(Umran Dergisi)
“Ne var ki siyasî Siyonizm İsrail’in Allah’ı yerine İsrail devletini koymuştur.” R. Garaudy
İsrail, deniz kenarında piknik yapan Filistinli bir aileyi tümden katlediyor. Filistin’in bağımsızlığı için mücadele eden teşkilatlardan biri, bu katliama cevap olarak, bir İsrail askerini kaçırıyor ve İsrail hapishanelerindeki Filistinli tutuklulara karşılık İsrailli askerin bırakılacağını açıklıyor. İsrail ise Hamas yönetimini suçlayarak Gazze’ye giriyor, karadan ve havadan sivil halkı bombalıyor. Filistinli bakan ve milletvekillerini esir alıp İsrail hapishanelerine götürüyor. İsrail’in bu çılgınlığına cevap olarak Hizbullah, Hamas’a sahip çıkıyor; İsrail’in bir tankını havaya uçurup 6 askerini öldürüyor ve iki askerini de kaçırıyor.
Ardarda askerlerinin kaçırılması ile İsrail
ordusunun büyüsü bozuluyor. Çılgına dönen İsrail yönetimi, Lübnan’ı, bir işgale
hazırlık olarak, karadan, havadan ve denizden bombalamaya başlıyor ve de
günlerce bombardıman devam ediyor. Bombalama, Lübnan’ın alt yapısına ve sivil
hedeflere dönük. Şimdilik 500 civarında sivilin öldüğü, binlercesinin
yaralandığı ve bir çok kentin hayalet şehir haline döndüğü ifade ediliyor.
Uluslararası
tüm hukuk kuralları ihlal edilmiş olmasına rağmen İslam alemi susuyor, dünya
susuyor ve uluslararası tüm kuruluşlar susuyor. Ve dünyanın zenginleri
G-8’ler, ‘İsrail’in kendini savunma
hakkı’ olduğunu söyleme duygusuzluğunu ve yüzsüzlüğünü gösterebiliyor.
Gerçekten
de bu, uluslararası hukuka göre meşru bir savunma hakkı mı?
İsrail operasyonlarının
başladığı bir dönemde Türkiye’de, PKK terörü eş zamanlı olarak hortluyor. Bir
hafta içerisinde 20 civarında insanımız öldürülüyor. İsrail gibi sınır ötesi
operasyon gündeme geldiğinde ABD, ‘hayır’ diyor.
İsrail
için meşru müdafaa hakkı olan Türkiye için neden olmuyor?
Bütün
bunların sorgulanması, dost, düşman ve müttefik tanımının yeniden yapılması
gerekmiyor mu?
Gerçekte
olup biten nedir?
Ortadoğu’da bugün
yaşananlar, bugünle sınırlı olmayıp bugünde de kalacak değildir. Bugün
yaşananlar, ‘Büyük İsrail’ için
yıllardır uygulanan bir stratejinin kilometre taşlarıdır. 11 Eylül ABD
provokasyonundan sonra buna Büyük
Ortadoğu Projesi eklenmiştir. İki proje birbiri ile senkron bir şekilde
yürütülmeye çalışılmaktadır. Büyük
Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan ve de bulacak olaylara, bu iki proje
çerçevesinden bakılmadıkça olayları ne algılamak ne de anlamak mümkündür.
Bu çalışmanın amacı, son
olayların arkasındaki ana niyetin ne olduğunu ve ne ile karşı karşıya
kaldığımızı, kime, niçin karşı olmamız gerektiğini ana hatları ile, Siyonizm
çerçevesinde, ortaya koymaktır.
Sürgünden Devlete
İsrailoğulları, yaşadıkları
bölgelerde yaptıkları işlerden dolayı iki kez yurtlarından sürülmüşlerdir. Bu
sürgün, cezalandırılma gerekçelerine ağırlık verilerek Kur’ân’da, İsra
sÛresinde, özet olarak verilmektedir:
“Tevrat’ta
Yahudiler hakkında ‘Yeryüzünde iki kez
kargaşa çıkaracaksınız ve bu arada parlak bir yükseliş dönemi yaşayacaksınız’
diye hüküm verdik.
Birinci kargaşaya ilişkin
ilahi cezanın vadesi gelince üzerinize son derece atılgan ve acımasız
kullarımızı saldık. Bunlar
evlerinizin köşe bucaklarını arayarak sizi yakalamaya giriştiler. Bu, Allah’ın yerine gelmesi kaçınılmaz bir
sözü idi.
Sonra onlara karşı size
tekrar ‘güç ve kuvvet verdik’,
size mallar ve çocuklarla yardım ettik ve topluluk olarak da sizi sayıca çok
kıldık.
Eğer
iyilik ederseniz kendi nefsinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük
ederseniz o da (kendinizin) aleyhindedir. Sonuncu
vaat geldiği zaman, (yine öyle kullar göndeririz ki) yüzlerinizi ‘kötü duruma
soksunlar’, birincisinde ona girdikleri gibi mescide(Kudüs) girsinler ve ele
geçirdiklerini ‘darmadağın edip mahvetsinler’ “(17/4-7)
Tevrat’ta ise bu konu,Tesniye 28/15-68 ve Leviller 26/14-39 bölümlerinde oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatılır. Cezalandırılma nedenleri ve cezalandırılma şekilleri açıklanır. Öngörülen cezalar, insanın tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile. Ancak bunların tümüne burada yer vermemiz mümkün değil. Sürgün edilme nedenleri ve sürgünü içeren ayetleri aşağıya almaktayız.
Lev.26: 14 “Ama beni
dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız.
Lev.26: 15 Kurallarımı
çiğner, ilkelerimden nefret eder, buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı
bozarsanız,
Lev.26: 16 sizi şöyle
cezalandıracağım:..
Lev.26: 17 Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak.
Sizden nefret edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız.
Lev.26: 33 Sizi öteki ulusların arasına dağıtacak,
kılıcımla peşinize düşeceğim. Ülkeniz viran olacak, kentleriniz harabeye
dönecek.”
Lev.26: 36 “Düşman ülkelerinde sağ kalanlarınızın
yüreğine öyle bir korku düşüreceğim ki, rüzgarın sürüklediği yaprakların
sesinden bile kaçacaklar. Savaştan kaçarcasına kaçacaklar. Peşlerinde kovalayan
olmadığı halde düşecekler.
Lev.26: 37 Kovalayan yokken savaştan kaçarcasına
birbirlerinin üzerine yıkılacaklar. Düşmanlarınızın karşısında ayakta
duramayacaksınız.
Lev.26: 38 Öteki ulusların arasında yok olacaksınız.
Düşman ülkeler sizi yutacak.
Lev.26: 39 Artakalanlarınız gerek kendi, gerekse
atalarının suçlarından ötürü düşman ülkelerde eriyip gidecekler.”
Yas.28: 36 “RAB sizi ve başınıza atayacağınız kralı
sizin de atalarınızın da bilmediği bir ulusa sürecek. Orada ağaçtan, taştan
yapılmış başka ilahlara tapacaksınız.
Yas.28: 37 RAB’bin sizi süreceği bütün uluslar
başınıza gelenlerden dehşete düşecek; sizi aşağılayacak, sizinle eğlenecekler.”
Yas.28: 41 “Oğullarınız,
kızlarınız olacak, ama sizinle kalmayacaklar, sürgüne gönderilecekler.”
Yas.28: 48 “RAB’bin üzerinize göndereceği düşmanlara
kölelik edeceksiniz. Aç, susuz, çıplak kalacaksınız; her şeye gereksinim
duyacaksınız. RAB sizi yok edinceye dek boynunuza demir boyunduruk vuracak.”
Yas.28: 49-50 “RAB
uzaktan, dünyanın öbür ucundan bir ulusu -dilini bilmediğiniz bir ulusu,
yaşlılara saygı, küçüklere sevgi beslemeyen acımasız bir ulusu- birden çullanan
bir kartal gibi başınıza getirecek.”
Yas.28: 64 “RAB
sizi dünyanın bir ucundan öbür ucuna, bütün halklar arasına dağıtacak. Orada
sizin de atalarınızın da tanımadığı,ağaçtan ve taştan yapılmış başka ilahlara
tapacaksınız.”
Yas.28: 65 “Bu uluslar arasında ne esenliğiniz ne de dinlenecek bir yeriniz olacak. Orada RAB size titreyen yürekler, umutsuzluk ve bakmaktan yorulmuş gözler verecek.”
Son sürgünden sonra İsrail
oğulları dünyanın dört bir yanına dağılmışlar, farklı cemaat yapıları veya
örgüt çatıları altında vatanları olmadan kimliklerini korumaya çalışmışlardır.
19. asırdan itibaren bir çok
ideolojik hareketin içerisinde yer almışlar ve pek çok yer altı örgütü
kurmuşlar veya içerisinde bulunmuşlardır. Dünyanın her yanına dağılan
Yahudiler, genelde ticaretle uğraştıklarından sermaye gücünü ellerinde
bulundurmuşlardır. Gene Yahudiler, gittikleri her ülkede medya gücünü elde
etmeyi amaçlamışlardır. Medya ve sermaye gücü ile daima yönetimlerin üzerinde
baskı gücü oluşturmuş, ülkelerin kaderlerinde söz sahibi olmuşlardır. Bu durum
Yahudilere karşı var olan antipatinin daha da artmasına sebebiyet vermiştir.
Yahudilerin bir vatanı
olması, bir özlem/ideal olarak kafalarda var olsa bile bir hareketin ortak
paydası haline gelememiştir. Yahudilerin bir vatanı olması ve bu vatanın da
Filistin’de olması gerektiğini ilk defa derli-toplu bir proje haline getiren
Teoder Herzl olmuştur. Politik Siyonizm’in kökleri eskiye dayansa bile onu
projelendiren ve güçlü bir akım haline getiren Herzl’dir. Sadece bir vatana değil aynı zamanda da bir devlete sahip olma, Politik
Siyonizm’in ana hedefi olmuştur.
1897 Basel Birinci Siyonist
Kongresinde Siyonist hareket için bir hedef ve bir program ortaya konmuştur: “Siyonizm’in
hedefi, Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir
vatan yaratmaktır”.
Bu fikri gerçekleştirmek
için öngörülen program ise şudur: “1-Filistin’de Yahudi kolonisinin tesisi.
2-Yahudilerin yaşadığı her bir ülkedeki kurumlar vasıtasıyla dünya Yahudilerini
birleştirme amacına matuf bir örgütün kurulması. 3-Yahudi ulusal fikrinin
güçlendirilmesi. 4- Siyonizm’in hedefinin ifası için, yönetimin onayının
sağlanması”1
Kararlara dikkat edilirse,
tüm Yahudilerin gelecekle ilgili aynı fikri paylaşmadıkları görülür. O nedenle
bir devlet fikrine, dünyaya dağılmış Yahudilerin ikna edilmesi politika olarak
benimsenmiştir. Bugün bile Siyonist olan Yahudilerle Siyonist olmayan Yahudiler
mevcuttur ve aralarında ciddi fikir ve metot farklılıkları vardır. Bu nedenle bu iki zümrenin düşünce ve
davranış farklılıklarını gözönüne alarak konuşmak ve yazmak gerekmektedir. Bu iki zümreyi aynı kategoriye koymak
yanlıştır. O nedenle Yahudi/Yahudilik genellemesi yerine Siyonist/Siyonizm
kavramlarını kullanmak daha doğru, daha tutarlı bir davranıştır.
