(Milli Gazete)
“Onlar, yalana kulak verenler, sana gelmeyen diğer topluluk
adına haber toplayanlardır. Onlar, kelimeleri yerlerine konulduktan sonra
saptırırlar.” (5 Maide 41)
Giriş
Trump’ın ABD büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma kararının,
İngilizlerin Kudüs’ü işgal tarihi olan 1917 yılının 100. yılına denk gelmesi
bir tesadüf değildir. ABD kongresinin 1995’de aldığı bir kararı, 22 yıl sonra
yürürlüğe sokmak demek, 2001 yılında ABD başkanı Bush’un ilan ettiği “100 yıl
sürecek Haçlı Seferleri”nin bir ileri aşamasına geçilmiş olması demektir.
Bunu ümmetin görmesi gerekir.
Arif Nihat Asya’nın “Aziz-i vakt idik, âda (düşman) zelil
kıldı bizi” sözü üzerinde Ümmet, tefekkür etmeli ve kendi öz eleştirisini
yapmalıdır. Yalnızca Şer ittifakını/Şeytanı
ittifakı(ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) ya da sadece dış güçleri suçlayarak
meselelerimizi çözmemiz mümkün değildir. Şeytan, Hz. Âdem’e yaptığını, tüm
peygamberlerin yoluna gidenlere yapmak için yemin etmiş, tüm iman edenlere
sınırsız ve topyekûn bir savaş açtığını ilan etmiştir. Bu, Hz. Âdem’in yaptığı
hatayı ortadan kaldırmaz. Şeytanın başarısı, Hz. Âdem’in gösterdiği bir
zafiyetin ürünüdür. Nitekim Hz. Âdem, zaaf göstererek Allah’ın koyduğu emir ve
yasakları çiğnediğinden dolayı suçunu kabul edip tövbe etmiş ve Allah’tan
bağışlanmasını dilemiştir. İç dinamiklerde zafiyet olmadan dış dinamiklerin
etkili ve tahrip edici olması çok zordur.
1,7 milyarlık Müslüman, dünyadaki 7 milyar insanı kurtaracak
bir imkâna/güce sahipken, kendi içerisinde parçalanıp birbiriyle savaşması ve
çok kolay oyuna gelmesinin sebepleri, ortaya konmadan çözüm bulmamız mümkün
değildir.
Bu sebeple “Kur’an ve Sünnetin öngördüğü ümmet anlayışı ile
bugün pratikte var olan, yaşayan ümmet arasındaki ilişki nasıldır?” sorusunun
sorulup en gerçekçi bir şekilde ve adalet ölçülerine uygun olarak
cevaplandırılması gerekir. Yol boyu bu yapılmaya çalışılacaktır.
Şer olarak gözüken Büyük Şeytan’ın kararı (Trump’ın aldığı
karar), İslâm İşbirliği Teşkilatının toplanarak ortak bir deklarasyon
yayınlanmasına; dolayısıyla ümmetin çok kritik bir dönemde dayanışmasına vesile
olmuştur. Yani hayra vesile olmuştur; “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin
için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah
bilir de siz bilmezsiniz.” (2 Bakara 216) ayeti tecelli etmiştir.
D-8‘ler kurulduktan sonra, D-8 ülkelerindeki yönetimlere
şeytanî ittifak tarafından yapılan saldırı ve provokasyonları göz önüne
aldığımızda; İslâm İşbirliği Teşkilatının yayınladığı deklarasyonu imzalayan
ülkelerle ilgili her türlü operasyonun yapılmak isteneceği ve bu ülke
yöneticilerinin bir psikolojik harekâta tâbi tutularak yıpratılmak ve halkının
gözünden düşürülmek isteneceği gerçeğini unutmamalıyız. Şiddetlenecek bir
psikolojik savaş ortamında, yığınla kirli bilgi, ortaya atılıp Müslümanların
sağlıklı düşünmesine imkân tanınmak istenmeyecektir.
Ümmet şuurunun oluşmasında, medya, sosyal medya ve fısıltı
gazetesinde yer alan haberleri, emin olmadan, iyi bir analize tâbi tutmadan
alıp kullanmak, gelecek günlerde en ciddi sorunlarımızdan biri olabilir.
Öyleyse bir mü’min olarak herhangi bir habere karşı tutum ve tavrımız ne
olmalıdır?
Bu yazıda, haberlerin ağına takılmama ve haberleri sağlıklı
bir şekilde değerlendirme konusu ele alınacaktır.
HABERLERİ TAHKİK ETMEK
Duyulan/okunan bir haber konusunda ilk yapılması gereken,
haberin kontrol altına alınıp yaygınlaşmasının engellenmesi ve ilgili mercilere
ulaştırılarak değerlendirilmesinin sağlanmasıdır. İkinci yapılması gereken ise
haberin kaynağının ve doğruluğunun tahkik edilmesidir. Nisa 83, haberin
yaygınlaştırılmayıp kontrol altına alınmasına dikkat çekerken; Nur 11, Maide
41-42 haberin kaynağına dikkat çekmektedir.
Günümüzde yürütülen psikolojik savaşta, son derece karmaşık
haberler yaymak suretiyle muhatabın düşünme mekanizması, dumura uğratılmak
istenmektedir. Bu hale getirilen fert, sunulan her şeyi doğru kabul etmektedir.
Bu ise Müslüman camia içerisinde büyük bir tahribata sebebiyet verebilmektedir.
Bu nedenle Kur’an-ı Kerim, Müslümanları uyararak haberleri tahkik etmelerini
istemektedir:
“Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haberle gelirse,
onu ‘etraflıca araştırın.’ Yoksa cehalet-sonucu, bir kavme kötülükte
bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (49 Hucurat 6).
Haberlerin tahkik edilmesi konusunda dikkat çekici olan
nokta, Kur’an-ı Kerim’in bu konuyu Hz. Süleyman’la Hüdhüd kuşu arasında geçen
bir olayda da dile getirmiş olmasıdır (27 Neml 20-29). Hz. Süleyman,
insanlardan, cinlerden ve kuşlardan müteşekkil olan ordusuyla sefere çıkarken
Hüdhüd kuşunun ortada gözükmemesini, emre itaatsizlik ve disiplinsizlik olarak
değerlendirip cezalandıracağını söyler. Bir müddet sonra, Hüdhüd kuşu ortaya
çıkıp Hz. Süleyman’a Saba Melikesi Belkıs’tan haber getirdiğini söylediğinde;
Hz. Süleyman, getirilen haberin doğruluğunu tahkik etmeden bilgiyi kullanmaz
(27 Neml 27-28).
Bu olaydan çıkarılabilecek bir başka ders, suç işleyenlerin,
başarısız olanların ya da kendisini çok başarılı göstermek isteyenlerin, yanlış
ve/veya yalan bilgi verebilecekleri olgusudur. Hz. Süleyman’ın «Durup
bekleyeceğiz, doğruyu mu söyledin, yoksa yalancılardan mı oldun?» demiş olmasının
sebebi budur.
ZAN İLE HAREKET ETMEMEK
Mü’min olmak demek, duyarlı olmak, tüm davranışlarını Kur’an
ve Sünnetin belirlediği sınırlar içerisinde tutmak demektir. Allah’a ve Ahiret
gününe iman edenler; bu iki ana kaynağın kendilerine çizdiği istikamete uygun
olarak davranırlar. Ömürleri boyunca Allah’ın haram dediğini haram; helâl
dediğini helâl; hak dediğini hak, batıl dediğini batıl olarak kabullenir ve
bunlara uygun olarak davranırlar. Allah, Mü’minlerin yalan yanlış bilgilerle
hareket etmesini, zan ile karar vermesini yasaklamıştır:
“Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı
günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın) .
Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz,
ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan iğrenip-tiksindiniz.
Allah’tan korkup-sakının. Hiç şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok
esirgeyendir.” (49 Hucurat 12)
Gıybet, dedikodu ve lâf getirip götürme şeytan işi
pisliklerden olduğu için “ölü kardeşinin etini yemekle” eşdeğerdir. Genelde
Müslüman camia içerisinde, özelde cemaat, hareketler içerisinde, bu tür
dedikodu ve zannî bilgi mekanizmasının işletilmesi ve buna farkında olmadan
katkıda bulunulması, Mü’minin basiret ve feraseti ile bağdaşmaz. Bir mü’min
böyle bir ortama müsaade etmemeli ve de oluşturmamalıdır (58 Mücadele 8).
Böyle bir mekanizmanın meydana gelmesi, Müslümanları
üzmekte, işin bereketini kaçırmakta, güveni yıkmakta ve dayanışma ruhunu
bozmaktadır. Bu, şeytana tâbi olmak, onun izinden gitmek demektir (58 Mücadele
10).
Büyük Ortadoğu, Büyük İsrail ve 2. Sevr Projelerinin
uygulanmak istendiği bir zamanda, Mü’minler etnik, mezhep, cemaat ve hareket
noktalarından parçalanmak ve birbirine düşürülerek, birbirine kırdırılarak
tasfiye edilmek istenmektedir. Geçmişte birçok cemaat, yapı, kurum ve kuruluş birbirine
düşürülmüş ve araya kan davası sokulmuştur. Birçok yapı, cemaat ve siyasi parti
bölünmüş ve kamuoyu indinde itibarları zedelenmiştir. Bugün de “İslâm’ın
İslâm’la savaşı” projesi kapsamında İslâm coğrafyasının kahir ekseriyetinde
Müslümanlar birbirleri ile savaşmaktadır.
Böyle bir ortamda Mü’minlere yakışan, her türlü haberi önce
kontrol altına alıp yaygınlaşmasını engellemek, sonra da değerlendirmesini
yapıp birlik ve dayanışmayı sağlayacak şekilde gereğini yapmaktır(58 Mücadele
9).
HABERLERİ YAYGINLAŞTIRMAMAK
Psikolojik savaşta amaç, düşman veya rakip kabul edilen
milletin, devletin, ülkenin, cemaatin, hareketin vb. iradesinin çözülerek felç
edilip teslim alınması, parçalanması veya dağıtılmasıdır. İster sevinç, isterse
kara haber olsun ilk yapılacak şey, duyulan haberi yaygınlaşmadan kontrol
altına almaktır. Sonra bu konuda birikimli, yetenekli olan kişilerin, yapıların,
birimlerin değerlendirmesine imkân vermek, sonra da kullanmaktır. Bunun aksi
bir davranış, şeytana uymaktır. Bu sebeple Kuran-ı Kerimde Müslümanlar, çok
özel bir şekilde, tehdit içeren bir ifade ile uyarılmaktadırlar:
“Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu
yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu peygambere ve kendilerinden olan emir
sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan sonuç-çıkarabilenler, onu bilirlerdi.
Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız
hariç herhalde şeytana uymuştunuz.” (4 Nisa 83)
Hz. Ayşe’ye atılan zina iftirasında (ifk olayı),
Müslümanların haberleri rastgele alıp kullanmaları ve yaygınlaştırılmaları,
benzer şekilde tenkit edilmektedir (24Nur Süresi10-25). Zina iftirasını
yapanların, Müslümanlar içerisinde bulunan ve “birlikte davranan münafık bir
zümre” olduğunun (24 Nur 11); ancak haberi, bizzat Müslümanların
yaygınlaştırdıklarının belirtilmesi, konunun en can alıcı noktasıdır:
“O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve
hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylediniz ve bunu da kolay
sandınız; oysa o, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.”
“Onu işittiğiniz zaman: «Bu konuda söz söylemek bize
yakışmaz. (Allah›ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır» demeniz gerekmez
miydi? (24 Nur 15-16).
Haberle ilgili olarak Nisa 83’te geçen ‘Allah’ın
üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı’ ifadesi, haberle ilgili olarak Nur
10-25 ayetleri arasında tam dört kez (Nur 10, 14, 20, 21) farklı eklemelerle
geçmektedir. Bu sert uyarının,
haberle ilgili tekrarlanmış olmasının sebebi, haberlerin kullanılmasında
gereken hassasiyetin gösterilmesi ve bu konuda Müslümanların zâfiyet
göstermeleridir.
SONUÇ: “EY İMAN EDENLER! ŞEYTANIN ADIMLARINI İZLEMEYİN”
Şer İttifakının Kudüs ile ilgili kararı, bölge üzerinden
çıkarmak istedikleri küresel savaş için bir alt yapı hazırlama süreci ile
ilgilidir. Bu karar, belli bir stratejiye dayanmakta olup belli bir amacı
vardır. Bunun için önümüzdeki günlerde İslâm dünyasının tepkileri belli bir
düzeye geldiğinde ve belli bir şekil kazandığında, Şer İttifakının karşı
psikolojik harekât başlatacağı göz ardı edilmemelidir. İslâm dünyasındaki
birlik, beraberlik ve dayanışmayı kırmak, hatta yok etmek için bazı ülkelerle
ilgili irade bozucu haberler yaymak ve değişik provokasyonlara başvurmak
isteyeceklerdir. Bu, şeytani ittifakın tarih boyu başvurduğu metotlardan
biridir:
“Bir kısım insanlar, müminlere: «Düşmanlarınız olan
insanlar, size karşı asker topladılar; aman sakının onlardan!» dediklerinde bu,
onların imanlarını bir kat daha arttırdı ve «Allah bize yeter. O ne güzel
vekîldir!» dediler.” (3 Al-ı İmran 173).
Eğer mü’minler, haberler konusunda yukarıda ifade edilen noktalara
dikkat etmezlerse, Şeytani İttifakın amaçlarına dolaylı bir şekilde hizmet
etmiş olurlar. Bu sebeple Kur’an’ın bu noktadaki uyarısı, her mü’minin kulağına
küpe olmalı ve mü’minler, son derece hassas davranmalıdır:
“Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın; kim şeytanın
adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o, çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü
emreder.
Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden
hiç biri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır.
Allah, işitendir, bilendir.” (24 Nur 21)
Yalan yanlış haber yaymanın ve yayılmasına hizmet etmenin,
çok büyük fitnelere sebebiyet vereceği unutulmamalıdır:
“…Fitne ise, katil(katl)den beterdir…”(2 Bakara 217)
Merhum Mehmed Âkif, bundan bir asır evvel 27 Kanunuevvel
(Ekim) 1913’de Ümmeti çok veciz bir şekilde ikâz etmişti:
“Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Bugün Ümmetin, Toplumsal düzeyde, Gönüllü Kuruluşlar
düzeyinde ve Yönetimler düzeyinde birlik olma, bütünleşme zamanıdır.
Henüz vakit varken!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder