“Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (8/Enfâl, 46)
Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile
başlayan Taksim Kadife Darbe Sürecinin gerçek amacı, sadece bir
siyası iktidarı devirmek değil[1], Türkiye’yi sosyolojik olarak ayrıştıracak, bölecek,
parçalayacak bir sosyolojik savaşı başlatıp derinleştirmek ve nihayetinde Türkiye’yi
Suriyeleştirmek, Libyalaştırmak, Iraklaştırmaktır (1).
15 Temmuz 2016 İhanet Hareketi, Gülen Hareketini bir Truva
atı olarak kullanan Şer İttifakı’nın Türkiye’ye karşı
başlattığı sosyolojik savaş amaçlı askeri bir darbe girişimi olup sürecin
devamıdır (1). Bir gün içerisinde askeri boyutu tasfiye
edilen darbe girişiminin, sosyolojik boyutu gerektiği gibi göz
önüne alınmadığı için darbe, her geçen gün yeni fay hatları inşa ederek veya
var olan fay hatlarına enerji yükleyerek sosyolojik olarak devam etmekte,
öngördüğü hedeflere adım adım yürümektedir. Süreç, önde olmayan,
görülmek istemeyen, “gizli bir el ve gizli bir güç” tarafından
yöneltilmektedir (1, 2).
Taksim Kadife Darbe Sürecini, Sosyolojik Savaş amaçlı 15
Temmuz İhanet Hareketi’ni ve İran’daki Musaddık Darbesini göz önüne aldığımızda
süreç, gayrimemnun üretme, güvensizlik tohumları ekerek toplumsal dayanışmayı
yıkma amaçlı olarak gizli bir merkez tarafından yönetilmekte olduğunu
söyleyebiliriz.
Medyaya yansıyan boyutu ile Şehir Üniversitesi
vakası/operasyonu/ provokasyonu ile başlatılan yeni süreç, Bilim ve Sanat Vakfı’na
geçici yönetim (geçici kayyum(!)) atanması ile devam etmektedir.
Burada, medyaya yansıyan verilere, tarafların yaptığı basın
açıklamalarına ve var olan yasalara dayanılarak Bilim ve Sanat Vakfı’na “geçici
yönetim” atanması ve bunun gelecekte neden olabileceği tehlikeler sosyolojik
savaş kapsamında ele alınıp değerlendirilmektedir.
Tehlike 1: Şehir Üniversitesine “Bedelli”,
“Bedelsiz” Tahsislerin/Devrin İptal Edilmesi Diğer Vakıf Üniversiteleri
İçin Örnek Teşkil Edecek
Olayların perde
arkasını daha iyi anlayabilmek, geleceğe ilişkin bir öngörüde bulunabilmek
için Dragos’taki tekel arazisinin İstanbul Şehir Üniversitesi’ne hem “tahsisinin” hem
de “bedelsiz tahsisinin”/”devrinin” hukuki süreçlerini özet
olarak analiz etmekte fayda vardır.
Türkiye’de vakıf üniversitelerine kampüs arazisi sağlamak
amacıyla “bedelli tahsis”, “bedelsiz tahsis” ve “devir” yapılmaktadır.
Tahsisi ya da devri yapılan arazilerin kullanımı, tapu şerhiyle kayıt altına
alınmaktadır.
Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde 2009 yılında Dragos Kampüs
arazisi Özelleştirme İdaresi tarafından önce Maliyeye/Millî Emlak’a/hazineye
bedelsiz devredilmiş; sonra da Milli Emlak tarafından Üniversite’ye tahsis
edilmiştir (3, 4, 5).
2013 yılındaki ek kararla yapılan bu tahsisin kapsamı ilave
parsellerle genişletilmiştir. Gerek Erdoğan ve gerekse Davutoğlu’nun
Başbakanlığı/Özelleştirme Yüksek Kurulu Başkanlığı döneminde Özelleştirme
Yüksek Kurulu tarafından Şehir Üniversitesi’ne sekiz adet taşınmazın devri
yapılmıştır (09.12.2013 tarih ve 2013/199 sayılı ve 24.11.2014 tarih ve
2014/116 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararları) (3, 4). Özelleştirme
Yüksek Kurulu, arazinin “eğitim öğretim hizmetlerinde kamu yararı
çerçevesinde kullanılmasına” ilişkin bir protokolün hazine
ile üniversite arasında yapılmasını istemiştir (9.12.2013 tarih ve 2013/199
sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu kararı) (3, 4).
Bu tarihten itibaren tahsis kararının iptal edilmesi için
Kartal Belediyesi, bazı sendikalar ve TMMOB tarafından davalar açılmıştır. Bu
bağlamda Kartal Belediyesi açtığı davada, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun
9.12.2013 tarih ve 2013/199 sayılı kararında söz konusu edilen arazının
İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmek üzere Maliye
hazinesine “bedelsiz olarak devredilmesinin” iptal edilmesini
istemiştir. Açılan dava Danıştay 13. Dairesinde görüşülmüş, Danıştay 13.
Dairesi, 7.5.2014 tarih ve 2014/104 sayılı kararı ile söz konusu arazinin
hazineye bedelsiz olarak devredilmesine ilişkin yürütmenin (mahkeme sonuçlanıncaya
kadar) durdurulması kararını vermiştir. Daha sonra da Danıştay 13.
Dairesi, 10.12.2014 tarih ve 2010/2932 E.; 2014/4155 K. sayılı kararı
ile tahsis kararını tamamen iptal etmiştir.
25.11.2010 tarihinde 6082 sayılı kanunun 16. Maddesiyle,
4046 sayılı Özelleştirme Kanunu’nun 2. Maddesinin (i) bendinde aşağıdaki
değişiklik yapılarak özelleştirme sürecine kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim
kurumları da dâhil edilmiştir:
“Madde 16-24/11/1994 tarihli ve 4046 sayılı Özelleştirme
Uygulamaları Hakkında Kanunun 2.nci Maddesinin (i) bendinde yer alan “ile
mahalli idareler” ibaresi “ile kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumları ve
mahalli idarelere” şeklinde değiştirilmiştir."
Bu değişiklik, Özelleştirme İdaresi uhdesindeki
taşınmazların, kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumlarına tahsisine,
devrine imkân vermektedir.
Özelleştirme Yüksek Kurulu, İstanbul Şehir Üniversitesi ve
Danıştay 13. Dairesi arasında sık sık atıfta bulunulan 4046 ve 5018 sayılı
yasaların konumuzla ilgili maddelerinin hatırlanmasında fayda vardır.
“4046 sayılı Kanunun 2/i maddesi: “Özelleştirme uygulamalarında, millî güvenlik ve kamu yararının gerektirdiği durumlar hariç, kamu kurum ve kuruluşları ile kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim kurumları ve mahalli idarelere” devir yapılmaması ilkeleri esas alınır”. (4046, M.2/i).
“5018 sayılı Kanunun 45/3 Maddesi: “Kamu
idareleri, ihtiyaç fazlası taşınırları ile görmekle yükümlü olduğu kamu
hizmetlerinde kullanılacağına ve amacına uygun kullanılmaması hâlinde geri
alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulması kaydıyla taşınmazlarını diğer
kamu idarelerine bedelsiz olarak devredebilir.” (5018,
M.45/3).
Bu kanun maddelerinde, “devir”, “bedelsiz
devir” kavramlarına ve “millî güvenlik ve kamu yararının
gerektirdiği durumlarda”, “kamu hizmetlerinde kullanılma şartı” ifadelerine
yer verilmektedir. Dolayısıyla “millî güvenlik ve kamu
yararının gerektirdiği durumlarda” “kamu tüzel kişiliğine sahip eğitim
kurumları ile mahalli idarelere” özelleştirme kapsamında “devir”,
“bedelsiz devir” yapılabilir. Anayasanın 130. Maddesine göre Vakıf
Üniversiteleri, “kamu tüzel kişiliğine sahip kurumlardır.” Dolayısıyla
onlara da özelleştirme kapsamında tahsisi, devir, bedelsiz
devir/tahsis yapılabilmesinde yasal bir sakınca yoktur.
Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta, Başbakan
Erdoğan tarafından Şehir Üniversitesi’ne yapılan tahsisin, Danıştay 13.
Dairesi’nce iptal edilme gerekçesidir. 13. Daire’ye göre 4046 sayılı yasaya
göre özelleştirme yapılabilmesi için 1- “Ekonomide verimlilik artışı”,
2- “Kamu giderlerinde azalma sağlanması” şartlarının gerçekleşmesi gerekir.
Danıştay 13. Dairesi, bu iki faktörü göz önüne alarak Şehir Üniversitesi’ne
ilişkin yapılan tahsis ile ilgili, “Milli Güvenlik ve kamu yararı
açısından eğitim kurumlarına devrini zorunlu kılan sebeplerin somut bir şekilde
ortaya konulmasına” ilişkin bir rapor sunulmadığı görüşünden hareketle
yapılan tahsis işleminde “hukuka uygunluk” görmemiştir:
“Dosya içeriğinden, uyuşmazlık konusu taşınmazların
İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmek üzere Maliye Hazinesine
devredilmesini zorunlu kılan sebeplerin somut bir şekilde ortaya konulmadığı
görüldüğünden, taşınmazların 4046 sayılı kanunun 2. fıkrasının (i) bendi
gereğince İstanbul Şehir Üniversitesi’ne tahsis edilmek üzere Maliye
Hazinesine bedelsiz olarak devredilmesine ilişkin
dava konusu işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir.” (Danıştay
13. Dairesi’nin 7/5/2014 tarih ve 2014/104 sayılı kararı)
Danıştay 13. Dairesi önce yürütmenin
durdurulmasına sonra da tahsisin iptal edilmesine karar vermiştir.
Söz konusu arazının bedelli tahsis işleminin iptal edilmesi
üzerine Özelleştirme Yüksek Kurulu, 29.05.2015 tarih ve 2015/32 sayılı
kararı ile söz konusu araziyi, tapuya “Eğitim öğretim hizmetlerinde kamu
yararı çerçevesinde kullanılması” şartını koyarak İstanbul Şehir
Üniversitesi’ne “bedelsiz olarak devretmiştir.”
Dragos kampüs arazisinin Üniversite’ye bedelsiz devrinin
üzerinden 18 ay geçtikten sonra ve “30 günlük dava açma süresi çoktan geçmiş
olmasına rağmen” 06.12.2016 tarihinde TMMOB tarafından,
5. İdare mahkemesine devir işleminin iptali için yeni bir dava açılmıştır.
Açılan dava, 31/03/2017 tarihinde 5. İdare Mahkemesi tarafından red edilmiştir.
Bunun üzerine TMMOB, Bölge İdare Mahkemesine başvurmuş ancak mahkeme 30/05/2017
tarihinde davayı red etmiştir (1, 6).
Bu red kararı üzerine TMMOB davayı devir işleminden yaklaşık
otuz ay sonra 01.02.2018’de Danıştay’a taşımış ve Danıştay 13. Dairesi,
Özelleştirme İdaresi’nin 237 parsel numaralı taşınmaza ilişkin devir
işlemi ile ilgili önce yürütmenin durdurulmasına daha sonra da devir işleminin
iptaline karar vermiştir (4,6).
Yapılan yargılama sonucunda Danıştay 13. Dairesi
Üniversite’nin itirazlarını kabul etmeyerek devir işlemini ikiye karşı üç oyla
iptal etmiştir. Üniversite, kararı, Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu
nezdinde temyiz etmiş; Kurul da yine bir oy farkla Üniversite’nin temyiz
talebini reddetmiştir. Böylece karar kesinleşmiştir (5,6).
Danıştay 13. Dairesi’nin
verdiği kararda;
“…Davalı Özelleştirme İdaresi başkanlığınca, dava konusu
devir işleminin salt takdir yetkisine dayanarak tesis edildiği, bu işleme
ilişkin herhangi bir gerekçeye yer verilmediği, taşınmazın devredilmesini zorunlu
kılan sebeplerin somut bir şekilde ortaya konulmadığı, devre ilişkin kararın
tesisinden önce bu hususa ilişkin herhangi bir çalışma veya değerlendirme
raporunun da sunulmadığı görüldüğünden anılan taşınmazın bedelsiz
olarak devredilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka
uygunluk bulunmamaktadır.
Nitekim, 14/12/1983 tarih ve 18251 sayılı Mükerer Resmi
Gazete’de yayımlanan mülga 178 Nolu Maliye Bakanlığı’nın Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13. Maddesinde, Milli Emlak Genel
Müdürlüğü’nün, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlerden kamu hizmeti için kullanılması gerekli olanların;
genel, katma ve özel bütçeli idarelere tahsis etme yetkisini haiz olduğu
belirtilerek, Hazinenin özel mülkiyetinde bulunan bir taşınmazın
dahi kamu idarelerine doğrudan devrine ilişkin bir yöntemin
öngörülmediği, ancak ve ancak tahsis suretiyle kamu
idarelerince kullanımının mümkün olabileceği kurala bağlanmıştır.
Bu itibarla, davaya konu taşınmazın İstanbul Şehir Üniversitesi’ne bedelsiz devredilmesine ilişkin işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı, uygulanması hâlinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacağı sonucuna ulaşılmıştır.”
Danıştay
13. Dairesi, iptal gerekçesini şu esaslar üzerine bina etmiştir:
1. Şehir
Üniversitesi’nin 5018 sayılı kanun çerçevesinde, “bir kamu idaresi” değildir.
2. “Devrin
hangi yöntemle yapılacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir.”
3. Bedelsiz
tahsis işlemi için gerekçeli bir rapor hazırlanmamıştır.
4. Hukuka
uygunluk yoktur.
5. “Uygulanması
hâlinde giderilmesi güç veya imkânsız zararların doğmasına yol açacaktır.”
6. Özelleştirme İdaresi “salt takdir yetkisi” kullanmıştır.
Danıştay’ın iki üyesi, “İdarenin takdir yetkisinin
olduğu” ve “yapılan işlemde kamu yararının da bulunduğunu” ayrıntılı
bir gerekçe yazarak alınan karara muhalefet şerhi düşmüşlerdir.
4046 sayılı Kanunun 2/i maddesi ile 5018 sayılı Kanunun
45/3 maddesinde devir işleminin yapılabilmesi için en temel
kriter, ölçüt, “kamu yararının bulunup
bulunmaması” olgusudur.
Danıştay 13. Dairesi, 5018 sayılı yasaya
atıfta bulunularak, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun söz
konusu taşınmazı, İstanbul Şehir Üniversitesi’ne hem bedelli (Başbakan Erdoğan,10.12.2014
tarih ve 2010/2932 E.; 2014/4155 K. sayılı Kararı) hem de bedelsiz olarak
(Başbakan Davutoğlu, 27/09/2018 tarih 2018/361 sayılı Kararı) yaptığı
tahsisleri iptal etmekle, dolaylı olarak, “Vakıf yükseköğretim
kurumlarının kamu tüzel kişiliği özelliğine haiz olmadığına” işaret
etmiştir.
Bu, “yeni bir içtihat olup” Anayasa’nın
130. Maddesine göre kurulan ve devletten taşınmaz tahsisini bedelli veya
bedelsiz alan tüm vakıf yükseköğretim kurumlarını ilgilendirmektedir.
Diğer taraftan Danıştay 13. Dairesi’nin, yasal müracaat
süresinden yaklaşık olarak 30-35 ay geçtikten sonra dava açması, yargı
sisteminde zaman aşımı mefhumunun unutulması gerektiği
anlamına gelmektedir.
Gelinen bu aşama, Türkiye’de gelecekte çok sıkıntılı
süreçlerin başlatılmasına, yeni gerilimlerin doğmasına imkân verebilecektir.
Devletten tahsis almış tüm vakıf üniversitelerinin gelinen bu süreci, kendi
içlerinde yeniden değerlendirmelerinde fayda vardır. Yakın bir zamanda,
bazı vakıf üniversiteleri için yeni bir tartışma ve yeni bir yargı süreci
başlatılabilir. Türkiye buna hazır olmalıdır.
Davaya ilişkin dokümanlar incelendiğinde dikkat çeken bir
başka nokta da TMMOB’un dava açma gerekçeleri ile Danıştay’ın yürütmeyi
durdurma ve iptal gerekçeleri arasında bir “illiyet bağının
bulunmamasıdır” (27/09/2018 tarih 2018/361 sayılı Karar) (4, 6). Bu da
gelecekte çok tartışılacaktır.
Tehlike 2: “Tapu İptal Davası Açılmaması”
Dikkat çeken önemli bir nokta da, “Şehir Üniversitesi’ne
tahsis edilen
taşınmazlardan sadece bir adet taşınmazın (237 parsel)
tahsisi, Danıştay
tarafından iptal edilmiştir. Diğer parsellerle ilgili
dava açılmadığından ve açma
süresi geçtiğinden Üniversite’nin mülkiyet hakkı diğer
yedi parsel üzerinde otomatik olarak
kesinleşmiştir.”(7). Dolayısıyla Dragos kampüs arazisinin tapuları
hâlen İstanbul Şehir Üniversitesi’nin elindedir. 7 Parsel için Tapu iptal
davası açılmadığına göre İstanbul Şehir Üniversitesi’nin uhdesinde bulunan söz
konusu yedi parsel, Halk Bankası’nda teminat olarak vardır ve de geçerli olması
gerekir. Kaldı ki “Şehir Üniversitesi kullanmış olduğu kredinin 6
katına denk gelecek şekilde toplamda 11 adet taşınmazını teminat olarak
göstermiştir.” (7).
Yargıya başvurmadan bürokratik yollarla tapular iptal edildi
ise bu da gelecekte çok tartışılacaktır.
Burada sorgulanması gereken en temel nokta, devlet
tarafından Vakıf üniversitesine tahsis edilen bir mülk, “kredi
karşılığında ipotek edilerek teminat” olarak gösterilebilir mi, gösterilemez
mi?
Halk Bankası bu konuda gereken hassasiyeti zamanında
göstererek gerekli sorgulamayı yapmıştır. Halk Bankası, İstanbul
Defterdarlığı’na bu durumu sormuş (18/08/2016 tarih ve 1589 sayılı yazı)
ve “uygundur” görüşünü almıştır (05/09/2016 Tarih,
58691112-300-[34180103655]-[0788] sayılı; ipotek konulu). Bunun üzerine Halk
Bankası, Şubat 2017’de kredinin ilk dilimini Üniversite’ye kullandırtmıştır
(4).
Bütün bunlara rağmen Danıştay 13. Dairesi tarafından
Özelleştirme İdaresi’nin söz konusu devir işleminin sadece bir parsel üzerinde
yürütmesinin durdurulması yönünde almış olduğu ara karar üzerine, Halk Bankası
yönetimi, yatırım kredisinin teminatının riske girdiğini iddia ederek Mart 2019
tarihi itibariyle kredi limitlerini kullandırmama kararı almıştır. Şehir
Üniversitesi’nin basın açıklamasına göre “Halk Bankası, on yıl
vadeli olarak alınan ve 2027 tarihine kadar ödenmesi gereken kredi borcunu, 03
Nisan 2019’da kat işlemine (geri çağırma) tabi tutmuş ve kredinin tamamının bir
gün içinde ödenmesini talep etmiştir.” (4). Halk Bankası bu
açıklamayı yalanlamamıştır.
Yapılan görüşmeler sonucunda, “kurucu vakıf tarafından
Üniversite’ye bağışlanan 115 dönümlük Tuzla’daki arazi, iyi niyet çerçevesinde
bankaya ek teminat olarak verilmiştir.” Üniversite’nin
2019 yılında gelirlerinin, giderlerinden % 20 daha fazla gerçekleştiği
belirtilerek Halk Bankası yöneticileri ile yaptıkları özel toplantı da
(9.10.2019) Şehir Üniversitesi yöneticileri, Halk Bankası yönetiminden
ödemeleri yeniden düzenlemelerini istemiş ve bu konuda da mutabakata
varmışlardır (3). Bu mutabakat toplantısından 2 gün sonra, 11.10.2019, Halk
Bankası yönetimi, “İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesi’ne
başvurarak Üniversite’nin diğer bankalardaki tüm
hesaplarına ihtiyati haciz kararı çıkarmıştır.” (3,4,7,8).
Üniversite yönetimi, özellikle, “bu süreçte
borçlarını ödemeyeceğini” veya “kamu tarafından bu borçların üstlenilmesi
gerektiğini” “hiçbir zaman talep hatta ima bile etmediklerini”
beyan etmişlerdir. Üniversite’nin Halk Bankası’ndan olan talebi şu olmuştur:
“…7186 sayılı Kanun ile sağlanan haklar çerçevesinde
borçlarının yeniden yapılandırılmasından ibarettir. Üniversite kendisine bir
ayrıcalık tanınmasını değil, yasal bir haktan yararlanmayı talep etmiştir.
Yeniden yapılandırma kararı verildiğinde teminat ve ödeme planları konusunda
Üniversite hazırlıklarını yapmıştır.”(4).
Bu açıklamalar, bugüne kadar hiç kimse ve hiçbir kurum
tarafından yalanlanmamıştır.
11 Ekim 2019 tarihinde Halk Bankası Şehir Üniversitesi’nin
bankalardaki tüm varlıklarına ihtiyati haciz kararı
uygulanmaya başlayınca Üniversite, başta maaş ve burs ödemeleri olmak üzere en
temel harcamalarını bile yapamaz hâle düşürülmüştür. Böylece sistem
kilitlenmiş kayyum atanmasına hazır hâle getirilmiştir.
Tehlike
3: Şehir
Üniversitesi, Bilim ve Sanat
Vakfı Operasyonunu
Sosyolojik
Savaş Kapsamında
Değerlendirememek
Sosyolojik savaş, “sosyoloji teorilerinin
savaş fenomenine uygulanarak, hedef toplumun işleyişine yöneltilen sosyolojik
müdahaleleri ifade eden bir kavramdır.” (1, 2, 9)
Sosyolojik savaşta hedef alınan,
toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini zayıflatma,
ortadan kaldırma, tahrif etme-dönüştürme amaçlanır. Toplumdaki farklı sosyal
güçler, karşı karşıya getirilir ve farklı kesimler aktif hâlde kitlesel
çatışmaya sokularak toplum bir kaosa sürüklenir. Ardından hedef topluma
müdahale edilerek toplum yeni ortak paydalar etrafında şekillendirilip
yapılandırılır (1,2,9).
1- Bireyleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 2-
Cemaatleri/Hareketleri Ayrıştırma ve Çatıştırma,
3- Mezhepleri Ayrıştırma-Çatıştırma,
4- Kavimleri Ayrıştırma-Çatıştırma,
5-Sınıfları Ayrıştırma-Çatıştırma, 6- Halkları Ayrıştırma-Çatıştırma, 7-
İdeolojileri Ayrıştırma-Çatıştırma, 8- Dinleri Ayrıştırma-Çatıştırma sosyolojik
savaş stratejisinde esastır.
Bize göre 15 Temmuz İhanet Hareketi, askeri boyuttan ziyade
sosyolojik savaş boyutu önemli olan çok özel bir darbe şeklidir (1). 15 Temmuz
İhanet Hareketi, sosyolojik savaş amaçlı bir askeri darbe girişimi olduğu
için darbeci şer ittifakı, darbe sonrası süreci, Türkiye’de
yeni fay hatları inşa etmek ve var olan fay hatlarını enerji ile doldurup
harekete geçirmek üzerine bir strateji izlemektedir. Dolaylı harp
stratejisine uygun olarak çok ciddi kirli bilgi yayarak zihinsel bir kaos
oluşturup insanların birbirlerine olan güvenini yıkmak ve bireyselleştirmek istemektedir.
En tehlikeli insan unsurundan biri olan kifayetsiz muhterisler, bu süreçte
yoğun bir şekilde kullanılmaktadır.
Şehir Üniversitesi üzerinden yürütülen operasyona bu açıdan
bakmakta fayda vardır. Çatışma, bazı siyasi isimler üzerine inşa
ediliyor gözükmüş olabilir. Bu yolla taraftarların daha kolay çatışmaya
sokulması öngörülüp planlanmakta, yeni fay hatları inşa edilerek camia
birbirine düşürülmekte ve de vuruşturulmaktadır. Bu süreç tehlikeli bir
süreçtir.
Tehlike 4: Geleceğe Bir Mesaj; Şehir Üniversitesi’ne
Kayyum, Bilim ve Sanat Vakfı’na Geçici Yönetim Atanması
YÖK’ün 19.12.2019 tarihli basın açıklamasına göre Türkiye
Halk Bankası A.Ş., 24.07.2019 tarihli ve 1887 sayılı yazısıyla YÖK’e
başvurmuştur. Yazıda, Banka’nın herhangi bir zarara uğramaması için
alacaklarının tahsili amacıyla “gerekli işlemleri başlattığından dolayı
eğitim öğretim faaliyetinin aksamaması, olası öğrenci mağduriyetlerinin önüne
geçilmesi için durumun mevzuattan kaynaklanan yetki çerçevesinde değerlendirilmesini” YÖK’ten
talep etmiştir. (10).
Bu talep üzerine YÖK, 07.08.2019 tarihinde İstanbul Şehir
Üniversitesi’ne gönderdiği yazıyla “Üniversitedeki eğitim öğretimin
aksatılmaması için yapılan planlamaların Başkanlığa bildirilmesini talep
etmiştir.”
Halk Bankası’nın 24.07.2019 tarihli ve 1887 sayılı YÖK’e
başvurma yazısından yaklaşık üç ay sonra İstanbul Şehir
Üniversitesi’nin banka hesaplarına 11.10.2019 tarihinde İstanbul 18. Asliye
Ticaret Mahkemesi’nin 2019/1384 sayılı Kararıyla haciz koydurmuştur. (3, 4).
Bu gelişmeler üzerine YÖK, 02.12.2019 tarihinde İstanbul Şehir Üniversitesi’ne gönderdiği yazıyla “Eğitim öğretimin yaşanan mali sıkıntı dolayısıyla aksatılmaması için yapılan planlamaların Yükseköğretim Kurulu’na bildirilmesini yeniden talep etmiştir”. Bu yazıdan 9 gün sonra YÖK, 11.12.2019 tarihinde yeni bir yazı göndererek aşağıdaki soruların Şehir Üniversitesi yönetimi tarafından cevaplandırılmasını istemiştir.(10):
“1. Üniversite’de görev yapmakta olan akademik ve idari
personelin özlük haklarının ödenip ödenmediği,
2. Öğrencilere ödenen burslar ve/veya uluslararası
değişim programları kapsamında yapılması gereken ödeme yükümlülüklerinin yerine
getirilip getirilmediği,
3. Üniversite’nin eğitim öğretim faaliyetleri açısından gerekli olan alt yapı (internet, elektrik, su, doğalgaz gibi) imkânlarına ilişkin ödemelerde aksama olup olmadığı hususlarında açıklama talebinde bulunulmuştur.”
YÖK’ün basın açıklamasına göre, “İstanbul Şehir Üniversitesi
Rektörlüğü’nün 12.12.2019 tarih ve E.882 sayılı yazısında; Üniversitelerinde
çalışmakta olan akademik ve idari personelin Ekim ve Kasım ayı maaşlarının
ödenemediği, en düşük ücret alan personellerden başlanarak ancak cüzi bir ödeme
yapılabildiği; burslu öğrencilerin Kasım ayı burslarının yatırılamadığı, Aralık
ayında da burs ödemesi yapılamayacağı; Üniversitenin eğitim-öğretim
faaliyetleri açısından gerekli olan alt yapı imkânlarına ilişkin ödemelerde
aksamalar oluştuğu, bu bağlamda elektrik, su, doğalgaz ve internet
faturalarının ödenemediği; ayrıca ödeme tarihleri geçen borçlar nedeniyle fiili
haciz işlemlerinin başlatıldığı; mevcut durumun devamı hâlinde eğitim-öğretimin
aksamasının kaçınılmaz olduğu bildirilmiştir.”(10)
Üniversite’nin 9.12.2019 tarihli basın açıklamasında, “11
Ekim 2019 tarihinde Halk Bankası tarafından bankalardaki tüm varlıklarına
ihtiyati haciz kararı uygulanan Üniversitemizde başta maaş ve burs ödemeleri
olmak üzere en temel harcamalar bile yapılamamaktadır.”(4) şeklindeki
ifadelerin yer almış olması, YÖK’ün açıklamalarını teyit etmektedir.
Mütevelli Heyet Başkanı Ömer Dinçer’in; “Öğrencilerimizi,
öğretim üyelerimizi hırpalamayın, üniversitemizin itibarıyla oynamayın. Bu
haksızlığı bir an önce çözün. Daha fazla zulmetmeden gelip üniversiteyi alın”
(11) çağrısı, Üniversite’nin Halk Bankası üzerinden sokulduğu
ekonomik krizin, çok güzel, özlü ve acı bir ifadesi olup YÖK’ün basın
açıklamalarındaki verileri de teyit etmektedir.
YÖK, “Üniversite Rektörlüğünden alınan bilgileri”,
“Denetleme Kurulunun 17.12.2019 tarihli inceleme raporunu ve 18.12.2019 tarihli
kararını göz önüne alarak” “Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliğinin 25/d-3
maddesi uyarınca İstanbul Şehir Üniversitesi’nin “Faaliyet İzninin
Geçici Olarak Durdurulması”na ve idaresinin garantör
üniversite olan Marmara Üniversitesine devrine karar
vermiştir.” (10)
Gelinen aşamada YÖK, mevcut yasal mevzuata göre doğru
olanı yapmıştır. Gelinen süreç, YÖK’ün ve İstanbul Şehir
Üniversitesi’nin iradesi dışında yaşanan bir süreçtir. Asıl tartışılması ve
konuşulması gereken Üniversite’nin bu sürece hangi amaçla ve nasıl
getirildiğidir? Sadece sonuçlar üzerinden konuşmak, tartışmak
fayda değil zarar vermektedir ve böyle giderse verecektir de.
Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi, yanlış kesimlerin hedefe
konmaması için Vakıf Üniversitelerine hangi şartlarda kayyum
atanmaktadır, yasal süreç nedir? sorusunun cevabının doğru verilmesi
gerekir.
19 Kasım 2015 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25. Maddesinin d fıkrası, 26. Madde ve 2547 sayılı Yasanın EK11. Maddesinin 10. fıkrası konumuzla ilgilidir:
“Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25.
Maddesi:
d) Aşağıdaki hâllerde vakıf yükseköğretim kurumunun
faaliyeti bir yıl süre ile Yükseköğretim Kurulu tarafından geçici olarak
durdurulur ve yükseköğretim kurumunun yönetimi garantör devlet üniversitesi
veya Yükseköğretim Genel Kurulu tarafından kapasitesi dikkate alınarak
belirlenecek aynı ildeki bir devlet üniversitesine verilir.
1) Vakıf yükseköğretim kurumu tarafından (c)
bendinde yer alan öğrenci kontenjanı kısıtlanması veya öğrenci alımının
durdurulması önlemine konu olan hususların belirlenen süre içerisinde
düzeltilmemesi,
2) Vakıf yükseköğretim kurumlarının eğitim öğretim ile
idarî, malî ve ekonomik faaliyetlerinin gözetim ve denetimi ile inceleme
ve soruşturma faaliyetlerine kasten engel olunması,
3) Vakıf yükseköğretim kurumunun malî durumunun
eğitim-öğretim faaliyetini sürdüremeyecek ölçüde malî ve
ekonomik rasyolar açısından zayıf olduğunun Yükseköğretim
Denetleme Kurulu raporları ile tespit edilmesi,
4) Vakıf yükseköğretim kurumunun kuruluş taahhütlerinde
yer alan mal varlığının Yükseköğretim Kurulu’ndan izin alınmaksızın
değiştirilmesi veya elden çıkarılması,
5) Tutulması gerekli defter ve kayıtların tahrif
edilmesi, yok edilmesi veya gizlenmesi,
6) Vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet üyelerinin üniversite ile ilgili işlemlerde malî yönetim ve kontrol sistemini kasıtlı olarak zaafa uğratması.”
“2547 Sayılı Yükseköğretim Kurumu’nun Ek 11’inci
Maddesi; Ek: 20/8/2016 - 6745/15 md.)Vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet
izninin geçici olarak durdurulması hâlinde durdurulma süresince, kurumun
idaresi, eğitim ve öğretimi sürdürmek veya tamamlamak üzere Yükseköğretim
Kurulunca garantör üniversiteye veya belirlenecek bir Devlet yükseköğretim
kurumuna verilir. Bu vakıf yükseköğretim kurumunun kurucu vakfının yönetim
organı başkan ve üyeleri ile vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet
başkanı, üyeleri ve tüm yöneticilerinin görevleri, faaliyet izninin geçici
olarak durdurulması kararı ile birlikte sona erer. Bu kurucu vakfa, Yükseköğretim
Kurulu ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğünün talebi üzerine yetkili mahkeme
tarafından kayyum atanır. (Ek cümle: 31/10/2016-KHK-678/23.md; Aynen kabul:
1/2/2018-7071/23 md.) Mahkeme tarafından kayyum atanıncaya kadar kurucu
vakıf, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilir.”
YÖK’ün ve Şehir Üniversitesi’nin yaptığı basın açıklamaları
göz önüne alındığında, İstanbul Şehir Üniversitesi yönetiminin ve Kurucu Vakıf
yönetiminin herhangi bir suiistimali, kastı davranışı, hırsızlığı, yolsuzluğu,
mal kaçırması, söz konusu değildir. Ana sponsorun ani bir kararla Vakıftan
ayrılması ve Halk Bankası Yönetiminin geçen yazıda ayrıntıları ile üzerinde
durduğumuz, yukarıda özetlediğimiz anlaşılamayan “ihtiyatı haciz kararı”,
sistemi kilitlemiş ve sistemi işlemez hâle getirmiştir. Bunun sonucunda “Vakıf
Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin 25. maddesinin d fıkrasının 3. bendinde
ifade edilen; “Vakıf yükseköğretim kurumunun mali durumunun
eğitim-öğretim faaliyetini sürdüremeyecek ölçüde mali ve
ekonomik rasyolar açısından zayıf olduğu” durumu
gerçekleşmiştir.
Şehir Üniversitesi ile hemen hemen eş zamanlı olarak kayyum
atanan diğer bir Üniversite Haliç Üniversitesi’dir. Medyaya yansıyan boyutları
ile gerek YÖK denetleme kurulu raporu gerekse Haliç Üniversitesi’nin garantörü
İÜ Rektörü Mahmut Ak’ın yaptığı açıklamalar değerlendirildiğinde, Haliç
Üniversitesi’ne kayyum atanma sebepleri ile Şehir Üniversitesi’ne kayyum atanma
sebepleri arasında Madde 25-d/3 şartı hariç hiçbir benzerlik olmadığı
görülmektedir. (12-14).
Metni yukarıda verilen Vakıf Yükseköğretim Kurumları
Yönetmeliğine (2547 sayılı Yükseköğretim Kurumu’nun Ek 11’inci maddesi; Ek:
20/8/2016 - 6745/15 md.; Ek cümle: 31/10/2016-KHK-678/23.md; Aynen kabul:
1/2/2018-7071/23 md.) uygun olarak gerek Haliç
Üniversitesi ve gerekse Şehir Üniversitesi YÖK tarafından garantör üniversiteye
bağlanmış/kayyum atanmış; gerek Haliç Üniversitesi kurucusu Bizim Lösemili
Çocuklar Vakfı’na ve gerekse Şehir Üniversitesi Kurucusu Bilim ve Sanat
Vakfı’na, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından geçici birer yönetim
atanmıştır.
Süreci göz önüne aldığımızda gelinen aşamada, yukarıda ifade
edilen YÖK’ün Şehir Üniversitesine kayyum atama gerekçelerini ve
Vakıflar Genel Müdürlüğünün Bilim Sanat Vakfı’na geçici yönetim
atama gerekçelerini göz önüne almadan, YÖK ve Vakıflar Genel
Müdürlüğü yöneticilerinin söylemedikleri ve yazmadıkları şeyleri söylenmiş,
yazılmış gibi göstererek ki bazı medya kaynaklarında bu
yapılmaktadır, gerek Şehir Üniversitesi’nin yöneticilerini ve gerekse
Bilim ve Sanat Vakfı’nın yöneticilerini, herhangi bir
belge, delil ortaya koymadan, Vakıf Yükseköğretim Kurumları
Yönetmeliği’nin 25. maddesinin d fıkrasının 3. bendinin haricindeki diğer bendlerde geçen
ifadelerle suçlamak, hakaret etmek, itham etmek, adil değildir,
vicdanı değildir ve de hukukî değildir.
Benzer şekilde mevcut yasaları göz önüne almadan,
hiçbir belge ve delil ortaya koymadan, Vakıflar Genel Müdürlüğü yöneticilerini
ve YÖK yöneticilerini kastı davranmakla, adaletsizlikle suçlamak, itham etmek,
hakaret etmek de adil değildir, vicdani değildir ve hukukî değildir.
Süreçte herkesin/bütün kesimlerin daha dikkatli davranması
gerekmektedir!
Şehir Üniversitesi ve Bilim ve Sanat Vakfı
operasyonu/provokasyonu bağlamında Hz. Davud’un “İki Davalı Kardeş Kıssasını”
hatırlamakta, hatırlatmakta fayda vardır (38 Sâd 18-29).
O nedenle, “Ey iman edenler, adil şahidler olarak
Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten
alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının.
Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Mâide 8).
Tehlike 5: Yasalara Kim, Hangi Amaçla Mayın
Yerleştirmiştir?
Şehir Üniversitesi ve Bilim ve Sanat Vakfı üzerinden
gerçekleştirilen operasyon, uzun vadeli, gayrimemnun üretmeye, yeni fay hatları
inşa edip sosyal depremler meydana getirmeye dönük stratejinin bir aşaması, bir
parçasıdır. Muhtemelen yasal düzenlemeler yapılırken yasalara bu amaçla
mayınlar yerleştirilmiştir! Yeri ve zamanı geldiğinde mayın aktif hâle
geçirilmekte ve patlatılmaktadır!
Konumuz bağlamında 2547 sayılı Yükseköğretim
Kanunu’nun Ek 11’inci maddesine zamanla eklemlenen kısımlarına bakalım. 15
Temmuz Askeri Darbe Girişiminin tasfiye edilmesi sürecinde ki olağanüstü
ortamda 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 11’inci maddesi yol boyu
şekillendirilmiştir (Ek: 20/8/2016-6745/15 md). 31/10/2016 tarihinde çıkarılan
Kanun Hükmündeki Kararname EK 11, dahil edilmiştir (31/10/2016-KHK-678/23.md).
Olağanüstü şartların bir gereği olarak yasaya eklenen ifadeler, şartlar normale
döndüğünde yasalardan çıkarılması gerekirken; tam tersi olmuş 1/2/2018
tarihinde EK 11’e kalıcı olarak eklemlenmiştir (1/2/2018-7071/23 md.).
Böyle bir madde normal şartları da kapsayacak şekilde
yasaya, nasıl, kim tarafından ve hangi amaçla sokulmuştur? Yarın tüm
üniversite vakıflarına, hatta diğer vakıflara da bu madde ve uygulama, delil
olarak gösterilip yönetici atanabilir.
6284 sayılı yasa ve onun uygulama yönetmeliğinde yer alan
ve hukuk mantığına yüzde yüz ters olan “Şiddetin uygulandığı hususunda delil
veya belge aranmaz!” (6284 sayılı Yasa, Madde 8-3; 6284 sayılı Yasanın Uygulama
Yönetmeliği Madde 6-1, 12-1, 30-3) ifadesini kim ve nasıl yasaya
yerleştirmiştir ve de hangi amaçla?
Bu örnekler ve sorular çoğaltılabilir. Ancak bunun yeri
burası değildir.
Önemli olan, yöneticileri bu denli yanıltan, yanlış
yönlendiren bu mekanizma kimdir? sorusunun cevabını gerçekçi
bir şekilde adil olarak, kırmadan, dökmeden verebilmek ve gereğini
yapabilmektir.
1963 yılında Başbakan İsmet İnönü, daha şahsiyetli bir dış
politika izlenememesinin nedenini, Türkiye’nin kılcal damarlarına
sızmış olan “yabancı insan unsurunun” var olması ile
açıklamıştır (15). Eski bakan ve senatörlerden Kamuran
İnan, 1995 yılında, “Küresel Güçlere ‘Hayır Diyenlerin’ başlarına
gelen olaylara” ve “Ülke içindeki gizli kuvvetlerin gücüne” (16)
ısrarla dikkat çekmiştir. Keza eski Dışişleri
Bakanı Sadettin Tantan, “Bu ülkede nüfuz casusları var.” derken
böyle bir gücün varlığına işaret etmiştir.
Kim bu “nüfuz casusları”?
Türkiye’de Ordu ile halkı en keskin bir şekilde karşı
karşıya getiren ve halkın temel değerlerine doğrudan cephe alan bir darbe
özelliğinde ki 28 Şubat Postmodern Darbesi, Atilla İlhan’a göre “Sabetayist-Masonik
bir kadronun eseridir.” (17,18) Gülen şantaj ve terör
hareketini Türkiye’de yükselten ve ardından dünyanın her tarafına yayan ve
koruyan aynı mekanizmadır(1).
Sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin
sosyolojik savaş boyutunu bu mekanizma yürütmektedir. Yasalara mayınları
döşeyen de bu mekanizmadır?
Sonuç: “Beyaz Öküz Yendiği Gün”(!)
Türkiye’de, genel olarak, olgular, sebepler tartışılmıyor,
sonuçlar tartışılıyor; o da çözüm bulmak, tedavi etmek ve tedbir almak için
değil, karşıdakini suçlayarak, itham ederek, karalayarak yok etmek ve tatmin
olmak için.
Oysa her işimizde, her sorun ve hastalıklarımızda 4T
(Tespit, Teşhis, Tedavi, Tedbir) formülünü uygulamamız gerekmez mi?
İçinde yaşadığımız sistemi, onun felsefesini, onun sahip
olduğu melez değerler sistemini ve melez değer sisteminin neden olduğu akışkan
kimlikleri ve sosyal şizofreniyi öncelikle tartışmamız gerekmiyor mu?
O nedenle, 4 T formülünü birlikte, bir bütün
olarak uygulamalıyız.
O nedenle, bir ve bütün olmalıyız.
O nedenle, hak, hukuk ve adaletle ilgili duygu
ve düşüncelerimiz, iktidar ya da muhalefete göre şekillenmemelidir.
O nedenle, hak ve adalette Kur’ân ve Sünnet
rehberimiz olmalıdır. (57 Hadid 25; 38 Sâd 26)
O nedenle, Allah’a ve ahiret gününe iman
edenler, nefsi davranmamalı, kin ve nefretle hareket etmemeli, adil
davranmalıdırlar. (5 Mâide 8)
O nedenle, taraflardan birini dinleyip de
diğerini dinlemeden suçlamak, itham etmek adil bir davranış değildir.
O nedenle, Allah tarafından Hz. Davud’a yapılan
“İnsanlar arasında hak ile hükmet, hevaya sapma!”(38 Sâd 26) uyarısı,
bizim için her zaman geçerli olmalıdır.
O nedenle, öncelikle yasalara mayınları şuurla
koyanları, döşeyenleri eleştirmeli, dikkatleri bu ana hedefe
yöneltmeliyiz.
Bununla beraber, yasalar hazırlanırken nerede
olduğumuzu, mayınları zamanında niçin görmediğimizi, göremediğimizi de dönüp
sorgulamalıyız.
Bununla beraber, kırmadan dökmeden;
“Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz?
Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2
Bakara 44), ayetinin gereğini yapmalıyız.
Bununla beraber, kifayetsiz muhterislerin,
gizli, kirli, pis elin/gücün oyununa gelmekten kaçınmalıyız.
Bununla beraber, Üç Öküz ile Yaşlı Aslanın
hikâyesini unutmamalıyız:
Yaşlı bir aslan vahşi ormanda yalnız başına dolaşırken
birbiri ile çok samimi, dost olan üç öküz görür (Bembeyaz, Simsiyah, Sarı).
Bunları yemeye karar verir. Ancak üçüne birden saldırdığında, üçü bir olup
kendisini haklayacaklarını bilmektedir. Bu konuda çok tecrübelidir.
Stratejisini yumuşak güç kullanma, onların dostluklarını kazanma üzerine kurar.
Bir gün kendilerine yavaşça, gülümseyerek yaklaşır. Öküzler
saldırı konumuna geçerek vaziyet aldıklarında kendilerine, dost olduğunu,
kendisinin yaşlı ve kimsesiz olduğunu, yalnızlıktan sıkıldığını, dertleşecek
arkadaş aradığını, kendilerini gördüğünde aralarındaki samimiyetten dolayı çok
memnun olduğunu söyler. Kendisini dost, kardeş, arkadaş, yoldaş olarak kabul
ettikleri takdirde kendilerini, diğer vahşi yırtıcılardan hem de avcılardan
koruyacağını belirtir. Öküzler bu teklifi red eder, yaklaştığı takdirde
kendisini parçalayacaklarını beyan ederler. Aslan peki kardeşlerim der ve
uzaklaşır. Çevrede kurt sürüsü gözüktüğü zaman, aslan öküzlere sahip çıkar
kurtları kovalar. Avcılar avlanmaya geldiklerinde onları uyarır, ormanın daha
güvenli yerlerine gitmelerini tavsiye eder. Belli aralıklarla onlara dostluk
teklifini yeniler. Özellikle kurt ve çakal sürüsü saldırılarına karşı onları
koruduğu ve davranışlarında herhangi bir düşmanlık sezmedikleri için gittikçe
kalplerinde yaşlı aslana karşı bir sevgi ve saygı oluşur. İyice güvenlerini
kazandığına inandığı bir gün yaşlı aslan dostluk, arkadaşlık teklifini yeniler.
Öküzler kendi aralarında istişare ederler, yaşına ve kendileri için
yaptıklarına bakarak yaşlı aslanın teklifini kabul ederler.
Bundan sonraki süreç yaşlı aslanla üç öküzün hazin
dostluk(!), kardeşlik(!), arkadaşlık(!) serüvenidir! Aslan sabırlıdır ve
sabırla stratejisini ve stratejisindeki taktikleri planlamakta, uygulama için
uygun şartların oluşmasını beklemektedir. Av mevsimi gelmiş, etraftan silah ve
köpek sesleri yükselmektedir. Seslerin çok yaklaştığı bir anda kendisi için
şartların olgunlaştığını, her birinin ayrı ayrı dostluk ve güvenini kazandığını
bilmektedir. Seçilecek hedef, önemlidir ve en dikkat çeken renktir. Yanı hedef
beyaz öküzdür. Beyaz öküzün biraz uzakta olduğu bir anda, siyah ve
sarı öküze yaklaşarak, kardeşlerim size bir tehlikeyi haber vermek istiyorum.
Beyaz öküz sahip olduğu renkten dolayı bizim araziye uyumumuzu, kamuflajımızı
bozmakta, bizi deşifre etmektedir. Sizlerin menfaati için bunun gruptan
uzaklaşmasında fayda vardır. Özellikle av mevsimleri bizden uzak olsun diğer
zamanlar tekrar gelsin, der. Siyah ve sarı öküz şaşırırlar ve şiddetli
reaksiyon gösterirler: O bizim kardeşimiz derler, olur mu öyle şey. Peki,
kardeşlerim der yaşlı aslan; ölürsek hep beraber ölelim, ben sizi terk
etmeyeceğim, gücüm oranında sizi savunacağım. Silah ve köpek sesleri
yaklaştıkça, tehlike büyüdükçe, beyaz öküzün uzakta olduğu anlarda yaşlı aslan
teklifini tekrar ve tekrar yeniler. Ve bir gün siyah öküzle, sarı öküz böyle
bir tehlikeyi kabul eder ve fakat kendilerinin bunu beyaz öküze söylemelerinin
mümkün olmadığını beyan ederler. Yaşlı aslan gayet üzgün bir tavır takınarak,
ne yapalım iş başa düştü, yalnız siz biraz uzaklaşıp gözden kaybolun, ben
onunla rahat konuşayım der. Yalnız o sizi çağırdığı zaman sakın çağrısına cevap
vermeyin. Avcılar ve köpekler var, yerimizi keşfederler. Onlar gözden
kaybolunca, Beyaz öküze yaklaşır ve der ki: Kıymetli kardeşim sana bir kötü bir
de iyi haberim var. Diğer iki kardeşimiz senin renginin çok dikkat çekici
olduğunu, böylece düşmanlarımızı üzerimize çektiğini, senden uzaklaşmamız,
ayrılmamız gerektiğini bana teklif ettiler. Hiç olmazsa av mevsimi bizden
uzaklaşsın dediler. Ben de olur mu öyle şey, o bizim kardeşimiz, onu nasıl terk
edebiliriz, dedim. Onlar da öyleyse biz gidiyoruz; av mevsimi bitince arzu
ederseniz sizinle tekrar buluşuruz deyip bizi terk ettiler. Kendilerine av
mevsiminden dolayı seslenmeni de istemiyorlar.
Beyaz öküz, yıllarca beraber oldukları kardeşlerinin
kendisini terk etmelerine bir anlam veremez ve son derce üzülür. Kendisine
sahip çıkan aslana sevgi ve saygı ile bakarak peki kardeşim der. Biz
hayatımızın bundan sonraki kısmını seninle kardeşçe geçireceğiz der, beyaz
öküz. Köpek ve silah sesleri çok yaklaşınca, yaşlı aslan beyaz öküze, tehlike
çok yaklaştı, şöyle ormanın biraz daha derinliklerin doğru gidelim de, bizi
fark etmesinler, der. Diğer öküzlerden iyice uzaklaştığına emin olduğu ve iyice
de acıktığı bir anda, beyaz öküze saldırıp onu parçalar ve yer. Sonra da eski
kardeşleri(!) olan siyah ve sarı öküzün yanına geri döner.
Sıra siyah öküzdedir ama onun için bir av
mevsiminin gelmesini bekler.
Yeni av mevsiminde, beyaz öküz için söylediklerini, bu kez
siyah öküz için sarı öküze söyler ve onu bir gün ikna eder. Sarı öküz teklifi
kabul edince siyah öküze yaklaşır, daha önce beyaz öküze söylediklerini ona
söyler, ikna eder ve ormanın derinliklerine götürüp yer, sonra sarı öküzün
yanına geri döner.
Acıktığı bir gün, artık yeni bir av mevsimini beklemesine
gerek kalmamıştır. Çünkü karşısında kendisine kafa tutacak bir güç yoktur.
Gözlerinde vahşi bir parıltı ile sarı öküze yaklaşmaya başlar. Sarı
öküz yaşlı aslanın hâlinden rahatsız olur. Geliş tarzından hoşlanmaz. Hâlinde,
duruşunda ve bakışlarında bir tuhaflık var; ne oluyor kardeşim der. Anormal bir
şey yok; ne evhamlısın, gel biraz oynaşalım, koklaşalım, seni özledim, sana
daha yakın olmak istiyorum deyince, sarı öküz gerçeği görür ve anlar.
Olduğun yerde dur, der. Tüm dünyaya bir şey haykırmak
istiyorum. Ondan sonra beni ye. Hay hay kardeşim(!) der yaşlı aslan.
Sarı öküz olanca gücüyle: “Ey dünya iyi bilin ki beyaz
öküz yendiği gün ben yenmişim de farkında değilmişim. Benim sonum size ders
olsun.”
Tarihimiz de üç öküzün stratejisi çokça uygulanmıştır.
Şimdi bu oyunu bozma zamanıdır.
Yönetici tüm kadroların, Türkiye’nin kılcal damarlarına
sinmiş, yerleşmiş “kirli, pis, gizli el ve güç” tarafından yürütülen
bu sinsi ve tehlikeli gidişi bir an önce görmeleri ve tedbir almaları
gerekmektedir. Bu, tarihi bir sorumluluk olup bu ülkeye yapılabilecek en büyük
iyiliktir. O nedenle, kardeş kavgasını körüklememeliyiz:
“Müminlerden iki topluluk çarpışacak olursa, aralarını
bulup-düzeltin. Şayet biri diğerine haksızlıkla-tecavüzde
bulunacak olursa, artık, haksızlıkla-tecavüzde bulunanla, Allah'ın emrine
dönünceye kadar savaşın; eğer sonunda (Allah'ın emrini kabul edip) dönerse, bu
durumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil davranın. Şüphesiz Allah,
adil olanları sever.” (49 Hucurat 9)
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını
bulup-düzeltin.” (49 Hucurat 10)
Öyleyse; “Allah'ın ipine hepiniz
sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini
hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını
uzlaştırıp-ısındırdı ve siz Onun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine
siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete
erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Âl-i
İmrân 103)
Henüz vakit varken, yarın çok geç
olabilir!
KAYNAKLAR
1- Can, B., Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet
Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1: Siyasî İktidara Rağmen
Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” Ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?, Umran
Dergisi, Temmuz, 2017.
2- Can B. “Şehir Üniversitesi Operasyonu Bağlamında 15
Temmuz İhanet Hareketinin Sosyolojik Savaş Boyutunu Bir Kez Daha Düşünmek”,
Umran Dergisi, Kasım 2019.
3- Şehir Üniversitesi’nin 15.10.2019 Tarihli
Basın Açıklaması; https://medyanotu.com/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname/
https://www.karar.com/ekonomi-haberleri/sehir-universitesinden-halkbanka-ihtarname-1365950#
4- İstanbul Şehir Üniversitesi Kamuoyu Açıklaması,
09.12.2019.
5-Bulut R., “İşte Şehir Üniversitesi Krizini Anlama
Kılavuzu”, Odatv.com, 09.12.2019
6- Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Başkanlığı’na
Sunulmak Üzere Danıştay 13. Daire Başkanlığı’na Gönderilmek Üzere İdare Mahkemesi
Başkanlığı’na, Şehir Üniversitesi’nin Temyiz Dilekçesi.
7-Bulut, R., “Mahkeme Kararını Verdi” Odatv.com, 08.11.2019
8- Rektör Prof. Dr. Peyami Çelikcan’ın Basın
Toplantısı, kartal haber, 24 Ekim 2019.
https://www.sehir.edu.tr/tr/Documents/Istanbul_Sehir_Universitesinden_Halkbank_Aciklamasi.pdf.
9-Çağlayan, Y., Osmanlı’dan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş,
Etkileşim, İstanbul, 2013, S: 43-45.
10- YÖK’ün Basın Açıklaması, 19.12.2019.
11- Çakır, E., Şehir Hatırası Fotoğrafından Geriye
Kalan, ecakır@karar.com.
12-Haliç Üniversitesi’ne Kayyum Atandı! Sozcu.com.tr 13
Mayıs 2016.
13-http://www.hurriyet.com.tr/halic-universitesinin-yonetimi-gecici-olarak-devredilecek-40103259.
15- Eymür, M., Analiz, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1991,
S: 120-121.
16- İnan K., Hayır Diyebilen Türkiye, Timaş, İst. (1995), s
28-35.
17- İlhan, A., 28 Şubat’ta, Son Operasyonlarda
Cumhuriyet'in Savunma Refleksi, Yeni Şafak, 24.04.2001.
18- Coşkun, M, Çakmak, N., Attilâ İlhan'la Çeşitli Konulardan...,Röportaj, Milli Gazete 22-23-24.03.2003.
[1] Okuyucuların süreci daha iyi değerlendirebilmeleri için yukarıdaki 1, 2 numaralı kaynaklardaki makaleleri okumalarında fayda vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder