29 Mayıs 2014 Perşembe

Taksim Kadife Darbe Sürecinin 5. Aşaması: Soma

(Milli Gazete)

Giriş

İlk Kadife darbe Dalgası (Birinci Nesil Kadife Darbeler), Sırbistan, Moldavya, Belarus, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Kıbrıs ve Lübnan darbe zinciridir. “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Tunus ve Mısır’da İktidarların yıkılmasına neden olan Kadife darbeler ise birincisinden farklı özellikler taşıdığından dolayı bunlara, İkinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz. Taksim “Gezi Parkı” operasyonu ile Kadife darbe süreci fiilen başlatılmıştır (3. Nesil Kadife Darbe”). Taksim Kadife Darbesi, Gezi parkı olayları ile başlamış (Başlangıç aşaması), Dershane savaşları ile ikinci aşamasını, Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile üçüncü aşamasını ve MİT’in Tırları ve Dışişleri’nin dinlenmesi ile dördüncü aşamasını tamamlamıştır.

Kadife darbeler, hazırlık dâhil yaklaşık beş yıllık bir döneme göre seçim endeksli olarak planlanmaktadırlar. Seçim sonuçlarına itirazla son darbe siyasi iktidara vurulmak istenir. Ancak Türkiye’de 30 Mart mahalli seçimlerinde sandıktan istenen kritik tablo çıkmamış, dolayısıyla istenen harekât başlatılamamıştır. Bununla beraber Türkiye’nin önünde Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler olmak üzere iki seçim daha vardır. Bize göre bu iki seçim dönemi de, Kadife darbe sürecine dâhildir ve her türlü operasyon ön görülmektedir. Soma maden ocağında olan kazadan sonra Türkiye’de vuku bulanlar, Soma ile ilgili hadiselerin Kadife darbe süreci ile bağlantılı olma ihtimalinin (5. Aşama) var olduğunu göstermektedir.

Burada, bu konu ele alınacaktır.

Taksim Kadife Darbe Sürecinin Muhtemel Stratejik Hedefleri

Türkiye’nin bölgesel güç olma, Yeni Osmanlı gayesini inşa etme, Suriye’de Rus-ABD ittifakının oluşturduğu Politikalara karşı politika oluşturma, İsrail’le uzlaşmama, Kıbrıs, Ermenistan ve Suriye meselelerini ABD/Batının istediği şekilde çözmeme, İslam coğrafyasındaki halkların diktatör yönetimlere baş kaldırmasında halkların yanında yer alma ve Diyarbakır’da Türk- Kürt Kardeşliği temelli yeni bir eksen oluşturma gibi nedenlerle ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”, İsrail’in/Siyonizm’in “Büyük İsrail Projesi”, AB’nin “2. Sevr projesi”, Rusya’nın “Sıcak denizlere Açılma Projesi”, İran’ın “Şia Güvenlik Hattı Projesi” ve İşbirlikçi diktatör Arap yönetimleri ile çatışmaktadır. Bu sebeple Türkiye karşısında, şartlara bağlı olarak katılımcıları değişen bir cephe meydana gelmiştir. Bu cephe, kendi menfaatine uygun olarak Türkiye’deki kadife darbe sürecine yeri ve zamanı geldiğinde destek vermektedir ya da desteğini çekmektedir.

İç siyasetin bu küresel operasyonu iyi algılaması ve ona göre tepki vermesi, hem ülke hem de parti menfaatleri açısından daha yararlıdır. Toplumsal şuur altı siyasiler tarafından iyi okunmalıdır. Taksim Kadife Darbe sürecini bu açıdan en iyi anlayan ve tavır koyan MHP lideri Bahçeli olmuştur.

Taksim Kadife Darbesi, Küresel Tefeci Sermaye ile işbirliği içerisinde, “İstanbul Dukalığının” öncülüğünde başlatılmıştır. Taksim Kadife Darbesinin çelik çekirdek kadrosu, ilk halka olup ABD-İngiltere-İsrail-Küresel Tefeci Sermaye-AB’den oluşan küresel operasyonları yöneten kadrodur. İkinci halkası “İstanbul Dukalığı/Baronlar” diye anılan ve Taksime çıkıp “çapulcu” olduklarını açıklayan kadrodur. Bunlar işin strateji boyutu ile meşgul iken strateji ve taktiklerin uygulayıcısı operasyonel güç, yapı, üçüncü halkada yer almaktadır. Taksim gezi parkı hadiselerinde üçüncü halkada ‘Sol-Alevi yapılar’ yer alırken; Gülen hareketi, Üçüncü halkaya dershaneler savaşı ile eklemlenmiş ya da eklemlenmek zorunda bırakılmıştır. Ya da Gülen Hareketi maskesi takmış, mahiyetini henüz keşfedemediğimiz/bilemediğimiz bir yapı, Gülen Hareketinin asıl kadrolarına rağmen operasyon yürütmektedir.

Soma Kazasından sonra Türkiye’de vuku bulan olaylar ve yürütülen Psikolojik harekât, Taksim Gezi Parkı hadiseleri ile başlayıp Dershaneler aşamasına gelinceye kadar ki dönemle neredeyse birebir benzerlik arz etmektedir.

Üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmiş bir strateji ve bir yol haritası söz konusu olup önümüzdeki iki seçim döneminde de kavga, daha da sertleşecektir. O nedenle çizilen bu stratejinin öncelikli hedeflerini bir kez daha hatırlamakta fayda vardır:

Güçlenen, bölgeye ve dünyaya açılan istikrar içindeki Türkiye’yi istikrarsızlığa sokarak kendi içine kapatmak.

Türkiye’nin Rusya, Çin, İran, Pakistan ve Afrika ülkeleri ile kurduğu ilişkileri bozmak; ABD, AB, İsrail, İngiltere, İMF ve Dünya bankasına muhtaç hale getirmek.

Türkiye’nin ekonomik dengesini bozmak

Türkiye’nin sanayileşmesini, özellikle savunma sanayisine sahip olmasını engellemek.

Türkiye’nin Enerji Üretim Bölgesini ve Enerji nakil hattını kontrol eder duruma gelmesini engellemek

Türkiye’nin bütünleşmesini ve kaynaşmasını sağlayacak “Çözüm Sürecini” engellemek. Türk-Kürt Kardeşliği projesini engellemek

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını engellemek

Yeni Anayasa yapımını engellemek

 Şer ekseninin “İslam’ın İslam’la Savaşması Projesi” çerçevesinde Türkiye’deki tüm İslami camiaları birbirine düşman etmek ve aralarında derin fay hatları oluşturmak

Başbakan Erdoğan’ın siyasetten tasfiye edilmesi ve AK Parti’nin el değiştirmesini sağlamak. Bu başarılamaz ise AK Partiyi parçalamak, hatta kapatmak

Çizilen bu stratejiye uygun olarak taktik hamleler gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla yapılan hamleler, birbirinden bağımsız, birbirinden kopuk olmayıp birbirinin devamı, tamamlayıcısı, hatta bir ileri aşaması olarak tasarlanmış taktiklerdir.  Hatta belli konularda/alanlarda beklenti oluşturup tam ters bir noktadan harekete geçilmekte darbe vurulmaya çalışılmaktadır.

Burada söylenmek istenen, bu eylemlerin her biri, ana stratejinin ara hedeflerini elde etmeye dönük birer taktik eylemlerdir. Bu taktiklerin başarısı veya başarısızlığı, ana stratejiye katkısına bağlı olarak ölçülmeli ve değerlendirilmelidir. Düşülecek en büyük hata, ana stratejiyi göz önüne almadan sadece taktik hamlelere, taktik hamlelerle cevap verme, karşı koyma ve başarısız kılma gayreti içerisinde olmadır.

Diğer taraftan iktidar ve muhalefetiyle siyasi partilerin dikkat etmesi gereken şey, bunun küresel bir operasyon olduğu gerçeğidir. Bu nedenle her iki kesimin kullanacağı dil, rey toplamaya dönük olmamalı; birlik ve beraberliğe sağlamaya dönük olmalıdır. Burada da öncü olup dil ve söylemini ayarlaması gereken Başbakan’dır, Başbakan olmak zorundadır.

Soma Maden Ocağını İşleten Soma Kömür A.Ş’nin Ortakları Kim

Manisa’nın Soma ilçesinde, 13 Mayıs 2014 günü meydana gelen maden faciasında, 301 işçi kardeşimiz vefat etmiştir. Hepsine Allah’tan mağfiret, geride bıraktıkları kederli aile efradına başsağlığı diliyoruz. Devletin geride kalanlar için üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmek mecburiyetinde olduğunu da hatırlatmak istiyoruz.

MHP lideri Bahçeli, Soma kazası ile ilgili yaptığı bir konuşmada, “Soma Kömür A.Ş’nin ortakları da araştırılacaktır” gibi imalı bir konuşma yapmıştır. Kazadan dolayı şirketin hissedarlarını sorgulaması, bir mesaj olarak değerlendirilebilir.

Soma Kömür A.Ş, adlı şirketin Alp Gürkan’ın oğlu Can Gürkan’ın %25, Alp Gürkan’ın %17, Müzeyyen Nazlı Asafrana’nın % 5, İsmet Kasapoğlu ve İsmail Hakkı Kalkavan’ın on binde 1’in altında hisseleri vardır. Şirketin en büyük ortağı ise %53 pay ile Tilaga Madencilik A.Ş’dir. Alp Gürkan, Tilaga Madencilik’de % 53’lük bir hisseye sahiptir. Bu pay göz önüne alınınca, kendisinin Soma Kömür A.Ş’deki toplam payı % 44 civarında olup Soma Kömür A.Ş’nin en büyük ortağı konumundadır. “Şirketin % 20’si ise yurtdışında kayıtlı Saff Investments ve Tilaga Investments’a aittir. Alp Gürkan’ın % 51 pay sahibi olduğu şirkette Saff Investments adlı yurtdışı kayıtlı bir şirket, % 25 paya sahip. Yine yurtdışında kayıtlı bir başka şirket olan Tilaga Holdings ise % 14 pay sahibi. Yani Soma A.Ş’nin büyük ortağı Tilaga Madencilik’te yurtdışı kayıtlı şirketlerin payı %39. Bu da, facianın yaşandığı Soma Kömür’de % 20 oranında ortaklıklarının olduğu anlamına gelmektedir”(1).

Burada önemli olan nokta, yabancı ortakların kimler olduğu ve Bahçeli’nin ortaklar üzerinde durmasının sebebinin ne olduğudur Bu kazadan sonra şirketteki hisse oranlarında yabancı ortaklar lehine bir hisse değişiminin olup olmayacağı önemli olduğu gibi; bu yabancı ortakların Taksim Kadife darbe sürecini destekleyen İstanbul dukalığı ve küresel sermaye ile ilgilerinin olup olmaması da önemlidir. Eğer böyle bir bağ varsa olayın mahiyetini farklı mecralarda aramak gerekmektedir.

Medyada yer alan bilgilere göre Soma’daki maden ocağının ruhsat sahibi, Türkiye Kömür İşletmeleridir (TKİ). Türkiye Kömür İşletmeleri, hizmet alımı yöntemiyle ocağı Soma A.Ş.’ye vermiştir. TKİ ve Soma A.Ş arasındaki anlaşmada, devlet ocaktan çıkan tüm kömürleri alma garantisi vermektedir. Dolayısıyla Soma Madencilik A.Ş., TKİ adına taşeron olarak ocaktan kömür çıkartmaktadır. Maden ocaklarında yapılan bu taşeronluk sistemi, 2003 yılından bugüne uygulanmaktadır. Bu sistemde, Enerji Bakanlığı, verilen projeleri onaylamakta, iş güvenliği denetimleri ise Çalışma Bakanlığı tarafından yapılmakta ve ruhsatlar, Başbakanlık tarafından verilmekte ya da yenilenmektedir.

Bu durumda Soma Kazasında birinci derecede sorumluluk, madeni işleten firmaya, İkinci derecede orayı denetleyen ve rapor veren kuruma, üçüncü derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklara ve dördüncü derecede Başbakanlığa aittir, ait olması gerekir.

Soma Maden Kazası İle Başlayan Süreç İkinci Gezi Vakası mı

Taksim Gezi Parkı hadiseleri ile başlayan ve ardından 70 vilayette eş zamanlı yapılan eylemlerde kullanılan dil ve sloganlarla; Soma kazası olur olmaz Türkiye’nin birçok ilinde eş zamanlı yapılan eylemlerde kullanılan dil ve sloganlar arasında çok ciddi bir benzerlik bulunmaktadır. Taksim Gezi parkında yer alan eylemci grupların, anında Soma’da gösteri yapması, “Her yer Soma; her yer direniş”, “ya direniş ya ölüm” sloganları ile halkı tahrik edip sokağa dökmeye çalışması, ardından gezi parkı olaylarının sonrasında yapıldığı gibi Türkiye’nin değişik bölgelerinde eş zamanlı olarak `Sol-Alevi’ diye tanımlanan eylemci grupların harekete geçerek ortalığı yakıp yıkması, Alevi-Sünni fay hattı oluşturma ya da var olan fay hattını enerji ile yükleme amacı güdülmesi, olayların en çok dikkat çeken yönüdür. Diğer taraftan gerek ulusal büyük medyanın ve gerekse küresel medyanın ağız birliği etmiş gibi aynı ağızdan konuşması; gerçekleri çarpıtarak vermesi, Türkiye’nin küresel bir operasyonla karşı karşıya kaldığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Soma kazasında birinci derecede sorumluluk, madeni işleten firmaya, İkinci derecede orayı denetleyen ve rapor veren kuruma, üçüncü derecede ilgili bakanlık ya da bakanlıklara ve dördüncü derecede Başbakanlığa ait iken, kaza olur olmaz Taksim Kadife Darbesinde yer alan ulusal ve uluslararası ekiplerin hep bir ağızdan, eş zamanlı olarak bizzat Başbakan’ı birinci derecede suçlu ve sorumlu ilan etmesi, hedef tahtasına koyması ne anlam gelmektedir Bunun bir tek anlamı vardır; o da, Soma, Taksim Kadife darbe sürecinin yeni bir aşamasıdır.

Kadife darbeci medya grubunun (ulusal, uluslararası) Soma Maden kazası ile ilgili, “15 yaşındaki madenci”, “Başbakan markete sığındı”, “Suriyeli işçiler”,  “Ölü sayısı açıklanandan fazla”,  “Ölü sayısı saklanıyor”, “Yalan! 301 değil, 787 kişi öldü, bizi kandırıyorlar!”,  “Üzerlerine beton dökülüp madene gömülecekler,” şeklinde yapılan seri yalan üretimi, Taksim Gezi parkı olaylarındakinin benzeridir. Bu iç dış medya ittifakı, bu ülkenin hayrına değildir. Soma Kazası ile ilgili İngiliz ve Alman medyasının ağır ifadeler kullanarak Başbakan Erdoğan’ı suçlaması, Taksim Gezi olaylarındaki tutumları ile paralellik arz etmektedir (2, 3, 4).

Soma’da kaza olduğundan buyana, genel olarak, Soma kazası tartışılmamakta, Taşeron sistem ve yapılan özelleştirmeler, olumlu rapor veren şahıs ve kurumlar sorgulanmamakta, doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan suçlu ilan edilip hedef alınmaktadır. Bu şekilde bir hedef ortaya konması, Taksim Kadife Darbe sürecinin amacı ile uyumlu olup örtüşmektedir

Soma Maden A.Ş. patronlarına hiç yer vermeyip, onları hiç sorgulamayıp, doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan’ın suçlu ilan edilmesi, farklı niyetlerin varlığına işaret etmektedir. Soma Maden A.Ş.’nin ortakları, gerek ulusal ve gerekse uluslararası medya tarafından korunduğuna göre kimlikleri önemli olup daha derin bir şekilde incelenmeli ve araştırılmalıdır. Bu işin arkasındaki güçleri ortaya çıkarmak ve ifşa etmek siyasi iktidarın ve devletin görevidir.

Diğer taraftan Başbakanlığa kadar ulaşan bir ihmal zinciri söz konusu ise bunun da hesabı sorulmalıdır ve verilmelidir.

Soma Bir Sabotaj mi  

Soma Kazasına Başbakan merkezli odaklanılması, taşeron sistemler ve özelleştirmelerin sorgulanmasını engellemektedir. İddialara, medyada yer alış şekline göre maden ocağında ısı, metan gazı ve karbon monoksit gaz oranları artmış, fareler, madeni terk etmiştir. Bunları gören ve bilen sendika, ne yapmıştır ve ne tavır ortaya koymuştur Yönetime bir teklif götürmüş müdür Götürmüş ise yönetim ne tepki vermiştir Götürmemiş ise neden Eğer bir teklif götürüp de, yönetim hiçbir tedbir almamış ise niçin ilgili mercilere başvurmamış ya da basın açıklaması yapmamıştır Sendikacılık ya yıkmak ya susmak olmamalıdır. Bu vesile ile sorgulanması gereken bir başka nokta da, Türkiye’deki sendikacılığın içinde bulunduğu durumdur.

Madenlerde çalışan işçiler, ustabaşılar, kazalar konusunda daha duyarlı ve şuurludurlar. Bugün ortaya atılan iddialar, o gün gerçekse niçin işçiler herhangi bir harekette bulunmamışlar, normal şekilde işlerine devam etmişlerdir Yoksa kaza sonrasında söylenenler, bir psikolojik harekâtın ürünü müdür Eğer böyle bir şey varsa bu psikolojik harekâtı yürüten güç ya da güçler kimlerdir

Bununla beraber sorgulanması gereken bir nokta da, kaza olur olmaz, Taksim Kadife darbesinde yer alan hem ulusal hem de uluslararası ekiplerin tek ses olarak, eş zamanlı bir şekilde yayın yapmaları, eylemci grupların Türkiye’nin birçok bölgesinde aynı anda eyleme geçmeleri ve aynı dili kullanmalarıdır. Bütün bu soruları ve süreçte olanları göz önüne aldığımızda, Soma madeninde vuku bulan olay, bir kaza değil bir sabotaj olabilir. Bu yönde bir araştırma yapılmasında fayda vardır. Çünkü kaza gerekçesi olarak baştan beri söylenen Trafo patlamasıdır. Bu yanlış bilgi, kim tarafından, niçin ve hangi amaçla servis edilmiştir Araştırılmalıdır.

Sonuç: Başbakan Erdoğan Az, Öz ve En Son Konuşmalıdır

Soma kazası ile provokasyon/sabotaj içeren Çukurca, Dağlıca, Aktütün, Uludere, RF4 uçağı, Afyon mühimmat deposunda patlama ve Reyhanlı olaylar arasında ilginç bir başka benzerlik, Başbakanın ilk kullandığı bilgilerin hep yanlış çıkmış olmasıdır. Bu konu üzerinde Başbakan durmalıdır.

Ayrıca kaza dolayısıyla Soma’da yaptığı konuşmanın bir bölümü, gerçekten de söylenmesi gerekenlerdi ve tam yerinde ve zamanında söylenmişti. Ancak kazayı işin fıtratına bağlaması, 100 yıl önceki kaza istatistiklerini referans alıp da aynı ülkelerde bugünkü verileri göz önüne almaması, yanlış olmuştur. O nedenle Başbakan, her olayda ilk konuşan, beyanat veren değil; en son konuşan, derleyen, toplayan ve gerilimi düşüren olmalıdır.

Kaynaklar

1-Taraf, 19.05.2013.

2- Kıvanç, T,  Star 19.05.2014

3- Köprülü,S., Yeni Şafak 19.05.2014

4- Dilipak, A., Yeni Akit 19.05.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...