1 Aralık 2016 Perşembe

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitnenin Kökünü Kazımak İçin

 (Umran Dergisi)

Şer ittifakının (ABD-İngiltere-Siyonizm-Vatikan-AB) bütün projeleri (yaklaşık 15 Proje), hedef ülkelerin “Kaostan (Fitneden) Kaynaklanan Düzen” Yaklaşımı kapsamında dini, mezhebi ve etnik olarak bölünmesini, “kantonal federatif yapılar” kurulmasını ve ardından da iç çatışmalar anaforunda bölünüp teslim olmasını, sömürülmeye hazır hale gelmesini amaçlamaktadır. Irak, Suriye, Libya ve Yemen’de olanlara baktığımızda olaylar bu istikamettedir. Şimdilik, Irak ve Suriye için ABD’nin önerdiği çözüm, “Kanton bölge yaklaşımı”, “Kantonal Federasyon”dur. ABD-İngiltere-Siyonizm-Vatikan-AB’nin, Büyük Ortadoğu coğrafyasındaki ülkelerin sınırlarını değiştirmek amacıyla kullandıkları “Kaostan (Fitneden) Kaynaklanan Düzen” yaklaşımı ile yeni sömürgecilik anlayışı inşa edilmeye çalışılmaktadır. Kanton bölge/özerk bölge yaklaşımı, Türkiye’nin yakın geleceğinde çok ciddi bir tehlike olarak ortaya çıkabilir.

Ülkelerdeki sosyal hadiseleri incelerken sürece etki eden 1- iç dinamikler, 2- bölgesel dinamikler ve 3- küresel dinamikler olmak üzere üç dinamiği dikkate almamız gerekmektedir. Şer ittifakının kaos (fitne) teorisine göre her türlü düşmanlığı yapması doğaldır; çünkü düşmandır. Üzerinde durulması gereken ve de önemli olan, dış dinamik olarak şer ittifakının, iç müttefikler bulması ve bunlar üzerinden ön gördüğü operasyonları yapabilmesidir. 27 Mayıs 1960 darbesinden 15 Temmuz 2016 darbesine kadar tüm darbelerin arkasında ABD’nin var olması ve bu darbeleri, bu ülkenin çocukları eliyle, bu ülkenin çocuklarına karşı yaptırabilmesi, üzerinde durulması gereken en önemli konulardan biridir. O nedenle bir fitne (kaos) ortamında bir mümin, nasıl düşünmeli, olayları nasıl değerlendirmeli ve nasıl davranmalıdır. Bu noktada Allah ve Resulü, bizlere nasıl bir görev ve sorumluluk yüklemiştir? Kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecekler nelerdir? 

Bu yazı serisinde bu konu, ana hatları ile ele alınacaktır. Bunun için öncelikle fitne kavramı ile ilgili kısa bir hatırlatma yapmakta fayda vardır.

Bir Arındırma Mekanizması Olarak Fitne Sistemi 

Kur’ân’da fitne kelimesi; Allah, insan ve şeytanla alâkalı olarak kullanılmaktadır. Bu durumda fitne kelimesi; Allah’a nispet edildiği zaman “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “imtihan edilmeleri”, “beşerden kaynaklandığı zaman, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğramaları”, “baskı”, “dinî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve şeytandan kaynaklandığı zaman da “saptırma” anlamına gelmektedir. Fitne kelimesi, Allah, insan, şeytan ve değişik imtihan konularının yer aldığı dört boyutlu bir yapıda, her boyutu birbiri ile bağlantılı bir arındırma, ayrıştırma mekanizmasının anlam alanını oluşturmaktadır. Bu durumda fitne sistemini şöyle formüle edebiliriz: · İmtihan eden: Allah · İmtihan edilen: İnsan · İmtihan konuları/araçları: Nimetler ve külfetler · İmtihanda saptırıcı, kafa karıştırıcı unsurlar: İblis, cin ve “insan şeytanları” · İmtihan sonucu: Ödül ve ceza · Fitnenin son bulması: Tüm dünyanın İslâmlaştırılması (2 Bakara 193; 8 Enfal 39, 72-73). 

Allah, ayrık otlarının, zehirli unsurların, hastalıklı yapıların arındırılarak, ayrıştırılarak insanlığın tekâmül etmesi, olgunlaştırılması, daha sağlıklı ve sıhhatli bir yapıya kavuşturulması, daha büyük sorumlulukları üstlenmesi için eğitime tâbi tutulup yeteneklerinin geliştirilmesi, tecrübe kazanması ve bu imtihan karşısında takındığı tutum ve tavra göre ödüllendirilmesi için fitne mekanizmasını, bir sistem olarak ortaya koymuştur. Bu imtihan, bazen nimetle, bazen de külfetle gerçekleştirilmektedir. Bu sistemde amaçları farklı olmakla beraber Kur’ân bize 1- insanların, 2- peygamberlerin, 3- toplumların Allah tarafından imtihana tâbi tutulduğunu haber vermektedir. Allah bunlara Kur’ân’da yer vermekle, bizlere ders vermek, bizleri eğitmek ve olgunlaştırmak istemektedir. Benzer hataları icra etmememiz ve benzer tuzaklara düşmememiz için Allah bize yol göstermektedir. Bununla beraber Allah, bize, fitnenin kökünü kazımak için de, bir ana hedef (“Tüm Dünyanın İslamlaştırılması”) ve bu hedefe ulaşmak için de bir yol göstermektedir. 

İblis’in Savaş İlanı ve Kurduğu Tuzaklar 

İnsanın yaratılışı, Kur’ân’ın değişik sürelerinde, her seferinde farklı bir açılım getirilerek anlatılmaktadır (2/29-39; 7/10-27; 20/115-129; 59/16; 15/27-43; 17/61-65). Bu ayetlerde dikkat çeken önemli bir nokta, İnsanın yaratılışı ile ilgili olarak meleklerin serzenişte bulunarak insanın olumsuz yönünü dile getirmeleridir. İlahi planı bilemedikleri için takındıkları bu tavrın yanlışlığı, bir imtihan ile kendilerine gösterilmiştir. Allah, Hz. Âdem’i varlık/eşya hakkında bilgilendirip, melekleri bilgilendirmemiştir. Sonra eşya, melekler topluluğuna gösterilerek ne oldukları sorulmuş; melekler, yöneltilen soruya cevap veremezken Hz. Âdem, soruyu cevaplandırmıştır. Melekler tarafından zaafları öne çıkarılarak değerlendirilen Hz. Âdem, sınavın sonunda üstün konuma gelmiştir (2 Bakara 31-33). Bu üstünlüğün bir nişanesi olarak, saygı anlamında, meleklerin Âdem’e secde etmesi, Allah tarafından emredilmiştir. Bu da, melekler topluluğu için bir imtihandı ve İblis hariç, melekler topluluğunun tümü, emri yerine getirmiştir (2/34; 7/11; 20/116; 15/29-31). O ana kadar davranış olarak melek özelliği gösteren topluluk, yapı olarak melek ve cinlerden meydana gelmiş bir topluluktu. Topluluk, secde edip etmemeye bağlı olarak davranışları farklılaşıp birbirlerinden ayrışmışlardır. Fiziksel yapı olarak “nurdan yaratılmış” olan melekler, Allah’ın emrine itaat edip, secde etmişler; fiziksel yapı olarak “ateşten yaratılmış” olan cinlerden İblis, emre itaatsizlik ederek secde etmemiştir. Bu şekilde bir ayrışma, insanoğlunun kaderinde önemli bir dönüm noktası olup, insan için en tehlikeli bir düşmanı, fitne kaynağını ortaya çıkarmıştır. İblis, kendisinin ateşten, Âdem’in topraktan yaratılmasını referans alarak ateşten yaratılanların, topraktan yaratılanlara göre daha üstün bir sınıfı oluşturduklarını ileri sürerek ilk sınıfsal ayırımı yapmış ve secde etmeyi reddetmiştir (2/34; 7/12-13; 15/31-33). O nedenle etnik ve sınıfsal ayırım fitnesi, şeytanî bir düşüncenin ürünüdür. 

İblis, insanlık âlemine, ırkçılık fitnesini ve sınıf fitnesini sokmuştur. Faşizm, kapitalizm ve komünizm, ırkçılık ve sınıf fitnesinin bir sonucudur. O nedenle Kaos teorisi, sınıfsal, etnik ve mezhepsel bir zemine oturtulmuştur. Bugün içine düştüğümüz fitneden en az zararla çıkabilmenin bir yolu, mezhep taassubundan, kavmiyetçilikten vazgeçmek, bu hastalığa yakalananları tedavi etmek olmalıdır. İblisin Hz. Âdem’e bu tavrı gösterdiği an, aynı zamanda olumsuz değer sisteminin (fitne sistemi) ortaya çıkmasının başlangıcı olmuştur. İblis’in isyanından sonra bir tarafta Hz. Âdem ve eşi, diğer tarafta İblis vardır. İki ayrı varlık, birbirine karşıt iki ayrı safta konumlanmıştır. İblis, artık Hz. Âdem ile eşinin ve tüm insanlığın apaçık bir düşmanıdır (20 Tâhâ117). 

Hz. Âdem ve eşi cennete yerleştiklerinde hayatlarını tanzim eden gerekli değerler kendilerine bildirmiştir. Yasak ve serbestlik alanları ortaya konmuş ve iki kişilik bir toplumun hayatına ilişkin düzenlemeler yapılmış ve hukuk sistemi belirlenmiştir. Cennetin diledikleri yerinde, diledikleri miktarda yeme, içme hakkı verilmiş; ancak mahiyetini bilmedikleri bir tek ağaca yaklaşmamaları, onun meyvesinden yememeleri istenmiştir. Cennette kalmaları, barınma, yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması ve güvenlikte kalmaları, bu yasağa uymalarına bağlı kılınmıştır (2 Bakara 35; 20 Tâhâ 118-119). Ayetlerden Hz. Âdem’le eşinin, İblis kendilerine yaklaşıp vesvese verinceye kadar, yasak ağacın meyvesine karşı bir arzu, bir eğilim duymadıkları, ona ihtiyaç hissetmedikleri anlaşılmaktadır. Ancak İblis’in kendilerine yaklaşıp yaptığı telkinlerin sonunda bir arzu, eğilim ve ihtiyaç duygusu ortaya çıkmıştır (2 Bakara 36). Ayetlerden, yasak ağacın mahiyetini, İblis’in bildiği ve fakat Hz. Âdem ile eşinin bilmediği anlaşılmaktadır. 

İblis, Hz. Âdem’le eşine bu noktadan hareketle tuzağını kurmuş ve yasak ağacın mahiyetini, tam zıt istikamette anlamlandırarak onlara sunmuştur (7 Araf 20-21; 20 Tâhâ 120-121). Allah’ın açık ikazına rağmen, bir tek yasak ağaca tamah edilip İblis’in vaatlerine uyulmuştur. İblis’in söylediklerinin doğru olup olmadığı noktasında tefekkür edilmemiş, düşman olan İblis’in niyeti, hedefi sorgulanmamıştır. Allah’ın daha önce kendilerine verdiği bilgiler, hiç göz önüne alınmamıştır. Buradan çıkarılacak en büyük derslerden biri, mahiyeti bilinmeyen bilgilerin, olduğu gibi alınıp, hiçbir analize tabi tutulmadan, doğru olduğu kabul edilip, etrafa yayılmasının ve kullanılmasının yanlış olduğudur. ‘Ölümsüzlüğün’, ‘iki melek olmanın’ ve ‘yok olmayacak mülke sahip olmanın’ dayanılmaz cazibesi, vaat edilenlerin gerçekleşebilir olup olmadığının düşünülmesini ve kurulan tuzağın görülmesini engellemiştir. Stratejik akıl devre dışı bırakılmıştır. Allah’ın emirlerine uymamanın bedeli, çıplak kalmaları ve Cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmeleri olmuştur (7 A’raf 22-25). 

Baş şeytan ABD’de, darbe operasyonlarında kullandığı iç işbirlikçilerini hep Türkiye’de iktidar olmayı vaat ederek kandırmış, işi bitince de kaldırıp tarihin çöp sepetine atıvermiştir. İblis, kurduğu tuzakla insanın kötülük cephesinin kapılarının açılmasını sağlamış; “tamahkârlık”, “aç gözlülük”, “doyumsuzluk”, “şükürsüzlük” ve “ölümsüzlük” fitnesini harekete geçirmiştir. İnsanlığın kaderinde “mal”, “makam” ve “evlât” “fitnesi”, İblis ve İblisin yolunda gidenlerin tarih boyu harekete geçirmek için gözettiği alanlardır (8/26-29; 5/48; 6/165; 3/186; 16/92; 27/40; 76/2; 64/14- 18). Ayrıca ölümü unutturarak, ölümsüzlük fitnesini harekete geçirip insanın, ahireti ve hesap gününü unutması için çalışmıştır. İblis, secde etmeme olayından sonra ‘insanların dirileceği güne kadar yaşama’ izni istemiş (7 A’raf 14-15; 17 İsrâ 61-63; 15 Hicr 36-38) ve “kıyamete kadar kendisine yaşama izni verildiği” takdirde, “Allah’ın muhlis olan kulları hariç olmak” üzere, Adem’in “neslinin çoğunu kendisine bağlayacağına” (17 İsrâ 62) ve “Allah’a başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip-çekici göstereceğine ve mutlaka kışkırtıp, azdırıp -saptıracağına” (15 Hicr 39; 38 Sad 82) dair Allah’a yemin etmiştir. Bu ayetlerde İblis, “Kıyamete kadar yaşama izni” aldığı takdirde ne yapacağını açıkça söylemiştir. İblis, Allah’tan istediği izni aldıktan sonra yaptığı aşağıdaki yemin, insanlığa sınırsız ve topyekûn bir savaş ilânından başka bir şey değildir:

 “Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları) saptırmak için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım.” “Sonra da muhakkak onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.” (7 A’raf 16-17; 15 Hicr 39; 38 Sad 79-84) Kur’ân’daki ayetlerden anlaşıldığı kadarıyla İblis; “insanları saptıracağını”, “fıtratı bozmayı emredeceğini” (4 Nisa 118-119), “yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğini”, “ihlaslı kullar müstesna olmak üzere hepsini azdıracağını” (15 Hicr 28-43; 38 Sad 70-85), “insanları, ayartıp, yoldan çıkarıp saptıracağını” (3/155; 4/60; 6/71), insanların kalbine vesvese vereceğini (114/5; 7/200, 201; 8/11), “insanları kuruntuya düşüreceğini (4/119-120; 7/20- 21;17/63-64), “kötülükleri güzel göstereceğini” (6/43, 8/48; 16/63; 27/24; 29/38; 47/25), “İnsanları aldatmak için yaldızlı laflar söyleyeceğini” (6/112-113), “aşırı vaade bulunacağını” (4/120; 14/22;17/64), “her türlü kötülüğü emredeceğini” (2/169; 4/14, 118- 119; 6/128; 7/200; 24/21; 38/82-83), “edepsizliği emredeceğini” (24/21), “çıplaklığı teşvik edeceğini” (7/27), “Allah ile kandırmak isteyeceğini” (35/5,6), “Resûllerin yapıp ettiklerine-söylediklerine fitne sokmak isteyeceğini” (22/52,53), genelde insanları, özelde müminleri “fakirlikle korkutacağını” (2/268; 7/200-201; 41/96; 23/97-98), “hayırlı olan işleri unutturacağını (12/42; 18/63), “müminlerin arasına kin ve düşmanlık sokmak isteyeceğini” (5/91, 12/100, 17/53, 58/10,19), “kendi dostlarını Müslümanlara karşı kışkırtıp, tahrik edeceğini” (6/121; 3/175) beyan etmektedir. 

İblis’in yaptığı yemine ve yapacaklarına karşı Allah’ın yaptığı aşağıdaki açıklama, İblis’in kullanacağı mücadele şekline, vasıtalarına ve stratejisine, genel olarak tüm insanların, özel olarak iman edenlerin dikkatini çekmek ve uyarmak amaçlıdır: “Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.» Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17 İsrâ 64). Bu ayette Allah, İblis’in insanlara karşı iktisadı, siyasi, psikolojik, askeri ve sosyolojik bir savaş yürüteceğini açıklamaktadır. Kur’ân’daki değişik ayetlerden İblis’in ve onun yolundan gidenlerin; 

· Psikolojik Savaş 

· Klasik Sıcak Savaş 

· Soğuk Savaş 

· Asimetrik Savaş 

· Politik Savaş 

· İç Savaş 

· Ekonomik Savaş, 

· Sosyokültürel Savaş, 

· Gayrı Nizamı Savaş, 

· Sosyolojik Savaş 

olmak üzere iman edenlere karşı “sınırsız ve topyekûn bir savaş” yürütecekleri görülmektedir. Allah, Kur’ân’ın değişik ayetlerinde İblis’in çalışma tarzını, çıkaracağı fitneleri, kuracağı tuzakları açıklayarak, tehlikenin ana kaynağına dikkat çekerek insanlara yol göstermektedir. Bugün müslüman zihnin unutmaması gereken ana gerçek, İblis/Şeytan ve İblis’in/Şeytanın yolundan gidenlerin, iman edenlere karşı “sınırsız ve topyekûn bir savaş” yürüttükleri ve de yürütecekleri gerçeğidir. Bu gerçek unutulduğu ya da görülemediği zaman, günümüzde ki fitneleri ve fitnelerin sebep olduğu sonuçları, anlamamız ve yorumlamamız mümkün değildir.

Bugün baş şeytan, şer ittifakı (Siyonizm-ABDİngiltere-İsrail) olup dünyanın her tarafındaki fitnelerin ana sorumlusudur. Bu nedenle İblis’in yolundan giden şer ittifakının küresel hâkimiyetleri kırılmalı ki, dünyadaki fitne ve fesadın kökü kazınabilsin. Bundan dolayı Allah, “tüm dünyanın İslamlaştırılmasını” istemekte; bunun için askeri mücadele dâhil olmak üzere İblis ve onun yolundan gidenlere karşı “sınırsız ve topyekûn bir savaşa” göre hazırlık yapılmasını ve çalışılmasını emretmektedir:

 “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur.” (2 Bakara 193). Bakara 193’un muhtevası, Enfal 39’da; “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarını görendir.” şeklinde tekrarlanmaktadır. Her iki ayette de “kıtal” (askeri savaş) kelimesi geçmektedir. Genel olarak askeri stratejilerde, silahlı mücadele, en son başvurulan bir mücadele şeklidir. Askeri mücadele, kaçınılmaz olduğu zaman kabullenilmesi gereken en son çaredir. Öyleyse bu iki ayet nasıl yorumlanmalıdır? Her iki ayetin daha iyi anlaşılabilmesi için her iki ayetin öncesi ve sonrasındaki ayetlere bakmak gerekmektedir. “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin” (2 Bakara 190). “Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmeden beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın.” (2 Bakara 191), “Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin).” (2 Bakara 192) ayetlerinde geçen bu ifadeleri göz önüne aldığımızda, Bakara 193’da, sınırsız ve topyekûn bir savaşın başlatılması değil, ona hazır olunması istenmektedir. 

Keza benzer durumu, “Kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah’tan korkup-sakının ve bilin ki muhakkak Allah, korkup-sakınanlarla beraberdir” ayetinde (Bakara 194’de) de görebilmekteyiz. Enfal 36’da, “Gerçek şu ki, küfre sapanlar, (insanları) Allah’ın yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar; bundan böyle de harcayacaklar.” denilerek ekonomik bir savaşı yürüteceklerine dikkat çekilmektedir. Elmalılı’ya göre, Bakara 193’un emredilmesinin ana sebebi, Bakara 191’de geçen “Fitne, öldürmeden beterdir” ayetinde saklıdır (1). Diğer taraftan “sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının” (8 Enfal 25) ayetinde yapılan uyarı, fitne başladığında toplumun her kesimini etkileyerek çok daha büyük hüsrana sebebiyet vereceği bağlamında değerlendirilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber; “(9783) İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki katil neden öldürdüğünü, maktul de neden öldürüldüğünü bilmeyecek.” Dediğinde sahabe kendisine, “Bu nasıl olacak?” diye sormuştur. Hz. Peygamber’in, “Kargaşa ve fitne. İşte o zaman hem katil, hem de maktul cehennemlik olacaktır.” şeklinde verdiği cevap, fitne dönemlerinde şuur kaybının meydana geldiğinin, kin, nefret ve öfkenin hâkim olduğunun en güzel bir ifadesidir. O nedenle “Fitne, öldürmeden beterdir” Şer ittifakının Afganistan, Irak, Suriye, Yemen, Libya, Sudan ve diğer ülkelerde neden olduğu fitnenin, bu ülkelere ve komşularına maliyetine bakmak “Fitnenin öldürmekten de beter olduğunu” görmek için yeter de artar bile. 

Fitnenin Etkin Olmasının Sebebi: İman Edenlerin Bölünmüşlüğü 

İblis ve İblis’in yolundan gidenler, topyekûn bir mücadele anlayışını benimsedikleri için ilk fırsatta askeri-ekonomik vasıtalara başvururlar. Bu nedenle de bu mücadeleye, askeri ve ekonomik olarak hazır olunması gerekmektedir. Nitekim, “…Onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın. Ve bilin ki Allah, takva sahipleriyle beraberdir.” (9 Tevbe 36) ayetinde, müşriklerin müminlerle topyekûn savaştığına/ savaşacağına dikkat çekilmekte; bizim de onlarla bölünmeden, parçalanmadan, topyekûn olarak savaşmamız, savaşa hazır olmamız emredilmektedir. Meseleyi bu açıdan ele aldığımızda Enfal 72’de, iman edenler; 1. Grup: “hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler” ve 2. Grup: “hicret etmeyenler” şeklinde iki ana gruba ayrılmaktadır. 

Birinci grupta yer alanlar arasındaki hukuk, “birbirlerinin velisi” olarak ifade edilmekte; birinci gruptakilerle ikinci gruptakiler arasındaki hukuk ise, “onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur” şeklinde belirlenmektedir. Ancak bunun bir istisnası vardır. O da, 2. Gruptakilerin “din konusunda yardım istemeleridir”. Bu da, birinci gruptakilerin anlaşma yaptığı bir topluluğun aleyhine olmama yanı mücadele stratejilerine zarar vermeme şartına bağlanmıştır (8 Enfal 72). Enfal 72. ayetinde böyle bir analiz yapıldıktan sonra Enfal 73’de; “Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz, birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (8 Enfal 73) denerek iman edenlerin parçalanmışlığının, dünyadaki fitne ve fesadın sebebi olduğuna açık bir vurgu yapılmaktadır. Enfal 74 ise birinci gruptaki iman edenler, “gerçek mümin” olarak vasıflandırılmaktadır. Enfal 45’de, “iman edenlerin, bir düşmanla/ toplulukla karşı karşıya geldiği zaman, dayanıklılık göstermeleri ve Allah’ı çokça zikretmeleri” ifade edilmektedir. Bir sonraki ayette, bölünmenin neden olduğu güç kaybı ve yılgınlaşmaya dikkat çekilmektedir: “Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (8 Enfal 46). 

Allah’ın Resûlü’nün aşağıdaki hadiste de, müslümanlara açılmak istenen topyekûn savaşın sebebinin, müslümanların “parçalanmış olmaları”; parçalanmış olmalarının sebebinin de, “dünyevileşme- sekülerleşme-laikleşme” olduğu çok açık bir şekilde ortaya konmaktadır: “Sofradakilerin büyük tabağa üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır. Biri sordu: “Acaba o zaman sayıca az mı olacağız?” “Hayır, bilakis o zaman sayıca çok olacaksınız. Ama selin sürüklediği çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkaracaktır. Sizin kalplerinizde vehn artacaktır.” buyurdu. “ V e h n nedir, ey Allah’ın Resûlü” diye sorduklarında şöyle buyurdu: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu”2 . Öyleyse İslam coğrafyasını kasıp kavuran fitne ve fesadın sebebi, iman edenlerin bölünmüşlüğü; buna karşılık inkâr edenlerin topyekûn bir savaş açmış olmalarıdır. 

Tevbe suresi 8. ayetinde müşriklerin iman edenlere karşı güçlü olmaları, galip gelmeleri durumunda “ ‘akrabalık bağlarını’, ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip-tanımayacakları”; ağızlarıyla müminleri hoşnut edecekleri”, “kalplerinde ise büyük bir kin ve nefretin var olduğu/ olacağı” (9 Tevbe 8) ifade edilmektedir. Bu ayet kapsamında 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz askeri darbeleri, yığınla anlaşmalarla birbirine bağımlı kılındığımız(!), “dostumuz”(!), “stratejik ortağımız” (!), “Model ortağımız” (!) olan ABD’nin ve NATO’nun eseridir. Ayette ifade edildiği gibi, ne dostluğa ne de anlaşma şartlarını uymuşlar; Türkiye’de halkın seçtiği tüm iktidarları askeri darbe ile düşürmüşler, her seferinde ülkenin önünü kesmişlerdir. O nedenle Türkiye, AB’den, NATO’dan ve ABD’den bağımsız olmalı, kendi silahını kendisi yapmalı, kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre bir hayat nizamı ortaya koymalı ve bunun için Türkiye’nin tüm renklerini, gök kuşağı gibi, birleştirecek topyekûn bir seferberlik ilan ederek, sınırsız ve topyekûn bir savaşa hazır olmalıdır!... 

Fitne ve Fesad Dönemlerinde Müminlerin Sorumluluğu: Şuurlu ve İtidalli Davranmak 

Hz. Peygamber, fitne ortamında iman edenlerin çok dikkatli, itidalli ve şuurlu davranmasını istemektedir: “Fitneler çıkacaktır. O gün oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan daha hayırlı olacaktır. Kim ona (fitneye) yönelirse o da ona yönelir. (Böyle bir durumda) Kim bir sığınak ya da barınak bulursa ona sığınsın.”3 Yukarıda geçen fitne ile ilgili hadisleri, Hucurat suresinin 6’dan-13’e kadar olan ayetler kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haberle gelirse, onu ‘etraflıca araştırın.’ Yoksa cehalet-sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (49 Hucurat 6), ayetinde, fitne ortamlarında, “kafirlerin”, “münafıkların”, “fasıkların”, “kalbinde hastalık olanların” ve istihbarat elemanlarının kargaşa meydana getirebilmek için her şeyi yapabileceklerine; o nedenle gelen bilgilerin doğru ve yanlışlığının araştırılmasına, aksi taktirde bir topluluğa kötülükte bulunabileceğine dikkat çekilmektedir. Hucurat 7’de, Allah, “(Müminlere) imanı sevdirip kalplerde süsleyip-çekici kıldığı” ve küfrü, fıskı ve isyanı çirkin gösterdiği” ifade edildikten sonra; bu insan unsurunu, “doğru yolu bulmuş (irşad) olanlar” olarak tanımlamaktadır. Hucurat 8’de de bunun, “Allah’ın bir fazlı ve bir nimet olduğu” belirtilmektedir. Bundan sonra gelen ayette, “iki mümin topluluk arasında bir çarpışma olduğunda”, diğer müminlerin izlemesi gereken yol belirtilmektedir. Öncelikle yapılması gereken, “adil bir arabuluculuktur. Bu sonuç vermezse, “haksızlıkla-tecavüzde bulunana” karşı, “Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşmaktır”. Bundan sonra arabuluculuğu kabul ettiği takdirde “adaletle aralarının bulunması ve her konuda adil davranılmasıdır (49 Hucurat 9). 

Hucurat 10’da “Müminlerin kardeş” olduğu, o nedenle “kardeşlerin arasını bulup-düzeltmenin” bir görev olduğu ifade edildikten sonra “Allah’tan korkup sakının” uyarısı yapılmaktadır. Bundan sonraki iki ayette ise, iman edenler içerisinde fitneye neden olacak ya da fitneyi kızıştıracak tehlikelere dikkat çekilmektedir. Bu tehlikeler, “bir kavmin/topluluğun bir başka kavimle/toplulukla alay etmesi”, ‘en olmadık-kötü lakaplarla çağırması”, “zanla hareket etmesi”, “tecessüs etmesi” ve “gıybet yapıp arkadan çekiştirmesi” (49Hucurat 11, 12) olarak belirtilmektedir. Bu davranışları yapanların “tövbe etmemesi” durumunda “fasık” ve “zalim” olduğu ifade edilmekte ve “Allah’tan korkup-sakının” uyarısı yeniden yapılmaktadır. Allah’ın Resûlü’nün aşağıdaki uyarısına bu açıdan bakılmalı ve gereği yapılmalıdır: “İlerde gerçeği duymayan sağır, hakkı söylemeyen dilsiz ve gerçeği görmeyen kör fitneler olacaktır. Kim fitneye yönelirse, o da ona yönelecektir. Dilin ona yönelmesi kılıç etkisi yapacaktır.”4 O nedenle, fitne ortamında bir mümin, bir şey yapmayıp inzivaya çekilmemeli; fitnenin mahiyetini, sebeplerini ve müsebbiplerini iyice araştırıp, ortaya çıkarıp gerektiği yerde, gerektiği gibi davranmalı; yangına körükle gitmemeli, benzin dökmemeli, fitneyi alevlendirmemeli ve diline hâkim olmalıdır. 

Gülen Hareketi Sempatizan Taraftarlarının Yapması Gereken 

15 Temmuz ihanet hareketinin inşa ettiği fitne ortamından çıkmanın bir yolu, mahiyetine tam vâkıf olamadığımız bilgileri, gerçek olarak kabul edip ardına düşmemek ve yaygınlaştırmamaktır. Fitne (Kaos) ortamında medyada servis edilen bilgilerin kahir ekseriyetinin, belli bir amaca hizmet etmek üzere, istihbarat örgütleri tarafından servis edildiği göz önüne alınmalıdır. 15 Temmuz büyük ihanet hareketinin sosyolojik savaş boyutu itibarıyla etkilerinin devam ettiği bir dönemde, “Allah’a ve ahiret gününe iman eden” herkes, şuurlu bir şekilde düşünmeli, davranmalı; kin, nefret ve düşmanlıkla hareket etmemelidir. İtici, bölücü, parçalayıcı değil; affedici ve kuşatıcı olmalıdır. İtidal elden bırakılmamalıdır. Çünkü Allah; “Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adil olun. … Allah’tan korkup-sakının…” (5 Maide 8) diye buyurmaktadır. 

15 Temmuz büyük ihanet hareketinde, iman ettiğini söyleyen Gülen hareketi aza ve kadroları, bizzat darbenin taşeronluğuna soyunarak Şer ittifakı ile birlikte hareket edip birçok müslümanı öldürmüş, öldürülmesine yardımcı olmuş, yaralamış, yaralanmalarına yardımcı olmuş ve yüzlerce insanı ve ailelerini mağdur etmiş; sonra da “mağdur edebiyatı” yaparak kendilerini aklamaya çalışmışlardır/çalışmaktadırlar. Bunlar, Taksim Kadife Darbesinin başlangıcından bugüne kadar şer ittifakının taşeronluğunu üstlenerek, müslümanlara ihanet etmiş, müslümanların imajını lekelemişlerdir. O nedenle Gülen hareketinin “ibadet ve ticaret grubu” (sempatizan ve taraftarlar), “ihanet grubunun” (azalar ve kadrolar) bu yaptıklarına karşı olduklarını, açık bir şekilde söyleyerek, araya mesafe koyarak mücadele etmelidir. Bunu yapmadıkça, “mağdur edildiklerini” ifade etmeye hakları yoktur. Unutmasınlar, gerçek mağdurlar, darbe girişimi gecesi öldürülenler, yaralananlar ve Gülen hareketi ile hiç alakası olmadığı halde, bizzat Gülen mensuplarının-CIA/MOSSAD ajanlarının ve kifayetsiz muhterislerin ihbar ve iftiraları ile “Gülenci havuzuna” atılıp “açığa alınan ve ihraç edilenlerdir”. 

O nedenle Gülen hareketinin “ibadet ve ticaret grubu” (sempatizan ve taraftarlar), ya yapılan “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan” olacaklar ya da gereğini yaparak ahiretlerini kurtaracaklardır. Her türlü fitne ortamından en az zararla çıkmanın yolu, Kur’ân ve Sünnetin tanımladığı, tasvir ettiği şuurlu mümini ortaya çıkarabilmektir. 15 Temmuz ihanet hareketinin inşa ettiği fitne ortamından çıkmanın ana yolu budur. Nefsimize hoş gelen şeylerin,” öncelikle Allah’ın rızası ve emirlerine uygun olup olmadığının” sorgulanması gerekmektedir. Bu sorgulama yapılırken unutulmaması gereken kaçınılmaz gerçek, ölüm ve hesap günü olmalıdır. Bu dünyada yapacağımız her şeyin hesabının verileceği şuuru bizi, fitneye hizmet etmekten alıkoyacak en önemli etkenlerden biridir. O nedenle tüm iman edenler, aşağıdaki hadiste dikkat çekilen tehlikelere karşı her zaman hassas davranmalıdırlar: · “Hz. Peygamber (s.); “İnsanların en şerlisinin kim olduğunu söyleyeyim mi? · Tek başına yiyen, iyiliğini esirgeyen, yolculukta arkadaşlarını terk eden, hizmetçisini döven kimsedir. · Bundan daha şerlisini söyleyeyim mi? · İnsanlara kin besleyen, insanların da kendisine kin beslediği kimsedir. · Daha şerlisini de bildireyim mi? · Şerrinden korkulan, hayrı umulmayandır. · Daha şerlisini bildireyim mi? · Başkasına dünyalık bir menfaat sağlamak için âhiretini satandır. · Bundan daha şerlisi ise · Dini âlet ederek dünyalık kazanç peşinde koşandır.”5 Allah, tüm iman edenleri bu şerlerden korusun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...