2 Aralık 2016 Cuma

İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitnenin Kökünü Kazımak-3: ÖNCELİKLE ÜMMETİN BİRLİĞİ SAĞLANMALIDIR

 (Milli Gazete)

Giriş

Bir fitne (kaos) ortamında bir mümin, nasıl düşünmeli, olayları nasıl değerlendirmeli ve nasıl davranmalıdır? Bu noktada Allah ve Resulü, bizlere nasıl bir görev ve sorumluluk yüklemiştir? Kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecekler nelerdir? Geçen yazılarda bu konu değişik boyutları ile ele alınmıştır.

Bundan sonraki birkaç yazıda, ümmetin birlik ve beraberliği için rahmetli Erbakan Hocanın kuruculuğunu yaptığı D-8 hareketinin önemi üzerinde durulacaktır. Bu konunun öne çekilmesinin nedeni, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB’ye karşı haklı olarak başlattığı eleştiri ve ardından ŞİO’ya (Şanghay İşbirliği Örgütü) girmekle ilgili yaptığı açıklamalardır.

Türkiye yol boyu AB ile sürekli sorun yaşamıştır. 2013 yılında yaşanan sorunlar üzerine dönemin Başbakanı Erdoğan, 25 Ocak 2013 tarihinde, AB ile ilgili şikâyetlerini dile getirerek Putin’e, “Alın bizi Şanghay Beşlisi’ne, AB’yi unutalım” şeklinde bir teklifte bulunmuştur. AB yöneticilerinin, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Türkiye’deki olaylar ve gelişmelerle ilgili yaptıkları açıklamalar, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, birçok devlet yöneticisinin tepkisine sebep olmuştur. AP’nin, “Türkiye’nin AB üyeliğini askıya alma, dondurma” ile ilgili aldığı karar üzerine, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım, AB’ye çok sert bir tepki ortaya koyarak ŞİO’ya üyelik için girişimlerde bulunmuşlardır. Şu an değişik kesimler, Türkiye’de, AB ve ŞİO merkezli yoğun bir tartışma içinde bulunmaktadır. 

NATO, askeri amaçlı, güvenlik merkezli bir örgüt iken; AB, sosyokültürel ve sosyoekonomik, askeri ve kültür ve medeniyet merkezli bir entegrasyon projesidir. ŞİO ise askeri ve ekonomik merkezli bir örgüt olup, Batı ittifakına karşı kurulmuştur.

Bu noktada sorulması ve cevaplandırılması gereken, “Türkiye’nin önceliği, bunlardan birisi mi olmalı; yoksa İslâm ümmetinin birlik ve beraberliğini sağlayacak bir işbirliğine mi gidilmeli” sorusudur. İslâm coğrafyasındaki fitnenin kaynaklarından birinden diğerine kayarak iş tutmak, İslâm coğrafyasındaki fitnenin kökünün kazınmasında aspirinvâri bir tedaviden öteye geçemez. Bölgesel güç, dünya gücü olmak isteyen bir Türkiye, Ümmetin gücünü yanına almalı, şerre karşı hep birlikte yürümelidir. 

Bunun için öncelikle iman edenlerin birlik ve beraberliğini, dayanışmasını sağlayacak bir ruh ve bir zihniyet inşa edilmelidir. Bugün İslâm coğrafyasında var olan fitnenin (kaosun) ana nedeni, iman edenlerin; etnik, mezhep, tarikat ve cemaat bazında zihnen parçalanmış olmasıdır. Dış dinamikler, bu parçalanmışlık ortamından yararlanmaktadır. 

Bu noktada unutmamak gerekir ki İblis’in yolundan giden şer ittifakı (ABD-Siyonizm-İsrail-İngiltere), iman edenlere karşı sınırsız ve topyekûn bir savaş ilan etmiştir. Bu savaşı kazanmanın yolu, iman edenlerin/ümmetin birlik ve beraberlik içinde olması ve buna inanmasıdır. Bu imânî bir sorumluluktur. 

Burada bu konu, ana hatları ile ele alınacaktır.

FİTNENİN ETKİN OLMASININ SEBEBİ, İMAN EDENLERİN BÖLÜNMÜŞLÜĞÜDÜR

İblis ve iblis’in yolundan gidenler, topyekûn bir mücadele anlayışını benimsemişlerdir. Nitekim “…Onların sizlerle topluca savaşması gibi siz de müşriklerle topluca savaşın” (9 Tevbe 36) ayetinde, müşriklerin, müminlerle topyekûn savaştığına/savaşacağına dikkat çekilmektedir. 

Bir gün bir adam, Hz. Peygamberin yanına gelerek; “İnsanlar atlarını bıraktılar, silahlarını da bıraktılar ve artık cihat yoktur, her türlü savaş bitmiştir” dediğinde; Hz. Peygamberin ona verdiği cevap, sınırsız ve topyekûn bir mücadelenin kıyamete kadar devam edeceğinin açık bir ifadesidir: 

6157-Peygamber (S.A.V.): “Yalan söylemişlerdir. Savaş gelmiştir, ümmetimden bir kısım insanlar, devamlı olarak hak üzere savaşacaklardır… Bu, kıyamete kadar böyle devam edecektir.”(1)

Hz. Peygamber (S.A.V.): (6156) “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin! Eğer karşılaşırsanız, sabredip dayanın”(1) buyurmakla, savaşı teşvik etmemekte; ancak savaşa hazır olunmasının zaruret olduğunu ortaya koymaktadır. Çünkü Allah’ın Resulüne göre, insanlık tarihinde barış dönemleri geçici dönemlerdir: 

“Ey insanlar! Sizler sulh ve sükûnet devrindesiniz. Zaman süratle ilerliyor. 

Görüyorsunuz gece ve gündüz her yeniyi eskitiyor. Her uzağı yakınlaştırıyor, her vaadi gerçekleştiriyor. 

Öyleyse, Gelecekteki mücadeleler için hazırlanın. (Sulh ise) yakında miadı dolacak olan bir hazırlanma devresidir. Karanlık geceler gibi işler karıştığı zaman Kur’an-ı Kerim’e sarılınız. Çünkü o, şefaat eden ve şefaati kabul edilendir. Kendisine uymayanların yenilmeyen hasmıdır”(2).

Dolayısıyla bugün, tüm iman edenlerin/ümmetin bölünmeden, parçalanmadan, topyekûn bir savaşa hazır olması ve gerekirse savaşması, iman etmiş olmanın onlara yüklediği bir görevdir (8 Enfal 56-62). “İman edenlerin birlik ve dayanışması sağlanamazsa ne olur” sorusunun cevabı, Enfal 72-75. ayetlerinde verilmektedir. Enfal 72’de, iman edenler; 1. Grup: “hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler” ve 2. Grup: “hicret etmeyenler” şeklinde, iki ana gruba ayrılmaktadır.

Birinci grupta yer alanlar arasındaki hukuk, “birbirlerinin velisi” olarak ifade edilmekte; birinci gruptakilerle ikinci gruptakiler arasındaki hukuk ise, “Onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur” şeklinde belirlenmektedir. Bununla beraber ayette istisnası bir durum vardır; o da, 2. Gruptakilerin “din konusunda yardım istemeleridir”. Bu durumda yardım yapmak birinci gruptakilerin görevidir. Ancak ayette buna da bir şart konmaktadır. Bu da, birinci gruptakilerin anlaşma yaptığı bir topluluğun aleyhine olmama yani mücadele stratejilerine zarar vermeme şartına bağlanmıştır (8 Enfal 72). 

Hz. Peygamberin (S.A.V.) (6155) -“Kim savaşa katılmazsa, katılacak birini donatmazsa ya da savaşa katılan kimsenin çoluk çocuğuna bakmazsa, kıyamet gününden önce bir felaketle karşılaşır.”;  (6108) -“Kim Allah yolunda bir savaşçıyı teçhiz ederse, bizzat savaşa katılmış gibi sevap alır. Kim geride kalıp savaşçının çoluk çocuğuna bakarsa o da savaşmış gibi olur”(1) hadislerinde dikkat çekilen konu, Enfal 72’deki ile aynıdır.

Enfal 73’de ise; “Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz, birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur” denerek iman edenlerin parçalanmışlığının, dünyadaki fitne ve fesadın sebebi olduğuna açık bir vurgu yapılmaktadır. 

Bu parçalanmışlık, aynı zamanda şer ittifakının saldırılarına da zemin hazırlamaktadır. Allah’ın Resulünün aşağıdaki hadisinde, Müslümanlara açılmak istenen topyekûn savaşın sebebinin, Müslümanların “parçalanmış olmaları”;  parçalanmış olmalarının sebebinin de, “dünyevileşme- sekülerleşme-laikleşme” olduğu çok açık bir şekilde ifade edilmektedir: 

“9820-Sofradakilerin büyük tabağa üşüştükleri gibi insanların size karşı birleşip üşüşmeleri yakındır.” 

Biri sordu: “Acaba o zaman sayıca az mı olacağız?”

“Hayır, bilakis o zaman sayıca çok olacaksınız. Ama selin sürüklediği çerçöp gibi dağınık olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu çıkaracaktır. Sizin kalplerinizde vehen artacaktır” buyurdu. 

“Vehen nedir, ey Allah’ın Resulü” diye sorduklarında şöyle buyurdu:

“Dünya sevgisi ve ölüm korkusu”(3).

ÜMMETİN BİRLİĞİNİ SAĞLAYACAK OLAN ŞUURLU MÜMİNLERDİR

Enfal 74. ayette, “İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihat edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler” (Enfal 74) “gerçek mümin” olarak tanımlanmaktadır. Yukarıda birinci grup olarak ifade edilen müminler, mümin olmanın ruhuna vakıf olan ve onun gereğini hakkıyla yerine getiren şuurlu müminlerdir. Öyleyse İslâm coğrafyasındaki fitnenin kökünü kazıyacak olanlar, şuurlu müminler olacaktır. Bu nedenle bu gün yapılması gereken en önemli görev;

“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslâm’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır” (2 Bakara 208).

“Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa 136) ayetlerinde dikkat çekilen ruhî bir değişimi sağlayarak müminleri şuurlu hale getirmektir.

Bunun için öncelikle “dünyevileşme- sekülerleşme-laikleşmeye karşı köklü ve kalıcı bir mücadele verilerek ruhî bir değişimin sağlanması; müminlerin, Enfal 74’te ifade edilen gerçek mümin/şuurlu mümin haline getirilmesi gerekmektedir. Bu gün en öncelikle görev budur. Aksi takdirde fitne ateşini söndürmek mümkün değildir; bölünme, kaçınılmazdır:

“Allah’a ve Resulüne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir” (8 Enfal 46).

Dünyevileşme-sekülerleşme-laikleşmenin aramıza soktuğu fitnenin kökünü kazıyabilmek için, Hz. Peygamberin, “Karanlık geceler gibi işler karıştığı zaman Kur’an-ı Kerim’e sarılınız” emrine uygun olarak “Allah’ın ipine” şuurlu bir şekilde, sımsıkı sarılmak gerekmektedir:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı…” (3 Al-i İmran 103).

Evet, biz üzerimize düşen görevi hakkıyla yerine getirirsek, Allah kırılmış, parçalanmış olan kalplerimizi bir araya getirecek, uzlaştıracak, birbirine ısındıracak (8 Enfal 63) ve bizleri yeniden kardeşler yaparak; gücümüze güç katacaktır. Bu, cihadı, hayatının gayesi haline getirmiş, şuurlu müminlere Allah’ın bir vaadidir:

“Ey Peygamber, müminleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlup edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur” (8 Enfal 65).

SONUÇ: ÜMMETİN BİRLİĞİ İÇİN D-8 VE D-60’A İHTİYAÇ VARDIR

Allah, Kur’an’da, müşriklerin, iman edenlere karşı güçlü olmaları, galip gelmeleri durumunda “ ‘akrabalık bağlarını’,  ‘sözleşme hükümlerini’ gözetip-tanımayacakları”;  ağızlarıyla müminleri hoşnut edecekleri”, “kalplerinde ise büyük bir kin ve nefretin var olduğu/olacağı”nı (9 Tevbe 8; 8 Enfal 56-62)  bu nedenle müminlerin savaşa devamlı hazır olması gerektiğini ifade etmektedir. 

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997 ve 15 Temmuz 2016 askeri darbelerinde, sözde “dostumuz”(!), “stratejik ortağımız”(!),  “model ortağımız”(!) olan ABD’nin ve NATO’nun parmağı vardır. Kur’an’da ifade edildiği gibi, ne “dostluğa”, ne de “anlaşma şartlarına” uymuşlar; Türkiye’de halkın seçtiği tüm iktidarları, askerî darbe ile düşürmüşler; her seferinde ülkenin önünü kesmişlerdir. 

O nedenle Türkiye, AB’den, NATO’dan ve ABD’den bağımsız olmalı, kendi silahını kendisi yapmalı, kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre bir hayat nizamı ortaya koymalı ve bunun için Türkiye’nin tüm renklerini, gök kuşağı gibi, birleştirecek topyekûn bir seferberlik ilân ederek, sınırsız ve topyekûn bir savaşa hazır olmalıdır. Bunu yaparken yanlış bir tercih ederek ŞİO’yu ana ve kalıcı bir dayanışma örgütü olarak görmemelidir. ŞİO, Batıya karşı geçici askeri ve ekonomik bir ittifak örgütü olarak görülebilir; ancak NATO’da kalındığı sürece bu da mümkün değildir. Bugün NATO ve AB ile yaşadığımız sıkıntıların benzerini, yarın ŞİO ile yaşayabiliriz. Hatta yarın İslâm’a karşı ŞİO ve NATO ittifakı da kurulabilir. 

Çünkü bugün küresel hegemonyanın adaletsiz dünya anlayışı karşısında, bir blok olarak durabilecek, direnme kabiliyeti olan tek güç, tek alternatif İslam’dır. Bilmeliyiz ki Amerika’nın da, AB’nin de, Rusya ve Çin’in de temel hedefi, İslam’ın yeniden tarih sahnesine çıkmasını engellemektir. Çünkü İslam’ın, dünyaya yeni bir nefes, yeni bir ruh verecek değerlere sahip olduğunu çok iyi bilmektedirler.

O nedenle, ŞİO geçici bir çözüm olarak görülmeli, kalıcı değil; kalıcı olan D-8 ve D-60’dır ( 60 Müslüman ülkenin birliği).

Kaynaklar

1- Rudanı, Büyük Hadis Külliyati, Cem’u’l- Fevaid, İz Yayıncılık, İstanbul, C: 2, S: 305-331

2- Kandehlevi, M.Y, Hadislerle Müslümanlık, Kalem yayınevi, İstanbul, (1980), C:1, S:1783. 

3- Rudai; Büyük Hadis Külliyatı, İz Yayıncılık, İstanbul, c: 3,  s: 428-438,  2014.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...