24 Kasım 2017 Cuma

“Kürt sorununun” çözümü için bedel ödeyen bir lider ve bir hareket: Necmettin Erbakan ve Millî Görüş Hareketi - 1

 (Milli Gazete)

Giriş

Kuzey Irak ’ta yapılan “Bağımsız Kürdistan ” referandum sonucunun kısa, orta ve uzun vadede, özelde Kürt halkına, genelde bölgeye, daha genelde İslâm dünyasına ne getirip ne götüreceğinin; iç dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler açısından, derinlemesine, duygusallıktan uzak, objektif bir şekilde tüm ayrıntıları ile çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Çünkü Barzani’nin istifa etmesi ve Irak anayasasını kabul etmiş olması, meselenin kapandığı, bölgede Kürt sorununun çözüldüğü anlamına gelmemektedir, gelmemelidir de. Sorun şimdilik ertelenmiş; fakat çözülmüş değildir.

Kardeş bir halkın, Kürt halkının, zihninde yol boyu meydana gelmiş travmanın sebepleri, geçen yazıda Türkiye referans alınarak, Türkiye’nin iç dinamikleri açısından incelenmiştir.

Bu yazıda, Kürt meselesini köklü bir şekilde ele alıp gündeme taşıyan ve bundan dolayı da ciddi bir bedel ödeyen Millî Görüş hareketinin lideri Necmettin Erbakan; dolayısıyla Millî Görüş’ün Kürt sorununa koyduğu teşhis ele alınıp değerlendirilecektir.

Müslüman Kürtlerin Yanılgısı

‘Bu ülkede herkes Türk’tür.’ şeklinde 90 yıldır formatlanan neslin bir kesimi için, ülkede Türk’ten başka kavimlerden (etnik gruplardan), farklı dillerden bahsetmek; “ülkeyi bölmek istemek”, “hainlik yapmak”, “işbirlikçi olmak” demektir. Bürokrasinin tanımladığı dinin dışına çıkmak da, irtica olarak görülmüş ve arkasında yabancı parmağı aranmıştır. Bunlar yapılırken muhatabın, Türk mü, Kürt mü, Laz mı, Çerkez mi?.. olduğuna bakılmamıştır.

Müslüman Türklerin ve Kürtlerin, bu psikolojinin etkisi altında kalarak kavmiyetçiliğe kayması, Kürt ya da Türk düşmanlığı yapması ya da buna varacak bir dil kullanması; tehlikelidir, doğru değildir ve İslâmî de değildir. Küresel güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin oyununa gelmek demektir.

Kürt dilinin, Kürtçe şarkı, türkünün, Kürtçe konuşmanın ve Kürtçe eğitimin yasaklanması, Kürtçe isim koymanın engellenmesi ve Kürtçe yerel isimlerin değiştirilmesi, ne İslâmî’dir ne de insanîdir.

Bu gerçeği Müslüman Türk ve Kürt’ün görmesi gerekir.

Müslüman Kürtlerin yanılgısı, zulmün sadece kendilerine uygulandığı ve buna Müslüman Türklerin hiç ses çıkarmadığı tarzındaki yanlış kanaatleridir. Cumhuriyet tarihi baştan sona incelendiğinde, Lozan’da kurulan sisteme ve yapılan “devrimlere” karşı çıkan herkes, zulümden nasibini almıştır. “Aşağılama, horlama, fakir bırakma, tehdit etme, hattâ yok etme” vb. etnik ve mezhebî ayırım yapılmadan tüm Anadolu halkına lâyık görülen sıradanlaşmış davranışlardandı. Bu gerçek göz ardı edilmemelidir.

Müslüman Kürt kardeşlerimizin belli bir kesiminde oluşan bu şuuraltı, düşünceye, dile yansımakta, amacı aşan sözler söylenmekte ve davranışlar sergilenmektedir. Bu da, gönülleri yaralamakta ve kardeşler arasına mesafe koymaktadır.

Kürt kardeşlerimizin bu yaklaşım tarzı yanlıştır ve gerçeği yansıtmamaktadır. Dinî hassasiyeti yüksek olan Müslüman Türkler, Kürt halkına yapılmış olan her türlü haksızlığın karşısına çıkmışlar ve bedelini de ödemişlerdir.

Bu bağlamda, Türkiye’deki Kürt sorununu ele alışı ve çözüm sunuşundan dolayı çok ağır bir bedel ödeyen rahmetli Erbakan’ı ve Millî Görüş hareketini örnek olarak gösterebiliriz. Kanaatimize göre 28 Şubat Postmodern Darbesi’ne giden yolda en etkin unsurlardan biri D-8’ler ise diğeri de Millî Görüş hareketinin Kürt sorununu ele alış biçimi ve çözüm teklifleridir.

Bu konu, teşhis ve çözüm olmak üzere iki kademede verilecektir.

Necmettin Erbakan Soruyor: “Niçin Bu Kanlar Akıyor?”

Millî Görüş hareketi lideri rahmetli Erbakan, 1993’de Refah Partisi 4. Büyük Kongresi’nin açış konuşmasında Kürt sorununu ele almıştır. Açış konuşmasının büyük bir kısmını bu soruna ayırmış olmasının sebebi, sorunun gittikçe tehlikeli bir hâl almasından duyduğu endişedir. Sorunu kongrede dile getirmesi, kongreyi takip edecek medya kuruluşları vasıtasıyla tehlikenin boyutlarına kamuoyunun dikkatini çekmek içindir.

Müslümanlığın, ortak tarihin, ortak coğrafyanın, ortak medeniyetin ve kader birliğinin Türklerle Kürtler arasında ortak payda olduğunu ifade eden Millî Görüş hareketi lideri, sorunu, bir soru sorarak kamuoyunun gündemine taşımak istemiştir; “Niçin bu kanlar akıyor?”:

“Bakın 1071’de Alparslan Bizans’a karşı savaş açarken Kürt kardeşlerimiz ona on bin asker verdi. Çünkü onlar da Anadolu’nun Müslümanlaşmasını istiyordu. O zaman ne Türklerin Türkçülük, ne de Kürtlerin Kürtçülük iddiası vardı. Tarih boyunca savaşlarda en büyük destek Kürtlerden alındı. Ve yine asırlar boyu aynı inancın kardeşleri olarak siperde vücutlarını birbirlerine kalkan ettiler. Bu asrın (20. asır) başlarında Musul ’da toplanan Kürt aşiretleri, Osmanlı halifesinin yanında savaşmaya karar verdiler. Ve Sevr Anlaşması’nı yırttılar. Öyle ki Osmanlı’ya karşı savaşmak için Kürtlerle görüşmeye gelen İngiliz valisine Kürt lideri Şeyh Mahmut el- Berzenci elini uzatmadı. Ve ‘Müslümanların halifesine savaş açan bir ülkenin valisinin eli necistir’ dedi. Adıyaman’da Bedir Ağa, kendisini isyana teşvik etmek için altın yüklü katırlarla gelen İngiliz görevlisine; ‘Ben halifeye isyan etmem!’ dedi ve kendisini (İngiliz’i) altınlarıyla beraber huzurundan kovdu. Aynı İngiliz görevlisi Van’daki Kürt aşiret reislerini ziyaret ettiği zaman onlar da aynı sözlerle kendisini kovdular.

Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde, ne oldu da bu husumet ortaya cıktı? Niçin bu kanlar akıyor?” (2).

Bu soruların cevaplarının açık, objektif olarak verilebilmesi için Millî Görüş hareketi, Kürt sorununun cesaretle ele alınıp tartışılmasını ve ‘konunun tabu olmaktan çıkarılması’ gerektiğini, her meselenin tartışılabileceğini, bu gün değil, 24 yıl önce 1993 yılında, çok yüksek bir şekilde seslendirmiştir:

“Kürt meselesi için her çözüm şekli konuşulabilir. Esasında meselenin bunca içinden çıkılamaz hale gelmesinin sebeplerinden biri, bu konunun bir tabu gibi her türlü tartışmanın dışında tutulmasıdır.”(2)

Üç Boyutlu Bir Sorun

Millî Görüş hareketi, “kavim kimliğinin” asimile edilmesine karşı çıkarken, sorunu, sadece bir “terör”, “askeri operasyon” ya da “Kürt sorunu” olarak görmüyordu. Millî Görüş’e göre mesele, tek boyutlu olmayıp, üç boyutludur. Her bir boyuttaki olumlu ya da olumsuzluklar diğerlerini etkilemektedir. Her üç mesele birlikte, bir bütün olarak ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır:

“Gerçekte mesele bir değil üçtür: 1-Terör, 2- Kürt meselesi, 3- Güneydoğu meselesi. Kürt meselesi ve Güneydoğu meselesinin çözülmemiş olması, terörün gelişmesine ortam hazırladığı gibi, terör de diğer iki meselenin çözülmesine zorluk çıkartıyor. Bu böyledir diye, üç ayrı meselenin varlığını görmemezlikten gelip veya yok farz edip, meseleyi sadece terör meselesi olarak ele alarak çözmek mümkün değildir…”(2)

Erbakan, sorunu bir bütün olarak ele almış, meselenin, sadece teröre karşı askerî operasyonlar düzenleyerek halledilemeyeceğini, sorunun kaynağına ve sebeplerine inilmesi gerektiğini belirtmiştir:

“Bu sebeplerden dolayı, terörle mücadele, sadece askeri bir hareket olarak düşünülmemelidir. Bu konu, kaynağını ve sebeplerini ortadan kaldıracak çok unsurlu ve kapsamlı bir bütün olarak ele alınmalıdır.”

“…Yaşadığımız tecrübe, bu önemli problemin, şiddet ve terörle ya da zoraki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir…” (2)

Necmettin Erbakan: “Kürt Sorununun Kaynağı, Sömürü Düzeni, Taklitçi Zihniyet ve Asimilasyoncu Politikalardır”

Güneydoğu’nun geri kalmışlığı, sadece bu bölgeye has bir durum olmayıp, ülkenin birçok yöresine ilişkin bir durumdur. Rahmetli Erbakan, meseleyi ‘tabu olmaktan’ çıkarıp tartışmaya açmak için sistemin dayandığı temel politika ve stratejilere doğrudan, cepheden taarruz etmiştir. Erbakan’a göre meselenin ana sebebi, ‘sömürü düzeni’, ‘tahakküm düzeni’, ‘asimilasyoncu’, ‘materyalist, ırkçı politikalar’, ‘taklitçi zihniyetler’ ve ‘yabancılaştırma hareketidir’:

“Şikâyet olunan ve istenen nedir? Türkiye’deki Batı taklitçisi zihniyetli iktidarların yürüttükleri sömürü düzeni, tahakküm düzeni sonucunda ortaya çıkan ızdırap ve haksızlıklar. Bunlar derece derece esasen yurdumuzun her bölgesinde mevcut ve herkese aynen tatbik ediliyor…” (2)

“…Terörün gittikçe artma imkânı bulması ve Güneydoğu’daki halkımızın bugünkü acıların içine düşmesinde hiç şüphesiz taklitçi zihniyetli ANAP, SHP ve DYP iktidarlarının yanlış politikalarının büyük payı vardır.

Bunlar yıllardan beri materyalist ve ırkçı bir politika uygulamışlardır… Görüldüğü gibi taklitçi zihniyetli iktidarlar terörü önleyememişler; Kürt meselesini ve Güneydoğu meselesini çözememişler, bunu gittikçe büyüyen bir mesele haline getirmişlerdir.

Yaşanan tecrübeler, bu meselelerin taklitçi zihniyetlerin tatbik ettiği şiddet ya da zoraki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini göstermiştir. Taklitçi iktidarlar gelip gidiyor; fakat hepsinin müşterek olan bu yanlış politikaları değişmiyor.”(2)

Bu yaklaşımla mesele, bir bütün olarak siyasette ilk defa Millî Görüş hareketi tarafından seslendirilmiştir. 90’lı yıllarda bunun çok cesur bir tavır olduğunu söylemek ve kabul etmek gerekir. Bugün bile o tarihlerde söylenenlerin çok cüz’i bir kısmı dile getirilebilmektedir.

Sonuç: “Siz Bu Ülkenin İnsanlarını Birbirine Yabancılaştırdınız”

Erbakan, 1994 yılında Bingöl’de yaptığı o meşhur konuşmasında, ülkenin insanlarının birbirine yabancılaştırılmasının ve aralarına husumet sokulmasının; okullardan besmelenin kaldırılarak yerine, ‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’ andının getirilmesi ile başladığını ifade eder:

“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu mektebe başlarken, besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine? ‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’. E sen bunu söyleyince, öbür taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evlâdı; ‘ya öyle mi, ben de Kürt’üm, daha doğruyum, daha çalışkanım’ deme hakkını kazandı. Ve böylece siz, bu ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.”(1)

Bu yaklaşım, sistemin ana tezine, temel varsayımlarına doğrudan cephe almak, onlara savaş açmak demekti. Hem ulusal hem de küresel sistem, sorunun çözümünü istemediği için Erbakan’ı ve Millî Görüş hareketini, ciddi bir tehlike olarak görüp bertaraf etmeye karar vermiştir.

28 Şubat Postmodern Darbesi’nde bu yaklaşım tarzının çok ciddi bir etkisi vardır.

Müslüman Kürt kardeşlerimiz, bu gerçekleri görmeli, yalnız olmadıklarını ve yalnız bırakılmadıklarını bilmelidirler.

Kimlik oluşumunda temel sorun; aynileşmenin, aidiyetin hangi kavramlar etrafında olacağıdır. Irk, soy, renk ve dil eksenli bir bütünleşmenin olamadığı, tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan bir gerçektir. Bu, farklılıkların birlikteliğini kapsayacak evrensel bir üst kimliğin, bu kavramlar etrafında oluşamayacağı anlamındadır. Yoksa bu, bunların ayrı varlıklar olduğunun, bir alt kimlik oluşturduğunun göz ardı edilmesi değildir. Tam tersine, farklı boy, kabile, ırk ve milletlerin varlığı bir güvenlik alanı, barış ve tanışma alanı olarak görülmelidir ve bunların kimlikleri korunmalıdır.

Kavimlerin birbirlerine göre konumları, ne dilleri, ne renkleri ve ne de soyları ile belirlenmektedir. Hiçbir kavim dili, rengi ve soyundan dolayı diğerinden üstün değildir. Hiçbir kavim; soyu, dili ve kültürü yok sayılarak asimile edilemez.

Bugün yaşanan kimlik krizinin zorla, baskıyla, şiddetle ya da korkuyla tedavi edilmesi mümkün değildir. Bunun yolu, ortak değerlere olan güvenin ne sebeple yıkıldığının teşhis edilmesi, sebeplerin ortadan kaldırılarak bireylerin ikna edilmesi, kalp ve gönüllerinin fethedilmesidir. Dağa, taşa, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ yazmakla, ‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’ andını söyletmekle hiçbir Kürt, Türk olmaz.

Bu nedenle, ne Türk kavmiyetçiliği ne de Kürt kavmiyetçiliği haklıdır.

Bir mümin her ikisine de eşit mesafede durmayı bilmelidir. Tavrımız berrak olmalı, ifratla tefrit arasında bocalamamalıyız.

Ey İman Edenler Unutmayın:

Hz. Muhammed (S.A.V.): “Asabiyet (kavmiyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.”(3).

Hz. Muhammed (S.A.V.): “Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (kavmiyetçilik) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür.”(4)

Kaynaklar

1- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2000, S:105-122.

2- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış Konuşması, 1993.

3- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, 5, 386.

4- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...