(Umran Dergisi Nisan 2018 Yazısıdır)
“Göz odur ki, dağın arkasını göre,
Akıl odur ki, başa geleceği
bile.”
Türkiye’de şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) desteği ile icra edilen tüm darbe ve verilmiş muhtıralarda darbenin beyin takımının (iç ve dış beyin) 1- Darbe öncesi plânlama, 2- Darbenin icrası, 3- Darbe sonrasının darbenin amaçlarına göre formatlanması, şekillendirilmesi, yönlendirilmesi olmak üzere üç aşamalı bir planlama yaptığını söyleyebiliriz. Türkiye’de darbe sonrası gelen iktidarlar bu süreçleri, iyi analiz etmedikleri, edemedikleri ya da çaresiz kaldıkları için bir müddet sonra kendileri darbenin muhatabı olmuşlardır.
Şer İttifakı tarafından başlatılan Taksim (Gezi Parkı)
Üçüncü Nesil Kadife Darbe sürecinin amacı, öncelikle şiddet kullanmadan
siyasi iktidarı düşürmek, sonra Türkiye’yi eyalet sistemine geçirterek zihnen
bölmek ve nihayetinde fiziksel olarak bölmekti. “Arap Baharı” olarak isimlendirilen İkinci
Nesil Kadife Darbeler zincirinin bugün geldiği nokta, bu tespitimizi
doğrulamaktadır.
Türkiye’de Taksim kadife darbe sürecinin dershaneler
aşamasından sonra Gülen hareketinin taşeron örgüt olarak kullanılması,
Türkiye’deki İslâmî camianın bölünmesine ve çok sert bir iç mücadelenin
başlatılmasına sebebiyet vermiştir. Özellikle sosyolojik savaş amaçlı 15
Temmuz askeri darbe girişiminde FETÖ’nün, NATO tarafından taşeron örgüt olarak
kullanılması ile Türkiye’deki Müslüman camia arasında çok ciddi bir zihinsel
sarsıntı yaşanmıştır/yaşanmaktadır da.
Sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz askeri darbe girişiminin
ana hedefi, İslâm dininin halk, özellikle gençler üzerindeki etkisini
kırmaktır. Dahası zayıflatmak, yayılmasını engellemek, dini hassasiyeti yüksek
olan camia ve yapılara karşı büyük bir alerji, şüphe ve hatta düşmanlığın
oluşmasını sağlamak, insanların birbirine olan güvenini yıkarak her türlü
dayanışmayı engellemek, toplumu yığın haline çevirmekti. Bu hedef, belli
boyutları ile gerçekleşmiştir ve süreç devam etmektedir.
15 Temmuz ihanet hareketinin hemen ardından birkaç ay
içerisinde “En iyi cemaat, cami cemaatidir.” sloganıyla
başlatılan psikolojik harekât, “Pelikancıların”, “Mavi Marmara
Manyakları ve İslâmcılar AK Partiden atılsın kampanyası” ve buna siyasetin
sessiz kalması ile sosyolojik savaş sürecinde yeni bir aşamaya geçilmiştir.
Mehmet Görmez, İhsan Şenocak ve Nurettin Yıldız gibi hocalar üzerinden dine ve
dindara karşı başlatılan psikolojik harekât, bu sürecin bir devamıdır.
Dine ve dindarlara karşı güvensizlik inşa etme, dinî
hassasiyeti olan kesimleri yıpratma, birbiri ile savaştırma ve gayrimemnun
sayısını artırarak yeni fay hatları inşa etme sürecine, son hafta bir kişi daha
eklenmiştir(eklemelerin devam ettirileceği kanaatindeyim): Artuklu Üniversitesi
Rektörü Ahmet Ağırakça. CHP İstanbul Milletvekili Dr. Ali Şeker tarafından
Başbakan Yıldırım’a, Ağırakça’nın 2000 yılında Şamil İslâm
Ansiklopedisindeki yazılarından dolayı soru yöneltilmiş ve ardından medya
ve sosyal medya üzerinden yıpratma kampanyası başlatılmıştır.
Bir tuzak kurulup genişletiliyor! Bu tuzak, sosyolojik savaş
amaçlı 15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminden bağımsız olarak düşünülmemeli ve de
değerlendirilmemelidir. Hedef, Mehmet Görmez, Nurettin Yıldız, İhsan
Şenocak ve Ahmet Ağırakça değildir. Hedef, topyekûn İslâm’dır, dindarlardır ve
Türkiye’dir. Bu yazıda Hocalar üzerinden açılan psikolojik harekâtın
amacı, hedefleri ve dinî hassasiyeti olan tüm yapıları bekleyen tehlikelerin
neler olabileceği konusu ele alınıp değerlendirilecek ve bu sürecin, “2019
Cumhurbaşkanlığı seçimleri” ile ilişkisi olup olmadığı tartışılacaktır.
2019 Cumhurbaşkanlığı Kadife Darbe Sürecinde Gelinen
Aşamalar
Taksim Kadife Darbe sürecinin ana stratejisi, mahalli
seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimleri göz önüne alınarak
çizilmiş ve 7 Haziran Genel Seçimleri ile birlikte AK Partinin tek başına
iktidar olması engellenerek Kadife Darbe birinci hedefine ulaşmıştı. Mahalli
seçimler sürecinde Güneydoğu’daki Bazı HDP’li Belediye başkanlarının sürekli
olarak “özerklik” ve “Bölge petrolünden pay” istemiş
olmaları, “PKK’nın Kır Gerillasından Şehir Gerillası” aşamasına geçerek “hendek
savaşları” için “alt yapı hazırlaması”, “güvenlik kontrolü yapması”, “haraç
toplaması”, Kadife Darbenin ikinci amacı ile ilgili eylemlerdi. Ne yazık ki
siyasi iktidar, bu tehlikeyi göremedi ve “çözüm süreci” hatırına bunlara sessiz
kaldı.[1]
Şer İttifakı tarafından başlatılan Taksim kadife darbe sürecinin
farklı dönemlerini aşağıdaki gibi tasnif edebiliriz:
- 1.
Dönem: Oslo görüşmesinin deşifre edilmesinden 7 Haziran 2015
genel seçimlerine kadar kadife darbe dönemi.
- 2.
Dönem: 7 Haziran 2015’den 1 Kasım 2015 Seçimlerine kadar PKK’nın
sosyolojik savaş amaçlı terör dönemi.
- 3.
Dönem: 1 Kasım 2015 seçimlerinden 15 Temmuz 2016 sosyolojik savaş
amaçlı askeri darbe girişimine kadar olan güvenlik güçlerinin terörle
savaş dönemi.
- 4.
Dönem: 15 Temmuz 2016 sosyolojik savaş amaçlı askeri darbe
girişiminden 16 Nisan 2017 referandumuna kadar Gülen şantaj ve terör
örgütünün tasfiye dönemi.
- 5.
Dönem: Rıza Zarraf’ın ABD’ye Götürülüp 16 Mart 2016’da
tutuklanmasından 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar olacak olan yeni
kadife darbe dönemi (2019 Cumhurbaşkanlığı Kadife Darbe Süreci).
2019 Cumhurbaşkanlığı kadife darbe sürecinin şu ana kadarki
safhalarının/aşamalarının kademelerini aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
- Birinci
Aşama/Hazırlık Aşaması: İki evre ihtiva etmektedir:
- Birinci
Evre: Rıza Zarraf’ın ABD’ye Götürülüp 16 Mart 2016’da
Tutuklanması,
- İkinci
Evre: Can Dündar’ın MİT TIR’larından dolayı tutuklanması ve
akademisyenler bildirisi yayınlanması,
- İkinci Aşama: Darbe
girişiminin bastırılması ile sivil, askeri bürokraside ve iş dünyasında
geniş çaplı operasyonların başlatılması ile Sünni halk içerisinde
gayrimemnun sayısının artırılması.
- Üçüncü
Aşama: Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı, Mehmet Hakan
Atilla’nın ABD’de 27 Mart 2017’de tutuklanması
- Dördüncü
Aşama: 16 Nisan 2017 Referandumu
- Birinci
Evre: Referandum sonuçlarına itiraz kampanyası,
- İkinci
Evre: “Tek Adam” söylemi ile “diktatör inşa etme süreci”,
- Üçüncü
Evre: Pelikancıların, Mavi Marmaracılara ve İslâmcılara
savaş açması, siyasetin sessiz kalması,
- Dördüncü
Evre: Mustafa Kemal, annesi, hanımı ve evlatlığı ile
ilgili açılan çirkin kampanya, Mustafa Kemal’in heykellerine yapılan
saldırılar,
- Beşinci
Evre: Pelikancıların ve İhlas Grubunun Kutlu Doğum Haftası
üzerinden Diyanet Başkanlığına açtıkları savaş sonucu Diyanet İşleri
Başkan Mehmet Görmez ve Yardımcısının görevden ayrılması,
- Beşinci
Aşama: ABD New York Güney Bölge Mahkemesinin Halk Bankasının
eski yöneticileri ve bir bakan hakkında tutuklama kararı vermesi,
- Altıncı
Aşama: AK Parti-MHP İttifakı, Türkiye’nin Kuzey Irak
Referandumuna karşı çıkması ve Afrin Operasyonu ile “Türkiye, Kürt
halkına karşı savaşıyor.” Psikolojik harekâtının başlatılması ve
zaten var olan Türk- Kürt fay hattına enerji yüklenmeye çalışılması,
- Yedinci
Aşama: Dine ve dindara karşı güvensizlik inşa etme, dini
hassasiyeti olan kesimleri yıpratma, birbiri ile savaştırma ve gayri
memnun sayısını artırarak yeni fay hatları inşa etme:
1-Darbe Girişimi sonrası açılmış olan “En iyi cemaat
cami cemaatidir” ve “Laiklik en iyidir” kampanyasının sürdürülmesi,
2- Ensar Vakfı merkeze alınarak tüm vakıfları yıpratma
kampanyasının devam ettirilmesi,
3-“Mavi Marmara Manyakları” ve “İslâmcılar AK Partiden
atılsın” kampanyası ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz tekkeye mürit
aramıyoruz” ifadesi ile AK parti içerisinde dini
hassasiyeti olanlara karşı alerji oluşturulması,
4- Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ve
Yardımcısının görevden ayrılmak zorunda bırakılması,
5- Alparslan Kuytul’un tutuklanması,
6- İhsan Şenocak Olayı,
7- Kadına Şiddet ve Cinsel Taciz Psikolojik Harekâtının
yoğunlaştırılması,
8-Nurettin Yıldız’ı linç etme girişimi ve hakkında dava
açılması,
9- “İslam Dininin Güncellenmesi” tartışmalarının
başlatılıp derinleştirilmeye çalışılması
10- Artuklu Üniversitesi Rektörü Ahmet Ağırakça hakkında
Başbakan Yıldırım’a, 2000 yılında Şamil İslam Ansiklopedisindeki yazılarından
dolayı soru yöneltilmesi ve ardından medya ve sosyal medya üzerinden yıpratma
kampanyası başlatılması.
Görülebileceği gibi yedinci aşama, 2019 Cumhurbaşkanlığı
seçimleri ile ilgilidir. Kadife darbeciler, dini camia üzerinden gayrimemnun
sayısını artırmayı, genişletmeyi ve derinleştirmeyi stratejik bir hedef olarak
benimsemişlerdir.
Şer İttifakının Stratejisinin Hedefi: Gayrimemnun Üretmek
ve Yaygınlaştırmak
5. dönemde Kadife darbecilerin muhtemel amacı, gayrimemnun
halin toplumun değişik kesimleri arasında yaygınlaşmasını, kin ve nefretin yol
boyu artmasını sağlayarak iki yıl boyunca Türkiye’yi gerilim halinde tutarak
huzursuzluğu yaygınlaştırmaktır. Bize göre Pelikancılar tarafından başlatılan
“Mavi Marmara Manyakları” ve “İslâmcılar AK Partiden atılsın!”
kampanyası, tesadüfen meydana gelmiş olmayıp iki yıllık bir stratejinin
başlangıç aşamasıdır. Kadife Darbenin beyin takımı, mikro düzeydeki tüm fay
hatlarının enerji ile doldurulmasını ve harekete geçirilmesini istemektedir.
Eğer içine girilen bu yeni süreç, Müslüman camia ve
siyasiler tarafından iyi anlaşılamaz ise Taksim Kadife Darbe Süreci ve 15
Temmuz İhanet Hareketi sürecinde ödediğimiz bedelden daha büyük bir bedel
ödeyebiliriz.
Farklı düşünme bir zenginliktir. Cemaatler ve kanaat
önderleri, aralarındaki farklılıkları bir zenginlik olarak görüp müntesiplerine
anlatmalı ve birbirimize karşı kardeşçe ve adaletle davranmanın yol ve
yöntemlerini öğretmelidirler: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır
ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et/tartış...”(16 Nahl 125)
15 Temmuz sonrasında harcanmak, tasfiye edilmek,
karalanmak ve itibarsızlaştırmak istenen herkes, her kurum, bizzat FETÖ’nün
kripto elemanları, CIA, MOSSAD ajanları ve de kifayetsiz muhterisler, medyadaki
troller, tetikçiler ve sosyal medyadaki ahlâksızlar tarafından FETÖ’cü,
tacizci, manyak, sapık ve meczup olarak ilân edilmektedir. İhanet şebekelerinin
oltasına takılan şuursuz, ahlâksız, kifayetsiz muhterisler, güvensizlik
virüsünün toplumsal bünyede yayılmasına hizmet etmekte ve kanserin “metastas”
olmasına (sıçramasına, yayılmasına) katkıda bulunmaktadırlar. Böylelikle
Türkiye’de yeni fay hatları inşa edilmekte; hem inşa edilen fay hatları, hem de
mevcut fay hatları enerji ile doldurulup harekete geçirilmeye çalışılmaktadır.
Bu açıdan sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimine katkı
sağlanmakta ve darbenin sosyolojik olarak derinleşip devam etmesine hizmet
edilmektedir.
Unutulmaması gereken en önemli gerçek, Kadife Darbelerin
siyasi iktidarların yaptığı hatalar üzerine kurgulanmakta olduğudur. Ne yazık
ki süreç, siyasi ittifak tarafından iyi yönetilememektedir.
Her Darbeden Sonra Başlatılan Din Merkezli Tartışmalar
Tesadüfî Değildir
Türkiye’de genel olarak her darbeden sonra, özellikle
de, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 (postmodern darbe) darbelerinden sonra,
İslâmî camia içerisinde tarihte çözülememiş ne kadar ihtilaf konusu varsa,
gizli bir el tarafından tartışmaya açılmıştır. En dikkat çekici dönem, 12 Eylül
1980 darbe sonrası süreçtir. O yıllarda SSCB dağılmaya başlamış, İran’da bir
devrim olmuştur. Türkiye’de ve İslâm coğrafyasında, mevcut sistemlere karşı
Sosyalist/Komünist/Marksist-Leninist düşünce ve hareketler, alternatif olmaktan
çıkmış; İslâmî düşünce ve hareketler, rakipsiz kalmıştır. İran İslâm Devriminin
meydana getirdiği büyük heyecan, başta gençlik olmak üzere toplumun her
kesimini etkilemiştir. Türkiye’de yükselen “İslâm Devrimi” heyecanı ortamında
İslâmî camianın öncü kadroları/kanaat
önderleri/uleması/teşkilatları/hareketleri/cemaatleri, birden bire kendilerini,
tarihte çözülemeyen tüm problemlerin tartışma ortamında bulmuşlardır. “Türkiye
dar’ül harp mi, dar’ül İslâm mı?” “Cuma kılınır mı, kılınmaz mı?”
“Ramazan ayının başlaması için hilâl görüldü mü, görülmedi mi?” “Devlet
memurluğu caiz mi, değil mi?” “Diyanetin imamlarının arkasında namaz kılınır
mı, kılınmaz mı?” “TC. Camileri Mescid-i Dırar mı değil mi?” vb. Bu ve buna
benzer sorular, kırıcı dil ve üsluplarla uzun bir süre tartışıldı ve hiçbiri
çözüme kavuşturulmadan, tarafların birbirlerine gönülleri kırgın olarak rafa
kaldırılıp unutuldu.
Bu fitne, İslâmî camia içerisine nasıl girmişti ya da kim sokmuştu?
Hiç tartışılmadı. Tarihteki ihtilaflı konular, niçin zaman zaman gündeme gelir,
tartışılır; fakat çözüme kavuşturulmadan nadasa bırakılır?
Bu bir tesadüf mü, yoksa bir merkez tarafından yönetilen bir
psikolojik harekât mı?
Taksim kadife darbe süreci ve 15 Temmuz Sosyolojik
savaş amaçlı ihanet hareketi sonrasında İslâmî camia içerisinde gene, tarihte
tartışılıp unutulmuş ne kadar konu varsa gündeme taşınmış, dini camianın
önderleri tartıştırılıp karşı karşıya getirilmiştir. Bugün de hepsi aynı
kefeye konup kademeli bir şekilde tasfiye edilmek istenmektedir.
Bu psikolojik harekâtların her dönemde belli bir amacı
olmuştur. 12 Eylül Darbesi sürecindeki amaç, yükselen İslâmî hareketi, kendi
içine kapatıp, vuruşturup dermansız bırakıp, yorgun savaşçı durumuna
getirmekti. 28 Şubat postmodern darbe sürecinde başlatılan tartışma ise,
“laiklik ve AB” idi ve amacı da, Müslümanları laik ve Avrupa Birlikçi yapmaktı.
2000 sonrası süreç göz önüne alındığında, Müslüman camianın belli bir
kesiminin, laik-seküler ve AB’ci olduğu rahatlıkla görülebilir.
Öyleyse bugün sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz ihanet
hareketi sonrasında Hocalar üzerinden başlatılan tartışmaların kapsamı, amacı
ve hedefi nedir? Ne olabilir? Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez üzerinden
başlatılan psikolojik savaşın amaç ve hedefleri, daha önce yazdığımız “Diyanet
İşleri Başkanlığı Üzerinden 2019 Cumhurbaşkanlığı Savaşları” başlıklı
yazılarımızda[2] ele
alınıp değerlendirildiği için burada sadece Nurettin Yıldız Hoca üzerinden
yürütülmek istenen Psikolojik harekât ele alınıp değerlendirilecektir.
Nurettin Yıldız’ın 2012, 2013, 2015 yıllarındaki
konuşmalarını kırparak, anlam kaybına sebebiyet vererek, bambaşka anlamlar
üreterek başlatılan kampanya, Şer İttifakının bir psikolojik harekâtı olup
Sünni camiayı sosyolojik olarak bölüp çatıştırmak amaçlıdır. Kurulan
tezgâhın ve yürütülen psikolojik harekâtın mahiyetini daha iyi anlayabilmek
için Nurettin Yıldız Hoca’nın “Asansörde Halvet Şartları” ve “Çocuk Evliliği”
ile ilgili yaptığı konuşmaları ele alıp değerlendireceğiz.
Nurettin Yıldız Hoca: “Asansörde Halvet Şartları”
Nurettin Yıldız hocaya, 2013 yılında, “Kadın tek başına veya
başka bir erkekle asansöre binebilir mi?” sorusu sorulmuştur. Bu soruya verdiği
cevabın tam metni aşağıdadır:
“Kadın tek başına veya başka bir erkekle asansöre binebilir
mi? Sorumuz bu;
Asansörün Allah’ın insana lütfetmiş olduğu bir nimet
olduğunu hepimiz biliyoruz. Yüksek binalarda merdiven çıkmamızı
kolaylaştırıyor. Asansör bir nimetse, bu nimet kadın veya erkek için aynı
oranda mubah demektir. Asansörü ne erkek için ne de kadın için sakıncalılar
listesine koyamayız. Dinimizde böyle bir hüküm yoktur. Ancak Müslüman bir
kadının halvet ortamında yabancı bir erkekle bulunması asla caiz değil.
Halvet neye diyoruz?
Bekâr olmaları halinde, evlenmeleri caiz olacak şekilde
birbirlerine yabancı olanlar. Bu yabancı olanların bir arada durmalarına halvet
deniyor. Elbette kapalı bir ortamda; yoksa Müslüman bir bayan sokağa çıktığında
binlerce, onbinlerce yabancıyla karşılaşıyor veya bir kütüphaneye, hastaneye
girdiğinde onlarca yabancı erkekle karşılaşıyor; ama kapalı ve küçük bir ortamda
değiller. Halvet, kapısı kapatılmış bir evde, odada, salonda, ofiste kadının,
evlenmesi caiz olacak bekâr olsa evlenmesi caiz olacak yabancıyla bir arada
yalnız bulunması demektir.
Bir apartmanın giriş katından sekizinci katına çıkacak
asansör, halvet ortamı oluşturur mu? Yani yabancı bir erkek ile kadın giriş
katında bindiler ve sekizinci kata kadar çıkacaklar; görünürde 1-2 dakikayı
geçmeyen yolculuk bu.. ama dinimizin bu konudaki hassasiyeti açısından
bakıldığında, halvet şartları yani erkekle kadının kapalı ortamda bulunması
durumu, asansörde oluşmaktadır.
Evet; çok geniş bir yelpazeden bakıp esnek değerlendirmemiz
halinde, “bunun neresi halvet olur; kapısı kilitlenmiş bir ev değil bu!”
denebilir. Lakin bir asansörün bir katta kilitlendiğini düşünürseniz ki
asansörde olabilen şeyler bunlar; 3-5-10 dakika yardım çağırıncaya ve gelinceye
kadar kimsenin izleyemeyeceği bir ortamda yabancı bir erkekle baş başa kalmış
olması demektir bir kadın için. Bu nedenle, şeffaf cam olan, her katta,
her yerden görülebilen asansörlerin dışındaki asansörlerin kadın için halvet
oluşturuyor olduğunu demeyi tercih ederiz. O sebeple bir bayan, kendisi gibi
bir bayanla asansöre binebilir; tek başına da inip binebilir ama bir bayan ve
bir erkek, asansör ortamı, kadın için asansör ortamı, uygun olmayan bir
ortamdır.
%100 haramdır diyemiyorum çünkü bu yeni bir mesele; “filan
hoca efendi böyle dedi; filan âlim, müçtehit böyle dedi” diyeceğimiz, önümüzde
örneklerimiz yok. İkincisi, bunu bu kadar inceltmeyi uygun görmeyenler de olabilir;
ama bir asansörün sekizinci kata çıkıncaya kadar üçüncü katta bozulduğunu ve
yarım saat orada yardım beklendiğini düşündüğümüzde, halvet ortamının ciddi bir
şekilde risk olarak bulunduğunu söylememiz mümkündür. Bu nedenle bayanlara, bir
erkek ve bir kadının bulunduğu ortamda asansörü kullanmamalarını tavsiye
ederiz.”[3]
Nurettin Hoca, bu açıklamasında şu noktaların üzerine
yoğunlaşmıştır:
- Asansör
bir nimettir, kadın ve erkeğin bu nimetten faydalanmasını engelleyecek bir
durum yoktur.
- Asansörün
arızalanması durumunda İslâm’da kabul edilen “halvet şartları”
gerçekleşmektedir.
3- Halvet, yabancı bir erkeğin yabancı bir kadınla kapısı
kapatılmış bir evde, odada, salonda, ofiste, bir mekânda vb. bir arada, yalnız
bulunması demektir.
4-Bu konuda âlimlerin, müçtehitlerin verdiği bir fetva
olmadığı ve yeni bir mesele olduğu için %100 haramdır demiyor.
5- Bu nedenle bayanlara, sadece bir erkek ve bir kadının
bulunduğu ortamda asansörü kullanmamalarını tavsiye ediyor.
Nurettin Hoca, asansörün arızalanması durumunda, yabancı bir
erkekle bir kadın için İslâm’ın öngördüğü “halvet şartlarının” oluştuğunu beyan
ederek kadınlara yabancı bir erkekle asansöre binmemelerini tavsiye etmiştir.
Gerçekte bu tavsiyeyi, sadece kadınlara değil, dini
hassasiyeti olan tüm erkeklere ve de kadınlara yapması daha doğru olurdu.
Haramdır demiyor. Bu, İslâm dinini hayatında referans
alanlara yapılan bir tavsiyedir. İslâmî hassasiyeti olmayanların böyle bir
tavsiyeye de ihtiyacı yoktur. Öncelikle bu iki noktanın altının çizilmesinde
fayda vardır.
Bu noktada sorulması gereken temel soru şudur: Nurettin Hocanın yaptığı halvet
tanımlaması, İslâm’a uygun mu? İslâm’ın öngördüğü bir tanımlama mıdır?
Bunun için Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan İslâm
İlmihali-II, İslâm ve Toplum[4] ve İslâm
Ansiklopedisi’nde[5] yapılan
tanımlamalara bakmamızda fayda vardır.
Diyanet Vakfı İlmihali-II ve Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisinde
Halvet
“Erkek ve kadın biri, diğeri için cinsi
uyarıcıdır. Bu sebeple yabancı (aralarında evlilik bağı veya devamlı evlenme
engeli bulunmayan) erkek ve kadınların birbirlerine karşı ölçülü ve mesafeli
davranmaları gereklidir. Yine, yabancı bir kadının, yabancı bir erkekle baş
başa kalması da doğurabileceği sakıncalı sonuçlar dolayısıyla yasaklanmıştır.
Aralarında devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkek ile bir kadının bir
yerde baş başa kalmaları İslâm hukukunda halvet terimiyle ifade edilir.
Hadislerde, Aralarında nikâh bağı veya devamlı evlenme engeli bulunmayan bir
erkek ile bir kadının, başkalarının görüşüne açık olmayan kapalı bir mekânda
baş başa kalmaları yasaklanmıştır.
Bir hadiste Hz. Peygamber “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman
ediyorsa, yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın; çünkü böyle bir
durumda üçüncüleri şeytandır” (Müslim, “Hac”, 74; Tirmizi. “Rada’”, 16;
Müstedrek, I, 114) buyurmuştur. Böyle bir durum karşı cins için tahrik
edicidir, zinaya veya dedikoduya ve tarafların iffetlerinin zedelenmesine yol
açabilir.
Kötülüğün önlenmesi kadar ona giden yolların kapatılması da
önemlidir. Öte yandan iffet ve namus lekelendiğinde geri dönüşü ve telafisi
olmayan bir zarar ortaya çıkmış ve temel bir kişilik hakkı ihlal edilmiş olur.
Bu sebeple anılan muhtemel olumsuz sonuçları önlemek gayesiyle kadının, yabancı
bir erkekle kapalı bir mekânda baş başa kalması, kadının yanında mahremi
bulunmadan yolculuk etmesi uygun görülmemiştir. Ancak bu tür davranışlar
kendiliğinden değil, harama yol açması sebebiyle yasaklandığı için, belirli
ihtiyaç ve mazeretlerin ortaya çıkması veya anılan sakıncaların bulunmaması
halinde caiz görülebilmektedir. Nitekim yol emniyetinin bulunması veya
kadınların ayrı bir kafile teşkil etmesi halinde kadının mahremi bulunmaksızın
yolculuk etmesinin caiz görülmesi bu anlayışa dayanır. Öte yandan bu tür
kurallar ve kısıtlamalar genel ve yaygın durum ölçü alınarak ve muhtemel
sakıncalar gözetilerek konulduğundan, kişilerin anılan sakıncaların kendileri hakkında
varit olmayacağına inanmalarından ziyade objektif tesitler ölçü alınır.”[6]
“…Halvet kelimesi; dini literatürde, aralarında nikâh
bağı ve devamlı evlenme engeli bulunmayan bir erkekle kadının baş başa
kalmasını, fıkıh terimi olarak sahih bir nikâhtan sonra kârı-kocanın, üçüncü
bir kişinin izinsiz muttali olamayacağından emin bulundukları bir yerde cinsi
birleşme olmaksızın baş başa kalmalarını ifade eder.
Evli olmayan ve aralarında devamlı bir evlenme engeli de
bulunmayan bir erkekle bir kadının başkalarının giriş ve görüşüne acık olmayan
kapalı bir mekânda baş başa kalması İslâmiyet’te yasaklanmış, İslâm âlimleri
bir koruma tedbiri mahiyetindeki bu yasaklamanın kapsamı, derecesi ve amacı
üzerinde farklı fikirler ileri sürmüşlerdir.
…İzinsiz girilemeyen ev, oda, kapıları kapalı bahçe, çadır
gibi yerler halvete mahal teşkil edebilir.”[7]
Nurettin Hoca’nın halvet şartları ile ilgili yaptığı
açıklama ve yorumlar, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından yayınlanan İlmihal ve
İslâm Ansiklopedisi’nde anlatılanlarla aynıdır. Arada bir tezat yoktur.
Nurettin Hoca, halvet şartlarını, asansörlerin bozulma ihtimalini göz önüne
alarak bir değerlendirme yapmış ve ardından kadınlara sadece bir tavsiyede
bulunmuştur.
Normal şartlar altında Diyanet İşleri Başkanlığı ve söz
konusu iki kitabı hazırlayanların, Nurettin Hocanın bu tavsiyesine destek
vermeleri beklenirdi. Ama olmadı ve linç girişimine sessiz kalındı.
Asansörde Taciz Vakaları
Nurettin Yıldız Hoca, asansörde halvet şartlarının meydana gelebileceğini ifade
edip, kadınlara yabancı tek bir erkekle asansöre binmemelerini, kendileri için
tehlikeli olabileceğini 2013 yılında tavsiye ettiğinden dolayı 2018 yılında
medya ve sosyal medyada linç edilmek isteniyor ve Nurettin hoca üzerinden dine
ve dindara saldırı yoğunlaştırılıyor. Bir kısmı bu linç kervanına
bilerek, bir kısmı bilmeyerek, bir kısmı da haset, bağy ve hevasını
ilâhlaştırdığı için katılıyor. Fakat Türkiye’nin pratiği, Nurettin
hocanın yaptığı tavsiyenin yerinde bir tavsiye olduğunu ortaya koyuyor. Bu
konuda yargıda yer alan, bir kısmı ceza ile sonuçlanmış, bir kısmı ise devam
etmekte olan pek çok dava mevcuttur. Bunlardan birkaç örneği aşağıda
vermekteyiz:
- “TBMM’de
Asansörde iş arkadaşını taciz eden memura ne ceza verilir? 23.02.2018”[8]
- “Yargıtay’dan
‘asansörde tacize indirim: İnsanların birlikte yaşadığı bir ortam değil,
Nevşehir - 06.05.2017”[9]
- “Asansörde
tacize 2.5 yıl hapis! - 16 02 2016”[10]
- “Asansörde
tacize uğrayan kadın bakın ne yaptı. - 24.04.2016”[11]
- “84
Yaşındaki Adam 13 Yaşındaki Kızı Asansörde Taciz Etti. - 21.06.2016”[12]
- “Asansörde
küçük kıza cinsel taciz! - 29 Mart 2016”[13]
- “Asansör
sapığına 2.5 yıl hapis cezası. - 18 Haziran 2015”[14]
- “Asansörde
tacize 10 yıl hapis istemi! - 09.03.2011”[15]
Nurettin Yıldız: “Çocuk Evliliği Suistimaldir!”
Nurettin Yıldız, kendisine sorulmuş sorulara verdiği
cevapları, sosyal medya üzerinden paylaşmayı ve bu yolla tebliğ yapmayı bir
metot olarak benimsemiştir. Bundan üç yıl önce, 12.01.2015 tarihinde “Çocuk
Evliliği İstismardır” adlı yaptığı bir konuşma vardır.
Şu an dine ve dindarlara karşı yürütülen psikolojik savaşın
boyutunu görebilmek ve gerekli değerlendirmeleri yapabilmek için bu videodaki
konuşma metninin bütünü, aşağıda verilmektedir:
“Bir anne baba, 7-8 yaşında kızını 30-40 yaşında birisine
hanım olarak hangi ana-baba şefkatiyle verebilir veya hangi aklı başında bir
insan yedi yaşında bir çocukla yedi yaşında bir kızı evlendirebilir veya 10
yaşındaki bir çocuğa, 25 yaşındaki bir kız, kadın olarak verilebilir?
Böyle bir şey olur mu?
Şeriatımızın evliliğe yaş sınırı olmadan ruhsat vermesi,
küçük çocukların da evliliğine izin vermesi veya velilerinin
evlendirebileceğini söylemesi tavsiye niteliğinde değildir. Aksine kerahatle
beraber izin verdiği bir şeydir. Bu hususta biraz önce dinlediğimiz gibi
Kur’an’ın çok açık bir hükmü var, hadisi şerifler var. Ulemanın bu konuda ciddi
ittifakı var, mezheplere göre farklı denecek bir durum yok.
Muasır ulemamız bu hususu farklı meclislerde
tartışmışlardır. Muasırdan kasıt, son elli yıl içerisinde yazan, çizen ulemayı
kastediyorum. Ciddi bir şekilde araştırıp çalışmışlar; dikkat çeken bir husus,
bu asırda yaşayan ulema, bu asrın suiistimallerine dikkat ederek, evliliğe bir
alt yaş sınırı getirmenin ciddi bir şekilde bir fitneyi, laçkalığı önleme
olacağını düşünüp, “uygundur, getirilebilir, bu şeriatın hükmünü değiştirmek
değildir; bilakis çocukların heder edilmelerini, mal uğruna veya cinsel ihtiraslar
uğruna heder edilmelerini engeller” diye bir tedbir önerisinde bulunmuşlar…
buna bağlı olarak da halkı Müslüman olan ülkeler fetva aldık diye böyle bir
genelge çıkarmışlardır.
Müslüman insanlar eğer 7-10 yaşında küçük çocuklarını zifaf
odasına koyuyorlarsa, âlimler, devlet erbabı önce ana-babaların şefkat ve
merhametlerinin nereye gittiğini araştıran bir kanun çıkarsınlar o zaman. Kendi
doğurduğu çocuğu insan kurda yem eder de, 8 yaşında zifaf odasına nasıl koyar?
Şimdi buradaki bu hassasiyeti suiistimal ediyorsa
Müslümanlar, babalar sırf 5-10 kuruş elde etmek için zengin bir damat,
kayınpeder yahut da işte evde yeniden yüzümüz mal görsün biraz, para bizde
kalsın gibi yani üç kuruşluk dünya menfaatine doğurduğu kızını feda ediyorsa
anne ve babalar, Müslümanlar küçük yaşta çocuk evlenmesi caiz mi değil mi diye
sormadan önce, bunlar ana-baba mı diye soru sormalıdırlar!
Önce halledilmesi gereken budur; çocuğunun üzerinden para
kazanıyor olduktan sonra artık bu meseleleri konuşmaya gerek yoktur, bu iş bitti
demektir.
Çocuğun üzerinden para kazanan bir anne-babadan her şey
beklenebilir demektir.
Bunlar baba mı, bunlar ana mı? Bunların hepsi müşahede
altına alınsın; zindanlara alınsın diye bir teklife de sıcak bakarız. Bu kadar
evladına merhametsiz olan, evladının üzerinden servet kurmaya çalışanı, ‘Nasıl
bir Müslüman olarak sen Müslümanların camisine geliyorsun?’ diye tenkit ederiz
herhalde.
Buradaki açmaya çalıştığım farklı pencere inşallah
anlaşılmıştır.
Bu yaşın küçük çocukluk denecek yaştaki evliliği açısından
bu şekilde ele alınıyor. Bunun dışında baliğ olduktan sonra biyolojik, fiziksel
eksiklik söz konusu değilse, her Müslüman delikanlı, her Müslüman kız evlilik
namzetidir. Akşam aybaşı olabilir, sabaha evlenebilir.
Fizyolojik ve biyolojik eksiklik söz konusu olabilir mi?
Olur tabi; aybaşı olmuştur ama hala otuz kilo geliyordur,
bir deri bir kemik; bu falanca hastalıktan tedavi görüyordur; henüz tabak,
çanak nedir bilmiyor. Abisinin bıyıkları var, kendisinin neden yok, bunu fark
edemiyor. Yani biyolojik eksiklik, zeka yetersizliği var, hayatı idrak edememek
var; o vakit bu çocuk evlilik çağına gelmemiştir. Baliğ, baliğa olmuştur ama
reşit değildir.
Elbette bu beklenilebilir ama çocuk on altı yaşındadır,
evlenmek deyince yerinden fırlıyor hatta kaç çocuğu olacağını hesaplıyor,
balayını nerede yapacağını hesaplıyor; ona da vakti gelmedi diyenin Allah
aklını tamamlasın. Ona da öyle dua ederiz. Yani çocuk deliriyor ama babaya,
anneye göre bebek hala! Baba-anne ne bekliyor o zaman; haram düşsün de haramdan
çıkaralım diye bekliyor. Bu da yanlış.
Evliliği doğal ortamında yürütmemiz gerekiyor; bu doğal
ortamı da kanun vs. gibi örften önce herkesin kendi fiziği, fizyolojisi, bedeni
belirlemelidir. Beden beni evlendirin diye feryat ediyorsa bunu engelleyecek
bir şey bulunmamalıdır.”[16]
Nurettin Hoca’nın “Çocuk Evliliği Suiistimaldir!”
Konuşmasının Değerlendirilmesi
Nurettin Hoca, Müslüman hassasiyeti olan insanlara yol
gösterici, tavsiye mahiyetinde bir konuşma yapmıştır. Konuşma muhteva
itibarıyla beş bölümden oluşmaktadır:
1- Çocuk evlilikleri ile ilgili yaşa ilişkin sorular,
2- Geçmişteki ulema ve mezheplerin çocuk evlilikleri ile
ilgili görüşleri,
3- Son elli yıl içerisindeki İslâm ulemasının çocuk
evlilikleri ile ilgili görüşleri,
4- Günümüzde çocuk evliliklerine izin veren anne ve
babaların amacı, durumu,
5- Nurettin Hoca’nın çocuk evlilikleri ile ilgili
görüşleri.
Nurettin Hoca, çocuk yaşta evliliklerle ilgili 1- 7-8
yaşında bir kız ile 30-40 yaşında bir erkeği evlendirmek, 2- 7 yaşında bir
erkek çocukla 7 yaşında bir kız çocuğu evlendirmek, 3- 10 yaşındaki bir erkek
çocuk ile 25 yaşındaki bir kızı evlendirmek, şeklinde bir tasnif yaptıktan
sonra; buna izin veren anne- babaların “şefkatinin” ve “aklının başında” olup
olmadığını sorguluyor ve de “Böyle bir şey olur mu?” diyerek de sorgulanmasını
istiyor. Daha soru aşamasında “çocuk evliliğine” karşı çıkan birinin, “çocuk
evliliğini savunuyor”, “sapık”, “meczup” diye suçlanması, linç edilmeye
girişilmesinin amacı, hedefi nedir? Ne yapılmak isteniyor?
Nurettin Hoca, geçmiş ulema ve mezheplerin görüşlerini
referans alarak “Şeriatın evliliğe yaş sınırı olmadan ruhsat verdiğini”, “küçük
çocukların da evliliğine izin verdiğini”, “velilerin küçük çocukları
evlendirebileceğini” ifade ediyor. Ancak buna, “Kerahetle beraber izin verdiği
bir şeydir.” şeklinde bir not da düşüyor. Burada düşülen hata, İslâmî
literatürde var olan, geçmiş ulemanın ve mezhep imamlarının kullandığı delil ve
kavramları belli bir sistematik içerisinde açıklamadan, vermeden böyle bir
bilgi aktarmasıdır. Fakat bu kısım, onun şahsi görüşleriyle alakalı değildir.
Geçmişin çok kısa bir özetidir.
İslâm’da evlilik fıkhında iki ayrı mesele vardır: 1-
‘Evlilik akdi’, 2- ‘Fiili evlilik’[17].
“Evlilik akdinde” yaş aranmazken; “fiili evliliğin” çocuklar arasında
gerçekleşebilmesi (cinselliği yaşama dönemi) için de yaşı belirleyen iki etken
vardır: 1- Çocukların buluğ çağına gelmesi, 2- Rüşt çağına gelmesi, rüştünü
ispatlaması. “Evlilik akdinin ” fiili evlilik” haline dönüşmesini
kısıtlayan bir başka etken de, gençlerin “rıza”sının(“Hıyarul buluğ” – “buluğa
erenin seçim hakkı”) olup olmamasıdır. Dolayısıyla ‘fiili evliliğin’
gerçekleşebilmesi için üç temel şart ortaya çıkmış oluyor: 1- Buluğ çağına
girmek, 2- Rüşt sahibi olmak, 3- Razı gelmek.[18]
Osmanlı döneminde Batı’da yaygınlaşan “pedofili vakaları”
üzerine 1917 yılında, “Osmanlı Aile Hukuk Kararnamesi” yayınlanarak evlilik
için alt yaş sınırı getirilmiştir.[19] Nitekim
Nurettin Hoca, kendi görüşlerini anlattığı kısımda çocukların fiilen
evlenebilmesi için hem “baliğ” hem de “reşit” olmaları ve “biyolojik ve
psikolojik eksikliklerin” olup olmadığının göz önüne alınması gerektiğini
söylüyor.
Çocukların evlenebilmesi için hem buluğ çağına hem de reşit
olma çağına gelmesini şart koşan biri, nasıl olur da çocuk yaşta evliliği
savunmuş olarak gösterilebiliyor? Birileri de, konuşma metnini
incelemeden nasıl olur da, “sapık”, “meczup”, "Bunu tükürükle boğmak
lazım." diyebiliyor? Nurettin Hoca, muasır ulemanın “…Çocukların mal
uğruna veya cinsel ihtiraslar uğruna heder edilmelerini engellemek” amacıyla
“Evliliğe bir alt yaş sınırı” getirmiş olmalarını da onaylıyor.
Hoca, bir taraftan çocuk evliliklerine şiddetle karşı
çıkarken diğer taraftan da çocuk yaşlardaki çocukları evlendiren anne ve
babaları çok ağır bir şekilde eleştiriyor:
1-Âlimler ve devlet erbabının bu tür ana-babaların şefkat ve
merhametlerinin nereye gittiğini araştıran bir kanun çıkarmasını istiyor.
2- Çocuğunun üzerinden “Para kazanmak amacıyla çocuk
evliliğini isteyenlerin” ana-baba olup olmadıkları sorgulanmalıdır. Böyle bir
“Anne-babadan her şey beklenebilir”.
3- Bunların hepsi müşahede altına alınsın; zindanlara
konsun.
4- “Bu kadar evlâdına merhametsiz olan bir Müslüman’ın,
“Müslümanların camisine gelmeye” hakkı yoktur.
Çocuklarını çocuk yaşta evlendiren ana babaları, bu kadar
ağır tenkit eden/eleştiren biri, nasıl olur da çocuk yaşta evliliği savunmuş
olarak gösterilebiliyor?
Birileri de, konuşma metnini incelemeden nasıl olur da, “sapık”, “meczup”, "Bunu tükürükle boğmak lazım." diyebiliyor?
Nurettin Hocanın karşı çıktığı bir konu da, çocukların geç yaşta evlendirilmesidir. Bunu da “ Baba-anne ne bekliyor o zaman; harama düşsün de haramdan çıkaralım diye mi bekliyor” ifadeleri ile eleştiriyor.
Sonuç: Hocalar Üzerinden Yürütülen Sosyo-Psikolojik
Savaşın Amacı Nedir?
2013 ve 2015 yılında yapılmış konuşmaların, aşağısı, yukarısı, sağı, solu
kırpılarak bir kampanya açılmış, Nurettin Hoca suçlanmış, hakarete uğramış ve
savcılık soruşturma başlatılmıştır[20].
“Çocuk Evliliği Suistimaldir!” konuşmasına, savcılık hangi gerekçeyle
soruşturma açmıştır. Bunun ayrıca değerlendirilmesi gerekir.
Nurettin Hoca ve Sosyal Doku Vakfı, geçmişte, değişik
zamanlarda yapılan suçlamalara basın toplantısı yaparak cevap vermiş olmalarına[21] ve
savcılık da takipsizlik kararı(2015) vermiş olmasına[22] rağmen
bu konu, bugün neden yeniden gündeme gelmektedir?
“ÇOCUK EVLİLİĞİ SUİSTİMALDİR!” diyen biri, nasıl olur da bu
şekilde linç edilmek istenir?
Neden? Niçin? Osmanlının son yüzyılında başlayıp
Cumhuriyette de devam eden dine ve dindarlara karşı açılmış bir psikolojik
savaş vardır. Bu psikolojik harekâtta saldırının dozajı, iç, bölgesel
ve küresel dinamiklere bağlı olarak değişmiş ama süreç, kesintiye
uğramamıştır. Her seferinde sürece yeni malzemeler eklenmiştir.
28 Şubat postmodern darbe sürecinde çoğu istihbarat elemanı
olan, dindar maskesini takmış, seviyesiz, sahtekâr Ali Kalkancı, Müslim Gündüz,
Fadime Şahin ve benzerleri üzerinden açılıp yürütülen psikolojik harekâta
benzer bir psikolojik harekât, bugün de yürürlüğe konmuş gözüküyor. Aradaki
fark dün hedefe konan kişilerin seviyesizliğine karşı bugün Mehmet Görmez,
Nurettin Yıldız, İhsan Şenocak gibi seviyeli, birikimli, çevrelerinde sevilen,
sayılan, inandığını yaşayan ve söyleyen insanların hedef alınmış olmasıdır. Bu,
çok daha tehlikelidir.
28 Şubat Postmodern Darbesinde, konumuzla ilgili iki ana
amaç vardı:
- Dini
ve dindarı itibarsızlaştırma,
2- Müslümanları, iç zalimlerinin zulmünden zalimlerin
efendisi, patronu olan dış zalimlere/Şer İttifakına (ABD, AB, İngiltere,
Siyonizm) kurtarıcı olarak yöneltmekti.
Sosyolojik Savaş amaçlı 15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminin
ana hedefi, İslâm dininin halk, özellikle gençler üzerindeki etkisini
kırmaktır. Dahası zayıflatmak, yayılmasını engellemek, dini hassasiyeti
yüksek olan camia ve yapılara karşı büyük bir alerji, şüphe ve hatta
düşmanlığın oluşmasını sağlamak, İnsanların birbirine olan güvenini yıkarak her
türlü dayanışmayı engellemek, toplumu yığın haline çevirmekti. Darbenin bu
boyutu “gizli ve kirli bir el” tarafından hala daha devam ettirilmektedir.
Son dönemde Hocalar üzerinden dine ve dindara karşı
başlatılıp sürdürülen psikolojik savaş, bu sürecin bir devamıdır. Bugün
yürütülen ve her geçen gün yoğunlaştırılan sosyo-psikolojik savaşta, şimdilik,
öne çıkan beş amaç vardır:
Birinci amaç, dini ve dindarı, genel olarak
halkın, özel olarak gençlerin, daha da özel olarak kadınların gözünde
itibarsızlaştırmaktır. Kadın ve çocuklar, bu psikolojik harekâtın, hem
malzemesi hem de hedefidir.
İkinci amaç, genelde toplumun tüm katmanları
arasında, özelde dini cemaat ve gruplar arasında güvensizliği yaymak, fitne ve
fesat tohumlarını ekmek, her türlü dayanışmayı yıkmaktır.
Üçüncü amaç, laik, seküler ve kavmiyetçiliği ağır
basan bir milliyetçiliği referans almış olan kapitalist bir sistemi,
Müslümanlara benimsetmektir.
Dördüncü amaç, Türk ve Kürt kavmiyetçiliğini
yaygınlaştırmak, derinleştirmek ve Türk-Kürt fay hattında yüksek gerilim
meydana getirmektir.
Beşinci amaç, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile
ilgilidir. Kadife darbeciler, dini camia üzerinden gayrimemnun sayısını
artırmayı, genişletmeyi ve derinleştirmeyi ve bu şekilde stratejik bir hedef
olarak 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini şekillendirmeyi benimsemişlerdir.
Sürecin devamı için önümüzdeki günlerde şer ittifakının
yerli işbirlikçileri, devlet mekanizmasının kılcal damarlarına, medyaya/sosyal
medyaya, iş dünyasına yerleşmiş, gizli, uyuyan kadroları/hücreleri aracılığıyla
pek çok provokatif eylem icra etmek isteyeceklerdir.
Bazı siyaset erkânının ve bazı STK’ların, Hocaların ne deyip
ne demediğini araştırmadan, mahiyetini ve muhtevasını tam öğrenmeden, ileri
geri açıklama yapması, suçlaması ve hakaret etmesi, son derece yanlış olmuştur.
Siyasetçiler ve STK’lar, çok daha dikkatli olmalı, Şer İttifakı tarafından
yürütülen gayrimemnun üretmekle ilgili Psikolojik harekâta katkıda
bulunmamalıdırlar.
Bu nedenle başta cemaatler, gönüllü kuruluşlar, kanaat önderleri, akademisyenler, özellikle İlahiyatçı akademisyenler, siyasiler olmak üzere milletimizin bu oyuna gelmemesi tarihi bir zorunluluktur. Henüz Vakit Varken! Yarın Çok Geç Olabilir!
[1] “Taksim Kadife
Darbe Süreci”nin her bir aşaması, Millî Gazete ve Umran dergisindeki
yazılarımda ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmiştir.
[2] Can, B., “Diyanet İşleri Başkanlığı Üzerinden 2019 Cumhurbaşkanlığı Savaşları -1: Tartışmanın Muhtevası”, 02.06.2017, Millî Gazete. Can, B., “Diyanet İşleri Başkanlığı Üzerinden 2019 Cumhurbaşkanlığı Savaşları -2”: “Kutlu Doğum Haftasının Amacı, İsmi ve Zamanı”, 09.06.2017, Millî Gazete. Can, B., “Diyanet İşleri Başkanlığı Üzerinden 2019 Cumhurbaşkanlığı Savaşları -2”: “Kutlu Doğum Haftası Bir Fetö Projesidir” İddiasının Amacı Nedir?” 16.06.2017, Millî Gazete.
[3] Nurettin Yıldız, 2013 Asansörde Halvet, Sosyal Doku, Video
[4] İlmihal II,
İslâm ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007, s.132, 219.
[5] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Ankara, 1997. c.15. s. 554.
[6] İlmihal II,
İslâm ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007, s.132, 219.
[7] Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Ankara, 1997. c.15. s. 554.
[8] -https://www.sgkrehberi.com/haber/147921/asansorde-is-arkadasini-taciz-eden-memura-ne-ceza-verilir.html
[9] http://www.diken.com.tr/yargitaydan-asansorde-tacize-indirim-insanlarin-birlikte-yasadigi-bir-ortam-degil/
[10] http://www.gazetevatan.com/asansorde-tacize-2-5-yil-hapis-915581-yasam/
[11] http://www.karar.com/dunya-videolari/asansorde-tacize-ugrayan-kadin-bakin-ne-yapti#
[12] https://www.aydinpost.com/84-yasindaki-adam-13-yasindaki-kizi-asansorde-taciz-etti-247198h.htm
[13] http://beyazgazete.com/haber/2016/3/29/asansorde-kucuk-kiza-cinsel-taciz-3195790.html
[14] http://www.posta.com.tr/asansor-sapigina-25-yil-hapis-cezasi-haberi-287375
[15] http://www.Millîyet.com.tr/asansorde-tacize-10-yil-hapis-istemi-gundem-1362027/
[16] http://www.sosyaldoku.com.
[17] Can, B.,
“Diyanet İşleri Başkanlığı Üzerinden 2019 Cumhurbaşkanlığı Savaşları -2”,
“Kutlu Doğum Haftasının Amacı, İsmi ve Zamanı”, 09.06.2017, Millî
Gazete. Nurettin Yıldız, 2013 Asansörde Halvet, Sosyal Doku, Video
[18]İlmihal II,
İslâm ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007, s.203-217.
Sabık, S., İslâm İlmihali, Pınar Yayınları, İstanbul, 3.
Baskı, 2008, s. 521-533.
[19] İlmihal
II, İslâm ve Toplum, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007,
s.203-217.
[20] Beşer, F., “Nurettin Yıldız Üzerinden İslâmonemi”, 16 Ocak 2015, Yeni Şafak. Kılıçarslan, İ., “Nureddin Yıldız Sapık mı?”, 13 Ocak 2015, Yeni Şafak.
[21] http://www.sosyaldoku.com/cocuk-evliligini-protesto-eden-bir-konusma-yaptim/ ;
http://www.sosyaldoku.com/basin-aciklamasi/; http://www.sosyaldoku.com/kamuoyunun-dikkatine/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder