(Milli Gazete)
Giriş
Geçen iki yazıda, Molla Mustafa Barzani’nin, dönemin ABD başkanı Jimmy
Carter’a yazdığı, iki mektuba, Henry Kissinger’in Molla Mustafa Barzani’ye
yazdığı mektuba ve Mesut Barzani ile Peşmerge komutanı General Weysi’nin
yaptığı açıklamalarına yer verilmişti. Bu yazıda, bu mektup ve açıklamalar
değerlendirilecek ve alınması gereken dersler üzerine durulacaktır.
Üç Dinamiğin Etkileşimi
Genel olarak beşeri olayları incelerken, iç ve dış
dinamikleri göz önüne almamız gerekmektedir. Olaylar, bu iki ana dinamiğe bağlı
olarak vuku bulmakta, şekillenmekte ve gelişmektedir. Dış dinamikleri de,
bölgesel ve küresel dinamikler olarak ikiye ayırabiliriz. Bölgesel ve küresel
dinamikler önemli ve etkili olmakla beraber, kalıcı bir sonuç alabilmeleri iç
dinamiklere bağlıdır. Strateji ve taktikler, bu üç ana dinamiği göz önüne alarak
kurulur, yürütülür, bu dinamiklere bağlı olarak değiştirilir ya da revize
edilirler.
Eğer bir olay, bir ülkenin basit bir iç meselesi değil de
daha karmaşık bir mesele ise, hem bölgesel hem de küresel güçler devreye
giriyorsa, her bir gücün amacının, niyetinin, hedefinin, kısa, orta ve uzun
vadede ne olduğunun mutlaka göz önüne alınması gerekmektedir.
Bölgesel ve küresel güçler, bir ülkenin bölünmesini,
parçalanmasını, dağılmasını istiyorsa ona uygun iç ortaklar, işbirlikçiler
ararlar; eğer o ülkenin parçalanmasından öte kalkınmasını, gelişmesini de
engellemek istiyorlarsa, ona uygun işbirlikçiler ararlar.
Konumuz bağlamında işbirlikçileri dört ana sınıfa ayırmamız
mümkündür:
1- Gönüllü işbirlikçiler, şuurlu ve hain olanlar,
2- Bölgesel ve/veya küresel güçlerle karşılıklı menfaati
olduğunu sanıp, kendine aşırı güven duyup iş tutanlar,
3- İşbirlikçilik çizgisine itilenler (Zoraki
işbirlikçiler=gönülsüz işbirlikçiler; “Denize düşüp yılana sarılanlar”),
4- İşbirlikçi olduğunun farkında olmayan, saflar.
Böyle bir ayırımı yapmamızın sebebi, olaylarda
karşılaştığımız çok farklı insan unsurunun varlığından dolayıdır. Birinci ve
ikinci gruptakiler hariç, diğerleri genellikle içinde yaşadığı şartlardan
etkilenen ve fakat şuuru, dirayeti, basireti ve stratejik aklı zayıf
olanlardır. Bunların ortaya çıkmasının sebepleri özel olarak analiz edilmeli,
kendilerini bu duruma sürükleyen etkenler ve ortam mutlaka göz önüne
alınmalıdır.
Eğer bir ülkenin içerisinde gayrı memnun üreten bir bataklık
varsa, doğal olarak sivrisinekler üreyecektir. Tek tek sivrisineklerle uğraşmak
yerine bataklığı kurutmak en köklü çözümdür. Hak, hukuk ve adalet tanımayan
sistemler, bataklıktır ve sivrisineklerin üremesine elverişli ortamlardır.
Öyleyse farklı inanç sistemlerine ve farklı etnik yapıya sahip halkların
haklarını, ilâhi yaratılış kanuniyetine uygun bir şekilde vermek, bataklığı
kurutmak için gerektir.
Osmanlı ve Ortadoğu’nun tarihi bu konuda çok zengindir.
Şerif Hüseyin ve oğulları, bu bağlamda güzel bir örnektir. Bunlar, Osmanlı’ya
karşı İngilizlerle işbirliği yaparak Ortadoğu coğrafyasının İngiliz ve Fransız
hegemonyasına girmesine sebep olan gönüllü ve şuurlu işbirlikçilerdir.
Mektupların Değerlendirilmesi
Yazılan mektupları ve yapılan açıklamaları; iç, bölgesel ve
küresel dinamikler açısından incelememiz gerekmektedir.
İç Dinamikler
Molla Mustafa Barzani, yazdığı mektuplarda Kürt halkının
içinde bulunduğu olumsuz şartları dile getirmekte ve bu olumsuz şartların
düzeltilmesi için mücadeleye başladıklarını ifade etmektedir. Molla Mustafa
Barzani’nin “Kürtler, kendilerini zorla asimile etmek isteyen işgalcilere karşı
kendi ülkelerinde asgari düzeyde eşitlik ve adalete kavuşmak için sık sık
kendilerini savunmaya zorlandılar.”(1) ifadesinde “asimilasyon”, “eşitlik ve
adalet” kavramlarına vurgu yapmış olmakla, Kürt halkının içinde yaşadığı Irak sisteminin
olumsuz temel özelliklerinden bir kısmının varlığına dikkat çekmiş olmaktadır.
Asimilasyon için uğraşan, eşitlik ve adaleti ret eden bir
sistem, gayrimemnun sayısını artırır ve barışı değil, savaşı getirir.
İşbirlikçi üreten bir bataklığa dönüşür.
1968 yılında Irak’ta iktidara gelen BAAS yönetimi, Barzani
ile “11 Mart 1970 anlaşmasını” yaparak iç savaşı sonlandırmıştır. Bu anlaşmaya
göre “Irak halkının iki aslî milletten, Araplar ve Kürtlerden, oluştuğu kabul
edilmiş” ve “dört yıl içerisinde Irak Cumhuriyeti çerçevesi içinde bir özerk
Kürdistan oluşturulması” öngörülmüştür.
Barzani’nin ifadesine göre “BAAS rejimi, Moskova yanlısı
Irak Komünist Partisi ile Birleşik Cephe oluşturmak için” çağrıda bulunmuş ve
fakat “Kürdistan Demokrat Partisi, birleşik cepheye katılmayı reddetmiştir”. Bu
reddediş, hem Kürt halkına hem de Kürt liderlere baskı uygulanmasına sebebiyet
vermiştir.
Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani, kendi tabiri ile
“Amerikalı ve İranlı dostlarına dönmüş”, İran ve ABD ile iş
tutmayı Kürt halkının geleceği için daha avantajlı görmüştür. “Barzani’nin
Dostları” ona, “Kürt devriminin, hem Birleşik Devletler’den hem de İran’dan
destek göreceğini” vaat etmişlerdir.
BAAS yönetimi, 11 Mart 1970 anlaşmasında yer alan “Dört yıl
sonra Kürtlere özerklik verilecektir.” maddesini, Mart 1974’de “özerklik
yasası” olarak çıkarıp ilan etmiştir. Barzani ise, “dostlarının (İran ve ABD’li
dostları) vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddetmiştir” (1). Barzani, Irak
yönetimimin kendilerine verdiği özerkliği kabul etmiyor; fakat ABD ve İran’dan
özerklik istiyor:
“Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi ilişkiler
kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz pahasına mı olmalı?
Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana karşı koyduk ve
onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik nerede?
…Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki mislini
istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat edilen özerkliğin
verilmesini istiyoruz.” (1)
Barzani’nin Kürt halkı için yürüttüğü hak, hukuk, adalet ve
özerklik mücadelesi, bir noktadan sonra ana amaçtan saparak, İran ve ABD’nin
Ortadoğu stratejisinde kullanılacak bir araç olma hüviyetine bürünmüştür. BAAS
yönetiminin Kürtlerin Özerkliğini kabul eden bir yasa çıkarıp ilan etmesi
karşısında Barzani’nin bunu reddetmesi, kendi halkına karşı yapılmış bir
haksızlık olmuştur. Kendisi de bunu dolaylı bir şekilde itiraf etmektedir:
“Sayın başkan, eğer Amerika’nın verdiği söze tam olarak
inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu,
BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek
yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın
komşularına da zarar verirdi. Ancak üst dereceli Amerikan yetkililerinin
teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, ABD ve İran’la
işbirliğini tercih ettim.”(1)
Üzücü olan, Molla Mustafa Barzani’nin, ABD ve İranlı
dostlarına güvenerek reddettiği 11 Mart 1970 anlaşmasının, (İran ile Irak
arasında yapılan) Cezayir anlaşmasından sonra Irak yönetimi tarafından
tamamıyla uygulamaya sokulması için Irak yönetimine baskı yapılmasını talep
etmiş olmasıdır (1).
İç dinamikler açısından meseleye yaklaştığımızda, Molla
Mustafa Barzani, asimilasyona karşı çıktığı, halklar arasında eşitlik ve
adaletin sağlanması için mücadele ettiğinden dolayı çok haklıdır. 11 Mart 1970
Anlaşması ile Özerklik dâhil bu hakları almıştır. Bu anlaşmaya rağmen, kendi
ifadesi ile “İranlı ve ABD’li dostlarının vaatlerine” güvenerek anlaşmayı
bozması, yanlış olmuştur.
Küresel Dinamikler
1970’lı yıllarda iki küresel güç olarak SSCB ile ABD
arasında veya NATO ile Varşova Paktı arasında sert bir mücadele sürmekteydi.
SSCB ile ilişki kurmak isteyen ülkelerin üzerine ABD gitmekte ve darbelerle
hükümetleri iktidardan düşürmekteydi.
ABD, Komünizmin yayılmasını engellemek, özellikle petrol
üretim ve ulaşım yollarını kontrol etmek istemekteydi. Ortadoğu, hem ABD için
hem de Sovyetler için hayati önemi haizdi. Irak hem enerji üretimi, hem de
enerji nakil bölgesiydi. O nedenle Irak’ın Sovyetlerin etki alanına girmesi,
Basra Körfezini ve Körfez ülkelerini tehlikeye sokardı. O nedenle ABD, Irak ile
özel olarak ilgilenmekte; BAAS rejiminin devrilmesini ya da Sovyetlerden
uzaklaşmasını, Batı bloğuna kaymasını istemekteydi.
1972’de Irak yönetimi, “SSCB ile dostluk ve işbirliği
anlaşması” imzalamıştır. Çok önemli bir enerji bölgesinin SSCB’nin etki alanına
girmesini istemeyen ABD, İran Şahı üzerinden devreye girerek Molla Mustafa
Barzani ile İran Şahı Rıza Pehlevi arasında bir anlaşmanın yapılmasını
sağlamıştır. ABD, Barzani’ye İran aracılığıyla para, silah yardımı yapmayı
üslenmiştir.(1)
ABD için Irak içindeki Kürt hareketi, Irak yönetimini
zayıflatmak, hatta iktidardan düşürmek için bir imkân, hatta bir araçtı.
ABD’nin bu amacına hizmet ettiği sürece Barzani hareketinin ve Barzani’nin bir
anlamı vardı. ABD’de yaşadığı dönemde kendisi ile konuşulmamış ve görüşülmemiş
olmasının anlamı, ABD için artık Barzani‘nin ömrünü doldurmuş bir aktörden
başka bir şey olmamasıdır. Mektubundaki sitemde, bunu görebilmekteyiz:
“Haklarını almaya çalışan Kürtler gibi sadık ve dost
insanlar, belirsiz Amerikan ulusal çıkarları nedeniyle feda edildi. Birleşik
Devletler yetkililerince verilmiş gizli teminatlar reddedilmiş ve daha sonra da
‘dış ilişkilere gizli kapaklı çalışma karıştırılmamalıdır’ gerekçesiyle haklı
gösterilmiştir.
Bay başkan, Kürtler alt düzeydeki CIA memurlarıyla gizli
olarak iş yapmıyordu. Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ilişikteki
mesajının da kanıtladığı gibi, bizim ilişkilerimiz en yüksek düzeyde ABD
yetkilileri ile olmuştur.”(1).
ABD için asıl amaç Kürtlerin özerk olması, bağımsız bir
devlet kurması değildi; onların insan haklarına kavuşması, insanca yaşaması da
değildi:
“…Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek
bir savaşa girdik; fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk; Amerikan
ve İran yardımından yoksun…
Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış
değildik. Dostlarımız tarafından yıkılmıştık.
…Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve demokrasinin
temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu gibi büyük
bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız kalabilir
mi?”(1)
Küresel dinamikler açısından meseleye yaklaştığımızda, başta
ABD olmak üzere Şer İttifakının (ABD-İsrail- İngiltere -Siyonizm)
dostu ve dostluğu yoktur, değerleri de yoktur sadece çıkarları vardır.
Çıkarları için Anadolu tabiri ile “ Babasını bile satar.”
Bölgesel Dinamikler: Cezayir Anlaşması(6 Mart 1975) ve
“Molla Mustafa Barzani’nin Satılması”
İran Şahı, Bölgesel güç olmak ve İran ile Irak arasında
Körfezde var olan sınır ihtilafının (Irak’ın Körfezdeki bir kaç küçük ada)
İran’ın lehine çözülmesini istemekteydi. Bu nedenle Irak yönetiminin iç
ihtilaflarla uğraşması, zayıf düşmesi, O’nun işine gelmekteydi. Onun için ABD
ile birlikte Barzani’ye para ve silah yardımı yapmayı kabul etmişti. Barzani
hareketinin bağımsızlık ya da özerklik kazanması, İran’ın da işine
gelmemekteydi. Çünkü kendi ülkesinde de belli bir nüfusa sahip Kürt halkı
yaşamaktaydı.
İran’la Irak’ın kavgası, 1975 yılına kadar sürmüştür.
Bağlantısız hareketinin liderlerinden Cezayir’in devreye girmesi ile 6 Mart
1975’de “Cezayir Anlaşması” yapılarak İran’la Irak arasındaki ihtilaflar
çözülmüştür.
Cezayir Anlaşmasına göre; İran, “Irak’taki Molla Mustafa
Barzani hareketine her türlü yardımı kesecek”, “Amerikan yardımlarına aracılık
yapmayacak”; Irak da, “Şatt’ül Arap sınır meselesinde sınırın, nehrin tam
ortasından geçmesini kabul ederek üç küçük adayı İran’a verecektir”.
Bölgesel dinamikler açısından meseleye yaklaştığımızda, İran
Şahi, binlerce masum insanın ölümünü sağlayarak Irak’tan istediğini alıp Molla
Mustafa Barzani’yi satmıştır.
Sonuç: Şer İttifakının Menfaatleri Vardır, Değerleri Değil!
Gerek ABD, gerekse İran Şahı Rıza Pehlevi, Irak yönetiminden
elde ettikleri tavizlere karşılık, “Barzani ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlar”
ve “Molla Mustafa Barzani’yi satmışlardır”.
Gerek Mesut Barzani ve gerekse Peşmerge Komutanı General
Aziz Weysi’nin açıklamalarından, Şer ittifakının, Irak’ı, İran ve Rusya safına
itmemek için Mesut Barzani’yi sattıkları anlaşılmaktadır(2,3).
“Selahaddin Eyyubi’nin torunları bu duruma düşmemeli ve/veya
düşürülmemeliydi”.
Şer ittifakının ne kutsalı, ne de değerleri vardır. Sadece
menfaatleri vardır. Demokrasiyi ilahlaştıran Batı’nın Türkiye’deki tüm
darbeleri planlamış ve desteklemiş olması da tesadüf değildir. İnsan hakları,
özgürlükleri ve demokrasi sloganları ile başlattıkları ve “Arap Baharı” adını
verdikleri ikinci nesil kadife darbe zincirinde, Mısır ’da
bekledikleri olmayınca, Sisi darbesini demokrasi zaferi olarak kutlayan ve
destekleyen, ikiyüzlü Batı’dan başkası değildi.
O nedenle Müslüman coğrafyada hiçbir halk, Batı ile
işbirliği yapacak duruma düşmemeli ve de düşürülmemelidir. Kendi sorunlarımızı,
kendi içimizde, en adil bir şekilde çözmenin usul ve yollarını bulmalıyız,
bulmak zorundayız.
Henüz Vakit Varken!
Kaynaklar:
1- Tuşalp, E, Zehir Yüklü Bulutlar, Halepçe’den Hakkâri’ye,
Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, 1990 S: 44-55.
2- Başkan Barzani: ABD’nin gözleri önünde, onun silahlarıyla
Kürdistan’a saldırdılar Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017;
http://www.kurdistan24.net/tr/news/900eb0c2-9249-4329-ae9a-0078adde6fc8
3- Aziz Weysi: ABD bize ihanet etti, Şiiler topraklarımızı
istila etti, Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017;
http://www.kurdistan24.net/tr/news/b0ef05ff-182d-4f24-a9e8-ad854301 48a1
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder