9 Şubat 2018 Cuma

Ümmet Şuurunun Yeniden İnşası-5: Ümmetin ittifak yolu üzerinde beş mayın

(Milli Gazete)

“Sen! Ben! desinefrad, aradan vahdeti kaldır;

Milletler için işte kıyamet o zamandır”.

MehmedÂkif,

GİRİŞ

Hz. Âdem’le eşi yeryüzüne indirildiklerinde, kendilerine Hidayetçilerin gönderileceği ve bunların onlara nasıl ve neye göre yaşamaları gerektiğini açıklayacağı bildirilmiştir (2/38-39;7/35). Dolayısıyla ilk nesil insanlar, aynı değerler etrafında şekillenmiş “tek bir ümmettirler” (2/213; 10/19; 21/92; 23/52).

Başlangıçta tek olan bu ümmet niçin bölünmüştür?

Şeytan, ilk yaratılış olayında Hz. Âdem’e yaptığını, tüm peygamberlerin yolunda gidenlere yapmak için yemin etmiş, tüm iman edenlere sınırsız ve topyekûn bir savaş açtığını ilan etmiştir. Ancak bu, Hz. Âdem’in yaptığı hatayı ortadan kaldırmaz. Şeytanın başarısı, Hz. Âdem’in gösterdiği bir zâfiyetin sonucudur. Nitekim Hz. Âdem, zaaf göstererek Allah’ın koyduğu emir ve yasakları çiğnediğinden dolayı suçunu kabul edip tövbe etmiş ve Allah’tan bağışlanmasını dilemiştir. Bu nedenle ümmetin iç dinamiklerinde zâfiyet olmadığı zaman dış dinamiklerin ümmetin üzerinde etkili ve tahrip edici olması çok zordur.

O nedenle “Kur’an ve Sünnetin öngördüğü “ümmet” anlayışı ile bugün pratikte var olan, yaşayan “ümmet” arasındaki ilişki nasıldır?” sorusu, en gerçekçi bir şekilde ve adalet ölçülerine uygun olarak cevaplandırılması gerekir. Bu nedenle geçen yazıda, “ümmet” kavramının analizi yapılmıştır.

Bu yazıda, ümmetin bölünme sebepleri üzerinde durulacaktır.

PEYGAMBERLERİN DAVETİNE KARŞI ÜMMETLERİN TAVRI VE TEK OLAN ÜMMETİN BÖLÜNMESİ

Allah, yeryüzündeki insanları, şeytan ve taraftarları karşısında başıboş ve yardımsız bırakmamış, onlara daima doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiştir (26/36; 10/47; 23/44; 35/24-25; 13/30; 16/63). Bu peygamberler tarih boyu birbirini destekleyecek bir şekilde görevlerini ifa etmişlerdir (23/44, 16/63). Peygamberler, muhatap olduklara insanlara yeni değerler sistemi sunmuş ve bu yeni değerler etrafında yeni bir hayat tarzı oluşturmak üzere onları uyarıp kokutarak, helal ile haramı öğreterek, aralarında adaletle hükmederek yol göstermişlerdir.

Yol gösterici bu hidayet rehberlerine karşı mevcut sistem içerisinde ‘refahtan şımarıp azan bir azınlık’, mücadele başlatmıştır (22/67-69). Refahtan şımarıp azan önde gelenler, Peygamberleri yalanlamışlar (23/44; 35/25), onları susturmak istemişler (40/5) ve Hakkı ortadan kaldırabilmek için batıla dayanarak mücadele etmişlerdir (40/5). Kendilerine yapılan tebliğ, nefretlerini artırmış, büyüklük taslayıp her türlü hile ve desiseye başvurmuşlardır (35/43). Bunun sonucu Peygamberlerin getirdiği, yeni değerler sistemine karşı ümmetin cevabı, aynı olmamış; farklı tavırlar sergileyen insan unsurları ortaya çıkmıştır. Allah’tan gelen değerlere karşı takındıkları tavra bağlı olarak ümmet bölünmüştür:

“Ama peygamberleri izlediklerini iddia eden ümmetler fırkalara ayrılıp bölük bölük oldular. Her grup, kendilerine ait görüşten ötürü memnun ve mutludur.” (23/53; 21/93).

***

Bu bölünme ile bir kısmı “hidayet yolunu”, bir kısmı da “delalet yolunu” tercih ederek yollarını ayırmışlardır (16/93; 11/118). Kur’an-ı Kerim, tebliğe muhatap olanların tebliğ karşısında aldıkları tavra, kabul veya redde göre, ümmetleri isimlendirmektedir. Bu isimlendirmenin, bazı özellikler esas alınarak, genelden özele doğru yapıldığını görmekteyiz:

* Hidayet Verilenler- Sapıklığı Hak Edenler (16/36),

* Yalanlayanlar (16/36; 35/25; 29/28),

* Kâfir Olanlar (43/24),

* Atalarının İzinde Körü Körüne Yürüyenler (43/23),

* Rahmanı Tanımayanlar (13/30),

* Ateşe Girmeyi Hak Edenler (7/38),

* Mutedil Olan Vasat Ümmet ( 2/143; 5/66; 3/114),

* Tebliğci Ümmet (7/181; 3/104, 110, 114, 7/159, 163,164,

* Namaz Kılan Ümmet (3/113-114).

ÜMMETİN BİRLİK BERABERLİĞİ ÖNÜNDE BEŞ TEHLİKE-BEŞ MAYIN

Ümmet kavramının geçtiği ayetler dikkatli bir şekilde incelendiğinde, tek bir ümmet olan ilk nesilden günümüze gelinceye ümmetler içinde ve arasında, genel olarak, “sürekli bir anlaşmazlığın” var olduğu görülmektedir (11/118).

Konumuzla ilgili ayetlerde anlaşmazlığın temel nedeni olarak beş ana etkenin/parametrenin varlığına dikkat çekilmektedir: Şeytan, Mele-Mütrefler, Hevanın İlahlaştırılması, Bağy Hastalığı, Kalplerin Katılaşması.

Bunların içinde Şeytan, bir dış faktör olup, Hz. Âdem’e secde olayından dolayı insanoğluna savaş açmış, en büyük tehlike ve düşmandır. İnsana sürekli vesvese verir ve insanın yaptığı kötü işleri, ona süslü göstererek saptırmaya çalışır ve böylelikle hidayet üzere olan bir ümmeti bölmek ister (16/63; 6/43).

Mele-Mütrefler(“refahtan şımarıp azan yöneticiler/liderler, patronlar”), bunlar da fert açısından bir dış faktördürler. Refahtan şımarıp azdıkları için müstağnileşmişlerdir. Her şeyi kendileri için meşru, başkaları için gayrı meşru gördüklerinden adaleti çarpıtıp zulme sapmışlardır. Bunlar, adıl bir düzenin ilk ve baş düşmanlarıdırlar. Bu nedenle de ümmetlerin bölünmesinde, şeytandan sonra ikinci derecede rol oynayan şeytanın başyardımcılarıdır:

“İşte böyle; senden önce de (herhangi) bir memlekete bir peygamber göndermiş olmayalım, mutlaka onun ‘refah içinde şımarıp azan önde gelenleri’ (şöyle) demişlerdir: “Gerçek şu ki, biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuşlarız.”

(O peygamberlerden her biri de şöyle) demiştir: «Ben size, atalarınızı üstünde bulduğunuz şeyden daha doğru olanını getirmiş olsam da mı?» Onlar da demişlerdir ki: «Doğrusu biz, kendisiyle gönderildiğiniz şeye (karşı) kâfir olanlarız.»” (43/23-24).

Diğer üç faktör, insan için iç faktörler olup aynı zamanda dış faktörlerin etki alanlarını teşkil ederler. İnsanın kendi heva-hevesini ilahlaştırarak Allah’tan gelen temel değerlerin yerine nefsinin öngördüğü değerleri yerleştirmedeki ısrarı, beraberinde bölünmeyi getirmektedir:

“Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona ‘bir şahid-gözetleyici› olarak Kitab›ı (Kur›an›ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) size verdikleriyle sizi denemesi içindir.” (5/48).

İnsana tercih etme hak ve hürriyeti verilmiştir. Kendi serbest iradesi ile yapacağı tercih, insan için bir imtihandır, bir denemedir. Dolayısıyla insan, kendisine tanınan bu hürriyetten dolayı da hesap verme sorumluluğunu yüklenmiştir. Nitekim yukarıdaki ayette bu durum, çok açık bir şekilde ifade edilerek hidayet yolcularının dimdik durması istenmektedir.

Tarihi süreçte insanlığın en büyük düşmanlarından birisi de insanın içinde var olan “bağy” duygusudur (azgınlık ve düşmanlık içeren haset, kıskançlık). Bu duygu, göz ardı edilip önemsenmediğinde ümmetin, milletin, cemaatin bölünmesinde etkin rol oynar. Hz. Âdem’in oğulları Habil ile Kabil’in kavgasının kökünde bağy hastalığı vardır. Akraba ilişkilerinden toplumun değişik kesimleri arasındaki ilişkilere kadar her alanda bağy hastalığı etkili olabilmektedir:

“İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcı-korkutucular olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra, birbirlerine karşı-olan bağy(‘azgınlık ve kıskançlıkları’) yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o, (Kitap) verilenlerden başkası değildir.” (2/213).

Bu nedenle Hz. Muhammet, bağy hastalığının ortaya çıkmasına vesile olacak mal, mülk, makam ve ırk ile övünmeyi ümmet için tehlikeli görerek “cahiliye davranışı” olarak nitelemiştir (1).

Gerek birey gerekse toplum, kötülüklerle iç içe olmaya başladığında, tepki vermeyip nemelazımcılık yaptığında, bir müddet sonra kötülükleri meşru görmeye başlar (7/163-169). Böyle bir değişim, insanların kalplerinde siyah noktalar oluşturur, kalplerini kirletir, katılaştırır, paslatır. Duyarsızlıklarının devamında da kalpleri mühürlenir. O nedenle “kalplerin katılaşması”, kalbi olumlu yönde etkileyecek uyarıcı sinyallerin alınmasını engeller. Duygu düşünce ve davranışları itibari ile kendine yabancılaşmış, kalpleri kaskatı kesilmiş, adalet duygusu ile merhamet duygusu yok olmuş hevasını ilahlaştıran yeni bir insan unsuru ortaya çıkar (6/43).

SONUÇ: DOSDOĞRU BİR İSTİKAMET ÜZERE OLMAK

Bugün, başta İslam dünyası olmak üzere insanlığa karşı, Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail) tarafından açılmış bir savaşın (“İslam’ın İslam’la Savaşı Projesi”) ortasındayız. Her türlü yalanın, dolanın, fitne fesadın kaynatıldığı ve kaynatılacağı, iftiranın atıldığı ve atılacağı ve tüm Bağy duygularının tahrik edilip devreye sokulduğu ve sokulacağı bir ortamın içinde olduğumuz ve olacağımız, hiçbir zaman unutulmamalıdır.

Hevasını ilâhlaştıranlar, tarih boyu iyiyi, güzeli, temizi, doğruyu arayanlara, hak-hukuk ve adalet isteyenlere, hep baskı uygulamış, onları kötülemiş ve suçlamışlardır.

İman edenler, İslâm coğrafyasına, aydınlığın gelmesini, adaletin hâkim olmasını, birlik ve dayanışma ruhunun yeniden inşa edilmesini istiyorlar ve zulüm altında ezilip yok olmayı istemiyorlarsa, hep birlikte, hevalarını ilâhlaştıranlara karşı onurlu bir mücadele vermek zorundadırlar. (18 Kehf 28).

Hevanın hâkim olmadığı bir dünyayı, bugün Müslümanlar inşa edebilirler. Bu imkân ve şansları vardır. Bugün, ya bunu başaracaklar, ya da hem bu dünyada hem de öteki dünyada zillet içinde yaşayacaklardır. Başka bir yol yoktur.

Hevanın hiçbir şekilde kendisine bulaşmadığı vahyi bilgiye sahip olan Müslümanlar, ellerindeki cevherin kıymetini bilmeli ve tarihi sorumluluklarını yerine getirmelidirler (5 Maide 48, 49).

Bugünün Müslümanları, bu kutsal görev için öncelikle zihinlerini, kalplerini ve nefislerini temizlemelidirler. Cennete giden yolun, zihinlerini, kalplerini ve nefislerini hevadan arındırmaktan geçtiğini görmelidirler (79 Naziat 40,41).

O nedenle Müslümanlar, sapmış bir topluluğun hevalarına uymamalıdırlar (5Maide 77).

O nedenle Müslümanlar, her türlü şer hareketine karşı onurlu bir duruşla karşı çıkmalıdırlar. Aksi takdirde, Allah’ın her türlü yardımının kesileceğini ve Allah’ın dostluğunun kaybolacağını görmelidirler (2 Bakara 120).

Hevanın çok temel bir özelliği olan “bağy” hastalığı, göz ardı edilip önemsenmediğinde, her türlü ihtilâfın tefrikaya dönüşmesi ve ardından fırkalaşmanın vuku bulması kaçınılmazdır. Ümmet, millet ve cemaatler, bu fırkalaşmanın sonucunda birbiri ile çatışmakta/savaşmaktadırlar (2 Bakara 213; 45 Casiye 17; 42 Şura 13-14 )

Hevasını ilâh edinmeyen, bağy hastalığına yakalanmayanlar, azınlık bir grup olan “iman edip salih amel işleyenlerdir” (38 Sad 21-24). İman edip salih amel işleyenler, “insanlar arasında hak ile hükmettikleri”, adalet ve fıtratı merkeze alan bir dili ve hayat tarzını savundukları sürece Allah’ın yardımı gelecek, ihtilâfları tefrikaya dönüşmeyecek ve karanlıklar aydınlığa dönecektir( 38 Sad 26).

Öyleyse iman edip salih amel işleyenler, Allah’ın kendilerine emrettiği, gösterdiği ve hevanın etkili olmadığı dosdoğru bir istikamet tutturmalıdırlar:

“Şu hâlde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına uyma. Ve deki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin de amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda bir tartışma konusu yoktur. Allah, bizi bir arada birleştirip-toplayacak ve dönüş de O’nadır” (42 Şura 15)

Ümmetin birbirini helak etmemesinin yolu, Allah’ın ipi olan Kur’an’a sımsıkı ve şuurlu bir şekilde yapışmaktır:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı.” (3/103)

Ya Rabbi bu ümmete şuur ver; Basiret ve feraset sahibi kıl.

Ya Rabbi bizi nefsimizin, heva ve hevesimizin kölesi yapma.

Ya Rabbi bizi bağy hastalığı ile imtihan etme.

Ya Rabbi bizi Sırat-ı Müstakimden ayırma, Kalplerimizi birbirine isindir.

Ya Rabbi “..Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla ve kalplerimizde iman etmiş olanlara karşı bir kin bırakma.” (59/10)

Kaynaklar

1- Müslim, Cenâiz 9, Hadis No: 934.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...