(Umran Dergisi)
İçinde bulunduğumuz coğrafya, değişik güçlerin dünya hâkimiyeti için anahtar konumundadır. Değişik güçler, bu coğrafyada hâkimiyet kurabilmek için 50-100 yıllık projeler yapmışlar ve uzun vadeli bir strateji çizmişlerdir. Gerek bölgesel ve gerekse küresel güçler, bu projeler üzerinden birbirleri ile bazen doğrudan, bazen de taşeronlar üzerinden (vekâlet savaşları) hesaplaşmaktadırlar. Bu hesaplaşma, bir fitne ateşini yakarak İslâm coğrafyasını kan gölüne çevirmiştir. Bu fitne ateşinin tüm sorumluluğunu ve suçunu, dış güçlere yükleyip kendimizi temize çıkarma, gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bu nedenle, “Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2 Bakara 44) ayeti kapsamında, genel olarak İslâm coğrafyasının iç dinamiklerinin, özel olarak da Türkiye’nin iç dinamiklerinin, içinde yaşanılan büyük kargaşa ortamının ortaya çıkmasında payı olup olmadığı tartışılmalıdır. Bu amaçla, “İslâm Ümmetinin Helak Şekli: Birbiri ile Savaşma” adlı makalemiz, “Helak” anahtar ve odak kavram merkezli olarak kaleme alınmıştı. Burada, Ümmetin içinde bulunduğu bu durum, bir başka anahtar ve odak kavram olan Fitne kavramı, göz önüne alınarak değerlendirilmekte, dersler çıkarılmakta ve tekliflerde bulunulmaktadır.
Fitne Kelimesinin Sözlük Anlamı
Fitne kelimesi, Arapça ftn kökünden türemiş bir isimdir. Fitne ve ftn kökünün Arap dilindeki anlamları, aşağıdaki gibidir1 :
1- Yakmak/yakma, bir şeyi ateşle yakmak/yakma.
2- Bir şeyi ateşin içerisine atmak/atma, ateşte eritmek, altın ve gümüşü ateşle eritme.
3- Bir şeyi sınamak, denemek, test etmek, imtihan etmek, inceleyip tetkik etmek, bir şey hakkında bilgi almak, bir şeyi iyice bilmek, deneyerek öğrenmek, bir şeyi arıtıp katışıksız hale getirmek, denemek için özellikle güç işlere maruz bırakmak. Daha çok belâ ve musibetle imtihan etme; zor bir teste tâbi tutma.
4- Öldürmek, azap ve işkence etmek, eziyet etmek, sıkıntı ve belâya sokmak, sıkıntıya düşmek.
5- Bir şeyin kalbe çok hoş ve sevimli gelmesi, hoşa gitmesi, çok beğenilmesi, birini büyülemek, birinin aklını başından almak, aklını çelmek, gönlünü çalmak, insanı ne yapacağını bilmeyecek derecede şaşkına çevirmek, tutkun olmak, âşık olmak.
6- Bir şeyi isteme de çok aşırı gitmek.
7- Döndürmek, vazgeçirmek, kişiyi üzerinde olduğu durumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak, kişiyi hedefinden uzaklaştırmak, düşünce ve inançlarından vazgeçirmek.
8- Birini ayartmak, azdırmak, saptırmak.
9- Kötülüğü istemek, kötü yola düşmek.
10- İnsanlar arasında kargaşa/huzursuzluk çıkarmak.
“Yakmak, bir şeyi ateşle yakmak” anlamına gelen ftn kökü, başlangıçta, özellikle altın, gümüş gibi “madenlerin hâlisini sahtesinden ayırmak için ateşte eritilmesini” ifade etmek için kullanılırken; daha sonra, bu kök anlamından hareketle ‘bir şeyi sınama ve özellikle de zor şeylerle deneme’ anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonra da fitne ve türevlerinin anlam alanı genişleyerek, “hâlisini sahtesinden ayırmak için altını potaya atıp eritmek, bir şeyi arıtmak, madeni ateşte eritmek, bir şeyi ateşte eritmek, yanmak, yakmak, bir kimseye dininden ve görüşünden dönmesi için işkence etmek, bir şeyi denemek, sınayarak öğrenmek, sınamak için güç, zor ve sıkıntılı işlere maruz bırakmak, bir kimseyi sıkıntıya uğratmak, birini ayartmak, azdırmak, baştan çıkarmak, kandırmak, saptırmak; kişiyi üzerinde olduğu durumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak, kişiyi hedefinden uzaklaştırmak, düşünce ve inançlarından vazgeçirmek; dalâlete düşmek, bir şeyden çok hoşlanmak; bir şeye aşırı düşkün ve tutkun olmak; âşık olmak, birini büyülemek, birinin aklını başından almak, gönlünü çalmak, aklını çelmek, insanı ne yapacağını bilemeyecek derecede şaşkına çevirmek, döndürmek, deneme ve tecrübe etme, imtihan, belâ, kötülük yönünden ayartma, mihnet, azap, iğva, kışkırtma, azdırma, baştan çıkarma, zulüm, baskı, ayrılık, nifak, karışıklık, kargaşa, iç savaş, kanlı çarpışma, ihtilaf, çekişme, birbirine düşme, kardeş kavgası” anlamlarını ihtiva eden bir boyut kazanmıştır. 2 Arapça olan fitne ve türevleri, dilimize anlam alanı daraltılmış olarak geçmiştir3 : “Belâ, musibet, sıkıntı; geçimsizlik; ihtilal; dinsizlik, canilik; ceza; delilik; güzel yüz, güzel göz, güzel kadın; imtihan, deneme; ayartma, azdırma, baştan çıkarma; karışıklık, kargaşa; ara bozma, bozgunculuk, fesat, küfür, azgınlık, sapıklık; arabozan, karıştıran, fesat çıkaran; fitneye sebep olacak kadar güzel kadın”.
Kur’ân’da Fitne Kavramının Kullanımı
Kur’ân’da ftn ve türevleri, yirmi yedi tanesi Mekkî, otuz bir tanesi de Medenî olmak üzere toplam elli sekiz ayette yer almaktadır.5 Kur’ân-ı Kerim’de fitne kavramı ve türevleri, hem sözlük anlamıyla hem de ıstılahı anlamı ile kullanılmaktadır. Ulema, müfessirler, fitne ve türevlerinin yer aldığı bazı ayetlerde bu kavramlara bazen aynı anlamı, bazen de farklı anlamları vermişlerdir. Bu açıdan müfessirler, Kur’ân’da yer alan fitne kavramının anlamı konusunda ortak bir mutabakata varamamışlardır.
Ulemanın, yaptıkları yorum ve değerlendirmelerden yararlanarak fitnenin Kur’ândaki anlamlarını, aşağıdaki gibi sınıflandırmak mümkündür.6
1- İmtihan, Deneme, Sınama (2/102; 6/53; 7/155; 8/28; 9/126; 17/60; 20/40, 85, 90, 131; 21/35, 111; 22/53, 25/20; 27/47; 29/2, 3; 38/24, 34; 39/49; 44/17; 54/27; 64/15; 72/17; 74/31). Fitne kelimesi, Kur’ân’da en çok bu anlamlarda kullanılmaktadır (1).
2- Baskı, Zulüm, İşkence (2/93, 191, 217; 4/101; 8/39; 10/83,85; 14/110; 29/10; 60/5; 85/10).
3- Sapma, Saptırma ve Ayartma (3/7; 5/41, 49; 6/23; 7/27; 9/48; 17/73; 27/47; 37/162; 57/14; 68/6).
4- Fesat, Kargaşa, Karışıklık Çıkarma (4/91; 8/73; 9/47, 48; 33/14).
5- Bela ve Musibet (5/71; 8/25; 22/11; 24/63).
6- Azap (37/63; 51/13, 14).
7- Delilik (68/1-7; 15/6-7).
Fitne Kelimesinin Istılahı Anlamı
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, fitne kelimesi ve türevleri, çok anlamlı kelimeler olup çok farklı kelimelerle etkileşmekte ve bu etkileşimin sonucu bir semantik alan meydana getirmektedirler. Meydana gelen semantik alanda kelime, yalnızca sözlük anlamını ifade etmemekte, onu da merkeze alan daha geniş, biraz da farklılaşmış bir anlama bürünmektedir. Sözlük anlamının dışında ilişki zincirinden doğan bu anlama ıstılahi anlam denmektedir. Fitne kelimesi ve türevlerinin, genel olarak, hadislerin etkisiyle zaman içerisinde kazandığı ıstılahı anlam vardır. Ancak bu noktada da ulema, ittifak halinde değildir.7
Fitne kelimesinin tek bir tanımının yapılamamasının sebebi, kelimenin çok geniş bir anlam kümesine sahip olması ve nispet edilen varlık alanının Allah, insan ve şeytanla alakalı olmasından dolayıdır. Fitne kelimesi; Allah ile ilgili olduğu zaman (“Allah’a nispet edildiği zaman”), “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “sınavı”; beşerle ilgili olduğu zaman(beşerden kaynaklandığı zaman) “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğrama”, “baskı”, “dinî-siyasî, sosyal kargaşa ve keşmekeş” ve şeytanla ilgili olduğu zaman “saptırma” anlamlarına gelmektedir.8
Kur’ân’da, Fitne Kavramının İlgili Olduğu Diğer Kelimeler
Çok geniş bir anlam kümesine sahip olan fitne kelimesinin, hemen hemen her alt anlamına tekabül eden başka kelimeler, sözlüklerde ve Kur’ân’da mevcuttur. Kur’ân’da bu kelimeler, kendi dar anlamları ile ilgili kullanılırken; fitne kelimesi, her bir kelimeyi kuşatacak şekilde kullanılmaktadır. Bu nedenle fitne kelimesinin meydana getirdiği semantik alanda, bu kelime grupları ile kurulan ilişki, çok karmaşıktır.
Belâ-ibtilâ, imtihan, musibet, zulüm, eza, fesat, tefrika, idlâl ve dalâlet, iğvâ, azab kavramlarının, fitne kelimesinin ihtiva ettiği anlamlarla doğrudan ilişkileri vardır. Bunların dışında, darrâ, be’sâ, şer, hızy, dâire, kâria kelimelerinin bazı kullanımları, fitnenin “belâ ve musibet” anlamıyla; habâl kelimesi, fitnenin, “bozgunculuk” anlamıyla, mecnun kelimesi fitnenin “delilik” anlamıyla; ihrâk kelimesi, fitnenin “yakmak” anlamıyla; ricz, ‘ıkâb kelimeleri, fitnenin “azab” anlamıyla; sadd kelimesi, fitnenin “haktan saptırma, engelleme, alıkoyma” anlamıyla ilişkilidir.9
Vahiy Sürecinde Fitne Kavramı
Fitne ile ilgili ayetler, nüzul sürecine bağlı olarak incelendiğinde, hem Mekke’de hem de Medine’de nazil olmuşlardır. Fitne ve türevlerinin yer aldığı ve Mekke’de ilk nazil olan ayet, 68 Kalem Suresinin 6. ayetidir.10 Fitnenin ‘imtihan, sınama’, ‘baskı, zulüm, işkence’, ‘sapma, saptırma, ayartma’ anlamları, hem Mekkî ve hem de Medenî sûrelerde yer almaktadır. ‘Fesat, kargaşa, karışıklık çıkarma’, ‘belâ, musibet’ anlamları, Medenî ayetlerde; ‘azab, yakılma, ateşe atılma’ anlamları ise, Mekkî ayetlerde yer almaktadır (1,7). Medenî ayetlerde, Müslümanlar için fitnenin çok büyük bir tehlike olduğuna özellikle dikkat çekilmektedir (17/73; 6/23; 29/2, 3, 10; 2/102, 191,193, 217; 8/25, 28, 39, 73; 3/14; 6/5; 4/91, 101; 57/14; 24/63; 22/11, 53; 64/15; 5/49, 71, 9/48, 49, 126).
Fitne kavramı Mekke’de, daha çok ferdî sıkıntı ve bunalımla ilgili olarak; Medine döneminde ise değer, iman ve zihniyet değişimi, dönüşümü ve hâkimiyet mücadelesi ile ilgili olarak kullanılmaktadır. Fitne kelimesi, “Allah yolundan alıkoyma”, “insanları saptırmaya çalışma” anlamlarında, hem Mekkî ve hem de Medenî ayetlerde yer alırken (37/162; 5/49; 7/ 27). ‘Fesat, kargaşa, karışıklık çıkarma”, ‘belâ ve musibet’ anlamlarında fitne kelimesi, Medenî sürelerde geçmektedir (33/14; 9/47-48; 3/7; 5/71; 8/25; 24/63; 22/11).11
Fitne Kavramının Dört Boyutu
Kur’ân’da fitne kelimesi; Allah, insan ve şeytanla alâkalı olarak üç varlık alanı ile ilgili kullanılmaktadır. Üç varlıkla ilgili kullanıldığında fitnenin çok geniş olan anlam kümesi, kullanıldığı varlıkla ilgili olarak genel anlam kümesinin bir alt anlam kümesi olarak sınırlandırılmaktadır. Bu durumda fitne kelimesi; Allah’a nispet edildiği zaman “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “imtihan edilmeleri”, “beşerden kaynaklandığı zaman, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğramaları”, “baskı”, “dinî-siyasî, sosyal kargaşa ve kargaşa” ve şeytandan kaynaklandığı zaman da “saptırma” anlamına gelmektedir.12 Fitne kelimesinin gerek sözlük anlamları, gerek Kur’ân’da geçen anlamları ve gerekse ıstılahı anlamı göz önüne alındığında fitne kelimesi, Allah, insan, şeytan ve değişik imtihan konularının yer aldığı dört boyutlu bir uzayda, her boyutu birbiri ile bağlantılı bir “anlam alanı” oluşturmaktadır.
Fitne kavramının anlam alanının dört boyutlu bir yapı olduğunu göz önüne aldığımızda fitne sistemini, şöyle formüle edebiliriz: • İmtihan eden: Allah • İmtihan edilen: İnsan • İmtihan konuları/araçları: Nimetler ve külfetler • İmtihanda saptırıcı, kafa karıştırıcı unsurlar: İblis, cin ve “insan şeytanları” • İmtihan sonucu: Ödül ve ceza • Fitnenin son bulması: Tüm dünyanın İslâmlaştırılması (2 Bakara 193, 8 Enfal 39, 72-73).
Fitne Kavramının Allah Boyutu: Allah’ın İmtihan Etmesi
Genel olarak imtihan, “kabiliyeti ölçmek için yapılan yoklama”, “kişinin manevi direnme gücünü ortaya koyan zor durum” anlamına geldiğine göre, Allah’a nispet edilen fitne kelimesi, ödül ve ceza için bir arındırma, ayrıştırma mekanizmasıdır. Kur’ân’da da, en çok bu anlamda kullanılmaktadır.13 İnsanlık, değişik fitnelerle sürekli ve karmaşık bir denemeye tâbi tutularak, tekâmüle doğru yol alması istenmektedir. Ayrık otlarının, zehirli unsurların, hastalıklı yapıların arındırılarak, ayrıştırılarak insanlığın tekâmül etmesi, olgunlaştırılması, daha sağlıklı ve sıhhatli bir yapıya kavuşturulması ve bu imtihan karşısında takındığı tutum ve tavra göre ödüllendirilmesi için fitne bir sistem olarak ortaya konmuştur. Bu imtihan, bazen nimetle, bazen de külfetle gerçekleştirilmektedir. Allah, her şeyi bir kanuniyete göre yaratmıştır. Sünnetullah diye isimlendirilen bu ilâhî yasa, değişmezdir (17 İsrâ 77; 33 Ahzâb 38; 48 Fetih 23). Kâinattaki her şey ve her canlı bu yasaya tâbidir. Fitne sistemi, bu genel sistem içerisinde, insanların arındırılması, ayrıştırılması ve bu arındırma ve ayrıştırmanın sonucuna göre ödüllendirilmesi ile ilgili özel bir alt sistem, özel bir alt yasa olarak var kılınmıştır: “Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de hayırla da deneyerek imtihan etmekteyiz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (21 Enbiya 35). İmtihan bir ayrıştırma olduğuna göre imtihanın şartları; “And olsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” (2 Bakara 155) ayetinde belirtildiği gibi, insan için özel anlam ve ağırlığı olan, sevgiyle bağlandığı, sevdiği onun için fedakârlık ettiği, hatta hayatını ortaya koyduğu alan ve konularla ilgilidir. İnsanın tâbi tutulduğu imtihan mal, mülk, makam, rızk, evlat, eş, dost, akraba, kavim, sağlık, ölüm, hastalık, musibet, yokluk, düşman tasallutu gibi hem nimet, hem de külfet şeklinde ortaya çıkmaktadır. Fitne kapsamında insanın tâbi tutulduğu/tutulacağı alan ya da konuların bilinmesi ve göz önüne alınması, imtihanın başarılabilmesi için önemlidir.
Fitnenin İmtihan Edilen Boyutu: İnsanlar
Tevhid dinine göre, bu dünya-öteki dünya denkleminde; bu dünya, öteki dünyanın tarlası olarak vardır. Dolayısıyla bu dünyada, insanların yapıp ettiklerinin karşılığında öteki dünyada gidip yaşayacağı mekân, ya cennet, ya da cehennemdir. İşte İlahi denklemde, Sünnetullah’da, fitne sistemi, bir yol ayırımı olup, iman edenle etmeyeni, samimi olanla olmayanı, sebat edenle etmeyeni, dürüst olanla olmayanı, zalimle mazlumu, âdil olanla zalim olanı, Hak ile batılı, doğru ile yanlışı, temiz ile pisi, hak yolda olanla olmayanı, ihlaslı olanla olmayanı, kalbinde hastalık olanla olmayanı, dünyevileşenle dünyevileşmeyeni, muttaki olanla olmayanı, saf altınla cürufu/posayı birbirinden ayıran bir kavşak noktasıdır. Bu ayrıştırma işleminde şeytan, katalizör olarak görev icra etmektedir. Peygamber olsun olmasın, iman etmiş olsun ya da olmasın tarih boyu herkes bu temel yasaya tâbi olmuştur ve tâbi olacaktır (2 Bakara 214; 3 Âl-i İmran142; 29 Ankebut 2-5). İmtihan, insan iradesinin test edilmesidir; insanın özgür iradesi ile yapacağı/yaptığı bir tercihle alâkalı olarak tâbi tutulacağı ödül ve ceza sisteminin açığa çıkmasıdır. Allah, her türlü alternatifi yaratandır. İnsan ise yaratılanlar arasında tercih yapandır (3 Âl-i İmran 265; 4 Nisa 79; 30 Rum 41; 42 Şura 30). O nedenle, hikmeti farklı olmakla beraber peygamberler dâhil herkes bu sisteme tâbidir. Bu çerçevede Kur’ân ayetleri incelendiğinde, Âlemlerin Rabbi olan Allah, Peygamberlerinden aşağıya insana doğru bir arındırma sistemi ortaya koymuştur. Buna göre Kur’ân’da yer aldığı şekliyle, fitne sisteminde, imtihana tâbi olanları aşağıdaki gibi tasnif edebiliriz:
İnsanların İmtihan Edilmesi: Genel olarak tüm insanların imtihan edilmesi. Özel olarak Müminlerin imtihan edilmesi. Özel olarak Kâfirlerin imtihan edilmesi. Peygamberlerin İmtihan Edilmesi: Hz. Davut (38 Sâd 24-25) Hz. Süleyman (38 Sâd 34-39) Hz. İbrahim (2 Bakara 124) Hz. Musa (20 Taha 40; 28 Kasas 14-28) Bazı Toplumların İmtihan Edilmesi: Semûd kavminin imtihan edilmesi İsrâiloğullarının imtihan edilmesi Firavun’un kavminin imtihan edilmesi Hz. Musa’nın kavminin imtihan edilmesi
Din Kavramının Altı Boyutu ve Fitne Sistemi
Din, İslâmî terminolojide anahtar/odak kavramlardan birisidir. Din kelimesi, dil yönünden incelendiğinde; baş eğmek, itaat etmek, hakkını almak, ödünç almak, borç almak, borç vermek, adet edinmek, baş eğdirmek, zorlamak, hesaba çekmek, idare etmek, ceza veya mükâfat vermek ve hizmet etmek gibi anlamları bulunmaktadır.14 Kur’ân-ı Kerim’de dinin bütün bu anlamları birbiri ile bağlantılı kullanılmakta ve 6 boyutlu bir yapı tanımlanmaktadır:
1. Yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük ve galibiyet: Allah.
2. Yüksek hâkim otoriteden gelen değerler sistemi: Tevhidî Değer Sistemi.
3. Yüksek hâkim otoriteden gelen değerler sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen ‘fikrî ve amelî nizam’.
4. Yüksek egemenlik sahibinin verdiklerine karşı ‘kendini borçlu hissedip boyun eğmek’, ‘O’na itaat etmek’, ‘tapınmak’, ‘hizmetkârlık yapmak’.
5. Yüksek otorite sahibinden gelen değerler sistemini benimseyip, hayata aktaran insan topluluğu: ‘Millet’/‘Ümmet’.
6. Yüksek otorite tarafından vazedilen nizama uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşılık bu yüksek otoritenin verdiği “mükâfat veya karşı gelmek sebebiyle isyan etmeğe verdiği ceza”: Cennet, Cehennem.
Kur’ân-ı Kerim’de Din kelimesinin bu anlam boyutları ayrı ayrı kullanıldığı gibi, altı anlamı bir arada olacak şekilde de kullanılmaktadır (1 Fatiha 1-7; 3 Âl-i İmran 19,64, 85, 110; 5 Maide 44-51; 8 Enfal 39; 9 Tevbe 29-33; 16 Nahl 36; 21 Enbiya 92, 93; 36 Yasin 60, 61; 40 Mü’min 26; 10 Yunus 104-106; 110 Nasr 1-3). Kur’ân’da Tevhid dini, bu altı boyutu ile tanımlanmaktadır. Hz. Peygamber Tevbe suresinin 31. ayetini okuyup aşağıdaki şekilde yorumlarken, din kelimesindeki 6 anlamın nasıl bir bütünlük içerisinde olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir: “Aslında onlar(Hristiyanlar), bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler”.15
Dolayısıyla bu altı boyuttan herhangi birinin inkârı, reddi, önemsiz kılınması; dini, tevhid dini olmaktan çıkarmakta, şirk dini/seküler din haline dönüştürmektedir. Dini, sadece Allah ile kul arasında namaz, oruç, hac, zekât, dua ve zikir boyutlu olarak tanımlayıp onu, ferdin kalbine, vicdanına, evine ya da mabedine hapsetmek, bireysel hayattan toplumsal hayata, ekonomik hayattan ceza hukukuna kadar her alandan tasfiye etmek, günlük hayatın her sahasını tanzim etmesine karşı çıkmak, tevhid dinini parçalayıp yeni bir din inşa etmek demektir. Böyle bir din, seküler din olup, Kur’ân’a göre şirk dinidir. İşte Allah’a nispet edilen fitne kelimesi, insanların dinin altıncı boyutu (ödül ve ceza sistemi) ile ilgili bir arındırma ve ayrıştırma mekanizmasıdır.
Hz. Davud’un İmtihan Edilmesi (Fitne)
Kur’ân, bize Hz. Davud (38 Sâd 24-25), Hz. Süleyman (38 Sâd 34-39), Hz. İbrahim (2 Bakara 124) ve Hz. Musa’nın (20 Taha 40; 28 Kasas 14-28) fitne kavramı kapsamında özel bir imtihana tabi tutulduklarını haber vermektedir. Bu peygamberlerin fitneye tabi tutuldukları konular, genellikle, insanların en çok zaaf gösterdikleri alanlarla ilgilidir. Dolayısıyla Allah, bu peygamberler üzerinden bizleri eğitmekte ve yol göstermektedir. Peygamberlerin fitne kavramı kapsamında imtihana tabi tutulmalarına bu açıdan bakılmalıdır.
Hz. Davud ve İki Davacı: “Hasım Kıssası” ya da “Yargısız İnfaz” Girişimi
Hz. Davud, önemli bilgilerle donatılmış peygamberden biridir. Gençlik yıllarında Talut’un ordusunda Calut’a karşı savaşmak üzere yer almış ve düşman komutanı Calut’u öldürmüştür (2 Bakara 249-251). Allah, Davud’a “mülk/iktidar”, “hikmet”, “hitabet gücü” ve “Kitap (Zebur) vermiştir” (4 Nisa 163; 17 İsra 55; 38 Sâd 18-20). Hz. Davud’un düzenli zikir yapması ve yaptığı zikre, “dağların ve kuşların iştirak etmiş olması”, ona has bir özelliktir (34 Sebe’ 10, 38 Sâd 18-19). Hz. Davud’a, “demir madenini işleme, şekillendirme” (“askeri zırh yapma”), güç ve yeteneği verilmiştir (34 Sebe’ 10-11). Peygamber ve hükümdar olan Hz. Davud, ibadet ve zikir ile meşgulken, her türlü güvenlik duvarını aşarak yanına girebilen (38 Sâd 21) iki kişiyi, karşısında görünce tedirgin olmuş, korkmuştur (38 Sâd 22). 38 Sâd 22. ayetinde geçen iki şahıs, sıradan iki kişi olmayıp çok özel özellikleri olan iki insan olmalıdır. Sıradan iki insana benzememektedirler. Çünkü kullandıkları ifadeler, özel, yoğunluklu, yol gösterici ve eğiticidir. Calut gibi bir zalimi, gençliğinde öldürebilen bir kahraman olan Hz. Davud, çok yüksek olan güvenlik duvarını aşıp yanına gelebilen bu iki yabancıdan “korkmuştur”/”telaşlanmıştır”. Belki de yanına nasıl ulaşabildiklerinin şokunu yaşamıştır. Buradan çıkarılabilecek önemli bir ders, hiç kimse, gücü, kuvveti ne olursa olsun kendini mutlak güvende hissetmemelidir.
Barış dönemlerinin geçici dönemler olduğunu unutmamalıdır. Gururlanmamalı, kibirlenmemelidir. “Artık bundan sonra bu ülkede darbe olmaz diyenler”, “kafanızdan komploları atın”, ”siz hâlâ oralarda mısınız?” diyenler”, hiç beklenmedik bir anda başlayan Taksim Gezi Parkı olaylarını ve beraberinde gelen Kadife Darbe sürecini ve 15 Temmuz ihanet hareketini, bu açıdan bir kez daha değerlendirip kendi muhasebelerini iyi yapmalıdırlar. “İki davacı” olduğunu söyleyenler, aralarındaki davanın ne olduğunu söylemeden, “birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu” (38 Sâd 22) diyerek; “hak ile hükmetmesini”, “zulme sapmamasını”, “kendilerini doğru yolun ortasına yöneltip iletmesini” Hz. Davud’dan istemişlerdir. Bu ifadeleri ile bu iki yabancı adeta Hz. Davud’u uyarmakta, yol göstermekte, eğitmekte ve de imtihan etmektedirler. Aralarındaki meseleyi, bu ifadelerden sonra açıklamışlardır. 38 Sâd 23. ayete göre gelen iki yabancı, birbirinin “kardeşidir”. Kardeşlerden birinin “99, diğerinin tek bir koyunu vardır”. Dava konusunu anlatan, tek koyunu olan kardeştir. 99 koyunu olan kardeş, tek koyunu olan kardeşinden, bu tek koyunu da almak istemiş ve onu konuşma tarzı ile de etkilemiştir. Tek koyunu olan kardeşin meseleyi, Hz. Davud’a getirmiş olmasından, kardeşinin kararından tam emin olamadığı ve kararsızlık yaşadığı anlaşılmaktadır. Hz. Davud, tek koyun sahibi olan kardeşin dava konusu ile ilgili bu açıklamasından sonra, 99 koyun sahibini dinlemeden kararını verip hemen açıklamıştır: “ (Davud) Dedi ki: “Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir.
Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak) lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.»”… (38 Sâd 24). 38 Sâd 24. ayetinden aşağıdaki hükümleri çıkarmak mümkündür:
1- Malı gücü çok yüksek olanların, malı gücü yerinde olmayan ya da zayıf olanların servetlerini ellerinden almak istemeleri zulümdür. Dolayısıyla tekelleşme, kartelleşme, gayrı İslâmî bir ekonomik model olup zulüm mekanizmasıdır. Bugün, Küresel sermaye ile işbirliği içerisinde olan “İstanbul sermayesi”, “Anadolu sermayesini” yok etmek istemektedir. 15 Temmuz ihanet hareketinin böylesi bir boyutu da vardır.
2- Ayette geçen “halitlardan” ifadesi, sadece “ticari ortak” olmayıp “bir toplum içinde yaşan insanlar, dostlar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar manasına” da gelmektedir.16 Dolayısıyla bir toplum içerisinde varolan insanlar, genel olarak, “birbirlerinin haklarına tecavüz ederler”. Ancak bu genel tutum ve tavır içerisinde bulunmayan, böyle bir tavır sergilemeyen insan unsuru, “iman edip de salih amellerde bulunanlardır.” Ancak “onlar da toplum içerisinde çok azdırlar”.
3- Hz. Davud, davalılardan birini dinlemiş; diğerine hiçbir şey sormadan, ona konuşma fırsatı vermeden, iddia sahibinin doğru söyleyip söylemediğini araştırmadan, delil istemeden, acele ile kararını vererek “yargısız infaz” girişiminde bulunmuştur. Hz. Davud, hükmünü verdikten sonra, iki davalının durumunun ne olduğu ve ne tepki verdikleri açık değildir. Hz. Davud’un kararından sonra olağan dışı bir şeylerin meydana geldiği söylenebilir. Nitekim olağan dışı bir şey olmuş olmalı ki ayetin devamında; “Davud, gerçekten bizim onu denemeden(fitne) geçirdiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.” (38 Sâd 24) denmektedir. Seyyid Kutuba göre; “Muhakemenin bu safhasında o iki şahıs gözden kaybolmuşlardır. Bunlar Hz. Davud’u denemek için gelen iki melekti.”17 Hz. Davud iki davalı ile kendisinin bir fitneye(imtihana) tabi tutulduğunu ve yargılamada yanlış bir yol izlediğini anlayarak bağışlanma dilemiş olması; Allah’ın da, “Böylece onu bağışladık.”(38 Sâd 25) demiş olması, yanlışlığın tasdik edilmesi manasına gelmektedir. Devamında gelen ayet, Hz. Davud’un karar vermede yanlış yol izlediği olgusunu, kuvvetlendirmektedir: ““Ey Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah’ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.»” (38 Sâd 26).
Ayette; 1- Yeryüzünde onun bir halife olduğu hatırlatılıyor, 2- “İnsanlar arasında hak ile hükmetmesi” emrediliyor, 3- “Hevaya uymaması” hatırlatıldıktan sonra hevaya uymanın “Allah’ın yolundan saptıracağı” konusunda uyarılıyor, 4- Allah’ın yolundan sapmanın ana nedeninin “hesap gününü unutma” olduğu belirtiliyor. 5- Hesap gününü unutup hevaya uyup Allah yolundan sapanlar için “şiddetli bir azabın olduğu” hatırlatılarak Hz. Davud ikaz ediliyor. “İki davalı” meselesi ile ilgili ayetlerinde devamında, “gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arasında bulunan şeylerin batıl olarak yaratılmadığına” ilişkin daha genel ilahi kanuniyete vurgu yapılmaktadır (38 Sâd 27). Bunun anlamı, fıtrat düzeninde, kâinatta hak ve adalet merkezli bir düzenin var olduğudur. Dolayısıyla yapılan işlerde, verilen kararlarda, bu düzeni bozacak hiçbir şey yapılmamalıdır. Ayete göre bu düzeni, “iman edip salih amellerde bulunanlar” korur; diğerleri ise, ifsad eder. O nedenle “Islah edicilerle” “müfsidler”, “muttakiler ile facirler” Allah indinde bir değildir (38 Sâd 28). Allah’a nisbet edilen Fitne sistemi, bu ayrışmayı, arınmayı sağlamaktadır.
Bugün millet olarak çekilmek istenilen sosyolojik kaostan bu ülkeyi kurtarabilecek olanlar, “iman edip salih amellerde bulunanlar”dır. İki davalı kıssasının son ayetinde muhatap, Hz. Muhammed (s.) olup kendisine indirilen Kur’ân ayetleri üzerinde, “temiz akıl sahiplerinin” “düşünmesi” ve “öğüt almaları” gerektiği belirtilmektedir (38 Sâd 29).
Hz. Musa’nın İmtihan Edilmesi (Fitne): “Kavga Eden İki Adam”, Hz. Musa ve “Yargısız İnfaz”
Kur’ân, “erginlik çağına/”yiğitlik çağına” ulaşıp olgunlaşmış olan Hz. Musa’ya, Allah’ın “hüküm, hikmet” ve “ilim vererek” ödüllendirdiğini belirtmektedir (28 Kasas 14). Bundan sonraki ayette ise, Hz. Musa’nın şehirde kavga eden, birisi kendi kavmi İsrailoğulları’ndan, diğeri de, Firavun’un kavmi Kıptiler’den olan iki kişinin kavgasına müdahale ederek Kıptiler’den olan şahsa bir yumruk vurarak onu öldürmüştür (28 Kasas 15). Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Musa’nın ilk yapması gereken iş, kavga eden tarafları ayırıp, tarafları dinlemek, sonra da kararını açıklayıp gereğini yapmak şeklinde bir arabuluculuk/hakemlik yapmak olmalıydı. Ayete göre, Hz. Musa, böyle davranmadı; hiçbir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım ederek Kıpti’yi bir yumrukla öldürmüş, yani “yargısız infaz” yapmıştır. İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, bir an için, muhtemelen, İsrailoğulları’nın maruz kaldığı zulme karşı duyduğu öfkenin ve “heyecanlı kişiliğinin” tesiri altında kalarak yanlış bir tutum, tavır ve davranış sergilemiştir. Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu hemen anlamış ve “Sonra da: “Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır»” (28 Kasas 15) demiştir. Yaptığı bu hatadan dolayı; “Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla. “diyerek Allah’tan af dilemiş (28 Kasas 16); Allah da, onu bağışlamıştır (28 Kasas 16).
Allah’ın kendisini bağışlaması üzerine, Allah’a “Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım. “(28 Kasas 17) sözünü vermiştir. Bugün 15 Temmuz askerî darbe girişimi sonrasında, darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “açığa alma, tutuklama ve ihraçla” ilgili işlemlerde Hz. Musa gibi davranılmakta; gerekli belge, delil ortaya konmadan, muhataplar yargılanmadan öfke ile cezalandırmalar yapılabilmektedir. Uyarı yapıldığı üzere, “at izi, it izine karıştırılmaktadır.” Bir gün önce Hz. Musa’dan yardım isteyen, kendi kavminden olan şahıs, ertesi gün bir başka Kıpti ile kavga ederken gene Hz. Musa’dan yardım istemesi üzerine “Musa, ona: “Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»” (28 Kasas 18) demiştir. Ancak ,”Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»” dediği, aynı “suçlu-günahkâra” gene “destekçi olmağa” kalkmıştır (28 Kasas 19). Bunun üzerine, Kıptiler’den olan şahıs, “Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak/ara buluculardan olmak istemiyorsun.” (28 Kasas 19) uyarısında bulunarak; yaptığı işin, adeta “yargısız infaz” olduğunu, “zorbalık olduğunu” hatırlatmak istemiştir. Hz. Musa, ikinci günde karıştığı olayın devamını getirememiştir. Çünkü birinci gün öldürdüğü adamdan dolayı sarayda, kendisi hakkında ölüm kararı vermek üzere bir toplantı yapıldığı haberi, “Şehrin öbür yakasından koşarak gelen bir adam” tarafından kendisine ulaştırılmıştır. Haberci, şehri terk etmesinin yararlı olacağını ona söylemiştir (28 Kasas 20).
Hz. Musa, Hz. Harun ve “Yargısız İnfaz” Girişimi
Hz. Musa, kavmini Mısırdan çıkarıp Firavun’un zulmünden kurtardıktan sonra yerine vekil olarak Hz. Harun’u bırakarak Allah ile buluşmak üzere 40 günlük bir inzivaya çekilmiş ve yerine Hz. Harun’u vekil olarak bırakmıştır. Hz. Musa, Allah ile buluştuğunda kavminin Allah tarafından imtihana tabi tutulduğunu ve Samiri’nin kavmini saptırdığını öğrenmiştir. Büyük bir öfke ve üzüntü içerisinde kavminin yanına geri döndüğünde kavminin ona, “Biz sana verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Samiri bizi yanılttı” cevabı üzerine; Hz. Musa, öfke ile elindeki kutsal emir yazılı levhaları bırakarak kardeşinin üzerine yürümüş, onu saçından sakalından yakalayarak; “Ey Harun! Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (onlara müdahale etmekten) alıkoyan neydi? Niye bana uymadın, emrime mi baş kaldırdın?” (20 Taha 92) diyerek suçlamış ve hırpalamıştır. Hz. Musa, kavminin bu duruma niçin düştüğünü, neler olduğunu, vekil bıraktığı Hz. Harun’a sormadan, onun ile konuşmadan, doğrudan doğruya onu suçlayarak üzerine yürümüş, saçını başını yolmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Harun, kardeşi Hz. Musa’ya; “Annem oğlu, bu topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni öldürmeye giriştiler. Bari sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla birlikte sayma (7 A’raf 150); “sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: “İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin” demenden endişe edip korktum.»” (20 Taha 94) şeklinde cevap vererek onu itidalli davranmaya davet etmiştir.
Gerçekte Hz. Harun, üzerine düşen sorumluluğu, gücü oranında yerine getirmiş fakat başaramamıştır (20 Taha 90). Taha 90. ayetinin yeminle başlamış olması, Hz. Harun’un üzerine düşen sorumluluğu gereğince yerine getirdiğinin bir ölçüsüdür. Hz. Harun’un açıklamasına rağmen kavminin cevabı; ““Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.” (20 Taha 91) şeklinde çok sert ve kesin olmuştur. Adaletsiz bir şekilde kardeşini suçladığını ve hata yaptığını anlayan Hz. Musa, kendisinin ve kardeşinin af edilmesini Allah’tan istemiştir (7/151). Gerçekte ilim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa’nın yaptığı iş, yargısız infaz girişimiydi.
Hz. Musa’nın Kavminin İmtihan Edilmesi(Fitne)
Toplumsal Değişimin Tedriciliği İsrailoğulları, Mısır’da Firavunların zulmü altında yaklaşık 250 yıl civarında köle olarak yaşamışlardır. O dönemdeki inanç sistemleri açık değildir. Ancak Mısır’daki hayat tarzından çok etkilenmiş olmaları gerekir ki; Hz. Musa’nın verdiği mücadeledeki mucizeleri görmüş ve yaşamış olmalarına rağmen, Kızıldeniz’i geçtikten sonra, putlara tapan bir kavimle karşılaştıklarında, Hz. Musa’dan kendilerine de tapınacakları putlar yapmasını istemişlerdir (7 A’raf 138). Bunun üzerine Hz. Musa, onlara geçmişte gördükleri zulümleri ve Allah’ın bahşettiği nimetleri hatırlatmış ve tekrar cahiliyeye dönmeme noktasında onları uyarmıştır (7 A’raf 139-141). Buradan çıkarılacak en önemli ders; toplumsal değişimin, tedrici, uzun vadeli ve zorlu bir yolculuk olduğu gerçeğidir. İnsanlar, yıllar içerinde kazandıkları inançlarını, alışkanlıklarını, örf, adet ve geleneklerini ani bir şekilde bırakamaz ve değiştiremezler. Şahit oldukları bunca mucizeye rağmen İsrailoğullarının, şuur altındaki câhilî inanç ve yaşam biçimlerini, kısa zamanda değiştirememelerinin sebebi budur. Kavminin kısa bir müddet önce kendilerine putlar yapmasını istediklerini bildiği halde Hz. Musa, toplumsal değişimin tedrici değişim boyutunu göz önüne almayarak, Allah ile görüşmek için çok acele etmiştir. Nitekim Allah, buluşma anında kendisine; “Ey Musa, seni kavminden çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden nedir?” (20 Taha 83) sorusunu yöneltmiştir.
Hz. Musa, kavminin durumundan emin olarak, Allah’a; “Onlar arkamda izim üzerindedirler, benden hoşnut kalman için, sana gelmekte acele ettim Rabbim.” (20 Taha 84) şeklinde cevap vermiştir. Bunun üzerine Allah’ın kendisine; ““Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik, Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.” (20 Taha 85) şeklinde verdiği cevap, hem kendisinin, hem de kavminin imtihana tâbî tutulduğunun ifadesidir. Hz. Musa açısından bu, aynı zamanda bir eğitimdir; dersin konusu, bireysel ve toplumsal değişimin tedriciliği ve uzun vadede gerçekleşmesidir. Dikkat edilmesi gereken nokta, Hz. Musa, Allah ile görüşmek için randevu talep ettiğinde, kendisine, talebin hemen ardından randevu verilmemiş, araya 40 günlük bir sürenin konmuş olmasıdır (7 A’raf 142). Bunun sebebi ve hikmeti nedir? Ne olabilir? Bir ihtimal, Hz. Musa’nın, Allah ile konuşma anına/buluşma anına ruhsal olarak hazırlanması gerekmektedir. Verilen süre bununla ilgili olabilir. Nitekim Hz. Musa, “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve bozguncuların yolunu tutma” (7 A’raf 142) diyerek kendi yerine kardeşi Harun’u vekil tayin edip, kavminden ayrılıp inzivaya çekilmiş; ibadet ederek kendisini büyük buluşmaya hazırlamıştır (18,19). İkinci ihtimal, Hz. Musa’nın kavmi, imtihana tâbî tutulacaktır. Bu imtihanın sonuçlarının tezahürü için bir süreye ihtiyaç vardır. Üçüncü ihtimal, hem birinci, hem de ikinci ihtimalin birlikte var olmasıdır. Üçüncü ihtimalin olması, daha kuvvetlidir. En doğrusunu Allah bilir.
Toplumsal değişimin tedriciliğinden dolayı İsrailoğulları’nın tâbî tutulduğu imtihanın sonuçlarının tezahür etmesi ve hayata fiilen yansıması için 40 günlük bir süre yeterli olmuş olabilir. Nitekim bu sürede Hz. Musa’nın kavmi, Samiri’nin kurduğu tuzağa düşmüştür. Kavmi, Hz. Musa’nın kendilerine yaptığı tebliğin muhtevasını unutarak “Samiri’nin altın buzağısını” ilâh olarak benimseyip, ona ibadet etmişlerdir (7 A’raf 148). Ancak, sonra yaptıklarından pişman olmuşlar ve Allah’tan af dilemeye başlamışlardır (7 A’raf 149). Görülebileceği gibi, iman dairesinden, cahiliye ya da inkâr dairesine; cahiliye ya da inkâr dairesinden, iman dairesine geçiş, ani ve sancısız olmamaktadır. Hz. Musa’nın kavminin yaptıklarından pişman olması ve af dilemesi, bunu göstermektedir. Kavim, çok ciddi bir gelgit yaşamıştır. İster beşeri olsun, ister olmasın bütün sistemler, “hal değişiminde” “geçici bir rejim” yaşarlar. Bu bir kanuniyettir. O nedenle “açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” işlemlerinde, toplumsal değişimin yavaş ve tedrici olacağı göz önüne alınmalıdır. Sağlam belge ve delil olmadan işlem yapılmamalıdır.
Toplumun İçinde Yaşadığı Ortam ve Değişim
Hz. Musa, Allah tarafından kendisine verilen emirlerle dolu levhaları alarak kavminin yanına, kızgın ve üzgün olarak dönmüş ve onlara sitem ederek Allah’ın azabını hatırlatmıştır (7 A’raf 150, 20 Taha 86). Hz. Musa’nın yaptığı bu sorgulamaya karşı kavmi, O’na “verdikleri sözden kendiliklerinden dönmediklerini, Samiri’nin kendilerini saptırdığını” söylemiştir (20 Taha 87, 88). Samiri, o günün şartlarında, olağanın dışında bir gösteri yaparak; cahiliyenin kirlerini ve paslarını kalplerinden söküp atamamış bir toplumu, etkilemiş ve onları tekrar cahiliye inanç sistemine çekmiştir. Bu gün, üzerinde durup düşünülmesi gereken en önemli noktalardan birisi de budur. Çevresel etkilerin ve okuyup öğrenilenlerin insan üzerindeki etkileri (yaklaşık %60 oranında) önemlidir. Hz. Peygamber’in (s.); “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hıristiyan veya putperest yapar…”18 hadisine ve vezirin karısının baskısına karşı Hz. Yusuf’un yaptığı duaya, bu açıdan bakılması gerekmektedir (12 Yusuf 33). Sade vatandaşlar, genellikle olağan üstülüklere karşı özel bir zaaf gösterirler. Bu, Kur’ân’da insanın heva cephesine ilişkin bir özellik olarak yer almaktadır. İnsanların, peygamberlerin davetine karşı verdikleri ilk tepkilerden biri, “Mucize göstermeleri gerekmez mi” ve “yanında melek olması gerekmez mi?” şeklindedir.
İşte Samiri de, olağanüstü bir iş yaparak insanın bu zaafını tahrik ederek Hz. Musa’nın kavmini saptırmıştır. CIA ve MOSSAD’ın yüksek teknolojik imkânlarını kullanarak, kendi insanını dinleten, gözleten; sonra da karşılaştıklarında kalplerini, ruhlarını okuduğu imajı veren bir liderin (F. Gülen), kendisine tâbî olanlar üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur. Gülen hareketi mensupları, genellikle, liderlerinin “gaipten haber verdiğine”, “Mehdi olduğuna”, “Allah ve Peygamberle sürekli görüştüğüne” inanmakta ve liderlerinin “söylediği her şeyi doğru” kabul etmektedirler. Bu nedenle, 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbesi ve 15 Temmuz askerî darbe girişiminden dolayı bu insanların bütün inançlarını, aniden değiştirip gerçekleri görebileceğini sanmak ve buna inanmak yanlış olur.
Semud Kavminin İmtihan Edilmesi
Hz. Salih’in peygamber olarak gönderildiği Semud kavmi, Arabistan’ın kuzey-batı kısmında yer alan, günümüzde el-Hicr denilen bölgede--Hicaz ile Şam arasında- yaşamış, Arabistan’ın Âd’dan sonra en yaygın kavmi olarak bilinen eski bir Arap kavmidir.19 Kur’ân Semud kavminden, Âd kavminden sonra, hemen hemen aynı coğrafi bölgenin “ovalarında”, “bahçelerinde, pınar başlarında, salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde yaşayan”, “konaklar yapan” ve “dağları ustalıkla yontarak evler yapabilen”, “yeryüzünde sağlamca yerleştirilen”, Allah tarafından nimetlendirilen bir kavim olarak bahseder (7/74; 26/141-152). Yalnız su kaynakları kıt olan bir bölgede yaşamaktadır.20 Kur’ân’da Semud kavminin geçtiği ayetlere göre, Semud kavminin iki temel özelliği vardır. Birincisi halk, müstekbir ve mustazaf olarak iki ana sınıfa ayrılmış ve müstekbirler, mustazaflara zulmetmektedirler (7/75-76; 11/62). İkincisi, Semud kavminin çeteleşmiş olması ve toplum içinde “Dokuz Farklı Çetenin”/”Dokuzlu Çetenin” (27 Neml 48) var olmasıdır. Ayette geçen “Tis’atü Reht” kelimesinin anlamlandırılmasında, müfessirler arasında ihtilaf vardır. Bir kısmı kelimeyi “dokuz farklı çete” olarak anlamlandırırken bir kısmı da bu kelimeyi, “dokuz kişilik özel bir çete” olarak yorumlamışlardır21. En doğrusunu Allah bilir. Semud kavmi’nin ismi, Kur’ân’da, 7/73-79; 11/61-68; 26/141-159; 27/45-53; 54/23-31; 91/11-15; 14/9; 22/42; 25/38; 38/13; 40/31; 41/13, 17; 50/12; 51/43-45; 69/4, 5; 85/18 ayetlerinde yer almaktadır. Bu ayetlerin analizinden Semud kavminin fitne kavramı kapsamında imtihana tabı tutulma sebeplerini ve sonuçlarını öğrenebilmekteyiz. Allah’ı ilah ve rab olarak kabul etmemekten kaynaklanan aşırı sınıfsallaşma, çeteleşme, lüks ve israf içerisinde yaşama ve kirlenmeden dolayı Allah, Hz. Salih’i, Semud kavmini uyarmak ve doğru yola getirmek üzere göndermiştir.
Genel Olarak Toplumların İmtihan Edilmesi
Peygamberlerin yoluna tabi olanlarla İblisTağut’un yoluna tabi olanların birbirinden ayrılması, arındırılması, saflarının berraklaştırılarak cennet veya cehenneme yollanması ile ilgili ilahi denklemde genel bir imtihan sistemi mevcuttur. Kur’ân’da imtihana tabı tutulan birçok kavmin ismi geçmekte ve imtihan sonuçları açıklanmaktadır (14/9; 22/42; 25/38; 38/13; 40/31; 41/13, 17; 50/12; 51/43-45; 69/4, 5; 85/17-8). Ancak bunlardan Semûd kavminin, İsrâiloğulları’nın, Firavun’un kavminin ve Hz. Musa’nın kavminin imtihan edilmesi ile ilgili kullanılan kavram, diğerlerinden ayrı olarak fitne kelimesidir. Bu dört kavimle ilgili çok geniş anlamı olan fitne kelimesinin kullanılmasının özel bir yönü olması gerekmektedir. Peygamberler, kirlenmenin yaygınlaşıp tefessüh boyutuna geldiği, zulmün yaygınlaştığı, sömürü çarkında mağdur ve mazlumların ezildiği dönemlerde insanlığa gönderilmektedir. Peygamberlerin amacı, kalbi, nefsi, gönlü şirk bataklığında kirlenmiş, yolunu şaşırmış olan insanlığın, şirk bataklığından kurtarılarak arındırılması, sıratı müstakime çıkarılarak Allah’ın rızasına uygun bir hayatı yaşamasını sağlamaktır. O nedenle tüm peygamberler şirke savaş açmışlar, Allah’tan başka ilah ve rab olmadığına, ibadetin yalnız ve yalnız Allah’a yapılmasına davet ederek işe başlamışlardır. Bu davetle de toplumların imtihanı başlamıştır.
Semud Kavminin Tabi Tutulduğu İmtihan
Semud kavmine peygamber olarak gönderilen Hz. Salih, kavmini, “Allah’tan başkasına kulluk yapmamaya”, “ibadet etmemeye”, “Allah’tan başkasını Rab ve İlah olarak kabul etmemeye”, “Allah’tan sakınmaya”, “yeryüzünde bozgunculuk yapmamaya” davet etmiştir (7/73; 27/45; 11/61; 26/141-152). Ancak Hz. Salih’in yaptığı bu çağrıya, kavminin “refahtan şımarıp azan önde gelenleri” karşı çıkmışlardır (14/9; 41/13, 17). Hz. Salih’in daveti karşısında toplum, “birbiriyle çekişen, düşman iki zümreye ayrılmıştır” (27/45). Semud kavmi içerisinde meydana gelen bu kamplaşmada, “Refahtan Şımarıp Azan Önde Gelenleri” ile “Dokuz Farklı Çete”/”Dokuzlu Çete”, Hz. Salih ve ona iman edenleri, “atalarının yolundan ayrılmakla” suçlayıp onlara fiziki ve psikolojik baskı uygulamaya başlamışlardır (7/75-76; 11/62; 26/153-154; 54/24-25). Hz. Salih’in “büyülenmiş olduğunu” ileri sürerek peygamber olduğuna dair “delili getirmesini” istemişlerdir (7/73- 77; 26/153-154).
Allah, onlara, kıt olan su kaynaklarını kendileri ile paylaşacak olan çok özel bir deveyi delil olarak göndermiştir. Allah; Semud kavminin sahip olduğu kıt su kaynaklarını, “deve ile nöbetleşe kullanacaklarını” ve “otlaklarda devenin rahat bir şekilde otlayacağını”, “ona zarar vermemelerini, zarar verdikleri takdirde acıklı bir azapla cezalandırılacaklarını” Semud kavmine bildirmiştir (54/27-29; 7/73-77; 11/63-65; 26/155-157; 91/13-14). Ayetlerden anlaşıldığı kadar, delil olarak gönderilen deve olağanüstü özelliklere sahiptir. Bu olağanüstülük, su ve otlakların paylaşımı açısından Semud kavminin aleyhine olan bir olağanüstülüktür. Semud kavmi için çok önemli stratejik bir madde olan kıt suyun, deve ile Semud kavmi arasında nöbetleşe kullanılması, Semud kavminin karşı karşıya kaldığı imtihanın büyüklüğünün bir ölçüsü olup bu durum, fitne kavramı ile ifade edilmektedir. Bir deve ile “su ve otlakları paylaşmak”, ateşle imtihan edilmek demektir. Böylelikle “halisini sahtesinden ayırmak için altını potaya atıp eritmek, bir şeyi arıtmak”(fitne) bağlamında toplum saflaştırılarak ayrıştırılmak istenmiştir22. Ancak Semud kavmi, Allah’ın deve ile ilgili koyduğu kurallara/hukuka uymamış; Allah’ın gönderdiği “deveyi, öldürerek” Allah’a isyan etmiştir (7/73, 77; 26/155-157; 54/29; 91/13-14; 91/13-14). Semud kavmi, bununla da yetinmeyerek Hz. Salih’e, “Ey Salih, eğer gerçekten Allah’ın elçilerinden biriysen, haydi getir şu bizi korkutup durduğun azabı!” (7/73, 77) diyerek meydan okumuştur. Allah’ın azabının gelmesini, Allah’ın elçisi olmanın bir delili olarak görmeleri, kendileri için sonun başlangıcı olmuştur.
Semud kavminin imtihanı için fitne kelimesinin kullanılmasının bir diğer sebebi, Semud kavmi içerisinde meydana gelen çeteleşme olabilir. İbni Kesir’e göre bu çete/çeteler, sadece topluma baskı yapmakla kalmamakta aynı zamanda da iş ve ticarette ahlaksızlığın öncülüğünü yapmaktadırlar. Ticarette para birimi olarak kullanılan altın ve gümüşü, “kenarlarından kırparak” hırsızlık yapmaktadırlar.23 Bu hırsızlar şebekesi, Hz. Salih’in getirdiği değer sisteminin kendi düzenlerini bozacağını gördükleri için Hz. Salih’i öldürmeye karar vermişlerdir: “Biz gece ona ve ailesine baskın verelim, sonra da onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz, diyelim” diye aralarında Allah’a yemin ettiler.” (27/49). Önce deveyi öldürmeleri, sonra da Hz. Salih’i öldürmeye kalkmalarından dolayı Allah, Semud kavmine, “üç gün mühlet vermiştir” (11/63-65). Sonra da, “suçlarından dolayı onların üzerine katmerli bir azap indirmiş”, onları “yerle bir eden” “bir tek çığlık” göndererek “ağıldaki çalı çırpı olan kuru ot haline çevirmiştir” (51/43-45; 54/31; 91/13-14). Böylelikle kurdukları tuzaklar, Allah tarafından tarumar edilip sonları, gelecek nesiller için bir ibret ve ders konusu olmuştur: “Onlar bir düzen kurdular. Biz fark ettirmeden düzenlerini bozduk. Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz onları ve kavimlerini, hepsini, yerle bir ettik. İşte, haksızlıklarına karşılık çökmüş bulunan evleri! Bunda, bilen bir millet için şüphesiz, ders vardır.” (27/50-52).
Sonuç: 15 Temmuz İhanet Hareketi Sonrasında Tâbi Tutulduğumuz Fitnenin (İmtihan) Boyutları
Semud kavminin helak edilmesi ile ilgili bir ayette “Bunda, bilen bir millet/toplum için şüphesiz, ders vardır.” (27/52) denmektedir. Semud kavmini ve Gülen Tehdit-Şantaj-Çeteleşme hareketini göz önüne aldığımızda; bunların her ikisi de, fitne sistemine/imtihana tâbî tutulmuştur. Gerekli dersi alamadıkları için helak olmuşlardır. O nedenle, 15 Temmuz ihanet hareketinden Müslümanlar gerekli dersleri çıkarabilmelidir. Bu yazının konusu ile ilgili olarak çıkarılabilecek dersler, şunlar olabilir:
Ders-1: İyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir: 15 Temmuz ihanet hareketi, sadece sürecin bir parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, sadece siyasî iktidarı düşürmek değil; aynı zamanda da yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri anında değil, yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı zaman da “kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir. Bu nedenle bugün, sosyolojik savaş amaçlı bir darbe girişimi stratejisinin izlendiği göz önüne alınarak bir tuzağa düşülmemelidir. Bu süreçte Türkiye, gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı teyakkuz halinde olmalıdır. Başta şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrailSiyonizm) olmak üzere Batı dünyası, Türkiye’ye savaş açmış bulunmaktadır. Hz. Musa’yı uyararak yardımcı olmak için “şehrin öbür yakasından koşarak gelen adam” gibi, siyasal iktidarın dışında olup da Türkiye’nin ve İslâm dünyasının geleceği için yardımcı olmak isteyen insanlar, yapılar, hareketler vardır, var olacaktır da. Bunlar farklı görüş ve teklifler yapabilirler. Lütfen, durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler üzerinde tefekkür edin. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, tavsiyeleşmeyi düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir.
Ders-2: “Onlar bizim öğretmenimiz değil”, “onlar yaptı biz de yapalım” anlayışı yanlıştır: Dini bir söylemle ortaya çıkan Gülen hareketi zamanla Şer ittifakının (ABD-İsrail-İngiltereSiyonizm) kontrolüne girerek taşeron örgüt haline gelmiştir. Devlet ricalinin kendilerine ödül verip ödül almasından yararlanarak, devletin değişik kademelerine (özellikle, üniversite, maliye, polis, yargı, ordu) yerleşmişlerdir. Maliye-Polis-YargıOrdu düzleminde oluşturdukları tehdit-şantaj-çete mekanizması ile hâkim oldukları her yerde, kendilerinden başkalarına tuzak kurarak, şantaj yaparak yok etmeye çalışmışlar; hukuklarını çiğnemişler, mal ve makamlarına “kanunen ve cebren” ortak olmuşlardır. Semud kavminin “refahtan şımarıp azan önde gelenlerinin” “su nimetini ve otlakları”, Allah’ın gönderdiği deve ile paylaşmamaları gibi bunlar da, bulundukları her yerde, Allah’ın hiçbir nimetini, Allah’ın kullarından hiç kimseyle, özellikle de müslüman kimliklilerle, hiçbir şekilde paylaşmak istememişlerdir. “İki Davalı Kıssası”nda olduğu gibi, başkalarının “bir koyununu” kendilerinde varolan “99 koyuna katmak” için şantaj ve tehditlere başvurmuşlardır (38 Sâd 24). Bulundukları yerlerde “İnsanlar arasında hak ile hükmetmemişler”, “hevaya uyarak Allah’ın yolundan sapmışlar” ve de saptırmışlardır (38 Sâd 26). “Güç zehirlenmesine” uğramışlardır. Bütün bunlarla yetinmeyip tıpkı Semud kavmindeki “Dokuz Çete” gibi 15 Temmuz gecesi, ani bir askeri darbe girişimi ile Türkiye’ye el koymak istemişlerdir. Sonra da “Dokuz Çete”nin, “Onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz” (27/49), dedikleri gibi bunlar da, “bu darbe girişimi ile bizim herhangi bir ilişkimiz yok” demektedirler. Onlar o gece “Dokuz Çete”nin yaptığı gibi bu millete bir tuzak kurmuştu, “Allah da onlara bir tuzak kurmuştu” (27/50-52; 14/46); fakat onlar, bunun farkında değillerdi. Bu ortamda şu hususlara dikkat edilmelidir: · Gülen hareketinden doğan boşluğu doldurmak aşk ve şevkiyle, hiç kimse ve hiçbir yapı, başkaları için iftira, dedikodu mekanizmasını çalıştırmamalı; tuzak kurmamalıdır. · Genel olarak herkesin, özel olarak da farklı cemaat, hareket, tarikat, teşkilat ve parti mensuplarının (ister dindar isterse dinsiz olsunlar, ister ayık isterse sarhoş olsunlar) güç ve kuvvetleri ne olursa olsun, hepsinin hak ve hukuklarını korumak esas olmalıdır. · Nimet ve külfet adil bir şekilde paylaşılmalıdır. Bu noktada, “Bizden olan ve olmayan” ayırımı yapılmamalıdır. · “Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan beyinsizlerin emirlerine itaat” edilmemelidir (26/152). · “Yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklığa yol” açılmamalıdır (7/74).
Ders-3: Hak ile hükmedilmesi hevaya uyulmaması esas alınmalıdır: Bugün, 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında “açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşımda yargısız infaz yapılmamalıdır, yargısız infaz geleneği inşa edilmemelidir. OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte hep örnek alınacaktır. Müslüman camia, İstiklal Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn kanunu uygulamalarını yıllarca tenkit etmiştir. 28 Şubat postmodern darbe döneminde yaşananlar unutulmamalıdır. Hz. Davud’a, 38 Sâd 26. ayetinde “insanlar arasında hak ile hükmedilmesi”, “hevaya uyulmaması” emredilmektedir. Sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında hak ile hükmedilmesi istenmemektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna ateistler de, komünistler de, dinliler de dinsizler de dâhildir. Bu noktada yapılan adaletsizliğin, hesabı ahirette verilecektir. “Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8). Unutmasın ki; adalet yoksa barış da olmayacaktır.
Ders-4: Liderler daha dikkatli ve itidalli bir tutum, tavır sergilemeli ve güzel bir dil kullanmalıdırlar: Bugün, 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında “açığa alma, tutuklama ve ihraç etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Musa’nın kavga eden iki adamla ilgili takındığı tavır arasında bir benzerlik vardır. 28 Kasas 15-19 ayetleri kapsamında dile getirilen hata, sadece farklı kavimlerle ilgili olmayıp, aynı zamanda farklı siyasî parti, cemaat, tarikat, mezhep ve din mensupları arasındaki adaletsiz tutum, tavır ve davranışlar için de geçerlidir. Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan Hz. Davud ve Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hataları yapabiliyorsa; bugünkü liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir. Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve ahirete iman eden, “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur (11 Hud 116).
Ders-5: Allah’a ve ahirete iman edenler düşmanları sevindirecek işler yapmamalıdırlar.”: Allah’a ve ahirete iman eden “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahipleri, bu sorumluluklarını yerine getirirken suçlanmamalı, hakarete uğramamalıdırlar, yadırganmamalıdırlar! Öyleyse, Allah’a ve Ahirete iman edenler, Hz. Harun’un Hz. Musa’ya söylediği gibi “düşmanları sevindirecek bir şey yapmamalıdırlar” (3 Âl-i İmran 118-120).
Ders-6: Allah’a ve ahirete iman edenler laikseküler bir düzeni savunmamalıdırlar: 15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında, Şer ittifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) bir taşeron örgüt olarak kullandığı Gülen Hareketi bahane edilerek, bu ittifakın yerel işbirlikçileri/diğer taşeronları tarafından dine ve dindara, cemaat ve tarikatlar üzerinden üstü kapalı, dolaylı bir savaş açılmıştır. Bu savaşta yürütülen psikolojik harekâtın ana konusu; laik ve seküler bir düzenin ne kadar doğru ve elzem olduğudur. Bu psikolojik harekâta göre; din, Allah ile kul arasında sadece ibadet boyutlu bir olgu olup, kişinin vicdanında, evinde ve mescidinde yaşamalı; sosyal hayatı tanzim etmeye kalkmamalıdır. Bu şekilde tanımlanan din, şirk dinidir; Kur’ân ve Sünnetin tanımladığı tevhidî dinin parçalanmasıdır. 15 Temmuz sonrasında, bu şekilde yoğun psikolojik baskı altında tutulmak istenen müslümanların karşı karşıya kaldığı fitne (imtihan), laik-seküler bir hayat tarzını kabul edip etmeyecekleri ile ilgilidir.
Ders-7: “Yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakınmak.”: Yığınla taşeron örgütün kullanıldığı, vekâlet savaşlarının yapıldığı, istihbarat örgütlerinin cirit attığı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolayca anlaşılamadığı, öldürülen ve öldürenin tekbir getirdiği, çok kirli, pis ve karanlık bir sosyolojik savaş ve doğru ile yanlışın harmanlanarak servis edildiği bir psikolojik harekât yürütülmektedir. Libya, Suriye, Irak, Yemen, Somali, Afganistan’da vekâlet savaşlarının neden olduğu bir iç savaş yaşanmaktadır. Mısır’da tam bir zulüm hâkimdir. Bu fitnenin diğer ülkelere ne zaman sıçrayacağı/sıçratılacağı henüz belli değildir. Türkiye, yaklaşık 30 yıldır, “Türkiye’nin stratejik ortağı” ve “Model ortağı olan ABD” tarafından beslenen ve desteklenen PKK ihanet hareketiyle uğraşmaktadır. Şimdi bu ihanet hareketine, Taksim Kadife darbe süreci ile ABD tarafından taşeron örgüt olarak kullanılan Gülen Hareketi de katılmıştır. 15 Temmuz ihanet hareketi, Gülen hareketinin bir taşeron örgüt/truva atı olarak kullanıldığı bir vekâlet savaşı olup, son yüzyılda, milletimizin bağrında, en büyük fitne ateşini yakmayı başarabilmiştir. O nedenle; “Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (8 Enfal 25)
Ders-8: “Yeniden iman ederek” “Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, düşüp parçalanmamak”: Türkiye, başlatılan muhbirlik sistemi ile ciddi bir sarsıntı yaşamaktadır. İnsanlar bireyselleştirilerek yalnızlaştırılmaktadır. Hak ile hükmetme hususundaki zaafiyetler, acelecilikler sarsıntıyı şiddetlendirecektir. Öyleyse; “Ey iman edenler, hepiniz topluca İslâm’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (2 Bakara 208) Öyleyse; “Ey iman edenler, Allah’a, Resûlü’ne, Resûlü’ne indirdiği Kitab’a ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa 136). Öyleyse; “Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini işte böyle açıklar.” (3 Âl-i İmran103). Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder