10 Kasım 2017 Cuma

“Bağımsız Kürdistan Referandumu”- 6: BABA OĞUL BARZANİLERİN BAŞINA GELENLERDEN ALINACAK DERSLER

 (Milli Gazete)

Giriş

Geçen iki yazıda, Molla Mustafa Barzani’nin, dönemin ABD başkanı Jimmy Carter’a yazdığı, iki mektuba, Henry Kissinger’in Molla Mustafa Barzani’ye yazdığı mektuba ve Mesut Barzani ile Peşmerge komutanı General Weysi’nin yaptığı açıklamalarına yer verilmişti. Bu yazıda, bu mektup ve açıklamalar değerlendirilecek ve alınması gereken dersler üzerine durulacaktır.

Üç Dinamiğin Etkileşimi

Genel olarak beşeri olayları incelerken, iç ve dış dinamikleri göz önüne almamız gerekmektedir. Olaylar, bu iki ana dinamiğe bağlı olarak vuku bulmakta, şekillenmekte ve gelişmektedir. Dış dinamikleri de, bölgesel ve küresel dinamikler olarak ikiye ayırabiliriz. Bölgesel ve küresel dinamikler önemli ve etkili olmakla beraber, kalıcı bir sonuç alabilmeleri iç dinamiklere bağlıdır. Strateji ve taktikler, bu üç ana dinamiği göz önüne alarak kurulur, yürütülür, bu dinamiklere bağlı olarak değiştirilir ya da revize edilirler.

Eğer bir olay, bir ülkenin basit bir iç meselesi değil de daha karmaşık bir mesele ise, hem bölgesel hem de küresel güçler devreye giriyorsa, her bir gücün amacının, niyetinin, hedefinin, kısa, orta ve uzun vadede ne olduğunun mutlaka göz önüne alınması gerekmektedir.

Bölgesel ve küresel güçler, bir ülkenin bölünmesini, parçalanmasını, dağılmasını istiyorsa ona uygun iç ortaklar, işbirlikçiler ararlar; eğer o ülkenin parçalanmasından öte kalkınmasını, gelişmesini de engellemek istiyorlarsa, ona uygun işbirlikçiler ararlar.

Konumuz bağlamında işbirlikçileri dört ana sınıfa ayırmamız mümkündür:

1- Gönüllü işbirlikçiler, şuurlu ve hain olanlar,

2- Bölgesel ve/veya küresel güçlerle karşılıklı menfaati olduğunu sanıp, kendine aşırı güven duyup iş tutanlar,

3- İşbirlikçilik çizgisine itilenler (Zoraki işbirlikçiler=gönülsüz işbirlikçiler; “Denize düşüp yılana sarılanlar”),

4- İşbirlikçi olduğunun farkında olmayan, saflar.

Böyle bir ayırımı yapmamızın sebebi, olaylarda karşılaştığımız çok farklı insan unsurunun varlığından dolayıdır. Birinci ve ikinci gruptakiler hariç, diğerleri genellikle içinde yaşadığı şartlardan etkilenen ve fakat şuuru, dirayeti, basireti ve stratejik aklı zayıf olanlardır. Bunların ortaya çıkmasının sebepleri özel olarak analiz edilmeli, kendilerini bu duruma sürükleyen etkenler ve ortam mutlaka göz önüne alınmalıdır.

Eğer bir ülkenin içerisinde gayrı memnun üreten bir bataklık varsa, doğal olarak sivrisinekler üreyecektir. Tek tek sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak en köklü çözümdür. Hak, hukuk ve adalet tanımayan sistemler, bataklıktır ve sivrisineklerin üremesine elverişli ortamlardır. Öyleyse farklı inanç sistemlerine ve farklı etnik yapıya sahip halkların haklarını, ilâhi yaratılış kanuniyetine uygun bir şekilde vermek, bataklığı kurutmak için gerektir.

Osmanlı ve Ortadoğu’nun tarihi bu konuda çok zengindir. Şerif Hüseyin ve oğulları, bu bağlamda güzel bir örnektir. Bunlar, Osmanlı’ya karşı İngilizlerle işbirliği yaparak Ortadoğu coğrafyasının İngiliz ve Fransız hegemonyasına girmesine sebep olan gönüllü ve şuurlu işbirlikçilerdir.

Mektupların Değerlendirilmesi

Yazılan mektupları ve yapılan açıklamaları; iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından incelememiz gerekmektedir.

İç Dinamikler

Molla Mustafa Barzani, yazdığı mektuplarda Kürt halkının içinde bulunduğu olumsuz şartları dile getirmekte ve bu olumsuz şartların düzeltilmesi için mücadeleye başladıklarını ifade etmektedir. Molla Mustafa Barzani’nin “Kürtler, kendilerini zorla asimile etmek isteyen işgalcilere karşı kendi ülkelerinde asgari düzeyde eşitlik ve adalete kavuşmak için sık sık kendilerini savunmaya zorlandılar.”(1) ifadesinde “asimilasyon”, “eşitlik ve adalet” kavramlarına vurgu yapmış olmakla, Kürt halkının içinde yaşadığı Irak sisteminin olumsuz temel özelliklerinden bir kısmının varlığına dikkat çekmiş olmaktadır.

Asimilasyon için uğraşan, eşitlik ve adaleti ret eden bir sistem, gayrimemnun sayısını artırır ve barışı değil, savaşı getirir. İşbirlikçi üreten bir bataklığa dönüşür.

1968 yılında Irak’ta iktidara gelen BAAS yönetimi, Barzani ile “11 Mart 1970 anlaşmasını” yaparak iç savaşı sonlandırmıştır. Bu anlaşmaya göre “Irak halkının iki aslî milletten, Araplar ve Kürtlerden, oluştuğu kabul edilmiş” ve “dört yıl içerisinde Irak Cumhuriyeti çerçevesi içinde bir özerk Kürdistan oluşturulması” öngörülmüştür.

Barzani’nin ifadesine göre “BAAS rejimi, Moskova yanlısı Irak Komünist Partisi ile Birleşik Cephe oluşturmak için” çağrıda bulunmuş ve fakat “Kürdistan Demokrat Partisi, birleşik cepheye katılmayı reddetmiştir”. Bu reddediş, hem Kürt halkına hem de Kürt liderlere baskı uygulanmasına sebebiyet vermiştir.

Bunun üzerine Molla Mustafa Barzani, kendi tabiri ile “Amerikalı ve İranlı dostlarına dönmüş”, İran ve ABD ile iş tutmayı Kürt halkının geleceği için daha avantajlı görmüştür. “Barzani’nin Dostları” ona, “Kürt devriminin, hem Birleşik Devletler’den hem de İran’dan destek göreceğini” vaat etmişlerdir.

BAAS yönetimi, 11 Mart 1970 anlaşmasında yer alan “Dört yıl sonra Kürtlere özerklik verilecektir.” maddesini, Mart 1974’de “özerklik yasası” olarak çıkarıp ilan etmiştir. Barzani ise, “dostlarının (İran ve ABD’li dostları) vaat ettikleri yardıma güvenerek onu reddetmiştir” (1). Barzani, Irak yönetimimin kendilerine verdiği özerkliği kabul etmiyor; fakat ABD ve İran’dan özerklik istiyor:

“Sayın başkan, biz, İran ile Irak arasında iyi ilişkiler kurulmasına karşı değiliz. Ama bu, bizim kurban edilişimiz pahasına mı olmalı? Biz Kürtler, ABD’ye ve İran’ın şeref sözüne güvenerek düşmana karşı koyduk ve onunla savaştık. Bize mükâfat olarak söz verilen özerklik nerede?

…Biz sizden, öylesine, yaptığımız iyiliğin iki mislini istemiyoruz. Hatta eşitini bile. Biz yalnızca Kürtlere vaat edilen özerkliğin verilmesini istiyoruz.” (1)

Barzani’nin Kürt halkı için yürüttüğü hak, hukuk, adalet ve özerklik mücadelesi, bir noktadan sonra ana amaçtan saparak, İran ve ABD’nin Ortadoğu stratejisinde kullanılacak bir araç olma hüviyetine bürünmüştür. BAAS yönetiminin Kürtlerin Özerkliğini kabul eden bir yasa çıkarıp ilan etmesi karşısında Barzani’nin bunu reddetmesi, kendi halkına karşı yapılmış bir haksızlık olmuştur. Kendisi de bunu dolaylı bir şekilde itiraf etmektedir:

“Sayın başkan, eğer Amerika’nın verdiği söze tam olarak inanmasaydım, halkımı bugün içine düştüğü felaketten kurtarabilirdim. Bu, BAAS’ın politikasını tam olarak desteklemek ve onunla güçleri birleştirmek yoluyla yapılabilirdi. Ama bu tutum Amerika’nın ilkelerine ters düşer, Irak’ın komşularına da zarar verirdi. Ancak üst dereceli Amerikan yetkililerinin teminatı üzerine bu alternatife iltifat etmedim, onun yerine, ABD ve İran’la işbirliğini tercih ettim.”(1)

Üzücü olan, Molla Mustafa Barzani’nin, ABD ve İranlı dostlarına güvenerek reddettiği 11 Mart 1970 anlaşmasının, (İran ile Irak arasında yapılan) Cezayir anlaşmasından sonra Irak yönetimi tarafından tamamıyla uygulamaya sokulması için Irak yönetimine baskı yapılmasını talep etmiş olmasıdır (1).

İç dinamikler açısından meseleye yaklaştığımızda, Molla Mustafa Barzani, asimilasyona karşı çıktığı, halklar arasında eşitlik ve adaletin sağlanması için mücadele ettiğinden dolayı çok haklıdır. 11 Mart 1970 Anlaşması ile Özerklik dâhil bu hakları almıştır. Bu anlaşmaya rağmen, kendi ifadesi ile “İranlı ve ABD’li dostlarının vaatlerine” güvenerek anlaşmayı bozması, yanlış olmuştur.

Küresel Dinamikler

1970’lı yıllarda iki küresel güç olarak SSCB ile ABD arasında veya NATO ile Varşova Paktı arasında sert bir mücadele sürmekteydi. SSCB ile ilişki kurmak isteyen ülkelerin üzerine ABD gitmekte ve darbelerle hükümetleri iktidardan düşürmekteydi.

ABD, Komünizmin yayılmasını engellemek, özellikle petrol üretim ve ulaşım yollarını kontrol etmek istemekteydi. Ortadoğu, hem ABD için hem de Sovyetler için hayati önemi haizdi. Irak hem enerji üretimi, hem de enerji nakil bölgesiydi. O nedenle Irak’ın Sovyetlerin etki alanına girmesi, Basra Körfezini ve Körfez ülkelerini tehlikeye sokardı. O nedenle ABD, Irak ile özel olarak ilgilenmekte; BAAS rejiminin devrilmesini ya da Sovyetlerden uzaklaşmasını, Batı bloğuna kaymasını istemekteydi.

1972’de Irak yönetimi, “SSCB ile dostluk ve işbirliği anlaşması” imzalamıştır. Çok önemli bir enerji bölgesinin SSCB’nin etki alanına girmesini istemeyen ABD, İran Şahı üzerinden devreye girerek Molla Mustafa Barzani ile İran Şahı Rıza Pehlevi arasında bir anlaşmanın yapılmasını sağlamıştır. ABD, Barzani’ye İran aracılığıyla para, silah yardımı yapmayı üslenmiştir.(1)

ABD için Irak içindeki Kürt hareketi, Irak yönetimini zayıflatmak, hatta iktidardan düşürmek için bir imkân, hatta bir araçtı. ABD’nin bu amacına hizmet ettiği sürece Barzani hareketinin ve Barzani’nin bir anlamı vardı. ABD’de yaşadığı dönemde kendisi ile konuşulmamış ve görüşülmemiş olmasının anlamı, ABD için artık Barzani‘nin ömrünü doldurmuş bir aktörden başka bir şey olmamasıdır. Mektubundaki sitemde, bunu görebilmekteyiz:

“Haklarını almaya çalışan Kürtler gibi sadık ve dost insanlar, belirsiz Amerikan ulusal çıkarları nedeniyle feda edildi. Birleşik Devletler yetkililerince verilmiş gizli teminatlar reddedilmiş ve daha sonra da ‘dış ilişkilere gizli kapaklı çalışma karıştırılmamalıdır’ gerekçesiyle haklı gösterilmiştir.

Bay başkan, Kürtler alt düzeydeki CIA memurlarıyla gizli olarak iş yapmıyordu. Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in ilişikteki mesajının da kanıtladığı gibi, bizim ilişkilerimiz en yüksek düzeyde ABD yetkilileri ile olmuştur.”(1).

ABD için asıl amaç Kürtlerin özerk olması, bağımsız bir devlet kurması değildi; onların insan haklarına kavuşması, insanca yaşaması da değildi:

“…Sayın başkan, biz dostlarımızın yardım vaadine güvenerek bir savaşa girdik; fakat ansızın, savaş alanında kendimizi yalnız bulduk; Amerikan ve İran yardımından yoksun…

Biz düşmanlarımız tarafından askeri yenilgiye uğratılmış değildik. Dostlarımız tarafından yıkılmıştık.

…Bütün halklar için onur, birlik, özgürlük ve demokrasinin temel ilkelerini ilan etmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ulusu gibi büyük bir ulus, Kürt yenilgisindeki rolünden sonra, olanlara kayıtsız kalabilir mi?”(1)

Küresel dinamikler açısından meseleye yaklaştığımızda, başta ABD olmak üzere Şer İttifakının (ABD-İsrail- İngiltere -Siyonizm) dostu ve dostluğu yoktur, değerleri de yoktur sadece çıkarları vardır. Çıkarları için Anadolu tabiri ile “ Babasını bile satar.”

Bölgesel Dinamikler: Cezayir Anlaşması(6 Mart 1975) ve “Molla Mustafa Barzani’nin Satılması”

İran Şahı, Bölgesel güç olmak ve İran ile Irak arasında Körfezde var olan sınır ihtilafının (Irak’ın Körfezdeki bir kaç küçük ada) İran’ın lehine çözülmesini istemekteydi. Bu nedenle Irak yönetiminin iç ihtilaflarla uğraşması, zayıf düşmesi, O’nun işine gelmekteydi. Onun için ABD ile birlikte Barzani’ye para ve silah yardımı yapmayı kabul etmişti. Barzani hareketinin bağımsızlık ya da özerklik kazanması, İran’ın da işine gelmemekteydi. Çünkü kendi ülkesinde de belli bir nüfusa sahip Kürt halkı yaşamaktaydı.

İran’la Irak’ın kavgası, 1975 yılına kadar sürmüştür. Bağlantısız hareketinin liderlerinden Cezayir’in devreye girmesi ile 6 Mart 1975’de “Cezayir Anlaşması” yapılarak İran’la Irak arasındaki ihtilaflar çözülmüştür.

Cezayir Anlaşmasına göre; İran, “Irak’taki Molla Mustafa Barzani hareketine her türlü yardımı kesecek”, “Amerikan yardımlarına aracılık yapmayacak”; Irak da, “Şatt’ül Arap sınır meselesinde sınırın, nehrin tam ortasından geçmesini kabul ederek üç küçük adayı İran’a verecektir”.

Bölgesel dinamikler açısından meseleye yaklaştığımızda, İran Şahi, binlerce masum insanın ölümünü sağlayarak Irak’tan istediğini alıp Molla Mustafa Barzani’yi satmıştır.

Sonuç: Şer İttifakının Menfaatleri Vardır, Değerleri Değil!

Gerek ABD, gerekse İran Şahı Rıza Pehlevi, Irak yönetiminden elde ettikleri tavizlere karşılık, “Barzani ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlar” ve “Molla Mustafa Barzani’yi satmışlardır”.

Gerek Mesut Barzani ve gerekse Peşmerge Komutanı General Aziz Weysi’nin açıklamalarından, Şer ittifakının, Irak’ı, İran ve Rusya safına itmemek için Mesut Barzani’yi sattıkları anlaşılmaktadır(2,3).

“Selahaddin Eyyubi’nin torunları bu duruma düşmemeli ve/veya düşürülmemeliydi”.

Şer ittifakının ne kutsalı, ne de değerleri vardır. Sadece menfaatleri vardır. Demokrasiyi ilahlaştıran Batı’nın Türkiye’deki tüm darbeleri planlamış ve desteklemiş olması da tesadüf değildir. İnsan hakları, özgürlükleri ve demokrasi sloganları ile başlattıkları ve “Arap Baharı” adını verdikleri ikinci nesil kadife darbe zincirinde, Mısır ’da bekledikleri olmayınca, Sisi darbesini demokrasi zaferi olarak kutlayan ve destekleyen, ikiyüzlü Batı’dan başkası değildi.

O nedenle Müslüman coğrafyada hiçbir halk, Batı ile işbirliği yapacak duruma düşmemeli ve de düşürülmemelidir. Kendi sorunlarımızı, kendi içimizde, en adil bir şekilde çözmenin usul ve yollarını bulmalıyız, bulmak zorundayız.

Henüz Vakit Varken!

Kaynaklar:

1- Tuşalp, E, Zehir Yüklü Bulutlar, Halepçe’den Hakkâri’ye, Bilgi Yayınevi, 2. Baskı, 1990 S: 44-55.

2- Başkan Barzani: ABD’nin gözleri önünde, onun silahlarıyla Kürdistan’a saldırdılar Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/900eb0c2-9249-4329-ae9a-0078adde6fc8

3- Aziz Weysi: ABD bize ihanet etti, Şiiler topraklarımızı istila etti, Kurdistan24 -Türkçe / 29.10.2017; http://www.kurdistan24.net/tr/news/b0ef05ff-182d-4f24-a9e8-ad854301 48a1

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...