23 Şubat 2018 Cuma

Ümmet Şuurunun Yeniden İnşası-6: Ümmetin İttifakını Yıkan Hastalık: Hevanın İlahlaştırılması

 (Milli Gazete)

“Milletimde ihtilaf ü tefrika endişesi,

Hattâ kûşe-i kabrimde bîkarar eyler beni.

İttihad etmekken a’dâya karşı çaremiz,

İttihad etmezse millet, dağidar eyler beni.“

Yavuz Sultan Selim

GİRİŞ

Hz. Âdem’le eşi yeryüzüne indirildiklerinde, kendilerine Hidayetçilerin gönderileceği ve bunların onlara nasıl ve neye göre yaşamaları gerektiğini açıklayacağı bildirilmiştir (2/38-39;7/35). Dolayısıyla ilk nesil insanlar, aynı değerler etrafında şekillenmiş tek bir ümmettirler (2/213; 10/19; 21/92; 23/52).

Allah, yeryüzündeki insanları, şeytan ve taraftarları karşısında başıboş ve yardımsız bırakmamış, onlara daima doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiştir (26/36; 10/47; 23/44; 35/24-25; 13/30; 16/63). İlgili ayetlerde her ümmete, yol gösterici, aydınlatıcı birer peygamber gönderildiğini, O’nun ümmetini uyarıp korkuttuğunu (35/24), onlara helâl ve haramı bildirdiğini, aralarında adalet ile hükmettiğini (10/47) görmekteyiz. Gönderilen peygamberler, tarih boyu birbirini destekleyecek şekilde görevlerini ifa etmişlerdir (23/44, 16/63).

Şeytan, ilk yaratılış olayında Hz. Âdem’e yaptığını, tüm peygamberlerin yolunda gidenlere yapmak için yemin etmiş; tüm iman edenlere sınırsız ve topyekûn bir savaş açtığını ilân etmiştir. Ancak bu, Hz. Âdem’in yaptığı hatayı ortadan kaldırmaz. Şeytanın başarısı, Hz. Âdem’in gösterdiği bir zâfiyetin sonucudur. Nitekim Hz. Âdem, zaaf göstererek Allah’ın koyduğu emir ve yasakları çiğnediğinden dolayı suçunu kabul edip tövbe etmiş ve Allah’tan bağışlanmasını dilemiştir. Bu nedenle ümmetin iç dinamiklerinde zâfiyet olmadan, dış dinamiklerin ümmetin üzerinde etkili ve tahrip edici olması çok zordur.

O nedenle “Başlangıçta tek olan ümmet niçin bölünmüştür?” sorusunun cevabı önemlidir.

1,7 milyarlık Müslüman, dünyadaki 7 milyar insanı kurtaracak bir imkâna/güce sahipken, kendi içerisinde parçalanıp birbiriyle savaşması ve çok kolay oyuna gelmesinin sebepleri ortaya konmadan çözüm bulmak mümkün değildir.

Geçen yazıda bu konu ele alınmış, Ümmet kavramının geçtiği ayetler analiz edilmiş ve tek ümmet olan ilk nesilden günümüze gelinceye kadar ümmetler içinde ve arasında, genel olarak, sürekli bir anlaşmazlığın var olduğu (11/118); bu anlaşmazlığın; şeytan, mele-mütrefler, hevanın ilâhlaştırılması, bağy hastalığı ve kalplerin katılaşmasına bağlı olarak ortaya çıktığı tespiti yapılmıştır.

Bu beş ana etkenden “Şeytan” (16/63; 6/43) ve “Mele-Mütrefler” (43/23-24), insan açısından birer dış faktör iken; “Hevanın İlahlaştırılması” (5/48), “Bağy” Hastalığı (2/213) ve “Kalplerin Katılaşması” (6/43) ise birer iç faktördür.

Bu yazıda, ümmetin, insanların anlaşamamalarında etkili olan iç faktörlerden “hevanın ilâhlaştırılması” konusu ele alınacaktır.

HEVA NEDİR VE HEVANIN İLÂHLAŞTIRILMASININ ANLAMI NEDİR?

Heva meselesi, günlük hayatta insan yapısı ve davranışlarının gerçek anlamda anlaşılamamasından kaynaklanan en temel meseledir. İnsan düşünce ve davranışlarını, tıpkı bilgisayar virüsleri gibi, sürekli tahrip eden, insanın kötülük cephesinin en baskın bir unsurudur. Heva sorununu, daha iyi anlayabilmek için Kur’ân’ın “heva” diye isimlendirdiği ve insandaki karar merkezlerini daima olumsuz olarak etkilemeye çalışan yapıyı göz önüne almamız gerekir.

Heva, Kur’ân-ı Kerim’deki anahtar kavramlardan biridir. Yaklaşık olarak 30 yerde geçmektedir. İnsandaki mevcut karar merkezlerinden nefsin, genel olarak ana çalışma frekansıdır, denebilir. Bireysel ve toplumsal çürümenin motoru olarak da değerlendirilebilir.

Heva, “Benliğin, şehvete meyli ve keyfiliği tercih etmesidir.” (1). İnsanın yücelikten basitliğe düşmesini sağlayan, zan ve tahmine dayalı bilgilerle insana hükmeden, hayatı yalnızca kendi ekseninde şekillendirmek isteyen bir nefsin, düşünme ve davranma halini ifade eder. İnsan bencilliğinin, ihtirasının, bağy’nin etkin unsur olarak dışa vurumu ve hayatı tanzim girişimidir. Heva, insan nefsinin cehalet ve/veya kibre dayalı olarak oluşturduğu ve ilâhi bilgiye dayalı değerler sisteminin karşısında olan bir değerler topluluğu olup insan fıtratının bozulmasını ifade eder.

HEVA, SAPIKLIĞA VE YIKIMA GÖTÜRÜR

Hevanın etkisindeki bir insanın şeytanla irtibatı artar ve zamanla şeytanın oyuncağı olur (6 En’am 71). Bu durumdaki insanlar, gerçekleri göremez ve duyamazlar. Hoşlarına gitmeyen, çıkarlarına engel olan her şeyi red ve inkâr ederler (53Necm 23). Heva, zan, tahmin, bilgisizlik ve istikbar (kendini beğenmişlik), bağy (başkası aleyhine sınırı aşmak, kıskançlık, ezme, saldırı, horlama, zulüm ve bozgunculuk) ile iç içedir (2 Bakara 19, 90, 120, 145, 213; 5 Maide 48; 6 En’am 119; 30 Rum 29; 13 Ra’d 37; 45 Casiye 17, 18; 53 Necm 23; 38 Sad 20-25; 49 Hucurat 9; 42 Şura 14). Cehalet ve gururun refakat etmesi, hevayı, insan ve toplum hayatında daha tahripkâr yapar. Heva, hayatı birey nefsine indirger ve bireyi ilâhlaştırır. Hayatın tümüyle kişiye indirgenmesi ve yalnızca kişinin ihtiyaçlarının ya da çıkarlarının aşırı bir şekilde öne çekilmesi, insan nefsinin doymazlığını azdırıp insanı sapıklığa sürükler: “Allah’tan bir kılavuz olmaksızın, hevasına uyandan daha sapık kimdir.” (28 Kasas 50).

Toplumsal sermayenin hevaya dayalı olarak inşa edilmesi; kişiyi sapıklığa sürüklerken, kaçınılmaz bir şekilde toplumun, çevrenin, kısaca her şeyin bozulmasına ve nihayetinde yıkılıp yok olmasına sebebiyet verir:

“Eğer hak, onların hevalarına uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes ve her şey bozulmaya uğrardı.” (23 Müminun 71)

Hevanın bu tahripkâr gücünden dolayı bütün peygamberler uyarılmış, dikkatleri çekilmiştir (20 Taha 16). Bu noktada çok daha önemli olan bir husus da, hevaya uyan insanın görünür kimliği ne olursa olsun, sonucun (yıkım) değişmemiş olmasıdır. Bu noktada, hevasını ilâhlaştıran bir ateist ile hevasını ilâhlaştıran bir Müslüman arasında ayırım yapılmamaktadır. Bu tür insanların tümü; gerçeği ters yüz eden zalimler olarak, hevalarına uyarlar ve hevalarını hayatın merkezi yapmaya gayret ederler:

“Zulmetmekte olanlar, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi hevalarına uymuşlardır…” (30 Rum 29).

HEVA BİREYSEL ÇIKARLARDA SINIR TANIMAZ

İnsanın her istediğini yapma yetkisini kendinde görmesi, bireysel çıkarların sınır tanımazlığı ve bu konudaki aşırı özgürlük bir müstağnileşmedir. Kibir, müstağnileşme, bağy, hevanın ilâhlaştırılmasının bir sonucudur. İnsanın kendini, kendine yeter görmesi ve bir başkasına ihtiyaç hissetmemesi, toplumsal dayanışma ve değerlerin çözülmesi demektir. Arkasından kaçınılmaz olarak kirlenme ve çürüme gelir. Bu nedenle Allah, insana her arzu ettiği şeyin (bireysel çıkarlar) verilmesinin yanlış olduğuna dikkat çekmektedir:

“Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin heva olarak arzu ettiklerine uymaktadırlar. Oysa and olsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir. Yoksa insana “her arzu edip dilekte bulunduğu’’ şey mi var? (53 Necm 23, 24)

Hevasını ilâh edinmiş Müslüman bir düşünür veya bir bilim insanı, kendi düşüncesini, en doğru ve diğer düşünceleri de en yanlış olarak görme eğilimindedir. Kibir, müstağnileşme ve bağy, başkalarının fikrine ve düşüncesine karşı her türlü saygısızlığın, kabalığın, karalamanın ve suçlamanın yapılmasını kişinin kafasında meşrulaştırır.

HEVA İNSANI KÖR, SAĞIR VE AKILSIZ YAPAR

İhtilâfların tefrikaya, onun da fırkalaşmaya dönüşmesinin ana nedeni, hevanın insan üzerinde yaptığı bu karmaşık etkilerdir. Hevanın vücut verdiği çekim alanına giren ve kendi iradi kontrolünü kaybeden insanlar, bilgisi ne olursa olsun, zanları, tahminleri ve kibirlerinin neden olduğu bir körlük ve sağırlıkla gerçekleri görememekte ve duyamamaktadır:

“Şimdi sen, kendi hevasını ilâh edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbi üzerine damga vurduğu ve gözü üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (45 Casiye 23; bak: 25 Furkan 43,44)

HEVALARINI İLÂHLAŞTIRANLAR, BAŞKALARINI SAPTIRMAK İÇİN MÜCADELE EDERLER

Bu noktada unutulmaması gereken bir başka gerçek de; hevalarını ilâhlaştıranlar, başkalarının fikri ve fıkhî düşüncelerinin yanlış olduğunu inatla iddia ederler. Yapılan her türlü açıklamayı, getirilen her türlü delili, baştan reddederek ihtilâfları tefrikaya dönüştürerek haddi aşarlar:

“Kuşkusuz çoğu, bir ilim olmaksızın kendi hevalarıyla başkalarını saptırıyorlar. Şüphesiz senin Rabbin haddi aşanları en iyi bilendir.” (6 En’am 119)

SONUÇ: HEVANIN HÂKİMİYETİNİ KIRMANIN YOLU DOSDOĞRU BİR İSTİKAMET ÜZERE OLMAKTIR

Hevasını ilâhlaştıranlar, tarih boyu iyiyi, güzeli, temizi, doğruyu arayanlara, hak-hukuk ve adalet isteyenlere, hep baskı uygulamış, onları kötülemiş ve suçlamışlardır.

Bugün de başta İslâm dünyası olmak üzere insanlığa karşı, Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail) tarafından açılmış bir savaşın (“İslâm’ın İslâm’la Savaşı Projesi”) ortasındayız. Her türlü yalanın, dolanın, fitne-fesadın kaynatıldığı ve kaynatılacağı, iftiranın atıldığı ve atılacağı ve tüm Bağy duygularının tahrik edilip devreye sokulduğu ve sokulacağı bir ortamın içinde olduğumuz ve olacağımız, hiçbir zaman unutulmamalıdır.

İman edenler, İslâm coğrafyasına aydınlığın gelmesini, adaletin hâkim olmasını, birlik ve dayanışma ruhunun yeniden inşa edilmesini istiyorlar ve zulüm altında ezilip yok olmayı istemiyorlarsa, hep birlikte, hevalarını ilâhlaştıranlara karşı onurlu bir mücadele vermek zorundadırlar (18 Kehf 28).

Hevanın hâkim olmadığı bir dünyayı, bugün Müslümanlar inşa edebilirler. Bu imkân ve şansları vardır. Hevanın hiçbir şekilde kendisine bulaşmadığı vahyî bilgiye sahip olan Müslümanlar, ellerindeki cevherin kıymetini bilmeli ve tarihi sorumluluklarını yerine getirmelidirler. (5 Maide 48, 49)

O nedenle Müslümanlar, bu kutsal görev için öncelikle zihinlerini, kalplerini ve nefislerini temizlemelidirler. Cennete giden yolun, zihinlerini, kalplerini ve nefislerini hevadan arındırmaktan geçtiğini görmelidirler (79 Naziat 40,41).

O nedenle Müslümanlar, sapmış bir topluluğun hevalarına uymamalıdırlar (5 Maide 77).

O nedenle Müslümanlar, her türlü şer hareketine karşı onurlu bir duruşla karşı çıkmalıdırlar. Aksi takdirde, Allah’ın her türlü yardımının kesileceğini ve Allah’ın dostluğunun kaybolacağını görmelidirler

“Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.» Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların hevalarına uyacak olursan, senin için Allah’tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.” (2 Bakara 120).

O nedenle Müslümanlar, iman edip salih amel işleyenler, Allah’ın kendilerine emrettiği, gösterdiği ve hevanın etkili olmadığı dosdoğru bir istikamet tutturmalıdırlar:

“Şu hâlde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma konusu yoktur. Allah, bizi bir arada birleştirip-toplayacak ve dönüş de O’nadır” (42 Şura 15).

Kaynaklar

1- Kardâvî, Y., İhtilâf Ve Tefrikalar Karşısında İslâmi Tavır, Nida Yayıncılık, İstanbul, 2014, S: 15-25.

2- Öztürk, Y.N., Kur’an’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, (1991), s:172-174.

3- Müslim, Cenâiz 9, Hadis No: 934.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...