(Milli Gazete)
Giriş
Bir fitne (kaos) ortamında bir mümin, nasıl düşünmeli,
olayları nasıl değerlendirmeli ve nasıl davranmalıdır? Bu noktada Allah ve
Resulü, bizlere nasıl bir görev ve sorumluluk yüklemiştir? Kısa, orta ve uzun
vadede yapılabilecekler nelerdir?
Geçen yazıda, İblis’in iman edenlere kurmak istediği
tuzaklara dikkat çekilmiştir. Bu yazıda, İblis’in ve İblis’in yolundan
gidenlerin, genelde tüm insanlığa, özelde iman edenlere karşı ilan ettiği
sınırsız ve topyekûn savaş üzerinde durulacak ve fitnenin kökünün kazınabilmesi
için uzun vadeli bir hedef ortaya konulacaktır.
İBLİS’İN İNSANLIĞA İLAN ETTİĞİ SINIRSIZ VE TOPYEKÛN BİR
SAVAŞ
Tarih, Hz. Adem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın, Adem’e
saygı anlamında, “Secde edin” emrine İblis’in isyan etmesi ile başlamıştır.
İblis, secde etmeme olayından sonra ‘insanların dirileceği güne kadar yaşama’
izni istemiş (7 Araf 14-15; 17 İsra 61-63; 15 Hicr 36-38) ve “kıyamete kadar
kendisine yaşama izni verildiği” takdirde, “Allah’ın muhlis olan kulları hariç
olmak” üzere, Adem’in “neslinin çoğunu kendisine bağlayacağına” (17 İsra 62) ve
“Allah’a başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip-çekici göstereceğine ve
mutlaka kışkırtıp, azdırıp saptıracağına” (15 Hicr 39; 38 Sad 82) dair Allah’a
yemin etmiştir. Bu ayetlerde İblis, “Kıyamete kadar yaşama izni” aldığı
takdirde ne yapacağını açıkça söylemiştir. İblis, Allah’tan istediği izni
aldıktan sonra yaptığı, aşağıdaki, yemin, insanlığa sınırsız ve topyekûn bir
savaş ilânından başka bir şey değildir:
“Madem öyle, beni azdırdığından dolayı yemin ederim ki ben
de onları (insanları) saptırmak için mutlaka senin dosdoğru yolunda pusu kurup
oturacağım.
Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından,
sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükredici
bulmayacaksın” (7 Araf 16-17).
İblis’in yaptığı yemine ve yapacaklarına karşı Allah’ın
yaptığı aşağıdaki açıklama, İblis’in kullanacağı mücadele şekline, vasıtalarına
ve stratejisine, genel olarak tüm insanların, özel olarak iman edenlerin
dikkatini çekmek ve uyarmak amaçlıdır:
“Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat,
atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda
onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun. Şeytan, onlara aldatmadan
başka bir şey vadetmez” (17 İsra 64).
Bu ayette Allah, İblis’in insanlara karşı iktisadı, siyasi,
psikolojik, askeri ve sosyolojik bir savaş yürüteceğini açıklamaktadır.
Kur’an’daki değişik ayetlerden İblis’in ve onun yolundan gidenlerin;
* Psikolojik Savaş,
* Klasik Sıcak Savaş,
* Soğuk Savaş,
* Asimetrik Savaş,
* Politik Savaş,
* İç Savaş,
* Ekonomik Savaş,
* Sosyokültürel Savaş,
* Gayrı Nizamı Savaş,
Sosyolojik Savaş olmak üzere iman edenlere karşı “sınırsız
ve topyekûn bir savaş” yürütecekleri görülmektedir. Allah, Kur’an’ın değişik
ayetlerinde İblis’in çalışma tarzını, çıkaracağı fitneleri, kuracağı tuzakları
açıklayarak, tehlikenin ana kaynağına dikkat çekerek insanlara yol
göstermektedir.
Bugün Müslüman zihnin unutmaması gereken ana gerçek,
İblis/şeytan ve İblis’in/şeytanın yolundan gidenlerin, iman edenlere karşı
“sınırsız ve topyekûn bir savaş” yürüttükleri ve de yürütecekleri gerçeğidir.
Bu gerçek unutulduğu ya da görülemediği zaman, günümüzde ki fitneleri ve
fitnelerin sebep olduğu sonuçları, anlamamız ve yorumlamamız mümkün
değildir.
Bugün baş şeytan, şer ittifakı
(Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail) olup dünyanın her tarafındaki fitnelerin ana
sorumlusudur. Bu nedenle İblis’in yolundan giden şer ittifakının küresel
hâkimiyetleri kırılmalı ki dünyadaki fitne ve fesadın kökü kazınabilsin. Bundan
dolayı Allah, “tüm dünyanın İslamlaştırılmasını” istemekte; bunun için askeri
mücadele dâhil olmak üzere İblis ve onun yolundan gidenlere karşı “sınırsız ve
topyekûn bir savaşa” göre hazırlık yapılmasını ve çalışılmasını emretmektedir:
“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın
oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan
başkasına karşı düşmanlık yoktur” (2 Bakara 193).
Bakara 193’un muhtevası, Enfal 39’da, “Fitne kalmayıncaya ve
dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek
olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir” şeklinde
tekrarlanmaktadır.
Her iki ayette de “kıtal” (askeri savaş) kelimesi
geçmektedir. Genel olarak askeri stratejilerde, silahlı mücadele, en son
başvurulan bir mücadele şeklidir. Askeri mücadele, kaçınılmaz olduğu zaman
kabullenilmesi gereken en son çaredir. Öyleyse bu iki ayet nasıl
yorumlanmalıdır?
Her iki ayetin daha iyi anlaşılabilmesi için her iki ayetin
öncesi ve sonrasındaki ayetlere bakmak gerekmektedir. Bakara 193’den önceki üç
ayette, “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı
gitmeyin” (2 Bakara 190), “Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi
çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmeden beterdir. Onlar,
size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın.
Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir”
(2 Bakara 191), “Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin) (2 Bakara
192), geçen bu ifadeleri göz önüne aldığımızda, Bakara 193’un sınırsız ve
topyekûn bir savaşın başlatılması değil, ona hazır olunması istenmektedir. Keza
benzer durumu, Bakara 194’te de görebilmekteyiz. Enfal 36’da, “Gerçek şu ki, küfre
sapanlar, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar;
bundan böyle de harcayacaklar” denilmektedir.
Elmalılı’ya göre, Bakara 193’ün emredilmesinin ana sebebi,
Bakara 191’de geçen, “Fitne, öldürmeden beterdir” ayetinde saklıdır(1).
Diğer taraftan, “Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan
bir fitneden korkup-sakının” (8 Enfal 25) ayetinde yapılan uyarı, fitne
başladığında toplumun her kesimini etkileyerek çok daha büyük hüsrana sebebiyet
vereceği bağlamında değerlendirilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber; “İnsanlar
üzerine öyle bir zaman gelecek ki katil neden öldürdüğünü, maktul de neden
öldürüldüğünü bilmeyecek” dediğinde sahabe kendisine, “Bu nasıl olacak?” diye
sormuştur. Hz. Peygamberin, “Kargaşa ve fitne. İşte o zaman hem katil, hem de
maktul cehennemlik olacaktır.”(2) şeklinde verdiği cevap, fitne dönemlerinde
şuur kaybının meydana geldiğinin ve kin, nefret ve öfkenin hâkim olduğunun en
güzel bir ifadesidir. O nedenle “fitne, öldürmeden beterdir”.
Şer ittifakının Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya,
Sudan ve diğer ülkelerde neden olduğu fitnenin, bu ülkelere ve komşularına
maliyetine bakmak “fitnenin öldürmekten de beter olduğunu” görmek için yeter de
artar bile.
FİTNE VE FESAT DÖNEMLERİNDE MÜMİNİN SORUMLULUĞU, ŞUURLU
DAVRANMAKTIR
Hz. Peygamber fitnenin bu boyutundan dolayı, fitne ortamında
çok dikkatli, itidalli ve şuurlu davranılmasını istemektedir. Aşağıdaki hadis,
bunun en veciz ifadesidir:
“Fitneler çıkacaktır. O gün oturan ayakta olandan, ayakta
olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacaktır. Kim ona (fitneye)
yönelirse o da ona yönelir. (Böyle bir durumda) kim bir sığınak ya da barınak
bulursa ona sığınsın.”(2)
Son iki hadisi, Hucurat Suresi’nin 6’dan-13’e kadar olan
ayetler kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. “Ey iman edenler,
eğer bir fasık, size bir haberle gelirse, onu ‘etraflıca araştırın.’ Yoksa
cehalet-sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize
pişman olursunuz” (49 Hucurat 6), ayetinde, fitne ortamlarında, “kafirlerin”,
“münafıkların”, “fasıkların”, “kalbinde hastalık olanların” ve istihbarat
elemanlarının kaos meydana getirebilmek için her şeyi yapabileceklerine; o
nedenle gelen bilgilerin doğru ve yanlışlığının araştırılmasına, aksi taktirde
bir topluluğa kötülükte bulunabilineceğine dikkat çekilmektedir. Hucurat 7’de,
Allah, “(Müminlere) imanı sevdirip kalplerde süsleyip-çekici kıldığı” ve küfrü,
fıskı ve isyanı çirkin gösterdiği” ifade edildikten sonra; bu insan unsurunu,
“doğru yolu bulmuş (irşat) olanlar” olarak tanımlamaktadır. Hucurat 8’de de
bunun, “Allah’ın bir fazlı ve bir nimet olduğu” belirtilmektedir. Bundan sonra
gelen ayette, “iki mümin topluluk arasında bir çarpışma olduğunda”, diğer
müminlerin izlemesi gereken yol belirtilmektedir. Öncelikle yapılması gereken,
“adil bir arabuluculuktur”. Bu sonuç vermezse, “haksızlıkla-tecavüzde bulunana”
karşı, “Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşmaktır”. Bundan sonra
arabuluculuğu kabul ettiği takdirde “adaletle aralarının bulunması ve her
konuda adil davranılmasıdır” (49 Hucurat 9). Hucurat 10’da “Mü’minlerin kardeş”
olduğu o nedenle “kardeşlerin arasını bulup-düzeltmenin” bir görev olduğu ifade
edildikten sonra “Allah’tan korkup-sakının” uyarısı yapılmaktadır.
Bundan sonraki iki ayette ise, iman edenler içerisinde
fitneye neden olacak ya da fitneyi kızıştıracak tehlikelere dikkat
çekilmektedir. Bu tehlikeler, “bir kavmin/topluluğun bir başka
kavimle/toplulukla alay etmesi”, “en olmadık-kötü lakaplarla çağırması”, “zanla
hareket etmesi”, “tecessüs etmesi” ve “gıybet yapıp arkadan çekiştirmesi”(49
Hucurat 1, 12) olarak belirtilmektedir. Bu davranışları yapanların “tövbe
etmemesi” durumunda “fasık” ve “zalim” olduğu ifade edilmekte ve “Allah’tan
korkup-sakının” uyarısı yeniden yapılmaktadır.
O nedenle yukarıda geçen iki hadiste, fitne ortamında bir
müminin bir şey yapmayıp inzivaya çekilmesi değil; fitnenin mahiyetini,
sebeplerini ve müsebbiplerini iyice araştırıp, ortaya çıkarıp gerektiği yerde,
gerektiği gibi davranması; yangına körükle gitmemesi, benzin dökmemesi, fitneyi
alevlendirmemesi gerektiği ortaya konulmaktadır.
SONUÇ: GÜLEN HAREKETİ İBADET VE TİCARET ERBABININ
(SEMPATİZAN –TARAFTAR) YAPMASI GEREKEN
15 Temmuz büyük ihanet hareketinin sosyolojik savaş boyutu
itibarıyla etkilerinin devam ettiği bir dönemde, “Allah’a ve ahiret gününe iman
eden” herkes, şuurlu bir şekilde düşünmeli, davranmalı; kin, nefret ve
düşmanlıkla hareket etmemelidir. Çünkü Allah; “Ey iman edenler, adil şahitler
olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi
adaletten alıkoymasın. Adil olun. …Allah’tan korkup-sakının…” (5 Maide 8) diye
buyurmaktadır.
15 Temmuz büyük ihanet hareketinde, iman ettiğini söyleyen
Gülen hareketi aza ve kadroları, bizzat darbenin taşeronluğuna soyunarak şer
ittifakı ile birlikte hareket edip birçok Müslüman’ı öldürmüş, öldürülmesine
yardımcı olmuş, yaralamış, yaralanmalarına yardımcı olmuş ve yüzlerce insanı ve
ailelerini mağdur etmiş; sonra da “mağdur edebiyatı” yaparak kendilerini
aklamaya çalışmışlardır/çalışmaktadırlar. Bunlar, Taksim Kadife Darbesi’nin
başlangıcından bugüne kadar şer ittifakının taşeronluğunu üstlenerek,
Müslümanlara ihanet etmiş, Müslümanların imajını lekelemişlerdir.
O nedenle Gülen hareketinin “ibadet ve ticaret grubu”
(sempatizan ve taraftarlar), “ihanet grubunun” (azalar ve kadrolar) bu
yaptıklarına karşı olduklarını, açık aleni bir şekilde söyleyerek, araya mesafe
koyarak mücadele etmelidir. Bunu yapmadıkça, “mağdur edildiklerini” ifade
etmeye hakları yoktur. Unutmasınlar, gerçek mağdurlar, darbe girişimi gecesi
öldürülenler, yaralananlar ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmadığı halde,
bizzat Gülen mensuplarının-CİA/MOSSAD ajanlarının ve kifayetsiz muhterislerin
ihbar ve iftiraları ile “Gülenci havuzuna” atılıp “açığa alınan ve ihraç
edilenlerdir”.
O nedenle Gülen hareketinin “ibadet ve ticaret grubu”
(sempatizan ve taraftarlar), ya yapılan “haksızlıklar karşısında susan dilsiz
şeytan” olacaklar ya da gereğini yaparak ahiretlerini kurtaracaklardır.
O nedenle tüm iman edenler, aşağıdaki hadiste dikkat çekilen
tehlikelere karşı her zaman hassas davranmalıdırlar.
Hz. Peygamber (S.A.V.) şöyle buyuruyor:
* “İnsanların en şerlisinin kim olduğunu söyleyeyim
mi?
* Tek başına yiyen, iyiliğini esirgeyen, yolculukta
arkadaşlarını terk eden, hizmetçisini döven kimsedir.
* Bundan daha şerlisini söyleyeyim mi?
* İnsanlara kin besleyen, insanların da kendisine kin
beslediği kimsedir.
* Daha şerlisini de bildireyim mi?
* Şerrinden korkulan, hayrı umulmayandır.
* Daha şerlisini bildireyim mi?
* Başkasına dünyalık bir menfaat sağlamak için âhiretini
satandır.
* Bundan daha şerlisi ise,
* Dini âlet ederek dünyalık kazanç peşinde koşandır.”(3)
Kaynaklar
1-Elmalılı, M.H.Y, Hak dini Kuran Dili, Azim Dağıtım,
İstanbul, C:2, S: 28-40.
2- Rudanı, Büyük Hadis Külliyatı, Cem’u’l- Fevaid, İz
Yayıncılık, İstanbul, C: 3, S: 428-438.
3- Hadis No: 3:114; 2884
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder