların değiştiğini seslendirerek, destek vermiştir. FP’nin gençler kanadı da, bir taraftan Batıya övgüler yağdırırken; diğer taraftan Erbakan ve arkadaşlarına ağır eleştiriler yöneltmişlerdir. Erbakan’ı, Batıyı anlamamakla, hayal dünyasında yaşamakla, hayaller peşinde koşmakla suçlamışlardır.

2003 yılında Erdoğan, yasaklı olduğu bir dönemde çıktığı dünya turunda, her gittiği yerde devlet başkanı muamelesi görmüş ve desteklenmiştir. “Büyük Ortadoğu Projesinin” eş başkanı seçilmiş ve Büyük Ortadoğu’ya “demokrasi” ve “laikliğin” gelip yerleşmesi için ciddi bir çabanın içerisinde bulunmuş ve AB üyeliği için seferber olmuştur. Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin AB üyeliğine yeşil ışık yakılmamış, Türkiye dışlanmış ve Erdoğan diktatör ilan edilmiştir.

Buradan çıkarılacak ders ne olmalıdır Burada bu konu ele alınacaktır.

Genel Sistem

Hz. Adem’le İblis arasında başlayıp daha sonra Peygamberlerin yolunu takip edenlerle İblisin-Tağut’un yolunu takip edenler arasında devam eden kavga, Hak- Batıl eksenli bir mücadele, kıyamete kadar devam edecektir. Hak ve Batıl şeklindeki iki farklı değer sistemi, iki farklı kimliğe (iman edenler-inkar edenler), iki farklı yola (Sırat-ı Müstakim ve Tağut’un yolu), iki farklı sisteme (hakka dayalı-Hevaya dayalı), iki farklı ahlaka (Güzel ahlak, kötü ahlak), iki farklı kültür ve medeniyete (Vahye dayalı, Seküler değerlere dayalı), iki farklı rehbere (Allah-Peygamber-Müminler, Şeytan-Tağut) ve iki farklı ödül sistemine (cennet, Cehennem) vücut veren ikili genel bir sistem ortaya çıkarmıştır.

İkili sistemin her biri, kendi içerisinde geniş bir yelpaze (spektrum) şeklindedir. Güneşin yedi rengi gibi her birinin kendi içerisinde farklı renkleri bulunmaktadır. Bu renk farklılığı, her iki sistemin içerisinde değer eksenli bir mücadelenin meydana gelmesine imkan vermektedir.

Bu iki ana sistem arasında değerler bazında uzlaşma olması mümkün değildir. İlahi sünnete göre Hakla Batılın karışımı batıldır, helalle haramın karışımı haramdır, marufla münkerin karışımı münkerdir. Ayrıca Kur’an’a göre imanla küfür arasında orta bir yol aramak da küfürdür(4 Nisa 150-151). Namazın her rekatında okuduğumuz Fatiha’da yaptığımız dua, sırat-ı müstakime ulaşma, gazaba uğrayanların ve dalalete düşenlerin yoluna sapmaktan korunma olduğunu hatırlamakta fayda vardır. İki farklı değer sisteminin karışımı ile meydana gelen değer sistemi (melez değer sistemi), iman edenlerin yoldan sapmasına ve tezat içerisinde olmalarına (şizofren) sebebiyet vermektedir (2 Bakara 137).

İman Edenlerle İnkâr  Edenlerin Dostluğu-Sırdaşlığı!

İlahi sünnete göre hak batıl merkezli/eksenli bir yapılanış, iki farklı kimlik mensupları (iman edenler, inkar edenler) arasında ciddi bir fay hattı meydana getirmektedir. Buna göre bu iki yol mensupları arasında, cemaat, ümmet, velilik, sırdaşlık, kardeşlik kavramlarının öngördüğü bir hukuk, bir yapılanış mümkün değildir. Buna karşılık her iki yolun mensupları kendi içlerinde cemaat, ümmet, veli, dost, sırdaş ve kardeş olabilmektedirler. Hak batıl düzleminde bu iki farklı kimlik mensuplarının müttefik olma hukuku ile veli, dost, kardeş, sırdaş, ümmet, cemaat olma hukukunu birbirine karıştırmamak gerekmektedir.

Büyük Dil ustadı Ragıb’e göre Veli kelimesinin esas kökü, velâ kelimesidir. Velâ ve velâyet, “zaman, mekan, din, inanç, itikat, değer, arkadaşlık, dostluk, sırdaşlık, bağlılık ve nisbet bakımından arada bir şey bulunmadan tam bir yakınlık, bitişiklik, yan yana oluş” anlamındadır (1,2). İçerisinde sevgi manasını da barındırmaktadır.

Veli kelimesi, Kur’an’da etkileştiği kavramlarla birlikte meydana getirdiği bir semantik alan vardır ve bu alanın merkezinde, Allah ve iman kavramları yer almaktadır. Bu semantik alan içerisinde Veli kelimesi, hubb (sevgi), bitane (sırdaş), halil (dost), Nusret (yardım) yardımcı (nâsır); arka veya sırt (zahr), destekçi (zâhir); müttefik (halîf), andlaşma, dost, dostluk (hılf); yardımcı (ensâr); yardımcılar, (a’vân); sırdaş (velîce) ve Velayetin zıddı( adavet) kavramları ile etkileşim içerisindedir.

Veli kavramı, bir taraftan Allah ile olan ilişkilere bir boyut ve çerçeve çizerken; diğer taraftan insanlar arasındaki ilişkilere, iman, değer, hak ve batıl merkezli bir boyut getirmektedir. Her iki ilişkide de çift yönlü bir etkileşim söz konusudur. Allah’tan İnsana doğru ve insandan Allah’a doğru çift yönlü ilişkide, Allah’ı veli kabul edenler ile Allah’ın dost kabul ettiği iki insan unsuru vardır. Veli kelimesinin insanlar arasındaki ilişkilerdeki etkileşimi, iman eksenli olup gerek iman edenlerle etmeyenler arasında ve gerekse her iki grubun kendi içerisindeki ilişkilerde iki yönlüdür.

İman eden ve inkar eden insan unsurlarını veli kavramı çerçevesinde analiz ettiğimizde, dört farklı durumla karşılaşmaktayız:

1- İman Edenler Birbirlerinin Velileridir(5 Maide 55-56; 6 Enam 62, 127; 7 Araf 196)

2- Küfredenler Birbirlerinin Velileridir (8 Enfal 72)

3- Zalimler Birbirlerinin Velileridir(45 Casiye19)

4-  İman Edenlerin Veli Edinmemesi Gereken İnsan Unsurları Vardır

Kuran’da, İman edenlerin birbirine veli olması, Allah ve O’nun Resulü sıralamasından sonra 3. sırada zikredilmesi (5 Maide 55-56); iman edenlerin birbirlerini veli edinmelerinin, “galip gelme” ve “Allah’ın taraftarları” ifadeleri ile birlikte kullanılması, konunun ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Cinsiyet düzleminde mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileri olup iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla görevlendirilmişlerdir (9 Tevbe 71). Dolayısıyla tebliğin neden olacağı gerilim ya da çatışma durumunda, kadın ya da erkek tüm müminlerin birbirinin velisi olduğu gerçeğinden hareketle birbirlerine sahip çıkmaları, birbirlerini savunmaları ve korumaları istenmektedir. Takva düzeyleri farklı olsa bile tüm müminler birbirlerinin velileridirler (7 Araf 196, 8 Enfal 34, 72).

Kur’an’ın konu çerçevesinde üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu, iman edenlerin birbirlerini veli edinmeleri iken; diğer bir konu da, iman edenlerin, bazı insan unsurlarını veli edinmemeleridir. İman edenlerin veli edinmemesi gereken insan unsurlarını, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

• Allahtan Başkasını Veli Edinenler (7Araf 3; 29 Ankebut 41; 42 Şura 6, 9; 25 Furkan 18)

• Kâfirler (3 Ali Imran 28; 4 Nisa144; 5 Maide 57; 8 Enfal 73; 9 Tevbe23, 24; 18 Kehf 102)

• Ehli Kitap-Yahudi ve Hıristiyanlar (3 Ali Imran 100; 5Maide 51,57, 80-82; 60 Mümtehine 7,8)

• Allah’ın Gazabına Uğrayanlar (58 Mücadele14; 60 Mümtehine 13)

• Allah’ın Düşmanları (60 Mümtehine 1,2; 58 Mücadele 22)

• Müminlerin Düşmanları (60 Mümtehine 1)

• Putlar (13 Rad 16; 22 Hac 13; 39 Zümer 3)

• Münafıklar(4 Nisa 88-91, 139-140)

• Müminlere Karşı Savaşanlar Ve Yurtlarından çıkaranlar(60 Mümtehine 8, 9)

• Zalimler (43 Casiye 18-19)

• Hicret Etmeyen Müslümanlar (4 Nisa 75; 8 Enfal 72)

• Şeytan (3 Ali Imran 175; 4 Nisa 76, 119; 6 Enam 121; 7 Araf 30; 16 Nahl 63, 99,100; 18 Kehf 50; 19 Meryem 44,45; 22 Hac 4)

İslam Kültür ve Medeniyeti Mensupları ile Batı Kültür ve Medeniyeti Mensupları Birbirlerinin Velisi Olabilir Mi?

Özünde eski Yunan, Roma, Yahudi ve Hıristiyan düşüncesi olan laik-seküler Batı Kültür ve medeniyet mensuplarının bize karşı tutum ve tavrı tarih boyu ne oldu, şimdi nedir, gelecekte ne olabilir Bir kriz anında, Batının menfaati yoksa kimin yanında yer alır Suriye’de binlerce insan ölürken, Filistin’de katliamlar yapılırken niçin sesi çıkmamaktadır “Arap baharı” adı altında İslam coğrafyasındaki diktatörleri yıkmak isteyen Batı, Mısır’da Sisi darbesini demokrasi adına nasıl ve niçin kutlayabilmiştir

Bu soruların cevaplarını verebilmek için tarihe kısa bir seyahat yapmamızda fayda vardır.

1857 yılında İngiliz Sömürgecisi Kaşif David Livingstone, “Medeniyetin iki öncüsü, Hıristiyanlık ve ticaret, birbirinden asla ayrılamaz.” derken; bir taraftan medeniyeti Batı ile özdeşleştirmekte; diğer taraftan da medeniyetin Hıristiyan değerlerine dayandığını ifade etmiş olmaktadır. 18.yüzyılda Rousseau, “Artık Fransa, Almanya, hatta İngiltere’nin var olmadığı, sadece Avrupalıların var olduğu”, bir çağın özlemini dile getirirken ana gerekçesi; “hepsinin aynı zevklere, aynı tutkulara ve aynı yaşam tarzına sahip olmuş olmaları” idi(3).

Livingstone’dan yaklaşık 100 yıl sonra, 1947 yılında, T.S. Eliot’un; “Yeni birlik sadece eski kökler üzerinde birleşebilir: Hıristiyan inancı ve Avrupalıların ortak olarak miras aldıkları klasik diller.” (3) tarzındaki yaklaşımı, Livingstone’unki ile aynıdır. Bugün de, “Avrupa fikri, görünüşte jeopolitik bir kavram olsa da, gerçekte kültürel bir model, kültürel bir yapı, kültürel bir kurgu...” (3) olarak değerlendirilmektedir. Geçmişte olduğu gibi bugün de Batı kendisini, kimliğini, karşıt değerler sistemine dayandırarak tanımlamakta; “Kendisi” ve “Öteki” kavramlaştırmasını karşıt değerlere göre yapmaktadır (3). O nedenle Batı için biz ötekiyiz, tehlikeli ve düşmanız. Şer ekseni dün dost değildi, bugün de değildir, yarın da olmayacaktır. Bunun için Sovyet sonrası Batı için Düşman İslam olarak seçilmiş NATO konsepti buna göre yeniden belirlenmiştir.

Türkiye’nin AB’ye Dahil Edilebilme Şartı Nedir

Bir kültür ve medeniyet, bir başka kültür ve medeniyet mensuplarını, kendi değerlerini reddedip kendi değerlerini kabullendikleri zaman benimser, içine alır. 17. yüzyılın sonlarında bir barış sever olduğu söylenen Quaker William Penn’in “Gelecekte Türklerin Avrupa birliğine dahil edilebilmesi için Hıristiyan olmasını, İslam’dan vaz geçmelerini” şart koşması bundan dolayıdır (3).

Keza “dünkü samimi dostlarımız” (!),Batının saygısını kazanabilmemiz ve medeni milletler topluluğuna dahil edilebilmemiz için Lozan’da Türkiye’nin halifeliği kaldırması, laikliği kabul etmesi ve İslam coğrafyası ile tüm bağlarını koparmasını şart koşmuşlardır:

“Lord Gurzon: Türkiye İslâmî alâkasını ve İslami temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.” (4)

Penn’den dört asır sonra, 21. yüzyılda, Fransız Cumhurbaşkanı Jacques Chirac,

Türkiye’nin AB’ne girebilmesi için ileri sürdüğü şartlar ile Penn’inkilerin aynı olması, bir tesadüf değildir:

“…Türkiye’nin değerlerini, yaşam tarzını, kurallarını derinden değiştirmesi gerekmektedir… Bizim paylaştığımız tüm değerleri ve kuralları benimsemesi ve bunun için Türkiye’nin kayda değer çabalar göstermesi gerekmektedir.” (5)

Sonuç: “Siz Değişip Sapmadıkça Onlar Sizi Dost-Sırdaş Edinmezler.”

Tüm değer sistemleri, kendilerinin mutlak doğru olduğuna inanır ve aralarındaki mücadele, sınırsız ve topyekûndur. Değer sistemi mensupları arasındaki münasebet, bu kanuniyete göre şekillenir. Bir değer sistemi, diğer değer sistemi mensuplarını kendi değer sistemlerini terk etmediği sürece kabul etmez. Yukarıda AB’ye girmek için Türkiye’ye yapılan teklifler buna uygundur. Türkiye’den istenen laik-seküler bir sistem kurun ve İslam dünyası ile bağlarınızı kesin, İslami Protestanlaştırarak seküler bir Müslüman insan unsuru inşa edin, AB’nin tüm değerlerini ve yaşam tarzını benimseyin, sonra gelin sizi AB’ye alalım, dost kabul edelim. Önce biz sapıp onları benimseyeceğiz, ondan sonra onlar bizi, dost kabul edeceklerdir:

“Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi.

Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, and olsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.” (17 İsra 73-74)

“Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp-uzlaşacaklardı.” (68 Kalem 9).

Bu ayetler, Tevhidi değerleri benimsememiş değer sistemi mensuplarının bize karşı tutum ve davranışlarının gerçek mahiyeti ortaya koyması, ifşa etmesi açısından önemlidir.

Taksim Kadife darbe süreci, Batının bu kirli yüzünü bir kez daha ortaya çıkarmıştır; yüzündeki maskeyi düşürmüştür. Kendi üretip kutsadığı tüm kavramları, ayaklar altına almıştır. Fırsatını yakaladığı anda, kin ve nefretini kusarak her türlü kötülüğü yapacağını, yapabileceğini ortaya koymuştur, koyacaktır da:

“Eğer onlar sizi ele geçirecek olurlarsa, size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin küfre sapmanızı içten arzu etmişlerdir.” (60 Mümtehine 2).

Milli Görüş içerisinde başlatılan “yenilikçi-gelenekçi” kavgasında Erbakan’ın küresel sistemle ilgili yaptığı kavgaya karşı çıkan bir Erdoğan, bugün Erbakan’ın çizgisine doğru yol alırken, AB’ye üyelik politiklarının, bu ülkeye ve bu ülke Müslümanlarına değer sistemi bazında neye mal olduğunun/olacağının muhasebesini yapmak zorundadır. O nedenle temel yanılgısını görmek, Batının asla dost olamayacağını anlamak, parti teşkilatına, bu ülke insanına anlatmak ve dil ve söylemini buna göre yeniden yapılandırmak zorundadır.

AKP kadrolarının 2003 yılından bu yana girdikleri AB’ye dahil olma sevda ve mecrasından vaz geçmeleri, AB uyum yasaları çerçevesinde yaptıkları tüm düzenlemeleri yeniden gözden geçirip kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza, toplumsal yapımıza göre yeniden tanzim etmeleri, tarihi bir sorumluluktur.

Meydanlarda “Dindar nesil” isteyenlerin, AB’den ithal edilen kavram, kurum, sistem ve yasalarla neslin bozulmasına, çürümesine, kendi kültür ve medeniyetine yabancılaşmasına ve kafasının allak bullak olmasına sebebiyet verecek, ithalattan kaçınmaları, makas/eksen değiştirmeleri gerekmektedir:

“Bu benim dosdoğru olan yolumdur, şu halde ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup-sakınırsınız.”(6 Enam 153)

Kaynaklar

1- Ragıb el İsfahani, Müfredat, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007, S: 1590-1593.

2- Öztürk, Y. N., Kuran’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991, S: 659-666.

3- Delanty G. Avrupa’nın İcadı, Adres Yayınları, Ankara, 2004, S: 100-115, 2-20, 125-130.

4- Mısırlıoğlu, K., Lozan Zafer mi, Hezimet mi , İstanbul, Sebil Yayınları, Cilt 1,1971, S:268-277.

5-17- Zaman Gazetesi, 17.12.2004.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...