(Milli Gazete)
“Sen! Ben! desin efrad, aradan vahdeti kaldır;
Milletler için işte kıyamet o zamandır”.
Mehmed Âkif
GİRİŞ
“Kur’an ve Sünnetin öngördüğü “ümmet” anlayışı ile bugün
pratikte var olan, yaşayan “ümmet” arasındaki ilişki nasıldır?” sorusu, en
gerçekçi bir şekilde ve adalet ölçülerine uygun olarak cevaplandırılması
gerekir. Bu nedenle bu yazıda, “ümmet” kavramının analizi yapılacaktır.
ÜMMET KAVRAMININ ANALİZİ
‘Ümmet’, ‘ümm’ kelimesinden türemiştir. ‘Ümm’, ‘bir şeyin
meydana gelmesine, terbiyesine, ıslahına veya başlangıcına temel olan köküne
verilen isimdir’. Kur’an’da kelime anlamı olarak, ‘hem anne, hem de asıl,
temel, ana, uygun karşılık anlamlarında’ geçmektedir (43/1-4; 42/7). Kelime,
türevleri ile birlikte toplam 119 yerde geçer. ‘Ümm’ kelimesinden türemiş olan
‘ümmet’ kelimesinin sözlük anlamı ise, cemaat, yol, din, nesil veya topluluk
demektir. Çoğunluğu temsil eder. Bununla beraber çoğulu, ‘ümem’ olup, çoğulun
çoğuludur (1).
Ümmet kelimesi matematikteki ‘küme’ kavramına benzerdir.
Matematikte, aralarında ortak özellik/özellikler olan elemanlar topluluğuna
“küme” denmektedir. Burada önemli olan, küme içerisindeki elemanların tümünün
ortak bir ve birkaç özelliğinin var olmasıdır. Tüm elemanların ortak bir
özelliği esas alınarak oluşturulan bir kümenin elemanları, kendi aralarında
daha başka özellikler göz önüne alınarak tekrar gruplandırılabilir. Bu şekilde
meydana gelen kümelere ana kümenin “alt kümesi” denmektedir.
Ümmet kavramı da, belli bir özellik/özellikler etrafında
varlıkların gruplandırılması/ sınıflandırılması olarak tanımlanabilir. Tüm
canlıları bir ümmet olarak niteleyebiliriz. Ancak bunlar içerisinde yerde
yürüyebilenler ile gökte uçabilenleri bu özelliklerine (yerde yürüyebilme,
gökte uçabilme) bakarak daha alt gruplandırmaya tâbi tutabiliriz. Bunlar,
canlılar ümmetinin birer alt kümesi olan ümmetler olmuş olurlar: “Yerde
debelenen hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, ancak
sizin gibi ümmet olmasınlar…” (6/38). Nitekim Hz. Peygamber, karıncaları bir
ümmet olarak zikretmiştir: “Karınca, ümmetlerden biridir.” (2)
Kur’an-ı Kerim’de Ümmet kelimesi, tekil olarak 51, çoğul
olarak 13 olmak üzere toplam 64 yerde geçer. Ümmet kavramı Kur’ân-ı Kerim’de,
aşağıdaki anlamlarda kullanılmıştır:
İnsan Topluluğu: 2/213; 10/19; 21/92; 6/38.
Bir Dine Bağlananlar Topluluğu: 2/ 143; 22/34, 67.
İman Edenler Topluluğu: 2/128; 3/104, 110; 5/66, 67;
7/159-160; 11/48.
Tebliğ Edenler Topluluğu: 3/104, 114; 9/122; 7/159, 181.
Hayvanlar Topluluğu: 6/38; 7/38-39.
Millet: 2/134, 213; 10/ 19.
Zaman: 11/8; 12/45.
Tek Başına Bir Topluluk: 16/120.
Din: 21/ 92; 43/ 22.
Ümmet kelimesinin geçtiği ayetler incelendiğinde, kavramı
belirleyen üç özellik dikkat çekmektedir: Yer, zaman ve din. Buna göre belli
bir zamanda, belli bir yerde, belli bir inanç sistemine dayalı olarak yaşayan
insan topluluğu, ümmet olarak isimlendirilmiştir. Arap dil bilgini İbn Manzur,
Lisan-ul Arab adlı eserinde ümmet kelimesini, dil yönünden incelerken yaptığı
değerlendirmede, ümmet kelimesinin genel çerçevesini belirlemektedir:
“Ümmet, insan nesli demektir. Her nebinin ümmeti, kafir veya
mümin ayırımı olmaksızın, tebliğ için gönderildiği tüm insanlardır. Muhammed
ümmeti denince de Hz. Peygambere inanan ve inanmayan bütün insanlar
kastedilir...” (3)
İbn Manzur’un bu görüşü; “Ümmetim içinden Yahudi veya
Hristiyan her kim beni dinler, duyar da bana inanmazsa cennete giremez” (3)
hadisi ile uyumludur. Bu durumda inansın veya inanmasın Peygamberin tebliğinin
muhatabı olan herkes, ‘Peygamberin ümmeti’ olmaktadır. Buradaki tasnifte rol
oynayan temel özellik, tebliğe muhatap olma olup; kabul veya reddetme değildir.
Onun için her peygamberin tebliğine muhatap olanlar, o peygamberin ümmeti
olarak isimlendirilmiştir. Bu, ümmet kavramının en genel çerçevesidir. Buna,
Ümmetin Evrensel Kümesi de diyebiliriz. Medine’de kurulan ilk İslâm Devletinin
Anayasa’sında ümmet kavramı, bu genel çerçevede kullanılmıştır:
“Madde1- Bu kitap (yazı), Peygamber Muhammed tarafından
Kureyşli ve Yesripli Müminler ve Müslümanlar ve bunlara tâbi olanlarla yine
onlara sonradan iltihak etmiş olanlar ve onlarla beraber cihat edenler için
(olmak üzere) tanzim edilmiştir.
Madde2- İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir ümmet teşkil
ederler.”(4)
Birinci madde, ümmeti oluşturan topluluğun kendilerini
başkalarından ayıran temel ortak özelliklerini belirlemekte; ikinci madde ise
bunları, diğer insanlardan ayrı bir ümmet olarak tanımlamaktadır. Bu madde
kapsamında ümmeti oluşturan alt gruplar;
Müminler (Kureyşli ve Yesripli),
Müslümanlar (Kureyşli ve Yesripli),
Bunlara tâbi olanlar,
Bunlara sonradan iltihak edecek olanlar,
Onlarla birlikte cihat edenler.
olarak belirtilmektedir. İlk iki grubun inanç temelleri
belirtilmiş olmasına karşı; diğerlerinde inançlar belirtilmemiş, “tâbi olmak”
ve “cihada çıkmak” vasıfları yeterli addedilmiştir. Anayasanın 25. maddesinde
ise Yahudilerle Müminlerin bir ümmet teşkil ettiği ifade edilmektedir:
“Madde25-a) Benu Avf Yahudileri Müminlerle birlikte bir
ümmet teşkil ederler.
Yahudilerin dinleri kendilerine, Mü’minlerin dinleri
kendilerinedir. Buna gerek Mevlâları ve gerekse bizzat kendileri dâhildirler.”
Madde 26- Madde 34’de diğer Yahudi kabilelerinin isimleri
tek tek zikredilip ‘Benu Avf Yahudileri gibi aynı haklara sahip olacakları’
belirtilmektedir.
İki ayrı dine mensup oldukları için ayrı birer ümmet olan
Müminlerle Yahudiler, Hz. Muhammed’i otorite kabul eden bir anayasa etrafında,
yeni bir ümmet teşkil etmişlerdir. Madde 25’de Yahudilerin dinlerinin
kendilerine; müminlerin dinlerinin kendilerine ait olduğunun belirtilmesi,
devlete temel alınan ümmeti, farklı inanç mensuplarının birlikte yaşayabilmesi
için çok hukuklu bir sistemi öngördükleri anlamında yorumlanabilir. Bu
anayasayı kabul eden insanlar (Müminler, Müslümanlar ve Yahudiler), kabul
etmeyenlere göre ayrı bir ümmet olarak nitelendirilirken, Hz. Peygamber’in
otoritesinin kabulü ile merkezi otorite ve güvenlik ön plana çekilmiştir.
Medine Vesikasındaki bu ümmet tanımlaması, belki de ‘Anayasal Vatandaşlık’
kavramına ilişkin ilk uygulamadır.
Medine Vesikasında ‘Anayasal Vatandaşlık’ şeklindeki bir
ümmet tanımlaması, Müslümanların ayrı bir ümmet olma vasfını hiçbir zaman
ortadan kaldırmamıştır. Madde1’de bu çok açık olarak görülmektedir. Hangi
coğrafyaya ve hangi etnik kökene sahip olursa olsun Din, Müslüman ümmettin en
temel vasfıdır ve onları, diğer insan topluluklarından ayırmaktadır. Bundan
dolayıdır ki Hz. İbrahim’e, ilk davet bölgesinde, hiç kimse tabı olmamasına
karşılık o ‘tek başına bir ümmet’ olarak Kur’an’da tanımlanmaktadır (16/120).
Keza İslâm’dan önce yaşamış ve imanla ölmüş Kuss bin Saîde’nin de, ‘Tek başına
bir ümmet olarak diriltileceği’ Hz. Peygamber tarafından ifade edilmiştir (5).
Hz. İbrahim için bir taraftan tekili ifade eden ‘muvahhit’
kelimesi; diğer taraftan çoğulu ifade eden ‘ümmet’ kelimesinin kullanılmış
olması, ümmet kelimesindeki din boyutunun önemini göstermektedir. Kur’an’da
Allah’a isyan/inkâr edenlerin de bir ümmet olarak tanımlanması, dinin ümmet
kavramı üzerindeki ağırlığını göstermektedir (43/33-35).
Başlangıçta İslâm dinini benimsemiş olanlar, “Müslüman
Ümmet”, “Muhammed Ümmeti” olarak çağrılmışlardır. Ancak zaman içerisinde ümmet
kelimesinin kullanımdaki anlamında bir değişiklik meydana gelmiş ve kelime
yalnızca Müslümanlar için kullanılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bugün ümmet
denince, “Müslümanların birliği” anlaşılmaktadır. Böyle bir ümmet, Kur’an-ı
Kerim’de “vasat”, “dengeli”, “mutedil” bir ümmet olarak tanımlanmaktadır(2/143).
ALLAH, PEYGAMBERLER VASITASIYLA ÜMMETLERE DOSDOĞRU YOLU
GÖSTERMİŞTİR
Hz. Âdem’le eşi yeryüzüne indirildiklerinde, kendilerine
Hidayetçilerin gönderileceği ve bunların onlara nasıl ve neye göre yaşamaları
gerektiğini açıklayacağı bildirilmiştir (2/38-39; 7/35). Dolayısıyla ilk nesil
insanlar, aynı değerler etrafında şekillenmiş tek bir ümmettirler (2/213;
10/19; 21/92; 23/52).
Allah, yeryüzündeki insanları, şeytan ve taraftarları
karşısında başıboş ve yardımsız bırakmamış, onlara daima doğru yolu gösterecek
peygamberler göndermiştir (26/36; 10/47; 23/44; 35/24-25; 13/30; 16/63). İlgili
ayetlerde her ümmete, yol gösterici, aydınlatıcı birer peygamber
gönderildiğini, O’nun ümmetini uyarıp korkuttuğunu (35/24), onlara helâl ve
haramı bildirdiğini, aralarında adalet ile hükmettiğini (10/47) görmekteyiz. Bu
peygamberler tarih boyu birbirini destekleyecek bir şekilde görevlerini ifa
etmişlerdir (23/44, 16/63).
SONUÇ: 1,7 MİLYARLIK MUTEDİL- ŞAHİT-TEBLİĞCİ BİR ÜMMETLE
ZULMÜN KÖKÜNÜ KAZIMAK
Muhammed Ümmetinin/Müslüman Ümmetin/Ümmetin en temel vasfı,
bir taraftan dengeli olması iken, diğer taraftan da insanlara şahit olabilecek
kadar doğru, dürüst, inanılır, güvenilir ve âdil olmasıdır. Şahit olduğu için
de hayalci ve duygusal değildir; gerçekçidir ve âdildir.
Bu mutedil, şahit, tebliğci Ümmet, bu sorumluluk anlayışı
ile zulme, zihinsel ve toplumsal kirlenmeye karşı haklının yanında yer alarak
hakkın mücadelesini verir (3/110).
Bu mutedil, şahit, tebliğci Ümmet, güç ve kuvveti, hakk’ın
önüne geçirmez, mazlumun ve haklının yanında yer alır. Söyledikleri ile
yaptıkları arasında tutarlılık vardır ve “İpini kuvvetle eğirdikten sonra
bozup-çözen (kadın) gibi” davranmaz (16/92).
Bu mutedil, şahit, tebliğci Ümmet, her türlü yalanlamaya,
her türlü baskıya, her türlü iftira, karalama ve alaya karşı görevlerini her
şart ve ortamda ifa etmeye çalışır. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”
diyenlerden, nemelâzımcılardan değildir. Bukalemun gibi her renge girmez.
Kendisine zulmedenler de dâhil olmak üzere, tüm insanlığın kurtuluşunu, kendi
kurtuluşu olarak görür. Onların (zalimlerin) bilgisizliklerinden dolayı
saptıklarını düşünür ve onun için en küçük ihtimali değerlendirmek ister. ‘Bir
ihtimal belki sakınırlar’ düşüncesi, ümmetin zihninin bir köşesinde daima
bulunur. Yani her ihtimali, insanlığın kurtuluşu için kullanır. Allah, ümmete
bu konudaki sorumluluklarını, deniz kenarındaki bir kasabanın başına gelenleri
örnek göstererek hatırlatmaktadır (7/163-164).
Bu mutedil, şahit, tebliğci Ümmet, kötülüklere karşı tavır
almamanın bedelinin helâk olmak ve Allah’ın azabının değişik şekillerde
gelebilecek olduğunu bilir (7/165-168).
Bu mutedil, şahit, tebliğci Ümmetin oluşturulması, bugün
için en acil görevlerden
biridir. Ümmeti oluşturmak ve korumak, iç içe olan görevlerdir. Ümmet,
başkalarını kurtarayım derken kendi içinde kırılmaya uğrayabilir. Kalp
hastalıklarına yakalanabilir, varlık nedenini unutup dünyaya dalabilir,
dünyevileşebilir (7/169).
Başkalarının hatalarını görmekten kendi hatalarını
göremeyen, başkalarının haksızlıklarını görüp de kendi haksızlıklarını
göremeyen, başkalarının zulmünü görüp de kendi yaptığı zulmü göremeyen
toplumların, zaman içerisinde nasıl çürüyüp yok olduğunu, hem Kur’an hem de
tarih bize bildirmektedir.
Bu, hatayı görmeme/görememe hastalığıdır. Bu hastalıktan
ümmeti koruyacak mekanizma, kendi içinde tebliğde bulunacak, ihtisaslaşmış,
özel bir Ümmetin (Parlamento Dışında Siyaset Yapan Gönüllü ve Bağımsız
Kuruluşlar) görevli kılınmasıdır (3/104). Bu özel Ümmet, toplumun değişik
kesimlerinden teşekkül ettirilip sürekli görevini yapar/yapmalıdır (9/122).
Ümmetin fertlerinin birbirini helâk etmemesinin yolu,
Allah’ın ipi olan Kur’an’a sımsıkı ve şuurlu bir şekilde sarılmak (3/103) ve
mü’min kardeşlerine kin tutmamaktır (59/10).
İşte bu anlayış içerisinde olan 1,7 milyarlık mutedil,
şahit, hayırlı ve tebliğci bir Ümmet, insanlığı tahrip edecek bir işgal
girişimine karşı dimdik ayakta durabilir ve tarihi değiştirebilir. Allah’ın
ipine sımsıkı sarılmış, yalnızca Allah’tan korkarak, yalnızca Allah’a teslim olmuş
ve yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak isteyen böyle bir Ümmetin önünde hangi
güç durabilir?
Bu şuurlu Ümmeti inşa ve ihyâ etmede birinci derecede
sorumluluk üstlenecek olan, Ümmetin ve insanlığın dertlerini dert edinen,
Parlamento dışında siyaset yapan, bağımsız, gönüllü hareketler/ kuruluşlar/
teşkilâtlar / cemaatlerdir.
Ya Rabbi! Bu Ümmete şuur ver; basiret ve feraset sahibi kıl.
Ya Rabbi! Bizi nefsimizin, heva ve hevesimizin kölesi yapma.
Ya Rabbi! Bizi bağy hastalığı ile imtihan etme.
Ya Rabbi! Bizi Sırat-ı Müstakimden ayırma, kalplerimizi
birbirine ısındır.
Kaynaklar
1- Ünal A., Kur’an’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları,
İstanbul, 1990 S:583-588
2- Müslim, Selâm 148)
3- Öztürk Y., N., Kur’an’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut
Yayınları, İstanbul, 1991 S:647-649
4- Hamidullah M., İslâm Peygamberi, İrfan
Yayınları,İstanbul,1972 S: 149-153.
5- Canan İ., Kütüb-i Sitte Muhtasar Tercümesi, İstanbul,
cilt 3, S: 367.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder