(Milli Gazete)
Giriş
Kuzey Irak ’ta
yapılan “Bağımsız Kürdistan ”
referandum sonucunun kısa, orta ve uzun vadede, özelde Kürt halkına, genelde
bölgeye, daha genelde İslâm dünyasına ne getirip ne götüreceğinin; iç
dinamikler, bölgesel dinamikler ve küresel dinamikler açısından, derinlemesine,
duygusallıktan uzak, objektif bir şekilde tüm ayrıntıları ile çok iyi analiz
edilmesi gerekmektedir. Çünkü Barzani’nin istifa etmesi
ve Irak anayasasını kabul etmiş olması, meselenin kapandığı, bölgede Kürt
sorununun çözüldüğü anlamına gelmemektedir, gelmemelidir de. Sorun şimdilik
ertelenmiş; fakat çözülmüş değildir.
Kardeş bir halkın, Kürt halkının, zihninde yol boyu meydana
gelmiş travmanın sebepleri, geçen yazıda Türkiye referans alınarak, Türkiye’nin
iç dinamikleri açısından incelenmiştir.
Bu yazıda, Kürt meselesini köklü bir şekilde ele alıp
gündeme taşıyan ve bundan dolayı da ciddi bir bedel ödeyen Millî Görüş
hareketinin lideri Necmettin Erbakan; dolayısıyla Millî Görüş’ün Kürt sorununa
koyduğu teşhis ele alınıp değerlendirilecektir.
Müslüman Kürtlerin Yanılgısı
‘Bu ülkede herkes Türk’tür.’ şeklinde 90 yıldır formatlanan
neslin bir kesimi için, ülkede Türk’ten başka kavimlerden (etnik gruplardan),
farklı dillerden bahsetmek; “ülkeyi bölmek istemek”, “hainlik yapmak”,
“işbirlikçi olmak” demektir. Bürokrasinin tanımladığı dinin dışına çıkmak da,
irtica olarak görülmüş ve arkasında yabancı parmağı aranmıştır. Bunlar
yapılırken muhatabın, Türk mü, Kürt mü, Laz mı, Çerkez mi?.. olduğuna
bakılmamıştır.
Müslüman Türklerin ve Kürtlerin, bu psikolojinin etkisi
altında kalarak kavmiyetçiliğe kayması, Kürt ya da Türk düşmanlığı yapması ya
da buna varacak bir dil kullanması; tehlikelidir, doğru değildir ve İslâmî de
değildir. Küresel güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin oyununa gelmek
demektir.
Kürt dilinin, Kürtçe şarkı, türkünün, Kürtçe konuşmanın ve
Kürtçe eğitimin yasaklanması, Kürtçe isim koymanın engellenmesi ve Kürtçe yerel
isimlerin değiştirilmesi, ne İslâmî’dir ne de insanîdir.
Bu gerçeği Müslüman Türk ve Kürt’ün görmesi gerekir.
Müslüman Kürtlerin yanılgısı, zulmün sadece kendilerine
uygulandığı ve buna Müslüman Türklerin hiç ses çıkarmadığı tarzındaki yanlış
kanaatleridir. Cumhuriyet tarihi baştan sona incelendiğinde, Lozan’da kurulan
sisteme ve yapılan “devrimlere” karşı çıkan herkes, zulümden nasibini almıştır.
“Aşağılama, horlama, fakir bırakma, tehdit etme, hattâ yok etme” vb. etnik ve
mezhebî ayırım yapılmadan tüm Anadolu halkına lâyık görülen sıradanlaşmış
davranışlardandı. Bu gerçek göz ardı edilmemelidir.
Müslüman Kürt kardeşlerimizin belli bir kesiminde oluşan bu
şuuraltı, düşünceye, dile yansımakta, amacı aşan sözler söylenmekte ve
davranışlar sergilenmektedir. Bu da, gönülleri yaralamakta ve kardeşler arasına
mesafe koymaktadır.
Kürt kardeşlerimizin bu yaklaşım tarzı yanlıştır ve gerçeği
yansıtmamaktadır. Dinî hassasiyeti yüksek olan Müslüman Türkler, Kürt halkına
yapılmış olan her türlü haksızlığın karşısına çıkmışlar ve bedelini de
ödemişlerdir.
Bu bağlamda, Türkiye’deki Kürt sorununu ele alışı ve çözüm
sunuşundan dolayı çok ağır bir bedel ödeyen rahmetli Erbakan’ı ve Millî Görüş
hareketini örnek olarak gösterebiliriz. Kanaatimize göre 28 Şubat Postmodern
Darbesi’ne giden yolda en etkin unsurlardan biri D-8’ler ise diğeri de Millî
Görüş hareketinin Kürt sorununu ele alış biçimi ve çözüm teklifleridir.
Bu konu, teşhis ve çözüm olmak üzere iki kademede
verilecektir.
Necmettin Erbakan Soruyor: “Niçin Bu Kanlar Akıyor?”
Millî Görüş hareketi lideri rahmetli Erbakan, 1993’de Refah Partisi 4. Büyük Kongresi’nin açış konuşmasında Kürt sorununu ele almıştır. Açış konuşmasının büyük bir kısmını bu soruna ayırmış olmasının sebebi, sorunun gittikçe tehlikeli bir hâl almasından duyduğu endişedir. Sorunu kongrede dile getirmesi, kongreyi takip edecek medya kuruluşları vasıtasıyla tehlikenin boyutlarına kamuoyunun dikkatini çekmek içindir.
Müslümanlığın, ortak tarihin, ortak coğrafyanın, ortak
medeniyetin ve kader birliğinin Türklerle Kürtler arasında ortak payda olduğunu
ifade eden Millî Görüş hareketi lideri, sorunu, bir soru sorarak kamuoyunun
gündemine taşımak istemiştir; “Niçin bu kanlar akıyor?”:
“Bakın 1071’de Alparslan Bizans’a karşı savaş açarken Kürt
kardeşlerimiz ona on bin asker verdi. Çünkü onlar da Anadolu’nun
Müslümanlaşmasını istiyordu. O zaman ne Türklerin Türkçülük, ne de Kürtlerin
Kürtçülük iddiası vardı. Tarih boyunca savaşlarda en büyük destek Kürtlerden
alındı. Ve yine asırlar boyu aynı inancın kardeşleri olarak siperde vücutlarını
birbirlerine kalkan ettiler. Bu asrın (20. asır) başlarında Musul ’da
toplanan Kürt aşiretleri, Osmanlı halifesinin yanında savaşmaya karar verdiler.
Ve Sevr Anlaşması’nı yırttılar. Öyle ki Osmanlı’ya karşı savaşmak için
Kürtlerle görüşmeye gelen İngiliz valisine Kürt lideri Şeyh Mahmut el- Berzenci
elini uzatmadı. Ve ‘Müslümanların halifesine savaş açan bir ülkenin valisinin
eli necistir’ dedi. Adıyaman’da Bedir Ağa, kendisini isyana teşvik etmek
için altın yüklü
katırlarla gelen İngiliz görevlisine; ‘Ben halifeye isyan etmem!’ dedi ve
kendisini (İngiliz’i) altınlarıyla beraber huzurundan kovdu. Aynı İngiliz
görevlisi Van’daki Kürt aşiret reislerini ziyaret ettiği zaman onlar da aynı
sözlerle kendisini kovdular.
Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız
halde, ne oldu da bu husumet ortaya cıktı? Niçin bu kanlar akıyor?” (2).
Bu soruların cevaplarının açık, objektif olarak
verilebilmesi için Millî Görüş hareketi, Kürt sorununun cesaretle ele alınıp
tartışılmasını ve ‘konunun tabu olmaktan çıkarılması’ gerektiğini, her
meselenin tartışılabileceğini, bu gün değil, 24 yıl önce 1993 yılında, çok
yüksek bir şekilde seslendirmiştir:
“Kürt meselesi için her çözüm şekli konuşulabilir. Esasında
meselenin bunca içinden çıkılamaz hale gelmesinin sebeplerinden biri, bu
konunun bir tabu gibi her türlü tartışmanın dışında tutulmasıdır.”(2)
Üç Boyutlu Bir Sorun
Millî Görüş hareketi, “kavim kimliğinin” asimile edilmesine
karşı çıkarken, sorunu, sadece bir “terör”, “askeri operasyon” ya da “Kürt
sorunu” olarak görmüyordu. Millî Görüş’e göre mesele, tek boyutlu olmayıp, üç
boyutludur. Her bir boyuttaki olumlu ya da olumsuzluklar diğerlerini
etkilemektedir. Her üç mesele birlikte, bir bütün olarak ele alınıp çözüme
kavuşturulmalıdır:
“Gerçekte mesele bir değil üçtür: 1-Terör, 2- Kürt meselesi,
3- Güneydoğu meselesi. Kürt meselesi ve Güneydoğu meselesinin çözülmemiş olması,
terörün gelişmesine ortam hazırladığı gibi, terör de diğer iki meselenin
çözülmesine zorluk çıkartıyor. Bu böyledir diye, üç ayrı meselenin varlığını
görmemezlikten gelip veya yok farz edip, meseleyi sadece terör meselesi olarak
ele alarak çözmek mümkün değildir…”(2)
Erbakan, sorunu bir bütün olarak ele almış, meselenin,
sadece teröre karşı askerî operasyonlar düzenleyerek halledilemeyeceğini,
sorunun kaynağına ve sebeplerine inilmesi gerektiğini belirtmiştir:
“Bu sebeplerden dolayı, terörle mücadele, sadece askeri bir
hareket olarak düşünülmemelidir. Bu konu, kaynağını ve sebeplerini ortadan
kaldıracak çok unsurlu ve kapsamlı bir bütün olarak ele alınmalıdır.”
“…Yaşadığımız tecrübe, bu önemli problemin, şiddet ve
terörle ya da zoraki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini
göstermiştir…” (2)
Necmettin Erbakan: “Kürt Sorununun Kaynağı, Sömürü Düzeni,
Taklitçi Zihniyet ve Asimilasyoncu Politikalardır”
Güneydoğu’nun geri kalmışlığı, sadece bu bölgeye has bir
durum olmayıp, ülkenin birçok yöresine ilişkin bir durumdur. Rahmetli Erbakan,
meseleyi ‘tabu olmaktan’ çıkarıp tartışmaya açmak için sistemin dayandığı temel
politika ve stratejilere doğrudan, cepheden taarruz etmiştir. Erbakan’a göre
meselenin ana sebebi, ‘sömürü düzeni’, ‘tahakküm düzeni’, ‘asimilasyoncu’,
‘materyalist, ırkçı politikalar’, ‘taklitçi zihniyetler’ ve ‘yabancılaştırma
hareketidir’:
“Şikâyet olunan ve istenen nedir? Türkiye’deki Batı
taklitçisi zihniyetli iktidarların yürüttükleri sömürü düzeni, tahakküm düzeni
sonucunda ortaya çıkan ızdırap ve haksızlıklar. Bunlar derece derece esasen
yurdumuzun her bölgesinde mevcut ve herkese aynen tatbik ediliyor…” (2)
“…Terörün gittikçe artma imkânı bulması ve Güneydoğu’daki
halkımızın bugünkü acıların içine düşmesinde hiç şüphesiz taklitçi zihniyetli
ANAP, SHP ve DYP iktidarlarının yanlış politikalarının büyük payı vardır.
Bunlar yıllardan beri materyalist ve ırkçı bir politika
uygulamışlardır… Görüldüğü gibi taklitçi zihniyetli iktidarlar terörü
önleyememişler; Kürt meselesini ve Güneydoğu meselesini çözememişler, bunu
gittikçe büyüyen bir mesele haline getirmişlerdir.
Yaşanan tecrübeler, bu meselelerin taklitçi zihniyetlerin
tatbik ettiği şiddet ya da zoraki asimilasyon politikalarıyla çözülemeyeceğini
göstermiştir. Taklitçi iktidarlar gelip gidiyor; fakat hepsinin müşterek olan
bu yanlış politikaları değişmiyor.”(2)
Bu yaklaşımla mesele, bir bütün olarak siyasette ilk defa
Millî Görüş hareketi tarafından seslendirilmiştir. 90’lı yıllarda bunun çok
cesur bir tavır olduğunu söylemek ve kabul etmek gerekir. Bugün bile o
tarihlerde söylenenlerin çok cüz’i bir kısmı dile getirilebilmektedir.
Sonuç: “Siz Bu Ülkenin İnsanlarını Birbirine
Yabancılaştırdınız”
Erbakan, 1994 yılında Bingöl’de yaptığı o meşhur
konuşmasında, ülkenin insanlarının birbirine yabancılaştırılmasının ve
aralarına husumet sokulmasının; okullardan besmelenin kaldırılarak yerine,
‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’ andının getirilmesi ile başladığını ifade eder:
“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu mektebe
başlarken, besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne
koydunuz yerine? ‘Türk’üm, doğruyum, çalışkanım’. E sen bunu söyleyince, öbür
taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evlâdı; ‘ya öyle mi, ben de Kürt’üm,
daha doğruyum, daha çalışkanım’ deme hakkını kazandı. Ve böylece siz, bu
ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.”(1)
Bu yaklaşım, sistemin ana tezine, temel varsayımlarına
doğrudan cephe almak, onlara savaş açmak demekti. Hem ulusal hem de küresel
sistem, sorunun çözümünü istemediği için Erbakan’ı ve Millî Görüş hareketini,
ciddi bir tehlike olarak görüp bertaraf etmeye karar vermiştir.
28 Şubat Postmodern Darbesi’nde bu yaklaşım tarzının çok
ciddi bir etkisi vardır.
Müslüman Kürt kardeşlerimiz, bu gerçekleri görmeli, yalnız
olmadıklarını ve yalnız bırakılmadıklarını bilmelidirler.
Kimlik oluşumunda temel sorun; aynileşmenin, aidiyetin hangi
kavramlar etrafında olacağıdır. Irk, soy, renk ve dil eksenli bir bütünleşmenin
olamadığı, tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan bir gerçektir. Bu,
farklılıkların birlikteliğini kapsayacak evrensel bir üst kimliğin, bu
kavramlar etrafında oluşamayacağı anlamındadır. Yoksa bu, bunların ayrı
varlıklar olduğunun, bir alt kimlik oluşturduğunun göz ardı edilmesi değildir.
Tam tersine, farklı boy, kabile, ırk ve milletlerin varlığı bir güvenlik alanı,
barış ve tanışma alanı olarak görülmelidir ve bunların kimlikleri korunmalıdır.
Kavimlerin birbirlerine göre konumları, ne dilleri, ne
renkleri ve ne de soyları ile belirlenmektedir. Hiçbir kavim dili, rengi ve
soyundan dolayı diğerinden üstün değildir. Hiçbir kavim; soyu, dili ve kültürü
yok sayılarak asimile edilemez.
Bugün yaşanan kimlik krizinin zorla, baskıyla, şiddetle ya
da korkuyla tedavi edilmesi mümkün değildir. Bunun yolu, ortak değerlere olan
güvenin ne sebeple yıkıldığının teşhis edilmesi, sebeplerin ortadan
kaldırılarak bireylerin ikna edilmesi, kalp ve gönüllerinin fethedilmesidir.
Dağa, taşa, ‘Ne mutlu Türk’üm diyene!’ yazmakla, ‘Türk’üm, doğruyum,
çalışkanım’ andını söyletmekle hiçbir Kürt, Türk olmaz.
Bu nedenle, ne Türk kavmiyetçiliği ne de Kürt kavmiyetçiliği
haklıdır.
Bir mümin her ikisine de eşit mesafede durmayı bilmelidir.
Tavrımız berrak olmalı, ifratla tefrit arasında bocalamamalıyız.
Ey İman Edenler Unutmayın:
Hz. Muhammed (S.A.V.): “Asabiyet (kavmiyetçilik) davasına
kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden
değildir.”(3).
Hz. Muhammed (S.A.V.): “Kim de körü körüne çekilmiş
(ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (kavmiyetçilik) için gadablanır
veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu
ölüm de cahiliye ölümüdür.”(4)
Kaynaklar
1- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul,
2000, S:105-122.
2- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış
Konuşması, 1993.
3- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, 5, 386.
4- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123);
İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder