(Milli Gazete)
Giriş
28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde Ali Kalkancı, Müslim
Gündüz ve Aczmendiler gibi bazı “sahte hocalar(!)” ve “sahte tarikatlar(!)”
üzerinden bir psikolojik savaş başlatılıp yürütülmüştü. Bunlar üzerinden
yürütülen bu psikolojik savaşın amacı, tüm dindarların ve tarikatların kirli
olduğu ve laikliğin en büyük erdem ve değer olduğu iddiasıydı. Bugün ise benzer
operasyon, bazı saygın hocalar üzerinden, söylemedikleri, yazmadıkları şeyler
kullanılarak gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Ortalıkta dolaşan haberlerin sıhhat derecesi araştırılmadan,
analiz edilmeden kullanılması, Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm-AB)
tarafından yürütülen psikolojik savaşa hizmet etmekten başka hiçbir işe
yaramamaktadır/yaramayacaktır.
Bu yazıda, Psikolojik Savaş ve Din Adamları konusu ele
alınıp değerlendirilecektir.
ŞER İTTİFAKINI (ABD-SİYONİZM-İSRAİL-İNGİLTERE-AB)
RAHATSIZ EDEN GELİŞME
20 ve 21. asır, insanı makineleştirmiştir. 19. asrın sonu
ile 20. asrın ilk yarısında teknolojide meydana gelen büyük değişim, insanları
mekanikleştirip materyalizme yöneltmiş ve insanı bunalıma sürüklemiştir.
Kurtarıcı olarak sunulan kapitalizm ve komünizm, bunalıma çare bulamamış ve
bilâkis bunalımı daha da derinleştirmiştir. Dünya gençliğini kasıp kavuran
“Hippilik”, böyle bir bunalımın ürünüdür. Bu bunalımı, komünist teorisyen ve
stratejistler çok iyi değerlendirerek tüm dünyada “68 kuşağı” olarak nitelenen
ve komünizmi şiar edinmiş bir gençliğin ortaya çıkmasını sağlamışlardır.
“Soğuk savaş” döneminden en çok etkilenen ülkelerden biri de
Türkiye olmuştur. Batıdaki gençlik olayları ile eş zamanlı olarak Türkiye’de de
gençlik olayları meydana gelmiştir. Eş zamanlı olarak Sol-Marksist işçi
sendikaları büyük bir güç kazanmış ve Türkiye çok ciddi bir bunalıma
sürüklenmiştir. Önce 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası, sonra da 12 Eylül 1980
Askeri Darbesi gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin, Sovyetlerin
yıkılış sürecine girdiği ve İran’da İslâm adına bir devrim yapıldığı bir
dönemde yapılmış olması tesadüfî değildi.
Bunalımlardan yorgun düşmüş bir toplum, huzur ve mutluluğu
İslâm’da bulacağını düşünmüş olmalı ki İslâm’a yönelim artmıştır. Toplumun ruhi
derinliğinde meydana gelen bu büyük değişim, Türkiye’deki büyük partilerin
söylemlerine yansımış; eskiden açık aleni din düşmanlığı yapanlar bile, “Biz de
Müslüman’ız” demeye başlamışlar ve İslâm’a açıktan saldırmaya cesaret
edememişlerdir. Bu büyük değişimi, 80’li yılların sonunda, 28 Şubat Postmodern
Darbesi’nden yaklaşık on yıl önce, bir tehlike olarak ilk gören ve seslendiren,
o yıllarda ABD’de yaşayan Talat Halman olmuştur:
“...Ülkemizde gelişmekte olan boyutlara ulaşmakta olan
hareket, ‘irtica’ dediğimiz olayların çok ötesindedir. Atatürk heykellerine
saldırmak gibi suçların hakkından gelebiliriz. Meydanlarda topluca namaz kılmak
gibi gövde gösterileri zararlı sayılmaz bile.
Asıl sorun, Türkiye’nin dört bucağında, kentlerde,
kasabalarda, köylerde, muazzam bir nüfus kesimini kapsayan bir İslâmiyet
hareketinin başlamış olmasıdır. İslâmiyet’in uzak olmayan bir gelecekte
halkımızın ‘tek inancı, tek ülküsü, tek ideolojisi’ olması kuvvetle
muhtemeldir. Atatürkçülük, laiklik, milliyetçilik, belki de, İslâmiyetçi eylem
karşısında etkisiz kalacak bugünkü partilere egemen olan ideolojiler, İslâm
ideolojisinin baskısı altında eriyecektir.
Bilinçli ya da bilinçsiz, milyonlarca müminden oluşan bir
kitlenin hareketini durdurmak zor olur.”(1)
Bu değişim, birinci ana damar olarak RP’nin (Millî
Görüş hareketi) ve ikinci damar olarak da MHP’nin (Türk-İslâm sentezi), etkin
iki unsur olarak, parlamentoya yansımasını sağlamıştır. Süreç içerisinde RP,
%22 civarında rey alarak meclise birinci parti olarak girmiş ve Refah-Yol
Hükümeti’ni kurmuştur. Refah-Yol Hükümeti’nin kısa zamanda başarı kazanması,
ekonomiyi belli boyutları ile rayına oturtması, D-8’leri kurması, sanayileşmeye
ağırlık vermesi, “İslâm Birliği’nin” temellerini atmaya çalışması, ABD’den ve
Batı’dan bağımsız politikalar üretmesi, O’nun iktidardan gönderilmesi için
yeterli sebepti.
“ABD, ne Refah Partisi’ni istiyordu ne de darbeyi”. O
günkü uluslararası konjonktür ve Ortadoğu gerçeği, Türkiye’de gelişmekte ve yaygınlaşmakta
olan halkın Müslümanlaşması olgusunu, darbeyle çözmeye uygun değildi. ABD’nin
asıl korkusu RP değildi; ‘İslâmi siyasetin aşırılaşma ihtimali idi’. Çünkü
halk, İslâm’ı bir kurtarıcı olarak görmeye başlamıştı. ABD açısından öncelikli
hedef, bu psikolojik üstünlük idi ve bu yok edilmeliydi.
28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde İslâm’ı bir kurtarıcı
olarak görmeye başlamış olan bir halkın, zihninde meydana gelen bu olgunun yok
edilmesi gerekirdi. 28 Şubat Postmodern Darbe Sürecinde başlatılıp yaygınlaştırılan
“tarikatlar” üzerinden psikolojik savaşa bu açıdan bakılması gerekmektedir.
PSİKOLOJİK SAVAŞ VE DİN ADAMLARI
Psikolojik savaş, muhatabın zihni üzerine yoğunlaşmış,
iradesini çözmeye, suçlu olduğuna inandırmaya ve teslim almaya dönük bir savaş
olarak, muhatabın teslim alınıp eğitilmesi ve mevcut sisteme kazandırılmasını
hedefler. O açıdan bir ideoloji veya bir sisteme karşı mücadele veren
insanların, uğrunda mücadele verdikleri düşünce, fikirler ve ana kavramların
gözden düşürülmesi gerekir. Fikri temsil eden ve etkin çevresi olan şahısların
yıpratılması ve o inanç veya düşünce sistemindeki temel kavramların
anlamlarının çarpıtılması öncelikli hedefler arasındadır.
Yürütülen psikolojik savaşta özü alınmış, anlam alanları
saptırılmış dinî anahtar kavramların, Müslüman halk tarafından ilgiyle
karşılanabilmesi, benimsenebilmesi için Müslüman camia içinden bazı din adamı
veya cemaat liderlerinin desteğine ihtiyaç vardır.
“Psikolojik savunmada dinin önemli rolü, hürriyet, demokrasi
ve laiklik çerçevesi içinde ortaya konur. Bu konudaki psikolojik savunma
plânlamaları yapılırken, laikliğe aykırı bulunan aşırı sol ve aşırı sağa karşı
aynı hassasiyette uygulanacak tedbirlere önem verilir.
Yine bu konudaki psikolojik savunma faaliyetleri sırasında,
aşırı solun dinsizliği ve Allahsızlığı mecburi kılan mahiyeti, teokratik
özlemlerin dikta ve baskı muhtevası üzerinde durulur. Bu uyarıların halk
kitleleri üzerinde gerekli uyarıcı sonuçları yoğun olarak meydana getirmesi
için, bilhassa din alanında görev sahiplerinin uyarıcılığı planlanır.
Psikolojik savaş ideolojilerine karşı, hangi mezhep ve hangi
felsefi kanaatten olursa olsun bütün vatandaşların millî birlik halinde tepki
gösterebilmeleri için, ‘psikolojik savaş-din mücadelesi’ yerine ‘psikolojik
savaş-laiklik mücadelesi’ bir psikolojik savunma prensibi olarak seçilir.”(2)
Bu yaklaşım, 28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde en çarpıcı
bir şekilde iki eksen üzerinden uygulanmıştır:
Eksen: Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz üzerinden yürütülen,
tarikat ve din adamlarını itibarsızlaştırma operasyonu,
Eksen: Özellikle 12 Eylül Darbesi’nden bu yana yükseltilip
el üstünde tutulan Fethullah Gülen üzerinden dinî kavramların içinin
boşaltılması ve anlam alanlarının çarpıtılması operasyonu.
Her üç isim, görünürde Millî Görüş Hareketini yıpratmak; ama
asıl hedef olarak İslâm’ı itibarsızlaştırmak amaçlı yürütülen psikolojik
savaşta piyon olarak kullanılmışlardır. Her üç isim, daha önce içinde
bulundukları tarikat ya da cemaatlerin içinde liderliğe yükseltilmek istenmiş;
fakat başarılı olunamayınca değişik yollarla meşhur edilip kendilerine özgü
yapılara kurdurularak halkın önüne çıkarılmışlardır.
Ali Kalkancı ve Müslim Gündüz, 28 Şubat Postmodern
Darbesi’nin en pis ve kirli yüzüdür. Bunlar, hem dindarları hem de İslâm’ı
yıpratmak için ellerinden tutulup yükseltilen ve meşhur edilen piyonlar olup
kullanılma zamanları, 28 Şubat Postmodern Darbe sürecidir. Bu kirli insanların
her türlü pislikleri, pazara dökülmüş ve onlar üzerinden Müslümanların imajının
yıpratılması, psikolojik savaşın ruhuna uygun bir şekilde gerçekleştirilmek
istenmiştir.
28 Şubat Postmodern Darbe sürecinde çizilen stratejide ve
yürütülen psikolojik savaşta Gülen, bütün kanallar kendisine açılarak çok daha
tehlikeli ve tahrip edici olarak kullanılmış, birçok İslâmî temel kavramların
içini boşaltacak şekilde konuşarak İslâmî camiada çok ciddi zihinsel kirlenmeye
ve bölünmeye sebebiyet vermiştir.
Bu bağlamda 28 Şubat Darbe Sürecinde Yalçın Doğan’ın, Fethullah
Gülen ile Kanal D’de yaptığı özel bir programdaki konuşmayı, konumuz açısından
irdelemekte yarar vardır.
FETHULLAH GÜLEN VE İSLÂMÎ KAVRAMLARIN ANLAM ALANLARININ ÇARPITILMASI
Fethullah Gülen’in söz konusu konuşması; “mevcut hükümetin
bittiği”, “beceriksiz olduğu” ve “çekilmesi gerektiği” olgusunu, inşa
etmeye ve daha geniş halk kesimlerine kabul ettirmeye dönüktür. “RP Lideri ile
hiçbir sevgi bağının olmadığını” özellikle belirterek kullanılmaya açık olduğu
mesajını bir yerlere vermek istiyordu.
Fethullah Gülen’in konuşmasında “Din”, “İslâm”, “Şeriat”,
“Laiklik”, “uzlaşma”, “rejim tehlike altında” gibi kavramlar üzerinde durulmuş;
Din, İslâm, Şeriat kavramlarının anlam alanları son derece daraltılmıştır.
Kur’an ayetlerinin, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
gibi “%95’inin imana, ahlâka, ibadete; %5’inin de dünyayı tanzime, ahkâma
ilişkin” olduğunu bir olgu olarak tespit ediyor; sonra da “halkın bu %95’i
yaşadığı; fakat farkında olmadığını, %5’inin de halkı değil, yöneticileri
ilgilendirdiğini” söylüyordu. Böylelikle Müslümanları kavramsal bir kaosa
sürükleyerek, hem dini hem de Kitabı parçalayarak 28 Şubat Postmodern Darbe
Sürecinde yürütülen Psikolojik savaşa “çağın müctehidi”(!), “aydın, ilerici din
adamı”(!) olarak meşruiyet kazandırmaya çalışıyordu.
Din’i, %95’lik ayetler grubuna dayandırınca, Kitap
parçalanınca, mevcut sistemin ilkelerine uymayan ayetlerin devre dışı
bırakılmasına fetva verilince, Kur’an’ın ve Sünnet’in tanımladığının dışında
“Yeni Bir İslâm” dini (!) ortaya çıkarmak istemiştir. Muhtemelen bu
yeni din, Fethullah Gülen tarafından ortaya atılan “Türk Müslümanlığı(!)” /
”TÜRKİYE MÜSLÜMANLIĞI(!)” / ”ANADOLU MÜSLÜMANLIĞI(!)” olsa gerekir.
kavmî hasletleri öne çıkaran, İslâm düşüncesini kavmiyetçi,
yöresel anlayışlara veya yorumlara indirgeyen, devletin bir Truva Atı olarak
hem Türkî Cumhuriyetlerde hem de Türkiye’de kullandığı, “Türk Müslümanlığı”
kavramı, bir Gülen/FETÖ icadıdır.
Fethullah Gülen, laiklik, sekülarizm, inanç, düşünce, fikir
hürriyetini konuşmalarında birbirine karıştırmış; laikliği dini gerekçelerle
meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Gülen, “Dinin politize edilmesi”, “Dinin
siyasallaştırılması”ndan sürekli bahsetmiş; fakat bunun ne olduğunu bir türlü
açıklamamıştır. Millî Görüş hareketini, “Dinî, siyasî çıkarlarına”
alet etmekle itham etmiştir. Konuşmasında yol boyu, “tahrik”, “uzlaşma”,
“rejim tehlike altında” kavramlarını çok sık kullanmış ve “Generallerin
içtihadına, içtihatlarının masumluğuna ve yanlış bile olsa sevap
kazanacaklarına” özel vurgu yaparak 28 Şubat Postmodern Darbesi’ne dinî bir
meşruiyet giydirmeye çalışmıştır.
Aynı Gülen, Taksim Kadife Darbe Süreci’ne, hem konuşmaları
ile hem de kadroları ile tam destek vermiş ve “dershaneler savaşından” sonra
kadife darbe yönetiminin üçüncü halkasında çatı örgüt/taşeron örgüt olarak yer
almıştır. Şer İttifakı tarafından 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi’nde Truva Atı
olarak kullanılmış, onun üzerinden tüm dinî grup ve cemaatler yıpratılmıştır ve
yıpratılmaya da devam edilmektedir.
SONUÇ: ON ÜÇ AMAÇ/HEDEF
Bugün hedefe konup saldırıya uğrayan Mehmet Görmez, Nurettin
Yıldız ve İhsan Şenocak gibi hocaların ortak özelliği, konularına vâkıf olup
belli bir duruş ortaya koymaları ve günlük hayatta İslâm’a aykırı olan ya da
Müslümanlara zarar verecek konularla ilgili Kur’an ve Sünnet düzleminde fetva
vermiş, görüş belirtmiş olmaları ve de toplumda da itibar görmeleridir.
Bu hocalar üzerinden yürütülen sosyo-psikolojik savaşın
amaçlarını aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz.
Hocaları ve kanaat önderlerini yıpratmak, itibarsızlaştırmak,
toplumdaki etkilerini kırmak,
Dindarları yıpratmak ve itibarsızlaştırmak,
Dinin kapsam alanını daraltmak, dini, tarihsel bir olgu
olarak kabul ettirmek, dinin, günümüzün sorunlarına çare olamayacağı kanaatini
oluşturmak,
Tarihselcilere ve Modernistlere fırsat vererek meşhur etmek,
Dinî camiaları bölerek çatıştırmak,
Dini grup ve cemaatleri itibarsızlaştırmak, tecrit etmek,
yalnızlaştırmak ve bölüp dağıtmak,
Dinî tartışmalarla halkı bıktırmak ve dinden soğutmak,
Dini eğitim ve öğretime yönelimi engellemek, durdurmak hatta
kaçırmak,
İslâmî anlaşılmaz kılmak ve darbe vurmak,
Müslüman camia içerisinde güven bunalımı meydana getirip
bireyselliği öne çıkarmak,
Müslüman camiayı psikolojik savaşın dişlisi yaparak tahribatın
genişlemesini ve derinleşmesini sağlamak,
Laikliğe felsefi bir zemin meydana getirebilmek için deizmi
yaygınlaştırmak,
Toplumda gayrimemnun üreterek huzursuzluğu yaymak.
Bu sürece katkıda bulunmamak için medyada/sosyal medyada yer
alan haberleri analiz etmeden, doğruluğunu araştırmadan olduğu gibi alıp
kullanmak yanlıştır ve tehlikelidir.
Kaynaklar:
1- Halman, T., 15 Haziran 1987, Milliyet.
2- Korkud, R., Psikolojik Savunma, Kent Matbaa, Ankara, 1975, s: 90.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder