20 Nisan 2018 Cuma

Hocalar Üzerinden Yürütülen Sosyo-Psikolojik Savaş - 6: Psikolojik Savaş Ve Din Adamları

 (Milli Gazete)

Giriş

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde Ali Kalkancı, Müslim Gündüz ve Aczmendiler gibi bazı “sahte hocalar(!)” ve “sahte tarikatlar(!)” üzerinden bir psikolojik savaş başlatılıp yürütülmüştü. Bunlar üzerinden yürütülen bu psikolojik savaşın amacı, tüm dindarların ve tarikatların kirli olduğu ve laikliğin en büyük erdem ve değer olduğu iddiasıydı. Bugün ise benzer operasyon, bazı saygın hocalar üzerinden, söylemedikleri, yazmadıkları şeyler kullanılarak gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.

Ortalıkta dolaşan haberlerin sıhhat derecesi araştırılmadan, analiz edilmeden kullanılması, Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm-AB) tarafından yürütülen psikolojik savaşa hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır/yaramayacaktır.

Bu yazıda, Psikolojik Savaş ve Din Adamları konusu ele alınıp değerlendirilecektir.

ŞER İTTİFAKINI (ABD-SİYONİZM-İSRAİL-İNGİLTERE-AB) RAHATSIZ EDEN GELİŞME

20 ve 21. asır, insanı makineleştirmiştir. 19. asrın sonu ile 20. asrın ilk yarısında teknolojide meydana gelen büyük değişim, insanları mekanikleştirip materyalizme yöneltmiş ve insanı bunalıma sürüklemiştir. Kurtarıcı olarak sunulan kapitalizm ve komünizm, bunalıma çare bulamamış ve bilâkis bunalımı daha da derinleştirmiştir. Dünya gençliğini kasıp kavuran “Hippilik”, böyle bir bunalımın ürünüdür. Bu bunalımı, komünist teorisyen ve stratejistler çok iyi değerlendirerek tüm dünyada “68 kuşağı” olarak nitelenen ve komünizmi şiar edinmiş bir gençliğin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.

“Soğuk savaş” döneminden en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Batıdaki gençlik olayları ile eş zamanlı olarak Türkiye’de de gençlik olayları meydana gelmiştir. Eş zamanlı olarak Sol-Marksist işçi sendikaları büyük bir güç kazanmış ve Türkiye çok ciddi bir bunalıma sürüklenmiştir. Önce 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası, sonra da 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin, Sovyetlerin yıkılış sürecine girdiği ve İran’da İslâm adına bir devrim yapıldığı bir dönemde yapılmış olması tesadüfî değildi.

Bunalımlardan yorgun düşmüş bir toplum, huzur ve mutluluğu İslâm’da bulacağını düşünmüş olmalı ki İslâm’a yönelim artmıştır. Toplumun ruhi derinliğinde meydana gelen bu büyük değişim, Türkiye’deki büyük partilerin söylemlerine yansımış; eskiden açık aleni din düşmanlığı yapanlar bile, “Biz de Müslüman’ız” demeye başlamışlar ve İslâm’a açıktan saldırmaya cesaret edememişlerdir. Bu büyük değişimi, 80’li yılların sonunda, 28 Şubat Postmodern Darbesi’nden yaklaşık on yıl önce, bir tehlike olarak ilk gören ve seslendiren, o yıllarda ABD’de yaşayan Talat Halman olmuştur:

“...Ülkemizde gelişmekte olan boyutlara ulaşmakta olan hareket, ‘irtica’ dediğimiz olayların çok ötesindedir. Atatürk heykellerine saldırmak gibi suçların hakkından gelebiliriz. Meydanlarda topluca namaz kılmak gibi gövde gösterileri zararlı sayılmaz bile.

Asıl sorun, Türkiye’nin dört bucağında, kentlerde, kasabalarda, köylerde, muazzam bir nüfus kesimini kapsayan bir İslâmiyet hareketinin başlamış olmasıdır. İslâmiyet’in uzak olmayan bir gelecekte halkımızın ‘tek inancı, tek ülküsü, tek ideolojisi’ olması kuvvetle muhtemeldir. Atatürkçülük, laiklik, milliyetçilik, belki de, İslâmiyetçi eylem karşısında etkisiz kalacak bugünkü partilere egemen olan ideolojiler, İslâm ideolojisinin baskısı altında eriyecektir.

Bilinçli ya da bilinçsiz, milyonlarca müminden oluşan bir kitlenin hareketini durdurmak zor olur.”(1)

 Bu değişim, birinci ana damar olarak RP’nin (Millî Görüş hareketi) ve ikinci damar olarak da MHP’nin (Türk-İslâm sentezi), etkin iki unsur olarak, parlamentoya yansımasını sağlamıştır. Süreç içerisinde RP, %22 civarında rey alarak meclise birinci parti olarak girmiş ve Refah-Yol Hükümeti’ni kurmuştur. Refah-Yol Hükümeti’nin kısa zamanda başarı kazanması, ekonomiyi belli boyutları ile rayına oturtması, D-8’leri kurması, sanayileşmeye ağırlık vermesi, “İslâm Birliği’nin” temellerini atmaya çalışması, ABD’den ve Batı’dan bağımsız politikalar üretmesi, O’nun iktidardan gönderilmesi için yeterli sebepti.

 “ABD, ne Refah Partisi’ni istiyordu ne de darbeyi”. O günkü uluslararası konjonktür ve Ortadoğu gerçeği, Türkiye’de gelişmekte ve yaygınlaşmakta olan halkın Müslümanlaşması olgusunu, darbeyle çözmeye uygun değildi. ABD’nin asıl korkusu RP değildi; ‘İslâmi siyasetin aşırılaşma ihtimali idi’. Çünkü halk, İslâm’ı bir kurtarıcı olarak görmeye başlamıştı. ABD açısından öncelikli hedef, bu psikolojik üstünlük idi ve bu yok edilmeliydi.

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde İslâm’ı bir kurtarıcı olarak görmeye başlamış olan bir halkın, zihninde meydana gelen bu olgunun yok edilmesi gerekirdi. 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinde başlatılıp yaygınlaştırılan  “tarikatlar” üzerinden psikolojik savaşa bu açıdan bakılması gerekmektedir.

PSİKOLOJİK SAVAŞ VE DİN ADAMLARI

Psikolojik savaş, muhatabın zihni üzerine yoğunlaşmış, iradesini çözmeye, suçlu olduğuna inandırmaya ve teslim almaya dönük bir savaş olarak, muhatabın teslim alınıp eğitilmesi ve mevcut sisteme kazandırılmasını hedefler. O açıdan bir ideoloji veya bir sisteme karşı mücadele veren insanların, uğrunda mücadele verdikleri düşünce, fikirler ve ana kavramların gözden düşürülmesi gerekir. Fikri temsil eden ve etkin çevresi olan şahısların yıpratılması ve o inanç veya düşünce sistemindeki temel kavramların anlamlarının çarpıtılması öncelikli hedefler arasındadır.

Yürütülen psikolojik savaşta özü alınmış, anlam alanları saptırılmış dinî anahtar kavramların, Müslüman halk tarafından ilgiyle karşılanabilmesi, benimsenebilmesi için Müslüman camia içinden bazı din adamı veya cemaat liderlerinin desteğine ihtiyaç vardır.

“Psikolojik savunmada dinin önemli rolü, hürriyet, demokrasi ve laiklik çerçevesi içinde ortaya konur. Bu konudaki psikolojik savunma plânlamaları yapılırken, laikliğe aykırı bulunan aşırı sol ve aşırı sağa karşı aynı hassasiyette uygulanacak tedbirlere önem verilir.

Yine bu konudaki psikolojik savunma faaliyetleri sırasında, aşırı solun dinsizliği ve Allahsızlığı mecburi kılan mahiyeti, teokratik özlemlerin dikta ve baskı muhtevası üzerinde durulur. Bu uyarıların halk kitleleri üzerinde gerekli uyarıcı sonuçları yoğun olarak meydana getirmesi için, bilhassa din alanında görev sahiplerinin uyarıcılığı planlanır.

Psikolojik savaş ideolojilerine karşı, hangi mezhep ve hangi felsefi kanaatten olursa olsun bütün vatandaşların millî birlik halinde tepki gösterebilmeleri için, ‘psikolojik savaş-din mücadelesi’ yerine ‘psikolojik savaş-laiklik mücadelesi’ bir psikolojik savunma prensibi olarak seçilir.”(2)

Bu yaklaşım, 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde en çarpıcı bir şekilde iki eksen üzerinden uygulanmıştır:

Eksen: Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz üzerinden yürütülen, tarikat ve din adamlarını itibarsızlaştırma operasyonu,

Eksen: Özellikle 12 Eylül Darbesi’nden bu yana yükseltilip el üstünde tutulan Fethullah Gülen üzerinden dinî kavramların içinin boşaltılması ve anlam alanlarının çarpıtılması operasyonu.

Her üç isim, görünürde Millî Görüş Hareketini yıpratmak; ama asıl hedef olarak İslâm’ı itibarsızlaştırmak amaçlı yürütülen psikolojik savaşta piyon olarak kullanılmışlardır. Her üç isim, daha önce içinde bulundukları tarikat ya da cemaatlerin içinde liderliğe yükseltilmek istenmiş; fakat başarılı olunamayınca değişik yollarla meşhur edilip kendilerine özgü yapılara kurdurularak halkın önüne çıkarılmışlardır.

Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz, 28 Şubat Postmodern Darbesi’nin en pis ve kirli yüzüdür. Bunlar, hem dindarları hem de İslâm’ı yıpratmak için ellerinden tutulup yükseltilen ve meşhur edilen piyonlar olup kullanılma zamanları, 28 Şubat Postmodern Darbe sürecidir. Bu kirli insanların her türlü pislikleri, pazara dökülmüş ve onlar üzerinden Müslümanların imajının yıpratılması, psikolojik savaşın ruhuna uygun bir şekilde gerçekleştirilmek istenmiştir.

28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde çizilen stratejide ve yürütülen psikolojik savaşta Gülen, bütün kanallar kendisine açılarak çok daha tehlikeli ve tahrip edici olarak kullanılmış, birçok İslâmî temel kavramların içini boşaltacak şekilde konuşarak İslâmî camiada çok ciddi zihinsel kirlenmeye ve bölünmeye sebebiyet vermiştir.

Bu bağlamda 28 Şubat Darbe Sürecinde Yalçın Doğan’ın, Fethullah Gülen ile Kanal D’de yaptığı özel bir programdaki konuşmayı, konumuz açısından irdelemekte yarar vardır.

FETHULLAH GÜLEN VE İSLÂMÎ KAVRAMLARIN ANLAM ALANLARININ ÇARPITILMASI

Fethullah Gülen’in söz konusu konuşması; “mevcut hükümetin bittiği”,  “beceriksiz olduğu” ve “çekilmesi gerektiği” olgusunu, inşa etmeye ve daha geniş halk kesimlerine kabul ettirmeye dönüktür. “RP Lideri ile hiçbir sevgi bağının olmadığını” özellikle belirterek kullanılmaya açık olduğu mesajını bir yerlere vermek istiyordu.

Fethullah Gülen’in konuşmasında “Din”, “İslâm”, “Şeriat”, “Laiklik”, “uzlaşma”, “rejim tehlike altında” gibi kavramlar üzerinde durulmuş; Din, İslâm, Şeriat kavramlarının anlam alanları son derece daraltılmıştır.

Kur’an ayetlerinin, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gibi “%95’inin imana, ahlâka, ibadete; %5’inin de dünyayı tanzime, ahkâma ilişkin” olduğunu bir olgu olarak tespit ediyor; sonra da “halkın bu %95’i yaşadığı; fakat farkında olmadığını, %5’inin de halkı değil, yöneticileri ilgilendirdiğini” söylüyordu. Böylelikle Müslümanları kavramsal bir kaosa sürükleyerek, hem dini hem de Kitabı parçalayarak 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinde yürütülen Psikolojik savaşa “çağın müctehidi”(!), “aydın, ilerici din adamı”(!) olarak meşruiyet kazandırmaya çalışıyordu.

Din’i, %95’lik ayetler grubuna dayandırınca, Kitap parçalanınca, mevcut sistemin ilkelerine uymayan ayetlerin devre dışı bırakılmasına fetva verilince, Kur’an’ın ve Sünnet’in tanımladığının dışında “Yeni Bir İslâm” dini (!)  ortaya çıkarmak istemiştir.  Muhtemelen bu yeni din, Fethullah Gülen tarafından ortaya atılan “Türk Müslümanlığı(!)” / ”TÜRKİYE MÜSLÜMANLIĞI(!)” / ”ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI(!)” olsa gerekir.

kavmî hasletleri öne çıkaran, İslâm düşüncesini kavmiyetçi, yöresel anlayışlara veya yorumlara indirgeyen, devletin bir Truva Atı olarak hem Türkî Cumhuriyetlerde hem de Türkiye’de kullandığı, “Türk Müslümanlığı” kavramı, bir Gülen/FETÖ icadıdır.

Fethullah Gülen, laiklik, sekülarizm, inanç, düşünce, fikir hürriyetini konuşmalarında birbirine karıştırmış; laikliği dini gerekçelerle meşrulaştırmaya çalışmıştır.  

Gülen, “Dinin politize edilmesi”, “Dinin siyasallaştırılması”ndan sürekli bahsetmiş; fakat bunun ne olduğunu bir türlü açıklamamıştır.  Millî Görüş hareketini,  “Dinî, siyasî çıkarlarına” alet etmekle itham etmiştir. Konuşmasında yol boyu,  “tahrik”, “uzlaşma”, “rejim tehlike altında” kavramlarını çok sık kullanmış ve  “Generallerin içtihadına, içtihatlarının masumluğuna ve yanlış bile olsa sevap kazanacaklarına” özel vurgu yaparak 28 Şubat Postmodern Darbesi’ne dinî bir meşruiyet giydirmeye çalışmıştır.

Aynı Gülen, Taksim Kadife Darbe Süreci’ne, hem konuşmaları ile hem de kadroları ile tam destek vermiş ve “dershaneler savaşından” sonra kadife darbe yönetiminin üçüncü halkasında çatı örgüt/taşeron örgüt olarak yer almıştır. Şer İttifakı tarafından 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi’nde Truva Atı olarak kullanılmış, onun üzerinden tüm dinî grup ve cemaatler yıpratılmıştır ve yıpratılmaya da devam edilmektedir.

SONUÇ: ON ÜÇ AMAÇ/HEDEF

Bugün hedefe konup saldırıya uğrayan Mehmet Görmez, Nurettin Yıldız ve İhsan Şenocak gibi hocaların ortak özelliği, konularına vâkıf olup belli bir duruş ortaya koymaları ve günlük hayatta İslâm’a aykırı olan ya da Müslümanlara zarar verecek konularla ilgili Kur’an ve Sünnet düzleminde fetva vermiş, görüş belirtmiş olmaları ve de toplumda da itibar görmeleridir.

Bu hocalar üzerinden yürütülen sosyo-psikolojik savaşın amaçlarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.

Hocaları ve kanaat önderlerini yıpratmak, itibarsızlaştırmak, toplumdaki etkilerini kırmak,

Dindarları yıpratmak ve itibarsızlaştırmak,

Dinin kapsam alanını daraltmak, dini, tarihsel bir olgu olarak kabul ettirmek, dinin, günümüzün sorunlarına çare olamayacağı kanaatini oluşturmak,

Tarihselcilere ve Modernistlere fırsat vererek meşhur etmek,

Dinî camiaları bölerek çatıştırmak,

Dini grup ve cemaatleri itibarsızlaştırmak, tecrit etmek, yalnızlaştırmak ve bölüp dağıtmak,

Dinî tartışmalarla halkı bıktırmak ve dinden soğutmak,

Dini eğitim ve öğretime yönelimi engellemek, durdurmak hatta kaçırmak,

İslâmî anlaşılmaz kılmak ve darbe vurmak,

Müslüman camia içerisinde güven bunalımı meydana getirip bireyselliği öne çıkarmak,

Müslüman camiayı psikolojik savaşın dişlisi yaparak tahribatın genişlemesini ve derinleşmesini sağlamak,

Laikliğe felsefi bir zemin meydana getirebilmek için deizmi yaygınlaştırmak,

Toplumda gayrimemnun üreterek huzursuzluğu yaymak.

Bu sürece katkıda bulunmamak için medyada/sosyal medyada yer alan haberleri analiz etmeden, doğruluğunu araştırmadan olduğu gibi alıp kullanmak yanlıştır ve tehlikelidir.

Kaynaklar:

1- Halman, T., 15 Haziran 1987, Milliyet.

2- Korkud, R.,  Psikolojik Savunma, Kent Matbaa, Ankara, 1975, s: 90.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...