Herzl, Filistin’e
Yahudilerin yerleştirilmesi için önce,1898 yılında, Alman imparatoru Wilhelm II
ile; 1901 yılında da Sultan Abdülhamit ile görüşmüştür. Her ikisi de Herzl’in
fikrini reddetmişlerdir. Abdülhamit’in Herzl’in teklifini reddetmesi üzerine
Abdülhamit’e karşı büyük bir karalama kampanyası başlatarak onu yıpratmaya ve
iktidardan düşürmeye çalışmışlardır. Gerçekten
de Sultan Abdülhamit yüzyıl sonrasını düşünmüş, gelecekte olabilecekleri görmüş
ve teklifi reddetmiştir. Ne yazık ki Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve Emir
Faysal, tehlikeyi görememiş Weizmann ile 1918’de bir Arap-Yahudi Dostluk Anlaşması imzalayarak Yahudilerin Filistin’e
göç etmelerine destek vermişlerdir.2
Almanya ve Osmanlıdan sonra Herzl, dikkatini İngiltere üzerinde yoğunlaştırmıştır. Herzl’in ölümünden(1904) sonra yerine Rusyalı Yahudi kimyager Chaim Weizmann geçmiştir. Bunun zamanında Siyonistler, pek çok kongre düzenleyip İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve ABD yönetimleri nezdinde yoğun temaslarda bulunmuşlardır. Balfour Deklarasyonu, Churchill Beyaz Bildirisi ve Kraliyet Komisyonu Raporları ile çok önemli başarılar kazanmışlar, hedefe adım adım ilerlemişlerdir.
Siyonistlerin ısrarlı, metotlu, planlı ve stratejili çalışılması ile II.Dünya Savaşı sonunda, Basel Kongresinden 51 yıl sonra 1948 yılında bir İsrail Devleti kurulmuştur.
Siyonizm Nedir?
Bu soruya farklı cevaplar
verilebilir. Garaudy Siyonizm’i, “Dini” ve “Siyasi” Siyonizm olmak üzere iki
ana kategoriye ayırmanın daha gerçekçi olduğunu ifade eder. Bu ayırımı ve
Siyonizm’in değişik veçhelerini Siyonizm
Dosyası adlı eserinde ayrıntısı ile inceler.3 Siyasî Siyonizm’in tanımlarını daha özet bir şekilde, İsrail Mitler ve Terör adlı eserinde
verir. Orada Siyonist kaynaklara dayanarak Siyonizm’i siyasi, milli ve
sömürgeci bir doktrin olarak tanımlar:
1-Siyasî bir doktrindir: “1896’dan itibaren, Siyonizm Théodore Herzl
tarafından kurulmuş olan siyasî hareketin adıdır.”4
2-Milliyetçi
bir doktrindir: “Yahudi meselesi benim için ne sosyal, ne de dinî bir meseledir...,
sadece millî bir meseledir.” der
Herzl .4
3-Sömürgeci
bir doktrindir: Herzl, Kendi sözleşmeli şirketinden bir Güney Afrika (Rhodezya)
yapmasını bilmiş olan Cecil Rodes’e 11 Ocak 1902’de yazdığı mektupta
Siyonizm’in sömürgeci bir doktrin olduğunu ifade etmektedir:
“Programımı
incelemiş olduğunuzu ve kabul ettiğinizi belirten bir yazı göndermenizi
istirham ediyorum. Mösyö Rhodes, niçin size müracaat ettiğimi merak
ediyorsunuzdur. Çünkü benim programım da
bir sömürge programıdır.”4
Dolayısıyla
Siyonizm, Herzl’in tanımlamalarından hareketle, politik, milli ve sömürgeci bir
doktrin olarak tanımlanabilir.
Herzl’in bu tanımlamaları
birçok Yahudi tarafından eleştirilse de Weizmann, Ben Gurion, Jabotinsky’nin
çok sistematik, planlı ve örgütlü çalışmaları, karşı fikirlerin etkisiz
kalmasını sağlamış ve Siyonizm’i doktriner temelleri olan bir ideoloji haline
getirmiştir
Bu çalışmada Siyonizm derken sadece Siyasî Siyonizm’i kastetmekteyiz.
SİYONİZMİN TEMEL VARSAYIMLARI
Siyonizm’in temel
varsayımlarını, olmazsa olmazlarını, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
1- ‘Vaad edilmiş topraklar’,
2- ‘Seçilmiş halk’,
3- ‘Etnik safIık’ ya da ‘Arı ırk’,
4- ‘Etnik temizlik ya da soykırım’,
5- ‘Dünya Yahudileri için bir tek devlet
vardır’: İsrail,
6- ‘Dünya hakimiyeti’.
‘Vaad Edilmiş Topraklar’
Siyonistler,
dindar olmamış olmalarına karşın Yahudilerin dini duygularını harekete geçirebilmek
için dini terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı bir yöntem olarak
benimsemişlerdir. En çok Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir:
“Mısır ırmağından büyük
ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)
Bu, yapılan seçime yani
mümin olmaya bağlı, şartlı bir vaattir. Bu, Hz. İbrahim’i takip eden müminlere
yapılan bir vaattir. Ancak Siyonist
önderler bunu, İsrailoğullarının inançları ne olursa olsun Allah tarafından
yalnızca İsrailoğullarına, yanı bir ırka, yapılmış bir vaat olarak kabul
etmekte ve İsraillilere benimsetmeye çalışmaktadırlar.
İsrail hükümetinin istatistiklerine göre
İsraillilerin %15’i inanç sahibidir. %85’lık bir kesim ne ‘dini ibadeti kabul
etmekte’ ne de ‘dini inancı’ benimsemektedir. İsrail’deki dini partilerin oy
potansiyeli son derece düşüktür. Bütün bunlara karşın İsraillilerin %90’ı, ‘Nil’den Fırat’a kadar olan toprakların’
kendilerine, inanmadıkları bir Allah tarafından vaad edildiğine iman etmişlerdir.5 Böyle bir sonuç, dindarlıktan
kaynaklanmayıp Siyonist yöneticilerin uzun vadeli, planlı beyin yıkamaya dayalı
çalışmalarının bir sonucu olmaktadır.
Bundan dolayı Siyonist
önderlerin Yahudi devletinin sınırları konusunda kafalarında hep bir gizli
gündem var olmuştur. Ancak pratikte bunu zamana yayarak Weizmann’ın ‘ihtiyatlı
manipulasyon politikasıyla’ gizleyebilmişlerdir.
Hareketin başlatıcı önderi
Herzl’in kafasında ‘Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar’ gizli bir gündem
maddesi olarak vardı. 1902’de Herzl yazdığı Altneuland adındaki romanında “Ülkenin toprakları Akdeniz’den Fırat
nehrine, Güney Filistin’den Lübnan’a kadar uzanıyordu.”6 demektedir. Yahudi devleti kitabında ise “Filistin bizim unutulmaz tarihi yurdumuzdur...tek başına bu isim
halkımızın güçlü bir birleşme çığlığı olacaktır”4 der.
Kraliyet Komisyonunun taksim
planında Negev’in Arap bölgesinde kalması durumunda ortaya konan tepkilere
Weizmann’ın cevabının, ‘O elden
kaçmayacaktır’ tarzında olması,6
Siyonist liderlerin kafasında görünürden farklı bir İsrail tasavvuru olduğunu
göstermektedir. Nitekim Herzl’i takip eden bütün Siyonist önderler, buna önemle
vurgu yapmışlardır:
Madam Golda Meir: “Bu
ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak
mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak
gülünç olur.”
Menahem Beghin: “Bu
toprak bize vaad edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır”
... “İsrail Peygamber’in toprağı İsrail
halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.”5
Ben Gurion: “Statükoyu devam ettirmek söz konusu
değildir. Dinamik, genişlemeye yönelik bir devlet meydana getirmek zorundayız.”
Moşe Dayan:
“Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi
Tevrat ehli olarak görüyorsak, Tevrat topraklarına da, yani Hâkimler ve Hz.
İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e,
Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.”
“Amerikan
Bağımsızlık Beyannamesi’ne bakın. Orada hiçbir toprak sınırı zikredilmiyor.
Bizler devletin sınırlarını tespit etmek mecburiyetinde değiliz.”5
İsrail savaşçıları adlı grup, 4 Kasım 1995’de “vaad edilmiş toprakları” Araplara bırakacak her kişiyi “Allah’ın emri üzerine” katledeceklerini söyleyerek İzak Rabin’i öldürürlerken7 böyle bir beyin yıkamanın etkisi altında idiler.
‘Seçilmiş Halk/Kavim’ ya da ‘Üstün Irk’
Siyonistler tarafından
çarpıtılarak kullanılan diğer bir konu, Yahudilerin Allah tarafından seçilmiş
bir kavim, ‘Seçilmiş Halk’ olduğu fikridir. Bu, Siyonistler için ikinci ana
varsayım olup Tevrat’a dayandırılmaktadır:
“Şöyle
seslenir Rab: Benim ilk doğan oğlum İsrail’dir.” (Çıkış, 4/22)
“Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti. RAB’bin sizi sevmesinin ve seçmesinin nedeni öbür halklardan daha kalabalık olduğunuzdan değil. Siz sayıca öbür halklardan azdınız.” (Tesniye 7/6-7)
Bu, Siyonist önderler
tarafından çarpıtılarak geliştirilmiştir. Bu kabulle dünyada insanları seçkin
olanlar ve olmayanlar diye iki sınıfa ayırmışlardır. Haham Cohen’in Talmud adlı eserinde bu çarpıtma açık
bir şekilde görülmektedir :
“Dünya
insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye
ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel dogmadır (kabul, varsayım).” 8
Bu, ‘Vaad Edilmiş Topraklar’ varsayımında olduğu gibi Tevrat’ın bütünlüğünün gözden kaçırılması ve sathî okunmasının doğal bir sonucudur. Allah’ın tüm vaatleri “iman etme” şartına bağlıdır. Bunun için sadece Tesniye 28. ve Leviller 26. bölümlerinde ‘seçilmiş bir halka’(!) reva görülen cezaların sebeplerine bakmak yeterli olur kanaatindeyiz.
‘Etnik
Saflık’ ya da ‘Arı Irk’
İsrailliler seçilmiş üstün bir kavim olunca onun kanı, diğer ikinci sınıf insanların kanları ile karışıp pislenmemelidir. ikinci sınıf Yahudi olmayanlarla evlenmek etnik saflığı bozar. Yabancılarla evlenme yasağı, Tevrat’ın değişik bölümlerine atıfta bulunularak dile getirilmektedir:
“Kızlarını oğullarınıza alırsınız. Kızlar
başka ilahlara gönül verirken oğullarınızı da artlarından sürükler.” (Çıkış 34: 16)
“Kız alıp vermeyeceksiniz.
Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız
almayacaksınız. “
“Çünkü onlar oğullarınızı
beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O
zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek.” (Tesniye 7/3-4)
“Bütün
bunlardan sonra, önderler yanıma gelerek şöyle dediler: “İsrail halkı,
kâhinlerle Levililer dahil, çevredeki halkların -Kenanlılar’ın, Hititler’in*,
Perizliler’in,Yevuslular’ın, Ammonlular’ın, Moavlılar’ın,
Mısırlılar’ın,Amorlular’ın- iğrenç
alışkanlıklarından kendilerini ayrı tutmadı.
Kendilerine ve oğullarına bu
halklardan kız aldılar. Böylece kutsal soy çevredeki halklarla karıştı.
Önderlerle görevliler bu hainlikte öncülük etti.” (Ezra, 9/1-2)
“Kâhin Ezra kalkıp, “Siz Tanrı’ya ihanet
ettiniz” dedi,”Yabancı kadınlarla
evlendiniz. İsrail’in suçuna suç kattınız.
Şimdi
atalarınızın Tanrısı RAB’be suçunuzu açıklayın. O’nun istediğini yapın. Çevredeki halklardan ve yabancı karılardan
ayrılın.” (Ezra10/10-11)
“Çocuklarının yarısı Aşdot dilini ya da öbür halkların dilini konuşuyor, Yahudi dilini
bilmiyorlardı.
…Tanrı’nın
adıyla onlara ant içirdim ve,
‘Yabancılara kız verip kız almayacaksınız’ dedim.” (Nehemya
13/24-25)
“Halkı bütün yabancılardan arındırdım.” (Nehemya 13/30)
Bu bölümlerdeki Tevrat
ayetleri bir bütün olarak gözönüne alındığında yabancılarla evlenme üzerinde
hassasiyetle durulmasındaki hikmet, bir Irkın saflığının korunması değildir.
Tam tersine inanç ve değerler sisteminin korunması asıl amaçtır. Bu
evliliklerle Rabb olan Allah’ın yolundan sapma, başka ilahlar edinme tehlikesi
esas alınmıştır. Tesniye 7/4, Ezra 9/1 ve Yeşu 23/16’da bu çok açık bir şekilde
ifade edilmektedir. Bir başka gerekçe de Nehemya 13/24’de yer alan İsrail
dilinin unutulması tehlikesidir. Ancak Siyonistler bu temel noktaları ve
Tevrat’ın bütünlüğündeki amacı, hiç göz önüne almadan Yabancılarla evlenme
yasağını seçkin halkın korunması olarak yorumlayıp kullanmışlardır. Yabancılarla evlenenleri dışlamışlar hatta
kendi mezarlıklarına koydurmamışlardır. Konulanları, hem mezarlıklarından
dışarı atmış hem de anti-semitizm için istismar etmişlerdir.
Bu anlamdaki istismar
örneklerinden en önemlisi Fransa’daki,
Carpentras (Karpantra) Mezarlığı hadisesidir. Mayıs 1990’da, Carpentras
Yahudi mezarlığında, bazı kabirler açılmış, ölülerden birinin cesedinin kazığa
oturtulduğu ve bir başka mezara nakledildiği iddia edilmiştir. Ceset (Mösyö
Germon’un) kazığa oturtulmamış ve fakat Hıristiyan mezarlığına götürülmüştü.
Ancak medyada kazığa oturtma hadisesi daha geniş yer almıştı. Fransız halkı sokağa
dökülmüştü. ‘14 Mayıs 1990’da düzenlenen protestoda, polise göre seksen bin,
düzenleyicilere göre ise 200 bin kişi Paris’te gösteri yapmıştı. Notre-Dame’ın
büyük çanı onların şerefine çalmıştı.’
‘Kazığa
Oturtmayı’ kim uydurmuştu ve kim, niçin kamuoyunda bir kin ve nefret oluşturmak
için kullanmaktaydı? Bundan kim yarar, kim de zarar görmekteydi?
Gösteride konuşan Başhaham
Sitruk’un bazı yerlere yaptığı gönderme bu provokasyonun amacını açıklıyordu. Anti Siyonistler tehdit ediliyordu:
“Kimsenin ulu orta konuşmasına müsaade
etmeyelim! ‘Revizyonist’ profesörlere, sorumsuz siyaset adamlarına derslerini
verelim!” 9
Olayın ilk heyecanı
geçtikten sonra Carpentras olayı sessizliğe gömülmüştü. Faillerin bulunması
önemsiz hale gelmişti Bundan sonra olayın kamuoyunun gündeminden çıkarılması
gerekiyordu. Şahitler susturulmuştu. Ölülerin tekrar kutsanmasını Hahamlar
kurulunun istememesi üzerine de kimse durmamıştı. Çünkü kurcalandığında
altından Çapanoğlu çıkacağı bazılarınca çok iyi bilinmekteydi. Olay yıllar sonra
açıklığa kavuşmuştu.
Yahudi olan Mösyö Germon, Hıristiyan bir kadınla evlenmiş olduğundan
dolayı ‘Seçilmiş hHalkı kirletmişti ve
bundan dolayı suçluydu’. Onun için cesedi, bir Katolik erkekle evlenmiş
olmaktan suçlu olan Yahudi Madam Emma Ullma’nın kabri üstüne götürülüp
atılmıştı.9
Benzer bir olay, 2 Mart
1984’te Tel-Aviv yakınındaki Rişon Letzion İsrail mezarlığında meydana
gelmişti. ‘Bir kadının cesedi mezardan
çıkarılmış ve Yahudi mezarlığının dışına atılmıştı’. Çünkü o, ‘bir
Yahudi’nin karısı olmakla beraber, Hıristiyan menşeli olan Madam Teresa
Engelowicz’indi’.9
Bu
boyutları ile baktığımızda Siyonist ırkçıların Nazi ırkçılardan hiçbir farkı
yoktur. Naziler, ırkçı Nürnberg kanunlarını Yahudilerden esinlenerek
hazırladıklarını söylemişlerdir. Nürnberg mahkemesinde Nazi ırk “teorisyeni”
Julius Streicher’in bir soruya verdiği cevap dikkat çekicidir:
“Sanık Streicher: -Evet, şu anlamda katıldım ki ben
senelerdir, Alman kanı ile Yahudi kanının her türlü karışımının önlenmesi
gerektiğini yazıyordum. Bu yönde
makaleler yazdım ve model olarak Yahudi ırkını veya Yahudi halkını almamız
gerektiğini her zaman tekrarladım. Ben makalelerimde daima Yahudilerin diğer
ırklar tarafından bir model olarak düşünülmeleri gerektiğini tekrarladım, zira
onlar ırkçı bir kanuna, Hz. Musa’nın şöyle diyen kanununa sahip bulunuyorlar:
“Yabancı bir ülkeye
giderseniz, yabancı kadınları almamalısınız.” İşte bu hüküm beyler, Nürnberg kanunlarını
yargılamanız için son derecede önemlidir. Bu
Yahudi kanunları model olarak alınmıştır. Yüzyıllar sonra, Yahudi yasa
koyucu Ezra, bütün bunlara rağmen, birçok Yahudi’nin Yahudi olmayan kadınlarla
evlenmiş olduklarını tespit ettiğinde, bu evlilikler bozulmuştur. Yahudiler’in menşei böyledir. Bu ırkçı
kanunları sayesinde, asırlarca varlıklarını devam ettirebilmişlerdir. Oysa
bütün diğer ırklar ve bütün diğer medeniyetler yok olup gitmişlerdir.”10
Nitekim İsrail Anayasa
Mahkemesi’nde hâkimlik yapmış olan Haim Cohen, Nazizm ile Siyonizm arasındaki
bu ilişkiye dikkat çekerek Yahudileri uyarmaya çalışır:
“Talihin acı cilvesine bakın
ki Naziler tarafından savunulan ve Nürnberg’in yüzkarası kanunlarına ilham
kaynağı olan ırkçı ve biyolojik tezlerin aynıları, İsrail devletinin bağrında Yahudilik’in tarifinde
temel vazifesi görüyorlar” 10
Siyonistlerin Ortadoğu’da yaptıklarından hareketle Birleşmiş Milletler, 10 Kasım 1975’te, ‘Siyonizm’in bir ırkçılık ve ırk ayırımcılığı şekli olduğunu’ kabul etmiştir. Ancak Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından Amerika Birleşik Devletlerinin baskısıyla bu karar, 16 Aralık 1991’de kaldırılmıştır.10
‘Etnik Temizlik’ ya da ‘Soykırım’
Siyonistler, insanları
seçkin olanlar ve olmayanlar diye iki kategoriye ayırmakta, Yahudi olmayan tüm
insanları ikinci sınıf ve de İsrailoğullarının kölesi ve hizmetkarları olarak
kabul ettiklerinden, hizmette kusur edenlerin etnik temizliğe tabi
tutulmalarını doğal bir hak olarak görmektedirler. Onlara göre gerek Hz. Musa ve gerekse onun yerine geçen Yeşu soykırım
için Allah tarafından görevlendirilmişlerdir:
“(Medyenliler’in
yenilmesi üzerine), “Rabb’in Musa’ya emretmiş olduğu gibi, bütün erkekleri
öldürdüler”, “kadınları esir aldılar”, “bütün şehirleri yaktılar”. Hz. Musa’ya
döndükleri zaman, “Musa kızdı. Onlara, bütün
kadınları hayatta bıraktınız demek! dedi... Pekâlâ, şimdi, bütün erkek çocukları ve bir erkekle karı koca hayatı yaşamış
bütün kadınları öldürün... Fakat bütün bakireleri... kendinize saklayın” (Sayılar
31/14-18).
“Ve Yeşu o günde Makkeda’yı aldı ve onu ve
kralını kılıçtan geçirdi. Onları ve onda
olan bütün canlıları tamamen yok etti. Arta kalan kimse bırakmadı.
Ve
Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail Makkeda’dan Libna’ya geçti ve Libna’ya
karşı cenk etti. Ve kralı ile beraber bunu da Rab İsrail’in eline verdi. Onu ve onda olan bütün canlıları kılıçtan
geçirdi. Onda arta kalan kimse bırakmadı.
Ve
Yeşu ve kendisiyle birlikte bütün İsrail Libna’dan Lakiş’e geçti. Ve onun
karşısına kondu ve onunla cenk etti. Ve Rab Lakiş’i İsrail’in eline verdi. Ve
onu ikinci günde aldı. Ve Libna’ya yaptığı her şeye göre, onu ve onda olan bütün canlıları kılıçtan geçirdi.
Ve
Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail Lakiş’ten Eglon’a geçti. Ve onun
karşısına kondular ve ona karşı cenk ettiler ve onu o günde aldılar ve onu
kılıçtan geçirdiler. Ve Lakiş’e karşı yaptığı her şeye göre, onda olan bütün canlıları o günde tamamen
yok etti.” (Yeşu, 10/28-36)
“Ve Rab
İsrail’in sesini işitti ve Kenânlıları ele verdi ve onları ve şehirlerini bütün bütün yok ettiler” (Sayılar, 21/3).
“(Amoriler
ve kralları ile ilgili olarak) Ve onu ve
oğullarını ve bütün kavmini, kendisinde bir kimse kalmayıncaya kadar vurdular
ve onun memleketini aldılar” (Sayılar, 21/35).
“Rab,
senin Tanrın seni ülkeye soktuğu zaman... ve
senin önünde sayısız milletleri kovduğu zaman... sen onların hepsini imha
edeceksin” (Tesniye, 7/1-2) “ve sen onları yok edeceksin”
(Tesniye, 7/24).
Millî Yahudi Fonu” Müdürü
Yossef Weitz, 1940’ta Filistin topraklarında iki halka yer olmadığını açıkça belirtiyordu:
“Bu
ülkede iki halka yer olmadığını açıkça
bilmemiz gerekir. Eğer Araplar terk eder giderlerse, burası bize yeter. Onların yerini değiştirmekten başka çare
yoktur; tek bir köyün, tek bir kabilenin bırakılmaması lâzımdır...
Roosevelt’e ve bütün dost devlet başkanlarına izah etmek gerekir ki, bütün
Araplar çekip giderse ve sınırlar Litani ırmağı boyunca kuzeye doğru ve doğuya,
Golan tepelerine doğru biraz ileri itilirse, İsrail toprağı fazla küçük
sayılmaz.”5
Madam Golda Meir ise 15
Haziran 1969 tarihli Sunday Times’a
verdiği demecinde Filistin halkını yok sayıyordu:
“Bir Filistin halkı yoktur... Bizler gelip
de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil.
Onlar mevcut değildir.”5
Bu psikoloji ile Siyonist
önderler “Halkı olmayan topraklara,
toprağı olmayan bir halkın yerleştirilmesi” gerektiğini söyleyip
durmuşlardır. Bu etnik temizlik varsayımı doğrultusunda;
-“9 Nisan 1948’de Menahem
Beghin, kendisine bağlı İrgun askerleriyle birlikte Deyr Yasin köyünün erkek,
kadın ve çocuk 254 sâkinini katliama tabi tutmuştur”.10
-Ben Gurion, Beghin’in ırkçı
olmasından övgüyle bahsetmekte bir sakınca görmemektedir:
“Beghin
su götürmez bir şekilde Hitler’in
karakterini taşıyor. İsrail’in
birliği rüyasını gerçekleştirmek için bütün Arapları imha etmeye ve bu kutsal
gaye için bütün vasıtaları kullanmaya hazır bir ırkçıdır.”5
-İsrail’in büyük gazetesi Yediot Aharonoth’ta, 14 Temmuz 1972
tarihinde, Yoram Ben Portath, Filistin topraklarında bir etnik temizlik yapılması gerektiğini yazmıştır:
“Zamanın
unutturduğu birtakım vakıaları kamuoyuna açıkça ve cesaretle izah etmeleri
İsrail yöneticilerinin görevidir.
Bunlardan birincisi, Araplar bertaraf edilip toprakları müsadere edilmedikçe,
Siyonizmin, kolonileri yerleştirmenin, İsrail devletinin olmayacağı vakıasıdır.”5
-Batı Şeria’daki Kiryat Arba
kolonisinden Doktor Baruch Goldstein, ‘atalarının
mezarları başında dua eden Filistinlilerden yirmi beş kişiyi mitralyözle
tarayarak öldürmüş ve elliden fazla kişiyi yaralamıştı.’5
-Keza Lübnan’ın istilâsına
komuta eden General olan Ariel Şaron,
Sabra ve Şatila adlı Filistin kamplarında Falanjistler’in kıyım yapmasını
organize etmiştir.5
İlahi
tecelli: şimdi o Şaron ölememekte, bitkisel bir hayat yaşamaktadır.
-Amerikalı Siyonistlerin
Kızılderilileri kitle halinde imha etmesi aynı mantığın ürünüydü:. “Amerika’nın
koyu dindar ilk sömürgecileri, topraklarını ellerinden almak için yaptıkları Kızılderili avı sırasında, hep Yeşu’yu ve
onun Amoriler ile Filistîler’i “kutsal yok edişi”ni yâd ediyorlardı.”5
Bütün Siyonistler, aralarında farklılıklar olsa bile, hepsinin ortak özelliği, arı bir ırk için tüm yabancıların mallarına el koymak, onları sürüp çıkarmak ya da toptan imha ederek vaad edilmiş toprakların yegane hakimi olmaktır. Bu boyutu ile her biri birer Hitler’dir.
Dünyadaki Yahudiler İçin Tek Devlet Vardır: İsrail
Siyonist hareket,
başlangıçtan beri dünyadaki tüm Yahudileri İsrail Devleti idealine bağlı
kalmaya ve ona her ne olursa olsun hizmet etmeye zorlamıştır. Siyonistlerin
faaliyet gösterdiği Siyonist Yahudi Büroları, daha II. Cihan Savaşı boyunca
yaşadıkları ülkelerde gizli, ayrı, bağımsız bir hükümet gibi davranmaya
başlamışlardır. Arthur Koestler’e göre bağlı oldukları ülkelerin menfaatleri
hilafına henüz kurulmamış bir devletin alt yapısını oluşturmuşlardır:
“Yahudi
Bürosu şartlar gereği bir gölge kabine,
devlet içinde bir devlet haline gelmişti. Ülkenin Yahudi ekonomik sektörünü
denetiminde tutuyor, kendi hastane ve sosyal hizmetlerini elinde bulunduruyor,
kendi okullarını, gerçekte bütün Yahudi hükümet görevlilerinin gönüllü muhbir
oldukları kendi istihbarat teşkilatını yönetiyor ve yarı askeri nitelikteki
kendi örgütünü, yani müstakbel İsrail ordusunun çekirdeği olan ünlü
Haganah’ı denetliyordu.”11
Başlangıçtan beri slogan şu
olmuştur:
“Bugün
Yahudi olmak demek, İsrail’e bağlı olmaktır.”12
Dünya Siyonist Teşkilâtı’nın
23. Kongresi’nde Ben Gurion, yabancı ülkelerdeki Yahudilerin görevlerinin
İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermek olduğunu açıklamıştır:
“Çeşitli milletlerin bütün Siyonist
örgütlerinin ortak görevi, Yahudi devletine, her halükârda, kayıtsız ve şartsız
yardım etmektir. Hatta böyle bir davranış, içinde bulundukları milletlerin
otoriteleriyle çelişse bile.”12
Gene Ben Gurion’a göre tüm
Yahudiler için hükümetten kasıt, İsrail hükümeti olmalıdır: “Amerika veya Güney Afrika’da bir Yahudi,
Yahudi arkadaşlarına “bizim” hükümet
dediği zaman, İsrail hükümetini kasteder.”12
Bu
anlayıştaki örgütlü bir çalışma, dünyadaki uluslararası Yahudi sermayesi ve
medya gücü ile birleşince dünyanın pek çok ülkesinde güçlü Siyonist lobilerin
ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu lobiler İsrail adına o ülkelerde
faaliyet göstermektedirler. Bulundukları ülkelerin menfaatlerinden ziyade
Siyonist İsrail devletinin menfaatlerini öncelemektedirler.
ABD’de güçlü bir Siyonist
lobi vardır ve lobi, Amerikan menfaatlerine zıt, fakat İsrail politikası için
yararlı bir tutum izlemektedir. (Bunun için Pınar yayınlarından çıkan ABD’deki
İsrail Lobisi kitabının okunması yeterlidir). ABD başkanlarının
İsrail’in uyguladığı politikalara kayıtsız şartsız destek vermelerinin nedeni
bu güçlü lobidir:
Senato Dışişleri Komisyonu
Başkanı Senatör Fullbright 1973: “İsrailliler
Kongre’nin ve Senato’nun politikasını kontrol ediyorlar…Senato’daki
meslektaşlarımızın yüzde 70’i, kararlarını hürriyet ve hukuk ilkeleri olarak
tasavvur ettikleri kendi görüşlerine dayanmaktan ziyade bir lobinin baskısı
altında veriyorlar.” (13)
Paul Findley: “İsrail politikasını tenkit eden kişi, üzücü ve sürekli misillemelere ve hatta İsrail “lobi”sinin baskıları yüzünden geçim vasıtalarını dahi kaybetmeye hazırlanmalıdır. Başkan onlardan korkuyor. Kongre onların bütün isteklerine boyun eğiyor. En itibarlı üniversiteler programlarında bu lobiye ters düşecek her şeyi bertaraf etmeye özen gösteriyorlar. Dev medya kuruluşları ve askerî komutanlar onun baskılarına teslim oluyorlar” .13
Paul Findley: “İsrail Başbakanı, Amerika Birleşik
Devletleri’nin Ortadoğu ile ilgili dış politikasında, kendi ülkesinde sahip
olduğundan çok daha fazla nüfuza sahiptir.”14
Benzer bir Siyonist lobinin
Fransa’da etkili olduğunu ilk defa seslendiren General de Gaulle olmuştur:
“Fransa’da, nüfuzunu özellikle basın yayın
çevrelerinde gösteren, İsrail yanlısı güçlü bir lobi mevcuttur.” 15
Garaudy’e göre durum bugün
de değişmemiştir: “Bu iddia o
zamanlar skandal etkisi yarattı. Oysa bu beyan, hâlâ güncelliğini koruyan bir
hakikat payı içermektedir. O zamandan
beri, hangi partiden olursa olsun, Michel Rocard’dan Jacques Chirac’a ve
Mitterand’a varıncaya kadar, Fransa Cumhurbaşkanlığı’na aday olan hiçbir kimse
yoktur ki, medya beratını almak için İsrail’e gitmemiş olsun.”15
Siyonistlerin Filistin ve
Lübnan’da işledikleri cinayetler karşısında G-8’lere ‘İsrail, kendi savunma
hakkını kullanıyor’ dedirten bu Siyonist lobidir.
Burada sorulması gereken en
önemli soru, Siyonizm’in bu anlayışına karşı çıkanlara yönelik uyguladıkları
politikanın ne olduğudur? Başhaham Sitruk’un
“Kimsenin ulu orta konuşmasına müsaade etmeyelim! ‘Revizyonist’ profesörlere, sorumsuz siyaset adamlarına derslerini verelim!” dediği gibi onlara dersleri verilmekte midir?
Sonuç
Siyonizm’e
karşı, Yahudiliğe karşı değil, verilecek bir mücadele bütün bu gerçekleri
bilmek zorundadır. Mücadelede hayalciliğe yer yoktur.
Yukarıda özetlenen Siyonizm’in temel
varsayımları Siyonist hareketin hem gücü hem de en büyük zaafıdır. Siyonizm tüm
insanlığa karşı gizli bir savaştır. Bu Siyonizmle “İnsanlık” arasındaki en
ciddi, birincil tezattır. Siyonizm’e karşı mücadele bu tezadı derinleştirme
ekseninde yapılmalıdır.
Siyonizm’e
karşı mücadele Siyonistleri de kurtarmayı amaçlayacak bir genişlik ve
elastikiyette olmalıdır.
Kitabı
Mukaddes’in bütünlüğünün gözden kaçırılarak, zahiri ve parçalanmış okunması
Siyonistleri böylesi yanlış ve tehlikeli bir noktaya sürüklemiştir. Kutsal
metinleri tahrif ederek yorumlayan ve de anlatan bir zihniyete tabi olmuş,
Garaudy’nin tabiriyle entegrist, bir Yahudi(Siyonist), tam bir Nazidir. İşte bu
tezatlı duruş tüm Yahudilere iyi anlatılmalıdır.
Aksi taktirde Allah bugün icra ettikleri zulüm ve fesat yüzünden geçmişteki gibi kendilerini gene cezalandıracaktır:
“Ama
beni dinlemez, bütün bu buyrukları yerine getirmezseniz, cezalandırılacaksınız.
Kurallarımı çiğner, ilkelerimden nefret eder,
buyruklarıma karşı çıkar, antlaşmamı bozarsanız, sizi şöyle cezalandıracağım:
Üzerinize dehşet salacağım…
Size öfkeyle bakacağım. Düşmanlarınız sizi bozguna uğratacak. Sizden nefret
edenler sizi yönetecek. Kovalayan yokken bile kaçacaksınız…
“‘Bütün bunlara karşın beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. Gücünüz tükenecek...”(Leviller 26/13-30)
Çünkü
Allah zulmü sevmez, zalimi affetmez ve cezalandırır :
“Onlar
sırf, “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından
çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların
bir kısmını bir kısmıyla defetmesi olmasaydı, içlerinde Allah’ın adı çokça
anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler her halde yerle bir
edilirdi. Allah, kendisine yardım edene elbette yardım eder. Allah elbette
Kavî, Azîz’dir.” (Kur’ân, 22/40)
Ve
“Zulmetmekte
olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (Kur’ân,
26/227)
Ve
bu büyük inkılap için meyve olgunlaşmaktadır.
(Devam Edecek)
Notlar
1-Taylor A.R., İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları,
İstanbul,1992, S:19
2- Taylor A.R., Age. S:53-60
3-Garudy R., Siyonizm dosyası, Pınar
yayınları, İstanbul S:15)
4- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları,
İstanbul, 1996: 16-26
5- Garaudy R. Age. S:
171-190
6- Taylor A.R., Age.
S:148-150
7- Garaudy R. Age. S: 32
8- Garaudy R. Age. S: 44
9- Garaudy R. Age. S:
230-234
10- Garaudy R. Age. S: 52-64
11- Taylor A.R., Age. S:107
12- Garaudy R. Age. S:
198-200
13- Findley P., ABD’de İsrail Lobisi, Pınar Yayınları,
İstanbul,1994 S:300-315
14- Findley P., Age.
S:92-100
15- Garaudy R. İsrail Mitler ve Terör, S: 217
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder